Arama

Hıristiyan Kökenli Din ve Akımlar - Süryaniler (Süryanilik)

Güncelleme: 12 Haziran 2013 Gösterim: 63.179 Cevap: 9
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
2 Aralık 2006       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Süryaniler Kimdir?
MsXLabs.org
Sponsorlu Bağlantılar

Süryaniler, kökenleri 5000 yıl öncesine giden bir toplumdur. Mezopotamya'da yeşeren ve uygarlığın gelişiminde önemli rol üstlenen eski Mezopotamya halklarının yani köklü bir kültürün mirasçılarıdır. Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra, coğrafyayı istila edenlerin baskı ve egemenlikleri yüzünden başlangıçtaki etkinliklerini kaybetmişlerdir. Günümüzde ise dünyanın değişik bölgelerinde dağınık bir şekilde yaşamaktadırlar.

Süryanilerin kökeni ve nerden geldiklerine dair bilinen üç farklı görüş vardır.Bu görüşlerden birisi, Süryanilerin Aramiler'den geldiğini savunan tezdir. Bu tezin dayanağı Süryani halkının Aramca konuştuğu ve bundan dolayı da kökeninin Aramiler olduğunu iddia etmektedir. Süryanilerin kökenine dair ikinci görüş ise Süryanilerin Asurlular'dan geldiğini savunan tezdir. Bu görüşe göre Süryaniler, eski Mezopotamya'da imparatorluklar kurmuş olan Asurlular'ın torunlarıdır. Bu iki görüşün eksiklikleri, Süryanilerin kökenini tüm eski Mezopotamya halklarına dayandığını belirten yeni bir görüş ortaya çıkarmıştır.

Aslında bu farklı görüşlerin önemi, getirdikleri tarihsel açıklamalardan ziyade, bu görüş sahiplerinin Süryaniler için düşledikleri farklı toplumsal modellere sahip olmasındadır. Yani Asur görüşünü savunanlar, Süryanilerin öncelikle siyasal bir toplum olmasını arzu etmekte; Arami görüşünü savunanlar ise daha çok inanca dayalı bir toplum modeli oluşturmak ve bu model çerçevesi içinde toplumu bir arada tutmaya çalışmaktadırlar.

Aslında Asur ve Arami ile anlatılmak istenen halk aynıdır. Söz konusu olan halk, Eski Mezopotamya kültürünü taşıyan ve inancı bakımından Hıristiyan olan bir topluluktur. Bu halk Irak ve İran'da daha çok "Asur" adıyla tanınırken, Suriye ve Türkiye'de aynı halk için "Süryani" adı kullanılmaktadır. Süryani kelimesi özellikle Hıristiyanlığı sonrası yaygınlık kazanmıştır ve Hıristiyan olan Yukarı Mezopotamya halkını belirtir. "Asurlu" kelimesi ise İsa'dan önceki Yukarı Mezopotamya halkı için kullanılmaktadır. Başka bir deyişle "Asurlu" kelimesi "Süryani" kelimesi ile anlatılmak istenen halkın Hıristiyanlıktan önceki zamanını belirtir. Bir yerde bugün bu halk için kullanılan, "Asur", "Arami", "Süryani" (ve daha başka adlar; Keldani, Maruni vs.) kelimeleri aynı topluluğu nitelemektedir.

Süryanilerin kökenini sadece Aramilere veya Asurlulara dayandırma çabalarının , Mezopotamyanın eski tarihine bakıldığında çok anlamlı olmadığı görülecektir. Buna karşılık Süryanilerin kökenini, tüm eski Mezopotamya halklarına (Fenikeliler, Akkadlar, Keldalılar, Babiller, Kenanlar, Asurlular ve Aramiler) dayandırmak daha mantıklıdır. Çünkü bütün bu halklar aynı kökenden oldukları için daha kolay kaynaşabilmişlerdir. Aynı dili konuşan, benzer örf ve adetleri yaşayan bu halklar Hıristiyanlık inancı ile birlikte aynı dine de sahip olmuşlardır. Ve bu eski halkların temeli üzerinde, yeni bir ada sahip olan Süryaniler doğmuştur.


Süryani' Adı Nereden Geliyor?
Süryani (Süryoyo) adının nasıl, ne zaman ve neden dolayı kullanıldığı kesin olarak bilinmiyor. Süryani isminin kökeni hakkında pek çok varsayım var. Varsayımların ortak özelliği; Süryani adının ya Mezopotamya'daki bir şehirden ya da bu coğrafi bölgede hüküm sürmüş bir kralın adından kaynaklandığıdır. Sizlere bilgi olması açısından, bugün en sık rağbet edilen iki varsayımı aktaracağım. Bu iki varsayım Yakup Bilge'nin, Yeryüzü Yayınları arasında çıkan ve 1992 yılında basılan "Anadolu'nun Solan Rengi Süryaniler" kitabından alınmıştır.

1) Kimi yazarlara göre Suriye adı, bölgeyi ele geçiren Kilikos'un kardeşi Suros'tan geliyor. Süryani adı da bu sözcükten türüyor. XII.yy'da yaşamış olan Diyarbakır metropoliti (Bir bölgede yaşayan Süryanilerin kilise içindeki en üst rütbedeki kişisi) Arami kralı Suros'un adına izafeten, egemenliği altındaki ülkenin "Surisyin" olarak adlandırıldığını, daha sonra Surisyin adındaki son "s" harfinin atılarak "Suriyin" şeklini aldığı ve burada yaşayan halkında bu adla anılmaya başlandığını söyler.

2)Asurluların ülkesine Yunanlılar tarafından sözcüğün onuna bir 'y' eklenerek "Asurya" deniliyordu. Yunalıların kullandığı ve gitgide yaygınlık kazanan "Asurya ve Asuryan" kelimeleri Aramca konuşan halkın diline girdiği zaman, dil kurallarına göre bazı değişikliklere uğradı ve Asuroyo şeklinde telaffuz edildi. Tarihsel süreçte "A" harfi düşerek kelime Suroyo (Süryani) şeklini almıştır.


Süryani Tarihi
Süryanilerin millatan önceki tarihleri, eski Mezopotamya'da yaşayan ulusların tarihidir. Hıristiyanlık inancı tüm yukarı Mezopotamya'daki halkların tek bir potada erimelerini sağlamıştır. Süryani halkının kökleri de eski Mezopotamya'nın en eski tarihsel dönemine kadar inip orada kaybolmaktadır.
Yukarı Mezopotamya'nın yazılı tarih evresi Akkadlarla başlar. İ.Ö.3000'lerde Sümerin kuzeyinde yer alan Akkad'da ve Fırat'ın orta kesiminde, çok sayıda bağımsız site devletleri kurulmuştur. Buradaki halk, Sümerler'e benzemeyen bir kabileden (tribulan) oluşuyordu. Bu kabile bir Sami dili (Akkadça) konuşuyordu ve Mezopotamya'nın batısında bulunan ovalarda yaşayan Tribulerle akrabaydılar yani Akkad'ın Samileri batıdan gelmişlerdi.

Akkad bölgesi Dicle ve Fırat arasında merkezi bir bölgeydi. Bölgenin bu merkezi durumunda yararlanan Akkad kralları, kısa zamanda büyük fetihler yaptılar. "Dünyanın dört bölgesinin kralı" ünvanını alan Akkad kralı Naramsin (İ.Ö.XXIII.yy) kuzeyde Doğu Anadolu dağlarına kadar ilerlemiştir.

Asur halkının çekirdeğini oluşturan bu insanlar, Akkad bölgesinde kuzeye yayılan Samilerdir. İ.Ö. 3000'lerde Orta Fırat dolaylarında yerleşmeye başlayan Akkadlar, burada bir çok yerleşim birimi kurmuşlardır. Bunlardan birisi de kabilenin ve tanrısını ismini alan Asur kentidir.Daha sonra bu kabile adını tüm bölgeye ve verecek kadar güçlenmiştir.

Tüm Sami halkları birbirlerinden çok farklı olmayan uygarlıklar yaratmışlardır. Çünkü bu halklar birbirlerinin mirasına çok kolaylıkla sahip çıkıyorlardı. Asurlularda Akkad kültür temeli üzerine kendi kültürlerini geliştirmiş ve bu kültürü daha geniş bir bölgeye yaymayı başarmışlardır.


Kısa zamanda tüm Yukarı Mezopotamya'da Asurluların yarattıkları kültür egemen olmaya başlamıştır. Asurlular, bu egemenliğe tanıklık yapan binlerce maddi kanıt bırakmışlardır. Asur, Ninova, Kolah v.b gibi kentler ve buradaki yığınla tablet bu durumu tartışmasız kanıtlamaktadır. Yukarı Mezopotamya'nın güney kesiminde Asurluların hakimiyeti tartışmasız bir şekilde kabul edilirken, Süryani tarihi açısından tartışılmaya daha açık olan bölge Yukarı Mezopotamya'nın kuzey bölgesidir. Çünkü bu bölgede egemenlikler sürekli olarak el değiştirmiştir.
Arkeoloji biliminin halen bu bölgede yapması gereken çok sayıda çalışma vardır ama eldeki veriler buralardaki bir çok yerleşiminin tarihinin Asurlulara kadar uzandığını gösteriyor. Bu bölgeler için kullanılan ilk coğrafi terimler ve kent adları Asurcadır. Ayrıca ilk tarihi kayıtlarda Asur dilinde çivi yazısı olması bir rastlantı değildir. Bölge için kullanılan coğrafi terimlerin ve kent adlarının Asurca olması, bölgenin çok eski zamanlardan beri belki de Asurluların siyasi egemenliğinin bu bölgeye gelmeden önce Asurlularla ilişkili ve onlardan etkilendiğini göstermektedir.

Örneğin bugünkü Harran adı, Asurca'daki Harranu'dan gelmektedir. Bu kelimenin Asur dilindeki anlamı ise yol'dur. Bu adlandırma, eski çağda buradan geçen ticari ve askeri yollardan kaynaklanmıştır. Tur-Abdin (Midyat ve civarı) bölgesi hakkındaki ilk tarihi bilgiler ve coğrafi terimler Asurluların XV.yüzyıldaki genişlemesinden sonraya dayanmaktadır. Asur krallarından I.Adat Ninari ve oğlu I.Salamsar'dan kalma kitabelerde "Kaşiari Dağları" diye sözü edilen bölgenin Mardin-Midyat yani Tur-Abdin çevresi olduğu bilinmektedir. Bu bölgeyle ilgili diğer bir coğrafi terim olan "İzala'da" o dönemden kalmadır. Çivi yazı tabletlerde ve daha sonraki Roma ile Bizans kaynaklarında Mardin ve civarı için İzala terimi kullanılmıştır.


