Arama

İletişim Bilimi

Güncelleme: 4 Ekim 2017 Gösterim: 55.517 Cevap: 3
karayel - avatarı
karayel
Ziyaretçi
25 Mart 2007       Mesaj #1
karayel - avatarı
Ziyaretçi

İletişim Bilimi

Ad:  il.jpg
Gösterim: 1024
Boyut:  39.3 KB
Günümüzde iletişim sosyal yaşantının vazgeçilmez bir parçası haline gelmiş ve dolayısıyla evrensel ve disiplinlerarası bir görünüm arz etmektedir. Bu husus, sosyoloji, psikoloji, yönetim bilimleri, lengüistik, sibernetik v.b. bir çok bilim dalının iletişim fenomeniyle meşgul olmasından açıkça anlaşılmaktadır.
Fakat, birçok bilim dalının bu fenomene yönelmeler: bazı sorunları da beraberinde getirmektedir. Zira, iletişim sahasında bugün birbiriyle rekabet eden o kadar çok kuram ve modeller mevcuttur ki, bu konuyla ilk defa meşgul olanlar kendilerini kolayca bir kuram, model ve kavram karmaşası içinde bulabilirler.
Sponsorlu Bağlantılar
Bütün sosyal bilimlerde olduğu gibi, yeni gelişmekte olan iletişim bilim dalında da öncelikle kavramın anlamının ve kapsamanın tanımlanması gereklidir. Hepimizin bildiği gibi, sosyal bilimlerin en büyük özelliği kullandığı kavramlar hakkında ortak bir görüş birliğine kolayca varılmamasıdır. Bu husus tam anlamıyla sosyal bir fenomen olan iletişim içinde geçerlidir. Zira konu ile ilgili ortaya atılan birbirinden farklı o kadar kuram ve model vardır ki neticede tam anlamıyla bir kavram karmaşası ile karşı karşıya bulunmaktadır.

İletişim Modelleri ve Evreleri

Günümüzde batı dillerindeki “coinmunication” sözcüğünün karşılığı olan “iletişim” kavramının görmediği olan ve saha hemen hemen kalmadığı gibi, günlük yaşamımızda vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Ama buna rağmen iletişimin ne anlama geldiği sorusu halen açıklanmış değildir. Günümüzde iletişim kavramının 160’ın üzerinde değişik tanımlama şekli mevcuttur.
Genel olarak iletişim süreci ile ilgili görüşlerin takip ettikleri temel gelişim çizgileri açıkça bu fenomeni tasvir etmek ve açıklamak için geliştirilen modellerde görülebilir ve izlenebilir. Bu nedenle, iletişim sahasındaki gelişmelere dayanan bazı maddeleri kısaca özetleyeceğiz.

1. Felsefi Görüşler


İletişim sürecinin nasıl işlediğine ilişkin ilk görüşlere Aristoteles’de rastlanmaktadır. Aristotelesin temelini attığı ve bugün “retorik” olarak kaynaklar giren görüşe göre, eğer sözlü iletişim içerik yapısında ve sunulmasında, bazı şartları sürekli taşıyorsa istenen ve amaçlanan etkiyi sağlayabilir. Aristoteles iletişim süreçlerini birbirinden ayırt edebilen üç öğeyle sınıflandırmaktadır. Bunlar; konuşmacı, konuşma metni ve dinleyicidir (bkz: Merten, 1977:14). Bu üç öğenin birbiriyle nasıl bir ilişki içinde olduğu hususları yeterli derecede açıklanmış değildir. Aristoleles’in retorik okulu olarak gelişen bu görüşleri, iletişim alanındaki gelişmeleri büyük ölçüde etkilemiştir.

1.1. Lasswell Formülü
Amerikalı bir siyasat bilimci olan Lasswell, bir iletişim eylemini tanımalamanın en uygun yolunun şu sorulara cevap aramak olduğunu belirtir. “Kim, neyi, hangi kanaldan, kime, hangi etkiyle söyler”
Lasswell’e göre iletişim çizgisel tek yönlü bir süreçtir. Şöyle ki; ileti verici tarafından mesaj olarak çıkmakta kanal sayesinde alıcıya erişmekte ve böylece mesaj alıcı da değişikliğe yol açmaktadır. Bu nedenle, iletişim temelde bir ikna etme süreci olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca Lasswell, mesajların her zaman etkileyici olduğunu varsayar. Yani, mesaj kaynak tarafından gönderilmekte, kanal sayesinde hedefe erişmekte ve neticede değişikliğe yol açmaktadır.

2. Matematiksel İletişim Modeli


İletişim süresini bireysel düzeyde ele alan Shannon ve Weaver, matematikten esinlenerek kendilerinden sonra gelecek iletişim modellerine yön verecek ve etkileyecek bir iletişim modeli getirmişlerdir.
Matematiksel iletişim kuramı iletişim süresini mesajın vericiden alıcıya doğrudan aktarılması olarak tanımlar. Bu aktarmanın tamamlanmasının kaynağın mesajı alıcıya kabul ettirmesi ve istediği yönde uygulatılması niteliğine bağlı olduğunu belirtir.

3. Psikolojik Modeller


Psikolojik iletişim konusuna etki-tepki prensibi açısından yaklaşmışlardır, yani gözlenebilir bir uyarı alıcıda gözlenebilir bir değişime neden olduğu görüşünü temel almışlardır.

3.1. Houland’ın İletişim Modeli
Houland ve arkadaşlarına göre iletişim “bir bireyin diğer bireylerin davranışlarını etkilemek amacı ile sözlü işaretler göndermesi sürecidir.” Bu nedenle, burada gözlenebilir uyarılardan hareketle gözlenebilir değişiklik ölçülmeye çalışılmaktadır. Houland ve arkadaşlarının asıl amaçları, alıcıdaki tutum, görüş ve nihayetinde davranış değişikliğine neden olan faktörlerin tespit edilmesi olmuştur.
Netice itibariyle, Houland’in modelini, iletişim süreçlerini açıklama yerine şart koşan bir etki modeli olarak değerlendirmek gerekir. Model katı bir neden-sonuç ilişkisinden hareket etmekte ve modelde gözetlenmeyen faktörler ise çok yüzeysel bir düzeyde kalmaktadır. Ayrıca, modele göre verici ile alıcı arasında vericiye dayalı tek yönlü ilişki söz konusudur.

3.2. Westley ve MacLean’ın Modeli
Westley ve MacLean var olan araştırma bulgularını düzenlemek özellikle de kitle iletişim araçları için uygun olan sistematik bir yaklaşım sunma amacı gütmektedirler. Bu model, seçicilik aspektini ve alıcı tarafından algıların iletilmesini vurgulamaktadır. Gönderilen uyarı bir çok seçme sürecinin sonucudur, yani gönderici iletmek istediği konuyu seçer ve alıcı da gönderilen iletilerden yine kendisine uygun düşeni seçer. İletilmek istenen husus alıcının çevresindeki her şeyi algılama imkanına sahip olmadığına işaret eder. Bu nedenle, alıcı başkalarının algılarından faydalanır, ve bunları ön seçme olarak üstlenir. Böylece çeşitli ileti kanalları değişik seçicilik işlevleri ile oluşur. Alıcılar ise bunları feedback sayesinde belli ölçülerde yönlendirmeye çalışır.

4. Sosyal Psikolojik Modeller


Etkileşim süreci hakkında ilgilerinden dolayı sosyal-psikoloji de iletişim olgusunu araştırmaya yönelmiştir. Buna Newcomb’un modelini temsilen tanıtacağız.

4.1. Newcomb’un modeli

Newcomb, en azından iki insanın birbirine ve çevrelerindeki nesnelere karşı aynı anda yönelmelerini sürdürmenin iletişimin en önemli fonksiyonu olduğunu belirtmektedir. İletişim, gerginliğe karşı öğrenilmiş bir tepkidir. Bu nedenle belirsizlik ve dengenin olmadığı durumlarda daha fazla iletişim aktivitesi gerçekleşmektedir. Netice de iletişim burada denge sağlayan bir sürek olarak belirmektedir.

5. Sosyal Modeller


Sosyolojik açıdan iletişim araştırmalarının oldukça kısa bir geçmişi vardır. Özellikle, sosyolojide iletişim üzerine yoğun ilgi iletişim kurumlarının oluşması ve gelişmesiyle başlamış ve bu nedenle dikkatler, başlangıçta kitle iletişimi üzerinde yoğunlaşmıştır. Fakat sosyolojinin yeniden mikro süreçler (bireysel ve grup ilişkileri) hakkındaki ilgisini keşfetmesi, onu iletişim fenomeni ile karşılaştırmıştır.

5.1. Riley / Riley’in Modeli
Geleneksel anlayış verici veya alıcı konumundaki bireyi sosyal yapının bir parçası olarak görmemektedir. Sohn W.Riley ve Mathilda W.Riley’e göre ise iletişim sosyal yapıdan soyutlanarak açıklanamaz. Bu nedenle yazarlar, iletişim sistemini, toplum içinde iletişime katılan aktörler ve bu aktörlerin dahil oldukları gruplar ve bu grupların içinde bulunduğu geniş sosyal yapılar, her şeyi soran bir sosyal sistem içinde düşünmektedirler. Kitle iletişim sürecide bu geniş sosyal süreci etkiler ve ondan etkilenir. Yani hem verici hem de alıcı konumundaki birey toplumsal çevrelerinden soyutlanamaz ve bunların davranışları içinde bulundukları toplumsal koşullar tarafından yönlendirilmektedir. Diğer bir deyişle bir iletişim sürecinde, birey verici konumunda ise mesaj seçmesini ve şekillendirmesini; alıcı konumundaysa mesajı nasıl algılayacağına ve mesaja nasıl tepki göstereceğine dahil olduğu grup yardımcı olur.
Verdiğimiz modeller çok değişik teorik düşüncelere dayanmakta ve böylecede iletişimin ne anlama geldiği hakkında ortak bir görüşe varılmasının çok zor olduğunu göstermektedir. İletişim kimine göre “etkileşimin şekli” kimine göre ise “canlı varlıklar arasında anlam aktarımı (Maletzke 1963:18)’dır. Sonuçta kavramın oldukça değişik anlamlarda kullanıldığını söyleyebiliriz.

İletişim Kavramı, Anlamı ve Kapsamı

I. İletişim Kavramının Tanımı
Yukarıda görüldüğü gibi iletişim kimisine göre “bilgilerin aktarılması”, kimine göre “uyarı-tepki”, kimine göre ise “canlı varlıklar arasında anlam aktarımı” anlamına gelmektedir. Ancak, iletişimin klasik fonksiyonu olarak genelde “bilgi aktarımı” tezi yaygındır. Başka bir ifadeyle yukarıda tanıtılan modellerin tek ortak noktası iletişim sorununu bilgi aktarma sorunu olarak görmeleridir.

1. Bilgi Aktarımı Olarak İletişim


Geleneksel anlayışta iletişimin fonksiyonu genelde karşılıklı bireylerin (enformasyon his, duygu, düşünce vb.) değişilmesi olarak görüşmektedir (Aranguren 1967:11). Yani iletişim bir nevi, bireysel olarak yapılan bir “gönderim-alım” olayı olarak değerlendirilmektedir. Aşağıdaki tanım örnekleri: de bu hususu açıkça ortaya koymaktadır.
  • “İletişimi bur da günlük konuşma ve kelimenin dar anlamında enformasyonların aktarımı olarak tanımlamaktayız” (Aranguren, 1967:11)
  • “İletişim bilgi alış-verişi anlamına gelmektedir” (Newburger, 1970:13)
  • “İletişim, vericiden alıcıya aktarılan bilgi veya haber süreci olarak tanımlanabilir” (Cıenenberg, 1966:36)
Örneklerinde açıkça gösterdiği gibi, iletişim, bir aktarma veya ileti olayı olarak değerlendirilmektedir. Yani herhangi bir iletişim olayının başlangıcında bir kimsenin bir düşünce, duygu veya hissi var ve bunu karşısındakine aktarmaktadır.
İletişimi bilgilerin, düşüncelerin, hislerin karşılıklı aktarılması süreci olarak tanımlamak yetersiz kalmaktadır. Hatta iletişimin sosyal davranışın spesifik bir şekli olduğu söylenebilir. Bu nedenle dikkatlerimiz aşağıdaki sosyal davranış ve iletişim üzerine yoğunlaşacaktır.

2. Sosyal Davranış ile İletişim İlişkisi


Sosyal davranış insanlara mahsus bir husus ve insanların standartlaşmış yani müesseseleşmiş tavır ve eylemleri ile ilgilidir. Sosyal davranış bireyin başkaları tarafından etkilenmesi sonucu ortaya çıkmakta ve bir sosyal iletişim sürecini içermektedir. Sosyal etkileşimin ve böylece sosyal davranışın iletişimsel niteliği mevcuttur.

Watz lawick ve arkadaşları iletişim ve davranışı eş değer olarak görmektedirler. Bu nedenle, bunlar başkasının nezrindeki her davranışın başkası için bir ifade oluşturduğundan ve iletişim olarak değerlendirilmesi gerektiğinden hareket etmektedirler. Davranışın ise bir karşıtı yoktur, veya daha basit bir şekilde ifade edilmek istenirse, davranmamak (davranışsızlık) mümkün değildir. Başkalarının bulunduğu bir ortamda davranışların ifade niteliği taşıdığı yani iletişim olduğu görüşü kabul edilirse, o zaman iletişimsizliğin mümkün olmadığı görüşü ortaya çıkar (Watzlawick 1969:51). Yani her zaman ve her ortamda iletişim ilişkisi.
Toplumun belirleyici özelliği kültürdür, ve kültür üzerinde uzlaşma sağlanmaktadır. Zira, kültür içinde doğarız ve kültürce çevreleniriz. Başka bir deyişle; insan kültür içinde doğar, yaşar ve sonra da gider ama kültür kalır. Böylece bir kültür bir kuşaktan diğerine semboller ve simgeler sayesinde aktarılıp durmaktadır. İşte bu semboller ve simgeler de iletişimin temelini oluştururlar. Başka bir ifadeyle semboller ve simgeler (işaretler) her türlü iletişim eyleminin oluşması vazgeçilmez unsurdur. Bu hususu öncelikle “Sembolik Etkileşim Teorisi” olarak bilinen kuram vurgulamaktadır. (Mead, 1968) Bu teoriye göre, insanlar tabi bir çevrenin yanı sıra sembolik bir çevrede yaşarlar, semboller ve aynı şekilde cismen; uyarı sayesinde eyleme teşvik edilebilirler. Sembol ise, insanlar için öğrenilmiş bir anlamı ve öğrenilmiş bir değeri taşıyan uyarı olarak belirlenebilir. Anlam leksikalik tanıma uygun iken yani insanların günlük yaşamda bir kavrama verdikleri içerikleri ifade ederken, değer ise, insanların bu kavrama karşı duyguları tavırları anlamına gelmektedir (Mead 1968:115). Böylece sembolik etkileşim, semboller yardımıyla zihinlerinde karşılıklı anlamları ve değerleri aktüelleştirdikleri yani canlandırdıkları bir süreçtir.
İletişim kavramını açıklamak amacıyla dikkatimizi özellikle iletişim ile sosyal davranış ilişkisi üzerinde yoğunlaştırdık. Bu tartışmalar sonucu elde edilen bazı hususları burada maddeler halinde kısaca sıralayacağız.
  • Sosyal, canlı varlıkların birbirine yönelik davranış şekilleri olarak belirlenen iletişim, sosyal bir fenomen olarak karşımıza çıkmaktadır.
  • Sosyal iletişimde sosyal eylem kavramıyla sosyal eylemin amaçlı niteliği ortaya konmaktadır. İnsanların sadece davranmak için davranmadıkları, aksine eylemlerinde devamlı bir amaç güttükleri gerçeği, iletişim davranışının da erişilmek istenen amaç için araç olduğunu ortaya koydu. Başka bir ifadeyle ; İletişimde daima amaçlar gerçekleştirilmektedir.
  • İletişim iki yönlü bir süreç olarak ortaya çıkmakta ve bununla birlikte, sosyal etkileşim spesifik bir şekli olarak belirmektedir.
  • Sosyal iletişimin en önemli özelliğinin, işaretlerin belli imkanlar ölçüsünde sembol olarak kullanılmaları olduğu ortaya çıkmaktadır.
  • Semboller sayesinde ise karşılıklı anlamlar paylaşılmaktadır.
  • İletişimde sürekli bir seçicilik söz konusudur.
Bütün bu sayılan hususların ışığı altında, sosyal iletişimi tanımlamak istersek: İletişim sembolik olarak anlamların karşılıklı paylaşılmasıdır.

