Arama

Hitit Uygarlığı - Sayfa 2

Güncelleme: 27 Aralık 2016 Gösterim: 89.751 Cevap: 19
idil ertürk - avatarı
idil ertürk
Ziyaretçi
25 Şubat 2010       Mesaj #11
idil ertürk - avatarı
Ziyaretçi

Hititler

, İç Anadolu'nun ilk büyük devletidir. Bugünkü İç Anadolu bölgesi sınırlarında kurulmuştur. Başkenti Çorum ili Boğazköy (hattuşaş)dır. Hititler, krallıkla yönetiliyordu. hitit kralları hembaşkomutan hem başyargıç hemde baş rahipti.ülkede kraldan sonra en yetkili kişi TAVANANNA adı verilen kraliçelerdi. Hititlerde asillerden oluşan PANKUŞ adı verilen bir meclis vardı. bu , meclis kralın yetkilerini kısıtlıyordu. Hititler çok tanrılı bir dine inanıyorlardı.

Sponsorlu Bağlantılar
Çivi yazısı ve resim yazısı olmak üzere iki tür yazı biliyorlardı. yaptıkları kabartmalarda resim yazısı kullanırken çeşitli belgelerde ve krallarının hayatlarını anlattıkları Anal adını verdikleri yıllıklarda çivi yazısı kullanmışlardır. Anallar,tarafsız tarih yazıcılığının başladığı ilk metinlerdir. hititler gelişmiş bir orduya sahiplerdi.günümüz suriye topraklarını almak için mısır ile yaptıkları savaş sonrasında KADEŞ ANTLAŞMASINI imzalamışlardı. Kadeş antlaşması tarihin ilk bilinen yazılı antlaşmasıdır.
Son düzenleyen Baturalp; 27 Aralık 2016 18:22 Sebep: sayfa düzeni
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
16 Haziran 2010       Mesaj #12
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Hititler:


(M.Ö. 2000 - M.Ö. 700)
  • Baş şehri Hattuşaş ( Boğazköy )
  • Anadolu'da ilk büyük devleti kurmuşlardır. Devlet yönetiminde, başta Rahip Kral bulunmaktadır.
  • Kralın yanında soylulardan oluşan "Pankuş" denilen meclis görülmektedir. (İlk parlamento örneği)
  • Hitit devleti beyliklerin birleş­mesinden meydana gelmiştir. (Feodal devlettir.)
  • Tarih yazıcılığını ilk kez ortaya çıkarmışlardır.
  • Demiri ilk kez kullananlardır. İki türlü yazı kullanmışlardır. Hitit hiyeroglifi (resim yazısı)
  • Sümerlerden aldıkları çivi yazısıdır ( Yazının gelişmesine çalışmamışlardır.)
  • Hitit kralları kendi zaman­larında olan olayları "Anallara"yazdırırlardı. (Anallar doğru bilgi içerir tanrılara sunulurdu).
  • Çok tanrılı dinlere inanmışlardı
  • Kanunları fidye esasına dayanırdı. Aile hukuku ilk kez Hititlerde görüldü (Medeni hukuk)
  • Köleci toplum olmasına rağmen kölelere haklar verilmişdir.
  • Önemli eserleri; Boğazköy'deki Yazılıkaya ve İvriz kabartma­larıdır.
  • Tarihin ilk meydan savaşını Mısırlılarla Hititliler yapmıştır.
  • Tarihteki ilk yazılı antlaşma olan Kadeş Antlaşmasını imzalamışlardır.
  • Hitit devleti başarıları kadar başarısızlıklara da yer vermiştir.
  • Hititlerde hiçbir güç denetimsiz değildir.

Sponsorlu Bağlantılar
Son düzenleyen Baturalp; 27 Aralık 2016 15:48 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Ocak 2011       Mesaj #13
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Hititler,

tarihte Anadolu'da devlet kurmuş bir uygarlıktır. Hint-Avrupa dil ailesi'ne dahil bir dil konuştukları için Hint-Avrupa kökenli bir topluluk olduğu kabul edilmektedir. M.Ö. 2000 yıllarında Anadolu'ya göç ederek yerli Hatti Beylikleri üzerinde hakimiyet kurdukları bilinmektedir.

Konu başlıkları
  • Tarihçe
  • Hitit Siyasi Tarihi
  • Hitit Beylikler Dönemi
  • Eski Krallık
  • Orta Krallık
  • Büyük Krallık Dönemi
  • Hitit İmparatorluğu’nun Yapısı
  • Yazı ve Dil
  • Hitit Dini
  • Kadeş Savaşı ve Barış Antlaşması
  • Boğazköy
  • Yönetim merkezi

Tarihçe


Hitit güneşi.
Anadolu Yarımadası'nın bugün için bilinen en eski adı Hatti Ülkesi idi ve bu topraklar 1500 yıl boyunca Hatti Ülkesi olarak bilindi. Bu ad o kadar yerleşmişti ki Anadolu'yu istila eden Hititler bile yeni yurtlarından söz ederken Hatti Ülkesi deyimini kullanmışlardır.

Oysa sonradan yine tabletlerden öğrenildiğine göre, söz konusu Hind-Avrupalı halk kendini Nesice konuşan Nesililer olarak anıyordu. Ancak Hitit biçimindeki adlandırma, Eskiçağ tarihi çevrelerinde yayıldığı için onu değiştirmek güç olurdu. Zaten filologlar söz konusu Hind-Avrupalı kavim için Hatti sözcüğünü olduğu gibi almayıp, onun Ahd-i Atik'de zikredilen "Heth" ve "Hittim" şeklinden esinlenerek Almanca Die Hethiter, İngilizce The Hittites, Fransızca Les Hittites ve İtalyanca Gli Ittiti deyimlerini üretmişlerdir. Türkçe'de ise önceleri Eti sözcüğü kullanıldı, şimdi ise Hitit deyimi yerleşmiştir.

Anadolu'ya geliş yönleri arasında, Kafkasya üzerinden, Çanakkale Boğazı'ndan ya da Karadeniz'den olmalıdır. En genel kabul gören görüş, Kafkasya üzerinden Anadolu'ya indikleri yönündedir. Tarihteki ilk kralları Kuşşara kralı LeonUgur'dır. İlk yerleşim yerleri ise Hattuşaş'dır. Pithana'nın oğlu Anitta zamanında başkentleri Neşa (Kaniş-Kültepe) olmuştur. Anitta, Hitit krallığının başkenti olan Hattuşaş'ı (Boğazköy), çok büyük hazineleri olduğunu tahmin ederek kuşatmış fakat şehirde herhangi bir şey bulamayınca kızarak şehri tamamen yakıp yıkmış ve ünlü lanetini savurmuştur: “Geceleyin yaptığım bir saldırı ile şehri aldım. Yerine yaban otu ektim. Benden sonra her kim kral olur ve Hattuşaş’ı yeniden iskan ederse gökyüzünün (Fırtına Tanrısı’nın) laneti üzerinde olsun.”

En geniş sınırlarında Hitit Devleti (Mavi alan)


Daha sonra Anitta'nın soyundan gelen torunu Hattuşaş'ı bu kez Hitit krallığının başkenti yapacak ve kendisine de "Hattuşili" adını verecektir. Hattuşaş Antik Kalıntıları bugün UNESCO'nun Dünya Kültür Mirasları listesinde yer almaktadır. Hititler yerli halkın ekonomik ve kültürel etkilerinden etkilenerek dil ve dinlerini benimsemiş ve ırklarını Hatti ırkının içinde eritmişlerdir.

Hititler, Asurluların Anadolu’ dan çıkmak zorunda kalmasıyla devlet idaresini ellerine almışlardır. Anadolu’nun yerli halkıyla kaynaşıp Hitit Devleti’ni kurmuşlardır. Bu devletin kurucusu Labarna‘dır. Başkenti ise Hattuşaş’ dır. (Boğazköy) Hitit tarihi M.Ö. 1650 - M.Ö. 1450 Eski Krallık Devri ve M.Ö. 1450 - M.Ö. 1200 İmparatorluk Devri olmak üzere iki safhada incelenir. Hitit Devleti'nin kuruluşundan itibaren, sanattaki Mezopotamya'lı unsurlar kaybolarak, Anadolu'nun yerli sanatıyla birleşmiştir. Sanatta, boyutları büyümüş anıtsal eserler ortaya çıkmıştır. Mabetler, saraylar, sosyal yapılar, kaya kabartmaları ve orthostatlarla (bina cephelerinde alt sırada yer alan kabartmalı taşlar) önceki sanattan ayrılır.

Aslında Hattiler'e ait olmasına rağmen Hitit Güneş Kursu olarak anılan törensel nesne, Hititlerin sembolü kabul edilir. Hitit adı Eski Ahit'e göre uydurulmuş bir isimdir. Bugün Hitit diye anılan bu halkın kendilerine "Nesi dili konuşan" anlamında Nesili dediklerini biliyoruz. Hititler kendilerine "Neşalılar" diyorlardı.

