Arama

Ortadoğu Dinleri - Musevilik

Güncelleme: 12 Ekim 2014 Gösterim: 45.556 Cevap: 62
BrookLyn - avatarı
BrookLyn
Kayıtlı Üye
2 Ekim 2006       Mesaj #1
BrookLyn - avatarı
Kayıtlı Üye
Musevilik
Yahudiler bir ırk yada, İsrail'de yaşayanlar dışında, bir ulus değildir. Daha çok kültürleri ve Musevilik olarak adlandırılan dinleriyle ayrılırlar. Ama günümüzde birçok Yahudi dindar değildir ve kendi insanlarına karşı güçlü bir bağlılık da duymaz. Dindar Yahudilerin inançları da farklılık gösterir. Önemli bir bölümü (ABD'dekiler dışında) Ortodoks'tur. Bu, dinsel yaşamlarını eskiden olduğu gibi sürdürmeye çalıştıkları, yani geleneklerine sıkı sıkıya bağlı oldukları anlamına gelir. Küçük bir bölüm de kendileri­ni, ilerici, liberal, reformcu yada tutucu olarak adlandırır. Bu, Museviliği 16. yüzyıl­da etkilemeye başlayan "çağdaşlaşma" hare­ketlerinden birine bağlı olduklarını anlatır. Ama her dindar Yahudi, Museviliğin başlıca inanç ve uygulamalarını benimser. Musevilikte temel inanç tek Tanrı'nın var­lığıdır ve yalnızca ona tapılır. Tanrı insana, düşünme ve yaratma, doğru ile yanlış arasın­da seçim yapma, ibadet ederek Tanrı'yla ilişkiye geçe bilme yetenekleri ve ölümsüz bir ruh bağışlamıştır. İnsanın "iyiliğe" ve "kötü­lüğe" eğilimi vardır. Ama, günah işlediği zaman tövbe edebilir ve eğer bunu yaparsa Tanrı onu affeder. Tanrı doğayı yönettiğine göre, insan tarihi­ne de yön verir. Tüm kadın ve erkeklerin onun varlığını kabul edecekleri, isteklerine uyacakları ve böylece hep birlikte adalet, kardeşlik ve barış içinde yaşayacakları yetkin bir çağa doğru yol gösterir. Ortodoks Yahudi­ler bunun Mesih'in gelmesi ve anayurtlarına dönmeleriyle gerçekleşeceğini ileri sürer.
Sponsorlu Bağlantılar

Yahudiler bu sona ulaşmada özel bir so­rumlulukları olduğuna inanırlar. İnançlarına göre Tanrı bu amaçla onları "seçmiş", onlarla bir "Ahit" yapmış ve Tevrat'la, bunu kendile­rine bildirmiştir. Ortodoks Musevilikte göre, Tevrat Tanrı buyruklarının gerçek, değişmez bir belgesidir ve bu yüzden her ayrıntısına uyulmalıdır. İlerici Yahudiler ise Tevrat'ın, Tanrı tarafından bildirilmiş de olsa, yanılgıya düşebilen insanlarca yazıldığına; bu nedenle de çağdaş bilgi ve koşulların ışığında bazı değişiklikler olabileceğine inanırlar. Musevilikte dinsel görevler, ahlaksal ve ibadetle ilgili olanlar biçiminde ikiye ayrılır. Ahlaksal açıdan Musevilerin doğru, adaletli, iyi, cömert olmaları ve böylece "komşunu kendin gibi sev" buyruğuna uymaları istenir. Musevilik genel olarak insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemenin yanı sıra, kan ile koca, ana baba ile çocuk, öğretmen ile öğrenci, tüccar ile müşteri, işçi ile işveren arasındaki ilişkilerde doğru davranışın nasıl olması ge­rektiğini de en ince ayrıntılarına kadar be­lirler. Musevilikte, günlük dualar, yemeklerden önce ve sonra şükran sunma, beslenme kural­ları gibi, bazdan günlük yaşamı doğrudan etkileyen çok çeşitli ibadet gelenekleri vardır. Şabat, haftanın yedinci günüdür. Cuma günbatımından cumartesi günbatımına kadar sürer. Bu, ibadetle uğraşılan, bedensel ve ruhsal bir dinlenme günüdür. O gün ateş yakılmaz, yiyecekler bir gün öncesinden ha­zırlanır. Hatta, hastanın yaşamı tehlikede değilse, tedavi bile uygulanmaz. Musevilerin yıllık takvimlerinde çok sayıda bayram vardır. Bunlardan en önemlileri, son­baharda kutlanan ve tövbeye çağrı olarak koç boynuzundan bir borunun üflendiği Roş Ha­şana (Yıl Başı) ile 10 gün sonra kutlanan, tümüyle ibadete ve günahların kefaretini öde­yerek Tanrıyla barışmaya adanmış olan Yom Kippur'dur (Kefaret Günü). Ayrıca, Tevrat' ta sözü edilen üç bayram da önemlidir. Hamursuz Bayramı (Pesah) baharda, 14 Ni-san'da, İsrail oğullarının Mısır'dan çıkışını kutladıkları özgürlük bayramıdır. Yedi yada sekiz gün süren bayram boyunca mayasız ekmek yenir. Hamursuz Bayramı, Mısır'dan kaçarken acele etmeleri gerektiği için ekineklerini mayasız pişirmek zorunda kalan Yahudilerin anısına yapılır. İkincisi, Hamur­suz Bayramı'ndan yedi hafta sonra başlayan Hamsin yada Şavuot Bayramı'dır. Bu bay­ramda Tanrı'nın Hz. Musa'ya Sina Dağı'nda On Emir'i bildirmesi kutlanır. Üçüncüsü olan ve Çardaklar Bayramı da denen Sukkot bir sonbahar şenliğidir ve hasadın bereketi için şükran sunulur. Ayrıca, daha az önemli Ya­hudi bayram ve şenlikleri de vardır.

Bazı Yahudiler sinagoglarda her gün dua eder. Çoğu bunu yalnızca Şabat günlerinde ya da daha seyrek yapar. Her sinagogda, içinde Tevrat'ın yazılı olduğu parşömen tomarlar bulunan Kutsal Sandık vardır. Her Şabat sabahı Tevrat'tan bölümler okunur. Haham dinsel öğütler verir; dualar ve şarkılar söyle­nir. Kadın ve erkeklerin ayrı yerlerde oturdu­ğu Ortodoks sinagoglarında ayinler baştan sona İbrani’cedir. İlerici sinagoglarda ise yarı İbrani’ce, yarı o ülkenin dili kullanılır ve kadın, erkek birlikte oturur. Musevilikte erkek çocuklar sekiz günlük­ken sünnet edilirler. Dinsel eğitim 5-6 yaşla­rında başlar ve en az 13 yaşına kadar sürer. Bu yaştaki erkek çocuklar Bar Mitzva denen bir törenle dine kabul edilirler. Oldukça yeni ve henüz genel olarak kabul görmemiş olan benzer bir tören kızlar için de yapılır. Birçok ilerici sinagog 16 yaşındaki kız ve erkekler için grup töreni düzenler. Yahudi evlenme törenleri oldukça renklidir. Cenaze törenle­rinde ise kişinin Tanrı'ya şükretmesi ve üzün­tülü zamanlarda olduğu kadar mutlu anlarda da onun düzeninin gerçekleşeceği dönemi beklemesi gerektiğini anlatan bir dua okunur.

Kaynak: MsXLabs.org & Temel Britannica

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Mira; 12 Ekim 2014 17:11 Sebep: Mesaj içeriği değiştirildi.
GÖLGE - avatarı
GÖLGE
Ziyaretçi
24 Nisan 2007       Mesaj #2
GÖLGE - avatarı
Ziyaretçi
YAHUDİLİKTE DİN KAVRAMI VE DİN ANLAYIŞI

Sponsorlu Bağlantılar


Prof. Dr. Baki ADAM

Yahudilikte din kavramının ne olduğuna, hangi kelimelerin din anlamında kullanıldığına geçmeden önce Yahudilik açısından dinin ne anlam ifade ettiğine bakmak gerekir. Her din gibi Yahudilik de, kendinden başka din tanımaz. Ortodoks Yahudilerin anlayışı böyledir. Bununla birlikte Yahudilik, kendisinin onayladığı ilkeler bakımından Yahudilik dışındaki bazı inanç biçimlerini reddetmez. Bunların bütününü oluşturan sistemleri kendisi gibi birer din olarak tanımasa da bu sistemlere uyanları kurtulmuş gözüyle bakar, onları tamamen dalalette görmez. Çünkü bu ilkeler, Adem'den Sina'daki vahye kadar Allah'ın bütün insanlık için vahyettiği evrensel genel ilkelerdir. Bunlara "Şeva mitsvot bney Noah" (Nuhilerin yedi kanunu) adı verilir. Bu ilkeler şunlardır:

1. Putperestlikten kaçınmak,

2. Küfürden kaçınmak,

3. Zinadan kaçınmak,

4. Adaleti sağlayacak adalet kurumlarını oluşturmak,

5. Kan dökmemek,

6. Hırsızlık yapmamak,

7. Canlı hayvandan et koparıp yememek

Yahudi bilginlerine göre, Sina'daki vahiy öncesi dönemde yaşayan bütün insanlar gibi İsrailoğullarının ataları İbrahim, İshak ve Yakup da birer Nuhi idi[1]. Sina'da gerçekleşen vahiy olayından sonra İsrail ırkından olanlar Tora'nın buyruklarıyla mükellef kılındı. Diğer milletler ise, Nuh yasaları üzerine hayatlarını devam ettirmede serbest bırakıldılar. Bu Nuh Yasaları, vahiy yoluyla Tora'da Musa'ya bildirildi. Bu bakımdan, bu yasalara Nuhilerin yanında Yahudilerin de uyması gerekir. Özetle belirtmek gerekirse, Nuhiliğin yedi yasası aynı zamanda Tora'nın, yani Yahudilerin de yasasıdır.

Daha önce maddeler halinde sıraladığımız bu ilkeler, tamamen insanın maslahatına yönelik ilkelerdir. Bu ilkelerle, insanların toplu halde barış ve huzur içinde yaşamalarının güvence altına alınması hedeflenmiştir. Bu ilkeler, beş madde halinde İslami literatürde de yer almaktadır. İyi tetkik edilirse, bütün dinlerde bu temel ilkelere rastlanabilir. O zaman buradan hareketle, dinin genel geçer bir tanımına ulaşmak da mümkün olabilir.

Din ile ilgili kavramlar

Eski Ahid'de dini ifade eden belli bir kavram yoktur. Yahudiler arasında da belli bir döneme kadar din karşılığında kullanılan İbranice bir kavram olmamıştır. Cantwell Smith'in dediği gibi, Yahudiler kendi dinlerinden söz etmek istediklerinde çeşitli kelimeler, kavramlar, semboller kullanmışlardır.

Bugün batı dillerindeki "religion" karşılığında kullanılan "dath" kelimesi, Babil sürgünü dönüşünde kullanılmaya başlamıştır. İlk defa Ezra ve Ester kitaplarında bu kelime "hüküm", "yargı", "kanun" anlamında kullanılmıştır. Bu bakımdan Mordachai Menahem Kaplan gibi bazı modern Yahudi din bilginleri, Yahudi kutsal metinlerinde ve rabbani metinlerde "religion" karşılığında hiçbir kelimenin kullanılmadığını iddi etmişlerdir. Solomon Zeitlin bu iddiaların, Yahudi kültürünü bilmemekten kaynaklandığını ileri sürmektedir. Ona göre "dath" kelimesi, Tannaim literatüründe tam olarak din karşılığında kullanılmıştır. O, bu görüşünü ispat etmek için Talmud'un Sukkah 56b bölümünde yer alan "Hamir et dato" ifadesini, "kanununu, yolunu değiştirdi" anlamı yerine "dinini değiştirdi" şeklinde tercüme etmiştir[2].

"Dath" kelimesi, lugat anlamı itibarıyla "kanun, hüküm, yargı" gibi hukukla ilgili anlamlar ifade etmekle birlikte, Yahudi bilginler bu kelimeyi ortaçağdan itibaren Batı dillerindeki "religion", ve Arapça'daki "din" kelimesiyle aynı anlamda kullanmaya başlamışlardır. Maimonides gibi Müslümanlarla temasta olan Yahudi bilginler, İslami bir terim olan "usulu'd-din"i, "dinin esasları" anlamında "ikkarey ha-dat" şeklinde adapte etmişlerdir[3]. Hıristiyan dünyasıyla temasta olanlar da bu kelimeyi "religion" karşılığında kullanmışlardır. Elijah Delmedigos'un Behinat ha-Dat (1496) isimli kitabı bunun örneğidir[4].

İbranice'de "dat"ın yanında, lugat anlamı itibarıyla onunla aynı anlamı taşıyan "din" kelimesi de vardır. Fakat bu kelimenin, Arapça'daki "din" kelimesi gibi bir kullanımı yoktur. Bu kelime, "dath" gibi kanun anlamına gelmekle birlikte ıstılahtaki kullanımı kanunun uygulanma boyutuyla ilgilidir. Bu kelime, "dath" kelimesiyle birlikte "kanun ve kanunun uygulanması" anlamında bir terim olarak da kullanılır. "Din" kelimesinin Kur'an-ı Kerim'deki "yevmi'd-din" gibi "yom ha-din" şeklinde, "hesap günü", "ilahi adaletin tecelli ettiği gün" anlamında kullanımı da bulunmaktadır. Aynı şekilde, "Bet-din şel ma'alah" (ilahi mahkeme) gibi bir terim de vardır ki, bunun anlamı "ilahi mahkeme" demektir. Geleneğe göre, herkes Roş-haşana ve Yom Kippur'da bu mahkemede yargılanır.

Din ile ilgili diğer bir terim "tora"dır. Rabbani metinlerde ve diğer dini içerikli kitaplarda din anlamında genellikle bu terim kullanılır. Bu terimin Arapça'daki "din" terimi gibi bir çok anlamı bulunmaktadır. Bu anlamları şu şekilde gruplandırabiliriz:

1. Eğitim, öğretim, ilim,

2. Din, şeriat, kanun, hüküm, mezhep,

3. Musa'nın şeriatı,

4. Musa'nın beş kitabı ve bundan kinaye Eski Ahid'in tümü,

5. Teori, sistem, bilimin herhangi bir branşıyla ilgili prensipleri ihtiva eden kılavuz kitap.

kaf_kef - avatarı
kaf_kef
Ziyaretçi
17 Eylül 2007       Mesaj #3
kaf_kef - avatarı
Ziyaretçi
YAHUDİLİK TARİHİ