İletişim Biliminin Temel Kavramları
Buraya kadar iletişim kavramını ve boyutlarını açıklamaya çalıştık. Şimdi ise, yukarıda söylenenlerin ışığı altında bir iletişim olayının başarılı olması için gerekli şartların neler olduğu sorusu üzerinde duracağız. Sosyal bir iletişim sürecinin iskeletinde şu öğeler mevcuttur.

1. Kaynak Kavramı


Kaynak kavramını iletişim biliminde yerleşmiş olan communicator kavramının karşılığı olarak kullanmaktayız. Sosyal iletişim sürecinde kaynak kavramıyla, başka bir kimseye bir şey iletmek isteyen ve iletişimsel eylemin genel amacı olan, başkaları ile anlamların karşılıklı, yani ortak paylaşılması hususunu bir kanal aracılığıyla gerçekleştirmek isteyen kişi ifade edilmektedir.

2. Mesaj Kavramı


Mesaj (communicate), konuşmacı ile dinleyici veya kaynak ile hedef arasında ilişki sağlayan husustur. Ama şu noktalara dikkat etmek gerekir.
  • Bir yandan, mesajda materyal fenomen, mesela; işaretler (alfabeler), optik sinyaller vs. söz konusudur.
  • Diğer yandan, iletişim araç olarak sadece materyalin harekete geçirilmesinden ibaret değildir. Mesaj alıcıya yani hedefe iletilmek istenen her türlü içeriğin oluşturulmasıdır. Literatürde mesaj yerine “içerik” veya “ifade” kavramları da kullanılmaktadır.
Bu anlamda mesaj belli bir durumda aktüel olarak üretilen işaretlerin tümü, sözlü ifadelerin ve bu esnada ortaya konulan davranışların şekillerinin (mesela jest, mimik vs.) bütünü olarak tanımlayabiliriz.

3. Medya Kavramı


İleticinin gönderdiği mesaj hedefe taşımayı sağlayan bir araç olarak karşımıza çıkar medya kavramı. İletici ve hedef arasındaki iletişimi sağlayan bir araçtır.

4. Hedef Kavramı


İletişim sürecinde, mesajın algılanması, yani mesajın erişmesi istenen kimse için hedef (Recipient) kavramı yerleşmiştir. Sosyal iletişimde kaynak ile hedef karşılıklı ilişkide bulunmaktadırlar. Bu nedenle sosyal iletişime yüz yüze iletişim de denir. İletişimin başarılı bir şekilde oluşması için özellikle şu iki husus önemli bir rol oynamaktadır.
  • Durumun doğru yorumlanması.
  • Anlamların aynı şekilde yorumlandığını control etmeyi sağlayan veiletişim biliminde feed back olarak bilinen hususun mevcut olması.
Feed back (Başarılı Kontrol) Kavramı
Sosyal iletişimin genel amacı, iletilmek istenen anlam içerikleri üzerinde karşılıklı bir anlaşma sağlamaktır. Feed back sayesinde kaynak, hedefin algılama ve anlama fonksiyonu hakkında bilgi edinmektedir. Ayrıca feed back iletişimde bulunanlar arasındaki anlaşmanın başarı durumu hakkında da bilgi vermektedir. Toparlarsak feed back kavramını şu şekilde tanımlayabiliriz. Feed back, kaynağın aktüelleştirdiği anlamı alıcının algılayıp algılamadığı, algılamışsa tepkisinin ne olduğu hakkında bilgi temin ettiği süreçtir.

İletişim kimilerinin dediği gibi bir devrim değil, insanlıkla yaşayan ve başlayan bir süreçtir. Bu süreç, yer yüzündeki ilk iki insanın serüveniyle başlar, ve dünyanın artan nüfusuyla birlikte insan toplulukları içinde sürekli yeniden yapılanarak uzar gider. İnsanlar, içinde yaşadıkları her toplulukta iletişimin temel unsurları olan ileten ve iletilen rollerini mutlaka üstlenmişlerdir.
İletişim en genel anlamıyla kültürünü oluşturan bireylerin düşünce değer yargı ve inançları sembol aşış verişleriyle olur. Edebiyatta bir toplumun tarihi ilerleyişi içinde birikimlerini temsil eden, toplumun değer yargılarından tutup da genel özelliklerine kadar bir çok bilgiyi edinmekte önemli bir konuma sahip olduğu için bu basamakta edebiyatın toplum içi ve dışı iletişimindeki yeri hiç şüphesiz önemlidir.

Yirminci yüzyılda sembol alışverişinin tümüne yakın bir bölümü kitle iletişim araçları tarafından yapılmaktadır. Dolayısıyla kütle iletişim araçlarını “kültürün temel taşıyıcıları” olarak nitelendirmek mümkündür. Kitle iletişim araçları içerisinde yazınsal iletişimi sağlayan(roman, hikaye, makale, dergi vs.) araçlar toplum genelinde sıkça başvurulan bir yapı arz etmektedirler.
Yazınsal iletişim genel olarak, dilsel iletişim bağlamında yer alır. Yazınsal iletişimde, “Söylem” olarak tanımlanan mesajlar (bildiriler) biri işitsel, biri görsel (yazı, imler) olan iki temel kanal aracılığıyla “dil” adı verilen düzgü (kod) sayesinde ve bu düzgüye uygun olarak gerçekleşirler.

Yazınsal bildirinin düzgülenmesi bir kaynağı (yapımcı, yaratıcı, yazar) ve genellikle çoğul bir hedefi (dinleyici, okur.. dinleyiciler, okurlar..) gerektirir. Çağımızda kaynak ile hedef arasında, yayıncı, basıncı, kitap vb., aracılar vardır. Yazılı ya da sözlü olan bildirinin üretilmesi (gerçekleşmesi), bireysel (psikofizyolojik), toplumsal ve durumsal etmenleri harekete geçiren çok gizemli bir süreçtir. Bu süreç sonunda, içeriğin temasını ve bildirinin biçimini içeren bir yapı (metin) ortaya çıkar. İçeriğin teması metnin anlamını iletir. Ama biçimsel bir nesne olan mesajın doğrudan doğruya belirticisi değildir. Bununla birlikte iletişimde iletilen içeriktir, yani bir biçeme ayrılmaz bir biçimde bağlı olan anlamsal ve göndersel özdür. Çeviri ya da uyarlama işlemleri bu içerik ya da özde gerçekleşir. Her zaman sorulan bir sorudur, tartışılan konudur; Yazınsal bakımdan içerik mi, yoksa ifade mi (biçim, yapı) önemlidir ? Yazınsallık söz konusu ise, elbette, ifade (biçim, yapı) önemlidir. Yazınsal bildirinin bir düzgüsü olduğuna göre bu düzgünün çözümlemesi de yapılabilir doğal olarak. Düzgü çözümlemesi, okuma eylemini, olumlamayı, yorumlamayı, değerlendirme ve eleştiriyi içerir. Ancak düzgü çözümlemesi yöntemleri, kesinlikle düzgüleme yöntemleri değildirler. Yani yapısalcılık, göstergebilimsel çözümleme maksist eleştiri yöntemleri, birer düzgü çözümleme yöntemleridirler, fakat düzgüleme yöntemleri değildirler.
Yazınsal bildirinin içeriği hedef kitlede öncelikle okuma eylemi gerektirir. Okuma; metinle okurun karşılaşması; anlama yorumlama şeklide tanımlanırken, “ ekoma ve yazma edğitimi, modern bilimin aydınlanma projesinin ön gördüğü üzere hakikat ve bilgiyi arama için değil, sadece okuma deneyiminin hazzı için yapılır. Bir kitaba sonran başlanabilir. Ortaya atlanabilir, sonra dönülebilir ve okuma girişe başvurularak sonuçlandırılabilir.” (Barthes, 1979) Böylelikle doğrusal okumadan (hiyerarşik, baskıcı tahakkümcü okumadan) farklı bir deneyimdir bu.

Okurla metin arasındaki ilişki sadece okurun kurmaca bir dünyaya girişi değil ama bir karşıya gelmeyi – yani anlam için bir savaşımı – temsil eder.
Sunulan metin okura alması için özendirilip, teşvik edildiği bir konumu teklif eder. Ne var ki, okurun metni harekete geçirmesi metin tarafından belirlenmez. Metin tarafından önerilen konumla okurun işgal ettiği konum arasındaki mesafe büyük veya küçük olabilir. Okurla metin arasındaki iktidar ilişkisi hep asimetriktir.
Okuma kavramı geleneksel olarak yazılı metinlerle bu metinlerin tüketicileri arasındaki ilişkiyi tanımlamaktadır. Ne var ki son zamanlarda yazın eleştirisi ve kuramlarının iletişim alanına ithal edilmesiyle ve her türlü iletişim metniyle bu metni alanlar arasındaki ilişkinin ayrıntılı çözümleme gerektiren karmaşık bir süreç olduğu görüşünün kabul görmeye başlamasıyla birlikte bugün kitle iletişim araştırmalarında da kullanılmaktadır.

Okur, okuyucu olarak adlandırılan mesajın iletileceği hedef kitle ise, metnin alımlayıcısı; gözlemci, anlamı üreten şeklinde tanımlanır.
Okurun doğuşu, yazarın ölümü pahasına olmak zorundadır. Okur eğlendirilecek, eğitilecek veya hoşça vakit geçirtilecek bir edilgen özne değildir. Metinle okur ilişkisi, metni okurun kurabileceği ama metnin de karşılaşmayı denetlediği şeklindedir. “Okur, metni salt okuma deneyiminin hazzı, verdiği zevk için okur” (Roland Barthes). Modemizmde ise okurun konumu metnin neye dair olduğunu bulgulamakla kısıtlıdır. Okur, bu anlayışa göre metne ilişkin anlamı reddedebilir, kısmen kavrayabilir, (seçicilik); vb.. Bu anlamda tümüyle edilgen değildir verili, metne ilişkin anlamla mücadele eder. Okur bu anlamda etkindir ama bu etkileşimin hedefi olan anlam yaratma bakımından edilgendir.

Geleneksel iletişim kavramı okuru (alıcı/hedef kitle vb.) hep bu tür kavramlaştırmış, modellerini bu kavramlaştırıma dayandırmıştır. Anlam metnin üretiminde değil, alımında ortaya çıkar. Uç anlayışla okur, metni okuma ediminde “yazar” veya yorumlar.
Metin “ima edilen bir okuru” çağırır ve bu metinle fiili okur, arasında karakter bakımından fenomenolojik bir etkileşimi gerektirir. Bu iki yanlı bir iletişim ilişkisi (Wolgrangser). Bir metinde boşluklar vardır ve okuma edimi sırasında okur belirsizlikleri açık hale getirir. Okur boşlukları doldurmakta özgürdür. Ama zamanda metinde sunulan kılıflarla da kısıtlıdır, metin önerir veya eğitir, okunursa son şeklini verir veya kurar.
Kitle iletişimi açısından okur kavramlaştırılmanın önemi çok fazladır. 1960’larda kitle iletişimine egemen olan eğilim “kütleler”i sessiz çoğunluk, dolayısıyla da modern toplumun atıl bir unsuru olarak görmekti. Eleştirel toplumbilim, kitleyi (özellikle orta sınıfı) zihin yapıları “alıklık aşılayan” kültür endüstrisince yoğrulan topluluklar olarak görüyordu.

Kitle iletişimi doğrudan doğruya insanların tavır, tutum, duygu ve düşünceleriyle ilgilidir. Kitle iletişiminin ana malzemelerini de bunlar oluşturur. İletişim bilimindeki klasik iletişim süreci içerisinde yer alan “mesaj” edebiyatla ilişkili olarak okuyucunun duygu, düşünce tavır ve tutumlarıyla örülür.
Toplumda, birbiriyle etkileşimde bulunan bir çok toplumsal sistem vardır. Bu toplumsal sistemler içinde en temel olan, toplum düşünce, değer yargı ve inançları bütünü olarak tanımlanan kültür sistemidir. Kültür bütün sistemlerin merkezinde yer alır ve bilgiye dayanan kuramsal ve açıklayıcı bir rol üstlenir. Aynı zaman da tüm temel yönelmeleri ve alt sistemleri birleştirir. Edebiyatta bir dönemin yansıması bakımından okurun geçmişle iletişimini, birikimlerini kıyaslamasını ve varolan gerçeklerden yola çıkarak mantığına uygun olanı benimsemesinde yardımcı olur. Bu aşamada iletişimi sağlayan bir araç görünümüne girer ve iletişimin önemli bir basamağı şeklinde ele alır. Kültür benzetmesi olarak dönem dönem bir birikimi edebiyat içerisinde okur bulabilir. Kütle iletişimi bir çok bakımdan toplum bildirişimi şeklinde işler. Toplum, iletişimin hem kodlayan (ileten-kaynak) hem de kodu açan ve yorumlayan (iletilen-hedef alıcı) unsuru olarak görev yapar.

Toplum, dünyadaki değer toplumlarla ilişkilerin devam etmesi için ve toplumun yeni üyelerine kültürün aktarılması için mesajlar kodlar. (Bir edebi eserdeki temanın okuyucuda uyandırmak istediği ana duygu gibi.) Gözlerimizi ve kulaklarımızı neredeyse sonsuz denecek kadar büyük mesafelere eleştirme ve sesimizi ve yazılı kelimeciklerimizi dinleyici veya okuyucu bulabildiğimiz yerlere ulaştırma iktidarına sahip olan kitle iletişimi bu bakımdan toplumsal haberleşme içinde büyük bir sorumluluk payı yüklemiştir. Ebedi eserler, radyo, televizyon ve çağımızda önemli bir mesafe kat eden internet ufukları bizim için gözlenmektedirler. Liderlerin ve uzmanların düşündüklerini bize duyurarak, kamu sorunlarının tartışılmasını sağlayarak bu araçlar, dengi ve filmler de dahil ufukta görünenleri yorumlamamızda ve ona karşı ne yapılması gerekiyorsa bu konuda bir karara varmamızda bize yardımcı olurlar. Ders kitapları ve eğitim filmleri, kültürümüzü kodlama işinde diğer bütün araçlara olanak hazırlayan araçlardır.

Hiç şüphe yok ki kitle iletişim araçları toplumsal kültürün ilk belirleyicilerindendir. Artık iletişim olmaksızın toplum olmak mümkün değildir. Bu açıdan bakıldığında bütün insan toplumları iletişim toplumu olmuşlardır. İletişim için “kapsamlı bir kültür hareketi” demek fazla da iddialı olmaz. İletişim, insanların duygu, düşünce ve tavırlarına nüfuz ettikçe de onun ekonomik ya da siyasi yapısından çok kültürler üzerindeki etkisi ön planda olacaktır.
Kitle iletişim araçları bir yandan çağdaşlaşma ve demokratikleşme sürecinin bir gereği olarak geliştirilip kullanılırken diğer yandan iletişim teknolojisi sahibi ülkelerin kültür emperyalizmine yönelik amaçlarına da zemin hazırlayan bir yapı olarak yayılmaktadır.

İletişim mekanizmasının yoğun baskısıyla birlikte güçsüz insanlar kendilerine sunulan bir yaşam biçimi çerçevesinde yaşar. Öylece uyur, yer, konuşur yada düşünürler. Özellikle yoğun bir hedef olarak seçilmiş az gelişmiş ülkelerde kitle iletişim araçlarıyla yayılan kültür paketlerinin etkisinden kurtulmak mümkün değildir.
İletişim, gelişmiş ülkeler için bir kültür yayma aracı olarak kullanılırken, az gelişmiş ülkelerde gelişmeyi hızlandırıcı bir araç ve ulusal kültür oluşumunda bir çıkış yolu olarak düşünülebilir. Buna örnek Afrika ülkeleridir. Afrika ülkeleri kültürel kimlik konusuna büyük önem vermektedir. Bu, sömürgeciliğe karşı bir tepki olmuştur. Kültürel kimlik Afrika’da bir özgürlük ve bağımsızlık kavramı olarak kök salmıştır.
Bu anlamda yazılı ve sözlü edebiyatı oluşturan öğelerinde dahil olduğu iletişim araçlarına düşen görevler vardır:
  • Kültürel zenginlikleri ortaya çıkarmak, tanıtmak,
  • Bunların aracılığı ile ulusal birliği güçlendirmek,
  • Yerleşmiş değerleri vurgulamak,
  • Sonuçta ise yalnızca geleneksel iletişim yöntemlerini yaşatmak ve bunları çağdaş iletişim yöntemlerine uydurmak değil, iletilenlerin içeriğinde gelenekleri izlerini sürdürebilmektir.
Ne var ki, gelişme yolundaki ülkeler şöyle bir durumla karşı karşıya kalmışlardır; Bir yanda çağdaş iletişim olanaklarını geliştirmek için geniş yatırımların yapılması zorunluluğu vardır. Yeni araçlarla iletilecek programların sağlanması da geniş harcamaları gerektirir. Yeni araçlar sürekli program yayınlayarak yapılan yatırımları haklı göstermeye yönelmişlerdir.