Hitit Siyasi Tarihi


M.Ö. 1800 yılları, Anadolu tarihinin başlangıcı yerli aglutinant dil grubuna ait Hattiler ve Hint Avrupalı Hititler hakkında ilk bilgilerin edinildiği dönemdir. Bu çağ, Hitit kültürünün başlangıç ve gelişme aşamalarının kaynağıdır. M.Ö 2500-2000 yılları arasında Kuzey Kapadokya ve Orta Karadeniz bölgesinde gelişmiş kültürün temsilcisi Hattiler’ di.

Şehir devletleri tarafından yönetilen bu bölgenin müstahkem şehirleri, kral mezarları, hazineleri, Hatti kültürünün simgeleridir. M.Ö 2000 yılları sonlarında büyük savaşlar sonucunda çıkan yangınlarla sona eren bu çağı, Asur Ticaret Kolonileri dönemi izler. Yazılı kaynaklardan Hititlerin, Anadolu’ya M.Ö. 3. binin son yıllarında, 2. binin başında küçük gruplar halinde, girmeye başladıkları ihtimali çıkmaktadır. Hititlerin Anadolu’ya Kuzey Karadeniz üzerinden veya kuzeydoğudan, Kafkaslar üzerinden geldikleri ve Kızılırmak kavisinin kuzey kesimine yerleşmiş oldukları değerlendirilmektedir.

Hitit Beylikler Dönemi


Birbirini izleyen akınlarla Orta Anadolu içlerine yayılan Hititler, zamanla etki alanlarını genişletmişler, Hattili Prenslerin arazilerine hakim olmuşlardır.Asur Ticaret Kolonilerinin geç evresinde (M.Ö. 1800- M.Ö. 1730) Kuşşara Kralı Pithana ve oğlu Anitta tarih sahnesine çıktılar. Onlar Hitit diline Nesice adını veren Kaniş/Neşa’yi zaptedip krallığın ilk merkezi yaptılar. M.Ö. 1700’lerde Kuşşara kralı Anitta, Hatti Kralı Pijusti’yi yenip şehrini tahrip ettiğini anlatmaktadır:

"Geceleyin yaptığım bir saldırı ile şehri aldım. Yerine yaban otu ektim. Benden sonra her kim kral olur ve Hattuş’u yeniden iskan ederse gökyüzünün (Fırtına Tanrısı’nın) laneti üzerinde olsun."

Eski Krallık


Hattuşaş M.Ö. 17. yy.’ ın ikinci yarısında, Hitit Kralı I. Hattuşili tarafından başkent olarak seçilir. Eski Hitit Devleti’nin kurucusu I. Hattuşili Kızılırmak kavisi içindeki çekirdek ülkede birliği sağladıktan sonra, Kuzey Suriye ve Yukarı Fırat Bölgesi’nde Hurri Ülkesine karşı yönettiği akınlarla, kendisini izleyecek Hitit Krallarına bir Dünya devleti olma amacının işaretini veriyordu. Murşili istilalara güneyde devam ederek ve Suriye’deki şehir devletlerini devreden çıkartarak, Mezopotamya ticaret yollarını kontrol altına aldı. Halep ele geçirildi ve ordu Babil’e kadar ilerleyerek Hammurabi hanedanlığına son verdi.

Ancak, I. Murşili’nin Hantili tarafından öldürülmesi bir karışıklık dönemi getirir. Hantili idareyi ele aldıysa da o da öldürüldü. Hantili’den sonra tahta geçen Zidanta ve I. Huzziya’da Hantili ile aynı kaderi paylaşarak öldürüldüler.

Bu dönemde Hitit devleti, Torosların güneyindeki ülkeleri, Güney ve Güneydoğu Anadolu’daki diğer bölgeleri yeniden Mitanni Krallığı’na kaptırdı. Telipinu tahta geçince, saraydaki kan davalarını durdurmayı başardı. Önceki kralların uzak bölgelere yaptıkları seferleri durdurarak, Anadolu’yu kendi içinde tutarlı bir idari teşkilat altına almaya çalıştı. Bu amaçla eyalet sistemini kurdu. Telipinu fermanı olarak bilinen fermanı yayınlayarak, taht verasetini belli kurallara bağladı.

Orta Krallık


Geleneksel Hitit tarihi çağ ayrımına göre, Telipinu devrini Orta Krallık adı verilen dönem izler.
Aynı zamanda I. Tuthaliya Hititlerin amansız düşmanı Kaşkalar’la da başetmek zorunda kalmıştır. Metinlerde Tuthaliya zamanında, Fırat’ın yukarı yatağında kalan bölgelere ve Kuzey Mezopotamya’da Hurrilere karşı yapılan askeri harekatlardan söz edilmektedir. Bu başarılarla I. Tuthaliya’nın Hatti ülkesinde krallığın gücünü yeniden sağladığı anlaşılmaktadır. Ancak I. Tuthaliya’nın hükümdarlık alanı genelde Anadolu ile sınırlı kalmıştır.
I. Şuppiluliuma tahta geçince, öncelikle Anadolu’ daki hakimiyetini sağlamlaştırmıştır. Daha sonra Suriye ve Kuzey Mezopotamya'nın bazı bölgelerini Hitit Krallığı’na katmıştır. Kaşkalarla savaşmış, Ugarit Kralı II. Nigmedu ile bir anlaşma yapmıştır. Şuppiluliuma Mısır’ da Tutankhamon’ un ölümünden sonra çıkan çatışmaları fırsat bilmiş, Kargamış’ı alarak Mitanni Krallığı’ na son vermiştir.

Hitit İmparatorluğu'nun son bilinen kralı 2. Suppiluliuma'nın rölyefi.
II. Murşili’nin, Anadolu’nun kuzeyindeki ve batısındaki seferleri, Hitit çekirdek ülkesinde vebanın hüküm sürdüğü ve giderek artan Asur etkisiyle Suriye’de huzursuzlukların yaşandığı bir döneme rastlamıştır.

Büyük Krallık Dönemi


Babası Murşili’nin ardından fazla zorluk çekmeden tahta geçen XXI. Muvattalli, yirmi yıldan fazla ’’Büyük Kral’’ olarak hüküm sürmüştür. O’ nun küçük kardeşi Hattuşili, askeri birliklerin başı, saray memuru, kuzey sınırının sürekli huzursuz bölgelerinde ve Hattuşa’da Vali olarak Hükümdara birçok alanda hizmet vermiştir. Bu dönemde Muvattalli sarayını, Tanrı ve atalarının heykelleri ile birlikte Hattuşa’dan Tarhuntaşşa’ya taşımıştır. Muvattalli zamanında Orta Suriye’deki Amurru bölgesi nedeniyle, Hititler’in anlaşmazlığa düştüğü ülke Mısır’dı. Bu anlaşmazlık Kadeş Savaşı’ na yol açtı. (M.Ö. 1280)

Günümüzde Mısır’ daki Abydos, Luksor, Abu Simbel’in duvarları ve Ramsesseum’un pylonlarının üzerindeki kabartmalarda, Yakındoğu’nun geçmişindeki en ünlü savaşlardan biri olan Kadeş Savaşı’nın tasviri görülmektedir. Kabartmalara II. Ramses’in Hitit Kralı II. Muvattalli’yi yenerek elde ettiği zaferin kutlandığı hiyeroglif metinler eşlik etmektedir. Firavun çok iyi hazırlanarak savaş alanında bizzat bulunmasına rağmen, savaşın asıl galibi Hititler olmuştur. Amurru yeniden Hitit yönetimi altına girmiş, ayrılıkçı yerel kral Benteşina ise Anadolu’ya sürülmüş, Kadeş Kalesi Hitit denetiminde kalmıştır.

Büyük Kral II. Muvattalli öldüğünde, eski bir kurala uyulmuş ve imparatorluğun en güçlü adamı olan kardeşi Hattuşili yerine, oğlu III. Murşili/Urhi-Teşup tahta geçmiştir. O, başkenti Tarhuntaşşa’dan, yeniden Hattuşa’ya taşımıştır.

Bölgede II. Muvattalli döneminden ve Kadeş Savaşı’ ndan bu yana II. Ramses hüküm sürmekteydi. Hattuşili Asur ve Babil Hükümdarları ile olduğu gibi, II. Ramses ile de hükümdarlar arasındaki olağan ilişkilerini sürdürmüştür. I. Şuppiluliuma’ dan beri süregelen savaş durumunu sona erdirmiş ve Mısır ile barış antlaşmasını imzalamıştır. Antlaşma Hattuşa’ da ortaya çıkarılan ve günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesinde bulunan kil tabletten anlaşılmaktadır. Akadca yazılmıştır. Ayrıca Mısır-Karnak Ramesseum’ da da Mısır hiyeroglifi ile kaleme alınmış kopyaları görülmektedir. II. Ramses ile yapılan barış antlaşması, Hattuşili’ nin hükümdarlık döneminde ulaştığı bir zirvedir. Bu başarı kendisinin rakipleri Asur ve Babil ile Ege’ deki rakibi Ahhiyava karşısındaki konumunu güçlendirmiştir.