Avraam'ın Dünyası



Yahudi tarihi boşlukta gerçekleşmemiştir. Hiçbir ulusun tarihi çevresinden bağımsız değildir.. Bu nedenle öncelikle konuya odaklanarak Avraam’ın, zamanının dünyasının neresine oturduğu hakkında biraz bilgi edineceğiz. Avraam Orta Bronz Çağı adlandırılan bir dönemde, M.Ö. 18. yüzyıl civarında ortaya çıkar. (Medeniyetler en çok kullanılan madenlerle adlandırılır. Orta Bronz çağı M.Ö. 2200 yılından M.Ö. 1550 yılına kadar olan zamanı kapsar.) Antropologların çoğu insanın ataları olan hominidlerin Afrika kökenli olduğuna inanırsa da medeniyet Orta Doğu’daki Verimli Hilal’de, Avraam’ın doğduğu yerde başlar. Medeniyet derken kastettiğimiz basit tarımsal yerleşimler ya da kulübelerde yaşayan birkaç kişi değil, birlikte yaşayan insanların meydana getirdiği sofistike düzenlemelerdir. Yaklaşık 5.500 yıl önce Orta Doğu’da avcı/devşiricilerden -bütün günlerini yiyecek arayarak geçiren insanlar- hayvanlarını evcilleştirebilen insanlara doğru bir evrim gerçekleşti. Bunun anlamı, yemek ya da sütlerini ve postlarını kullanmak için hayvan yetiştirebildikleri, ürün almak üzere topraklarını sürebildikleridir. Bu gerçekleştiğinde nüfus artışına yol açan bir yiyecek fazlası oluştu ve insanlar uzmanlık gerektiren işlere el attı: zanaatçılar, bilginler, rahipler ve savaşçılar ortaya çıktı. O zaman da şehirler büyümeye başladı. Dünyadaki ilk medeniyetler, birçok kişinin fikrine göre, Verimli Hilal denilen bölgede doğdu. VERİMLİ HİLAL Verimli Hilal Mısır’da Nil nehrinin suladığı alanı, Levant’ı (İsrail’in bulunduğu orta bölüm) ve Fırat’la Dicle nehirlerinin suladıkları alanı kapsar. Üç büyük nehir verimliliğe, dolayısıyla da bu alanın insanlar tarafından arzu edilmesine güçlü katkıda bulunur. Dünyanın en geniş nehri olan Nil inanılmaz bir akarsudur. Nil nehri olmasaydı Mısır bir çöl olurdu. Eski çağlarda Mısır’ın %3’ü ekilebilir topraklardan, %97’si ise çöllerden meydana geliyordu. Fırat ile Dicle de görkemli nehirlerdi; günümüzde Irak ve Türkiye’yi sularlar. Geçmişte ise tarihçilerin Mezopotamya diye adlandırdıkları, Yunanca “iki nehrin arası” anlamına gelen bölgeyi. İlk medeniyetin Mısır’da mı yoksa Mezopotamya’da mı (özellikle Mezopotamya’nın Sümer diye adlandırılan bölümü) ortaya çıktığı konusunda bazı tartışmalar vardır ama medeniyetin ilk işaretinin -yazının- Verimli Hilal’de icat edildiğinden emin olabiliriz. Yazı, bugün doğal karşıladığımız çok önemli bir icattır. Resimyazılarla başladı. Bir çöp adam çizerdiniz, “insan”ı simgelerdi. Bu resimler daha sonra fonetik sesleri temsil eden daha soyut simgeler şeklinde evrim gösterdi ve sonunda her biri bir sesi temsil eden ve bir araya geldiklerinde bir fikri ifade eden üç “harfli” bir sisteme dönüştü. (Günümüzde bile İbranice üç sesli harf sitemine dayanır.) Yazı insanın yegane en büyük icadıdır. Günümüzün bütün teknolojisi bilginin doğru iletilmesinin ortak birikimine dayanır ve artık o kadar hızlı bir şekilde gelişmektedir ki ayak uydurmakta zorlanıyoruz. “KONUŞAN BİR RUH” Yahudi görüş açısından, kendini ifade etme yeteneği -yazıyla ya da sözle- insanla ilgili her şeyi temsil eder. Tanrı’nın ilk insanı -Adem’i- yarattığında “burun deliklerine hayat nefesini verdiğini ve insanın yaşayan bir ruh olduğunu” öğreniyoruz (Bereşit 2:7). İbranice nefeş haya, “yaşayan ruh”, “konuşan ruh” olarak da tercüme edilebilir. (Targum Onkelos) Gelişmiş olan ilk iki medeniyet arasından Mısır olağandışıdır çünkü çöllerle çevrilidir, dolayısıyla da ulaşılmazdır. Bir medeniyet olarak Mısır 3.000 yıla yakın bir süre boyunca ayakta kalmıştır. Bu bir medeniyet için inanılmaz derecede uzun bir süredir. Neden Mısır o kadar uzun zaman boyunca ayakta kaldı? Çünkü kimse orayı işgal edemiyordu. Yunanlılar -özellikle Büyük İskender- gelip Mısır’ı sona erdirinceye kadar... Sonra da orası bir Yunan sömürgesi oldu. Mezopotamya’nın böyle doğal savunmaları yoktu. Tüm eski ulusların büyük göç yolunun ortasında duran dev bir sel ovasıydı. Asya ya da Avrupa’dan gelen her fatih buraya ayak basıyordu. Doğal muhafazalardan yoksundu - dağları, çölleri yoktu- üstelik çok arzu edilen bereketli bir topraktı. Dünyanın bu yöresinde toprağın sık sık elde değiştirdiğini ve çok sayıda medeniyet kurulduğunu görüyoruz: Asurlular, Babilliler, Persler, Yunanlılar, Romalılar ve sonra da tabii İslamlar. KESİŞME NOKTASINDA Yahudi tarihi bu kargaşalı yerde- medeniyetin beşiği olan Fırat ve Dicle Nehirleri vadisinde- başlar. Ziraat ve kültürün gelişmesi bakımından medeniyetin başlaması için mantıklı bir yerdi. Aynı zamanda da Avraam’ın ortaya çıkması için de mantıklı bir yerdi çünkü eğer Avraam dünyayı etkileyecekse, eski göç yollarının kesişme noktasında bulunması gerekir. Bir Eskimo ya da Kızılderili olarak dünyaya gelseydi tüm insanlık tarihi farklı olurdu. Ne var ki Avraam Mezopotamya’da, arkeologların kazılarını sürdürdükleri bugünkü Irak’ta, Ur Kasdim ya da Kalde Ur’u diye adlandırılan hareketli yerde doğdu. Burası erken medeniyetlerin merkezi, kozmopolit bir merkezdi. Avraam’ın yolculuğu da buradan başlar.


Avraam'ın Yolculuğu



Tarih gelecek için bir rehberdir. Yahudi tarihindeki ilk dersler bir şekli ortaya çıkarır, dolayısıyla o dönemde olup biten her şeye özel dikkat göstermeliyiz. Tora’nın Bereşit Kitabı’nda Avraam’la karşılaştığımızda artık 75 yaşındadır, bu da ilginçtir çünkü küçük bir çocukken ne yaptığını, hangi sporlarla ilgilendiğini bilmeyi çok arzu ederdik. Ama Tanrı kafamızı konuyla ilgili olmayan bilgilerle doldurmamızı istemez. Bize öğretmeye ve rehberlik etmeye çalıştığı için sadece öğrenmemiz gereken mesajları vermek ister. Avraam’ın hikâyesi Tanrı’nın ona konuşması ile başlar. Bu demektir ki Avraam hayatı boyunca hiçbir kehanetle karşılaşmadan, tektanrıcılık ideolojisi dışarıdan hiçbir şekilde doğrulanmadan yaşadı, dolayısıyla bu, Avraam’ın doğruya bağlılığı hakkında çok şey ifade eder. Bütünüyle çoktanrılı bir dünyada Avraam tek bir Tanrı gerçeğini seçti ve kendisini -gerekirse hayatı pahasına- bir misyona, insan bilincine gerçeği getirmeye adadı. Bunu Tanrı’nın insanların O’nun için ölmesine ihtiyacı olduğu için değil, gerçek bu olduğu için yaptı. Tanrı size düzenli olarak konuşursa bu gerçek uğruna her türlü sıkıntıya katlanırsınız ama sadece kendi inancınıza dayanarak bunu yapmak kolay değildir. Böylece Avraam’ın ne kadar büyük bir insan ve ne kadar idealist olduğu hakkında biraz fikir edinebiliyoruz. “Diğer yanda” durmakta bir mahsur görmedi, ki bu Ivri -İbrani- sözcüğünün anlamıdır. İşte bu yüzden Avraam’a “proto-Yahudi” diyebiliriz. Avraam’dan itibaren Yahudi kişiliğinde bu idealizmi -“dünyayı değiştirmek” için yılmaz bir dürtü- görüyoruz. Avraam bu dürtüyü soyundan gelenlere aktardı, onlar da dünya tarihindeki hemen her önemli ilerleme, amaç veya sosyal hareketin ön sıralarında yer aldı. (Yahudiler sadece entelektüel katkıları nedeniyle oransız sayıda Nobel ödülü almakla yetinmedi, aynı zamanda komünizm, sosyalizm, feminizm, vatandaşlık hakları, işçi sendikaları, vb. hareketlerin öncülüğünü yaptı). Yahudi olmayan tarihçi Ernest Van den Haag şöyle yazmıştır: Modern dünyanın düşünüşüne en çok hakim olan insanların listesini yapmaları istendiğinde birçok eğitimli kişi Freud, Einstein, Marx ve Darvin’i sayacaktır. Bu dördünden sadece Darvin Yahudi değildi. Yahudiler dünya nüfusunun çok küçük bir yüzdesini oluştururken, batı kültürünün tarihindeki oranlarıyla alakasız önemlerinin sırrı nedir? (Ernest Van den Haag, Yahudi Mistik.) Van den Haag’ın sorusuna cevap, Avraam’ın kişiliğini anlayarak bulunabilir ÜÇ İLKE Öyle ise Avraam’ın Tora’da nasıl tanıtıldığına bakalım. Tora’yı öğrenmek için değil de, orada karşılaştığımız kapsamlı ilkeleri tanımlamak için... Bunlardan üçünü teşhis edebiliyoruz. Tanrı Avraam’a dedi ki: “Toprağından, doğduğun yerden ve babanın evinden sana gösterdiğim toprağa git. (Bereşit 12:1) Burada Tanrı’nın Charles Dickens gibi olmadığını görüyoruz. Dickens kullandığı sözcükler başına para aldığından mümkün olduğunca laf kalabalığı yapacaktı. Tanrı ise tam tersine. Öyle ise sormamız gereken soru: Bütün Tora’da sözcüklerini o denli idareli kullanan Tanrı neden bu emrin üzerinde bu kadar duruyor? “Kendini tamamıyla ayır, sadece toprağından değil, doğum yerinde de, babanın evinden de.” Belli bir konutta belli bir zaman boyunca yaşamışsanız, orası her zaman sizin eviniz olacaktır. Daha sonra nerede ve ne kadar rahat yaşamış olursanız olun, evinizi düşündüğünüzde, aklınıza orası gelir. Bu çok derin bir inançtır. Dolayısıyla Tanrı Avraam’a “Kendini en temel duygusal seviyede ayır.” diyor. Daha da önemlisi, makrokozmik tarihi açıdan Tanrı Avraam’a ve dolayısıyla Yahudi ulusuna diyor ki: “Kendini tamamıyla ayır ve farklı bir yöne doğru git.” Tanrı’nın Avraam’a çıkmayı emrettiği yolculuk sadece fiziksel bir yolculuk değildir, tarihte herkesinkinden farklı olacak bir yolculuktur. Avraam diğer uluslar arasında kabul görmeyen, tek başına yaşayan bir ulusun babası olacaktır. Bu Yahudi tarihinin ilk benzersiz özelliğidir. İkincisini bir sonraki pasuk’ta öğreniyoruz: “Seni büyük bir ulus yapacağım, seni kutsayacağım ve adını ululaştıracağım; ve sen bir kutsama olacaksın.” (Bereşit 12:2) Bu pasuk Tanrı’nın Yahudi tarihine aktif olarak katılacağı sözünü iletir: “Yapacağım...” 17. yüzyılda XIV. Louis bir doğaüstü delili göstermesini istediğinde büyük Fransız aydınlanma filozofu Blaise Pascal şöyle cevap verdi: “Yahudi ulusu Majesteleri.” Neden? Çünkü Yahudi tarihini biliyordu ve Yahudi ulusunun 17. yüzyıla kadar hayatta kalmasının tarihin bütün kanunlarını ihlal ettiğinin farkındaydı. Yahudilerin 20. yüzyıla kadar hayatta kalmayı başardığını görseydi ne derdi acaba? Yahudi tarihi doğaüstü bir fenomendir. Yahudi ulusu hiçbir zaman var olmayacaktı çünkü Avraam’ın karısı Sara kısırdı. Avraam ölecekti ve misyonu da onunla birlikte ölecekti. Ama öyle olmadı. Bir mucize gerçekleşti. Böylece Yahudi ulusunun mucize sonucunda ortaya çıktığını, tüm insanlık tarihi boyunca mucize eseri hayatta kaldığını ve en büyük imparatorluklardan daha uzun yaşadığını öğreniyoruz. Bunun nedeni, Yahudilerin benzersiz bir misyona, benzersiz bir tarihe sahip bir ulus olmasıdır. Yahudilerin başına gelen, diğer halkların başına gelmez. 2000 yıl boyunca milli bir anavatanı olmayan bir ulus olarak yaşamak normal bir şey değildir. İnsanlık tarihinde benzersizdir. 2000 yıl önce sizin olan yerde anavatanı yeniden kurmak normal değildir. İnsanlık tarihinde benzersizdir. Ve üçüncüsü: “Seni kutsayanı kutsayacağım ve seni lanetleyeni lanetleyeceğim ve senin aracılığında dünyadaki tüm aileler kutsanacak.” (Bereşit 12:3) Tanrı burada Avraam’a onun ve soyundan gelenlerin -Yahudilerin- Tanrı’nın koruması altında olacağını söylüyor. Yahudilere karşı iyi davranan uluslar ve halklar iyi durumda olacak. Yahudilere kötü davranan imparatorluk ve halklar kötü durumda olacak. Ve bütün dünya Yahudi halkı tarafından değiştirilecek. Bu, tarihin büyük ilkelerinden biridir. Batıdaki medeniyetlerin neredeyse hepsinin yükselişinin ve çöküşünün grafiğini, Yahudilere nasıl davrandıklarına bakarak çizebilirsiniz. Kuşkusuz bunun bir kısmı doğa üstüdür, İspanya veya Almanya olsun, Polonya, ya da Amerika olsun. Zaman içinde ilerledikçe bunu göreceğiz. Başka bir kısmı ise hiç de o kadar doğaüstü değildir çünkü ülkenizde yaşayan bir grup insan varsa -eğitimli, gayretli, kendini işine vermiş, sadık, yaratıcı, iyi bağlantıları olan insanlar- onlara iyi davranır, onların size anlamlı bir şekilde katılmasını ve katkıda bulunmasına izin verirseniz, ülkeniz bundan yararlanacaktır. Bu insanları ezer ve kovarsanız, ekonomik düşüş yüzünden ıstırap çekersiniz. Ama tabii ki bundan çok daha fazlası söz konusudur. Yani üçüncü bir ilke de vardır: ulusların ve imparatorlukların yükselişi ve çöküşü Yahudilere nasıl davrandıklarına bağlıdır. Bu şaşırtıcı bir fikir olmakla birlikte insanlık tarihinde açıkça kanıtlayabileceğiniz bir fikirdir. Yahudilerin dünya üzerindeki inanılmaz derecedeki olumlu etkisini görebilirsiniz. Bunların hepsinin en temel olanı, Yahudilerin şimdi demokrasi ile bağlantılı olan değerlere katkıda bulunmuş olmasıdır -Tora’dan gelen değerler: yaşama saygı, adalet, eşitlik, barış, sevgi, eğitim, sosyal sorumluluk, vb. Dolayısıyla Bereşit’teki bu üç pasuk’ta Yahudi tarihindeki ilkeleri çözecek anahtarı buluyoruz. Avraam’ın yolculuğu paradigmanın kendisidir. Kişisel yaşamı ve kendisinden hemen sonra gelenlerin yaşamı, Yahudi tarihinin ne olduğunun mini bir versiyonu, mikrokozmu olacaktır.