Fakat genç ülkeler bu program ve mesajları kısa zamanda üretme olanaklarına kavuşamamışlardır. Bu yüzden de dışarıdan bol bol program getirişmiş, bu da kültürel yüzleşmeye yol açmıştır. Kendi edebi tarihimizde buna benzer izlere rastlarız. Edebi eserlerin toplumlar arası etkileşimde bir köprü vazifesi kurduğu dönemlerde bilhassa farklı ve güçlü medeniyetlerle karşılıklı iletişimin yaşandığı dönemlerde toplum olarak edinilen bilgi birikimi iletişimin olumsuz bir sonucu olarak toplum için bölünmeler kültür yozlaşmaları, toplum içinde toplum şeklinde gruplaşmaları yaratmıştır. (Tanzimat dönemi yanlış batılaşma hareketleri gibi.)
Kendi iletişim teknolojilerini, kendi edebiyatında benliğini oluşturamamış, bu yapıyı sağlamlaştıramamış toplumlar söz konusu iletişim süreci içinde kültür bozulmasını ve sonuçta yıkımı yaşamaya mahkumdurlar. Çünkü kültür, artık iletişimle yaşayan ve şekillenen bir sisteme dönüşmüştür.

Bu ne benzeri durumlara düşmemek için yapılan çalışmalar okur-yazar ilişkisi, iletişimi içinde düzeltilmeye çalışılmıştır. Örneğin Tanzimat Dönemi’ni yaşarken görülen eksiklikler, yapılan hatalar, bir taraftan da yazarın kişisel görüşleri ışığında şekillenerek okuyucuya, halka doğru olanı verme çabasına dönüşmüştü. Yani bu dönem edebiyatla eğitim çalışmaları gerçekleştirilmiş de diyebiliriz. İletişimin eğitim gayesi ile uygulaması yoplumda az da olsa bir yanlışları düzeltmeye itmiştir insanları.
Eğitim ve iletişim kavramları birbirini zaman zaman kapsamak ve benzer özellikler göstermekle birlikte birbirinden de farklıdır. İletişimi daha iyi kavramak ve edebiyatında bir eğitim görevi üstlendiğini düşünerek bu kavramları açıklamak için imge (imaj) ve bilgi kavramları üzerinde durulması gerekir. Her iki kavram içinde sözlük karşılığı, “nesnel geçerliğin insan zihninde yansıması” biçimindedir. Bir edebi eserin (didaktik içerikli) kişi üzerinde etkisi şu şekildedir.

Bilgi


Bilgi iki basamakla oluşur.
  • Nesnel gerçekliğin DUYUM BASAMAĞI
  • Nesnel gerçekliğin dönüşüme uğratılıp yeniden üretildiği DÜŞÜNCE BASAMAĞI (Anlama olgusu bu basamakta başlar.)
Bir metni okumadan önce başlığını gördüğümüz de ilk anda genel hakkında bir ipucu oluşur ancak genele ulaşamayız. Burada artık diğerleriyle bir bağlantıya, ilave bilgiye ihtiyaç vardır. Bunu okurken ise, yeni ifade şekilleriyle, duyumları soyutlar, çözümler (analiz), birleştirir (sentez), sonuçta bir genel görüş ve bilgi bütünlüğüne ulaşırız.
ALGI + SOYUTLAMA + BİRLEŞTİRME

(Duyu) (Çözümleme Analiz) (sentez)

DUYUM BASAMAĞI
Bilgi, basit bilgiden kuram ve varsayımlara doğru bir gelişim süreci içinde ilerler.
BİLGİ & KAVRAM + YARGI (Basit Bilgi)
KAVRAM + YARGI & ÇIKARIM ve FİKİR
Çıkarım ve fikirler, gelişerek, fikir birliğini oluşturur.
FİKİR BİRLİĞİ & KURAM ve VARSAYIM (Üst bilgi) oluşturur.

İMGE (İMAS)

İmge bir tasarımdır. Nesnel gerekliğin, Anlık tasarımı biçiminde ifade edilebilir. Algıların oluşturduğu her tür tasarım bir imgedir.


Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 18:03
*TeoDora* - avatarı
*TeoDora*
Ziyaretçi
1 Aralık 2007       Mesaj #2
*TeoDora* - avatarı
Ziyaretçi

İLETİŞİM VE İNTERNET TARİHİ

İLETİŞİM


İletişim, bilgi veya mesajların televizyon, radyo, televizyon gibi sistemlerle gönderilmesi ve alınmasıdır. İletişim aynı zamanda bir konuşma dilidir. İşaret dilinin sağırlar için bir iletişim biçim olması buna örnektir.
Sponsorlu Bağlantılar
Tarihöncesi çağlarda konuşma biçimlerinden biri duvarlara ardı ardına çizilen mağara resimleriydi. Bu resimlerin herbiri değişik hikayeler anlatırdı. Teknolojideki gelişmeler iletişimin de ilerleme kaydetmesine neden olur. Tabletler ve parşömenler insanların yazmalarına ve bilgiyi kaydetmelerine yarayan teknoloji ürünleriydi. Sanat da bir iletişim şeklidir. Resimler hikayeler anlatır, insanların nasıl hissettiklerini, giyindiklerini ve yaşadıklarını gösterir.
Matbaanın gelişmesiyle daha çok insan bilgiye ve habere ulaşabildi. Telgraf ve mors kodları uzak bölgeler arasında iletişimi mümkün kıldı. Daha sonra Alexander Graham Bell diğer bir teknolojik gelişme olan telefonu icat etti. Şimdi ise faks makineleri, çağrı cihazları, cep telefonları ve hatta 3 boyutlu faks cihazları var. Televizyon da iletişimi geliştiren önemli bir icattır.

Günümüzdeki en son iletişim biçimlerinden biri de internettir. Telekonferans yapabilir, anında bilgilere ulaşabilir ve e-mail sayesinde dünya ile bir kaç dakika içinde mesajlaşabilirsiniz. WebTV sayesinde internete televizyonunuzdan da ulaşabilirsiniz.
Gelecekte ise tüm haberleşme biçimlerinin Internet Protokolüne dayalı tek bir sistem etrafında birleşeceği görüşü ağır basmaktadır.

İLETİŞİM YOLLARI


İletişim düşüncelerin, fikirlerin, mesajların ve bilginin diğer insanlarla paylaşılması işlemidir. Bu tanımın kapsamında;
  • Yazı
  • Konuşma ve şarkı
  • Beden dili, hareketler ve yüz ifadeleri
  • Görsel iletişim
  • Elektronik İletişim
  • Uzak mesafeli iletişim vs.
Haberleşme insan hayatının vazgeçilmez bir parçasıdır. İş, kişisel hayat ve eğitim hep haberleşmeye dayanır. Hayvanlar bile işaretleşerek haberleşir ve birbirlerine yemek bulma, tehlikeden korunma, göç ve üreme işaretlerini verirler. Yunus gibi bazı hayvanların kendi dillerinin olduğuna dair iddialar da vardır.
Köken
Diller, semboller ve alfabeler hep yazılı haberleşme kapsamına girer. Yazılı dille ilgili en eski kayıtlar 5,000 yıl öncesine dayanır. Ancak mağara duvarlarına yapılmış hayvan resimleri 30,000 yıldan daha eskidir.

Uzak Mesafeli Haberleşme


Kaydedilebilen ve taşınabilen haberleşme formları mesajların çok büyük mesafelere gönderilmesi için gerekliydi. Kelimeler ve semboller papirüs ve hayvan derilerine tüy kalemlerle yazılabiliyordu.
Davul ritmleri, ateş, duman işaretleri ve deniz feneri dahil tüm diğer ilkel haberleşme yöntemleri belli bir mesafeden duyulabiliyor veya görülebiliyordu. Daha sonra mesajlar güvercinlerin bacaklarına eklendi (I. Dünya savaşında bile kullanıldı). Bayraklı flama sistemleri, parlayan ışıklar denizdeki gemiler arasında olduğu gibi birbirine yakın ama geçmesi zor olan mesafelerde kullanıldı. Fransa'da 200 flama kulesinden oluşan bir sistem kurulması sayesinde mesajlar ülkenin bir ucundan diğerine dakikalar içinde gönderilebiliyordu.
Telgraf, telefon, televizyon ve radyo haberleşme biçimimizi kökten değiştirdi. Son olarak internet sayesinde tek bir tuşlamayla bir mesaj yüzlerce insana anında ulaşabiliyor.

Kağıt ve Baskı


İlk hafif haberleşme ortamı papirüstü. Bundan önce herşey tahta ve taşlara yazılırdı. Çinliler ipeğe ve sonrasında ipekten yaptıkları kağıda yazdılar. Avrupalılar parşömen ve ince hayvan derisine yazdılar. Daha sonra araplar kağıt teknolojisini Çin'den Avrupa'ya taşıdı. Çinde baskı işlemi 8. Yüzyılda bulundu. İlk metal matbaa ise Gutenberg tarafından 1450'de yapıldı. Matbaa daha çok kitabın basılmasına ve daha çok insanın okur-yazar olmasına neden oldu. İnsanlar yeni fikirler kazandılar ve daha çok bilgiye sahip oldular. Bu da 16. Yüzyıl Protestan devrimini getirdi. Matbaa gazeteleri de beraberinde getirdi.
Endüstri devrimi basım teknolojisini de geliştirdi. Buharla çalışan matbaalar ve harf dizmeyi tarihe gömen ilk klavyeler 1950'lere kadar kullanıldılar.
Fotokopi dokümanların çoğaltılmasını kolaylaştırdı. Şimdi ise bilgisayarlar sayesinde hemen herkes evinde duyuru veya magazin basabilir ve kendi dinleyici kitlesine ulaşabilir. Bu araçlar iş hayatındaki haberleşmeyi de kökünden değiştirdi. Gelecekte kağıtsız bürolar hedeflenmekteydi. Ancak yeni teknolojiler kağıda olan talebi artırmış görünüyor.

Posta Sistemleri


Eskiden haberciler veya kuryeler bir kişiden diğerine mesajları taşırdı. Devletler bu sisteme uyum sağladı ve özellikle savaş zamanlarında önemli bilgileri gönderme ve almak için kullandı. Bu sistem normal vatandaşlar tarafından da belli bir ücret veya vergi karşılığı kullanılabilirdi (Posta pulu gibi).
Postalar önce at üzerinde, sonra trende ve gemide son olarak da uçakla gönderildi.
Modern Haberleşme Teknolojileri
  • Telgraf
  • Telefon
  • Radyo
  • Televizyon
  • Bilgisayar
  • Internet

Haberleşme ve Engelliler


1938'de Lois Braille körlerin okuması için kabartmalı noktalardan oluşan sistem yarattı. 18. Yüzyılda Paris'de işaret dili geliştirdi. Alexander Graham Bell de bu konuda bir çok çalışma yaptı.
Makineler yazıları tarayabilir ve kelimeleri okuyabilir. Bazı kişisel bilgisayarlar yazılan kelimeleri okuyabilir ve yazıyı büyük harflerle ekranda gösterebiliyor. Dokunmatik ekranlar yazma zorluğu çekenler için kullanılabiliyor.

INTERNET


Günümüzde tüm dünyayı saran internet ağının temeli Amerikan ve Sovyet Rusya arasındaki rekabete dayanmaktadır.
  • · 1957'de Sovyetlerin ilk yapay dünya uydusu olan Sputnik'i fırlatmaları üzerine ABD Savunma Bakanlığı, bilim ve teknolojinin orduya en iyi şekilde uygulanması için ARPA projesini başlattı.
  • · Amerikan Hava Kuvvetleri 1962 yılında ABD'ye yapılabilecek bir nükleer saldırıdan sonra bile misiller ve bombardıman uçakları üzerindeki kontrollerini nasıl sürdürebileceğini araştırmaya başladı. Bu amaçla yapılan araştırmada merkezi olmayan askeri bir bilgisayar ağının tüm ülkeye yayılabileceği ve bir nükleer saldırıya karşılık karşı saldırı yapabileceği gösterildi. ARPA projesi bu ağı destekledi ve ARPANET adını aldı.
  • · 1969'da ilk fiziksel ağ California'da kuruldu. İlk kurulan bilgisayar ağı tüm ülkede sadece 4 noktada terminale bağlıydı.
  • · 1972 yılında terminal sayısı 23'e ulaştı ve elektronik posta kavramı ortaya çıktı.
  • · 1976'da radyo ve uydu bağlantıları sayesinde ABD ve Amerika bu ağ üzerinde birleştirildi.
  • · 1979'da ilk bilgisayar haber grupları ortaya çıktı ve IBM internetin babası sayılan BITNET sistemini yarattı.
  • · 1980'lerde soğuk savaşın etkisini yitirmesiyle akademik ve ticari çevreler bu bilgisayar sistemine ilgi göstermeye başladı. O zamanlar sistem sadece elektronik posta amacıyla kullanılıyordu.
  • · 1991'de Tim-Berners Lee World Wide Web'i icat etti. Bu sistem hypertext denen daha görsel bir temele dayanıyordu ve araştırmaların ve bilgilerin paylaşılmasını kolaylaştırmak amaçlanıyordu. WWW'nin ortaya çıkması aynı zamanda ticari çevreleri de motive etti. Bu tarihte kullanıcı sayısı 617,000'e ulaşmış ve bilgisayar ağı bugünkü anlamda internet adını alabilirdi.
  • · 1990'larda internet kullanıcı sayısı ve fiziksel yapısı katlanarak arttı. Ticari kurumlar, üniversiteler, organizasyonlar ve devlet kurumları bu gelişime ayak uydurdular. Bağlantı noktalarına isim verilmeye başlandı ve bu kurumlar kendi adlarına internet siteleri açmaya başladılar. 1994'de internet üzerinde ilk siberbanka kuruldu. Pizza Hut internet üzerinden sipariş almaya başladı. AT&T, MCI gibi iletişim firmalarının hemen hepsi internete yatırım yapmaya başladılar.

Internet Uygulamaları


E-mail :
Internetin oluşmasındaki temel nedenlerden biri haberleşmenin çok büyük hızlarda yapılabilmesidir. Elektronik posta bu muazzam ağ üzerinde herhangi bir kişiyle dakikalara varan kısa bir zaman sürecinde mesajınızı iletebilmenizi veya aynı yoldan mesaj alabilmenizi sağlar. Bu hizmetten yararlanmak için ihtiyacınız olan tek şey bir e-mail adresidir. Internete bağlandığınız kurum veya servis sağlayıcıdan bir e-mail adresi edinebileceksiniz. Internet üzerinde ücretsiz e-mail servisi veren sitelerin de size oldukça büyük yardımı dokunacaktır.
E-mail ilk önceleri sadece düz yazı şeklindeki mesajların iletilmesi için kullanılırdı. Günümüzde ise e-mail ile fotoğraflar, profesyonel dokümanlar ve hatta video kaydı ya da ses dosyaları yollanabilmektedir. Bu sayede birbirinden uzak noktalarda bulunan insanların ortak çalışmalar yürütebilmeleri, bu çalışmaları paylaşabilmeleri mümkün hale gelmiştir.
E-mail yolu ile liste ya da forum denilen tartışma alanlarına üye olabilir ve ilgilendiğiniz konuda görüşlerinizi paylaşabilirsiniz. Listelere üye olan bir kişinin listeye attığı e-mail, o listeye üye olan herkese dağıtılır. Böylece o konuyla ilgilenen kişilerle aynı platformda yazışma şansınız olur. Türkiye ve yurtdışında bilimden sanata, bilgisayardan tıbba hemen her konuda bu tip listeler vardır.

