Arama

Kamu İç Borçlanmasında Teorik Yaklaşımlar

Güncelleme: 9 Ekim 2009 Gösterim: 6.083 Cevap: 0
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
9 Ekim 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Kamu İç Borçlanmasında Teorik Yaklaşımlar
İç Borçlanma Nedir?
Sponsorlu Bağlantılar
İç borçlanma devletin yurtiçindeki kişi, özel kurum ya da kamu kuruluşlarından zorunlu ya da gönüllü olarak belirli vade ve faiz karşılığında ödünç para almasıdır. Bu suretle tasarrufu olan kişi ya da kuruluşlardan devlet borçlanarak ekonomi içinde atıl olan tasarrufların yatırımlara kanalize olmasını sağlar. Genellikle kamu bütçesindeki hizmetlerin finansmanı için, hükümetlerin, ülke sınırları içinde kişi ve kurumlara ulusal para cinsinden borçlanmasıdır. İç borçlanmanın iktisadi niteliği, satın alma gücünün özel ve kamusal kesimler arasında el değiştirmesidir.
Kamu finansmanının borçlanma yoluyla sağlanmasının yarattığı ekonomik etkiler, Klasik, Keynesçi, Monetarist, Kamu Tercihi-Anayasal İktisat ve Yeni Klasik iktisat görüşleri çerçevesinde aşağıda ele alınmaktadır.

1. Klasik Yaklaşım

Bilindiği gibi Klasik iktisadi yaklaşım, ekonominin düzgün işleyen bir piyasa mekanizması sayesinde dengeye geldiğini ve bu çerçevede devletin ekonomiye müdahalesinin olabildiğince sınırlı olmasını ve devletin yalnızca temel görevlerini (adalet, güvenlik gibi) yerine getirmesi gerektiği anlayışına dayanmaktadır. Bu durumda ekonomiye devlet müdahalesinin sınırlı olması, giderlerin ve bu giderleri karşılamak için toplanan gelirlerinde olabildiğince az olmasını gerektirir. Klasikler, devletin üretmeyip tükettiği, verimsiz olduğunu, kaynakları iyi kullanmadığını belirtmişlerdir. Küçük devlet anlayışı nedeniyle, kamu harcamalarının en düşük düzeyde tutulmasını ve dolaylı vergilerle finanse edilmesini, borçların olağanüstü bir kamu geliri olması nedeniyle ancak verimli yatırımlarda kullanılması şartıyla alınması gerektiğini savunmuşlardır. Klasik yaklaşıma göre, bütçe açıkları parasal ve mali disiplini bozar. Devletin bütçesinin sürekli bir şekilde açık vermesi, istisnai ve olağanüstü bir gelir niteliğinde olan borçlanmanın normal bir gelir gibi algılanmasına neden olur ve kamu maliyesini zor duruma sokar. Bütçe açıklarının borçlanmayla veya vergilerle finanse edilmesi durumunda ise, kamu harcamalarındaki artış kadar özel harcamalarda bir azalış olacaktır. Bu durum, dışlama etkisi (crowding out effect) olarak adlandırılmaktadır. Klasik sistemde dışlama etkisinin ortaya çıkışını ISLM analizi çerçevesinde açıklayabiliriz. Klasiklere göre, reel para talebi faize karşı tam duyarsızdır. Böyle bir durumda LM eğrisi diktir. Kamu harcamalarındaki bir artış IS eğrisini sağa kaydırırken, LM eğrisinde bir değişme olmayacak, sadece faiz oranları artacaktır. Artan faiz oranları özel sektör yatırımlarını kamu harcamalarındaki artış oranı kadar azaltacaktır.