Kurallara uygun olmaksızın tahta çıkmış olmasına rağmen, III. Hattuşili önemli politik başarılar ve uluslararası takdir kazanmıştı; ancak Hattuşa’da tahtına çıkacak kişi ile ilgili düzenlemeyi yapmak da kendisi için önemliydi. Önceden seçilen varisten vazgeçilmiş ve yerine Prens IV. Tuthaliya seçilmişti. Tuthaliya tahta çıktıktan sonra, Tarhuntaşşa Kralı Kurunta ile antlaşma yapmış ve Tarhuntaşşa ülkesinin sınırları yeniden çizilmiştir. II. Muvattali’nin oğlu olarak hanedandan gelen Krala, imparatorluk hiyerarşisi içinde Karkamış Kralı ile aynı düzeyde yer verilmiştir.

Hitit İmparatorluğu’nun bilinen son hükümdarı IV. Tuthaliya’ nın oğlu II. Şuppiluliuma, başgösteren yiyecek sıkıntısıyla daha da gerginleşen duruma rağmen bazı askeri başarılar elde etmiştir. Hattuşa’da bugün Güneykale olarak adlandırılan kesimdeki bir yazıtta, II. Şuppiluliuma’ nın askeri birliklerinin Orta ve Güneybatı Anadolu’da başarıyla savaştığından, Tarhuntaşşa’ da da hükümdarın yeniden otorite kurduğundan söz edilir. Çivi yazılı belgeler de, Kargamış Kralı ve doğrudan Büyük Kral tarafından denetlenen Alaşiya (Kıbrıs) ülkesiyle antlaşma yapıldığı belirtilir.

Hitit İmparatorluğu’nun M.Ö. 1200’den kısa bir süre sonra yıkılma nedeni halen tam olarak anlaşılamamıştır. İmparatorluğun yıkılmasına çeşitli etkenlerin neden olduğu değerlendirilmektedir. Son büyük kralın hüküm sürdüğü dönemde, halk içinde huzursuzluklar ve Hitit aristokrasisinde giderek artan çatışmalar başgöstermiştir. Hitit Devletinin ayakta olduğu son yıllara tarihlenen yazılı kaynaklar, sefalet içinde olduğu belirtilen Anadolu’ya Suriye ve Mısır’dan büyük miktarlarda tahıl sevk edildiğini kanıtlamaktadır. Aynı zamanda Anadolu’daki huzursuzluklar ve Suriye üzerindeki Hitit etkisinin azalması da Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasında neden ya da sonuç olarak değerlendirilmektedir...

Hitit İmparatorluğu’nun Yapısı


Hitit Devleti, Kral ve üyeleri kraliyet ailesinden gelen kişilerden oluşan politik bir kurumdu. Yönetimin politik organı Pankuş’tur (İmparatorluk Meclisi). Herhangi bir politik sorun olduğunda Pankuş Kral tarafından çağırılmaktaydı. Fakat Pankuş kralı bile denetleme yetkisine sahipti; yani Pankuş, kralın kararları hakkında söz sahibi bir kurul ve böylelikle de onun mutlak hakimiyetinin tek denetleyiçisiydi.

Yazı ve Dil


Hititçe, bugüne kadar bilinen en eski Hint-Avrupa dilidir. Hitit İmparatorluğu'nda bunun dışında Luvi ve Pala dillerinde olduğu gibi Hititçe'yle az veyâ çok akrabâ olan başka diller de kullanılmaktaydı. Luvca'nın dinsel konularda önemi vardı. Bu dillerle berâber Hititçe, diğer Hint-Avrupa dillerinden kelime hazînesi açısından kısmen farklı olan Hint-Avrupa dillerinin Anadolu kolunu oluşturmaktaydı.

Bunun yanında farklı yazılar da kullanımdaydı. Resmî diplomatik yazışmaları ve saray arşivleri Âsur (Akad) çivi yazısıyla yazılırken kayalardaki kabartmalar ve yazıtlar için Hiyeroglif denilen yazı kullanılırdı. Bugün, bu harflerle yazılan dilin bir Luvca lehçesi olduğu bilinmektedir. Hurrice de önemli bir diplomatik yazışma diliydi ve bilhassa Mittani İmparatorluğu'yla yapılan yazışmalarda kullanılırdı.Hitit çivi yazısının dili Friedrich Hrozny tarafından 1915'te çözülmüş, Hitit hiyeroglif yazısının 140'lı yıllarda başlayan çözülmesinde ise Helmuth Theodor Bossert'in büyük katkısı olmuştur.

Hitit Dini


Yazılıkaya'da Tudhaliya-IV kabartması.Sol eliyle ucu spiral biçimli asasını tutmaktadır,sağ elinin üzerindeki edikulası'nda kanatlı güneş sembolü çift güneşli olarak yapılmıştır.

Hitit dîni çok tanrılı bir dindir; panteonun (tanrılar ailesi) içinde binlerce tanrı ve tanrıça vardır ve bunların pek çoğu diğer kavimlerin dinlerinden alınmıştır.

Hititler’de tanrılar, tıpkı insanlar gibidir. Fiziksel şekilleri insan gibi olduğu kadar rûhen de onlarla aynı olup insanlar gibi yerler, içerler, kendilerine iyi bakıldığı sürece insanlara iyilik ederler; ancak ihmâl edildikleri zaman hemen intikam almaya, insanları en acımasız yöntemlerle cezâlandırmaya hazırdırlar. Bir Hitit metni, insanlarla tanrıları birbirleriyle kıyaslamakta ve tanrı-insan ilişkilerini bey-hizmetçi ilişkilerine benzetmektedir.
Hitit devletinin panteonu, Anadolu ve Suriye şehirlerinin çeşitli yerel panteonlarının zamanla bir araya getirilip birleştirilmesinden oluşmuştur.

Hitit devletinin başlangıcından îtibâren baş tanrı, fırtına tanrısı Teşup'tur. Kozmik dönemi (kâinâtı) sağlayan, krallığı ve ülkenin düzenini koruyan O'dur. Kral, efendisi adına ülkeyi yönetir.

Kadeş Savaşı ve Barış Antlaşması


M.Ö. 1274 tarihinde II. Ramses ile Muvattalli arasında Kadeş önünde büyük bir meydan savaşı yapılmış ve Kadeş Antlaşması ile sonuçlanmıştır. Bu antlaşmaya bağlı olarak II. Ramses savaştan önce aldığı yerleri boşaltmış, Kadeş Şehri Hititlere kalmıştır.

Kadeş Barış Antlaşması sırasında orduda çıkan bir isyanda, Muvattalli öldürülmüştür. Antlaşma, onun yerine geçen III. Hattuşili tarafından imzalanmıştır. (M.Ö. 1269) Bu antlaşma dünya tarihinde eşitlik ilkesine dayanan en eski antlaşmadır. Antlaşma çivi yazısıyla gümüş plakalar üzerine Akadca olarak yazılmıştır. Ayrıca Kralın mührünün yanında Kraliçenin (tavananna) mührü de vardır.Anlaşmaya Amor'un sevgilisi II.Ramses ve kralların büyüğü III.Hattuşili gibi övgülerle başlar.Anlaşma müttefiklik,kardeşlik ve saldırmazlık anlaşmasıdır.Anlaşmeye göre kaçakların öldürülmemesi karşılığında birbirlerine teslimine karar verilmiştir.Anlaşmeyı körükleyen ise Asur tehlikesinin gelişmesidir.

Bu antlaşmanın gümüş levhalara kazınmış olan asıl metinleri kayıptır. Mısır’da tapınakların duvarlarına kazınan antlaşmanın bir nüshası da, Boğazköy (Boğazkale) kazılarında kil tablet olarak bulunmuş olup Istanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.

Kadeş antlaşmasının Hattuşaş’da bulunan çivi yazılı tabletinin büyütülmüş kopyası New York’ta Birleşmiş Milletler Binasında asılıdır.

Boğazköy


MÖ II.bin başlarında, Yukarı Mezopotamya'daki Assur şehrinin zengin tüccarlarının Anadolu ile yoğun bir ticari ilişkiye girmiş olduklarını görüyoruz Orta Anadolu'nun geniş toprakları üzerinde kurulan küçük krallık veya beylikler, "Karum" adı verilen pazar yerleri ile son derece canlı birer ticaret merkezleriydiler. Assurlu tüccarlarla birlikte gelişen bir başka ve çok önemli olgu ise, M.Ö. II. bin de Anadolu'da bilinmeyen fakat Mezopotamya'da M.Ö. 3000 yılından beri kullanılan çivi yazısının Anadolu'ya gelişidir. Böylece Anadolu tarihi çağlara girmektedir. Kilden yapılmış tabletler üzerine yazılan mektuplardan, Assurlu tüccarların Anadolu'ya kumaş, koku ve kalay madeni getirerek yerli krallara ve halka sattıklarını, karşılığında altın, gümüş ve bazı tunç malzeme aldıklarını öğreniyoruz.