Haber Grupları :

Haber grupları tüm dünyadan internet kullanıcılarının haber veya yazı gönderdikleri tartışma alanlarıdır. Bu tartışma alanı konularına göre ayrılmıştır. Herhangi bir konudaki mesajları veya haberleri okumak için o gruba üye olmanız gerekmez. İlgilendiğiniz kategorideki mesajları okuyabilir ve o gruba mesaj da atabilirsiniz. Haber grupları üzerindeki akış kimse tarafından kontrol edilmez. Tüm mesajlar gibi sizin mesajınız da dünyadaki tüm internet kullanıcılarına açık olarak bu bölümde yer alacaktır.

Web :
Internetin diğer bir yaygın uygulaması da web'dir. Web sayfaları, yazı, resim, video, ses gibi her türlü verinin etkileşimli olarak sunulabildiği bir sistemdir. Internet Browser (Tarayıcı) programlar yardımıyla herhangi bir kurum/firma/kişinin web sayfasına bağlanarak bu sayfada bulunan bilgilere erişebilirsiniz. Bu bilgiler bir firmanın ürünleri, bir kişinin kendini tanıttığı sayfa olabileceği gibi son haberleri okuyabileceğiniz gazete ya da müzik dinleyebileceğiniz bir radyo da olabilir. Bugün e-mail ve haber grupları da dahil tüm internet hizmetleri web üzerinden yürütülebilmektedir. Bankadaki hesabınızın kontrolü, telefon faturanızın dökümünü web üzerinden kontrol edebilirsiniz. Bir GSM'e mesaj atabilir, ya da ücretsiz faks çekebilirsiniz. Web sayfaları yasal ve yasal olmayan yönleriyle tüm dünyaya açıktır. Kendi web sayfanızı internet servisi aldığınız şirket veya kurum üzerinden yayınlayabileceğiniz gibi yine internet üzerindeki ücretsiz web sayfası dağıtan şirketlerden de yararlanabilirsiniz.
Günümüzde birçok firma müşterilerine satış sonrası desteği internet üzerinden de vermektedir. Çok düşük bir maliyetle günün 24 saati çalışan bir internet destek hattı kurmak artık hayal değildir.

Diğer :

İnternet üzerinde yapılabilecek uygulamaların sınırı yoktur. On-line sohbet odalarından sesli/görüntülü konferans sistemlerine iletişim alanında birçok kolaylık sağlamıştır. Internet üzerinden telefon görüşmeleri veya anında mesaj servisleri günümüzde sıkça kullanılmaktadır. Radyo/TV yayınları internet üzerinde izlenebilmekte ve bu tip yayınların kayıtları da kolaylıkla transfer edilebilmektedir.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 17:49
Rios - avatarı
Rios
Ziyaretçi
20 Kasım 2009       Mesaj #3
Rios - avatarı
Ziyaretçi

İletişim Bilimi

GİRİŞ

Bilim Olarak İletişimin Konusu


İletişimin konusunu açıklamak için Chaffee ve Berber (1986)'nine izleyen tanımını öneriyoruz: "İletişim bilimi üretimleri anlamaya çalışmaktadır. Bu üretimler, kuramsal olarak çözümlenebilir sinyal sistemleri ve simgesel etkilerin işlenmeleriyle meydana gelmektedir. Kuramsal çözümlemeler ise ortak olarak üretilmiş olan olguları açıklamayı amaçlayan genel yasaları içermektedir." Bu tanımın iyi yanı, kişiler arası, kurumsal, örgütsel veya diğer farklı türdeki iletişimsel içerikleri kapsayacak genellikte olmasıdır. Örneğin, geneli ihmal ettiği ve sınırlı düzeyde kaldığı için, bir firma bünyesindeki tek amaçlı iletişim sorunu üzerinde yapılan bir çalışma, iletişim biliminin konusunu teşkil etmez.

İletişim biliminin uygulaması, kavramsal açıklamalarda ve varsayım geliştirmede temel bir araç olduğu için nicel yönteme başvurmayı zorunlu kılmaktadır. Araştırmalarn başlangıçta nicelliğin (örneğin şu veya bu yayını ne kadar zamanda kaç kişi izledi) ihmal edilmesi karakterize etmişse de, nicel araştırmaların pek çok teorik araştırmadan daha geri kaldığı söylenemez (semiyolojik analizler kimi zaman böyledir) Her bilimsel araştırmanın, nitel ve nicel verilerin yanı sıra sağlam bir kurama dayanması gereklidir. iletişim biliminde de bu kural göz ardı edilmiş değildir.

İletişim bilimi, bir toplumun örgütlenme biçimi çerçevesinde, birkaç düzeye ayrılabilen oldukça geniş bir alanı kapsamaktadır. McQuail (1987) bunu, piramit şeklinde öngörüsüyle şöyle açıklamıştır.

Her düzey kendini ve kendinin altındaki düzeyleri kapsamaktadır. Böylece piramidin en yüksek düzeyinde bulunan kitle iletişimi diğer bütün düzeyleri içine almaktadır. Alt düzeylerin tümünü kapsamaktadır. Onların alan ve zamanı içinde yer alan kişilerin tümüyle ilişkilidir. Nitekim kitle iletişimine ilişkin araştırmaların baskınlığı, iletişimsel uygulamalar arasındaki onun hiyerarşik konumunukısmen haklı kılan bir gerekçedir. Kitle iletişimi hem toplumsal yaşamın bütünüyle ilişkilidir. Hem de bireysel ilişkilerde önemli bir yer işgal etmektedir. Bununla birlikte iletişim biliminin konusunu sadece bu düzeyle sınırlandırmak yanlış olacaktır. Zira diğer düzeylerin tümü birlikte bu disiplinin inşasına katkı sağlamaktadır.

Birinci Bölüm


İletişime İlişkin Araştırmaların Tarihi


Varlıklar arası bir sunum olan iletişim, insanlık tarihinin en eski yıllarından bu yana entelektüeller açısından ilginç bir konu olagelmiştir. Bununla birlikte bilimsel inceleme alanı olarak ele alınması çok eski değildir.
A. ÖNCÜLER: ŞIKAGO OKULU
Şikago Okulu; iletişimin sosyal yaşamdaki rolünü belirgin kılarak, toplumsal kurama genel bir yaklaşım geliştirmiştir.
Şikago Okulu'nun bildirisi, birkaç nokta nedeniyle iletişime ilişkin araştırmaları çok fazla ilgilendirmektedir. Birincisi; bireyler arası ilişkiler, betimlemeler, toplumsal etkileşimler üzerine vurgu yaparak araştırmacılar, bilimsel bir yöntem önermektedirler. Böylece, haberleşmeden ibaret iletişime ilişkin eski araştırmaları derleyip toparlamaktadırlar. Kullandıkları yöntem eklektiktir. Ama onu eskiden bilinmeyen bir açılış karakterize etmektedir. Anketler ve istatistiki verilerin ham sonuçları katılmalı gözlemle genişletilmiştir. İkincisi, iletişime ilişkin araştırmalar, toplumbilim uygulamalarının getirilerinden yararlanma fırsatı bulmuştur. Uygulamalı ve kuramsal araştırmaların kaynaştırılması, iletişim bilimlerinin geleceği açısından çok faydalı bir zemin teşkil etmiştir. Üçüncüsü, Şikago Okulu araştırmacıları iletişimi, salt ileti nakli ile sınırlı tutmamışlardır. Onlar iletişimi, sürekliliği olan ve içinde kültürün inşa edildiği simgesel bir süreç gibi kavramışlardır. Sonuçta onlara göre iletişim, siyasette, göreneklerde, törelerde, kurallarda, sanatta, mimaride kendini göstermektedir. Onların anlayışına göre iletişim, kamusal yaşamda merkezi bir yer tutmakta ve tümüyle özel bir gözcü konumunda bulunmaktadır.

19.yy. sonlarından beri, insanların toplumsal konumları içindeki anlamlı değişimleri taşıyan dergi, kitap, gazete gibi yeni kitle iletişim araçlarının yükselişini, toplum bilim araştırmacılarının çoğu görmüştür. Bu yeni medyalar, toplumun geleneksel etkileşim modellerini sadece değiştirmekle kalmamış, aynı zamanda da bireyin gündelik kavrama biçimini allak bullak eden yeni bir iletişim kurma biçimi getirmiştir. Cooley, bu yeni medyaların yapıp ettiklerini dile getiren, ona göre dört önemli etkileşim ortaya çıkarmıştır. Bunlar anlatım, sürekli kayıt, biz ve yayılım veya halkın tümünü kuşatabilmeyi mümkün kılmadır.

B. TEMELİ ATAN ULULAR


30 ve 50'li yıllar arasında, önemi ile etkileri hiç azalmayan ve çok büyük birer otorite olan dört tane araştırmacı yetişmiştir. Bu ünlü dörtlü, şu isimlerden oluşmaktadır. Matematikçi - toplumbilimci Paul Felix Lazarsfeld, sosyal psikolog Lewin, deneysel psikoloji uzmanı Hovland ve siyaset bilimci Lasswell'dir. Bu isimler iletişim biliminin "temel atan ulu”ları olarak bilinmektedir ve bu alandaki araştırmalarıyla, geçerliliği yıllarca kaybolmayan bir çerçeve çıkartmışlardır.

Lasswell, Şikago Üniversitesi’nde siyasal bilimlere ilişkin incelemeler yaptıktan sonra, Robert E. Park, Anton Carlson, Robert Redfield ve Louis Wirty'lerin ders verdikleri sıralarda, kendini propaganda tekniklerini incelemeye yöneltmiştir. Yapıtı, Dünya Savaşında Propaganda Teknikleri (Propaganda Technique in the World War: 1927), propaganda incelemelerinde yolu açan (pionne) bir çalışma sayılmaktadır. Yapıt, başarıyla kullanılabilecek araçlar ve stratejiler üzerine yönelmiştir. Propagandayı, "göstergesel simgelerin yönlendirmesiyle tutumların topluca işletilmesi" (s.627) olarak tanımlamaktadır. Lasswell, vatan ve ulus bilincinin biçimlenmesinde kitle iletişim araçlarının çok büyük bir rol oynadığını belirtmektedir. Çalışmalarını sosyal psikoloji ve kuramsal matematik bilgisine dayandırmaktadır. Propagandayla ilgili çalışmaları genellikle, iletişimin içeriğine odaklanmıştır ve bunun için iletişimin etkileri ve süreçleri çözümlenerek kavramlaştırılmaktadır. Çalışmalarının başlangıcında, kanaat ve tutumları incelemekte ve onların propagandayla bağlantılarına öncelik vermektedir.

Diğer bir isim, bu dörtlünün arasında, nüfuzu diğerlerinden daha az olmayan sosyal psikolog Kurt Lewin'dir. Alman kökenli bu araştırmacı, Wilhelm Wundt'un yönetimi altındaki Berlin Üniversitesi’nde incelemeler yapmıştır.

Lewin esasen, iletişime ilişkin grup modelleri ve grup iletişimine ilişkin sorunlarla ilgilenmiştir. Grubun karşılıklı etkilerden doğan, daima belirsiz, bağlantıları sayesinde var olan bir varlık olduğunu kavramıştır. " Karşılıklı bağımlılıkları sayesinde kavranan, bir arada yaşama olayının tümünün" ifade edildiği "psikolojik alan" teriminin kaşifidir. Bu kavram, bulundukları konumdan bireyleri kopartmadan incelemeyi kolaylaştırmaktadır. Lewin, doğuştan gelen faktörleri inkar etmez ama o, her şeyden önce etkileşimin, iletişimin ve kişiliğin dinamik sorunlarıyla ilgilenmektedir.

Carl Hovland, Clark Hull yönetiminde, Yale Üniversitesinde deneysel psikoloji ile ilgili incelemeler yaptıktan sonra, iletişime ilişkin araştırmalara yönelmiştir. Savaştan önce, deneysel psikoloji çerçevesinde tutumların oluşmasıyla ilgilenmiştir. Savaş yıllarında, Savaş Departmanının Deneysel İncelemeleri (Etudes Expe­rimentales du Departement de la Guerre)'nin yöneticisi olarak, acemi askerler üzerinde, özellikle filmsel dokumanların etkileri ve ikna mekanizmalarına ilişkin sosyal psikolojik araştırmalara kendini yöneltmiştir. Araştırmaları iknayı odak almaktadır. Birisinin bir şeye inanması için tek yönlü bir argümanın, tek yönlü bir sunumun mu, yoksa hem lehte hem de aleyhte bir sunumun aynı anda verilmesinin mi, sonuç getirdiği sorununu ele almaktadır. Grubu bünyesinde bireylerin kanaatlerindeki değişimi ve değişik argümanlara uymayı incelemektedir.

İletişim araştırmaları bütünü içinde, hiç kuşkusuz ki, en etkili olanı, dörtlünün sonuncusu, Paul Felix Lazarsfeld'tir. Vienne Üniversitesindeki matematiğe ilişkin incelemelerinden sonra Lazarsfeld, iletişimi incelemeye yönelmiş ve toplumbilimsel bir araştırmaya girişmiştir.

Lazarsfeld'in çalışmaları, "Lazarsfeldien Şirket"in sadece yönetimsel yanını gören (sözgelimi Adorno) özellikle Frankfurt Okuluna mensup meslektaşlarının tümü tarafından çok eleştiri görmüştür. Lazarsfeld ise kendi yönteminin tutarlılığına meslektaşlarını inandırmaya çalışmıştır. Çalışmalarını, kuramsal öngörüler ortaya koyabilen ve sözde ticari bir yaklaşım olduğu sav’ı ile savunmaktadır. Ayrıca bu çalışmalar, istatistiki verilere (Şu veya bu yayını kaç kişinin dinlediği) gereğinden fazla gönderme yapmadığını iddia etmektedir.

C. KÖK ATMA DÖNEMİ


İkinci Dünya Savaşı’nda, iletişime ilişkin araştırmalarda patlama yaşanmıştır. incelemelerin çoğu, -propagandanın etkileri, iknanın başarısı ve diğer konularda- savaş esnasında gerçekleştirilmiştir.

Bunun yanı sıra İkinci Dünya Savaşı boyunca, başı radyo çekmek üzere, medyanın kamu nezdindeki kullanıma müsait güçlü rolü ortaya çıkarılmıştır. Böylece, medya ile ilgili araştırmalar yoğunluk kazanmıştır.
İletişime ilişkin incelemeler, bağımsız bir alan olarak kendi yapısını kurdukça, birincil departman olarak kendini konumlandırmıştır.

1.Çatışma ve Uyum


Araştırmacıların çoğu bu donemde, iletişime ilişkin araştırmalar gerçekleştirerek, iletişimsel alanın iletişim bilimi ile kuşatılması gerektiğini kabulde anlaşmışlardır. Sonuçta kendi kendini çekip çeviren bir bilim yaratmak istemektedirler.

Savaştan önce gerçekleştirilen araştırmalar, iletişimin etkilerini, kullanımını, kamuoyu, ikna ve propagandayı içeriyordu. Kısacası konunun politik yönü daha fazlaymış gibi görünüyordu.
Bu dönemde araştırmacılar arasında farklı çatışmalar da ortaya çıkmıştır. Bu ayrışmaya, iletişimin iki büyük okulunun dikkate değer bulguları ve ürettikleri neden olmuştur. Bu anlayış farklılığını; bir yanda Lazarsfeld ve bürosunun etrafındaki "ampirik okul"un, diğer yanda "eleştirel okul"un -"eski" Frankfurt Okulu (Özellikle Horkheimer, Adorno, Marcuse, Fromm) araştırmacılarından mülhem bir araştırma grubu söz konusudur- ürünleri temsil etmektedir.

İlkini, işlevselcilik, pozitivizm, nicel yöntem üzerindeki bir yol karakterize etmektedir. Eleştirel okul mensupları ise iletişimsel eylemi yeniden ele alarak onun toplumsal içeriğini çözümlemeye girişmişlerdir. Bu yönelimin etrafında yer alan araştırmacılara göre, tüm toplumu kuşatan bir kurama sahip olamadıkça iletişim bir anlam ifade etmez. Eleştirel okulun kökeninde Marksist düşüncenin yoğun bir nüfuzu vardır. Üyeleri, iletişimin yoğun olarak işlediği ülkelerin ekonomik, politik ve sosyal içeriği üzerinde özel bir vurgu yapmaktadırlar. Meşgul oldukları sorular şunlardır: "iletişimi kim kontrol ediyor", "niçin", "kimin çıkarlarını koruyor"? Bu sorular, medyayı denetleyen kurumlarla medya sahipliğini içermektedir. Bu okulun savunucuları, ampirik okulun yönetimsel yanını tasvip etmemektedirler. Kültürel ve tarihi içeriği ihmal etmekle, iletişime gereğinden fazla önem vermekle onu suçlamaktadırlar. Onlara göre ampirik okul mensupları, nesnellik konusunda titiz davranırken, hiç bir nesnel veriye dayanmadan, saf kuramsal çalışmaları reddetmektedirler.