Bugünkü Cizre ilçesinin 20 km kuzey batısındaki örenler bir zamanlar Asurin (Asur) hükümdarları için başkentlik yapmış büyük bir kente aittir. Nusaybin'in 15 km kuzey-doğusunda bulunan Merdis (Süryanice Marin) örneklerindeki kaya ve mağara ağızlarındaki Çivi yazısı (Asurca) ve Strangeli (Doğu Süryanice) yazılar ile çeşitli kabartma ve resimlerin yan yana bulunması bölge halkının kökenlerini gösterir niteliktedir. Yine bu bölgede bulunan Hassana (Kösreli) köyünün de İsa'dan önceki döneme dayanan bir yerleşim bölgesi olarak tarihselliği Asurlulara kadar uzanmaktadır. Bölgedeki Nisibis (Nusaybin), Merdo (Mardin), Urhay (Urfa), Omif (Amid, Diyarbakır) v.b gibi kentlerini kuranlarda yine Asurlulardır.

Asurluların bu kadar geniş bir coğrafik bölgeye yayılmalarının nedeni, Asur şehrinin daha İ.Ö.'ki 3000'lerde bu bölgelerle ticaret ilişkilerine başlamış olmasıdır. Asur şehrinin; Aşağı Mezopotamya, Asurya ve Anadolu ile bakır ve gümüşün çıkartıldığı Doğu Anadolu'nun merkezi yerinde bulunması kentin süratle gelişmesine yol açtı. Kapadokya ve Doğu Anadolu ile yapılan ticaret, Asurluların buradaki bir çok şehirde koloniler ve yerleşim birimleri kurmalarına yol açmıştır. Bu durum ise Asur krallarının bu bölge ile daha yakından ilgilenmelerine ve buralar sefer yapmalarına zemin hazırlamıştır. Ticaretin serbestçe yapılabilmesi için ticaret yollarının güvenlikli olması gerekiyordu. Bu güvenliği sağlamakta Asur krallarına düşüyordu. Ticaret için yapılan fetihler ise halkın gitgide kuzeye ve tüm Mezopotamya'ya yayılmasını sağlıyordu. Asurluların kuzey ve kuzey-batıya olan büyük genişlemesi ise İ.Ö. XV.yy'dan sonraki "Orta Asur Dönemi" ile İ.Ö. VIII. - VII.yy'da olmuştur.


İ.Ö.XII.yy'da Asur kralları I.Salmanasar ve oğlu I.Tikulti Nunurta büyük bir ordu ile kuzey ve batıya seferle düzenlerler. Kuzeyde Van gölüne kadar olan yerler Asur topraklarına katılır. Fırat geçilir ve batıda sınırlar Kargamış'a kadar genişletilir.

Asurluların Yukarı Mezopotamya ve komşu bölgelere yayılmalarındaki diğer bir etken de, o dönemdeki savaşların niteliğidir. Bu savaşlar fetihçi halkın dışında kalan öteki halkların yıkımına neden oluyordu. Fatihler, fethettikleri yerlerin halkını kılıçtan geçirir, ganimetleri başkente taşır ve fethedilen topraklara Asurlu koloniler gönderirlerdi. O dönemde köle emeği yaygın olmadığı için, köleler daha çok ev işlerinde kullanılırlardı. Böylece sınırlı olan köle ihtiyacı karşılandıktan sonra, diğer savaş tutsakları kılıçtan geçirilirdi. Gerçi daha sonra bu durum değişecek ve Asur ile diğer şehirlerde önemli sayıda köle çalıştırılacaktı.

Yukarı Mezopotamya'da halk Asurlu idi. Babilanya denen yerde ise etkin bir rahipler sınıfı vardı. Dolayısı ile Asur kralları bu sınıfla ittifak içerisinde idiler. Bu yüzden bu bölge dışında kalan yerlerin yazgıları daha farklı oluyordu. Örneğin eski İsrail krallığında ve Suriye'nin bazı bölgelerinde halk kılıçtan geçiriliyor ve sürgüne gönderiliyordu. Sürgün edilenlerin yerlerine Asurlu koloniler yollanıyor ve yönetimde krallik valilerine veriliyordu.


Asurluların bu yayılmacı politakası sonucu özellikle İ.Ö.VIII ve VII.yy'da Yukarı Mezopotamya ve ve buraya yakın bölgeler yoğun bir şekilde hem kültürel hem de siyasal alanda Asurluların etkisi altında kalmıştır.
Fakat İ.Ö.'ki dönemde iki önemli olay, Yukarı Mezopotamya'daki halkların bölgeye daha da dağılmasına ve ve buradaki halkların birbirlerine kaynaşmalarına yol açmıştır. Bunlardan birincisi Aramiler'in Mezopotamya'ya sızmaları ; ikincisi ise Asur imparatorluğu ve sonrasında kurulan Babil devletinin yıkılması sonucu oluşan yeni durumdu.

tarih1Suriye çölünde göçebe ya da yarı göçebe bir hayat süren Aramiler İ.Ö.'ki XII.yy'ın başında Mezopotamya'ya sızmaya başladılar. Bu sızma çeşitli Arami kabilelerinin Fırat ve Dicle nehirleri arasına girmesiyle başladı. Bu kabileler Asurya bölgesinde bulunan kentlere baskınlar yapıyor, kent ve köyleri yakıp yıkıyor, halkı köleleştiriyor ve Asur şehirlerinde ganimetler topluyorlardı. Bu korkunç durum karşısında vadilerde, ovalarda oturan halk dağlara kaçıyor ve kentlerin nüfusü azalıyordu. Asurlu halk kuzey ve kuzey-doğu (Urmiye bölgesi) bölgelerine kaçıyordu.

Fakat Aramilerin bu saldırıları İ.Ö.yy'da azaldı ve giderek yok oldu. Çünkü Fırat ve Dicle nehirleri arasında Mezopotamya'ya yerleşen Aramiler aşama aşama yerleşik hayata geçtiler ve Asur halkı ile kaynaştılar. Arami akınları da bundan dolayı sona erdi. Bu sırada Asur'da kendini toparlamış ve karşı saldırya geçmişti. Çok sayıda Arami köleleştirilerek Asur şehirlerindeki görkemli yapıların inşaatlarında kullanıldı. İ.Ö.VII.yy'da Asur'un saldırısı sonucunda tüm Arami devletçikleri ortadan kaldırıldı.

Böylece Aramiler, Asur'un siyasal otoritesi altında birleşmiş oldu. Bu durum Aramiler'e Mezopotamya'da hareket serbestliği sağladı ve Asurlularla kaynaşmalarını daha da hızlandırdı.

Aramilerin yerleştikleri bölge, onlara tüm Mezopotamya'nın kara ticaretine hakim olma fırsatı verdi. Arami tüccarları, Asur askerlerinin fethettiği bölgelere kolayca girip ticaret yapıyorlardı. Bu durum Aramilerin ticaretini daha da geliştirdi ve kısa zamanda onları doğunun en etkili kara tüccarları haline getirdi. Fırat ve Dicle nehirleri arasında yerleşik hayata geçen ve Asurlular'la kaynaşan Aramiler'in ticari etkinliği Aramca dilinin basitliği ile birleşince, Aramca tüm yakın doğuda Asurca ile birlikte kullanılmaya başladı.

Yukarı Mezopotamya haklarının İ.Ö.'ki dönemde birbirleriyle kaynaşmalarını sağlayan ve bunların tümüyle birleşmelerine neden olan ikinci etken ise Asur ve Babil imparatorluklarının yıkılması ile ortaya çıkan yeni durumdu. Asur ve Babil imparatorlukları yıkıldığı zaman, yakın doğuda yaşayan tüm Sami halkının kaynaşmasını sağlayan temeller artık hazırdı. Temeli Sümerler'den kaynaklanan, Akkad ve Babillilerin geliştirdikleri kültürel mirası Asurlular'da almış ve bu kültürü çok geniş bir bölgeye yaymışlardı. Bu ortak kültürel geçmişten dolayı Sami halkları birbirlerinden çok farklı olmayan uygarlıklar kurdukları gibi, kolaylıkla da kaynaşmışlardır.

Sami halklarının üçüncü büyük göçünü oluşturan Aramiler'de Mezopotamya'ya yayıldıklarında hem kolayca diğer Sami halklarıyla kaynaşmışlar hem de getirdikleri dil ve etkin ticaret tüm Mezopotamya halklarınca kullanılmaya başlamıştır. Aramca dili sonraki dönemlerde tüm Sami halklarının ortak dili haline gelmiştir. Babil devletinin yıkılmasından sonra Akamenya imparatorluğunun Aramca'yı resmi dil olarak kullanmaya başlaması, Aramca'nın Med-Pers dilinden daha yaygın bir dil durumuna gelmesini sağladı. Aramca hem "daha önceden bu alandaydı" hem de kardeş bir Sami dili olduğu için Akkadça kullanan insanların onu öğrenmeleri tamamen yabancı bir Hint-Avrupa diyalektiğini öğrenmelerinden çok daha kolaydı.

Böylece Aramca Hıristiyanlık çağının birinci yüzyılda Mezopotamya'nın Samice konuşan halkları arasında; doğuda Akkadca'nın, batıda ise Kenanice'nin yerini aldı.Bazı Süryani tarihçilerinin sırf Süryaniler'in Aramca konuşmalarından dolayı kökenlerini Aramiler'e dayandırmalarının yanlışlığı da buradadır.

Asur ve Babil devletleri yıkıldığı zaman Yukarı Mezopotamya'da yaşayan halkların ortak kültürel geçmişlerine, onları birleştirecek yeni ve önemli bir faktör olan halkların ortak gelecek umudu eklenmiştir. Yabancı egemenliği altında yaşayan Asur, Arami ve diğer Mezopotamya halkları aynı bölgede oturuyor ve aynı dili konuşuyorlardı. Yabancı saldırı ve istilalara beraberce karşı çıkıyor ve egemenlere karşı ayaklanıyorlardı. Bu dönemdeki kaynaşmadan ötürü artık tek bir adla çağrılıyorlardı. Bu halklar Asuryalı, Süryani arada Kaldeliler diye anıldıkları da oluyordu.