2. Keynesçi Yaklaşım

Tüm dünyayı etkisi altına alan 1929 bunalımı ile birlikte gelişmiş ülkelerin çoğunda görülen yüksek oranlı işsizliğin ortaya çıkması, Klasik iktisadi sisteme olan güveni derinden sarsarak, o zamana kadar ekonomi biliminde yerleşmiş temel inançların sorgulanmasına yol açmıştır. Keynesçi iktisadi görüşe göre, sanayileşmiş ülkelerde yaşanan eksik istihdam toplam talepteki yetersizliğin sonucu ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, Keynes'e göre, izlenecek politikalar toplam talebin artırılmasını hedeflemelidir. Dolayısıyla, dünya buhranı öncesinde geçerli olan denk bütçe anlayışı 1930'larda değişmeye başlamış ve iktisat politikaları talep artırıcı yönde değiştirilmeye başlanmıştır. Keynesçi yaklaşımda amaç, durgunluk içindeki ekonomiyi genişleme safhasına sokmak, devlet harcamaları ile özel sektör harcamalarındaki yetersizlikleri gidererek ekonomiyi tam istihdam düzeyine getirmektir. Eğer ekonomide tam istihdamın sağlanması bütçe açığını gerektiriyorsa bu para arzı yoluyla finanse edilebileceği gibi, borçlanma yoluyla da finanse edilebilir. İktisadi etkileri bakımından her iki açık finansman yöntemi arasında fark yoktur. Önemli olan bütçe açığı aracılığı ile efektif talebin uyarılmasıdır. Keynesçi görüş çerçevesinde bütçe açıklarının finansmanı ve sonuçları standart IS-LM modeli çerçevesinde analiz edilmektedir. Bilindiği gibi IS-LM modeli, bir kapalı ekonomideki marjinal tüketim eğilimi, likidite tercihi ile faiz oranları arasındaki ilişki, vergi oranı, yatırımların faizlere karşı esnekliği gibi temel parametre ve büyüklükler veri iken, mal ve para piyasalarında eşanlı denge koşullarını incelemektedir. Buna göre, bütçe açıklarının borçlanmayla finanse edilmesi durumunda açığın finansmanı için ihraç edilen kamu kesimi borçlanma kâğıtlarının nemaları özel kesimin servetinde bir artışa neden olacaktır. Söz konusu artış, mal piyasasında genişletici etki yaratacaktır. Teknik bir anlatımla, IS eğrisi sağa kayacaktır. Diğer taraftan, ekonomide gelir artışına bağlı olarak işlem amaçlı para talebi de artacaktır. Para talebinin artması, ceteris paribus varsayımı altında para piyasasında daralmaya yol açacak, yani LM eğrisini sola kaydıracak ve sonuçta faizler yükselecektir. Faizlerin yükselmesi, dışlama etkisini ortaya çıkaracaktır. Milli gelirde ne gibi bir artış ya da azalış olacağı, özel kesimin servetindeki artışın mal ve para piyasalarında ortaya çıkardığı etkilerin büyüklüğü tarafından belirlenecektir. Eğer bu kesimin servetindeki artışın mal piyasası üzerindeki etkisi para piyasası üzerindeki etkisinden büyükse, bu durumda milli gelir üzerindeki net etki daha yüksek olacaktır. Keynesçi bütçe açıkları üzerindeki tartışmalar, dışlama etkisi üzerinde odaklaşmaktadır. Keynesçiler, bütçe açıklarının özel yatırımları dışlama etkisinin çok küçük ve önemsiz olduğunu savunurlar. Onlara göre, ekonomi eksik istihdamda ise -ki varsayım gereği öyledir- bütçe açıkları daraltıcı para politikası uygulanmadığı sürece dışlama etkine yol açmaz. Şöyle ki, tasarruf paradoksu bağlamında toplam tasarruflardaki bir artış milli gelirden sızıntıların artmasına yol açmak suretiyle toplam talebi düşürür. Toplam talepteki düşüş, üretimin azalması ve işsizliğin artması şeklinde kendini gösteren durgunluk anlamına geldiğinden devlet vergileri düşürmek veya harcamaları arttırarak, teknik bir anlatımla açık bütçe politikasıyla, toplam talebi canlandırabilir. Senaryo gereği, açık bütçe uygulaması sonucu artan toplam talep özel yatırımların verimliliğini artıracak ve böylece yatırımlar ivme kazanmış olacaktır. Sonuçta faizler yükselse bile yatırımlar bundan etkilenmeyecek ve dışlama etkisi ortaya çıkmayacaktır. Ancak ekonomi tam istihdama yaklaştığında dışlama etkisi yavaş yavaş kendisini gösterecektir. Keynesçi iktisatçılar, borçlanma ile sağlanan kaynakların kendi kendini finanse eden yatırımlar için kullanıldığı sürece, bütçe açıklarının borçlanmayla finansmanının gelecek nesiller üzerine herhangi bir yük getirmeyeceğini de iddia etmektedirler. Aksi halde, gelecekte borç yükü ve dolayısıyla vergi yükü artacaktır. Ancak, S. Blinder, R. Solow, Modigliani, İ. Tobin, W. Buiter, B. Friedman, R. Brunberg, A.L erner ve M. Feldstein gibi Keynesçi iktisatçılar bireylerin gelecek vergi yükümlülüklerini algılamada, yakın gelecekte meydana gelebilecek olguları anlamakta yetersiz olduklarını, ya da algılama tam olsa bile, bireylerin bencil bir yaklaşım sergileyerek vergilerden kaçınacağını ileri sürmektedirler. Bu durum, devlet tahvillerinin tamamının bireylerin net servetlerinin bir parçasıymış gibi algılamalarına neden olmaktadır. Keynesçilere göre borçlanma, açık bütçe politikasının bir aracı olduğu kadar, ekonomide dengeyi sağlamanın da bir unsurudur. Bu sebeple borçlanma gelecek nesiller üzerinde yeni yük doğurmayacak; aksine, milli gelirin artmasına ve işsizliğin azalmasına katkı sağlamak suretiyle gelecek nesiller üzerindeki borç yükünü hafifletecektir.