2. Çalışmalar


Bu bilimin kök atmasına katkı sağlayan en önemli eserler; Lazarsfeld, Berelson ve Gaudet'nin Kamusal Tercih (The People's Choice 1944), Merton'un Nüfuz Yapıları (Patterns of Influence 1949) ve Lazarsfeld ve Katz'ın Kişisel Nüfuz (Personal Influence)'dur.
The People's Choice : Bu inceleme demokrat aday Roosevelt'in, Cumhuriyetçi aday Wilkie'ye karsı 1940 başkanlık seçimlerinde yürüttüğü seçim kampanyası esnasında kaleme alınmıştır. Araştırmacılar seçmenlerin tercih etme kararını etkileyen farklı etkenleri nesnel olarak tanımlamaya çalışmışlardır.

Araştırmacılar özellikle radyo ve diğer medya kanallarına araştırmalarını odaklamışlardır. Televizyonun yaygınlaşmasından önce araştırma gerçekleştirildiği için kampanyada radyo çok önemli bir yer tutmuştur. Kampanyada, beklentinin aksine, seçmenin oy verme niyeti üzerinde medyanın pek az etkili olduğu görülmüştür.

İzleyen yıllar içinde, bu sonuçları teyid eden birçok araştırmanın ufkunu açması Kamusal Tercih (People's Choice)'in en önemli başarısı olarak kabul edilebilir.

Bir topluluktaki etki modellerini tanıtmayı amaçlayan Robert Merton tarafından yürütülmüş bir araştırma : Başlangıçta, okurların elinin altındaki haftalık bir dergi tarafından ifa edilen işlevin incelenmesi söz konusudur. Oysa ki bu haftalıklardan, okurların, yaşadıkları kente göre, çok farklı biçimlerde yararlandıkları görülmüştür. Araştırmacılar yoğun mülakatları esnasında, kitle iletişimi ve kanaat önderleri arasındaki bağla, onlara ilişkin bilinenleri genişleten şaşırtıcı bir bulgu yakalamışlardır. Nüfuzlu kişilerin isimleri belirlensin diye Merton, belirli sayıdaki sorularla, bir öğüt veya bir bilgi elde etmek için, hangi insana başvurulduğunu mülakatta isimlendirerek sorgulamışlardır.

Sonuçta "nüfuzlu" kavramının önemli bir ayırt ediciliğinin olmadığı görülmüştür. Zira, nüfuzun farklı tipleri görülmüştür. Titizlikle incelenen toplulukta iki tür lider tespit edilmiştir: Bunlar "yerel lider" ve "evrensel lider"dir. İlki, esas itibariyle yerel sorunlarla ilgilenmektedir. İkincisine gelince, o da dışsal sorunlarda uzman kabul edilmektedir. İki lider tipi, farklı medya kullanımına göre bir tavır belirlemektedir. Şayet her ikisi de medya tüketicisi ise evrensel olanı genelde ulusal iletişim araçlarının ürünleriyle ilgilenirken, diğeri özellikle yerel kitle iletişim araçlarının üretimlerini tüketmektedir.

Sonuç olarak araştırmacılar, iletişimsel liderlerin tavırlarının ilgi merkezlerine göre değiştiği, aynı kişilerin tüm alan içinde nüfuzlu sayılmadığı kanısına ulaşmışlardır.

Araştırmacılar; pazarlama, moda, kamu ile ilgili işler-sorunlar ve sinema olmak üzere dört farklı alandaki karar alma düzeyini medyanın etkilemesi esnasındaki kişisel nüfuzun rolü ile ilgilenmişlerdir. Kadınların karar almasında, kişisel bağın, medyadan daha fazla rol oynadığı açıkça görülmüştür. Ayrıca tanıdıkları kişilere bir yabancıdan daha fazla güvenmektedirler. Sonuçta bireyler arası bağlar sayesinde lider, niyeti açıkça belli olmasa da amacına (ikna etme) ulaşabilmektedir. Sadece ne söylediği ile değil, aynı zamanda söylenme biçimiyle birlikte, bireyler arası iletişimde nüfuz araya girdiği zaman, kitle iletişiminde içerik, esaslı bir role sahip olmaktadır.

D. GÜNÜMÜZ


Bugünkü iletişim bilimini; coğrafi alanın genişlemesi, kuramsal bölünme, yöntemlerde, kavramlarda, düşüncede muhteşem bir kaynaşma karakterize etmektedir.

60'lı yılların başında, dikkate değer incelemelerin öne çıkmasına rağmen, iletişimin bütün düzeylerine oldukça ciddi bir belirsizlik egemendir. Bu belirsizlik, izlenen yöntemlerdeki içerik düzeyine açıklık kazandırmıştır. Bununla birlikte araştırmacılar arasında iletişimi daha eksiksiz kavrama gereksinimi hissedilmiştir. Davranışçı yaklaşım, tarihi ve kültürel araştırmalara yer açarak, yavaş yavaş geri çekilmiştir. Kuramsal içerik gereksinimine ilişkin sunumlarla birlikte, revizyonist incelemelerin çözümlemelerinin geçmişteki boşluğu kapatmaya başladığı görülmüştür. Bu yeni acil gereksinimi karşılamak için, üniversiteler, git gide daha fazla, iletişim programlarıyla, dünyanın her yerindeki araştırmacıların katkı ve bilgilerini ortaya koyma fırsatı buldukları bilimsel dergileri kamuya sunmaya başlamışlardır.

E. FARKLI YÖNELİMLER


İletişim bilimi başlangıçta, ampirik ve eleştirel olmak üzere iki okul etrafında ayrışmış, 60'lı yıllar boyunca, ilkesel farklılıklarıyla bilinmişse de, iletişim manzarası çok daha renklidir.

Ekonomi politik bakış açısı etrafında yer alan araştırmacılar özellikle ekonomik yapı üzerine vurgu yaparak, medyanın etkileme tarzı ve medyayı tekelde bulundurmanın yapısal analizi üzerine çabalarını odaklamışlardır. Kaygılarının bağrında toplumsal denetim yer almaktadır ama düzenden ziyade değişimle ilgilenmektedirler.

Hegemonik yaklaşım öncekilerden çok fazla uzaklaşmamıştır. Bu araştırmacılar, çeşitli analizleriyle, ekonomik faktöre ideolojik faktörden daha az vurgu yapmaktadırlar. Varlığını sürdüren işleyiş ve söylem biçimleriyle ilgilenmektedirler.

Kültürel emperyalizm ve kültürel kuram da aynı şekilde eleştirel okulun kaynağından beslenmektedir. Birmingham Üniversitesi’nde biçimlenen ilki (Karşılaştırmalı Kültürel Çalışmalar Merkezi), apayrı bir alan gibi kültürel alanı ayırmak yerine, bütün olanı çözümlemeyi üstlenerek, kültürel deneyimlerin bütünü içindeki popüler kültür göstergelerini açıklamaya girişmiştir. Kültür emperyalizmine gelince, çok etkili olan bu yönelimin etrafında bulunan araştırmacılar, batılı ülkelerin, kitle iletişim ürünlerini, gelişmekte olan ülkelere fidelemelerine (transplantation) ilişkin kültürel emperyalizmden bahsetmektedirler. Bölgesel doğayı kirleten kapitalizmin değerlerinin, ileti nakli ile sömürge ülkelerine benimsetildiğini düşünmektedirler.

Kullanım ve doyum etiketiyle, medya kullanımına ilişkin araştırma yapan araştırmacıların bir kısmı çok önemli bir gözlemde bulunmuşlardır. Bu yönelim medyanın onlara ne verdiğinden ziyade, dinleyici-izleyici-okuyucu üyelerinin medyada ne bulduğunu araştırmıştır.

Kültür kuramı, bireylerin toplumu etkilemesiyle (muhtemel), kitle iletişim içeriği arasındaki bağı ele almaktadır. İşlevselci bir bakış açısıyla, televizyon başta olmak üzere, medya etkilerini ve içeriği ele alınmaya çalışılmaktadır. Araştırmacıların temel öngörüsüne göre, gerçekliğe karşı televizyon, dinleyicinin muhakeme ve yaratıcılığını yanıltmaktadır.
Bağımlılık. Kuramı, bireylerin hangi koşullarda kitle iletişiminin bağımlısı haline geldiğini açıklamayı deneyen toplumbilimsel bir yaklaşımdır. Bu yönelimin etrafında toplanan kuramcılar, medya sistemleri ile diğer sosyal sistemler arasında artan karşılıklı bağımlılığın altını çizmektedirler.

Teknolojik belirlenimcilik, diğer bakış açıları arasında, tümüyle özgün bir yaklaşımı temsil etmektedir. "Bağlantıları olmayan" bir kuram söz konusudur. İki okulun da alanına girmeyen özgün bir bakış, açısı önermektedir. Bu kuramın temelinde Harold Innis ve M.McLuhan'in çalışmaları yer almaktadır. Bu araştırmacılar tüm toplumsal örgütlenme ve iletişim sürecinde medyanın anlamlı bir rolü olduğuna atıf yapmaktadırlar. Analizlerinde, her aşamada baskın olarak, medyanın kullandığı teknolojiye odaklanmaktadırlar.

Diğer bir yaklaşım, aynı kaygıyla, suskunluk sarmalı adı ile bilinen, medyanın kamuoyu üzerindeki uzun sureli rolünü çözümlemektedir. Mucidi, Noelle­ Neumann, bireylerin bir çoğunun dışlanma va da herkesten biri sayılmama (impopulaire) korkusuyla, çoğunluğun kanaatlerini izledikleri veya başkalarının görüşlerini kabul ediyor göründükleri varsayımını ortaya atmıştır. Noelle-Neumann göre, kamusal bilgilenmede, başvurulan ana kaynağın inşa ettiği kadarıyla, bu süreç içinde medya, anlamlı bir rol oynamaktadır.

A. Moles’in Kültürlenim Modeli


Moles’e göre medya, kitle kültüründe sınırsız bir rol oynamaktadır. Gerçekten de bunlar kültürle iletişimin esaslı araçlarıdır.

İkinci Bölüm


ÇEŞİTLİ YAKLAŞIMLAR

  1. SİBERNETİK
Sibernatik yaklaşım esas itibariyle makine ve canlı organizmalardaki düzeni incelemektedir.

Wiener, ikinci dünya savaşı esnasında, namludaki merminin hareketini inceleyerek, tepki veya feedback ilkesini bulgulamıştır. Bu araştırmaların ulaştığı bulgulardan sonra, makineler ve hayvanlardaki iletişimin denetimini inceleyecek bir bilim tasarlamıştır. “Dümen” veya “kılavuz” anlamına gelen Yunanca “gubernetes” sözcüğünden sibernetik terimi türetilmiştir.

Wiener'in öğrencisi Shannon da iletişimin matematiksel kuramını hazırlamaya çalışmaktadır. Wiener'in dairevi modelini ıskalayan çizgisel bir model önermektedir. Model bilgi kaynağından alıcıya giden çizgisel bir yol olarak sergilenmektedir.

İleti, verici ve alıcı olan iki baş oyuncu arasında çizgisel bir biçimde dolaşmaktadır.
Shannon, alanla veren arasındaki iletide bozulmalara neden olan gürültü kaynağının altını çizmektedir.
Shannon'un kitabi, bilgi kuramı geliştirmeye girişmektedir. Bilgi, sibernetik için temel bir kavramdır. Fakat burada, haber gibi işlenmiş bir bilgi değil, daha ziyade istatistiksel bir veri söz konusudur.
  1. ANTROPOLOJİ

Gregory Bateson, Ray Birdwhistell ve Edward T. Hall özellikle proxemik (kişiler arası alana ilişkin), kinesik (vücut dili), dilbilim gibi farklı deneyimlere dayandırdıkları, iletişimin genel bir kuramını formüle etmeye çalışmışlardır. Mühendislerin işine yarayan Shannon'un kuramının geçerliliğini kabul eden bu araştırmalar, insan bilimleri açısından bu kuramın operasyonel geçerliliğine karşı çıkmıştır. Onlara göre, insan bilimlerindeki elverişli bir modelin iletişim surecini çözümlemesi, incelemesi ve betimlemesi gerekmektedir. Onların genel düşünme tarzı, naturalistik bir pozisyona dayanmaktadır. Onlar için iletişim iki muhatap arasındaki sözel iletişimle sınırlı değildir. Bütün gönüllü ve gönülsüz davranışların, tüm el kol hareketlerinin, bedensel davranışların özel bir rol oynadığı, çok daha karmaşık bir süreç söz konusudur. Her saf kültürde bir davranış kodunun bulunduğu ileri sürülmektedir. Tüm insan etkinliği, kültürel olarak tanımlanmış bu koda göre düzenlenmektedir. Kuramlarını şu sözlerle açıklamaktadırlar. "İletişimsizlik olanaksızdır." Bir başka ifadeyle, bu araştırmacılar için iletişim, çeşitli davranış modlarını kapsayan bir toplumsal surecin tümünün bileşimidir. Bunlar; sözler, el kol hareketleri, yüz hareketleri, bakışlar, bireysel alemdir. (…)
  1. PSİKOLOJİ

1. Psikoterapi


Watzlawick etrafında toplanan ruh hekimleri sistem kuramı ile ilgili iletişim alanını zenginleştirmişlerdir.
Watzlawick insan iletişiminin Kayıt ve Metin Seçkisi (An Anthology of Human Communication Text and Tape, 1964) isimli çalışmasında -ruhsal tedaviye ilişkin mülakat ve kayıtları kapsamaktadır.

Don Jackson ve Janet Beavin'le birlikte; hasta ve doktor, karı ve koca, anne ve oğul arasındaki etkileşim sistemini belirli bir atıf çerçevesine bağlı olarak, iletişime ilişkin bir düşünce ortaya koymaya girişmektedirler. İletişimin Mantığı (1972) başlığı ile Fransızca yayınlanmış çalışmaları Bateson'un düşüncelerine dayanmaktadır ama gerçekte ondan oldukça uzaklaşmaktadır. Sistem kuramı ve sibernetik üzerinde yoğunlaşarak belirli bazı yeni düşünceceler ortaya koymayı başarmaktadırlar. insansal iletişimin pragmatik etkileriyle ilgilenmekte, şu veya bu biçimdeki karmaşık insan davranışını daha açık olarak anlamaya çalışmaktadırlar. Ailevi tedavi biçiminin en etkili muayene olduğunu göstermeye girişmektedirler. Bunun için, konuşmaları, belirli konular etrafında örgütleyerek sistematize etmeyi denemektedirler. Aile kurallarla yönetilen bir sistemdir. Sosyolojik anlamda bir aile söz konusu olmamakla birlikte, hasta sayılanın başka üyelerle ilişkisi bulunmaktadır. Dinamik etkilerin her bir oyunu ile sürdürülen, içsel çevrenin nisbi direncinin kast edildiği, ailevi dengelenim terimini ortaya koymuşlardır. Bu araştırmacılar için sistem, parçalarının toplamına indirgenemez. Ama karı - koca, anne - çocuk v.s. gibi referans çerçevesinin dışına da taşmaz. Bu sınırların dışındaki iletişimden söz edilmez. iletişim kuramının bakış noktasının birini kapalı bir bilgi sistemi olan ailevi etkileşim temsil etmektedir. (…)

Watzlawick ve meslektaşları, durum değişimine ilişkin iki çıkış yolunu şöyle açıklamaktadırlar. (1) Bir sistemin içsel biçimlenmesine bağlı olan değişim. (2) sistemi dönüştüren değişim. Bu iki durumda, etkili değişim, yeni bir sistemin parçalarının örgütlenmesine dayanmaktadır. Böylece durum, çerçeve içine alınarak "başka bir gerçeklik" yaratılmaktadır. Bu, özellikle ruhsal tedavi çerçevesindeki bir etkililiği göstermektedir. Watzlawick ve meslektaşlarınca kullanılan tedavinin amacı, sorunlarının derinindeki kökleri kavrattırmadan, hastanın bakış noktasını değiştirmektir.