Koloni Çağı'nı izleyen Eski Hitit ( M.Ö. 18. yy.) ve Büyük Hitit Krallığı dönemleri sonunda, takriben 1200 yıllarında batıdan gelen ve Deniz Kavimleri diye adlandırılan toplulukların istilası ile Hitit İmparatorluğu son bulmuş ve Hititler yaşamlarına şehir beylikleri halinde devam etmişlerdir.

Yönetim merkezi


Başkentleri: Hattuşaş
Anadolu'da ilk kez organize devlet kuran Hititleri'in başkenti olan Boğazköy (Hattuşaş), dağlık-engebeli bir arazi kurulmuş olup Çorum'a uzaklığı 82 km'dir.

Boğazköy'ün gerçek tarihi M.Ö. 1900'den az sonra başlar. Geç Hitit ve Asur belgelerinden öğrendiğimize göre Boğazköy; Hattuştu ve Pijusti adlı krallarla son bulan bir hanedanlığın merkezi idi. M.Ö. 19. ve 18. yy.'da Hitit öncesi'deki dönemde Boğazköy'de, Hattiler ve Asurlu tüccarlar da konaklamaktaydılar. Şehirde Asurlu tüccarların ticaret yaptıkları "karum" denilen bir pazar yeri bulunmaktaydı.

Boğazköy, M.Ö. 1200 yıllarına kadar Hititler'in başkenti olma özelliğini korumuştur. İlk Hitit kralı olarak Hattuşaş'lı anlamına gelen Hattuşili'yi görüyoruz.

Kentin asıl merkezini büyük kale teşkil eder. Büyük kalenin kuzeybatı yamacında Hitit İmparatorluk dönemine ait özel evler ile Büyük Mabed'in yer aldığı "aşağı şehir" bulunmaktadır. Şehrin güney kısmını teşkil eden "yukarı şehir"; M.Ö. 13. yy kralları tarafından yapılmış sandık şeklindeki surlarla çevrilmiştir. Bu surda Kral Kapısı, Potern, Sfenskli Kapı, Aslanlı Kapı yer almaktadır. Yukarı şehir içinde Yenice kale ve Sarıkale tahkim edilmiş olarak yapılmıştır.

Hitit Krallığı; M.Ö. 1200'deki Deniz Kavmi Göçleri sonunda Trak asıllı kavimlerin baskıları sonucu yıkılmış olup, dolayısıyla Boğazköy de başkent olma özelliğini kaybetmiştir. M.Ö. 750 yılında Friglerin yerleşimine sahne olmuştur. Hellenistik çağda ise Boğazköy; büyükçe bir yerleşim alanı olamaktan öte gidememiştir. Bizans çağında da iskan edildikten sonra Boğazköy'e 18. yy.'da bugünkü sakinleri yerleşmiştir.

Antik Hattuşa harabeleri ile Yazılıkaya Açık Hava Mabedi birer açık hava müzesi olarak önem taşımakta olup, ayrıca; Milli Park projesi kapsamına alınmış ve Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilmiştir.
Son düzenleyen Baturalp; 27 Aralık 2016 15:57 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Mavi Peri - avatarı
Mavi Peri
Ziyaretçi
27 Haziran 2012       Mesaj #14
Mavi Peri - avatarı
Ziyaretçi

Hititler


İlk Çağ'da Anadolu'da yaşamış olan Hint-Avrupa kökenli bir kavim. Anadolu'ya nereden geldikleri tam olarak bilinmemektedir. Hititler İ.Ö. 2000 başlarında Anadolu'ya yerleştiler. Anadolu'nun siyasal ve kültürel yaşamında İ.Ö. 7. yüzyıla dek varlıklarını duyurdular. Hitit tarihi genel olarak üç dönemde incelenir. 1) Eski devlet (İ.Ö. 1800-1400), 2) Yeni Devlet (İ.Ö. 1400-1200), 3) Geç Hitit Kent Devletleri (İ.Ö. 1200-700).

Eski Hitit Devleti döneminde 19 kral hüküm sürdü. Bu krallardan kimilerinin yalnız adları bilinmektedir. Eski Devlet'in kurucusu olarak I. Tuthalya bilinir. Eski krallık devrinin en güçlü krallarından biri olan I. Labarna, Orta Anadolu'yu bütünüyle Hitit egemenliğine almayı başaramadı. Kral Labarna'dan sonra oğlu I. Hattuşiliş, Halpa (Halep), Urşu (Urfa) gibi kentleri ele geçirdi. I. Hattuşiliş'in yerine oğlu I. Murşiliş geçti ve bu dönemde Hititler, Babil kentini ele geçirdiler. Ancak I. Murşiliş'ten sonra Eski Devlet'in bu parlak dönemi sürmedi.

Hitit Devleti'nin tarihinde bundan sonra bir zayıflık dönemi başladı, çok iyi bilinmeyen bu dönem Şuppiluliuma'nın kral olmasına dek sürdü. Şuppiluliuma ile birlikte Hitit tarihinde Yeni Devlet ya da Hitit İmparatorluğu denilen dönem başladı. Bu dönemde Hitit Devleti, Önasya'nın güçlü ve büyük devletlerinden biri durumuna geldi. Şuppiluliuma, Anadolu'nun birliğini sağladıktan sonra Kuzey Suriye'de Mitanni Prensliği'ni egemenliği altına aldı. II. Murşiliş zamanında Hitit Devleti'nin egemenlik alanı Ege sahillerine dek yayıldı.

II. Murşiliş'ten sonra devletin başına Muvattali geçti. Bu hükümdar zamanında, en önemli ticaret yollarının geçtiği Suriye'ye egemen olma yüzünden, Mısır ile Hititler arasında ünlü Kadeş Savaşı oldu. III. Hattuşiliş zamanında savaş durumuna son verildi, Hattuşiliş'in bir kızının Mısır firavunuyla evlenmesiyle dostluk daha da güçlendirildi. Fakat Hitit Devleti'nin bu güçlü durumu uzun sürmedi. İ.Ö. 1200 yıllarında çok büyük bir göç dalgası Hitit Devleti'ni yok etti. Ancak bazı Hitit kentleri varlıklarını bir süre daha koruyabildiler. İ.Ö. 1200-700 arasında varlık gösteren Geç Hitit devletlerinin başlıcaları Grugum (Maraş), Hattena (Hatay), Melid ya da Maldia (Malatya), Kargamış (Cerablus) ve Hamat'tı. Bu kent devletleri Asurlulara vergi veren yarı bağımsız kuruluşlardı. Zamanla tümü Asurlular tarafından ortadan kaldırıldı.

MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi
Son düzenleyen Baturalp; 27 Aralık 2016 15:59 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Efulim - avatarı
Efulim
VIP VIP Üye
20 Temmuz 2012       Mesaj #15
Efulim - avatarı
VIP VIP Üye
Hitit Güneş Kursu
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi

Hittite sun disk
Hitit güneşi aynı zamanda Türkiye'nin başkenti Ankara'nın da bir dönem sembolü olarak kullanılmıştır.

Erken Hititlerin dinsel inançlarla kullandıkları sanılan, güneş simgesi madenî heykel. Tunç, bakır ya da gümüşten; baklava dilimi, yarım daire ya da daire biçiminde olanları vardır. Boğa boynuzu, geyik, ceylan gibi figürlerle süslenmişlerdir.
Sen sadece aynasin...
BERAT61 - avatarı
BERAT61
Ziyaretçi
9 Şubat 2013       Mesaj #16
BERAT61 - avatarı
Ziyaretçi

Tavananna


Tavananna, Hititlerde kral eşlerine verilen hititçe unvan. Türkçe karşılığı 'anne kraliçe'dir.
Hititlerde tavananna büyük yetkilerle donatılmıştı. Kral, eşiyle neredeyse eşit haklara sahipti. Tavananna devlet işlerinde etkindi; öyleki adı kraliyet mühründe bile bulunmakta, antlaşmalar ve devlet yazışmalarında kralın adının yanında yer almaktaydı. Savaş veya yolculuk gibi durumlardan meydana gelen kralın yokluğunda krala vekalet eder, yetkilerini üstüne alırdı. Ayrıca tavananna kralın başrahip olması gibi, başrahibe olarak da önemli bir dini güce sahipti.

Hitit kraliçelerinin sahip oldukları saygınlık, hitit sosyal yaşamının da belirgin bir özelliğiydi. Kraliçeler tavananna unvanını kral kocaları öldükten sonra da taşıyorlardı. Yeni kralın eşi tavananna unvanını ancak bir önceki kral eşinin ölümünden sonra elde edebiliyordu. Bu yasa kazanılmış bir hakkın koruyucusu olma özelliğinden, o dönemki hitit hukukunun gelişmişlik düzeyinin önemli bir göstergesi olarak değerlendirilir.