3. Monetarist (Paracı) Yaklaşım

Dünyada 1970'li yıllarda enflasyon ve işsizlik, kamu harcamalarındaki önlenemez artışlar ve bütçe açıkları gibi ekonomik sorunlar yaşanmaya başlanmıştır. Bu durum, temelinde liberal görüşün ağırlık bastığı Keynesçi iktisada alternatif yeni iktisadi düşünce akımlarını ortaya çıkarmıştır. Bu akımlardan birisi Nobel ekonomi ödüllü Amerikalı iktisatçı Milton Friedman öncülüğünde geliştirilen Monetarist iktisadi yaklaşımdır. Monetarist görüşe göre, bütçe açığının vergilerle veya halka devlet tahvili satılarak borçlanmayla finanse edildiği durumda, ekonomide ödünç verilebilir fon talebi artacak ve faiz oranları yükselecektir. Faiz oranlarındaki artış, yatırımlar için bir maliyet unsuru taşıdığından özel sektör yatırımları daralacaktır. Bu durumda özel sektör harcamaları kamu harcamalarındaki artış kadar azalırken, toplam harcama veya milli gelir düzeyinde bir değişme olmayacaktır. Ayrıca Friedman, kamu tahvilleri ile özel sektör tahvil ve hisse senetlerinin ikame durumlarının oldukça fazla olduğunu açıklamaktadır. Kamu, tahvil ihracı yolu ile finansmanını gerçekleştirdiğinde, hem özel kesimin piyasadan bulabileceği fonları azaltacak, hem de faiz haddinde sebep olacağı yükselme nedeniyle bu fonların maliyetini artıracaktır. Sonuç olarak, kamu sektörü tahvilleri piyasada özel sektör tahvil ve hisse senetlerinin yerine geçecek ve bir süre sonra üretimde ve dolayısıyla gelirde azalmalar oluşacaktır. Bu mekanizmaya portfolio crowding out adı verilmektedir.