2. Etkileşim


Goffman tüm etkileşimlerin arasında, toplumsal etkileşimin iletken düğümleri gibi varsaydığı bireylerin gündelik güreşmelerine odaklanmaktadır. Ona göre bu gündelik görüşmeler esnasında en zengin toplumsal sırlar açıklanmaktadır. Dünyayı, toplumsal rollerin dağıtıldığı bir tiyatroya benzetmektedir. Gündelik toplumsal yaşamın rituellerini çözümleyerek, tesadüfi karşılaşmalarla bireyin kendini zaman ve mekan içinde konumlandırdığını saptamayı başarmıştır. Her bireyin, toplumsal ilişkileri esnasında, mekan içinde, çeşitli biçimlerde konumlandığına dikkat çekmektedir.
  1. GÖSTERGEBİLİM VE YAPISALCILIK

Yapısalcılık, yapısal antropolojinin birkaç çalışmasını bir araya getirmiş ve Ferdinand de Saussure'ün dilbilimini geliştirmiştir. Dilbilim temelde iki nokta üzerinde farklılaşmaktadır. Öncelikle sadece sözel dille sınırlı değildir. Dilin mümessili, özelliklere sahip olan işaretler sisteminin tümünü kapsamaktadır. Ayrıca dikkatini, göstergeler sisteminden ziyade, gösterge öğelerine odaklamaktadır. Göstergebilim veya "göstergelerin genel bilimi" bir yandan Amerikalı filozof Charles Sanders Peirce'in çalışmalarından, öte yandan, dilbilimin sadece bir parçası olamayacağını, göstergebilim veya göstergelerin genel bir biliminin olduğunu ileri suren İsviçre'li dilbilimci Ferdinand de Sassure'ün eserinden beslenmektedir. Bu sonuncusu, gösterge sisteminin tüm nesnesi adına, bağımsız bir öze sahip olduğunu öngörmektedir. Bu disiplinin can alıcı noktasında göstergeler bulunmaktadır. Gösterge bilim sadece sözel göstergelerle sınırlandırılmaksızın, göstergelerin doğasını açımlamayı sağlamaktadır. Amacı gösterge sisteminin arka planındaki gizli kalan işareti açıklamaktır.
Saussure'e göre gösterge, gösteren ve gösterilen şeklinde ifade edilebilecek somut olarak görülemeyen, parçalanamaz iki parçanın bütünleştiği bir gösterge elemanıdır.

Gösterge Biliminin Unsurları


Saussure, dilbilim işaretlerinin keyfi doğasının altını çizmektedir. Yani, gösterenle gösterilen arasında açık bir "benzeşme" ilişkisi yoktur. Düşünceyle hecelenmiş sesler arasında hiçbir ilişki olmayabilir. Seslerin düşünceyle doğal bağı yoktur ve kurumlardan doğmaktadır. Örneğin inek sözcüğü bir ineği temsil etmemektedir.

Göstergebilimciler için iletişim, iletilere ilişkin anlam üretimidir. Anlam, durağan bir kavram değil, özne ve nesne arasındaki işaret alış verişi ile gerçekleşen etkileşimin dinamik sonucu olan aktif bir süreçtir. Göstergebilim, dilin sahip olduğu her metin kategorisinin -edebiyata, sinema filmine, tiyatroya ilişkin ­şifresini açımlamaya çalıştığını ileri sürmektedir. Onlar için göstergebilimsel çözümleme, edebiyatçılar ve sanatçıların açık niyetleriyle, istenmeden söylenen veya (gizlenen) anlatımlarının gerçekliğine ulaşma imkanı doğurmaktadır. Aynı zamanda özel kültür üretimlerinin gösterenler kadar gösterilenlere de sahip olduğunun altını çizmektedirler.

Barthes, kuramının kalbinde "iki tarzlı anlatım" bulunmaktadır. Birincisi dışsal gerçekliği işaret eden, gösteren ile gösterilen arasında kurulan ilişkiyi içermektedir. Bu tarz düz anlam (denotation) şeklinde adlandırılmaktadır. Barthes'e göre düz anlam, işaret edilen olayın anlamını yansıtmaktadır. Bu herkes için net olan, değişmeyen bir anlamdır. Sembolik bir derecesi bulunmaktadır. Yani sunulanın ötesinde, canlandırılan görüntüyü yansıtmaktadır.

Claude Levi-Strauss toplumu, birbiriyle iletişim kuran bireylerin bütünü gibi kavramaktadır. Toplumsal görünümlerin ardında gizlenen kodların şifresini çözümlemeye antropolojinin dikkatini yöneltmiştir.

Roman Jacobson daha sonra, Levi-Strauss'un telkinlerine dayanarak, iletileri üç bolümde incelemeyi önermektedir. İletiler üç çerçevede toplanmaktadır. En dar çerçeve dilbilimdir. Dilbilim sözel iletilerin iletişimiyle sınırlıdır. Onu izleyen çerçeve gösterge bilimin alanıdır. Üçüncüsü ise ekonomi, toplum bilim ve toplumsal antropolojinin kaynaştığı iletişimi içeren bilimdir.

Nihayet Umberto Eco kültürün genel bir kuramı olarak ifadelendirdiği göstergebilimin bütünsel bir kuramını hazırlamaya çalışmaktadır. Ona göre, kültürü, "anlatım sistemlerinin odaklandığı iletişim olayı" olarak incelemek gerek­mektedir.

Üçüncü Bölüm


İLETİŞİM SÜRECİ


"İletişim" terimi genellikle güç, denetim, nüfuz, ilişki, değişim, iletme v.b.'ni gelişigüzel belirtmek için her yerde kullanılmaktadır. Aynı zamanda da iletişim bir süreç olarak ihmal edilmiştir.

Bu terimin etrafında bir karışıklık varsa bunun nedeni, belki de, tüm iletişimin sonuç olarak bir alıcı ile bir verici arasındaki bireysel etkiye indirgenmiş olmasıdır. Oysa bu küçültme, toplumsal bir süreç olarak iletişimin en önemli özelliklerini ihmal etmiştir. Kuşkusuz yönetimlerin veya toplumsal tarafların etkileşiminde, bir örgütün, bir grubun içsel alışverişi veya iki birey arasındaki yalın etkileşimde de, iletişim eyleminin benzer özelliklerine rastlamak mümkündür. Tüm bunların ortak paydası, her düzeyin kökünde bulunan paylaşma, ortaklaşmadır.

A.İLETİŞİM ETKİNLİĞİ İÇİNDE BİREY


İletişim etkinliğinde birey merkezi bir yer işgal etmektedir.
Kuramcıların çok büyük bir çoğunluğu, bireysel tercihlerin, eylemde öznenin "niyeti"nin önemini kabul etmektedirler. Ancak gittikçe artan sayıdaki araştırmacı, iletişim eyleminde bireylerin kesinlikle rol oynadıkları hususundan kuşku duymaya başlamışlardır. Özellikle iletişimin toplumsal özündeki doğaya dikkatleri çekmekte ve bireylerin aleyhinde oluşan farklı grup ve ilişkileri çözümlemeye odaklanmaktadırlar.

1.Kişilik (caractere) Yaklaşımı


İnsan genellikle değişen durumlara kolayca uyarlanamayan, nispeten belirli bir derecede durağanlığa eğilimli bir varlık olarak tanımlanmaktadır. Bu eğilim temel veri olarak kabul edilmektedir.

İletişim eyleminde vericinin gönderdiği iletiye alıcının az veya çok bir tepkisi olduğu öngörülmektedir. Bu yaklaşım toplumsal davranışa ilişkin öngörüde bulunmak için genellikle faydalanılmakla birlikte, ihtiyatla karşılamak ve sınırlarını bilmek gerekmektedir. İkna konusuna ilişkin gerçekleştirilmiş incelemeler bu alana girmektedir.

2.Bilişsel Yaklaşım


Psikolojik süreç üzerine vurgu yapan bu yaklaşım, iletişimde, iletilerin üretimi ve yorumlanmasını ele almaktadır. Araştırmacılar bireysel farklılıklardan hareket etmektedir ama bilişsel yapıya bağlı farklılıkları vurgulamakta ve bu farklılıklara göre bireylerin iletilere karşı tepkilerini belirgin kılmaya çalışmaktadırlar. Yani "objektif' bir iletiye öznenin "sübjektif' tepki verdiği öngörülmektedir.

Bilişsel sistemin esas itibariyle iki bileşene dayandığı söylenebilir: Bilişsel (cognitifs) süreç ve kavrayışsal (connaissance) yapı. Bilişsel süreç, farklı çözümler arasında seçime zorlandığı andaki kavrayışın hatırlanması, belleğin depolanması, özel bir görüntü üzerine odaklanma v.s. gibi bilgilere ilişkin gerçekleştirilmiş işlemlerdir. Kavrayışsal yapılar, dünya ile ilgili bilgilerle organize olmaktadır. Bu iki bileşimi bir arada düşünmek gerekir. Zira birbirine sıkı sıkıya bağlıdırlar.

3. Söylemin İşlenmesi


İletişimin temeli iletilerse, onları nakleden aygıtların kavranması da onlar kadar önemlidir.
İletinin etkisi alıcının gösterdiği ilgi ve dikkat düzeyine dayanmaktadır.
Söylemin işlenmesinde en fazla incelenmiş süreçler, özümleme (integration) ve çıkarımsama (inference) dır. Birincisi kavramayla veya bir metnin unsurlarının sindirilmesiyle ilişkilidir. İkincisi ise söylemi anlatan göstergeleri açığa çıkaran bilgi ikmali sureciyle ilişkilidir. Geri çağırma (Faire-appel) ve depolama (stockage) olayını belirleme biçimini ayrı firma güçlüğüne rağmen, bellek, önemli bir yer işgal etmektedir. Önceki kavramanın üç süreçte belirlendiği görünmektedir: özümleme, çıkarımsama ve belleğe kaydetme.

B. BİREYLER ARASI İLETİŞİM


Kişiler arası iletişim tüm insan iletişiminin temelidir.

Bireyler Arası İletişimin Tanımı


Kişiler arası iletişim fizikman hazır olunduğu zaman partnerlerin her birinin davranışları üzerinde karşılıklı bir nüfuzun gerçekleştirildiği etkileşimi kapsamaktadır. Kişiler arası iletişimin etkileşimsel özelliği, kişilerin bireyler arası iletişimle, karşılıklı davranışları üzerine etki yaptığını anlatmaktadır. "Yüz yüze" iletişim için bu zorunlu bir koşuldur. Etkileşimin olduğu her karşılaşma, partnerlerin güveni veya yakınlığı, bilgi alış verişi tipinden farklı olarak kişiler arası iletişimin kapsamına girmektedir. Kişiler arasında en sık kullanılan iletişim aracının konuşma olduğu doğruysa, mümkün iletişim biçimlerini dile indirgemek yanlış olacaktır. Gülmek, jestler, mimikler, bedensel ifadeler, sessizlik, iletişim kurmaya yarayan diğer araçlardır.

2. Etkileşim Modelleri


Kişiler arası iletişim, iletişimsel etkinlikle bireylerin birbirlerini doğrudan etkiledikleri vasıtayı göstermektedir. Gerçekten de kişiler arası iletişim her şeyden önce, bireylerin yararlandığı iletişim araçlarını kapsamaktadır. Bu davranışların karşılıklı olarak uyarlanmasını içermektedir. Her kişi diğerinin davranışına uymayı dener ya da uyar. Bir konuşma esnasında ortaya konulmuş bir iletiye uyum söz konusudur. Bu durumda iletinin kavranması esastır. Sözel bir iletişim sırasında bireylerin davranışları nispeten daha tutarlıdır. Bununla birlikte uyum sadece sözel davranışı içermemektedir. Aynı zamanda bilinçli veya bilinçsiz olarak yapılan jestleri, mimikleri de kapsamaktadır.

3. Bireyler Arası İletişimde Davranış


a) Sözel İletişim


Etkileşimlerimizin çoğu konuşmadaki sözlerle gerçekleşmektedir. Dil toplumsal yaşamın temelidir. İnformel konuşma günlük yaşamda önemli bir yer tutmaktadır. Konuşmaya ilişkin incelemeler etno-metodolojinin temellerini atan Garfinkel'in çalışmasından çok etkilenmiştir. Etno-metodolojinin hedefi, günlük etkinliklerin bir anlamı olduğunun altını çizmek ve olağanüstü olaylara gösterilen duyarlılığın aynısının sıradan olaylara da gösterilmesini sağlamaktır. ­İnsan varlığı daima söyledikleri ve yaptıklarına bir anlam yakıştırmaya çalışmaktadır.
Ortaya konulmuş bir işareti anlamak için iletişim eyleminin içeriğini kavramak gerekmektedir. Böylece aynı ileti farklı bağlamlarda söylenmesine göre farklı bir işaret taşıyabilmektedir.

b) Sözel Olmayan İletişim


Toplumsal etkileşimlerin büyük bir bölümü, sözel olmayan iletişimin kapsamına girmektedir. Bunlar beden hareketleri, jestler veya mimiklerle gerçekleştirilen bilgi alışverişleridir. Sözel olmayan iletişimin özelliklerinden biri aracısız olmasıdır. Verici bireyin anlık heyecanlarını yansıtmaktadır. Sadece yayınladıkları esnada anlamlıdırlar. Yüzle ilgili sunum, sözel olmayan iletişime ilişkin araştırmaların büyük bir kısmını teşkil etmektedir. Gözlerin hareketleri, kırpma, ağzın yapısı, yüz buruşturma v.s. yüzün sunumlarını belirleyen elemanlardır ve bileşimlerinin bir tur "kural"ını elde etme imkanı sunmaktadır.

4. Rastlantılar


Rastlantılar alışılagelen, düzenli ve aracısız beliriveren etkileşimler olarak kabul edilebilir. Rastlantılarda yüzün sunumu, vücudun duruşu ve boşluktaki konum dikkate alınmaktadır. Bireyler, toplumsal konumlarına uyum kaygısıyla, yoğun olmayan etkileşimlerinde, başkalarıyla birlikte güdülenmektedirler. Bu etkileşim bireylerin, doğrudan iletişim kurmaksızın, başkalarına karşılıklı olarak bilinçsizce katıldığı durumlarda ortaya çıkmaktadır. Bu durum genellikle sokakta veya bir tiyatro gibi daha ziyade gençlerin bulunduğu yerlerde görülmektedir. Böyle durumlarda insanlar birbirleriyle konuşmasalar bile bir araya toplanmakta, sözel olmayan bir iletişim içinde birbirlerine bağlanmaktadırlar.

5. Grup İçi İletişim


Grup içi iletişim birbirlerine ileti gönderen ve birbirlerinin iletilerini kabul eden belirli sayıdaki kişi arasında sürdürülen iletişimdir. Her kişi, en yalnızı bile iletişim ağı ile örülü bir alemde yaşamakta ve çok sayıda bireye bağlı bulunmaktadır. Bu ilişkiler kişisel ağlarla inşa edilmektedir ve insanlar arasında yerleşik, dolaylı ve dolaysız bağların bütünü bu ilişkileri oluşturmaktadır.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 17:56
Rios - avatarı
Rios
Ziyaretçi
20 Kasım 2009       Mesaj #4
Rios - avatarı
Ziyaretçi

C. KİTLE İLETİŞİMİ


Kentleşme ve sanayileşmenin yarattığı toplumsal koşullar, kitle iletişiminin ortaya çıkışını zorunlu kılmıştır. Teknolojik gelişme; sinema, afiş, televizyon, radyo, gazete gibi kitlesel medya ile gerçeklesen, eksiksiz ve sınırsız bir sanayi doğurmuştur. Bu sonuncular, gerçekleşmiş iletişim surecinin araçlarıdır. Kitle iletişimiyle, kişiler arası iletişim arasındaki temel farklılık, aktörlerin doğasına dayanmaktadır. Başka bir ifadeyle kitle iletişimi, kolektif özelliğe sahip bir süreç içindeki uygulamaları kapsamaktadır. Kitle iletişimi iletişimsel uygulama, iletişimci ve kitle dinleyicisi gibi üç bileşimle gerçekleşen özel bir toplumsal süreçtir.
  1. Toplumsal Kurum Olarak Kitle İletişimi

Kitle iletişimi, örgütlü ve kurumsal toplumsal iletişimlerden biridir. Tanımlanmış bir yapı, istikrarlı bir biçim, suresi medyaya göre farklılaşan bir sureçle onun elde edildiğini medyanın tarihi göstermektedir.
Medyaların genel nitelikleri şöyle sıralanabilir.
  • Kavramların üretimi ve dağıtılması
  • Bireyleri kendine bağlayabilen kanalların yaratılması
  • Bütüne açık olma özelliği
  • Serbest tüketim (bireyler için hiçbir sorumluluk yoktur. Herkes katılabilir de, katılmayı reddedebilir de)
  • Hizmet ve eğlence endüstrisini niteler (gelişkin bir endüstri kurmuştur)
  • Her toplumda yasalarla düzenlenmektedir.
Dünyada bugün mevcut olan dört iletişimsel sistem arasındaki farklar ana hatlarıyla şöyle belirtilebilir:
1. Karma Sistem: Özel sektörün yanı sıra kamu sektörünün de bulunduğu sistemlerdir (Fransa'daki durum)
2. Devletin denetimindeki özel sistem (Amerikan sistemi)
3. Tümüyle devletçi olan sistem (başta Sovyetler Birliği olmak üzere, 40'lı yıllardaki kommunist bloğa mensup ülkeler temsil etmektedir)
4. Melez sistem: (Gelişmekte olan ülkelerce nitelenmektedir. Gerçekte dev­letin denetimi altındadırlar ama bazı ülkelerde az veya çok özgürlükleri vardır.)