Yakın doğuda İsa'dan önceki son yüzyıllara gelindiğinde, Yukarı Mezopotamya'daki Asurlu, Arami ve Kaldeliler birbirleriyle kaynaşmış, ortak geçmişe dayanan birlikteliğe sahip ve ortak gelecek umutları olan bir millet haline gelmişlerdi. Bu yüzyılda Mezopotamya halkları da büyük bir birleşme ve kaynaşma yaşıyorlardı. Fakat belli bir süre sonra insanlık tarihine damgasına vuracak olan Hıristiyanlık inancının doğuşu bölgede büyük değişimlere neden olacaktı.


KAYNAKLAR;
1,6 Diakov, S.Kovalev, İlk Çağ Tarihi, C.I., Çev. Özdemir İnce, Ankara, V yayınları, 1987
2,3,4,7 Yakup Bilge, Anadolu'nun Solan Rengi; Süryaniler, Yeryüzü Yayınları, 1991
5 Server Tanilli, Yüzyılların Gerçeği ve Mirası, C.I.,İstanbul, Say Kitabevi, 1984
8 Herodotos, Herodotos Tarihi, İstanbul Remzi Kitab Evi, 1983


Son düzenleyen _Yağmur_; 12 Haziran 2013 10:19 Sebep: Sayfa düzeni.
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
2 Aralık 2006       Mesaj #2
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Süryani Tarihinde Bölünmeler

Sponsorlu Bağlantılar

Süryanilerin tarihine baktığımızda karşımıza iki dönem çıkmaktadır: Putperest Süryaniler ve Hıristiyan Süryaniler. Süryaniler Mesih İsa'dan önce putperest bir yaşam sürmekteydiler. İsa'nın gelişiyle Hıristiyanlık, Kudüs'ten Antakya'ya oradan da Mezopotamya'ya doğru hızla yayılmıştır. Hıristiyanlığın Mezopotamya'da yayıldığı dönemlerde, bu bölgede yaşayan Süryaniler, bu yeni öğretiyi benimsemişler ve böylece onlar için artık yeni bir dönem başlamıştır. Süryaniler, M.S 37 yılında seçtiği Hıristiyanlıkla birlikte kilise etrafında kurumsal bir kimlik kazanmıştır.

Antakya'dan sonra kurulan Urfa (Orhoy) Süryani Kilise'si ile bölgedeki bir çok halk Hıristiyanlığın şemsiyesi altında bütünleşmiş, İsa Mesih'in öğretisi etrafında yeni bir dünya düzeni oluşturulmuştur. Bu arada Hıristiyanlık da yerel kültürlerin etkisiyle kültürel gelişimine devam etmiştir. Dönemin ve bölgenin egemen gücü olan Roma imparatorluğu ve Bizans, Hıristiyanlık inancındaki etkin rolünü 4. yüzyıldan itibaren ağırlıklı olarak hissettirmeye başlamıştır. Bu dönemde ortaya çıkan kristolojik tartışmaların temelini, İsa (Oğul) ve Tanrı (Baba) ilişkisi üzerine oturan fikir ayrılıkları belirlemiştir. Daha sonraları doğu ile batıyı, imparatorlukları ve kiliseleri birbirinden ayıracak olan bu teolojik tartışmalardan en çok Süryaniler etkilenmiştir. Bu dönem içerisinde Süryaniler, tarihçiler tarafından coğrafik olarak Batı ve Doğu Süryanileri olarak isimlendirilmişlerdir. Batı Süryanileri coğrafi olarak Diyarbakır, Antakya, Maraş, Urfa, Mardin, Midyat ve Nusaybin ve Suriye'de yaşayanları; Doğu Süryanileri ise İran, Irak ve Hindistan coğrafyasında yaşayanları tanımlamak için kullanılıyordu.

Bir birlik anlayışı içerisinde faaliyetlerini sürdüren Batı Süryanileri ile Doğu Süryanilerinin birbirinden ayrılmasında, M.S 451 yılında toplanan Kalkedon (Kadıköy) Konsilinin önemli bir rolü vardır. Süryani kilisesi, Kalkedon iman ilkelerini kabul etmeyerek İstanbul Kilisesi'yle ilişkilerini kesmiştir. Bu ayrılıkta en önemli neden, Bizans'ın, Doğu'da Süryaniler tarafından kurulan kiliselere kendi görüşlerini empoze etmeye çalışmasıdır. Bu konsil'de öne çıkan isim ise Süryani asıllı olan ve konsil esnasında Bizans Kilise'sinin patriği olan Mor (Aziz) Nastur'dur.

Mor Nastur ya da Süryanice'deki adı ile Mor Barsawmo, M.S 380 yılında Maraş'ta Batı Süryani anne ve babadan dünyaya geldi. Yüksek okul eğitimini Antakya Akademisi´nde aldı. Bu akademi Elen felsefesinin etkisi altında bir felsefe okuluydu. Mor Nastur´un iki onemli yardımcısı Süryani Malfoneleri (Öğretmen) Mor Teodor ve Mor Diyodor´du. Her ikisi de iyi filozoflardı ve Mor Nastur'un daha sonra tartışmaya açtığı İsa'nin doğasi konusunu bu hocaların yanında öğrendi. Bu ve buna benzer teoriler Antakya Akademisinde çok uzun bir süreden beri tartışılan, araştırılan ve incelenen konulardı. Ama daha sonraları İstanbul'da ki Bizans Kilisesi´ne patrik atanmasından sonra bu görüşlere yeniden el atmıştır. Bilinenlerin aksine Mor Nasturruhbanlık hiyerarşisinde yer almamıştır. Sadece bu ayrılıklıklarda etkili bir isim olmuştur.

Mor Nastur'dan önce bir çok Süryani bilge, Bizans otoriteleri tarafından sindirilmiştir. Mor Nastur´a da aynı sindirmeler yapılmak istendiği anda, Doğu Süryanileri protesto seslerini hemen yaşama soktular. Bu protestolar nedeniyle de Mor Nastur sürgün olarak çeşitli yerlere yollanır. Onun savunan herkese "Nasturi" damgası vurulur. Bu yetmiyormuş gibi, Nasturi diye lanse edilenlere, İsa´yı inkar anlamında, İsa'yi küçük düşüren "Çift doğa" yanlısı da ekleniyordu. Doğu Süryanileri üzerindeki baskılar Mor Nastur´dan sonra da uzun yıllar devam etmiştir. Bu anlaşmazlıkta Mor Nastur‘un görüşlerini benimseyen Süryaniler, tarihte "NASTURİLER" ismiyle anılmaya başlandı. 19. Yüzyılda Nasturi Kilisesi ismini Doğu Asuri Kilisesi olarak değiştirmiştir. Bu arada Batı Süryanileri olarak adlandırılan Antakya Süryani Kilisesi de, bu dönemde yaşadığı baskılar sonucu yok olma tehlikesi geçiriyordu. Yok olma noktasına gelen Batı Süryanilerini Yakup Burdono isimli genç bir Süryani rahip toparlamıştır. 578 yılında ölen Burdono, Urhoy'da (URFA) 543'de ayrı bir kilise örgütlenmesine gitmiştir. Yaşadığı dönemde 27 rahip ve yüzlerce papaz yetiştirmiş ve resmetmiştir. Bu kilise de anti-Kalkedoncu olarak bilinmiştir. Kilisenin adı daha sonraları Bizans otoriteleri tarafından küçümseyici anlamda Yakubiler adı ile tanıtılmıştır. (Günümüzdeki SÜRYANİ ORTODOKSLAR).

Ayrıca bu konsil sonrasında bir grup Süryani de Bizans İmparatoru Markian‘ın yapabileceği baskı ve zulüm uygulamalarından korkup Kadıköy Konsil'inin aldığı kararları benimsemiştir. Bu Süryanilere de, konsilin kararını benimsemeyen Süryaniler tarafından "MALKOYE MELKİT (Melkitler)" denilmiştir. Bu isim Süryanice de "Kralın Yandaşları" anlamına gelmektedir. Uzun bir süre Bizans kilisesinin şemsiyesi altında Süryanice liturjik dille devam ettiler. Arap istilalarından sonra Bizans kilisesinden ayrıldılar. Dillerini daha sonraları Süryanice'den Arapça'ya çevirdiler. Bu topluluk günümüzde Rum Ortodoks adıyla anılmaktadır.
Malkoye Melkit (Melkitler) adı verilen bu topluluk içerisinde M.S. VII. Yüzyıl‘da bir bölünme daha yaşanmıştır. Başını Aziz Maro'nun çektiği Lübnan‘daki Mor Marun Manastırı rahipleri ', Melkit Patriği Maksimus‘un savunduğu dini teorik -itikadi- görüşle ters düştüler ve "MARONİT PATRİKLİĞİ" adı verilen bağımsız bir patriklik kurdular. Bu patrikliğe bağlı insanlar MARUNİLER olarak anılmaya başlandılar. Bu Patriklik 13.Yüzyıl‘da Papalığa bağlandı. Diğer yandan Rum Ortodoks (Melkit) Kilisesi bireylerinden bir bölümü başka bir anlaşmazlık yüzünden Roma Papalık Kürsüsü‘ne bağlandılar. Bu topluluk, 1724 yılında "Rum Katolik" ismiyle, kendilerine ait bir Patriklik Merkezi kurdular.
hiç bir zaman Doğu Süryani Kilisesi'nin
1445 yılında Nasturilik‘ten kopan ve çeşitli nedenlerden dolayı Papalığa bağlanan Kıbrıs Nasturi Metropoliti Timotheos ve onunla birlikte hareket eden kalabalık kitle, Papa IV. Evgin tarafından "Keldani" adıyla nitelenmiştir. Bu şekilde Nasturilik‘ten kopup Katolik inancı benimseyenlerden oluşan bu kilise, "KELDANİ KİLİSESİ" olarak adlandırılmıştır. Bu kiliseye bağlı Süryanilere de KELDANİLER

Antakya Süryani Kilisesi, 18. Yüzyıl içerisinde bir bölünmeye daha sahne oldu. Episkopos Mihael Carve‘nin önderliğini yaptığı bir grup Süryani, Papalığa bağlandı ve "SÜRYANİ KATOLİK" ismi altında bir Patriklik Merkezi kurdu. Aslında bu bölünmenin sancıları çok daha önceden başlamıştı. 1626 yılında Roma'da bulunan papalıkla dirsek temasına başlayan ve papalığa bağlanma yolunu arayan bazı Süryaniler, 1667 yılında yapılan patriklik seçiminde 2 adayın da eşit sayıda oy almasını bahane göstererek bu bölünmeyi gerçek hayata taşıdılar. 1773 yılında Süryani Katoliklik partikliği kurulmuştur. 19. asırda Protestan misyonerlerinin (genelde Amerikalı ve İngiliz) Süryani bireyler arasında yürüttüğü çalışmalar sonucunda bazı Süryaniler'den Protestanlığı benimseyenler olur ve böylece SÜRYANİ PROTESTAN topluluğu da oluşur.. Protestanlık inancında ruhban sınıfı anlayışı olmadığı için bunların bağlı bulunduğu bir patriklik merkezi yoktur. Turabdin yöresinde Süryani protestanlara ait bir çok kilise bulunmaktadır. Fakat sayıları oldukça azdır.