VAAT EDİLMİŞ TOPRAKLAR

Yahudi tarihi Bereşit Kitabı’nın 12. bölümünde Tanrı’nın Avraam’a ilk konuşması ile başlar ve Yaakov ile Yosef’in ölümü ile devam eder. Bereşit, Şemot Kitabı’nda bir “ulus” olacak olan İsrail “ailesi”nin gelişmesi şeklinde tanımlanabilir. Bu dizinin bir önceki bölümünde Tanrı’nın Avraam’ı yolculuğa gönderdiği zaman tarihte yer alan ilkeleri incelemiştik. Avraam Mezopotamya’da (bugünkü Irak) Ur Kasdim’de doğmuş, sonra babasıyla Haran’a (bugünkü kuzey Irak/Mezopotamya) göç etmiş, orada iken de ileride İsrail toprağı olacak olan Kenaan’a, Vaat Edilmiş toprağa gitme talimatı almıştı. Tanrı Avraam’a dedi ki: “Toprağından... sana göstereceğim toprağa git.” (Bereşit 12:1) Bu birçok kez tekrarlanan önemli bir beyan ve sözdür. Örneğin: O gün Tanrı Avraam’la bir anlaşma yaptı ve dedi ki: “Bu toprağı senin soyundan gelenlere verdim, Mısır’ın nehrinden büyük Fırat nehrine kadar. Kenitlerin, Kenizilerin, Kadmonilerin, Çitilerin, Perizlerin, Refaim’in ülkesi; Emoritlerin, Kenaanlıların, Gigaşitlerin ve Yevusitlerin.” (Bereşit 15:18-21) “Ve sana ve soyundan gelenlere, geçici olarak kalacağın toprağı, sonsuza kadar sahip olacağın tüm Kenaan toprağını vereceğim ve onların Tanrısı olacağım.” (Bereşit 17:8) Yahudiliğin Tanrı, Tora ve İsrail toprağı olduğunu söyleriz. İsrail toprağı bir bedel değildir. Tanrı Avraam’a “beni destekle ve eğer tektanrıcılık dünyaya yayılırsa sana iyi bir toprak parçası vereceğim” demedi. Tanrı Avraam ve ailesine İsrail toprağını, onun soyundan gelenlerin dünyaya örnek olacak bir ulusu yaratacakları bir laboratuar olarak verdi. DİNSEL OLARAK DUYARLI BİR YER İsrail toprağı özel bir yerdir; dünya gezegeninde Yahudi ulusunun misyonunu yerine getirebileceği tek yerdir. Örnek bir ulus başka hiçbir yerde oluşamaz. Dolayısıyla Yahudilerin toprakla ilişkisini anlamak önemlidir. Özel bir yer, tinsel olarak duyarlı bir yer, büyük potansiyele sahip bir yer olduğu için de insanın orada özel bir şekilde davranması gerekir. Yahudilere bu toprak sadece misyonları yüzünden verilmiştir. Misyonu terk ederlerse, toprağı kaybederler. Bu Yahudi tarihinde tekrarlanan çok önemli başka bir derstir. Aynı zamanda çok sık tekrarlanan kehanetlerden biridir: “Tora’ya uymazsanız toprak sizi kusacaktır.” Tora’nın ilk kısmı boyunca Tanrı sürekli olarak Yahudi ulusuna İsrail toprağını vermekten bahseder ve taahhüdünü teyit eder. 11. yüzyılın büyük Tora yorumcusu Raşi , Tora’nın ilk cümlesi hakkında bir soru sorar: Neden Tanrı işe evrenin yaratılışı ile başlar? Tora Yahudiler için bir teoloji kitabı ise, neden Yahudi ulusunun yaratılışı ile ve hemen ardından Mısır’dan çıkışın hikâyesi ile başlamaz? Yahudilerin bir ulus olması, Tora’yı almaları ve toprağa gitmeleri o zaman gerçekleşir. Raşi eski sözlü bir geleneğe göre, gelecekte dünya uluslarının Yahudi halkına “siz hırsızsınız” diyeceğini aktararak cevap verir. Toprağı Kenaanlı kavimlerden çaldınız. Dolayısıyla Tanrı Tora’yı evrenin yaratılışı ile başlatır ki dünyaya şöyle desin: “Ben evrenin Yaratıcısıyım. Her şey benimdir. İsrail toprağını Yahudi halkına vermeyi seçtim.” FETİH İDDİALARI Dünyadaki bütün öbür uluslar toprak iddialarını fethe dayandırır. Bir halk gelir (örneğin İngilizler veya İspanyollar) yerli halkı fetheder (örneğin Kızılderilileri), toprağı alır, oraya yerleşir, yeni bir isim takar (örneğin Amerika Birleşik Devletleri. “Güç doğru kılar”, tarihteki hemen her ulusun tarihi iddiasıdır. Ancak Yahudi ulusu iddialarını Tanrı’nın sözüne dayandırır. Bu manevi bir iddiadır çünkü Tanrı Tanrı’dır ve Tanrı tanım olarak gerçektir ve Tanrı tanım olarak maneviyattır. Tanrı Yahudi ulusuna İsrail toprağını verdi. Bu olmadan, modern İsrail devletinin ileri sürebileceği tek iddia daha güçlü olduğu ve toprağı Arapların elinden alabildiğidir. Bir din devleti olmayan ve çoğu zaman Yahudi değerlerinden çok uzak olan İsrail devletinin Tora’nın Yahudilere manevi bir iddia kazandırdığını idrak etmesi çok önemli ve temel bir husustu. Gerçekten de modern devletin kurucu ataları, dindar olmasalar bile Yahudi halkının Tora’dan kaynaklanan mirasının ve toprakla bağlantılarının son derece farkındaydılar. Ben Gurion modern, hatta laik İsrail devletini Yahudiliğe ve Yahudi geleneğine dayandırmanın gerekliliğini duyuyordu. (İleride bu dizilerde Siyonizm’den daha fazla söz edeceğiz.) YİŞMAEL Avraam Vaat Edilmiş Toprağa vardığında bir ikilemle karşı karşıya kalır. Karısı Sara kısırdır ve Avraam’ın bir çocuğunun olmasını istemektedir. Dolayısıyla Avraam’a bir kuma, Mısır’dan geçerken Avraam’ın kervanına katılan Hagar’ı, almasını önerir. Hagar Paro’nun kızıdır ve Sara’nın hizmetçisi olarak Avraam’la yolculuk etmeyi seçmiştir. Büyük insanların büyük hizmetçileri vardır. Dolayısıyla Avraam ikinci eş olarak Hagar’ı alır; ilişkilerinden Yişmael adında bir çocukları olacaktır. Yişmael Avraam’ın misyonunu sürdürmeyi istemeyecektir. Ayrılacak ve kendi soyunu kuracaktır. Bütün bunlar Tora’da, Bereşit Kitabı’nın 16. bölümünde kayıtlıdır. İnsanlık tarihinde, Yahudilik 2.000 yılı aşkın bir zamandır kurulmuş olduktan sonra ortaya çıkacak iki büyük tektanrılı inanç olacaktır: Hıristiyanlık ve İslam. İslam Arap halklarından kaynaklanan bir dindir. Araplar kendi geleneklerine ve Yahudi geleneğine göre Yişmael’ın soyundan gelir. Arap kültürünün önemli niteliklerinden biri misafirperverliktir. Tora bize Avraam’ın misafirperverliği ile ünlü olduğunu söyler. Dolayısıyla Yişmael’in Avraam’ın misyonunu sürdürmediği halde, büyük olmayı engellemenin elinde olmadığı ortaya çıkmaktadır. Kutsanmıştır. Tora Yişmael’in büyük olacağını ve medeni dünyanın geri kalanı ile arasının hep açık olacağını özel olarak belirtir. “Ona Yişmael adını vereceksin... Vahşi bir adam olacak; elleri hep herkese karşı olacak ve herkesin elleri ona karşı olacak; ve bütün kardeşlerinin varlığı ile yaşayacak”. (Bereşit 16:11-12) DOĞAÜSTÜ BİR BAŞLANGIÇ Yişmael’in misyonu sürdürmeyeceği açıkça ortaya çıktığında Tanrı o zaman 99 yaşında olan Avraam’a 90 yaşındaki Sara’nın hamile kalacağını söyler. Yitshak işte böyle doğmuştur, doğaüstü bir şekilde. Daha önce belirttiğimiz gibi, Yahudi ulusunu tanımlayan budur. Yahudiler hiçbir zaman olmayacaktı. Yahudiler hiç kuşkusuz hayatta kalmamalıydı ama kaldılar ve hâlâ buradalar. Sara hamile kalmadan önce Tanrı Avraam’a şöyle der: “Karın Sara sana bir oğul verecek ve ona Yitshak adını takacaksın. Onunla, soyundan gelenlerle sonsuza kadar sürecek bir akit olan akdimi yapacağım. Yişmael’e gelince... Onu kutsadım, onu verimli yapacağım ve fazlasıyla arttıracağım. On iki prensin babası olacak ve onu büyük bir ulusa dönüştüreceğim. Ama akdimi Sara’nın sana gelecek yıl bu zaman vereceği Yitshak’la yapacağım.” (Bereşit 17:19-21) Yani Yitshak Avraam’ın misyonunu, Yahudilerin misyonunu sürdürecek olan kişidir.
kaf_kef - avatarı
kaf_kef
Ziyaretçi
17 Eylül 2007       Mesaj #4
kaf_kef - avatarı
Ziyaretçi
YİSHAK

(yishak ve oğulları)
Tarih kendini tekrarlar. Avraam, Yitshak ya da Yaakov hangi kovuğu oyarlarsa onlardan sonra gelenler bu kovukta kalacaklardır.

Yahudi tarihine bir ailenin öyküsüyle devam ediyoruz. Tarih olarak M.Ö.18.yüzyıldayız ya da 3700 yıl öncedeyiz.


Şimdiye kadar Avraam’dan bahsettik. O dünyaya tek tanrıcılığı yayma misyonunu üstlenen ilk Yahudiydi. Onun ailesi de bu misyonu devam ettirecektir. Dünyaya Tanrı kavramını getirecek, insanlığı ideal düzeye yeniden yükseltecektir.

Avraam’ın farklı iki karısından iki oğlu olur. Mısırlı karısı Agar’dan Yişmael ve kısır olduğu sanılan karısı Sara’dan Yitshak. Babasının misyonunu devam ettirmeyi seçen Yitshak olur.

Burada Yisthak’ın hayatından öyküler anlatmayacağız. Üzerinde durmak istediğimiz daha sonra Yahudi tarihinde de göreceğimiz bir düzen. Çünkü daha önce söylediğimiz gibi babaların hareketleri çocuklarını bağlamaktadır.

Bir vagonun tekerlekleri toprak yolda giderken derin oluklar oluşturur. Bunlara bir kere tekerlekler saplandı mı çıkmak çok zordur. Eğer iyi bir düzen kurabilirsen içinde kalırsın, eğer kötü bir düzense yine ona takılırsın ve onu kırmak, dışına çıkmak çok zordur.

Avraam, Yitshak ya da Yaakov iyi ya da kötü nasıl bir düzen kurarlarsa onlardan sonraki nesiller de o düzenin içinde kalacaklardır. Tabii eğer oluşan olukları doldurmakla, yolu düzeltmekle, asfalt dökmekle ya da yeni taş döşemekle uğraşmazlarsa ki bu büyük bir iştir, tarihteki eski düzenlerde takılıp kalacaklardır.

TEKRARLAR

Yitshak’ın hayatında gördüğümüz bir olay, Avraam’ın yaşadığı bir durumun tekrarıdır. Bereşit Kitabı(20. Ve 21.bölümler) Avraam’ın Filistinlerin ülkesine gittiğinden ve onlarla bir süre yaşadığından bahseder. Ama bazı sorunları olur- örnek olarak onlar karısı Sara’yı almak istemişlerdir.

Yıllar sonra (Bereşit 26.bölüm) Yitshak aynı durumla karşılaşır. Israel’in kıyı şeridinde Filistinlerle yaşamaya başlar ve onlar karısı Rifka’yı almak isterler. Yine Yitshak’ın hizmetkarlarının Filistinlerin kralı Avimeleh’in hizmetkarlarıyla sorunları olur.

“ Yitshak gittiği zaman, Filistin için her şey kötüye gitmeye başlar, ekonomileri çöker.”

Sonunda ne olur? Filistinler Yitshak’ı kovarlar. Oysa Tanah’ın bize söylediği kadarıyla Yitshak bunu hakedecek bir davranışta bulunmamıştır. Bunun dışında Filistinler Yitshak’ın açmış olduğu kuyuların hepsini doldururlar. Bu ortadoğu gibi kurak iklimi olan ve suyun çok değerli olduğu bir bölgede mantıksız bir davranıştır.( Bu aslında antisemitlerin tarihte sürekli tekrarlanan bir davranışıdır. Yahudi varlığını silmek için kendilerine zarar verirler.)

Fakat sonra ilginç bir olay olur. Avimeleh Yitshak’a gelir ve “ görüyorum ki biz senin sayende zenginleşmişiz” der. Çünkü Yitshak gidince, Filistin’de herşey kötüye gitmeye başlar ve ekonomileri çöker. Hiçbir iş yolunda gitmez ve Filistinler farkederler ki bu Yahudiler gittikleri için böyledir. Böylece kral bir anlaşma önerir ve Yitshak’tan geri dönmesini ister.

Bu, tarihte Yahudilerin Yahudi olmayanlarla karşılaşmalarında hep gördüğümüz olaylar zinciridir. Önce Yahudiler genelde davet edilirler. Ülke Yahudilerin katkılarından dolayı çok iyi bir durumdadır. Sonra hiçbir neden yokken ülke Yahudileri kovmaya karar verir aynı zamanda kendi ekonomisine de zarar verir. Yahudiler kovulur, ülke zor durumda kalır. Bu hep böyle olur. Bu şizofreni gibidir-bir sevgi-nefret ilişkisi.

İKİZLER

Yitshak Rifka’yla evlidir. Rifka ikiz bebeklere hamile kalır. Zor bir hamilelik geçirir, ikizler kavga etmeye anne karnında başlamışlardır. Doğduklarında birbirleri arasında rekabet vardır. İkizlerin adları Yaakov ve Esav olur.

İkiz olmalarına karşın, Yaakov ve Esav çok farklı kişiliklere sahiptir ve fiziksel olarak da birbirlerine benzememektedirler. Tanah Esav’ı saçlı sakallı olarak tarif eder, Yaakov’u ise yumuşak ciltli. Esav bir avcıdır, hareket adamıdır. Yaakov ise bilgindir, hareket adamı değil.

Hikâyeden, Yitshak’ın Esav’ı ilk doğan olduğu için daha çok sevdiği anlaşılmaktadır. Esav sadece birkaç dakika daha büyüktür fakat ailenin mirasını devam ettirecek kişinin belirlenmesi açısından bu önemlidir.

Rifka ,Yaakov’un tarafını tutmaktadır. Tanah der ki kadınların içgüdüleri daha fazladır-“binah yeserah”. Bir çok kez Tora’nın öykülerinde erkekler, aptalca hatalar yaparken kadınlar doğru olanı yaparlar.

“Yitshak gibi büyük bir adam bir dua ettiği zaman, o dua manevi güçleri etkiler ve gerçeğe dönüşür.”

Yitshak yaşlandığı zaman oğullarına birer dua vermeye karar verir. İlk doğan oğlu olan Esav’a ek olarak özel bir dua daha yapacaktır.

Esav aslında ilk doğan(behorluk) duasını, babasının misyonunu devam ettirme sorumluluğunu istememektedir. Ama onunla birlikte gelen zenginlik ve güç duasını istemektedir. Ancak Rifka o duanın Yaakov’a gitmesi gerektiğini farkeder. Çünkü Yaakov bunu istemektedir ve Avraam gibi dünyayı değiştirebilecektir.

Böylece Esav babasının akşam yemeğini hazırlamak için ava çıkar. Bu sırada Rifka ne yapar? Yaakov’un kollarını keçi derisiyle sarar, bu şekilde Esav’a benzeyecektir. Kör olan Yitshak kandırılmış olur.

SEMBOLLER

Tanah’ın öykülerini basit ve birinci sınıf Pazar okulu seviyesinde okumak yanlıştır. Bu yaşlı kör bir adamın karısı ve oğlu tarafından kandırılmasının öyküsü değildir. Burada çok derin olaylar olmaktadır.

Yaakov Esav gibi giyinip babasının karşısına çıktığında, Yitshak şöyle der:

“ Ses Yaakov’un sesi, ama eller Esav’ın elleri.”(Bereşit 27:12)

Ses zekanın gücünü, ellerse hareketin, kılıcın gücünü simgelemektedir.

İhtişamın ve kılıcın gücüne sahip olan Esav’ın nesilleri Roma İmparatorluğu’nu, Tanah’ın deyişiyle Edom’u oluşturacaktır. Tabii dünyayı Hıristiyanlığa başka büyük bir monoteist dine döndüren de Romalılar olacaktır.( daha sonra Romalı Hıristiyanlarla doğudaki Ortodoks Hıristiyanları birbirinden ayrılacaklardır. Ve yine yıllar sonra protestan Hıristiyanları da ayrı bir mezhep olacaklardır.)

Burda yine Avraam’ın oğullarına bir gönderme görüyoruz. Esav da Yişmael gibi misyonu devam ettirmemiş ama büyük bir güç olmuştur.

“ Bu, kozmik mücadeleden başka bir şey değildir.”

Çok ilginç bir durum var burda. Kozmik mücadeleden başka bir şey değil. Bu ikili, Yaakov ve Esav anne karnında kavga etmeye başlarlar ve tarih boyunca da kavga edeceklerdir. Roma batı kültürünü oluşturur ve Yahudi ulusuyla kavga etmeye devam eder.

Bu hiçbir zaman adil bir savaş değildir. Roma her zaman fiziksel olarak daha güçlü olacaktır ama Yahudiler de zeka ve manevi açıdan daha güçlüdürler. Görüyoruz savaş burada başlamaktadır ve tarih boyunca sürecektir.

AMALEK

Avraam’ın soyundan gelenler ellerinde olmadan büyük kişiler olmuşlardır. Hepsi Yahudi olmasalar bile dünyada etkisi büyük bir toplum oluşturdular. Aslında Yahudilerin en büyük düşmanları yine bu aileden gelmektedir.

Yahudi ulusunun tarihteki en azılı düşmanı kimdi? Amalek ulusu. Bu ulus kötüdür ve günahı simgelemektedir. Tanah’ta da onları yeryüzünden silmek için bir emir vardır. Onların nefreti o kadar büyüktür ki ellerine bir şans geçse onlar Yahudi ulusunu yeryüzünden sileceklerdir.

Amalek ulusu Tanah’ın bize söylediği kadarıyla Yişmael’in soyundan birinin Esav’ın soyundan biriyle evlenmesi sonucu oluşur.(bereşit 36:2-4) Evlenen kuzenler Amalek adında melez bir düşman yaratırlar. Bu ulusun Yahudilere karşı hastalıklı bir düşmanlığı vardır.