2. Kitlesel İletinin Üretimi

Kitle iletişiminin üretiminden söz edildiği zaman, iletişimci denilen özel bir grubun çalışmasından söz edilmiş olmaktadır. Bu terim, medya uzmanlarını dile getirmektedir. Bunlar örgütlerde özel bir rol oynamaktadırlar. İlk defa 1969'da Kitle İletişimcisinin Sosyolojisi (The Sociology of Mass media Communicators)'nde zikredilen "iletişimci" teriminin faydası sadece gazetecilerden ibaret olmamasıdır: "Uzman iletişimci, değişik grup veya farklı kişiler arasında bağ kurma becerisi gösteren ve simgelerin yönlendirme gücünün kullanılmasında özel bir yetenek içeren kişiler uzman iletişimcidir."

Kitle iletişiminin ürünleri hiçbir zaman tek bir kişinin çalışmasıyla ortaya çıkmadığından, toplu bir etkinliği anlamak için, örgüt içinde iletişimcinin oynadığı rolleri incelemek gerekmektedir.

Toplu üretimde bulunmanın önemi büyük olmakla birlikte yapımcılar, işlerinin nihai sonucunu belirlemeye muktedirdir, Bir çoğu, sanatsal, siyasal, bürokratik çerçevede baskıya maruz kalmaktadır. Filmlerin üretimi bürokratik denetim altında gerçekleştirilmekte ve üretime katkıda bulunanların çoğunun örgüte teslimiyetini gerektirmektedir.

3. Dinleyici

Kitle iletişim araçlarının tüketicilerini oluşturan bireylerin tümüne dinleyici denilmektedir. Medya yöneticileri kamularının toplumsal özelliklerini daima en iyi tanımak istemektedirler. Medya bütçesinin büyük bir bölümünü sağlayan reklam duyuruları söz konusu olduğunda hedef kitleyi tanımak, daha büyük bir önem arz etmektedir. Bu anlayışa göre dinleyici, özel bir ürünün tüketici kitlesi, bir pazar olarak kabul edilmektedir. Bu bakış hatalıdır. Zira dinleyici üyeleri, iletişim eyleminde, edilgin bir kitle kabul edilmektedir. Dinleyiciye ilişkin araştırmalar başlangıçtan beri, algının toplumsal bağlamının önemini ortaya koymaktadır. Yani, ileti ile yüz yüze geldiği zaman birey, yakın çevresi, ailesinin olması veya olmaması, dostları v.s. gibi etkenlerin de nüfuzu altındadır. Ayrıca medya ürünü tüketilirken bireyler yalıtılmış durumda da değillerdir. İletinin kabul edildiği ana bağlı olmaksızın bireyler tek başlarına veya kuşatılmış durumda bulunmaktadırlar. Çalışma grubuna, dost çevresine veya bir aileye mensupturlar. Bu gruplar onların kanaatlerine, tutum ve davranışlarına nüfuz etmekte ve onları iletinin kabul edilme biçiminden daha fazla etkilemektedirler.

4. Etkiler

Medyaya ilişkin araştırmaların içinde en az uzlaşma yaratılan konu, kuşkusuz ki, medya etkileri ile ilgilidir. Bu konunun tartışılma nedeni ise tutumlar, kanaatler, davranışlar v.s. üzerinde medyanın etkilerinin "pay”ını, tam olarak kanıtlamak için güvenilir düzeyde hiçbir bilgiye sahip olunmamasıdır. Ayrıca medyanın bıraktığı iz sadece bireysel düzeyle sınırlı değildir. Aynı şekilde grup düzeyinde de bu etkilerin gösterilmesi gerekmektedir. Medya bir düzeyi etkilediği zaman toplumsal yaşamın her düzeyine nüfuz etmektedir. Bu genellikle diğerleri üzerinde de sonuçlar doğurmaktadır. Gerçekten tartışmanın merkezinde, medyanın sınırlı bir etkisinin olduğu konusu bulunmaktadır. Ancak herkes medyanın bir iz bıraktığını kabul etmektedir. Tartışılma nedeni ise medyanın nüfuzunun düzeyidir.

Esasen medyanın amacı belirli sayıda bir bilgi yaymaktır. Ayrılma, bu yayılım gündeme gelince ortaya çıkmaktadır. Belirli durumlarda, örneğin başkanlık seçimlerinden önceki bir zaman aralığında, bireyler kılavuz olarak kullanabilecekleri bilgileri bulmak için medyaya doğru yönelmektedirler, iletişimciler de dinleyici üyelerinde var olan bu bilgi arayışını bilmekte ve onların ihtiyacı olan bilgiyi üretmeyi denemektedirler. Medya kendisinin oluşturduğu noktada bireylerin tercihlerinin kesinleşmesini sağlayabilmektedir. Ancak süreç olarak iletişim değişkendir. Diğer müdahalelerden yalıtarak bireyin maruz kaldığı medya etkisini çözümlemek güçtür. Öte yandan önemsiz olmakla birlikte medyanın etkisi, diğer muhtemel etkilere oranla, hiç kuşkusuz ki daha fazladır. Fakat çoğu zaman medya tüketimi daha az işlevseldir. Yani bireyler medya ürününü, önceki durumda (bilgi arayışı içindeki) olduğu gibi her zaman özel bir amaçla tüketmemektedir.
Günümüzde, medya etkilerine ilişkin araştırmalar; sosyalizasyon, ikna, bilgi yayılımı içermesine göre üç büyük alana ayrılmıştır.
Dördüncü Bölüm

İLETİŞİM KANALLARI


İletişim eylemi, en yüksek teknoloji kullanımından söze kadar değişik araçlarla gerçekleştirilmektedir. İletişim, kabul görmüş uzlaşımlar ve kurallar ile, değişik iletilerin bilinçli yönelimine gereksinim duymaktadır. İletişimin somutlaştığı biçim aynı zamanda önemli bir araştırma alanıdır. Dünyada kullanılabilen iletişim araçları çok büyük değişiklikler göstermektedir ve bireylerin isteği ve ülkelerin gelişme düzeyi ile, izlenen kültüre göre farklılıklar arz etmektedir. İletişimsel eyleme katılanları, onun içeriği, niteliği ve eylem sıklığı etkilemektedir. Hatırlamak gerekir ki iletişimsel eylemin tümü, birkaç aşamayla kurulan karmaşık düzenekli bir kanalla gerçekleşmektedir. Öncelikle iletişim bir dil sistemine ve kodlarına ihtiyaç duymaktadır. Yani anlamlı bir sistemi aynı kültüre mensup üyeler paylaşmaktadır. İleti, farklı teknikler ve etkinliklerle inşa edilmeye (kodlanmaya) müsaittir. Bunlar sözler veya ses biçimleri, görüntü ve diğer işaret türleri olabilir.

A.İNSAN DİLİ


İnsan dilinin sahip olduğu zenginlik, kültüre yapılan yüklemelerin en belirgin özelliklerinden biridir. Kültürel mensubiyetlere bağımlı olmaksızın tüm insan varlığı tarafından paylaşılmakla birlikte dil, aynı zamanda insan iletişiminin en yoğun biçimde gerçekleştirildiği bir araç olma özelliğine sahiptir. Her şeyden önce bunu, bize öğretilen sözler göstermektedir. Bununla birlikte insan dilinin kökeni tam olarak bilinmemektedir. Hayatta kalabilmek için birlikte yaşamanın yol açtığı etkileşimlerle yaratılan ihtiyaçları, ortak bir çevre içinde karşılamaya veya paylaşmaya başlar başlamaz bireylerin dili ortaya çıkardığı akla en yatkın tasarlamadır. Farklı diller arasındaki temel benzerlik, çevreyi paylaşmanın bir karşılığı olarak insan dilinin ortaya çıktığı varsayımını destekleme imkanı vermektedir.

Dil ve iletişim genellikle en fazla birlikte işletiliyorsa, bu çok açıktır ki, dilin en temel işlevi iletişimdir. Bununla birlikte bir dildeki iletişim kurma eylemi ve bir dilin edinimleri, aynı surece bağlı değildir. Bazen de örneğin bebeğin cıvıltısı gibi, dilin her kullanımı iletişim değildir.

Yaşayan varlıklar arasındaki iletişim aracı ne olura olsun genellikle dile gereksinim duymaktadır. Bu anlayış yanlıştır ama dili, “düşünceyi ifade etmenin herhangi bir yolu” olarak kabul eden uzun süreli bir felsefi gelenek içinde bu anlayış kökleşmiştir.

Saussure dili şöyle tasarlamaktadır: “Bireylerin yaratamadığı ve değiştiremediği, onların dışındaki dil, dilin toplumsal olan kısmıdır. Sadece bir topluluk üyeleri arasında akdedilmiş bir anlaşma türü niteliğini haizdir.” (s.31). bu edinimler öğrenmeyi gerektirmektedir. Doğası somut bir konudur. Demek ki söz, dili geliştiren bireysel bir eylemdir.

Dilin kullanımı. Dilin edinimleri toplumsal bir etkinliktir. Çocuğun dili kişilerle nesneleri ona bağlayan etkileşimlerle gelişmektedir. İnsan yaşamının ikinci yılında heceler bilerek kullanılmaktadır. Çocuk bir nesneye varmak için seslenmektedir. Saussure’ün dediği gibi toplumsal bir kurum olan dil, her an hem gelişmekte hem de yerleşik sistemi kapsamaktadır.

Dilin kullanımı ile toplumsal statü arasında yakın bir ilişki vardır. Toplumsal statü, toplumsal hiyerarşi içindeki bireylerin konumunu, iktidara ulaşma düzeyini ve aynı zamanda topluluk içindeki yerini yansıtmaktadır.

B. GÖSTERGELER


1. Simgeler, Resimler, İşaretler


İnsanlar, hayvan veya fotografik görüntülerle, resimlerle de iletişim kurabilirler. Bunların hepsi birer göstergedir. Dahası dil de bir göstergeler sistemidir.

Göstergebilim; nesneler, melodik sesler, jestler, görüntüler gibi özünden bağımsız olarak tüm göstergeler sistemini içeren bir konuya sahiptir. Peirce terminolojisinde göstergeler; işaretler, ikonlar ve simgeler şeklinde sınıflandırılmaktadır. İişaret, gönderme yaptığı nesneyle bitişik bir ilişki içindedir. Ateşle duman arasındaki ilişki buna örnektir. İkon nesneyle benzerliği desteklemektedir. Portre buna örnektir. Simge bir görüntü ile nesne arasındaki ilişkiyi tam anlamıyla veya iki nesne arasındaki yerleşik ilişkiyi içermektedir. Bu ilişkiler sosyo-kültürel koşullara bağlıdır. Örneğin terazi adaletin simgesidir. Bütün kültürler çok çeşitli simgelere sahiptir ama onu izleyen kültürlere göre bazı simgeler değişmektedir. Sözgelimi siyah renk batılı toplumlarda yaşın simgesidir. Ama Asya'da beyaz renge yüklenen yan anlam yaştır. Dilbilimsel bir çözümleme için çok önemli olan bu farklılıklara rağmen, iletişimde simge, işaret ve ikon, ikonik iletiler taşıyan göstergeler olarak kabul edilmektedir.

2. Görüntüler


Görüntünün iletişimdeki etkisi herkes tarafından bilinmektedir. Her evrede ve her toplumda iletişimciler görüntü inşa eden kişiler olarak tanımlanmaktadırlar. Kuşkusuz ki reklam afişleriyle kutsal portreler arasında çok büyük bir fark bulunmaktadır. Ama yayıncılar güçlü iletişimsel görüntülerle izleyicilerinin gönlünü feth etmek istemektedirler. Görüntü nesne olarak varsayıldığında, zevkli ve seyredilebilir temiz bir niyet söz konusudur. Bir kamuya sunulduğunda ise bıktırmakta veya ikna etmekte, şaşırtmakta, kandırabilmektedir. Onun esas işlevi dikkat çekmektir. Reklamcıların tüketim toplumlarında en fazla yararlanmayı denedikleri de onun bu kapasitesidir.

C. TEKNİKLER


1. Yazı


Hiç kuşkusuz ki yazı, insanoğlunun en büyük buluşlarından birisidir. Hammadde ihtiyacını karşılamak için doğanın maddi bir fiziksel objesine bağlı değildir. İnsan zihninin bir ürünü olan dili kullanmaktadır. Her ikisi de hem dil hem de yazı, toplumsal grupların iletişim ihtiyacını karşılamaktadırlar. Yazının içeriği göstergelerinde yer almaktadır. Gösterge yazıyı hareketli kılmakta ve ona görsellik kazandırmaktadır. Yazı sayesinde dil boşlukta hareket edebilir hale gelmektedir.

2. Baskı


Gutenberg tarafından baskının icadı insan medeniyeti bakımından bir birikimdir. 15.yy sonlarında Batı Avrupa'da görülen değişim önemli bir temel değiştirici faktördür. Bununla birlikte dönemin kültürel, toplumsal, tarihi içeriğinin, baskının doğuşundan ayrı olduğu, birbirinden bağımsız biçimde işlediği düşünülemez. Bu karmaşık durumun hepsini bir bütün olarak düşünmek gerekmektedir. Yazının bu yeni çoğaltma tekniği, Batı Medeniyeti'ndeki entelektüel bakışın en köklü biçimde değişimini tahrik etmiş ve etkileri tüm düzeylerde hissedilmiştir. Bu yeni icadın yarattığı değişimi özetlemek için Steinberg, (1961)'in şu sözlerini hatırlamak gerekmektedir. "Baskının tarihi, medeniyetin genel tarihini tamamlayan bir parçadır. Yazılı basının onlar üzerindeki etkilerini hesaba katmaksızın ne kurumsal veya siyasi olaylar ne de felsefi gelişmeler tam anlamıyla anlaşılabilir".

3. Posta ve Telefon


Teknoloji, kitle iletişimine ilişkin olduğu kadar doğrudan doğruya bireyler arası iletişim için de aynı şekilde söz konusudur. Posta ve telefon bireylerin özel yaşamlarında kullandıkları iletişim araçlarına birer örnektir. Bu iki iletişim aracı özellikle sınırlı düzeyde bir bütçeye sahip olan kişiler için, iletişimin kapsamını genişletmeye katkı sağlamıştır.

4. Görsel- İşitsel Teknikler

İletişimin teknik düzeyindeki 20, yy.da göze batan daha şaşırtıcı değişim, dağıtım ve yeniden üretim alanında meydana gelmiştir. Bu değişimde söz konusu olan, bireylerin çok büyük bir çoğunluğunu görsel veya işitsel olarak yakalayan iletilerin hızla çoğaltılabilme kapasitesidir.