Bu bölünmelerden ayrı olarak islam dinine geçen Süryanilerin varlığından bahsedilmektedir. Müslümanlığa geçen Süryaniler konusu gecmişte hiç araştırılmadığı için kesin çizgilerle bir şeyler belirtmek biraz zordur. Adına MHALMİ denen bu insanların önemli bölümü etnik olarak Süryani olabilirler. Mardin ve çevresindeki köylerde yaşayan Mhalmi'lerin bugün tüm köylerinin adı Süryanice'dir. Bu köylerde bugün cami ve mescide çevrilmiş bir çok tapınma yeri eskiden kilise ve manastırdı. Bugüne kadar Süryanilik ve hıristiyanlık adına yapılan bir çok gelenek aralarında devam etmektedir. Mhalmi'lerle ilgili elimizdeki tek kaynak Patrik Mor Afrem'in kaleme aldığı Turabdin Tarihi'dir. Burada Mhalmi'ler din değiştirmesi üzerine verilen ilk tarih 1609'dur. Bu topluluk geçmişte Süryani Ortodoks kilisesine bağlıydı.

Görüldüğü gibi tarihleri boyunca Süryaniler dini ve siyasi tartışmalar yüzünden devamlı bölünmelere uğramış ve başlangıçtaki etkinliklerini bu ayrılıklarla kaybetmişlerdir .
denilmiştir.






kaynak = süryaniler.com

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Ocak 2007       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Süryaniler tarihlerini kitaplaştırıyor
Süryaniler, Müslümanlarla birlikte Mardin'deki eski yapıları hem onarıyor, hem de tarihlerini kitaplaştı-rıyorlar. Mardin'i, Süryanileri, Mardin evlerini, kiliselerini araştıran ve kitaplaştıranlardan biri de Kırklar Kilisesi Papazı Gabriel Akyüz.

MARDİN kent merkezinin SİT alanı olarak ilan edilmesinin ardından, ünü dünyaca bilinen tarihi Mardin evleri ve diğer yapılar onarılmaya başlanıyor. Tarihe sahip çıkılmasıyla birlikte, gerek tarihi yapılar gerek tarihi yapıların ustaları olan Süryaniler yeniden gündeme geldi.

Süryaniler, Müslümanlarla birlikte Mardin'deki eski yapıları hem onarıyor, hem de tarihlerini kitaplaştırıyorlar. Mardin'i, Süryanileri, Mardin evlerini, kiliselerini araştıran ve kitaplaştıranlardan biri de Kırklar Kilisesi Papazı Gabriel Akyüz. Akyüz, Süryani yazı diline hakim olduktan sonra, sürekli araştırmış. şimdiye kadar saklı olan Mardin'deki ve çevre ilçelerdeki birçok tarihi eseri ve yapıyı araştırarak bunları kitaplaştırmış ve tarihçilerin, araştırmacıların hizmetine sunmuş. şimdiye kadar Süryani tarihi, eserleri ve Mardin tarihi hakkında 11. kitabını çıkartan, Papaz Akyüz ile son dönemde restore edilen Süryani eserleri, Süryani kültürü hakkında birer kaynak olarak görülebilecek kitapları hakkında konuştuk.

Mardin'de sevdalı olduğunu söyleyen Papaz Gabriel Akyüz, Süryanileri, Süryanilerin kiliseye, tarihlerine biçtikleri anlamı şöyle anlatıyor: "Süryaniler Mardin'e zenginlik katmıştır. Mardin'in hoşgörüsü ile çok güzel bir mozaik oluşuyor. Mardin mozaiğinde güzel bir renktir Süryaniler. Süryanilerden Mardin'in değişik mahallelerinde, çeşitli işlerle uğraşarak yaşamını sürdüren 70 aile bulunuyor."

Süryani halkının Mardin merkez ve çevresinde bulunan Süryani kültürünü yansıtan kiliselere çok değer verdiklerini belirten Akyüz, kiliseleri yer ve tarih olarak tanıtan bilgileri bundan bir süre önce kitaplaştırıp yayınladıklarını ve kiliselerin çoğunu tadilattan geçirmek zorunda kaldıklarını ifade etti. Papaz Akyüz, Mardin'de Eski Kale'de, "Çiftlik" olarak adlandırılan iki yerde bulunan harabe halindeki kiliseleri yakın bir zamanda restore ettiklerini belirterek, "Artık Süryaniler Mardin'de Arap, Kürt ve Türk halkı ile birlikte kültürleri ile iç içe yaşıyorlar. Bu bizim açımızdan oldukça sevindirici" şeklinde konuştu.

KİLİSELER RESTORE EDİLİYOR

Mardin Merkez köylerinde düşündüklerinden bile daha fazla kilise olduğunu fark ettiklerini belirten Gabriel Akyüz, her geçen gün yeni kiliseler keşfettiklerini ve bunların büyük bir kısmının yıkılmış durumda olduğuna dikkat çekiyor. Akyüz, Büyük hasar gören kiliseleri onarıp Süryani ve Mardin tarihini zenginleştirmeyi esas aldıklarını ve tüm kiliseleri eski kaynaklardan tarihlerini de alarak kitaplaştırdıklarını söyledi.

Akyüz son dönemde buldukları ve restore ettikleri kiliseyi şöyle anlatıyor: "Mardin merkezinde bulunan kiliseleri imkanlarımız el verdiği müddetçe tamir etmeye çalıştık. Son dönemlerde harabe halinde kalan tek kilisemiz Göllü köyündeki Mor Theodoros Kilisesi'ydi. 5.yüzyıldan kalma bir kilise olduğunu biliyorduk. Daha önce yazdığım kitapta tarihini yazmıştım. Bir bölümü olduğu gibi çökmüştü. Ahır olarak kullanılıyordu. Eski hale getirmeye karar verdik ve onu restore ettik."

Restore çalışmalarının bir süre sonra sekteye uğradığını belirten Akyüz, Uzun süreden beri harabe olan kilisede bir aile yaşadığını ve avlusuna ev kurduğundan çalışmalarının durduğunu belirtiyor. Avluda daha önce bir mezarlık olduğunu ve ailenin ev kurması ile birlikte mezarlığın gözükmediğini ifade eden Akyüz, "Maddi durumu yetersiz olduğundan başka yerde de ev yapması da mümkün gözükmüyor. Orada yaşayan aile bizden ev talep ediyor, bu şartlarda ev inşa edemiyoruz. Aile oradan ayrılmadığı sürece de turizme açılamaz. Aile oradan ayrılmadığı müddetçe gelen turistlerde rahatsız olacaklardır. Evlerini kilisenin avlusundaki eskiden mezar olan alanda kurmuşlar" şeklinde konuştu.

HARABE KİLİSELER

Restore ettikleri halde terk edilmiş, yıkılmış kiliselerin çokluğuna dikkat çeken Gabriel Akyüz, Mardin'e bağlı İbrahimi köyünde aynı tarz bir kilise daha olduğunu öğrendiklerini ve kilisenin kapalı olmakla birlikte yıkılmaya da yüz tuttuğunu anlatıyor. Hiçbir yerden destek almadıklarını belirten Akyüz, tamir etmek isteyipte son dönemde maddi imkansızlıktan onarımda zorlandıklarını anlatıyor.

Papaz Akyüz, Mardin merkezde on iki kilise mevcut olduğuna ve bunlardan yedi tanesi ibadete açık olduğunu belirterek bunlardan kapalı olanlarda kimisinin ambar kimisinin de ahır olarak kullanıldığına dikkat çekiyor. Kiliselere bu şekilde kullanılmasını dine saygısızlık olarak değerlendiren Akyüz, merkeze bağlı Barmışk köyünde Mor Efrim Manastırı'nın kilisesinin aynı durumda olduğuna ve diyaloga geçtikten sonra anahtarı aldıklarını ifade etti.

KÜLTÜR VE TARİH

Papaz Gabriel Akyüz, son dönemde tespit ettikleri kiliseyi ise şöyle anlatıyor: "Kilise, Mardin'e girişte Diyarbakır Polis Karakolu'nun üst kısmında bulunuyor. Duyumu uzun süre önce almıştık böyle bir kilisenin olduğundan. Bir vatandaşın elinde olan kiliseyi geçen hafta gidip gördük. Dışarıdan bakıldığında ortada yapı yok. Önünde yeni binalar arkasında dükkanlar. Bir çarşının ortasında. Çok dar bir sokakta kapısı var. Bu kilise de ambar olarak kullanılıyor. 3. yüzyıldan kalma olduğunu düşünüyoruz. Onun da restore edilmesiyle, turizme katkısı olacak ender güzellikte bir eseri Mardin'imize kazandırmış olacağız."

Mardin'in 3.sit alanı seçilmesinin ardından Mardin'e gelen Avrupa turistleri bunları ayakta gördükleri zaman daha bir değer kazanacağını belirterek, "Kültürün ve tarihin korunumu insanlık için onurdur" dedi.

Mardinin tarihi dokusu, Süryani evlerinin doğal yapısının korunumu için cemaat olarak eski zamanlardan beri tarihi eserlere sahip çıktıklarını ifade eden Akyüz, "İmkanlarımız el verdiği müddetçe korumuşuz. Mardin'in öneminin bildiğimiz için yeni yapıların eski evlerle iç içe yapılmasına karşıyız. Maalesef tarihi Süryani evleri yeni kurulan apartmanlardan gözükmüyor. Mardin'de bundan sonra el ele vererek bilinçlenme ile beraber tarihe karşı daha özverili olabiliriz" diye konuşarak Mardin halkından birlikte korumayı talep ediyor.