4. Kamu Tercihi ve Anayasal İktisat Yaklaşımı

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra M. Buchanan'ın öncülüğünde ekonomik sorunlara çözüm getirmek amacıyla geliştirilen çağdaş iktisadi yaklaşımlardan biri de Kamu Tercihi Teorisi'dir. Kamu tercihi yaklaşımının temelinde Neo-Klasik iktisatçıların geliştirdiği "Piyasa Başarısızlığı Teorisi"ne karşılık geliştirdikleri "Devletin Başarısızlığı Teorisi" vardır. Buchanan'a göre, devletin başarısızlığında Keynesçi iktisadi anlayış doğrultusunda hareket eden akademisyenler, bürokratlar ve politikacılar önemli bir yere sahiptir. Çünkü Keynesçi iktisat, devletin ekonomiye aktif müdahalesini görür. Dolayısıyla, bu müdahaleci devlet anlayışı kamu sektörünün zaman içerisinde büyümesine yol açmıştır. Kamu tercihi iktisatçıları, devletin büyümesinin nedenlerini ve sonuçlarını analiz etmişlerdir. Onlara göre kamu sektörünün büyümesi bir takım ekonomik ve politik yozlaşmalara neden olur. Örneğin, bütçe açıkları ekonomik yozlaşmanın bir türünü oluşturmaktadır. Çünkü kamu sektörünün yeni fonksiyonlar üstlenmesiyle birlikte kamu harcamaları kamu gelirlerinden daha hızlı bir şekilde artmaktadır. Bütçe açığı ortaya çıktığında bunun nasıl finanse edileceği gündeme gelmektedir. Bütçe açıklarının finansmanı vergiler, iç ve dış borçlar veya para basımı yoluyla karşılanabilir. Bütçe açıklarının borçla finansmanı ile karşılanmasının getireceği önemli problemlerden birisi de gelecek nesillerin vergi yükünün artacak olmasıdır. Yaşayan nesillerin gönüllü olarak devlete verdikleri borçların anapara ve faizlerinin ödenmesi için gerekli vergi artışını gelecek nesiller yüklenmek zorunda kalacaktır. Çünkü borçlanmanın yükü, borçlanmanın gerçekleştirildiği dönemde değil; borçların anapara ve faizlerinin ödenmesi esnasında ya da sonrasında ortaya çıkar. Dolayısıyla borç yükünü taşıyanlar yaşayan bu nesiller değil; gelecek nesiller olacaktır. Kamu tercihi teorisyenleri, bu ekonomik ve siyasal sorunları gidermenin tek yolunu, devletin güç ve yetkilerinin sınırlandırılmasında görmektedirler. Bu çerçevede bu teoriyi savunanlar devletin güç ve yetkilerinin sınırlandırılmasını öngören "Anayasal İktisat Teorisi"ni geliştirmişlerdir.