En çok tanınan tavanannalardan biri MÖ 13. yüzyılda yaşamış Puduhepa'dır. Hitit hükümdarı III. Hattuşili'nin karısı ve IV. Tuthaliya'nın annesidir. İki kralın yönetim süreleri içinde de Hitit Devleti'nin tavanannası olmuştur.
Son düzenleyen Baturalp; 27 Aralık 2016 16:17 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Mayıs 2014       Mesaj #17
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

HİTİT UYGARLIĞI


Anadolu’da ilk çağlarda kurulan uygarlıklardandır. İlk Çağda Anadolu’da ilk devleti kurmuş olan toplum Hititlerdir. Hititler, MÖ 2000 başlarında Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya gelerek Kızılırmak çevresindeki topraklara yerleşmişler. Hattuşaş (Boğazköy)’ı başkent yapıp bir devlet kuran Hititler, MÖ 1450 yıllarında büyük bir imparatorluk hâline geldiler. Dünyanın ilk yazılı antlaşması olan Kadeş Barış Antlaşması, Hititlerle Mısırlılar arasında imzalanmıştır (MÖ 1280). Hititlerde devlet yönetiminde başta kral bulunurdu. Ancak kralın yetkileri, sonsuz ve sınırsız değildi. Yetkileri “Pankuş” adı verilen bir meclis tarafından sınırlandırılmıştı. Ülke yönetiminde kraliçe, kraldan sonra en yetkili kişi sayılırdı.

Hititlerde devlet yönetiminde halk, birtakım sınıflara ayrılmıştır. Ancak bu sınıflar arasında fazla bir ayrıcalık yoktu. Eli silah tutan herkes asker sayılırdı. Hititlerde ordu, yaya ve atlı-arabalı askerlerden oluşurdu. Savaşlarda ok, yay, mızrak, kalkan, balta gibi silahlar kullanılırdı.

Hitit uygarlığında tarıma önem verilmiştir. Bağcılık, tahıl tarımı ve hayvancılık önemli ekonomik faaliyetlerdendi. Anadolu’da sulamalı tarım, ilk kez bu dönemde, Hititlerde gerçekleştirilmiştir. Çok tanrılı bir inanca sahip olan Hititler, temizliğe büyük önem verir, ibadet için tapınağa gitmeden önce yıkanır ve temiz giysiler giyerlerdi.
Hititler, Mezopotamya’dan aldıkları çivi yazısı ile daha çok taş tabletler üzerine yazdıkları resim yazısını (hiyeroglif) kullanırlardı. Heykel ve kabartma sanatı alanında da gelişmişlerdi.
Son düzenleyen Baturalp; 27 Aralık 2016 15:59
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
12 Haziran 2014       Mesaj #18
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye

Hitit Devleti

Ad:  hitit-haritasi.JPG
Gösterim: 748
Boyut:  34.1 KB

MsXLabs.org

Hititler; Orta Anadolu’da Kızılırmak kavisi içinde kurulmuş ilkçağ devleti ve halkıdır. Başkentleri, bugünkü Çorum İli’nin Boğazkale İlçesi içinde yer alan Boğazköy yakınlarındaki Hattuşa‘dır. Hint-Avrupa kökenli bir ulus olan Hititlerin Anadolu’ya hangi tarihte ve hangi yolu izleyerek nereden geldikleri henüz kesin olarak saptanmış değildir. Bir görüşe göre Hititlerin de içinde bulundukları Hint-Avrupa soyundan topluluklar batıda Trakya ve Boğazlar üzerinden, doğuda ise Kafkaslar yoluyla Derbent kapılarından Anadolu’ya girmişlerdir. Başka bir görüşe göre de Balkanlar’ın Karadeniz’e olan kıyılarından deniz yoluyla Anadolu’ya gelmişlerdir. Hititler Anadolu’ ya 2. binyılı başlarında gelmeye başladılar; o dönemde Anadolu’da Asur ticaret kolonileri vardı. Örgütlenmiş bir devlet olarak Hititlerin çiviyazılı belgelerde ortaya çıkışları İÖ 1750′ye rastlar. Bilinen ilk Hitit Kralı Anitta’dır. Hitit Devleti’nin gerçek kurucusu olarak I. Hattuşili (İÖ 1650-1620) kabul edilir. I. Hattuşili ile Anitta (yaklaşık İÖ 1750) arasındaki boşluk kurban listelerine göre etkinlikleri belgelerle kanıtlanamayan şu krallar vardır: Kantuzili, I. Tuthaliya, Puşarruma, Pawahtelmah.

Eski Hitit Devleti: I. Hattuşili‘nin vasiyetnamesinden öğrenildiğine göre, gerçek adı Labarna ya da Tabama dır. Hattuşa’yı kendine başkent yaptığı için Hattuşalı anlamında Hattuşili adını aldı. Kendinden sonra gelen, kralları Labarna ya da Tabama adını bir krallık simgesi olarak kullandılar. I. Hattuşili, ilk askeri seferlerini Güneydoğu Anadolu ile Kuzey Suriye’ye yaptı. Bu sefer sonucunda Alalah (Hatay’da Teli Açana) gibi Kuzey Suriye’ nin önemli bir kenti ele geçti. Bu arada Anadolu’nun güneybatısında bulunan Arzawa ülkesi Hititlere karşı ayaklandı. Ancak I. Hattuşili hem bir ülkeye boyun eğdirdi, hem de Kuzey Suriye’ de bulunan Hahhu ve Haşşu kentlerini topraklarına kattı. I. Hattuşili‘nin ölümünden sonra yerine geçen oğlu I. Murşili (İÖ 1620-1590), Halpa ve Babil kentlerini ele geçirdi. (İÖ 1594). Babil’den elde edilen ganimetlerle, I. Murşili büyük bir fatih, güçlü bir devletin kralı olarak Anadolu’ya döndü. Kız kardeşi Harapşili’nin kocası Hantili bir başka soylu olan Zidanta ile birlik olup I. Murşili’yi öldürdüler.

I. Murşili’nin ölümünden İÖ 1525′te başa geçecek olan Telipinu arasındaki 65 yıllık dönem, Hitit Devleti için bir kargaşa dönemidir. Bu dönemde Hântili, Zidanta, Ammuna ve Huzziya adlı 4 kral işbaşına geldi. Sürüp giden iç çekişmelerin sonunda Huzziya’nın kız kardeşi İştapariya’nın kocası Telipinu, Huzziya’yı tahttan indirerek kral oldu. (İÖ 1525). Telipinu tahtı ele geçirdikten sonra Hitit Devleti’ni iç kavgalardan kurtarmak için bir ferman yayınladı. Bu fermana göre, kralın ölümünden sonra tahta yaşça en büyük oğul, o yoksa kralın bir harem kadınından olma oğlu, o da yoksa en büyük kızının kocası geçecekti. Nitekim bu fermanda yer alan hukuki ve adli düzenlemeler sonraki dönemlerde yararlı oldu. Bu düzenlemelerden sonra Telepinu, iç işlerle uğraştı, Çukurova yöresinde bulunan Kizzuwatna Kralı İşputahşu ile bir barış antlaşması yaptı. Telipinu’dan sonra çok kısa bir süre tahtı Tahurwaili adlı bir kral tahtı ele geçirmişse de Hitit soylular meclisi Panku’nun kararıyla Tahurwaili tahttan indirilerek, yerine Telipinu’nun kızı Harapşili ile evli olan damadı Alluwamna çıkarıldı.

Büyük İmparatorluk Dönemi: Telipinu fermanının içte güvenliği sağlamasıyla Hitit tarihinde Büyük ya da Yeni İmparatorluk adı verilen bir dönem başladı. Telipinu ile Şuppiluliuma’nın tahta çıktığı İÖ 1380′e kadar Hitit tahtına oturan kralları ve dönemlerindeki olayları tarihsel bir sıra içinde vermek belge eksikliği nedeniyle kolay değildir. Alluwamna ile imparatorluk dönemine ait ilk belgelerde ortaya çıkan II. Tuthaliya ve eşi Nikalmati arasında bir zaman boşluğu ortaya çıkar. Büyük bir olasılıkla Hattuşili adlı bir kral bu zaman diliminde yaşadı. II. Tuthaliya’dan sonra tahta çıkan Arnuvanda ve Kraliçe Aşmunikal, büyük bir olasılıkla kardeştiler. Hitit geleneklerinde kardeşler arası evlilik vardı. Daha sonraları bu evlilik yasalarla yasaklandı. Arnuvanda dönemindeki en önemli sorun, Orta Karadeniz yöresinde yaşayan Kaşkaların başkent Hattuşa’ya kadar uzanan saldırı ve yağmaları oldu.