Kabala’nın baş eserini, Zohar’ı yazan Ribi Şimon bar Yohay şöyle demiştir: Esav dünyanın gidişinden nefret eder. Yaakov ise dünyanın gittiği yolu temsil eder. Bu sözler Yahudilerle Esav’ın soyundan gelenler arasındaki ilişkinin deyim yerindeyse fizik kurallarıdır.

Sonunda Esav ve Yaakov karşılaşırlar. Yaakov duayı çalmıştır ve Esav geldiğinde neler olduğunu anlar. Baba Yitshak kandırıldığını farkeder ama kızmamıştır. Çünkü şimdi Yaakov’u hareket edebilecek ve misyonu devam ettirebilecek güçte görmektedir.

Rifka Esav’ın kızgınlığının kardeşini öldürmeye kadar varabileceğini görür ve Yaakov’u Harran’a yollar ve ordan kendine bir eş bulmasını söyler.

BAY BEYAZ

Harran’da Rifka’nın Lavan adında bir kardeşi yaşamaktadır. Lavan’ın kelime anlamı beyazdır.Bu isim Tanrı’nın espri anlayışını yansıtır, Bay Beyaz Tanah’taki en büyük sahtekarlardan biri olacaktır. Yaakov beş parasız dayısının kapısını çalar ve kuzini Rahel’e aşık olur. Onunla evlenmek ister fakat Lavan bunun için Yaakov’un yedi sene kendisiyle çalışmasını şart koşar. Yedi sene sonunda Lavan, Yaakov’u Rahel yerine ablası Lea’yla evlendirir. Rahel için yedi sene daha çalışması gerekir. Sonunda Yaakov’un 4 karısı olur: Lea, Rahel ve onların cariyeleri Zilpa ve Bilha. Sonra 12 oğlu ve bir kızı olacaktır.

Önceki nesillerden farklı olarak Yaakov’un bütün oğulları kendilerini misyona adarlar. Onlar dünyayı değiştirecek olan ulusun çekirdeğini oluştururlar.

"Yaakov Eretz Israel’e dönmesi gerektiğini anlar, çünkü bir misyonu vardır.”

Lavan Yaakov’u kendisine bağlamak ve hep çalıştırabilmek için elinden geleni yapar. Buna rağmen Yaakov büyük bir servet biriktirir. Bu da başka bir Yahudi özelliğidir. Elleri arkadan bağlı Yahudi kendisine bir fırsat verildiği zaman çok iyi bir duruma gelmeyi başarır , en zor iş koşullarında bile.

O zaman Yaakov Eretz Israel’e geri dönmesi gerektiğini anlar çünkü bir misyonu vardır. Tıpkı Avraam gibi Yaakov da bu topraklarda yaşaması gerektiğine inanıyordu.
Böylece sahip olduğu herşeyi alarak geri dönmek için yola koyulur.

REUNİON-BULUŞMA

Ve sonunda Yahudi tarihinde tekrarlanan bir sahneye daha geldik. Yaakov ve Esav’ın yeniden birleşmesi.

Eve dönüş yolunda Yaakov, Esav’ın onu 400 kişilik bir orduyla beklediğini duyar. Karşılık olarak, her zamanki gibi aklını kullanır ve hediyeler gönderir.

Sonunda karşılaşırlar. Esav Yaakov’u öldürmeye kalkmaz ama hala ondan nefret ettiği açıktır. “ kardeşim, seni yeniden burda görmek çok güzel. Benimle Har Sa’ir’e gel ve birlikte iş yapalım. Senin aklın ve benim gücümle bütün Ortadoğu’ya hakim olabiliriz.”

Kuşkusuz eğer bu ikili bir takım olsalardı, insanlık tarihinde önemli bir güç olurlardı. Romalıların fiziksel gücüyle Yahudilerin manevi ve zeka gücünün birleştiğini hayal edin.

Ancak Yaakov, “sen önden git ben seni yakalarım” der. Öyküden Yaakov’un hiçbir zaman Har Sa’ir’e Esavla yaşamaya gitmediğini biliyoruz.

Büyük Tanah yorumcularından Raşi, peygamber Ovadya’dan alıntı yaparak onların yeniden birleşeceklerini açıklar, günlerin sonunda. Yaakov manevi gücü temsil ederek Esav’a büyük fiziksel güce diyor ki: “ Ben sana izin veriyorum, önden git ve insanlık tarihine fiziksel olarak hakim ol. Fakat günlerin sonunda, aslan kuzuyla birlikte yaşadığında, biz biraraya geliriz. O zaman Yahudiler en üstte olacaklar.”

Bu Yahudilerin bütün dünyayı ele geçirip büyük bir imparatorluk kuracakları anlamına gelmez. En sonda bütün dünya tek bir Tanrı olduğunu anlayacak ve standard bir ahlak sistemiyle barış ve kardeşlik içinde yaşayacak. Yahudi misyonu işte o zaman gerçekleşecek ancak o zamana kadar Esav daha üstte olacak.

Tarihteki mücadele Yahudi fikirleriyle Esav’ın fikirleri ve yarattığı kültür arasında olacaktır. İşte bu kozmik bir mücadele: iyi kötüye karşı. Bu çok güçlü ve Yahudi tarihine hakim olan bir düşüncedir.
kaf_kef - avatarı
kaf_kef
Ziyaretçi
18 Eylül 2007       Mesaj #5
kaf_kef - avatarı
Ziyaretçi
YOSEF

Yosef’in hikayesi, Diaspora Yahudisi’nin klasik tarihsel hikayesini yansıtır. Fakir olarak gelen Yahudiler çok çalışırlar ve en üst seviyeye ulaşırlar Yaakov, - Lea ile evlendirilmek için kandırılmak yerine- amaçladığı gibi Rahel ile evlenmiş, Yosef de onun ilk oğlu gibi olmuştur. Yosef, Yaakov’un 11. oğlu olduğu halde, 12 kardeşinin de hayatını yönlendirir. Yosef’in hikayesinde muhteşem tarihi olaylar gözümüze çarpar. Başlarken şunu söylemeliyiz: Yosef, Yaakov’un en sevdiği karısından uzun süredir beklediği ilk çocuğu olduğundan ,ailede önemli bir konuma sahiptir. Babası, kendisine dikkat çekecek kadar fazla ilgi gösterir­ Yosef’e özel bir gömlek alır- bu da diğer kardeşlerin Yosef’i kıskanmalarına sebep olur. Fakat, kardeşlerin bu tutumlarını , her ailede ortaya çıkabilecek olağan bir durum şeklinde değerlendirmek yanlış olur. Bu insanlar kuşkusuz, hataya düşmüş olsalar da , ruhsal anlamda inanılmaz üst bir seviyedeydiler. Bu nedenle, burada olan olayları iyi bir şekilde incelememiz gerekmektedir. Yosef, rüyalar görür ve onları yorumlar. Öğrendiğimize göre, Yosef’in rüyaları yorumlamaya özel bir yeteneği vardır. Rüyaları da ,yorumları da tutarlı ve kehanet niteliğindedir. Mesela, kardeşlerine; birgün kendisi önünde eğileceklerini söylemiştir ki birkaç sene sonra bu olay söylediği şekilde gerçekleşecektir. Fakat, kardeşlerine göre, Yosef’in rüyaları yorumlaması megalomani sınırlarına varmaktadır. Kendilerinin dünyayı değiştirebilecek kişiler olduklarını bildiklerinden , Yosef’in tüm insanlığın geleceğini tehlikeye soktuğunu düşünürler. Ailelerinin geçmişini bildiklerinden her nesilde bir ‘kötü’ kişinin bulunduğunun da farkındadırlar. –İlk Yişmael, sonra Esav -. Böylece, kendi nesillerindeki kötünün de Yosef olduğuna kanaat getiriler. Onu öldürmeyi planlarlar fakat bunun yerine ,Yosef’i esir olarak satarlar. Güzel gömleğini alıp, keçi kanına bularlar ve babaları Yaakov’a gösterip Yosef’in vahşi bir hayvan tarafında parçalandığını söylerler. Bu arada, Yosef, Yişmaelitler tarafından kervanlarla Mısır’a getirilir ve orada, soylulardan Potifar’ın evinde hizmetçi olur. MISIR İMPARATORLUĞU Bu aşamada, Mısır’ın , tarihin bu noktasında varolan iki büyük medeniyet merkezlerinden ikincisi olduğunu ve nasıl bir gelişim içinde bulunduğunu göz önünde bulundurmamız gerekir. ( Bu merkezlerin ilki , bu serinin 3. Bölümünde anlattığımız Mezopotamya uygarlığıdır ) Mısır, bu zamanda, Nil Nehri çevresi dışında çölden oluşuyordu. Nil, dünyanın en büyük nehridir ve eğer Mısır’ın ortasında bulunmasaydı , ülke sadece kumdan ibaret olacaktı. Eski çağlarda, Mısır’ın sadece %3 ‘lük bölümü yaşanılabilir ve ekilebilir alanlardan oluşuyordu . Doğal korunakları sayesinde, Mısır tamamiyle dış etkilere kapalıydı ve fethedilmesi imkansız bir yerdi. ( Bir kez Hiksoslar, sonra Asurlular ve Büyük İskender Mısır’ı işgal etmiştir. Fakat bu da 3,000 senede sadece 3 keredir ) Mısır, insanlık tarihindeki en statik, ve uzun süre yaşayabilmiş uygarlıktır. Ve görünüşte de değişmemiştir. Bir Mısır’ın 3,000 senede ne kadar değiştiğini ve bir de modern yaşamın sadece birkaç yüzyılda ne kadar geliştiğini düşünün. Bir toplumun bu kadar durgun oluşu akıl karıştırıcıdır . Bunun nedeni de büyük ölçüde Mısır’ın coğrafyasıyla ilgilidir . Mısır uygarlığının ne zaman kurulduğuyla ilgili elimizde kesin belgeler bulunmuyorsa da , erken Bronz çağında , MÖ 3,300 yılları sırasında ortaya çıktığı sanılıyor. Piramitlerin mühendislik bilgilerini düşünürsek,Mısırlılar’ın ne kadar sofistike bir kültür olduklarını görebiliriz. ‘ Keops ‘ olarak bilinen büyük piramit Khufu, 13 akrelik alanı, 500 feet yüksekliği ve 5 milyon tonluk taşlarıyla şimdiye kadar inşa edilmiş en büyük piramittir. Ve bu piramit, demir aletleri bile bulunmayan kişilerce inşa edilmiştir. Piramitleri nasıl yaptıkları hakkında hiçbir fikrimiz yok. Büyük taş bloklarının yukarıya kadar çıkarılmalarını sağlayan , engin mühendislik bilgilerine, ve kusursuz taş kesim işçiliğine sahip oldukları açıktır. Makaralara, kaldıraçlara ve önemli bir kas gücüne sahiptiler. Keops’un inşa edilmesi için 100,000 işçinin 30 sene çalıştığı tahmin ediliyor. Bir mabedi inşa etmek için neden bu kadar çaba sarf etmişler ? Bunun nedeni, Mısırlıların aynı zamanda ruhsal anlamda da bilgili olduklarıdır. Onların yoğun manevi hayatlarını göz ardı etmemsi imkansızdır. Ölümle ilgilenirlerdi ve bu nedenle mumyalama teknikleri de mükemmeldi. Kutsal kitaplarının adı da ‘ Ölüm Kitabı’ idi. Sürükleyici bir kitap olsa gerek … Mısırlılar, Firavunun yaşayan bir tanrı olduğuna , mutlak gücü elinde bulundurduğuna ve Firavunun ölümden sonraki yaşamının , tüm Mısır’ın geleceğini etkileyeceğine inanırlardı. Bu nedenle, mezarlarının mükemmel olması , doğru hediyelerin sunulması, ölümden sonraki yaşamına iyi bir şekilde gitmesinin sağlanması gerekmekteydi. Aksi takdirde işler, herkes için kötü gidebilirdi. Bu da, Mısır halkının esas amacının neden Firavunları için olağanüstü mezarlar inşa etmek olduğunu açıklar. Tabii ki, bu sofistike uygarlık , Judaizm ile zıt karakterdeydi, çünkü Mısırlılar putlara tapıyorlardı. Eski Mısır’da 2.000 farklı tanrıya taparlardı. Hipopotam, şahin,ve timsah başlı tanrıları vardı. Mısır uygarlığı, putlara tapınmayı en uç noktalara götürmüştü. – kendileri açısından çok ruhani ve dindarlardı ama aynı zamanda inançları tamamen maddeciliğe, puta tapınmaya dayanıyordu. İlkel, aptal veya batıl inançlara sahip kişiler değillerdi. Manevi gücün farkındaydılar ve putların gücüne inanmış çok bilgili insanlardılar. Mısır, putların ülkesi olduğu kadar, ahlaksızlığın da ülkesiydi. . Yani, Yosef’in böyle bir ortama girmesi kötü bir haber. Hem de çok kötü bir haber… BİR ESİR EN ÜST NOKTAYA YÜKSELİR Ailesinden erken yaşta kopartılan Yosef, ahlaksız bir toplum içinde büyük bir dezavantaja dönüşebilecek bir özelliğe sahipti: Kendisi çok yakışıklıydı. Ve de sahibi Potifar’ın karısı, kendisini çok çekici buluyordu. Bunun yanında, Yosef kendini sürekli geliştiriyordu. Çok zeki ve çalışkandı. Başta sadece genç bir hizmetkarken , Potifar’ın evinde uşakların başına kadar yükselmeyi başarmıştı. Bu, Diaspora’daki Yahudiler’in klasik tarihsel gelişimleridir. – Fakir olarak gelirler, kötü bir durumla ilgilenirler, çok çalışır ve en üst noktaya yükselirler. Bu arada, Potifar’ın karısı, Yosef’in kendisini reddetmesinden hoşnut değildir. Bir ara, herkesin ulusal bir kutlama için evden çıkmış olduğu bir zaman, Yosef’i kıstırıp , giysilerini parçalamaya çalışır. Yosef kaçarken de Potifar’ın karısı , sanki tecavüze uğramış gibi çığlık atar. Potifar eve gelir. Potifar’ın ,karısına inanmadığı bellidir, çünkü eğer inanmış olsaydı, Yosef’i hemen o anda öldürürdü. Onun yerine Yosef’i hapse atar. İşte Yosef, hizmetkarların başıyken, birden yine en alt seviyeye inmiştir. Bu , Diaspora’daki bir Yahudi’nin halidir. Yahudiler, bir ülkeye gelir, yükselir, ve kovulurlar. Ve yeniden, başka bir yerde, en alt konumdan başlarlar. Yosef, şimdi hapishanededir ve kısa sürede baş gardiyan olur. Tüm hapishaneyi yönetmektedir. Bu aşamada yine klasik bir Yahudi insanını görüyoruz… Hapishaneye, günün birinde Firavunun şarapçısıyla ekmekçisi de atılır. Ve bu kişiler rüyalar görür. Yosef’in rüya yorumlama konusunda ne kadar usta olduğunu biliyoruz ve onların rüyalarını da yorumlaması , şarapçıya firavunun kendisini affedip eski yerine geri getireceğini , ekmekçiye ise öleceğini söylemesi şaşırtıcı değildir. Ve söyledikleri de kelime kelimesine gerçekleşmiştir. FİRAVUNUN RÜYASI Bu sefer, firavunun kendisi birkaç rahatsız edici rüya görür. Rüyasında Nil’in içinden çıkan yedi şişman inek , yedi sıska ineğe dönüşür. Bir başka rüyada da yedi dolu buğday sapı , cılız , kuru buğdaylar haline gelir. Bu rüyalar, kendisini çok rahatsız eder. Ve inanın ki, dünyada yaşayan tanrı olduğuna inanılan firavun , uyuyamazsa, Mısır’da başka kimse uyuyamaz. Firavun, tüm sihirbazlarını , falcılarını ve astrologlarını uyandırır fakat hiçbiri rüyaların ne anlama geldiğini anlayamaz. Bu anda şarapçı firavuna: “ Hapishanede, rüyaları yorumlayabilen Yahudi bir esirin olduğunu hatırlıyorum .” der. Bu arada, şu hikaye, Yahudiler’in üstün başarısının hikayesidir. Yosef’i hapishaneden çıkartırlar, yıkarlar,tıraş ederler,ve tüm bunların sonunda firavunun huzuruna çıkartırlar. Rüyayı duyduğunda Yosef, firavuna şöyle der: “ Yedi yıllık bir bolluktan sonra, yedi yıllık kuraklık baş gösterecek.” “ Ne yapmalıyım? “ diye firavun sorunca da Yosef : “ Bolluk zamanında, kurak geçecek yedi yıl için buğday depo edin, böylece zor zamanlarda yiyecek bir şeyler olacaktır.” der. Firavun da, “Madem sen düşündün, bu işi de yapacak olan sen ol” der. İşte Yosef bu şekilde firavunu baş danışmanı olmuştur. Mısır’ın altyapısal görev dağılımındaki en güçlü ve imparatorluktaki en yetkili insan artık Yosef ‘tir. Hapishaneden danışmanlığa yükselmiştir. Ve sonra da evlenir, Potifar’ın kızı Osnat ile… Kuraklık başlamadan Yosef’in iki çocuğu olmuştur: Menaşe ve Efrayim. Bu güne kadar, dindar Yahudiler, çocuklarını , Şabat geceleri Menaşe ve Efrayim gibi olmaları için kutsarlar. Neden ? Öncelikle, Tora’daki diğer kardeşlerin – Kayin ve Evel, Yitshak ve Yişmael, Yaakov ile Esav- aksine, bu iki kardeş birbirlerini çok severler ve birbirlerinin başarılarını kıskanmazlar. İkinci olarak, bu iki çocuğun, firavun danışmanın oğulları olarak yetiştirildiğinden, asimile olmaları veya şımarık olmaları beklenirken, tam tersine böyle bir ortamda bile,onlar , Yahudiliklerine çok bağlı olarak yetişmişlerdir. Yosef şimdi danışmandır ve eski rüyaların gerçekleşme zamanı gelmiştir. Yosef , bunu kardeşleri kendi önünde eğildiği zaman anlayacaktır. Ve bu da birazdan gerçekleşecek olaydı.