Papazın on birinci kitabı

"Turizm açısından hazırlıksız olarak yakalanmayalım" diye cevaplıyor Papaz Gabriel Akyüz kitap çalışmalarının nasıl başladığını ve Süryani kaynaklarını çevirip birer kaynak olarak sunmasındaki amacını. Papaz Gabriel Akyüz, turistleri hazırlıklı karşılamak için bir takım kaynaklar hazırladıklarını belirterek, "Süryani kiliseleri ile ilgili 10 kitap çalışması yaptık. Tarihçelerini hazırladık. 20 yıldır topladığım kaynakları sunuyorum. Süryanice okuma yazma ile beraber, toplam beş dil biliyorum. Midyat'ın tarihçesini içeren bir çalışmam olacak. Yazdığım kitapları tarihe ve dinime bir vefa borcu olarak görüyorum" şeklinde ifade ediyor papaz Akyüz, kitap çalışmalarını.

Kitaplarını yazarken kaynak olarak eski eserleri kullandığını belirtiyor. 'Tarihte Süryaniler' adıyla yeni bir kitap çalışması olduğunu ve yakında bitireceğini kaydeden Akyüz, "Kilisede bulunan Papazların yazdığı Ermenice, Süryanice eski eserleri çevirip bu kaynakları tarihçilere kazandırıyordum" dedi. Bu kaynakların Mardin ve Süryaniler açısından değerlendirildiğini ifade eden Akyüz, yeni çıkacak kitabının yayınlandığı takdirde tarihçiler ve turizm açısından tarihi yapıların aydınlanması bakımından oldukça faydalı olacağına inandığını söyledi.

kareMÜJDE ARSLAN / İSTANBUL
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Nisan 2007       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ESKİ TARİH
MsXLabs.org

tarih3

Süryanilerin millatan önceki tarihleri, eski Mezopotamya'da yaşayan ulusların tarihidir. Hıristiyanlık inancı tüm yukarı Mezopotamya'daki halkların tek bir potada erimelerini sağlamıştır. Süryani halkının kökleri de eski Mezopotamya'nın en eski tarihsel dönemine kadar inip orada kaybolmaktadır.

Yukarı Mezopotamya'nın yazılı tarih evresi Akkadlarla başlar. İ.Ö.3000'lerde Sümerin kuzeyinde yer alan Akkad'da ve Fırat'ın orta kesiminde, çok sayıda bağımsız site devletleri kurulmuştur. Buradaki halk, Sümerler'e benzemeyen bir kabileden (tribulan) oluşuyordu. Bu kabile bir Sami dili (Akkadça) konuşuyordu ve Mezopotamya'nın batısında bulunan ovalarda yaşayan Tribulerle akrabaydılar yani Akkad'ın Samileri batıdan gelmişlerdi.

Akkad bölgesi Dicle ve Fırat arasında merkezi bir bölgeydi. Bölgenin bu merkezi durumunda yararlanan Akkad kralları, kısa zamanda büyük fetihler yaptılar. "Dünyanın dört bölgesinin kralı" ünvanını alan Akkad kralı Naramsin (İ.Ö.XXIII.yy) kuzeyde Doğu Anadolu dağlarına kadar ilerlemiştir.

Asur halkının çekirdeğini oluşturan bu insanlar, Akkad bölgesinde kuzeye yayılan Samilerdir. İ.Ö. 3000'lerde Orta Fırat dolaylarında yerleşmeye başlayan Akkadlar, burada bir çok yerleşim birimi kurmuşlardır. Bunlardan birisi de kabilenin ve tanrısını ismini alan Asur kentidir. Daha sonra bu kabile adını tüm bölgeye ve verecek kadar güçlenmiştir.

Tüm Sami halkları birbirlerinden çok farklı olmayan uygarlıklar yaratmışlardır. Çünkü bu halklar birbirlerinin mirasına çok kolaylıkla sahip çıkıyorlardı. Asurlularda Akkad kültür temeli üzerine kendi kültürlerini geliştirmiş ve bu kültürü daha geniş bir bölgeye yaymayı başarmışlardır.

sargon

Kısa zamanda tüm Yukarı Mezopotamya'da Asurluların yarattıkları kültür egemen olmaya başlamıştır. Asurlular, bu egemenliğe tanıklık yapan binlerce maddi kanıt bırakmışlardır. Asur, Ninova, Kolah v.b gibi kentler ve buradaki yığınla tablet bu durumu tartışmasız kanıtlamaktadır. Yukarı Mezopotamya'nın güney kesiminde Asurluların hakimiyeti tartışmasız bir şekilde kabul edilirken, Süryani tarihi açısından tartışılmaya daha açık olan bölge Yukarı Mezopotamya'nın kuzey bölgesidir. Çünkü bu bölgede egemenlikler sürekli olarak el değiştirmiştir.

Arkeoloji biliminin halen bu bölgede yapması gereken çok sayıda çalışma vardır ama eldeki veriler buralardaki bir çok yerleşiminin tarihinin Asurlulara kadar uzandığını gösteriyor. Bu bölgeler için kullanılan ilk coğrafi terimler ve kent adları Asurcadır. Ayrıca ilk tarihi kayıtlarda Asur dilinde çivi yazısı olması bir rastlantı değildir. Bölge için kullanılan coğrafi terimlerin ve kent adlarının Asurca olması, bölgenin çok eski zamanlardan beri belki de Asurluların siyasi egemenliğinin bu bölgeye gelmeden önce Asurlularla ilişkili ve onlardan etkilendiğini göstermektedir.

Örneğin bugünkü Harran adı, Asurca'daki Harranu'dan gelmektedir. Bu kelimenin Asur dilindeki anlamı ise yol'dur. Bu adlandırma, eski çağda buradan geçen ticari ve askeri yollardan kaynaklanmıştır. Tur-Abdin (Midyat ve civarı) bölgesi hakkındaki ilk tarihi bilgiler ve coğrafi terimler Asurluların XV.yüzyıldaki genişlemesinden sonraya dayanmaktadır. Asur krallarından I.Adat Ninari ve oğlu I.Salamsar'dan kalma kitabelerde "Kaşiari Dağları" diye sözü edilen bölgenin Mardin-Midyat yani Tur-Abdin çevresi olduğu bilinmektedir. Bu bölgeyle ilgili diğer bir coğrafi terim olan "İzala'da" o dönemden kalmadır. Çivi yazı tabletlerde ve daha sonraki Roma ile Bizans kaynaklarında Mardin ve civarı için İzala terimi kullanılmıştır.

tarih2

Bugünkü Cizre ilçesinin 20 km kuzey batısındaki örenler bir zamanlar Asurin (Asur) hükümdarları için başkentlik yapmış büyük bir kente aittir. Nusaybin'in 15 km kuzey-doğusunda bulunan Merdis (Süryanice Marin) örneklerindeki kaya ve mağara ağızlarındaki Çivi yazısı (Asurca) ve Strangeli (Doğu Süryanice) yazılar ile çeşitli kabartma ve resimlerin yan yana bulunması bölge halkının kökenlerini gösterir niteliktedir. Yine bu bölgede bulunan Hassana (Kösreli) köyünün de İsa'dan önceki döneme dayanan bir yerleşim bölgesi olarak tarihselliği Asurlulara kadar uzanmaktadır. Bölgedeki Nisibis (Nusaybin), Merdo (Mardin), Urhay (Urfa), Omif (Amid, Diyarbakır) v.b gibi kentlerini kuranlarda yine Asurlulardır.

Asurluların bu kadar geniş bir coğrafik bölgeye yayılmalarının nedeni, Asur şehrinin daha İ.Ö.'ki 3000'lerde bu bölgelerle ticaret ilişkilerine başlamış olmasıdır. Asur şehrinin; Aşağı Mezopotamya, Asurya ve Anadolu ile bakır ve gümüşün çıkartıldığı Doğu Anadolu'nun merkezi yerinde bulunması kentin süratle gelişmesine yol açtı. Kapadokya ve Doğu Anadolu ile yapılan ticaret, Asurluların buradaki bir çok şehirde koloniler ve yerleşim birimleri kurmalarına yol açmıştır. Bu durum ise Asur krallarının bu bölge ile daha yakından ilgilenmelerine ve buralar sefer yapmalarına zemin hazırlamıştır. Ticaretin serbestçe yapılabilmesi için ticaret yollarının güvenlikli olması gerekiyordu. Bu güvenliği sağlamakta Asur krallarına düşüyordu. Ticaret için yapılan fetihler ise halkın gitgide kuzeye ve tüm Mezopotamya'ya yayılmasını sağlıyordu. Asurluların kuzey ve kuzey-batıya olan büyük genişlemesi ise İ.Ö. XV.yy'dan sonraki "Orta Asur Dönemi" ile

ESKİ TARİH

tarih

İ.Ö.XII.yy'da Asur kralları I.Salmanasar ve oğlu I.Tikulti Nunurta büyük bir ordu ile kuzey ve batıya seferle düzenlerler. Kuzeyde Van gölüne kadar olan yerler Asur topraklarına katılır. Fırat geçilir ve batıda sınırlar Kargamış'a kadar genişletilir.

Asurluların Yukarı Mezopotamya ve komşu bölgelere yayılmalarındaki diğer bir etken de, o dönemdeki savaşların niteliğidir. Bu savaşlar fetihçi halkın dışında kalan öteki halkların yıkımına neden oluyordu. Fatihler, fethettikleri yerlerin halkını kılıçtan geçirir, ganimetleri başkente taşır ve fethedilen topraklara Asurlu koloniler gönderirlerdi. O dönemde köle emeği yaygın olmadığı için, köleler daha çok ev işlerinde kullanılırlardı. Böylece sınırlı olan köle ihtiyacı karşılandıktan sonra, diğer savaş tutsakları kılıçtan geçirilirdi. Gerçi daha sonra bu durum değişecek ve Asur ile diğer şehirlerde önemli sayıda köle çalıştırılacaktı.

Yukarı Mezopotamya'da halk Asurlu idi. Babilanya denen yerde ise etkin bir rahipler sınıfı vardı. Dolayısı ile Asur kralları bu sınıfla ittifak içerisinde idiler. Bu yüzden bu bölge dışında kalan yerlerin yazgıları daha farklı oluyordu. Örneğin eski İsrail krallığında ve Suriye'nin bazı bölgelerinde halk kılıçtan geçiriliyor ve sürgüne gönderiliyordu. Sürgün edilenlerin yerlerine Asurlu koloniler yollanıyor ve yönetimde krallik valilerine veriliyordu.