Arnuvanda’dan sonra Hitit tahtına, imparatorluğun en büyük kralı olan Şuppiluliuma (1380-1345) geçti. Oğlu II. Murşili’nin yazdırdığı belgelerden Şuppiluliuma döneminin olayları şöyle sıralanabilir: Önce Anadolu’daki iç karışıklıklarla uğraştı. İç güvenliği sağlama almak için Anadolu’nun doğusundaki Azzi-Hayaşa ülkesi ve Çukurova yöresindeki Kizzuwatna Kralı Şunaşşura ile bir barış antlaşması imzaladı. Şuppiluliuma iç güvenliği sağlayınca yayılma politikasının odak noktası olan Kuzey Suriye’ye yöneldi. Önce Kinza (Kadeş, bugünkü Humus) ile Amurru (bugün Trablusşam yakınlarındaki kıyı kesimi) yöresini ele geçirdi. İç kesimlere ilerleyerek Kargamış Kenti’ni ele geçirdi. Bu sırada Mısır Firavunu Tutankhamon öldü ve dul kalan Mısır kraliçesi, Şuppiluliuma’dan kendine koca olmak üzere oğullarından birini göndermesi için istekte bulundu. Mısır’a gönderdiği habercinin getirdiği olumlu yanıt üzerine Zannanza adlı oğlunu Mısır’a firavun olmak üzere gönderdi. Ancak tahtı ele geçiren Mısır soylularından birinin adamlarınca İÖ 1350′de yolda iken öldürüldü.

Bunun üzerine Şuppiluliuma Mısır’a sefer açtı. Küçük bir Mısır Ordusu’nu yenerek ülkesine ganimetlerle döndü. Ancak bu olaylar Kadeş Antlaşmasına kadar uzanacak olan Hitit-Mısır çekişmesine yol açtı, Şippiluliuma, bu kez de Mitanni sorununa yöneldi. Başkentleri Waşukanni’yi (Diyarbakır yöresi) yağmaladı, ordularını yenilgiye uğrattı. Şuppiluliuma İÖ 1345′te Kuzey Suriye’den getirilen tutsakların yaydıkları veba salgınında öldü. Babasının ölümü üzerine yerine geçen oğlu II. Murşili’nin (İÖ 1345-1310) yıllıklarından anlaşıldığına göre, kendinden önce tahtta kısa süre kalabilen ağabeyi II. Arnuvanda çıktı. II. Murşili, öncelikle Kaşkalara karşı koydu. Kuzey Suriye’de çıkan ayaklanmaları, Kargamış kralı olan ağabeyi Şar-rikuşuh’un desteğiyle bastırdı. Amurrular ile bir barış antlaşması imzaladı. Ugarit, Hitit etki alam içine alındı. Babası Şuppiluliuma kadar güçlü ve büyük bir kral olan II. Murşili’nin yerine büyük oğlu Muvatalli (İÖ 1310-1282) geçti.

Muvatalli kardeşi; kendinden sonra kral olacak olan III. Hattuşili’ye büyük yetkiler vererek ülkenin kuzeyinde bulunan Kaşkalar üzerine gönderdi. III. Hattuşili Kaşkaları yendi ve kutsal kentleri Nerik’i de yeniden Hitit topraklarına kattı. Bu arada Hakmiş’i (bugünkü Amasya) da egemenlik bölgesinin başkenti yaptı. Muwatalli de Akhiyawa (Yunan metinlerindeki Aka) ülkesini topraklarına kattı. Bu arada, nedeni bilinmeyen bir kararla başkenti Hattuşa‘dan bugün yeri bilinmeyen Dattaşa adlı bir kente taşıdı. Mısır tahtına II. Ramses’in çıkmasıyla (İÖ 1290) Mısır sorununa çözüm bulmak amacıyla Suriye topraklarına girdi. Kadeş (bugün Teli Nebimend) yakınlarında bulunan Mısır Ordusu ile savaşa tutuşan Hitit Ordusu, Mısırlıları yenilgiye uğrattılar ve yöreyi yeniden egemenlikleri altına aldılar (İÖ 1285).

Muwatalli’nin ölümü üzerine yerine bir harem kadmından olma oğlu Urhi Teşup, III. Murşili (İÖ 1282-1275) adıyla tahta çıktı. Babasının Dattaşa’ya taşıdığı başkenti yeniden Hattuşa’ya taşıdı. III. Murşili, güçlü amcası III. Hattuşili’nin varlığı nedeniyle rahat bir saltanat sürmedi. III. Hattuşili, yeğenini tahttan indirerek yerine kendisi geçti. Hitit Devleti’nin büyük krallarından biri olan III Hattuşili (İÖ 1275-1250) Kadeş Savaşı’ndan dönerken Lawazantiya Kenti’ne uğrayarak kentin başrahi-binin kızı Puduhepa ile evlendi. Hitit tarihinin seçkin kişilerinden biri olan bu kraliçe, eşinin saltanatı boyunca onun yanında en büyük destekçisi olarak yer aldı. III. Hattuşili, saltanatı boyunca bölgenin büyük devletleriyle iyi ilişkiler kurdu. Nitekim dünya tarihinin devletlererarası ilk yazılı antlaşması olan Kadeş Antlaşması İÖ 1270′te imzalandı.

III. Hattuşili‘nin yerine oğlu IV. Tuthaliya (İÖ 1250-1220) geçti.Annesi Puduhepa oğlunun döneminde de ölünceye kadar etkisini IV. Tuthaliya’nın saltanatı boyunca en büyük uğraşı güçlenen ve büyüyen Asur İmparatorluğu ile iyi ilişkiler kurmak oldu. Kaşkalar, IV. Tuthaliya Aşşuwa ülkeleriyle savaşırken saldırıya geçtiler. Ancak fazla zarar vermeden bu saldırı da durduruldu. IV, Tuthaliya döneminde Batı Anadolu’da bulunan devletler giderek güçlendilerse de ancak Hitit İmparatorluğu’na fazla sorun çıkarmadılar. IV. Tuthaliya öldüğünde yerine büyük oğlu III, Arnuwanda (İÖ 1220-1200) geçti. Bu kralın dönemine ait bilgi çok azdır. III. Arnuwanda’nın ölümünden sonra yerine kardeşi II. Şuppiluliuma (İÖ 1200-1190) geçti. Bu kralın dönemi Hitit İmparatorluğu’nun çöküşünü hızlandıran olaylarla doludur. Batıdan kara ve deniz yoluyla gelen ve Deniz Kavimleri denilen topluluklar, Hitit Devleti’ni tarih sahnesinden sildiler (İÖ 1190).

Yıkılan devletin ardından Hititler ve akrabaları Luviler, Kuzey Suriye’ye göçtüler ve burada yaşayan Sami kökenli Aramilerle kaynaşarak ve kültürlerinden yararlanarak küçük yerel kent devletçikleri halinde yaşamlarını sürdürdüler. Çiviyazısını kullanmayı bırakarak yazı olarak Hitit Hiyeroglifini kullanan bu uluslara tarihçiler Geç Hititler adını verdiler.

Son düzenleyen Baturalp; 27 Aralık 2016 16:24 Sebep: başlık ve sayfa düzenlendi
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
Baturalp - avatarı
Baturalp
Ziyaretçi
26 Aralık 2016       Mesaj #19
Baturalp - avatarı
Ziyaretçi

Hititler


Hititler ile ilgili bilgilerimiz daha bu yüzyılın başlarına dayanır. Ondokuzuncu yüzyılın sonlarına kadar, Hititlerin tarih içindeki konumu bilinmiyordu. Gerçi Mısır metinleri ve Tevrat bir kavimden söz ediyordu ama bu kavmin Anadolu kökenli olabileceği kimsenin aklına gelmemişti. İç Anadolu'nun İlk Çağ tarihi ile ilgili yapılan araştırmalar , On dokuzuncu yüzyılda buraları gezen Charles Texier , William Hamilton gibi gezginlerin izlenimlerinden öteye gitmemiştir. Daha sonra "Yozgat Tabletleri" adı verilen , Boğazköy arşivine ait eserle bulunmuş ve ünlü Çek bilgini Hronzy tarafından 1917 yılında çözülmüştür.

Bu tabletlerde Anadolu'nun bu bölgesinden Hatti Ülkesi diye sözedildiği görüldüğünden bu uygarlığı yaratanlara , Tevrat'taki isimle de uyuşturarak Hititler denmiştir. Hititleri tanımak Anadolu uygarlığını, hatta Anadolu'nun bugününü tanımak demektir. Anadolu toprakları üzerinde Hittiler'in mirasçısı olan bizler , bu kültürü tanıdıkça, inançlarını öğrendikçe, bugünkü kültürümüzü daha iyi anlayabiliriz.

Hattiler


Hititler'i incelemeye başlamadan önce, Hitit göçlerinden önce aynı yerlerde uygarlık kurmuş olan ve Hititler'i büyük ölçüde etkilemiş olan Hatti uygarlığını incelemek gerekmektedir.

Yaklaşık MÖ 2500-1700 yılları arasında Anadolu'da büyük bir uygarlık oluşturmuş Hattiler hakkında bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Hattiler Anadolu'nun yerli halkı olarak kabul edilmekle beraber, göçlerle geldiklerini - hatta Türk kökenli olduklarını- savunanlar da vardır. Yapılan araştırmalar Hititler'in uygarlık ve inanç/mitoloji bakımından Hattiler'den oldukça etkilendiklerini ortaya koymuştur.