kaf_kef - avatarı
kaf_kef
Ziyaretçi
18 Eylül 2007       Mesaj #6
kaf_kef - avatarı
Ziyaretçi
YOSEF VE YAAKOV'UN OĞULLARININ BİRLEŞMESİ

Yosef, nesiller boyunca , ailenin kardeşler arasında bir nefret yarattığını fark etmiştir. Bu durumu düzeltmek için , büyük bir sınama planlayıp ,sahnesini hazırlar… Tora’da tam Yosef’in hikayesinin ortasında çok ilginç bir olay meydana gelir. Birdenbire hikaye durur. Yosef’i bir süreliğine Mısır’da bırakırız ve Kenaan’da yaşayan 12 kardeşin 4.sü olan Yeuda ile devam ederiz. Ve tam bu anda neden birdenbire Yeuda’nın hayatının bu bölümünün anlatıldığını da anlayamayız. ( Bereşit kitabı, 38. Bölüm ) Yeuda’nın 3 oğlu olduğunu ve en büyüyünün de Tamar adında bir kadınla evli olduğunu öğreniriz. En büyük oğlan ölür. Ve Yahudi yasalarına göre Tamar’la ikinci büyük oğlan evlenir. O da ölür. Tamar , diğer kardeşle evlenecekken Yeuda bunu durdurur. Tamar, Yeuda’nın kanunlara uymayacağını anlar ve kendisinin de çocuksuz bir şekilde yaşlanıyor olduğunu fark edince, kontrolü eline almak ister. Tora’nın anlattığına göre Tamar bir ****** kılığına girerek Yeuda’yı kandırır. Yeuda, hizmeti karşılığında Tamar’a bir keçi önerir.Bu arada Tamar, Yeuda’nın eşyalarını ve mührünü alır. Yeuda, keçiyi vermek için geldiğinde ‘****** ‘ortalıklarda yoktur. Bu olaydan kısa bir süre sonra, Tamar’ın hamile olduğu anlaşılır ve yarattığı bu karışıklık yüzünden ölümle cezalandırılır. Buna rağmen, Tamar , Yeuda’nın çocuğun babası olduğunu söyleyerek onu utandırmaz. Bunun yerine, eşyalarını ve mührünü bir istekle geri gönderir: “Lütfen bunların ait olduğu kişiyi tanıyın” . Bu sözcükler, Yeuda’nın , babası Yaakov’a , Yosef’i esir olarak sattıktan sonra söyledikleriyle aynıdır. O zamanlar,Yosef’in gömleğini alıp keçi kanına bulamışlar ve Yaakov’a vermişler, Yosef’in vahşi hayvanlar tarafından parçalandığını söylemişlerdi. Kendi hatasını hatırlatan bu sözcükleri duyunca Yeuda: “ Tamar benden çok daha ahlaklı bir insandı” diye bir itirafta bulunmuştur. Suçunu kabul ederek, Yeuda, Tora’da sorumluluğu üstlenen ilk kişi olmuştur ve samimi olarak kalben yapılan pişmanlığın sembolü haline gelmiştir. Bu olayda, kendisi Yahudi bir lider modelidir ve gelecekteki krallık da Yeuda’nın soyundan gelecektir. Kral David ve Kral Şlomo , gelecekteki Maşiah gibi onun soyundan geleceklerdir. Aslında Yahudiler, Yeuda’dan sonra ‘Yahudi ‘olarak anılmaya başlanacaktır. Şimdi de hikaye, diğer kardeşlerin pişmanlıklarına ve Yosef’le birleşmelerine sahne olacaktır. KURAKLIK Bu arada, kuraklık gelip çatar. Kuraklık, sadece Mısır’ı değil, tüm Ortadoğu’yu etkisi altına almıştır ve Mısır , – ileri görüşlü Yosef sayesinde – buğday depolayan tek ülkedir. Yaakov, oğullarını alışveriş için gönderir. Sadece, Yosef’in öz kardeşi, ve en sevdiği karısı Rahel’in diğer oğlu Binyamin’i yanında tutar, çünkü onu hiçbir şekilde riske atmak istememektedir. Kardeşler, Mısır’a gelirler. Danışmanın önünde eğilirler ve aslında onun seneler önce esir olarak sattıkları kardeşleri olduğunu anlayamazlar. Ne de olsa, Yosef , Mısır’lı gibi giyiniyor, Mısır’lı gibi yürüyor ve Mısır’lı gibi konuşuyordu. Yosef, , nesiller boyunca ailenin kardeşler arasında bir nefret oluşturmuş olduğunu fark eder. Ve artık bundan kurtulmanın gerektiğini düşünerek , bunun için tek çözüm yolunun da pişmanlıktan geçtiğine karar verir. Yahudilik’te pişmanlık ,kendini aynı durumda bulduğun zaman, hatanı tekrar etmemek demektir. Değiştiğini göstermektir. Yosef de, o an, kardeşlerini yeniden aynı duruma sokmak için çok iyi bir fırsat olduğunu düşünür. SINAMA Böylece, Yosef kardeşlerini casus olmakla suçlar. Onlar ise, casus olmadıkları konusunda ısrar ederler , sadece kardeş olduklarını, evde bir kardeşleriyle babaların da bulunduğunu anlatmaya çalışırlar. “Eğer bu söyledikleriniz doğruysa” der Yosef, “eve gidip kardeşinizi buraya getirin.” Şimdi hepsi birden başlarına bu olayın, eskiden kardeşleri Yosef ‘e yaptıkları için geldiğini kavramaya başlar. Ve şimdi de Binyamin’i getirmek zorundadırlar. –Eğer ona bir şey olursa, babalarının bunu kaldıramayacağının hepsi farkındadır. Fakat Yosef ısrar eder ve onların geri gidip kardeşlerini getirmesini sağlar. Sonra, Binyamin’in çantasına gümüş bir kadeh koyar ve onu hırsızlıkla suçlar. Fakat, tüm kardeşleri salıverip sadece Binyamin’i esir alarak cezayı çekmelerine karar verir. İşte bu sınamadır. –Kendilerini kurtarmak için kardeşlerine sırt mı çevireceklerdir? Fakat onlar artık değişmişlerdir ve aynı hatayı bir kez daha tekrarlamayacaklardır. Yeuda sertçe tartışır ve kardeşi Binyamin yerine kendisinin esir olarak alıkoyulmasını ister. Bununlar birlikte Yosef ağlamaya başlar ve sonunda gerçek kimliğini açıklar: “ Ben Yosef’im. Babam hala hayatta mı?” Kardeşlerin şok olmuş bir halde, yıllardır kayıp olan , şimdi de danışman olan kardeşlerine bakmaları Tora’daki en muhteşem anlardan biridir. İLAHİ PLAN Bundan sonra Yosef, Yahudi tarihini anlamak açısından yapılan en önemli açıklamalardan birini yapar: “ Şimdi endişelenmeyin, Beni buraya sattığınız için kendinize kızmayın.Tanrı , beni sizlerin önüne çıkardı. 2 senedir kuraklık var bu topraklarda ve önümüzdeki 5 yıl da tarlalarda ne ekin olacak , ne hasat.Tanrı, sizin yaşamanızı garanti altına almak için beni önünüze çıkardı.Beni buraya getiren siz değil, Tanrı’dır ve, Tanrı beni firavunun babası ve tüm eviyle Mısır’ın başı yapmıştır.” ( Bereşit 45: 5 – 8 ) Rabiler’in Yahudi tarihini açıklayan en önemli sözlerinden biri ,“ hastalıktan önce çaresini yartır” sözleridir. Bu dizinin başında, tarihi , bir amaçla kontrol edilen süreç olarak açıklamıştık. Kararlarımız bir fark yaratır fakat bizlere , amaçlanan sona ulaşacağımıza dair söz verilmiştir. Buna göre, hangi yolu seçersek seçelim , Tanrı her zaman kendi amaçlarına ulaşacaktır. Küçük parçaları yerlerine yerleştirecektir. Olaylar gerçekleşirken, küçük parçaların yerlerine nasıl tam olarak oturduğunu göremiyoruz fakat herşey bittikten sonra tüm olayların bir nedeni olduğunu anlayabiliyoruz. Tanrı’ya inanılmaz bir güveni olan akıllı Yosef, köleliğinin İlahi bir planın bir parçası olduğunu anlamıştı , çünkü bu olay çok büyük kozmik tarihi bir sürecin bir bölümüydü. YAP – BOZ BULMACASI Yahudi tarihi dev bir yap-boz gibidir. 6.000 parçası vardır. Her bir parça 1 yıl demektir. Ve kapağında , yap- bozu tamamlayınca neyin oluşacağını size gösteren bir kutu yoktur elinizde. İlk bir kaç parçayı yerlerine yerleştirmek için – Yosef’in yaptığı gibi - çok büyük çaba harcamak gerekir. Fakat ilerledikçe – bazı şeyler gerçekleşmeye başlar: Resim oluşmaya başlar, her şey birbirine uymaya başlar, dışarıda kalan bir parça olmaz , sona yaklaştıkça işiniz kolaylaşır. Bu insanlık tarihi ve pek tabii ki de Yahudi tarihidir. Her şey birbirine uyar ve hiçbir şey kaza değildir. Her şeyin bir nedeni vardır. Ve geriye dönüp baktığınızda her olayın ne kadar mantıklı olduğunu ve uyum sağladığını görebilirsiniz. Yosef de bunu görmüştür. Babasına haber yollamış, Yaakov da mutluluktan dört köşe olmuştur. Yıllarca oğlunun ölmüş olduğunu düşündükten sonra, dramatik bir birleşme , karşılaşma yaşamışlardır. Tüm Mısır, danışmanlarının ailesini görebilmek için onları karşılamaya gelmişlerdir. Hepsi de Yosef’in kehanetleri doğru çıktığı için, onun önünde eğilmektedir. Daha sonra, firavun, tüm aileyi yaşamaları için Mısır’a davet eder. Ve onlar Mısır’a gelip beraberce yaşamaya başlarlar. Tora, Yaakov ,12 oğlu , karıları ve çocukları da dahil olmak üzere 70 bireyin Mısır’a girdiğini söyler. Yahudi ulusunun çekirdeği, Mısır’a ulaşmışlardır. Ve yine, bir diaspora ülkesine gelen Yahudi kitlesiyle karşılaşıyoruz. Mutlulukla karşılanmışlardı. Goşen topraklarında en güzel araziler onlara verilmişti. Mutluluk ve zenginlik içinde yerleşmişlerdi. Her şey çok güzel bir şekilde devam ediyordu, ta ki Mısırlılar, onların çok rahat bir şekilde yaşadıklarını fark edinceye kadar. Fakar burada ,Bereşit kitabı son bulur. – Yaakov ve Yosef’in ölümleriyle – Her şey hala iyidir. Ortaya çıkacak problemler Exodus- Şemot- kitabında anlatılacaktır.

kaf_kef - avatarı
kaf_kef
Ziyaretçi
19 Eylül 2007       Mesaj #7
kaf_kef - avatarı
Ziyaretçi
MOŞE