Asurluların bu yayılmacı politakası sonucu özellikle İ.Ö.VIII ve VII.yy'da Yukarı Mezopotamya ve ve buraya yakın bölgeler yoğun bir şekilde hem kültürel hem de siyasal alanda Asurluların etkisi altında kalmıştır.
Fakat İ.Ö.'ki dönemde iki önemli olay, Yukarı Mezopotamya'daki halkların bölgeye daha da dağılmasına ve ve buradaki halkların birbirlerine kaynaşmalarına yol açmıştır. Bunlardan birincisi Aramiler'in Mezopotamya'ya sızmaları ; ikincisi ise Asur imparatorluğu ve sonrasında kurulan Babil devletinin yıkılması sonucu oluşan yeni durumdu.

tarih1

Suriye çölünde göçebe ya da yarı göçebe bir hayat süren Aramiler İ.Ö.'ki XII.yy'ın başında Mezopotamya'ya sızmaya başladılar. Bu sızma çeşitli Arami kabilelerinin Fırat ve Dicle nehirleri arasına girmesiyle başladı. Bu kabileler Asurya bölgesinde bulunan kentlere baskınlar yapıyor, kent ve köyleri yakıp yıkıyor, halkı köleleştiriyor ve Asur şehirlerinde ganimetler topluyorlardı. Bu korkunç durum karşısında vadilerde, ovalarda oturan halk dağlara kaçıyor ve kentlerin nüfusü azalıyordu. Asurlu halk kuzey ve kuzey-doğu (Urmiye bölgesi) bölgelerine kaçıyordu.

Fakat Aramilerin bu saldırıları İ.Ö.yy'da azaldı ve giderek yok oldu. Çünkü Fırat ve Dicle nehirleri arasında Mezopotamya'ya yerleşen Aramiler aşama aşama yerleşik hayata geçtiler ve Asur halkı ile kaynaştılar. Arami akınları da bundan dolayı sona erdi. Bu sırada Asur'da kendini toparlamış ve karşı saldırya geçmişti. Çok sayıda Arami köleleştirilerek Asur şehirlerindeki görkemli yapıların inşaatlarında kullanıldı. İ.Ö.VII.yy'da Asur'un saldırısı sonucunda tüm Arami devletçikleri ortadan kaldırıldı.

Böylece Aramiler, Asur'un siyasal otoritesi altında birleşmiş oldu. Bu durum Aramiler'e Mezopotamya'da hareket serbestliği sağladı ve Asurlularla kaynaşmalarını daha da hızlandırdı.

Aramilerin yerleştikleri bölge, onlara tüm Mezopotamya'nın kara ticaretine hakim olma fırsatı verdi. Arami tüccarları, Asur askerlerinin fethettiği bölgelere kolayca girip ticaret yapıyorlardı. Bu durum Aramilerin ticaretini daha da geliştirdi ve kısa zamanda onları doğunun en etkili kara tüccarları haline getirdi. Fırat ve Dicle nehirleri arasında yerleşik hayata geçen ve Asurlular'la kaynaşan Aramiler'in ticari etkinliği Aramca dilinin basitliği ile birleşince, Aramca tüm yakın doğuda Asurca ile birlikte

simge1

Yukarı Mezopotamya haklarının İ.Ö.'ki dönemde birbirleriyle kaynaşmalarını sağlayan ve bunların tümüyle birleşmelerine neden olan ikinci etken ise Asur ve Babil imparatorluklarının yıkılması ile ortaya çıkan yeni durumdu. Asur ve Babil imparatorlukları yıkıldığı zaman, yakın doğuda yaşayan tüm Sami halkının kaynaşmasını sağlayan temeller artık hazırdı. Temeli Sümerler'den kaynaklanan, Akkad ve Babillilerin geliştirdikleri kültürel mirası Asurlular'da almış ve bu kültürü çok geniş bir bölgeye yaymışlardı. Bu ortak kültürel geçmişten dolayı Sami halkları birbirlerinden çok farklı olmayan uygarlıklar kurdukları gibi, kolaylıkla da kaynaşmışlardır.

Sami halklarının üçüncü büyük göçünü oluşturan Aramiler'de Mezopotamya'ya yayıldıklarında hem kolayca diğer Sami halklarıyla kaynaşmışlar hem de getirdikleri dil ve etkin ticaret tüm Mezopotamya halklarınca kullanılmaya başlamıştır. Aramca dili sonraki dönemlerde tüm Sami halklarının ortak dili haline gelmiştir. Babil devletinin yıkılmasından sonra Akamenya imparatorluğunun Aramca'yı resmi dil olarak kullanmaya başlaması, Aramca'nın Med-Pers dilinden daha yaygın bir dil durumuna gelmesini sağladı. Aramca hem "daha önceden bu alandaydı" hem de kardeş bir Sami dili olduğu için Akkadça kullanan insanların onu öğrenmeleri tamamen yabancı bir Hint-Avrupa diyalektiğini öğrenmelerinden çok daha kolaydı.

Böylece Aramca Hıristiyanlık çağının birinci yüzyılda Mezopotamya'nın Samice konuşan halkları arasında; doğuda Akkadca'nın, batıda ise Kenanice'nin yerini aldı. Bazı Süryani tarihçilerinin sırf Süryaniler'in Aramca konuşmalarından dolayı kökenlerini Aramiler'e dayandırmalarının yanlışlığı da buradadır.

Asur ve Babil devletleri yıkıldığı zaman Yukarı Mezopotamya'da yaşayan halkların ortak kültürel geçmişlerine, onları birleştirecek yeni ve önemli bir faktör olan halkların ortak gelecek umudu eklenmiştir. Yabancı egemenliği altında yaşayan Asur, Arami ve diğer Mezopotamya halkları aynı bölgede oturuyor ve aynı dili konuşuyorlardı. Yabancı saldırı ve istilalara beraberce karşı çıkıyor ve egemenlere karşı ayaklanıyorlardı. Bu dönemdeki kaynaşmadan ötürü artık tek bir adla çağrılıyorlardı. Bu halklar Asuryalı, Süryani arada Kaldeliler diye anıldıkları da oluyordu.

Yakın doğuda İsa'dan önceki son yüzyıllara gelindiğinde, Yukarı Mezopotamya'daki Asurlu, Arami ve Kaldeliler birbirleriyle kaynaşmış, ortak geçmişe dayanan birlikteliğe sahip ve ortak gelecek umutları olan bir millet haline gelmişlerdi. Bu yüzyılda Mezopotamya halkları da büyük bir birleşme ve kaynaşma yaşıyorlardı. Fakat belli bir süre sonra insanlık tarihine damgasına vuracak olan Hıristiyanlık inancının doğuşu bölgede büyük değişimlere neden olacaktı.

KAYNAKLAR;

1,6 Diakov, S.Kovalev, İlk Çağ Tarihi, C.I., Çev. Özdemir İnce, Ankara, V yayınları, 1987
2,3,4,7 Yakup Bilge, Anadolu'nun Solan Rengi; Süryaniler, Yeryüzü Yayınları, 1991
5 Server Tanilli, Yüzyılların Gerçeği ve Mirası, C.I.,İstanbul, Say Kitabevi, 1984
8 Herodotos, Herodotos Tarihi, İstanbul Remzi Kitab Evi, 1983
Son düzenleyen _Yağmur_; 12 Haziran 2013 10:23 Sebep: Sayfa düzeni.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Nisan 2007       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SÜRYANİLER'DE ÖLÜM GELENEKLERİ * -(Ölümün Süryanicesi)-
MsXLabs.org

olum1

Bu çalışmanın konusunu oluşturan Süryanilerde ölüm geleneklerini, ölüm öncesinden başlatarak; bu konudaki inanmalar, ölümün anlamı ve yorumu, Hıristiyan inancında ölüm-yaşam-iman bağlantısını vermeye çalışırken, ölüm sonrasının, toplumsal yaşamdaki yansımaları, ölüyü defne hazırlama, kilisede uygulanan ritüeller, defin ve akabinde yapılan ve yapılması gerekli görülen uygulamalar sırasıyla ortaya konmaya çalışılacaktır.

İnsan belirli bir kültür çevresi ile kuşatılmış vaziyettedir. Bireyin içinde doğumla hazır bulduğu kültürel çevresi, onun kimliğinin oluştuğu bir çevredir. Bireye kimliğini kazandıran doğum, evlenme ve ölüme kadar uzanan aşamalarda, bireyin bağımsız davranma şansı oldukça sınırlıdır. Özellikle geleneksel yapının en fazla hissedildiği kırsal yaşam alanlarında, herhangi bir özgürlükten bahsedilemez. Doğum ve ölüm ile sınırları belirlenen yaşam aktivitelerinde bireyin istek ve yönlendirmesi yok denecek bir orana sahiptir. Tek belirleyici olan kültürel çevredir.

Bu bağlamda çalışmaya konu edinilen Süryaniler, hakim kültürel yapı olan Müslümanlığın geniş yayılma alanında(Turabdin, Mardin,Diyarbakır) adacıklar şeklinde oluşturmuş oldukları yaşam alanlarında, kültürel kimliklerini korumak, mevcut geleneksel uygulamalarını cemaat içinde muhafaza etme ettirme ve devamını sağlama noktasında daha hassas davranmaktadırlar.

Periferi topluluklar, bulundukları sosyal yaşam içerisinde, hakim kültürün geniş yayılma alanlarında, adacıklar şeklinde oluşturdukları fiziki ve sosyal birliktelikler sonucunda bir takım zorluklarla da karşılaşabilmektedirler.

Dışsal belirteçlerde bu zorlukları müşahede etmede zorluk çekilse de, cemaat içi belirteçlerde bu durumu hissetmek mümkündür. Giyim kuşam, mimari yapı, eğitim öğretim kurumlarından faydalanma, üretim ve Pazar davranışlarında hakim kültür ile ortak kalıpları görmek mümkün ise de, din belirleyicili doğum, vaftiz, nikah, bayram, ibadet, ölüm gibi cemaat içinde icra edilen pratikler tümüyle özel bir alan oluşturmaktadır.