Hititler kendilerini başka isimle anmalarına rağmen, ülkelerine Hatti ülkesi demeleri ve din ile ilgili tabletlerde rahibin Hatti dilinde konuştuğunu belirtmeleri bu etkiyi göstermektedir. Ayrıca özel isimlerin bir çoğu da Hatti dilinden gelmektedir.

Hatti uygarlığına ait en önemli eserler Alacahöyük'te bulunmuştur. 1935'de Atatürk'ün himayesinde başlayan kazılarda bugün Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenen güneş kursları, heykelcikler, altın kupalar bir çok eser bulunmuştur.

Yapılan kazılarda ölülerin hocker pozisyonunda bulunması (ana rahminde olduğu gibi, cenin vaziyetinde) , toprak ve yeniden dirilme kültlerini varlığını, dolayısıyla da ana tanrıça kültünün varlığını göstermektedir. Bir başka buluntu yeri de Tokat Horoztepe'dir. Burada da ana tanrıçaya ait idoller ve tören zilleri bulunmuştur. Ancak buluntuların büyük bölümü yurt dışına kaçırılmıştır.Hattiler'e ait süsleme ve bezeme şekillerinin Anadolu'nun bir çok yerinde görülmesi bu uygarlığın ne kadar yayılmış olduğunu ve önemini göstermektedir. Hatti halkı, hayvan biçimli tanrıların kültünü geliştirmiş, özellikle de boğa en önemli simge olmuştur. Boğa ile gök/güneş kurslarının birlikteliği boğa/gök ilişkisini düşündürtmüştür. Buna göre boğa en büyük gök tanrıyı temsil etmektedir. Hattiler Hititler'le kaynaşmış, Hatti uygarlığı Hitit uygarlığı içinde yaşamaya devam etmiştir.

Hititler'in Kökeni


Anadolu Uygarlıkları içinde en önemlilerinden olan Hititler'in kökeni hala tartışmalıdır. Ancak Hititler'in Anadolu'nun yerli halkı olmayıp dışarıdan geldikleri kesindir. Hatta Hitit adı da daha sonra Eski Ahit'e göre uydurulmuş bir isimdir. Hitit diye andığımız bu halkın kendilerine Nesi dili konuşan Nesili dediklerini biliyoruz. Batı dünyasındaki bilim adamlarının üzerinde anlaşmaya vardıkları Hititler'in Hint-Avrupa kökenli bir kavim oldukları yolundadır. Konuştukları dil ve ataerkil yapısı ve diğer kültür özellikleri bu görüşü destekler nitelikledir. Ancak Hititler'in nereden göç ettikleri tam olarak açığa kavuşmamıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında , o zamanki isimleriyle, Etiler'in Türk olduğu söylenmiştir. Hatta Etibank da adını buradan almıştır. Öte yandan Hititler'in olmasa da Hattiler'in Asiatik kavimlerle alakası vardır. Özellikle dilleri ve kültürleri bu bağlantıyı güçlendirmektedir. Öte yandan bir başka teori de Hititler'in Çerkes kökenli olduğu yolundadır. Bu tez de Hattiler söz konusu olduğunda dil ve kültür öğeleri bakımından desteklenmektedir ve olanaksız gözükmemektedir. Ancak daha etraflı araştırma yapılmalıdır. Örneğin Çurey Hattiler ile Hititler'i yer yer karıştırdığından ortaya anlaşılması güç ,hatalı teoriler çıkmış.

Hitit Tarihine Kısa Bir Bakış


Hititler'in kökeni sorununa göz attıktan sonra, Hititler'i Hint Avrupa kökenli, Kafkaslar yolu ile Anadolu'ya girmiş bir kavim olarak kabul edebiliriz.

Hititler'in tarih sahnesinde görülmesi daha öncelere de dayansa Krallığın MÖ 1660-1630 yılları arasında hüküm sürmüş I. Hattuşili tarafından kurulduğu söylenir. Bu konu belgelere bakıldığında biraz karışıktır, çünkü Hattuşili de kendinden önce gelen Labarna ve başşehir Kussara'dan sözetmektedir. Bu dönem ise oldukça karışıktır çünkü anadolu'da yerel krallar hüküm sürmektedir.Aslında Hattuşili , merkez Hattuşaş olarak krallığı kuran kişidir. Akurgal bu durumu şöyle özetlemektedir:

" Yazılı kaynaklardan belli olduğuna göre sonuç olarak diyebiliriz ki, Labarna adlı bir kral Kussara'da hükümdar olduktan sonra yerine yeğeni Labarna ya da Tabarna adı ile kral oluyor. Ancak bu ikinci Labarna, bir süre sonra idare merkezini , başkent olmaya her yönden elverişli Hattuşa'ya neklediyor ve o yüzden de Hattuşili yani Hattuşlu anlamına gelen bir ad alıyor."

Hattuşili yayılma siyaseti izlemiş ve sınırlarını güneye, bugünkü Suriye'ye ve batıya Arzawa ülkesini alarak genişletmiştir. Bir seferde ölen Hattuşili'nin yerine Murşili geçmiştir. Murşili de babasının yayılma siyasetini izlemiş, Halpa' (Halep) yı almış ve Babil'e kadar uzanarak , yaklaşık MÖ1550 senesinde, burayı da yakıp yıkarak Hammurabi sülalesini sona erdirmiştir.

Murşili'den sonra bir çok kral gelmiştir. Bunlar içinde en önemlilerinden biri Telipinu'dur(MÖ 1535-1510) Telipinu zamanından kalma yazılar hem Hitit tarihine ışık tutmaktadır, hem de Telipinu ilk olarak krallığın kime kalacağını belirlemiştir : "Birinci kadından doğan erkek çocuk kral olur. Eğer birinci sıradan bir prens yoksa, ikinci sıradan olan erkek çocuk kral olur. Bir kral çocuğu, bir oğlan mevcut değilse, bu durumda birinci sıradan olan kız evlendirilir, onun kocası kral olur."

MÖ 1460-1190 yılları Hitit Krallığının "Büyük Krallık" dönemi olarak adlandırılır. Hurri-mitanni Devleti'nden sonra bu dönemde Anadolu'daki en büyük siyasi güç Hitit Krallığı'dır. Bu dönemin ilk kralı II.Tuthaliya'dır. Bu önemli kralın sülalesi Hitit Krallığının sonuna kadar hüküm sürmüştür. Bu dönemde en önemli kralardan bir Şuppiluliuma'dır. Bu kral zamanında (MÖ1350-1345) krallık sınırları iyice genişlemiş, Mısırla ilişkiler yoğunlaşmıştır.

Bir başka önemli kral da Muvatalli'dir (MÖ 1315-1282). Onun zamanında karışıklıklar bastırılmış ve Mısır'a karşı yapılan Kadeş savaşı başarı ile sonuçlanmıştır. Daha sonra III.Hattuşuli ise ünlü Kadeş Anlaşmasını yapmıştır. MÖ 1200'lü yılların sonuna doğru Hitit Krallığı en parlak devirlerini yaşarken kralın ölmesinden sonra çocuğu olmadığından kardeşi II. Şuppiluliuma'nın tahta geçmesi ile sarayda karışıklıklar çıkmış, hatta halk arasında da başkaldırmalar olmuştur. Bunu üzerine bir de "Kuzey kavimleri" saldırısı eklenince Hitit devleri dayanamamış, istilalar altında tarihe karışmıştır. Daha sonraları "Geç Hitit" denilen beylikler dönemi yaşanmış, Hitit kültürü güneyde biraz daha yaşamaya devam etmişse de zamanla tarihe karışmıştır.

Hitit İnançları


Bu konu alışkanlık olduğu üzere "Hitit Dini " başlığı altında incelenir. Zaman zaman bu terminolojiyi biz de kullanırız, ancak bu konuyu, genel kuralları belirlenmiş, homojen bir din olmadığı için, "Hitit İnançları" başlığı altında incelemek daha doğrudur. Hititler, belki de Anadolu'nun o dönemdeki mozaiğinden olsa gerek, her topluluğun Tanrısını benimsemiş, çok geniş bir panteon yaratmıştır. Bu yüzden olsa gerek tabletlerde "Hatti Ülkesi'nin bin tanrısı" deyimi geçer. Yazılıkaya'daki tanrılar geçidi de bu konu hakkında oldukça iyi bilgi vermektedir. Ancak tanrı isimlerinin bir çoğu bize yapılan anlaşmalarda tanrıların tanıklığı bölümlerinden ulaşmaktadır.

Hititler, Eski Krallık döneminde Hint-Avrupa ve Hatti kökenli tanrıları benimserlerken, daha sonraları Hurri, hatta Mezopotamya kökenli tanrıları da benimsemişlerdir. Hititler'de Mezopotamya tanrıçası İştar da çeşitli adlarla anılmakta ve büyük önem taşımaktaydı. Bununla birlikte aynı kökenden suların tanrısı Ea ve Damnika, Güneş tanrısı Şamaş ve karısı Aya ve Ay tanrısı Sin, Hitit panteonunda yer almışlardır. Bu tanrılar ayrıca şahiliğin gerektiği yerlerde yer almışlardır.