En büyük çelişkilerden biri: Yahudi ulusunun kurtarıcısı, en büyük Yahudi düşmanlarının evinde yetiştirilmişti. Kuşkusuz, Exodus, yani çıkış hikayesi , Yahudi tarihindeki en önemli olaylardan biridir. Mikro kozmozda, gelecekte olan olayların küçük bir modelini oluşturmuştur. Salıncakta bir aşağı bir yukarı giden olayları tarih boyunca sürekli görmeye devam edeceğiz. Genel olarak, en üst noktada, Yahudiler yükselmişler, en alt noktada ise, düşüşe uğramışlardır. Exodus hikayesi, nasıl Yahudilerin iyi bir durumdayken ,( Mısır’a firavunun kendisi tarafından kabul edilmişlerdi ) çok kötü şartlar içine girdiklerini ( Köle olmuşlardı ) ve daha sona ruhani değerlerin en üst noktasına ulaştıklarını ( Allah tarafından kölelikten kurtarılmışlar ve Sina Dağı’nda Tora’yı almışlardı ) anlatır. Exodus hikayesinin başladığı noktada, Yosef zamanında Mısır’a 70 kişilik bir grup olarak gelen Yahudi ulusu 3 milyon kişi olmuştu. Bu gözüktüğü gibi inanılmaz bir rakam değildir. Tek yapmanız gereken her ailenin 12 çocuğunun olduğunu varsaymaktır. ( Tıpkı Yaakov’un çocukları ve bugün İsrael’de yaşayan çok dindar Yahudi ailelerinde olduğu gibi ) 5 nesilde bu sayıya kolayca ulaşılacağı hesaplanabilir. Yahudiler’in hızla çoğalması Mısırlılar’ı tedirgin etmişti. “ Yahudiler çok fazla, gelecekte bizlere karşı ayaklanacaklar”diye düşünmeye başlamışlardı. Bunun üzerine firavun da soykırımı çağrıştıran bir karar alır: Tüm yahudi oğlanları öldürülecektir! . ( Bu klasik antisemitik olayların gelişim aşamalarıdır- Diaspora’daki Yahudi her zaman yaşadığı ülkeye bağlıdır fakat yine de hiçbir zaman ikiyüzlülükle suçlanmaktan kaçamaz. ) Bu sırada Moşe doğar. Ailesi ilk önce onu saklamaya karar verir, fakat birkaç ay sonra, yakında yakalanacaklarını anlarlar. Daha sonra, annesi, bir şekilde oğlunu kurtarmak için onu su geçirmeyen bir sepete koyduktan sonra, Nil nehrinin sularına bırakır. Hepimizin bildiği gibi, onu kurtaran kişi firavunun kızından başka kimse değildir. En büyük çelişkilerden biri ! Bu planın bir parçasıdır. Önceden belirtildiği gibi, ilaç, hastalıktan önce yaratılmıştır. Bu klasik olaylara başka bir örnektir. Bu olay insanın aklına bir soru getirir: Yahudi milletinin kurtarıcısı, Yahudiler’e düşman olan bir milletin evinde mi yetiştirilecekti? Bunun modern bir versiyonu , Nazi Almanya’sından atılacak bir çocuğun Adolf Hitler’in torunu olarak yetiştirilmesi olurdu herhalde. Buradaki olay da tıpkı bunun gibidir. Modern haliyle düşündüğümüzde Moşe’nin sarayda büyütülmesinin ne kadar ters olduğunu daha iyi anlayabiliriz. MISIR TARİHİ Bu arada, hikayenin bu kısmındaki firavun kimdir ? Yahudi takvimini, dünyanın bugün kullandığı Miladi takvime çevirirsek, Exodus olayı, MÖ 1314- 1313 yılları arasında gerçekleşir. Fakat bu tarih bizi yanlış yönlendirebilir. Öncelikle,modern dünya tarihinde kullandığımız Mısır kronolojileri , insanlık tarihinin en eski uygarlıkları olan Mısır ve Asur krallarını tahmin etmeye çalışan bilim adamları tarafından sadece geçen yüzyıl derlenmiştir. Bu kronolojilerde , çoğunlukla eğitimli tahminlerden oluşmuştur . Eski Mısır hakkında herhangi bir kitap açtığınızda, farklı firavunların ne zaman başta olduğuna dair birçok farklı tahminle karşılaşırsınız. Genel olarak Exodus olayıyla eşleştirilen firavunlar Seti ve Ramses’tir. Ramses II, kuşkusuz döneminde en fazla yapı inşa ettiren firavundur. Ve Tora’nın da Yahudiler’in Piton ve Ramses şehirlerini inşa ettiklerini belirtmesi ilginçtir. (Şemot 1:11 ) Tabii ki, onların bu şehirleri inşa etmeleri 116 yıl almıştır. Bu arada da birden fazla firavunun başa geçmiştir. Şaşırtıcı olay, Ramses’ten sonra Mısır’da 10 senelik bir kaos döneminin yaşanmış olmasıdır. Bu elimizdeki kaynakların aktardığı bilgilerdir. Aslında, Mısır, 10 doğaüstü bela ile yok edildiyse bu durum bilimsel tarihsel kaynaklarla da örtüşmektedir. Bu belalardan sonraki birkaç sene durumun iyi olmaması doğaldır. Ramses’ten sonra başa geçen firavunun adı Merenptah idi ve MÖ 13. yüzyılın sonundan 12. Yüzyılın başına kadar Mısır’ın başındaydı. İlginç olan, onun zamanından , günümüzde ‘ İsrael Stele ‘ denilen bir tabletin bulunmuş olmasıdır. Bu tablette, Firavun Merenptah’ın Kenaan , Sina/İsrael bölgesindeki , kampanyalarından bölümler vardır. Bu da ‘İsrael’ in Tora’dan başka bir kaynakta görüldüğü ilk yerdir. 3,200 yıllık bir buluntudan söz ediyoruz. Bu da, Yahudi tarihinde Exodus’tan sonraki bir döneme rast gelmektedir. Tablette neler yazılıdır ? “ İsrael bir dul. Artık tohumları yok., Yahudi insanları sildik, artık onlar yok .” Bu şu anlama geliyor: 1. Mısırlılar, tarihsel olayları belgelerken yalan söylemişler . 3,200 yıl sonra daYahudiler burada, hala hayattadırlar. Mısırlılar , Yahudileri yok etmemişlerdir. Yahudiler, Mısır’ı terk etmişlerdir. ( Eski toplumlarda, resmi belgelerde, baştaki firavunu kızdırmamak için yalan başarılar yazıldığından bu olay, şaşırtıcı değildir. ) 2. Tarihin bu döneminde, Yahudilerin Kutsal topraklara girdiği zaman, başka ülkelerin belgelerinde İsrael adının geçtiği hakkında sağlam kanıtlarımız var. Bu da arkeolojik açıdan önemli bir buluntu. MISIR PRENSİ Moşe, firavunun torunu olarak yetişir. Firavun , o zamanlar her kimse, dünya üzerindeki en gelişmiş uygarlığın yöneticisi olarak dünya üzerindeki en güçlü kişidir. Moşe, tamamen asimile olup şımarık bir Mısır’lı gibi büyüyebilirdi. Fakat firavunun kızı, Moşe’nin annesini çocuğun bakıcısı olarak işe almıştı , böylece Moşe de hiçbir zaman Yahudiler’le bağlarını koparmamış oldu. Bu nedenle ,günün birinde Mısır’lı bir nöbetçinin Yahudi bir işçiyi dövdüğünün gördüğünde , buna dayanamayıp, Mısırlı nöbetçiyi öldürmesi şaşırtıcı değildir. Bu olay kulaktan kulağa yayilınca, Moşe canını kurtarmak için kaçmak zorunda kalır. Sina yarımadasının diğer tarafındaki Midyan şehrine kaçar. Orada, Moşe, Yitro ile karşılaşır ve kızlarından biriyle evlenir. Moşe’nin karısının ismi Tziporah’tır ve Tora, onun siyah olduğunu söyler. Moşe’nin Gerşon ve Eliezer adında iki oğlu olur. ( Haklarında fazla birşey duymayacağız ) , daha sonra da çoban olur. Bu açıdan, Yahudiler’in en büyük atalarının da örnek almış olur: Avraam, Yitshak ve Yaakov ve Yaakov’un 12 oğlunun hepsi çobandılar . Aklımıza şöyle bir soru gelebilir: Neden Yahudiler’in liderlerinin birçoğu çabandı ? Eğer çobanları , işleri sırasında izlediyseniz, birçoğunun bir kösede oturup hayal kurmaktan başka birşey yapmadıklarını görmüşsünüzdür. Bir çobanın düşünmek için çok zamanı vardır, bu da peygamber olabilmek için en fazla gereken şeylerden biridir. İnsanın kendi kendini daha üst bir konuma ,fiziksel gerçekliğin ötesinde sonsuzla ilişki kurduğu yüksek bir boyuta yükseltebilmesi için çok çalışması ve çok düşünmesi gereklidir. Özellikle de düşünmek için zamana ihtiyaç vardır. Yahudi liderlerinin çoban olmalarının bir başka sebebi de çobanların , büyük bir grup canlıyla ilgilenip , onları yönlendirmeleridir. Yahudiler’in başında olup onları yönlendirmek, dünyadaki en zor iştir. Yahudi tarihinden öğrendiğimiz en büyük derslerden biri, Yahudiler’i birleştirmenin ve dünya üzerindeki bu en bireysel toplumu bir arada tutmanın en zorlayıcı işlerden bir olduğudur. Çoban olma, da bu görev için iyi bir alıştırmanın yapılmasını sağlar. YANAN ÇALILAR Bir gün Moşe, koyunlarını otlatırken, yanan bir çalı görür. Moşe’nin hikayesi , yanan çalı ileTanrı’nın Moşe’ye göründüğünden bahseder ve birçok derin anlamlar içerdiğinden son derece değerli ve önemlidir. Fakat bizler , Yahudi tarihini analiz ettiğimizden , yanan çalıları Yahudi insanlarla eşanlamlı tutacağız. Oradaki çalılar yanıyordu , fakat çalı ateş tarafından yok edilmiyordu. Yahudi ulusu da , her zaman yok olmanın eşiğinde görülmüş fakat her zaman varolmayı sürdürmeyi başarmıştır. Başka bir açıdan, Yahudiler’in Tora’nın ateşiyle , dünyayı değiştirecek bir ideolojiyle yandıklarını söyleyebiliriz. Moşe, yanan çalıda Tanrı’yı gördüğünde Allah, kendini birçok kez , sonsuz bir anlaşma yaptığı ataları Avraam, Yitshak ve Yaakov’un Tanrı’sı olarak tekrar tekrar tanıtır. ( Şemot, Exodus 3:6, 3:13,3:15,3:16,4:5 ) Bu son derece önemli bir bölümdür , çünkü Yahudi tarihinin gelecek dönemlerinde birçok insan ortaya çıkıp - örneğin Hristiyanlar-Tanrı’nın Yahudiler ile yaptığı anlaşmayı bozduğunu ve kendileriyle yeni bir anlaşma yaptığını ( Yunanca, ‘yeni Ahit’ ) öne süreceklerdir. Fakat Tanrı, ‘sonsuza kadar sürecek ‘ anlaşmayı Avraam, Yitshak ve Yaakov’la yapmış ve bu birçok kez farklı zamanlarda yenilemiştir. Öğreniyoruz ki, Tanrı’nın ,insanlık hakkında çok önemli planları vardır ve Yahudiler de bu planda önemli bir yere sahipler. Bu noktada, Tanrı Yahudiler’i Mısır’dan çıkarmaya karar verir. Yahudiler’i Mısır’a getirenin de Tanrı olduğunu aklımızdan çıkarmamak önemlidir. –Yani Tanrı olabilecek hem iyi hem de kötü olaylardan sorumludur. Talmud, iyi şeylerin yanında, kötüleri için de şükretmemiz gerektiğini söyler. Bir insan öldüğünde, dindar bir Yahudi “gerçek yargıç tarafından kutsanacak “ der, çünkü bizler her zaman fark edemesek de , Tanrı’nın yaptığı her şey bir planın parçasıdır . Bazen, insanları , kötü bir durum içine sokar ki, dünya üzerindeki görevlerini gerçekleştirebilsinler. Kötü olaylar sadece ‘şeytanın işi , iyilikler de Tanrı’nın değildir. Bunları göz önüne alırsak, Mısır’da Yahudiler, ulus olarak çok zor bir durumda kalmışlardır , ve böylece Tanrı da onları çıkartıp , Yahudi ulusuyla özel bir ilişki kurabilmiştir. Tanrı, Moşe’ye bunları anlattıktan sonra şöyle der: “ Geri dön ve firavuna , insanlarımı gitmek için serbest bırak de” İNSANLARIMI GITMELERI IÇIN BIRAK Emredildiği gibi, Moşe, Mısır’a geri döner, kardeşi Aaron ile firavunun huzuruna çıkar ve “AtalarımınTanrı’sı sana söylememi istedi ki “ İnsanlarımı bırak da gitsinler” der. Buna karşılık olarak, firavun öfkelenir: “Sen neden bahsediyorsun? Allah da kim? Ben onu tanımıyorum” Eski Mısırlılar’ın 2.000 farklı tanrıları vardı .Ruhani dünya hakkındaki bilgilere çok önem verilerdi. İyi bir araştırma yapmak için lap-topları olmadığı için , büyücüleri tanrıların isimlerinin bulunduğu uzun listeyi incelemiş ama Moşe’nin bahsettiği tanrının adına rastlamamıştı. Tek ve güçlü bir tanrı fikri, çoktanrılı Mısırlılar için anlaşılmaz bir kavramdı –onların dünya görüşüne uymuyordu. Firavun dinlemiyorsa, Moşe ne yapacaktı ? Asasını alıp , yere attı ve birden asası yılana dönüşüverdi. Firavun bundan hiç etkilenmemişti. Kendi sihirbazları da aynı şeyi yapabilirlerdi. Eski dünyada sihrin ve ruhani fikirlerin , günümüzde hiç düşünmediğimiz şekilde kavrandıklarını anlamak önemlidir. Bugün sihirden bahsettiğimizde, aslında, o günlerdeki gibi doğa güçlerine karşı koymayı değil illüzyondan bahsederiz. Bir maddesel gerçeğin, bir de ruhani gerçeğin varolduğu fikri, Yahudi inancındaki temel kavramlardan biridir. Fiziksel olan ruhani gerçeğe aktarabilir, fizikseli değiştirmek için ruhani güçler kullanılabilir. Ve bunları da ya karanlık güçleri ya da aydınlık güçleri kullanarak yaparsınız .Mısırlılar da karanlık güçleri kullanabiliyorlardı, ve bir asanın nasıl yılana dönüştürüleceğini de biliyorlardı . Bu nedenle Moşe’nin yaptığından etkilenmediler. Fakat Moşe daha yeni başlıyordu…

kaf_kef - avatarı
kaf_kef
Ziyaretçi
19 Eylül 2007       Mesaj #8
kaf_kef - avatarı
Ziyaretçi
10 BELA


10 Bela, ( Kan, bitler, kurbağalar ,vs..) Mısır’ı vurduğunda, yıkım bir yıldan fazla sürer. Her bela , doğanın olağandışı bir değişimi olduğundan, açıkça ,birer mucize olarak değerlendirilebilir. Yahudiler’e yardım etmek için tüm doğa yasaları tersine dönmüştür. Bu açık mucizeler, erken Yahudi tarihinin çok önemli bir bölümüdür 1. Tapınak’ın yıkılışından sonra, bu mucizeler bitecektir ve sürekli devam eden gizli mucizeler olmadan Yahudiler’in bu kadar uzun süre varolup olamayacakları tartışılmaktadır. 10 Belayı incelerken sormamız gereken soru ‘neden?’ dir. Neden Tanrı, Yahudiler’i Mısır’dan çıkartmak için bu kadar uzun ve zorlu bir yöntem seçmiştir? Eğer isteseydi, sınırsız güce sahip Tanrı, daha Moşe’nin ilk konuşmasında tüm Mısırlılar’ı öldürebilir veya hepsini oldukları yerde dondurabilirdi. Böylece Yahudiler de beş dakika içinde eşyalarını toplayıp Mısır’dan çıkabilirlerdi. 10 Belanın neden gerçekleştiğini anlayabilmek için, önce Yahudiler’in mucizelere nasıl baktığını açıklamamız gerekir. Yahudilik, doğanın Tanrı’dan ayrı işlemeyeceğine inanır, aynı zamanda , Tanrı’nın doğa yasalarını oluşturduğunu ve onlara müdahale etmediğine de inanır. Tanrı, istediği her şeyi yapabilir fakat fiziksel dünyayla veya düzenin işleyişiyle oynamaz. Kaldı ki, birçok mucize çok iyi zamanlanmış doğa olaylarıdır. Fakat 10 Bela, bu kuralın dışında kalır. BÜTÜNÜYLE BİR İSTİSNA 10 Beladan farklı olarak Kızıldeniz’in ( Yam Suf ) ikiye ayrılışını , çok iyi zamanlanmış bir doğa olayı şeklinde açıklamak mümkündür. Birkaç yıl önce, iki okyanus araştırmacısı , her 2500 yılda bir, rüzgarın ve dalgaların doğru birleşimlerinin Kızıldeniz’de ayrılmalara neden olduğunu belgelemişlerdir. Her ne kadar sinema filminde, Kızıldeniz’in yarılması dakikalar içinde gerçekleşiyorsa da , Tora’da bu olayın daha uzun süre içinde olduğu belirtilmektedir. Tıpkı bilimsel belgelerde açıklandığı gibi, Tora’da da tüm gece süren rüzgarlardan ve gündüz oluşmuş yürünecek kuru yerden sözedilmektedir. 200 sene önce, Napolyon da benzer bir durumla karşılaşmıştır. Bunun sizin başınıza geldiğini düşünebiliyor musunuz ? Tam bir su kütlesini aşmak isterken, bir gece içinde suyun ikiye yarılması…Eğer her 2,500 yılda bir olan bir olaya, tam da ihtiyacınız olduğu sırada rastlasaydınız , “Rüzgarın ve dalgaların iyi bir birleşiminin olması ilginç oldu “ demezdiniz . “ Aman Tanrım! Bu bir mucize ! “ derdiniz. Tora’da gerçekleşmiş birçok mucizede olmuş olay budur işte. Fakat, buna rağmen, 10 Bela’nın herhangi doğal bir açıklaması yoktur. 10 Bela, Tanrı’nın, doğa dengelerini tamamen tersine çevirdiği bir durumdur. Ateşin üzerindeki – donmuş olması gereken – dolu , hiç kimsenin birşey göremediği yoğun bir karanlık, ve Mısır halkını kasıp kavurmasına rağmen Yahudiler’i hiç etkilemeyen bir sürü felaketle karşı karşıyayız. Bütün bu doğaüstü olay neden gerçekleşmiş? İşte nedeni: Putlara tapmanın esası, her bir doğa gücünün , onu kontrol eden bir tanrısı bulunduğu inancıdır. Mısır’da, Nil tanrısına, güneş tanrısına, kedi tanrısına, koyun tanrısına, vs. .. inanıyorlardı . Tanrı’nın 10 Bela’yı göndermesinin nedeni, -sadece Yahudi milleti için değil, herkesin, tüm insanlığın Tanrısı’nın kendisi olduğunu – ve tüm doğa güçlerine kendisinin kontrol edebildiğini , kendi isteği dışında hiçbir şey olamayacağını göstermekti. Eğer, her bir belayı incelersek, doğadaki tüm güçlerin hakiminin Tanrı olduğunu göstermek için planlandığını açıkça görebiliriz. : Su ve toprak, ateş ve buz, böcekler, sürüngenler ve memeliler, ışık ve karanlık ve en son olarak da yaşam ve ölüm ARKEOLOJİK KANITLAR Arkeolojik kalıntılarda 10 Bela hakkında hiç bir kanıt var mı? Bu serinin bir önceki bölümünde belirtildiği gibi, Mısır tarihinde tam bu sıralarda, 10 senelik bir karışıklık ve kaos döneminin yaşandığı belirlenmiştir. Başka, tam net olmayan referanslar da bulmak mümkündür. Bunların en ünlüsü, Ipuwer Papyrus’tür. Bu aslında, Mısır’da olan bir sürü felaketi , her yerin kanla bulandığını insanların öldüğünü açıklayan bir dizi papirüs belgedir. Immanuel Velikovsky, Ipuwer Papyrus’u , kitabı ‘Çarpışan Dünyalar- Worlds in Collision’ ın temeli olarak kullanmıştır. Bu kitapta, tüm Exodus, çıkış hikayesinin doğru olduğunu , tüm belaların dünyaya çarpan bir kuyruklu yıldız sonucunda gerçekleştiğini tartışır. Kuyrukluyıldızdan gelen tozun, suları kırmızıya dönüştürdüğünü , kuyrukluyıldızın yerçekimsel manyetik alanının, denizi ikiye ayırdığını , vs..açıklar. Fakat, Tora’yı okursanız , suyun sadece tozdan kırmızıya dönmediğini de görmüş olursunuz. Midraş, bizlere Mısırlılar’ın kanlı sular yüzünden mahvolduklarını fakat Yahudiler’in bundan etkilenmediklerinin anlatır. Bunlara rağmen, Mısırlılar, - sadece firavun değil , tüm Mısır halkı- Yahudiler’i serbest bırakmaya karşı çıkarlar. Bu klasik antisemiztizmdir: “ Yahudiler ‘i beraberinde tuttukça, tüm ülkenin geriye gitmesinin umurda olmaması “ fikrini yansıtır . Bu aslında, tarih boyunca karşımıza çıkabilecek alışılmış bir süreçtir. Bunu Hitler’i incelediğimiz zaman görebilirsiniz. – Doğu cephesini desteklemek için trenlere ihtiyaçları vardı fakat onlar, trenleri Yahudiler’i Auschwitz’e göndermek için kullandılar. Savaşı kaybediyorlardı fakat asıl güçlerini kazanmak için değil, kendilerini kurtarmak için değil, Yahudiler’i öldürmek için kullanmışlardı. En sonunda, ilk doğan erkek çocukların ölümünden sonra firavun, “ Gidin!” demişti. Yahudiler Mısır’ı terkederler, deniz ikiye ayrılır, onları takip eden Mısırlılar’ın hepsi boğulurlar. Bu gerçekleşen en son büyük olay olur…ta ki Sina Dağı’na gelinceye kadar…

kaf_kef - avatarı
kaf_kef
Ziyaretçi
20 Eylül 2007       Mesaj #9
kaf_kef - avatarı
Ziyaretçi
SİNAY(SİNA) DAĞI VE TORA'NIN KABULÜ