Radyonun getirdiği yenilik tümüyle aracısız yayın kapasitesine sahip olmasıdır. Başlangıçta bu kapasiteden politikacılar geniş ölçüde yararlanmıştır. 1917 Kasım’ında Sovyet devrim komitesi devrimi halka benimsetmek için onu kızıl kruvazör olarak değerlendirmiştir. Nazi Almanya’sı İkinci Dünya Savaşı öncesi ve esnasında ideolojisini yaymak için radyo yayınlarından geniş ölçüde yararlanmıştır.

Televizyonun doğuşunun aracısız bilgi aktarımında ileri bir adım anlamına geldiği apaçık bir olaydır. Televizyon radyoya göre çok ciddi yenilikler getirmekle birlikte, bu buluş, bilgi naklinde çok büyük bir değişime ön ayak olmuştur. Böylece “evrenin” doğrudan “seyri” mümkün hale gelmiştir. Oraya herkesin katıldığı ve herkesin “katkı” sağladığı bir olay olmuştur.

5. Bilgi İşlem


İletişim alanındaki en büyük buluşlardan sonuncusu bilgi işlemdir. 80’li yılların sonunda yeni iletişim teknolojileri görülmektedir. Artık küçük bilgisayarlar, video, kasetler, uydular, kablolar geleneksel iletişimi tamamlamaktadırlar. Yeni iletişim teknolojisi, sinyalleri işlemek için özel olarak dijitalleştirilmiş bilgi işlem olarak tanımlanmaktadır. Bu sistemin yeni bir iletişim sistemi olduğu düşünülebilir ama aynı zamanda da eski sistemin yeni bir kullanım olanağını geri getirmektedir.

6. Yeni Medyalar


Medya alanındaki büyük değişim, bilgi işlemle görsel-işitsel araçların bir araya getirilmesinin sonucunda büsbütün karmaşık bir hal almıştır. Bu yeni iletişim teknolojisi, üretim, işleme, düzenleme gibi bilgilenme sürecinin tüm düzeylerinin alt üst olmasına ön ayak olmuştur. Eski iletişim teknolojisi birkaç kişinin çok geniş bir kitleye tek anlamlı değişik mesajları gönderildiği bir sureci içeriyordu. Bu yeni teknolojide artık kitle sınırlandırılmış değildir. Uydu, magnetoscop, kablo v.s. ile insan iletişimi evrensel bir boyut kazanmıştır.

Bu yeni medyalar iki büyük kategoride sınıflandırılabilir.
Birincisi geleneksel araçların kapasitelerini dağıtmayan veya sürdüren -kablo, uydu ve birleşimleri gibi son zamanlarda görülen teknikleri kapsamaktadır.

İkinci kategori bireyin istediği programı veya servisi basit bir kumanda aleti ile seçmesine izin veren donanımları içermektedir. Bunlar radyo veya televizyon program kodlarına giriş aygıtları ve görsel yazım cihazları olan mahrem (domestique) -magnetoscoplar ve videogramlarla- videolardır.

Beşinci Bölüm


İLETİŞİMSEL MODELLER


iletişim süreci daima üç temel eleman ile gerçekleşmektedir: (1) bir kanal vasıtasıyla (2) alıcıya iletiyi gönderen (3) verici.

A.TEMEL MODELLER

  1. Shannon ve Weaver Modeli (1949)

Bu matematik model çizgisel bir karakter arz etmektedir.
Matematik bir model olmakla birlikte araştırmacılar nezdinde yankılar uyandırmasının nedeni, modelin tümüyle basit bağlantılardan kurulmasıdır.Shannon iletişim incelemesindeki sorunu üç düzeyde açıklamaktadır:
  1. İletişim simgeleri neyle açıklanabilir? (Teknik yönü incelenmektedir.)
  2. Kabul görecek bir gösterge hangi simgelere yüklenebilir? (Anlamsal sorun)
  3. Kabul görme anlamında yönelim, hangi etkili gösterge ile sağlanacak (Etki sorunu)
  4. Teknik sorunlar vericiden alıcıya kadar tüm simgeler serisini içermektedir.
  5. Anlamsal sorunlara gelince, vericinin niyetiyle alıcının yorumu arasındaki değişkenliği temsil etmektedir veya kimlik söz konusudur.
  6. Etki sorunu alıcılar üzerinde bırakılan nüfuz düzeyini kapsamaktadır. Yani Shannon ve Weaver etki konusunu iletinin propaganda gücü gibi düşünmektedir. Her iletişimci her zaman, elde edemese bile bir başkasını yönlendirmeyi amaçlamaktadır.

2. Lasswell Modeli (1948)


Her şeyden önce bu model, kitle iletişimini çözümlemeyi önermektedir. 1948’de yazdığı bir yazısında, iletişim araştırmalarında en fazla kullanılan şu ünlü cümlesini kurmuştur:
“Kim
ne dedi
hangi kanalla
kime
hangi etkiyle”
Birinci soru olan " kim" televizyon veya radyoda, basında gazetecilik yapan iletişimciye gönderme yapmaktadır. "Ne dedi" sorusu iletilere ilişkindir ve bunlar seçilen bir kanalla (gazete, radyo, televizyon) iletilmektedir. Sorunun bu tarafı kullanılan tekniği de kapsamaktadır. "Kime" sorusu izleyici ile ilgilidir ve iletişimcinin kamusuna değinmektedir. Nihayet sonuncu "hangi etkiyle" deyişi, iletişimin etkilerini içermektedir. İletişim eyleminin söylem yapısını sunan bu formül, çok çeşitli biçimlerde işletilmeye ve kullanılmaya müsaittir.
Aynı söylemle Lasswell iletişimin farklı tiplerini daha da açmaktadır. Her soru kendine özgü bir çözümleme alanını çağrıştırmaktadır.

3. Gerbner’in Genel İletişim Modeli (1959)


Karmaşıklığına rağmen bu model, esas itibariyle, birbirleriyle ilintili iki önerme ortaya koymaktadır.
  • Birincisi gerçeklik ile iletiyi birbirine ilintilemektedir. Böylece göstergelere ilişkin bizim bilgi edinmemiz mümkün hale gelmektedir.
  • İkincisi iletişim iki boyutuyla birlikte ele alınmaktadır. Bunlardan birisi izlenim veya algılamadır. Diğeri de denetim boyutu veya iletişimdir.
Yatay düzey: sürecin başında bir E olayı bulunmaktadır. M belirli bir gerçekliği algılayandır. (bir kişi veya örneğin kamera, mikrofon gibi bir makine olabilir) E ile E1 arasındaki ilişki bir ayıklama olarak anlaşılabilir. Zira M, E’nin tümünü kabul etmeyebilir. M bir nakinaysa ayıklama onun kapasitesi ve kavrayışıyla belirlenmektedir. M bir kişiyse, ayıklama daha karmaşık olacaktır. Zira birey otomatik olarak ve bir mekanik araç gibi uyarıyı kabul etmez. Kabul süreci öznenin tüm yaşantısını kapsayan bir müzakere, etkileşiminin sonucudur.

Dikey düzey: Gerbner’in SE olarak adlandırdığı şey, E olayına ilişkin E1 tarafından kavranmış olan simgenin nakledilmiş halidir. Olaya ilişkin bu simge doğal olarak ileti kavrama ile adlandırılmaktadır. Bu iletinin temsil ettiği çerçeve S (simgeyi gösteren) ve E (içeriği ihtiva eden) olarak ikiye ayrılmaktadır. Böylece öznenin seçtikleri arasında çok sayıda S olabilir. E’yi en iyi temsil edebilecek S’yi bulmak iletişimci için en zor iştir.

4. Newcomb Modeli (1953)


Modelin temeli bireyler arası ilişkileri kapsamaktadır. Önermesi şöyledir:
Ave B iletişimciyle gönderendir. Bireyler söz konusu olduğu gibi devlet veya örgütler v.s. de olabilir. X onların toplumsal çevrelerindeki bir olaydır (herhangibir şey olabileceği gibi bir kişi de olabilir). Birbiriyle ilintili olduğu zımnen belirtilen bu üç eleman bir sistem oluşturmaktadır. Demek ki A değiştiğinde karşılıklı olarak birbiriyle ilintili olan B ve X de değişmektedir.

Öneriye göre iletişimin esas işlevi, iki veya daha fazla kişinin dışsal çevrelerindeki olaylara, onların aynı anda yönelimlerini sürdürmeyi sağlamaktır. İki oyuncu birbirlerine ve birlikte X'e doğru yönelmektedirler. İletişim, olası tüm değişimlere ilişkin olarak, üç eleman arasındaki konumun, bilgi ali verisinin sonucundatayin edilmesi anlamında, bu yönelimin yükümlenilmesi sureci olarak kabul edilebilir. Böylece muhtemel değişim ve uyum sağlanmış olacaktır.

5. Westley ve Mac Lean Modeli


Araştırmacılara göre kişiler arası iletişimle, kitle iletişimi şu temel noktalarda birbirlerinden ayrılmaktadırlar.
• Kitle iletişiminde geri besleme yoluyla etkileme imkanı neredeyse hiç yoktur.
• Kitle iletişiminde yayıncılar çok sayıdadır ve alıcıların tam tersi çevredeki öznelere kendilerini yöneltmek çok sayıdaki benzer olaylardan ayıklamalar yapmak zorundadırlar.

Westley ve Mac Lean, medyanın, izleyici-dinleyici-okuyucunun ihtiyaçlarını tatmin etmeye yarayan ve aynı zamanda çevreye ilişkin bir görüş (paylaşılan) yaratmak için kullanılan bir araç olduğunu ileri sürmektedirler.

6. Riley ve Riley Modeli (1959)

Riley ve Riley iletişim sürecinde çevrenin rolüne dikkati çekmek için uygulanabilir bir model formüle etmeye çalışan ilk araştırmacılardır. Onlara göre kitle iletişimi toplumdaki parçalar arasında işleyen toplumsal bir sistemdir.

Araştırmacılara göre iletişimciler özel iletilerle daima izleyici-dinleyici-okuyucuya nüfuz etmeyi amaçlamaktadırlar. Dinleyici-okuyucu-izleyici üyeleri bu iletileri kabul etmekte ve ne yapmak istediklerine karar verebilmektedirler. Etkileşim içinde olduğu başka birincil grupların üyesi olan R'nin ilişkilerine dikkat çeken araştırmacılar, bu sürecin toplumsal yönünü vurgulamaktadırlar. Birincil ve referans grupların iletişim sürecinde önemli bir rol oynadığının altını çizmektedirler. Kişiler iletileri aldıkları anda, sosyal çevrelerinden yalıtılmış atomlar değillerdir. Karar verirken onlara rehberlik eden referans gruplan ve birçok değerleriyle, davranışlarını paylaştıkları birincil grupları (örneğin ailesi, çalışma grupları) onları etkilemektedir. Referans grupları deyimi, bireylerin değerlerini ve tutumlarını ifade etmelerine yardım eden grubu anlatmaktadır. Birincil gruplar aynı zamanda referans gruplar olarak da işlev görebilmektedir. Birey, ister yayıncı isterse alıcı olsun birincil grupları tarafından etkilenmektedir. İletişim, iletileri formüle ederken ve alırken etkilenebilir. Alıcı ise iletiyi kabul ederken veya seçerken grubunun rehberliğine başvurabilir.
Öte yandan bu model, toplumun özel bir süreci olan kitle iletişimiyle toplumsal bütün arasındaki karmaşık ilişkiyi görmezden gelmektedir.

B.ETKİ MODELLERİ

  1. Etki Tepki Modeli: Hipodermik Model.

İkna süreciyle ilgili gerçekleştirilmiş çalışmaların temelinde Pavlov’un etki-tepki yani, koşullu reflex kuramı bulunmaktadır.
Modele göre özel bir uyarı alıcıya doğrudan bir etkide bulunmaktadır. Yani iletişim alıcıya ani bir etki yapmaktadır. Bu model kitle iletişimine uygulandığında, kamuya sunulan iletilerin onlar üzerinde doğrudan doğruya bir etkisinin olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.

Modelin ardında bir kitle toplumu kavramı yer almaktadır. Bu dönemlerin başında, kitle toplumu, çok küçük parçaların bir bütünü olan toplumun harcı gibi düşünülmüştür. Buna göre her toplum üyesi uyarıyı aynı biçimde kabullenmekte ve az veya çok birbirine yakın bir yankı uyandırarak toplumdaki bireylerin tümünü yakalamaktadır. İnsan, aynı uyarılara benzer bir tepki veren tek biçimli bir doğaya sahipmiş gibi düşünülmektedir.

2. “İki Aşamalı İletişim” Modeli


Terim, gündelik yaşamlarında kişilerin kanaatlerini belirli konularda, düzenli bir biçimde bazı kişilerin etkilemesini tanımlamaktadır. Araştırmacılar, medya sunumlarını kamuoyu önderlerinin önce alıp sonra toplumun daha az aktif üyelerine bu bilgileri aktardıkları düşüncesinden hareket etmektedir. Bu önderlik işlevi, grubuna mensup diğer kişilerle medya arasında aracı rolü üstlenilmesini anlatmaktadır. Buna göre gün yüzüne çıkartılan bu gözlemlerin incelenmesi (Personal Influence, 1955) "iki aşamalı iletişim" modeli üzerinde temellenmiş olmaktadır.
Bu modelin temel önermeleri ise şunlardır:
  1. Bireyler toplumsal dokudan yalıtılmış ve parçalanmış değildir. Farklı grupların (birincil ve ikincil) parçalarıdır.
  2. Medyanın bireyler üzerinde doğrudan doğruya bir etkisi yoktur. Etkileri toplumsal ilişkiler içinde aşamalanmaktadır.
  3. Toplumdaki bazı kişiler özellikle önderler, diğer üyelere medyadan daha fazla ileti üretmektedirler. İletiler diğerlerine ulaşmadan önce süzülmektedir.

C.UZUN SÜRELİ ETKİ MODELLERİ

  1. “Gündem Kurma” Modeli (1972)

Tezin temel önermesi şudur: Medya olayların bazılarını ihmal ederek, bazılarını vurgulayarak kamuoyunun oluşmasını ciddi biçimde etkilemektedir. Bu tezin ardından medyanın sunumlarını herkesin o kadar da fazlasıyla dikkate almadığı gözlemi yapılmıştır. Ama sonuç olarak medya bir seçim yapmaktadır. Medya konuları sıralayıp, olayların çizelgesini çıkartmaktadır-. Olayları yapılandıran bu uygulama, örneğin bir seçim esnasında oldukça büyük bir önem kazanmaktadır.

2. “Bağımlılık” Modeli


Bağımlılık kuramlarına dayanan bu model Ball-Rokeach ve Defleur tarafından geliştirilmiştir. Bağımlılık, ihtiyaçların tatmin edildiği veya bir parçanın ortaya koyduğu uygulamalara bir başka parçanın bağlandığı ilişkiler ağı şeklinde açıklanabilir. Burada toplumsal yapıya ilişkin bir model söz konusudur ve bu yapıda kitle iletişimi, bireysel düzeyden toplumsal düzeye kadar çatışma ve değişimin içselleştirdiği bir sureç anlamındaki bilgi sistemlerini içermektedir. Bu kuramın temelinde gelişmiş toplumlardaki medyanın hazır ve nazır oluşu bulunmaktadır.
Bu model üc değişkenin - sosyal sistem, medya sistemi, dinleyici- aralarındaki ilişkiyi göstermekte ve bu üç değişkenin birbirleri nezdindeki çok önemli etkileri üzerine odaklanmaktadır.

3. “Sessizlik Sarmalı” Modeli (1974)


Alman hanım araştırmacı tarafından geliştirilmiş olan bu model, kamuoyunun biçimlenmesi surecine ilişkindir. Toplumdaki başkalarının kanaatlerine ilişkin olarak bireylerin saf algılarından ve kişiler arası iletişimle kitle iletişimi arasındaki ilişkiden esinlenmiştir.

Çoğunluk tarafından, onaylandığı sanılan kanaatlerin açıklanmasına izin verildiği için bireylerin yalıtılma korkusuna kapılmaları, kuramın çıkış noktasıdır. Demek ki bu davranış azınlık kanaatlerinin yok olmasına yol açarak çoğunluğun kanaatlerinin güçlenmesini sağlamaktadır.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 18:01

Benzer Konular

17 Eylül 2016 / Misafir İletişim Bilimleri
19 Eylül 2013 / Misafir İletişim Bilimleri
26 Eylül 2008 / karayel Turizm
23 Nisan 2014 / Ziyaretçi Cevaplanmış
17 Nisan 2009 / ThinkerBeLL Felsefe