Süryani cemaatinde, geleneksel toplum düzeyini korumaya yönelik olarak özellikle kırsal yaşam alanlarında, dinin belirleyiciliği maksimum düzeydedir. Cemaat mensubu bireyin tüm yaşamındaki önemli dönemeçler kilise çatısı altında geçerlilik kazanmaktadır. Doğumu izleyen vaftiz, topluluğa kabulün ilk şartı iken, evlilik kurumunun meşruluğu, yine kilisenin onayına bağlıdır. Biyolojik ve sosyal hayatın sonu olan ölüm olgusunda da kilise mekanı ve kuralları hakimiyetini devam ettirir.

HIRİSTİYAN İNANCINDA ÖLÜM
Ölüm,1 insan için doğal bir süreçtir. İnsanın sahip olduğuna inanılan, beden ruh ikilisinin birbirinden ayrılması olarak değerlendirilir. Bu iki unsurdan maddi olan, önemli bir zarar görüp ya da yıpranıp, görevini yerine getiremeyecek duruma gelince, manevi unsurdan ayrılmaktadır. Böylece beden yeniden inorganik maddeye dönüşmektedir. Bu nedenle insan yapısındaki bir varlık için ölüm kaçınılmazdır.

olum2

İncil'e göre ilk insan, Adem ile Havva, cennette yaşarken ölümsüzdüler, ancak şeytanın kandırması ile ilk günahı işlediler ve bunun sonucunda da cennetten kovuldular. ‘Ölüm insanın en büyük düşmanıdır'(1.Kor.15: 24.25), “Bunun için, nasıl günah bir adam vasıtası ile dünyaya girdiyse, böylece ölüm de bütün insanlara geçti, çünkü hepsi günah işlediler.” “ Zira günahın ücreti ölümdür.” Buna karşılık, Hıristiyanlık, daha baştan öteki dünyadaki yaşama dayalıdır.3 Ölüm bir insan aracılığı ile gelmiştir. Ölümden dirilişte, bir insan aracılığı ile gelmiştir. Herkes Adem'de nasıl ölüyorsa, İsa Mesih'te dirilecektir. Ölüler, öteki dünyada, başlarında bozulmayan bir taç ve bir taht üzerinde otururlar.

Hıristiyan inancının temel kaynağı olan Yeni Ahit -Matta, Markos, Luka, Yuhanna İncilleri- ile,l muhteviyatından kabul edilen Mektuplardan, özellikle “Korintoslulara l” mektubu ölüm ve sonrasına vurgu yapar.

Ölümün dikeni günahtır, günah ise gücünü tanrısal hukuktan alır. (1.Kor.15:56) Tanrısal hukuk nedeniyle Adem yasak meyveyi yediği için günahkar olmuş ve cennetten atılarak ölüme mahkum olmuştur. Ademin soyundan gelen diğer insanlar da bu şekilde günah ve ölüm çemberine mahkum edilmiştir.(Rom.5:12-18, 1.Kor.15:21) Dolayısıyla insan, hukuk-günah- ölüm kısır döngüsünün tutsağı olarak Mesih dönemine kadar gelmiştir. -Hukuk, suçu/günahı ortaya çıkarma amacına yönelik bir işleve sahiptir- “Biz doğal benliğin denetimindeyken, hukukun kışkırttığı günah tutkuları bedenlerimizin üyelerinde etkindiler. Bunun sonucu olarak ölüme götüren meyveler verdik.
Son düzenleyen _Yağmur_; 12 Haziran 2013 10:24 Sebep: sayfa düzeni.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Nisan 2007       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SÜRYANİLER'DE ÖLÜM GELENEKLERİ-2 (Devam) *
MsXLabs.org

cenaze2

Hıristiyan teolojisinde, insanlığın kurtuluşu tarihi, iki aşamalı olarak ele alınır. Birinci aşama Musa ile başlayan ve İsa Mesih'in çarmıhta ölümüyle sona eren tanrısal hukuk dönemidir. Bu dönemde Tanrı, insana hukuk yoluyla günahı ve insanın günahkar tabiatını tanıtmış, hukukun günah, günahında ölüm doğurduğunu anlatmaya çalıştığı dönemdir. İkinci aşama, İsa Mesih'in haça gerilmesiyle tanrısal hukuk işlevini tamamlayıp, kurtuluş için Mesih'e iman ile mümkün olacağı, çarmıhta ölen İsa Mesih ile başlayan dönemde hukuk- günah -ölüm kısır döngüsüne mahkum olan dünyanın öldüğünü ve insanların çarmıhta ölen Mesih'e iman yoluyla ölümsüzlüğe kavuştuklarına inanmaya dayanır. Hıristiyanlar İsa'nın ölümünü günahın ve ölümün gücünden kurtulma şeklinde algılar.

Burada anlatılmak istenen, ölümlü insan yaşamının, ölümsüz olan tanrısal gücün, ölüm ile hesaplaşması ile günahın karşılığı olan ölümün öldürüldüğüdür. Ölüm olgusu Hıristiyan teolojisinin anahtar kavramlarından birisinin ifadesidir.7 Mesih'in çarmıhta ölümü ve dirimi,. onun şahsında tüm inanan insanlığın yeryüzünün sonlu ve günahkar yaşamında ölümünü ve ilahi alemin ebedi yaşantısına dirilmesini sembolize etmektedir.8 Hıristiyanlar için, İsa'nın ölümü sadece Yahudi kavmi ile değil, bütün insanlıkla Tanrı arasında akdedilen bir yeni antlaşmanın doğuşu anlamını taşır.9

SÜRYANİLER'DE ÖLÜM
Ölüm vücuttaki tüm hücrelerin bir hastalık veya başka bir nedenle canlılığını kaybederek, hücrelerin özünü teşkil eden can ve ruh'un bedenden ayrılması demektir.Beden topraktan alındığı için tekrar toprağa dönecek; fakat ruh, Allah'ın nefesinden olduğu için diri kalacaktır. Bu itibarla ruh, vaftizden aldığı kutsiyeti muhafaza etmiş ise günahsız yaşamışsa cennette mutlu olacak yoksa suçlarını görmekle devamlı huzursuzluk ve ızdırap içinde kalacak ki, onun için cehennem demektir.

Dirilme, insanın öldükten sonra Allah'ın kudretiyle ruhani bir beden alması ve bir melek gibi, ebedi hayatta ruhi bir varlık olmasıdır. Süryaniler, ölümü; sonsuz yaşama uzanan bir köprünün başlangıcı olarak kabul ederler. Ölüm, sonsuz yaşamın başlangıcı olduğu gibi, dünyevi acıların da bitiş noktasıdır. Geçici dünya yaşamı sırasında, İsa'ya iman edenler ve bu imanlı yaşamı sürdürenler, ölümden sonra esenlik ve güven içinde olacaklarına inanırlar. Dünya yaşamının, zorluklar, acılar, sıkıntı ve özlemlerle dolu olduğuna inanılır. İmanlı bir ölüm, yeryüzündeki yaşamın karanlık gecelerini bırakıp, sonsuz gündüzün egemen olduğu, göksel vatana girmek olarak kabul edilir.

İmansız bir yaşamın sonundaki ölümün; “Tanrı'nın varlığından ve gücünün yüceliğinden uzak kalarak, sonsuza dek mahvolma cezasına çarptırılacağına inanılır. Tanrı gazabının kâsesinde saf olarak hazırlanmış, Tanrı öfkesinin şarabından içecektir. Öylelerine, kutsal meleklerin ve kuzunun önünde ateş ve kükürtle işkence edilecektir şeklindeki cehennem azabı yanında, imanlı bir yaşamın sonunda ise cennete girileceğine inanılır. Cennette; “Tanrı'nın kendisini sevenler için hazırladıklarını, hiçbir göz görmemiş, hiçbir kulak işitmemiş, hiçbir insan yüreği kavramamıştır.

cenaze3
Süryani Ortodoks İnanç sisteminde ölüm sonrasında insanın karşılaşacağı durumlar;
ölüm, dirilme, duruşma ve sonsuz ceza olarak kategorize edilir.

1-Ölüm, canın bedenden ayrılması.

2-Dirilmek, Canın, tene geri dönmesi, ikisinin birlikte hayat bulması.

3-Duruşma, Mesih'in ikinci gelişinde insanları yaptıklarına göre yargılaması.

4-Sonsuz ceza, İyilerin mutluluğa kötülerin cehennemin sonsuz azabına mahkum edilmesi. Mutluluk, azizlerin göklerde sahip olacakları sonsuz yaşamdır.Cehennem ise, suçlular ile şeytanların üzülecekleri sonsuz azap yeridir.

Dirilmeden önce, iyi canlar Firdevs'e kötüler karanlığa gider. Orada son günün hükmünü beklerler.İnançlı ölenler, dirilerin sundukları kurban, namaz ve sadakalardan faydalanırlar.
Süryani İnanç geleneğinde, inanlıyı ölüme hazırlama, ruhun bedene karşı direncinin muhafaza edebilmesi amacıyla, kilise sırları arasında yer alan “Hasta Yağı” uygulaması yapılır.

KANDİLO (HASTA YAĞI)
Bu uygulama hasta olan ve öleceği tahmin edilen ağır hastalar için uygulanır. Ruhun hastalık durumu olan günah, Tanrı ile ilişkiyi bozduğu gibi beden hastalığı da hayata son verebilecek bir bunalımdır. Hıristiyanlar İsa'nın Tanrı tarafından hastalara teselli ve şifa getirmek ve onları ölüme hazırlamak üzere gönderildiğine inanırlar. Bu gizem, Tanrının sevgisiyle hastanın yanı başında olduğunu, onu terk etmediğinin işaretidir. Diğer bir deyimle, bu gizem, hastalıkta ve özellikle ölüm yaklaştıkça insanın benliğini saran yoğun yalnızlık duygusuna çare olmayı amaçlar. Bu yağ okunmuş ve takdis edilmiş yağdır. 12 Kilden yapılmış, kadehe benzeyen bir kase içine konulan hamurun içi çukurlaştırılarak zeytinyağı ile doldurulur. Hamurun üzerine beş adet mum yerleştirilir.Uygulamanın yapılacağı mekanda hazırlanan masa üzerine konan konulan kasenin sağına ve soluna da birer mum ve haç bulundurulur. Hasta diz çökmüş vaziyette masanın önüne getirilir.
Son düzenleyen _Yağmur_; 12 Haziran 2013 10:26 Sebep: Sayfa düzeni.
we come one - avatarı
we come one
Ziyaretçi
10 Ocak 2008       Mesaj #7
we come one - avatarı
Ziyaretçi
SÜRYANİLER: İlahi Müzik

Ortadoğu pek çok etnik ve dinsel grubun birlikte yaşadığı bir kültür mekânı. Bu grupların dans, yemek, el sanatları ve müzikleri birbiriyle etkileşim içinde. Süryani müziği de bu coğrafyadaki sosyokültürel çeşitlilikten etkilendiği için karmaşık bir yapıya sahip.
Süryanilerin kökeni Assurlulara kadar uzanır. Assurluların ilk dönemlerindeki müzik formları bilinmemesine rağmen günümüze çok sayıda kamıştan ve seramikten yapılma flütlerin yanı sıra boğa boynuzundan ve turna kanadından yapılma bir arp ulaşabilmiş.