Pesah, çoğu zaman özgürlük bayramı olarak anlatılır. Liberal demokrasilerde, özgürlük sık sık, yanlış anlaşılarak başta sıkı bir otorite olmadan, insanların istediği her şeyi yapabilmeleri olarak açıklanır. Fakat bu Yahudiliğin ve Tora’nın özgürlüğü açıklama biçimi değildir. Yahudiliğe göre özgürlüğü en iyi açıklayan cümle şudur: “ Firavunun hizmetkarları olmayan Tanrı’nın hizmetkarlarını övün” Özgürlük, Sina Dağında durabilmek ve belli bir sorumluluğu üstlenmek için, baskıcı bir otoritenin etkisi altından kurtulmaktır. Sina Dağı’nda neler olmuştur ? Bunu basitçe cevaplarsak, her Yahudi insan – her kadın, erkek ve çocuk-Tanrı’yla karşılaşmıştır. Bu tüm insanlık tarihinde eşi görülmemiş bir olaydır. Tora’nın Şemot – Çıkış bölümünde (4: 33) böyle bir olayın başka hiçbir yerde gerçekleşmediği yazar. Bütün tarih kitaplarını kontrol edebilirsiniz ama hiçbir yerde Tanrı’nın tüm insanlığa konuştuğu başka bir zamana rastlayamazsınız. Tanrı’nın insanla buluştuğunu iddia eden ,tarihteki diğer söylemlerin hepsinde ya sadece tek bir insanın ya da en fazla başlangıç olacak küçük bir grubun deneyiminden bahsedilir. Mesela, İslam dini, Tanrı’yabir mağarada rastlayıp , öğretilerini Kur’an yoluyla aldığını söyleyen Muhammed tarafından kurulmuştu. Tüm insanların Tanrı’yla karşılaşması fikri , sadece Yahudiliğe özgü bir olgudur. Ve aksi iddia edilemez bir şeydir. Mesela , dün gece Tanrı’yı gördüğümü ve onunla konuştuğumu söyleyebilirim ve eğer yeterince karizmatiksem ve konuştuğum kişiler de yeterince safsa, benim peygamber olduğuma inanabilirler. Fakat hiçbir zaman birisini , görmediklerini bildikleri bir şeyi görmüş olduklarına ikna edemem. Yahudilerin , binlerce yıldır Toralarına bağlı kalmalarının nedeni , mucizeler ve doğaüstü güçler değil , her birinin Sina Dağı’nda durup Tanrı’nın konuşmasını duymuş olmaları ve bu olayı nesilden nesile tarih boyunca aktarmalarıdır. Yahudi insanların hayatta kalmalarını , şalşelet akabala’nın hikayesi- yani Tora’nın nesilden nesile aktarılmasının hikayesi oluşturacaktır. YENİ BİR ULUS DOĞUYOR. Sina Dağı’nda, Yahudiler bir ulus haline geldiler. Yine, bu olay, Yahudiler’in tarihinde bizlere çok şey ifade eden, benzersiz bir olaydır. Bu olayı benzersiz kılan nedir? Peki , Fransızların nasıl ‘Fransız ‘olduklarını bir düşünelim. Birden hepsi bir sabah kalkıp beyaz şarabı, mavi peyniri sevmeye karar verip Fransızca konuşmaya mı başladılar ? Hayır. Bu çok uzun bir süreçti aslında. Diğer tüm milletlerde olduğu gibi, bu süreç belli bir coğrafyada ,belli bir süre yaşadıktan sonra ortak bir dil ve ortak bir kültür oluşturmuş , benzer bir tarihsel geçmişten gelen insanları kapsamaktadır. Zamanla, bu insanlar; politik bir sistem ve başında kral bulunan bir hükümet oluşturmuş, sınırlarını belirlemiş , bayrağını asmış , para basmış ve kendilerine ‘Fransız ‘ demişlerdir. Yahudiler için, millet olma süreci, kendi topraklarının dışında başlamıştır. –aslında herhangi tarihsel ve kültürel birikimin yok edilmek istendiği bir anda başlamıştır.- Yahudiler, İsrael Devleti’yle olan bir bağlılık sonucu bir ulus haline gelmediler. Bir grup kaçmış köle, Sina Dağı eteklerinde Tanrı’yla “ Yapacağız ve dinleyeceğiz “ diye yalvararak , yani Tora’nın isteklerini yerine getirmeye ve zamanla beraberinde gelecek görevleri de yerine getirmeye söz vererek bir millet haline geldiler. Tıpkı Avraam’ın nesiller önce söylediği gibi, “ Ben yaşamayı seçtim, ve Tanrı için gerekirse ölmeyi de..” ve Avraam’ın şimdiki nesli de aynı bağlılığı göstermişlerdi. Bu Yahudiler’in nasıl İsrael ulusu haline geldiklerini anlatır. Aynı zamanda, Yahudiliği neden sadece bir din olarak nitelendirmediğimizi açıklar – Yahudilik ulusal bir kimliktir. Yahudi olmak, Hristiyan olmakla aynı şey değildir. Hristiyanlık tamamiyle dinsel bir inançtır. İngiliz, Amerikan, Fransız olup aynı zamanda Hristiyan da olabilirsiniz. Ama Yahudiler böyle olamaz. Yahudiler, tabii ki yaşadıkları ülkenin vatandaşları olabilirler , diğer herkes gibi giyinip davranabilirler , fakat her zaman için kendileri ve diğer insanlar onların farklı olduğunu bilirler. Eğer, Yahudiler, bunu reddetmeye kalkışırlarsa , geri kalanlar bunu her zaman onlara hatırlatacaklardır. Yahudi olmak, ayrıcalıklı bir ulusun , toprağa , dile , ortak bir tarihe ve dünyasal bir göreve sahip olan bir ulusun parçası olmak demektir. En önemlisi, Yahudiler’in Tanrı’yla sadece ruhani / dini bir yönden ibaret olamayan bir ilişkisi de söz konusudur. – Bu dünyayı algılayış biçimidir –hayatın her saniyesini nasıl yaşayacağımızı bize açıklayan, dünyada benzeri bulunmayan bir şeydir. Yahudi ulusal kimliği , Yahudiler’in görevlendirildiği ve bu görevi kişisel ve ulusal olarak başarmada rehber niteliğine sahip Tora’nın kurallarıyla uyum içinde olacak belli bir yaşam şekliyle tanıştıkları Sina Dağı’nda kazanılmıştır. NİHAİ YAZICI Tanrı, kendini ilk kez ‘ hissettirdikten ’ sonra, Moşe, , Tanrı’yı dinlemek ,onunla konuşmak ve Tanrı’nın kendisine yazdırdığı Tora’nın 613 emri ( Emirler 10 Bildirinin içindeydi- daha sonradan 10 Emir denecektir. ) ve bu emirleri uygulayabilmek için dikkate alınacak esasları ( Sözlü Kurallar olarak geçer ) yazabilmek için 40 gününü Sina Dağı’nda geçirdi. Sözlü kuralların ilk önce verildiğine dikkat edin. Sözlü Kurallar da Yahudiler için son derece önemliydi. Hristiyanlar, Yahudiler’in yazılı kanunlarını almışlardır – Tora’yı ve Tanah’ın diğer İbranice bölümlerini – fakat sözlü kanunlar tamamen Yahudiler’e özel kalmıştır. Çünkü bizlere, Yahudi olarak nasıl yaşamamız gerektiğini söyleyen Sözlü kanunlardır. Sözlü kanunun ne kadar önemli olduğunu tam olarak vurgulayamıyorum. Birisi, bu kanunlar olmadan Yahudi olarak yaşayamaz. Yahudi tarihinin ileriki aşamalarına bakıp Yahudilerdeki farklı kesimleri inceleyince, bu kanunlar çok önemli bir hale gelecek. Yazılı Kanun, Yahudiler’in çölde dolaştıkları 40 yıl içinde tamamlanmıştı ve bu sırada Tanrı , Moşe’ye yazdırıyordu. Tora’da , çöldeki yaşamlarında ilerde neler olacağını açıklayan birçok bölüm vardır ki bu da yazılı bölümün Sina Dağı’nda verilmediğini gösterir. Yoksa, yapılanlar insanların kendi seçimleri olmazlardı. Her ne kadar Tora, - Bereşit, Şemot, Vayikra, Bamidbar , Devarim- Moşe’nin beş kitabı olarak bilinse de , bu kitapların yazarı Moşe değildir. Moşe, sadece yazıcıydı. Moşe’ye yazdıran Tanrı idi. Fakat, Moşe’nin diğer peygamberler arasında eşi benzeri olmadığı Tora’da tekrar tekrar yazar ve bu çok da açıktır. Bir daha, İsrael’de Allah’ı yüz yüze tanıyan hiçbir peygamber çıkmamıştır ( Devarim : 34:10) Peygamberlik, bir insanın ruhani gerçekte daha üst bir boyuta çıkması demektir ve tabii ki bu boyut da peygamberin doğrudan İlahi ile olan tecrübesi sonucunda belirlenir. Birçok peygamber bir görüntüyle karşılaşmışlar ve bu görüntüyü kelimelerle ifade etmeye çalışmışlardı. Allah’ın kendisiyle konuşmasında Moşe’nin peygamberliği benzersizdi. O, Allah’ı direkt olarak duymuştu. Tora da doğrudan doğruya yazdırılmış bir kitaptır . Moşe’nin 5 kitabının Yahudilikteki diğer kitaplar arasındaki eşsiz yerinin ve Yahudi dünyasındaki tartışılmaz otoritesinin nedeni budur. Elinde 10 Emir tabletleriyle aşağı inen Moşe, gördükleri karşısında öyle şaşırır ki , tabletleri yere düşürür.Dağın eteklerinde, birkaç hafta evvel, Allah ile ilişkide olan Yahudiler, şimdi , kendi yaptıkları bir puta tapıyor, daha henüz verilmiş Tora kanunlarını çiğnemiş oluyorlardı. Bu rezaletin günü, sonsuza kadar İbrani takviminde işaretli kalacaktı: 17 Tamuz. Bu günde, tarihin ilerleyen aşamalarında Babilliler ve Romalılar Yeruşalayim’in duvarlarını, ,hem 1. hem de 2. Tapınağı yıkmadan evvel yerle bir edecektirler. Altın Buzağı ile neler olduğunu ve Tora’nın Yahudiler’i bu günahları yüzünden neden son derece katı bir biçimde eleştirdiğini incelememiz gerekmektedir. Aslında bu olayla, Tanrı’nın Yahudiler’e olan bakış açısı da ortaya çıkmış bulunmaktadır. Tüm Yahudi milleti, Tanrı’yı duyup İnsanlık tarihinde daha önce görülmemiş benzersiz bir tecrübe yaşadıktan sonra, Moşe dağa çıkmış, orada 40 gün kalmış ve geri döndüğünde bir putun etrafında dans eden insanlarla karşılaşmıştır. Şimdi , eğer ben kainatın yaratıcısı İlahi Tanrı ile karşılaşsaydım ve bana “ Ben senin Tanrı’nım! Başka tanrılara tapmayacaksın 1” dediğini duysaydım, altın bir buzağı etrafında dans edecek kadar aptallık yapmazdım. Peki, hikayenin bu kısmında olup biten nedir? Bu Tora’yı doğru okumayı bilmemiz gereken klasik bir yerdir. Doğru okumadan kastım, ideal olarak İbranice, ve mutlaka açıklamalarıyla birlikte okunmasıdır. Basit metinle birlikte giden açıklamalar her zaman incelenmelidir. Moşe, dağdan indiğinde, 3 milyon Yahudi’nin hepsi de altın buzağıya tapıyorlar mıydı? Hayır. Tora’nın Şemot - çıkış bölümü 32:28- bu insanların toplam 3,000 civarı olduğunu söyler. Bunların çoğu da 10 Beladan çok etkilenip Yahudiler’le birlikte Mısır’dan çıkan karışık halklardandır. Bu da Yahudiler’in %0.1’inin katıldığını , %99.9’unun bu işlere hiç katılmadığını gösterir. Fakat,Tanrı’nın tepkisi, tüm millete kızgın olduğunu açıkça ifade eder. KESİN STANDARTLAR Tanrı, Yahudiler’i çok yüksek bir standartta tutar çünkü onlar, insanlık tarihinde çok büyük bir sorumluluk üstlenmişlerdir. Yahudiler olmadan , dünya mükemmel bir hale gelemez ve, Allah korusun, eğer Yahudiler bir hata yaparlarsa, sadece onlar değil, tüm insanlık bundan zarar görecektir. Buna bağlı olarak, Tora da bazı önemli prensipleri vurgulamak için çok eleştirel bir dil kullanır: 1. Sizin sorumluluk düzeyiniz, bilgi düzeyinizle belli olacaktır. Gücü elinde bulunduran insanların hatalarının sonuçları ciddi olacaktır. 2. Sorumluluk düzeyiniz, sizlere duyulacak güveni de belirleyecektir. Ne kadar büyükseniz, kararlarınız o kadar etkili olur, bu yüzden çok yüksek standartları hedeflemelisiniz. Sina Dağı’nda, Yahudiler’e tüm dünya için bir sorumluluk verilmişti. Ve bu prensipler de Allah’ın Yahudiler’e karşı eleştirilerini ortaya koymakta ve neden bu kadar güçlü olduğunu açıklamakta. Burada, Tora’nın bir başka temel fikrini de öğrenmiş oluyoruz. –Her Yahudi , bir başka Yahudi’den sorumludur. İsrael ulusu bir vücüt, bireyler de bu vücudu oluşturan hücrelere benzerler. Eğer, vücudun bir bölümü yanlış bir şey yaparsa, tüm vücut bundan sorumlu tutulur. Yahudilik, bize , ya problemin bir parçası olduğumuzu ya da çözümün bir parçası olduğumuzu öğretir. Bizim de çözümün bir parçası olmamızı gerektiren yasal bir zorunluluğumuz vardır. Çekimser olmak bir çözüm yolu değildir. Yahudi tarihi boyunca bu konu tekrar tekrar Tora’da vurgulanır. Küçük bir grup Yahudi, bir hata yaptığında ,eğer geri kalanlar onları durdurmazsa , hepsinin sorumlu tutulmasını sebebi budur. SONUÇ Moşe, geri döndüğünde altın buzağı olayının sonuçlarıyla çok uğraşmak zorunda kalmıştı. Putu kırmış, çevresine bağlılıklarını devam ettiren Levitleri toplamış ve sorumlu olanları ortadan kaldırmıştır. ( Burada farkettiğiniz gibi, Tora liberal bir kitap değildir. Allah’ın birçok lütufları ve iyilikleriyle doludur fakat aynı zamanda yanlış yapanların sonunun ciddi olduğunu da vurgular. ) Moşe, 1 Elul’de tekrar Sina Dağı’na çıkar– Roş Hodeş Elul, Yahudi yılının başlangıcı olan 1 Tişri’deki Roş Aşana’nın 1 ay öncesidir. – Dağda yine 40 gün kalır ve aşağıya ikinci tabletlerle iner, bu daTanrı’nın Yahudiler’i tamamiyle affettiğini kesin bir gösterir. Moşe’nin geri geldiği gün hangi gündür? Yom Kipur… Bütün Yahudi bayramları , belli bir tarihsel olaylarla bağlantılıdır. Bu olaylardan her biri, bayramlara ruhani bir güç katarlar. Yom Kipur’da ‘Teşuva’’nın ruhani gücünü alırız. – tövbe etmenin, pişmanlık duymanın, Tanrı’ya geri dönmenin ve insanlarla olan ilişkilerimizi düzeltmenin önemini kavrarız. Bağışlayıcılığının işareti olarak, Allah, Moşe’ye ,her zaman Yahudi milleti arasında yaşayacağını ve onlara ‘evinin ‘nasıl inşa edileceğini söyleyeceğini belirtir. “Benim için bir tapınak yapacaklar ve ben, onların arasında yaşayacağım “ ( Şemot 25:8) Bu emrin ardından, Tora, birçok bölümde bu taşınabilen tapınağın nasıl inşa edileceğine dair ayrıntılı bilgileri çerir. Bu kutsal yer, bahçeyle çevrili geniş bir çadırdan oluşacaktı ve buna ‘ Toplanma Çadırı’-Tebernacle - denecekti .Bahçenin içinde kurbanların sunulacağı bir sunak bulunacaktı. Çadırda iki oda olacaktı. Dıştaki odada yedi kollu bir şamdan ,üstünde 12 somun ekmek olan bir masa ve bir sunak olacak, İç odada ise Ahit sandığı bulunacak ve burası – Kutsalın kutsalı- olarak isimlendirilecekti