5. Yeni Klasik Yaklaşım

Yeni klasik iktisatçıların Keynesçi teoriye ve Keynesçi makro modellere yönelik eleştirilerinin temel nedenini, 1960'lı yıllarda başlayan ve şiddeti gittikçe artan enflasyon ve işsizlik oluşturmuştur. Bu problemler modası geçmiş sayılan sıkı para ve dengeli bütçe gibi "Klasik" ilkelerin bir sonucu olarak doğmamıştır. Aksine modern Keynesçi doktrinin, enflasyon riski taşımasına rağmen reel büyümeyi ve artan istihdamı taahhüt eden geniş bütçe açıklarını ve yüksek oranlı parasal genişlemeyi gerektiren politikaları sonucu ortaya çıkmıştır. Yeni klasik yaklaşımda, kamu harcamaları özel kesimin ekonomik faaliyetlerini dışlamaktadır. Çünkü, Yeni klasiklere göre, toplam özel tasarruf (toplam çıktı-özel tüketim) hükümet harcamaları tarafından ya vergilerle ya borçlanmayla ya da para arzı artışı ile emilmektedir. Bununla birlikte hükümet harcamalarının finanse ediliş şekli kamu harcamalarının etkinliğini belirleyen önemli bir faktördür. Öte yandan, Yeni klasik iktisatçılar, klasik ve monetarist iktisatçılar gibi kamu harcamalarının vergiler veya halktan borçlanarak karşılanmasının, özel tüketim ve yatırım harcamalarında veya ithalatta meydana gelebilecek bir azalma ile karşılanacağını kabul etmektedirler. Bu durumda, kamu harcamalarındaki artışın vergilerle veya borçlanma yoluyla finanse edilmesi özel sektör harcamalarını dışlayacaktır. Dolayısıyla, kamu harcamalarındaki bir artışın istihdam ve milli gelir düzeyi üzerinde herhangi bir etkisi olmayacaktır. Kamu harcamalarının iç borçlarla finanse edilmesinin ekonomi üzerinde herhangi bir etkisinin olmayacağına savunan bir diğer Yeni Klasik görüş de "Ricardo Denklik Teoremi"dir. İlk defa David Ricardo (1817, 1820) tarafından ortaya konan ve daha sonra Robert Barro (1974) tarafından geliştirilen Ricardo Denklik Teorisi Barro'nun 1974'de yazdığı "Are Government Bonds Net Wealth? (Devlet tahvilleri net servet midir?)" isimli çalışmasıyla gündeme gelmiş ve o günden beri de yoğun akademik araştırmalara ve tartışmalara neden olmuştur. Barro, bütçe açıklarındaki artış nedeniyle devletin ihraç ettiği borç senetlerindeki artışın bireylerin refahını artırmayacağını iddia etmektedir. Çünkü bireyler, devletin borcundaki artışların ileride vergi artırımı yoluyla kendilerine yansıyacağını tahmin edeceklerinden, bugünkü tüketimlerini azaltırlarken tasarruflarını artıracaklardır. Tasarruflardaki artış miktarı, devletin borçlandığı artış miktarına eşit olacaktır. Bu nedenle, Barro'ya göre, kamu harcamalarının borçlanmayla veya vergilerle karşılanması, toplam talep, reel faiz oranları ve sermaye birikimi üzerinde herhangi bir etkisi olmayacaktır. Yani, iç borçlarla vergilemenin ekonomi üzerinde etkilerinin denk olacağı ifade edilmektedir. Ayrıca, R. J. Barro, R. C. Kormendi, P. Evans gibi Yeni Klasik iktisatçılar, Keynesçi iktisatçıların tersine, bireylerin gelecekte konulması beklenen vergileri tam olarak algılayarak, fedakârca bir davranışta bulunacaklarını ifade etmektedirler. Onlara göre bireyler, gelecekte konulacak vergileri ödemek için, gelecek kuşaklara aktaracaklardır. Dolayısıyla, devlet tahvillerinin özel sektörün net servetine dâhil edilmemesi görüşünü savunmaktadırlar. Ancak, Ricardo denklik teorisi makul olmayan varsayımlar içerdiği için eleştirilmektedir. Örneğin, tüketicilerin çoğunluğunun, hükümetin cari harcamalarının gelecekteki vergiler anlamına geleceği hakkında yeterli bilgiye sahip olduğunun varsayılması, gerçekçi bir yaklaşım değildir. Ayrıca tasarrufların, artan açıkları dengeleyecek kadar artacak olması da diğer bir eleştiri noktasını oluşturmaktadır.


Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!

Benzer Konular

2 Ekim 2006 / GusinapsE Akademik
10 Nisan 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri
11 Kasım 2010 / _Yağmur_ Psikoloji ve Psikiyatri
6 Kasım 2010 / LaSalle X-Sözlük
1 Mayıs 2012 / nötrino Ekonomi