Dini Müzik

Süryani müziği denildiğinde akla ilk olarak Süryani kilisesinin ayin düzeni içinde varlığını sürdüren ve özel bir kurguya sahip olan müzik geliyor. Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde, 2. yüzyıldan itibaren müzik, şair-müzisyen-din adamı kimliği taşıyan kişiler tarafından oluşturulmuş. Diğer Doğu kiliselerinde olduğu gibi Süryani kilise müziğinde de 8 makam mevcut. Kilise takvimine göre bir yıl sekiz haftalık dönemlere ayrılır ve birinci dönem Noel'den sekiz pazar önce başlar. Her pazar ayindeki dua ve ilahiler bu makamlardan biriyle okunur. Melodi çalan enstrümanların Süryani kiliselerinde yer almamasına karşın son dönemlerde bu aletlerin kullanıldığını görüyoruz.

Halk Müziği
Süryanice halk şarkılarına dingin bir hava hâkim. Ancak Süryani toplumunun düğün, bayram, Noel gibi özel günlerde icra ettikleri müzikten çok az bir kısmı günümüze ulaşabilmiş. Özellikle büyük kentlere göçle başlayan halk ezgilerindeki yok olma süreci, yurtdışına yapılan göçle daha da hızlanmış. Süryaniler özellikle köy ve çevresinde ihtiyaç duydukları müzik uygulamalarını daha çok Kürt müzisyenlere (Mıtrıp) yaptırıyorlar. Müziklerinde ise Kürt, Türk ve Arap etkisi yoğun olarak hissediliyor.
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
15 Eylül 2012       Mesaj #8
Mira - avatarı
VIP VIP Üye
Süryaniler
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi

Güney Anadolu ve Suriye'de yaşayan bir Hristiyan topluluğu. Süryaniler, Arami soyundan gelirler. Hristiyanlığı kabul ederek putperest kalan Aramilerden ayrılan bu topluluk Süryani (Suriyeli) adını almıştır. Hristiyanlığı ilk kabul ettiklerinden Süryanii Kadim adıyla da bilinirler. İlk dinî merkezleri Antakya'dır. 451 Kalkedon konsilindeki dinî anlaşmazlık sonucunda Bizans'ın baskısı altında merkezlerini sürekli değiştirmişler (Halep, Harran, Rakka, Urfa, Kınnesrin, Malatya, Diyarbakır), Patrik VI. Diyonnosiyos Yahya, Mardin'in doğusunda bir tepede bulunan ve bugün de Süryanilerce önemli sayılan Deyrüzzafaran Manastırı'na yerleşmiş, 1932'ye dek burası Süryanii Kadim Patrikliği'nin merkezi olmuştur. Bu tarihte Humus metropoliti Musullu İ. İgnatiyos Afren'in patrikliğe seçilmesiyle merkez Şam'a taşınmıştır. 1782'de Halepli Mihayel Carve'nin önderliğinde bir kısım Süryaniler Katolik mezhebine geçmişlerdir. Mardin'deki Meryemana Kilisesi, Türkiye'deki Katolik Süryanilerin merkezidir. 1852-1860 yılları arasında da Süryanilerin bir bölümü Protestanlığı kabul etmiştir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
theMira
ölmez fenerli - avatarı
ölmez fenerli
Ziyaretçi
13 Kasım 2012       Mesaj #9
ölmez fenerli - avatarı
Ziyaretçi
Hıristyan Kökenli Din ve Akımlar
MsXLabs.org

Unitaryenler deyimi; teslisi ( Hıristiyanlıkta ki gibi üçlü bir tanrı anlayışını) reddeden, dini düşünce taraftarlarına verilen genel bir addır.

Unitaryen adı " Tanrının Birliği " inancından gelmektedir. Hristiyanlıkta Pavlus ile ortaya çıktığını ileri sürülen Teslis doktrinine karşı , ilk yüzyılda başlayan ve Arsus la şekillenen bir muhalefet bulunmaktadır. 325 yılında yapılan İznik Konsili 'nde Aryus 'un görüşleri reddedilmiştir. Bu tarihten sonra Aryus 'un görüşleri Aryanizm adıyla biline gelmiştir. Ancak " Unitaryenizm " adıyla bir Hareket haline gelmesi 16.yy dadır. Avrupa 'da ve İngiltere 'de Unitaryenliğin yayılması Reformasyon devresinde ve sonrasında Kutsal Kitabın serbest ve bağımsız incelenişiyle at başı yürümüştür..Böylece üçlemeye karşı tenkitler.16.yy ve sonrasında ortaya çıkmıştır. İspanya 'da Michael Servetus (1511-1533)bu yolda hayatından olmuştur. Jonn Biddle ( 1616 - 1662 ) İngiliz Unitaryenliğin babası diye nitelendirilirken Faustus Socinus ( 1539 - 1604 ) , İsa Mesih 'in şahsı ile ilgili inançları, onun sadece insan olduğu şeklinde netleştirmiştir.8

Unitaryen hareketi bir çok Hıristiyan ülkesinde yasaklanmış ve taraftarları göçe zorlanmıştır.(17 yüzyılda). Unitaryen hareketi, dini konulardaki geniş toleransıyla,18 yy ‘da gelişmesini sürdürmüştür. Saygı gören bir piskopos olan Theophilus Lindsey, Unitaryenler toplantısı yapmış ve toplantı yeri mabet olmuştur. İlim adamı olan Joseph Priestley , Unitaryenlerin liderliğine getirilmiştir. Fakat bu yeni dini hareketin üyeleri sürgün ve hatta 1813 yılına kadar ölüm cezasıyla cezalandırılmıştır. Unitaryenlerin çoğu merkezi Boston 'da bulunan ve " Amerika Unitaryen Cemiyeti " nin kurulduğu Amerika 'ya göç etmişlerdir. İngiltere 'de yeniden yapılanan Unitaryenler 1825 yılında, " The British and Foreign Unitarian Association " (Britanyalı ve Yabancı Unitaryenler Birliği) oluşturmuşlardır. O günden bu tarafada varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Unitaryenler'in İnanç Esasları
Unitaryenler 'in inanç esasları; Tanrı 'nın birliği, Tanrı 'yı ve insanları sevmekten, ebedi bir hayata inanmaktan ibarettir.

İnançla ilgili meselelerde, otoritelerin değil, aklın kabul ettiğini, çeşitli din ve görüşlere karşı hoşgörüyü esas alırlar. İsa 'nın hatırasına saygı gösterirler, ancak " Tanrı 'lığı " nı reddeder ve " yanılmaz " olduğunu kabul etmezler. Hıristiyan Kutsal Kitap 'larını insan tecrübesinin bir belgesi olarak görür, fakat yazarlarının, insan olukları için,hata yapabileceklerini ileri sürerler.

Unitaryenler,insanın günah işlemeğe,hata yapmaya eğimi olsada,asıl itibariyle günahkar olduğuna inanmazlar.Unitaryenler,cehennem ve ahiret konusunda farklı düşünceye sahiptirler. Tanrı 'nın her dönemde insanlara doğru yolu göstermek için peygamberler gönderdiğini kabul ederler.İsa Mesihi de bunların en üstünü olarak görürler.

Unitaryenler, dualarda herhangi bir destek ve dilekte bulunmayı Tanrı 'nın işine karışma olarak telakki ederler. Ölümden sonra insan ruhunun yaşadığına; ahiret hayatının nasıl ve ne derecede olacağını bilemeyeceklerine,fakat Tanrı 'ya sevgilerinden dolayı cehennemde olmayacaklarına inanırlar.

Günümüzde Unitaryenler
Bir çok Avrupa ülkesinde teşkilatlanmakla birlikte, en yoğun olarak Amerika, Kanada, Macaristan, Polonya, Transilvanya ve İngiltere 'de faaliyette bulunmuş olan Unitaryenler ; bugün Avrupa ve Amerika ülkelerinde yaşamaktadırlar.
Son düzenleyen _Yağmur_; 12 Haziran 2013 10:29 Sebep: sayfa düzeni
Bachata - avatarı
Bachata
Ziyaretçi
12 Haziran 2013       Mesaj #10
Bachata - avatarı
Ziyaretçi
Süryanilik Nedir?
MsXLabs.org & Dini Kavramlar Sözlüğü

Sami ırkından Hristiyan bir topluluğun adıdır. Süryânîler, Suriyeli Aramîlerdir. Bunlar Hz. İsa'nın havarilerinden Şemnun Petrus ve Thomas'ın telkinleriyle Hristiyanlığı kabul ederek Aramîlerden ayrıldılar ve MS. 38 yılında Süryânî adı altında yeni bir mezhep kurdular. İlk Hristiyan topluluğu olmalarından dolayı kendilerine Süryani Kadîm adı verildi. İlk dini merkezleri Antakya'dır. Bugün dinî merkezleri Şam'dır. Türkiye'de Gaziantep, Midyat, Diyarbakır ve Mardin'de Süryânîler vardır. Mardin İlinin doğusunda dağın eteğinde Zaferen Manastırı (Deyru'z-Zaferan) faal durumdadır. 1782 yılında Mihayel Cevre, kurallara aykırı olarak patrik tayin edildi. Piskoposlar tarafından reddedilince Roma Kilisesi'ne katıldı. Süryanî-i Kadim Kilisesi'nden ayrılan Süryanilere ve kiliselerine papa tarafından patrik tayin edildi. Bunlara Katolik Süryâniler dendi. Katolik Süryanilerin merkezi Mardin'deki Meryem Ana Kilisesi'dir.

Benzer Konular

15 Aralık 2016 / Misafir Din/İlahiyat
28 Ocak 2007 / Misafir Din/İlahiyat
23 Aralık 2015 / Mira Din/İlahiyat
28 Ocak 2007 / Misafir Din/İlahiyat
10 Haziran 2012 / Mira Din/İlahiyat