ALTIN BUZAĞI VE MİŞKA'NIN KURULUŞU
AHİT SANDIĞI

İndiana Jones ve Kutsal Hazine Avcıları filmini izlemiş herkes, Ahit Sandığı’nın neye benzediğini, filmdeki benzer bir kopyası sayesinde anlamıştır. Ahit sandığı, altınla kaplı ,tahtadan bir sandıktı ve tepesinde birbirlerine bakan , kanatlı iki küçük melek heykeli bulunurdu. Yorumcular, bu iki meleğin, - bir kız ve bir erkek – normalde birbirlerine baktığını , fakat İsraeloğulları’nın Tanrı’yla iyi geçinmedikleri durumlarda birbirlerinden ayrıldıklarını söylerler. Sandığın içinde, iki çift 10 Emir tableti bulunuyordu-kırık olanı Allah tarafından yazılmış, sağlam olanı ise Moşe tarafından yazılmıştı. Tüm yapı –İbranice Mişkan denir – taşınabilen bir sinagog veya müze değildi. Bu, tüm Yahudiler tarafından kişisel olarak Allah’a bağlanmak için kullanılan bir araçtı. Tamamlandığında, Tora ‘ ihtişamın bulutunun ‘ ( bu, Tanrı’nın sonsuz varlığı Şehina hakkındaki söylemdir ) bu tapınağın üstünde olacağını , bunun da Tanrı’nın her zaman Yahudi halkıyla beraber olduğunu göstereceğini söylemektedir. Tapınak ayakta durduğu zaman , insanlar, dünyadaki kutsiyeti, günümüzde anlayamayacağımız bir şekilde, hissedeceklerdir. Şu an tapınağımız olmadığından, 613 emirden 369’unu yerine getirebiliriz ve bunların çoğu da yasaklardır. Yapılması gerekenlerin birçoğu, Allah’a bağlanmak için Mişkan’ı nasıl kullanmamız gerektiği hakkındadır. Bu yapının kaybı, Yahudiler’in Tanrı’ya bağlanabilmelerinde ve insan olarak görevlerini yerine getirebilmelerinde büyük etkilere yol açmıştır. Kolayca kurulup –toparlanabilen bu tapınağı, Yahudiler , çöldeki 40 yıllık yolculukları sırasında her zaman beraberlerinde taşımışlardı. Sonradan, İsrael topraklarına ulaştıkları zaman , tapınağı dört farklı noktada kurmuşlardı. David kral olup da Yeruşalayim’i başkent yaptığı zaman, şehrin hemen dışında , Avraam’ın oğlu Yitshak’ı kurban edeceği ve Yaakov’un rüyasında cennete çıkan bir merdiven gördüğü ,Moriah Dağı’nda kalıcı bir tapınak inşa etmeyi düşünmüştü. Fakat bunu gerçekleştirememişti. Sonunda, MÖ 825’te , oğlu Kral Şlomo , burada 1. Tapınak’ı inşa etmişti. Ve MÖ 422 yılında Babilliler yıkana kadar, kalıcı bir tapınak olarak kalmıştı. Bu sırada Ahit sandığı kaybolmuş ve bir daha onu gören olmamıştı. ( İleride, tarihin o bölümüne geldiğimiz zaman nerede saklandığı konusundaki spekülasyonlara da değineceğiz ) İlk yıkılış ve sürgünden 70 yıl sonra, Yahudiler, geri dönmüş ve Tapınak’ı yeniden inşa etmişlerdi .Fakat bu sefer de MS 70’de Romalılar tapınağı yıkmıştı ve bir daha Tapınak inşa edilmedi. Günümüzde orada bulunan Altın Kubbe MS 691 yılında oraya kurulmuş ve o zamandan beri ayakta durmuştur. Fakat bizler, tarihin önünde gidiyoruz. Zamanın bu kesitinde, Yahudiler ulusal bir uyanışa geçerler. Kendilerine Tora verilmiş, veTanrı’nın aralarında yaşaması için Tapınak kurmuşlardı .Şimdi Vaadedilmiş Topraklara girmeye hazırdılar.
Son düzenleyen kaf_kef; 20 Eylül 2007 01:07 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
kaf_kef - avatarı
kaf_kef
Ziyaretçi
20 Eylül 2007       Mesaj #10
kaf_kef - avatarı
Ziyaretçi
CASUSLAR VE MOŞE'NİN ÖLÜMÜ


Sina Dağı’ndaki olaylardan sonra, Yahudi insanlar, taşınabilir mabetlerini toparlayıp, İsrael topraklarının sınırlarına gelmişlerdi. Bu noktada, topraklara hemen girmeleri gerekiyordu fakat içlerinden birisi şöyle dedi: “Bir dakika bekleyin. Bu toprakları önce bir araştıralım ! ” Böylece Yahudiler, aralarından 12 araştırmacı ya da ‘casus’ seçerler – her 12 kabileden 1 kişi – ve toprakları incelemek üzere görevlendirilirler. Casusuların trajedisi üzerine konuşmamız mutlaka gereklidir çünkü bu olayın etkisi Yahudi tarihi boyunca kendisini değişik zamanlarda gösterecektir. Ayrıca, bu olay Yahudi takvimindeki en belirgin ve kuşkusuz en acı günü , 9 Av’ı yani Tişabeav’ı da belirlemiş olacak. Görünüşe bakılırsa, Yahudi tarihindeki her büyük felaket bu tarihle ilişki içindedir. – 9 Av, hem 1. hem de 2. Bet-Amikdaş’ın yıkıldığı gündür. Yine, Yahudiler’in davranışları ciddi sonuçlara sebep olacaktır. Yahudiler, tarih boyunca ‘o zamanlar ‘ yaptıkları hataların cezasını çekeceklerdir. Peki bu casusların büyük hatası neydi ? 12 casus , 40 gün boyunca toprakları inceledikten sonra, geriye kocaman üzüm salkımlarıyla geri dönerler ve şöyle derler: “ Bu üzümlerin boyuna dikkat ettiniz mi? Bu üzümleri yiyen insanların boyutlarını da bir tahmin etmeye çalışın . Onlar birer dev! Onları yenmemize imkan yok . Mısır’a dönsek de olur…” Sadece 2 casus, bu söylenenlerle hemfikir değildir. : Moşe’nin bir numaralı öğrencisi Yeoşua ben Nun ve Yeuda kabilesinden Caleb ben Yefuna. Fakat Yahudiler, casusuların çoğunluğunun verdiği raporu dikkate alırlar. Herkesin cesareti kırılır ve gözyaşları içinde , oldukları yere çökerek ilerlemeyi reddederler. Moşe tamamen dehşet içindedir ve Tanrı da çok kızmıştır. Ve ceza olarak şu iki maddeyi açıklar: 1. Allah, onlara bu kadar yardım edip, bu noktaya getirdikten sonra bile kendisine güvenmedikleri için, yaşayan tüm erkekler ölene kadar, yani 40 yıl boyunca, tüm Yahudiler’in çölde dolaşacaklarını söyler. ( Yahudiliğe bağlılıklarını her zaman koruyan ve casuslara inanmayan kadınlar , İsrael topraklarını görebilecek kadar yaşayacaklardı. ) 2. Yahudiler hiçbir neden olmadan böyle bir günde ağlamışlardı .Allah da buna kızarak , tarih boyunca aynı tarihte , Yahudi halkının çok haklı sebeplerle ağlayacaklarını söyledi . ( Bu olayları , bu serinin gelecek bölümlerinde göreceğiz. ) MOŞE’NİN ÖLÜMÜ Yahudiler, 40 yıl boyunca çölde dolaştılar. 40 yılın sonlarına doğru , -daha önce birkaç kez olduğu gibi – susuz kaldılar. Ve yine, daha önce yaptıkları gibi şikayet etmeye başladılar.Tanrı , Moşe’ye bir kayaya konuşmasını ve böyle yaparsa kayadan su akacağını söyler. Geçmiş bu 40 yılda –Moşe, dünyanın en zor işini gerçekleştirmiştir. – Tanrı’nın kendisinin “ sert-enseli ” olarak nitelendirdiği kuralsız bir topluma liderlik etmiştir. Yahudi insanların kuvvetli yanlarını ve zayıf yönlerini gördük. En güçlü yönleri neydi ? Onları, tarihteki en büyük toplumlardan biri haline getirecek bir fikre olan bağlılıkları, ve bir ideoloji uğruna ölümü bile tercih etmeleri en güçlü özellikleriydi. . En zayıf yönleri neydi? Her zaman doğru olduklarını ileri süren ve bu yolla dünyayı değiştirebileceklerini düşünen çok inatçı karakterleri…İşte böyle bir grubun yönetilmesi imkansızdır. ( Bu noktayı gözler önüne seren komik bir hikaye eski Amerika Birleşik Devletleri başkanı Harry Truman ile İsrael başbakanı Golda Meir arasında geçmiştir. Truman, liderliğin zorlukları hakkında konuşurken şöyle bir cümle söylemiş: “250 milyonluk bir ülkenin başkanı olmanın ne demek olduğunu bilemezsiniz.” Bunun üzerine de Golda Meir şöyle cevap vermiş: “ Siz de 2,5 milyon başbakanın bulunduğu bir ülkenin başbakanı olmayı bilemezsiniz. “ ) Böylece, 40 yıl kuralsız bir toplumu yöneten Moşe, bir anda sinirlerine hakim olmaz ve bağırır: “Siz asiler!” Ve kendisine emredildiği gibi, kayaya konuşmak yerine, ona vurur. Ve Tanrı Moşe’ye şöyle der: “ Bana güvenmediğin için Yahudi insanlarla birlikte İsrael topraklarına girmeyeceksin !” Rabiler, kızgınlığın da bir çeşit putperestlik olduğunu söylerler , çünkü eğer Tanrı , dünyayı yönetiyorsa , iyi veya kötü her ne olursa olsun Tanrı istediği için oluyordur. Sinirlenmek de Tanrı’nın dünyayı yönettiğinin bir çeşit inkarıdır, her ne olursa iyiliğimiz için olduğu fikrinin reddedilişidir. Moşe ise- ki kendisi Tanrı’nın yüz yüze konuştuğu tek peygamberdir- bir an için sinirlenmiş, bunun sonuçları ise çok kötü olmuştur. Bu , Tanrı’nın adını , tüm insanların önünde küçük düşürmekti. Bu olayın sonuçları , yüksek seviyelerde sorumluluk sahibi insanların nasıl küçük hatalar yaptıklarını, ve bu hatalarının bedelini nasıl ödediklerini bizlere gösteriyor. Moşe, tabii ki, hatasını görür ve Tanrı’nın emrine boyun eğer. FİNAL Moşe, şimdi tüm insanlarını Vaadedilmiş Topraklara girmeleri için hazırlamaktadır. 5. kitabın sonuncusu, Moşe’nin insanlarına yaptığı son konuşmalardan oluşmuştur.. Moşe’nin 5 kitabının , Yahudiler’in çöldeki hayatları hakkında ne kadar az bilgi verdiğine dikkat edin -özellikle bu sürenin 40 yıl olduğunu da düşünün -. Casusların trajedisinden sonra, Tora, sonraki 39 yılı atlamıştır. Bu dönemden sadece, Tora’nın son kitabı Devarim’de, Moşe, hataları halka hatırlatırken bahsedilmiştir. Devarim kitabı başladığında, Moşe Kutsal topraklara giremeyeceğini biliyordu ve bu kitabın tamamı onun halkına yaptığı veda konuşmasından oluşmuştur. Burada, Moşe emirleri tekrar etmekte, Yahudi ulusal görevlerini halka hatırlatmaktadır. Tekrar tekrar üstünde durduğu nokta : “Tora’ya sahip çıkın!” olmuştur. Bir yerde Moşe şöyle der: “İnsanla Tanrı ve insanla insan arasındaki kurallara uyarsanız her şey sizin için güzel olacak. Hiçbir ulus size dokunmayacak. Maddi açıdan varlıklı olacak,ve dünyayı değiştirmek için yaşayacaksınız. Fakat eğer Tora’ya uymazsanız, anlaşmanın size düşen payını yerine getirmemiş olursunuz, bu topraklar sizi dışarıya kusar, düşmanlarınız size saldırır ve sizler acı çekersiniz” Mesaj son derece açıktır. Problemlerimiz için hiçbir çözümün dışarıdaki tehditlerle ilgisi yoktur. Çözümler her zaman Yahudiler’in birbirleriyle ve Tanrı’yla olan ilişkilerine bağlıdır. Yahudi tarihinde, 20. yüzyıl, çok sayıda Yahudi’nin en çok Tanrı’dan uzaklaştıkları ve ‘Tanrı nerede?” şeklinde sorular sorarak etrafta dolandıkları dönem olmuştur. 1. Dünya Savası, 9 Av’da başlamıştır. Almanya, 1914’de başlayarak Doğu Avrupa’nın içlerine girmiş, Yahudi cemaatlerini ortadan kaldırmaya ve yüzyıllarca süregelen gelenekleri yoketmeye çalışmıştır. Bütün bu olaylar korkunç Holocaust’un habercisi olmuştur. Holocaust’tan kurtulan bir kişi şöyle diyor: “Holocaust ‘u belirgin kılan en önemli unsur, Tanrı’yı arayışımızdı. Getto ve kamplarda yaşamış her Yahudi, her şeyi etkisi altına almış ‘Tanrı Sendromu’nu hatırlar. Sabahtan akşama kadar, Tanrı’nın hala bizimle olduğuna dair işaretleri arıyorduk. ..O’nu çok aradık fakat bulamadık. Her zaman içimizdeki Tanrı’nın yok olduğuna dair rahatsız ve huzursuz düşüncelere dalıyorduk. “(Machshavot Magazine, Vol. 46, p. 4) Yahudiler, tarihlerinin geçmiş bölümlerinde , yaptıkları hatalardan dolayı , dış tehditler tarafından çok zor durumda bırakılmışlar, hatta Haçlılar tarafından topluca katledilmeye kadar felaketler yaşamışlardır. Fakat bu yüzyıla kadar, hiçbir zaman ‘Tanrı Nerede? dememişlerdir. Her zaman düşündükleri “Bu çektiklerimiz günahlarımızdan dolayı Tanrı’nın bize cezasıdır “ demek olmuştur. Bu son mesajı da ilettikten sonra, Moşe ölür ve Ürdün dağlarının karşısında bir yer olan Nebo Dağı’na gömülür. Mezarın tam nerede olduğu, hiç kimse oraya gidip ibadet etmesin diye özellikle belirtilmemiştir. Yeoşua bir sonraki lider olur. Yahudilik’te liderlik, ailesel değildir, babadan oğula geçmez . Liderliği en fazla haketmiş kişi görevlendirilir. Böylece, Moşe’nin görevi, adını fazla duymadığımız oğluna değil, kendini casusular olayında da kanıtlamış , Moşe’nin en iyi öğrencisi Yeoşua Ben Nun’a geçer. Tanah, Yeoşua’nın kitabıyla devam eder.


Benzer Konular

24 Şubat 2012 / Misafir Din/İlahiyat
23 Ağustos 2016 / Misafir Din/İlahiyat
27 Haziran 2012 / GusinapsE Din/İlahiyat
12 Mayıs 2014 / Mystic@L Din/İlahiyat
18 Ağustos 2013 / Mira Din/İlahiyat