Hititler'de tanrılar tamamen insanlar gibi düşünülmüştür; buna göre tanrılar insanlara ait duyguları yaşayabilmekte, hatta acıkmakta, susamakta ve hastalanmaktadırlar. Bu tanrılardan büyük bölümü yerel ve çeşitli topluluklara ait tanrılardır. Bu dönemde Hurri, Luwi, Pala, Hatti ve Mezopotamya tanrıları çoğunluktadır. Tanrılar ne kadar çok olurlarsa olsunlar aslında belli özellikleri ortak olan tanrılardır. Diğer bir deyişle, farklı isimlerde aynı özellikleri taşırlar. Bu bağlamda belli başlı tanrı özelliklerini ortaya koyabiliriz. Hitit inançlarını konu başlıkları halinde incelemek daha doğru olacaktır :

Hititler'in Tanrıları


Gök Tanrı /Fırtına Tanrısı
Hitit panteonunda en önemli tanrı kuşkusuz "Gök Tanrı" idi. Yerel olarak değişik isimlerle çağrılan bu tanrı Hatti dilinde "Taru" , Hurri dilinde "Teşup", Hitit dilinde ise "Tarhu,Tarhuna ya da Tarhunt" diye adlandırılıyordu. Aslında Hititler geldiklerinde , Hint Avrupa kökenli bir tanrıları vardı. Şiu ismindeki bu tanrı, Yunanca Zeus ve Latince Deus,dii sözcükleri ile aynı kökendendi. Bu kök hem tanrı hem de gün ışığı , parlamak gibi anlamlara da sahiptir. Ancak zaman içinde Şiu özel tanrı ismi olmaktan çıkmış ve genel olarak tanrı anlamına gelmiştir. Ancak Hititlerin de bir dönem, Luwiler gibi Hint Avrupa isimli başka tanrı isimlerini de korudukları zannedilmektedir.

Tanrı'nın isimleri ve sembolleri konusunda Akurgal'da aşağıdaki alıntıyı almakta fayda vardır:
"Baştanrı Hitit metinlerinde genellikle 'Hatti Ülkesinin Gök Tanrısı' , 'Göğün Tanrısı', 'Hattuşanın Tanrısı', 'Sarayın Tanrısı' gibi adlarla anılmaktadır. Ayrıca 'Ordunun Göktanrısı', 'Yağmur Göktanrısı' gibi adlandırmalara da rastlanmaktadır. Bir tanrının hiyeroglif işareti ikiye bölünmüş bir elipsten oluşur. Önce söz konusu işaret sonra, gök tanrısı demek isteniyorsa, ikiye bölünmüş elipsin altına W biçimli yıldırım işareti yazılırdı ; ikisi birden gök tanrısı anlamına gelmektedir. "

Gök tanrı ile dağlar, daha doğrusu dağ tanrıları, arasında sembolik bağ vardır. Aslında bunu "dağların gökkubbeyi taşıdığı" inancı ile birlikte ele almak daha doğru olacaktır. Bu, daha sonra Yunan Mitolojisinde göreceğimiz Atlas efsanesinin ilk şekli olmalıdır. Bir Hitit metninde, gök tanrının, dağ tanrılarının sembolize eden iki erkek figürü üzerinde durması da bu görüşümüzü güçlendirmektedir.

Gök tanrının en önemli sembollerinden biri de boğadır. Boğanın gök tanrıyı sembolize ettiği düşünülmektedir. Alacahöyükte çıkan bir kabartmada kral ve kraliçenin boğa heykeli önünde yaptığı saygı duruşu da aslında gök tanrı ile ilintili olmalıdır. Çatalhöyük'ten, belki de daha eski çağlardan beri önemini koruyan bu sembol daha sonra Yunan Mitolojisinde Zeus'un boğa kılığına girmesinde de karşımıza çıkacaktır.

Gök tanrısı aynı zamanda fırtına tanrısı idi. Zaten Anadolu'nun iklimini göz önünde bulundurursak -eskiden daha sıcak olduğu düşünülüyorsa da- fırtınaların ne kadar önemli olduğu açıktır. Hatta bir fırtına sırasında kral II.Murşili'nin dilinin tutulduğunu öğreniyoruz :

"Birden hava bozdu. Gök tanrısı korkunç bir şekilde gürledi ve ben ürktüm. O zaman ağzında söz azaldı ve söz kesiklik yaparak yukarı doğru çıktı. Yıllar geçince bu düşlerimde de kendini duyurmaya başladı. Bu düşlerden birinde tanrının eli bana değdi ve konuşma gücümü bütünü ile yitirdim."

Geç dönemlerde , gök tanrısının bütün özellikleri Fırtına tanrısına geçmiş, Hurrilerin fırtına tanrısı Teşup da Hititler'in gök tanrısına eş değer bir konuma yerleşmiştir. Teşup için daha çok Toros ve güneyinde, Suriye'ye kadar olan bölgede kült merkezleri vardı.

Tanrıça
Hititlerde tanrı kadar tanrıça da önemlidir. Zaten bunun izdüşümü olarak da Hitit toplumuna kadın erkeğe eş değer konumdadır. Hitit Tanrıçası , Hattilerde "Vuruşemu", Hurrilerde "Hepat" diye adlandırılmış tanrıçadır. Hititlerde "Arinna'nın güneş tanrıçası", geç Hititlerde "Kupaba" olarak da geçmiştir. (Kybele de büyük olasılıkla aynı inancın devamıdır.)

Bu tanrıça isimleri tabletlerde farklı isimlerde geçseler de aynı özelliklere sahiplerdir. Özellikle Hurri etkisiyle, Teşup'un panteona girmesiyle beraber Teşup'un karısı tanrıça Hepat da önemli bir yer tutmaya başlamış, Hatta Arinna'nın güneş tanrıçası ile eş bir konuma gelmiştir. Bir belgede şöyle denmektedir:

"Bütün ülkelerin kraliçesi efendin, Arinna'nın güneş tanrıçası ! Hatti ülkesinde sen Arinna'nın güneş tanrıçası adını alırsın, sedir ağacı ülkelerinde ise Hepat adını alırsın."

İlginçtir, yüzyıllar sonra Apuleius da böyle bir ifade kullanacaktır. Çoğu kabartmada Tanrı ve tanrıça yanyana eşit önemde tasvir edilmişlerdir. Yazılıkaya'da da bu tanrısal çiftin betimlemeleri vardır. Bunun yanında bu çiftin oğulları da koruyucu tanrı olarak önemlidir.

Tanrıçalar arasında en önemlisi kuşkusuz Arinna'nın güneş tanrıçasıdır. Arinna kenti hakkında değişik varsayımlar vardır. Ancak en kuvvetlisi ve arkeolojil delillere dayananı , Arinna'nın Alacahöyük olduğudur. Arinna'nın güneş tanrıçası krallığın hayatında da önemlidir. II.Murşili(MÖ1345-1315) uzun zamandan beri ihmal edilen bu kültü canlandırmış ve kazandığı zaferleri buna bağlamıştır:

"Ben majeste, babamın tahtına oturduğumda çevredeki bütün düşmanlar benimle savaşa giriştiler. Ancak ben hiç bir düşman ülkesine karşı sefere çıkmadan önce Arinna kentinin güneş tanrıçası ile ilgili bayram törenlerini düzenledim[...] ve ona seslendim: Arinna'nın güneş tanrıçası! Benim efendim, benim yanıma aşağıya gel ve [...] senin topraklarını almak isteyen çevredeki düşman ülkeleri yok et.! Ve Arinna'nın güneş tanrıçası sözümü duydu ve bana geldi. O zaman babamın tahtına oturur oturmaz, çevredeki düşman ülkeleri on yılda yendim ve onları yere vurdum."

Zamanla Hepat gibi başka tanrıçalar da bu derece öneme sahip olmuşlar ve "protokol"de yerlerini almışlardır.

Yerel Tanrılar
Hitiler'in yerel tanrılara bakış açısı Ahmet Ünal'ın Hitit Sarayındaki Entrikalar Hakkında Bir Fal Metni isimli çalışmasında açıkladığı metinlerde çok iyi gözükmektedir. Bu bir fal metnidir ve olan olaylar hakkında tanrılara görüş sorulmaktadır. (Fal konusu ileride ayrıntılı olarak işlenecektir). Bu metinde Arušna kenti tanrısı önemli bir yer tutmaktadır. Bu tanrıyı Ünal şöyle açıklamaktadır:

"Tapınağı, kültü ve kült personeli Arušna'da bulunan, Hititlere oldukça yabancı ve adı bilinmeyen bir tanrıdır. Bu yabancılığa rağmen büyük kralın hastalığı yüzünden Hitit sarayı onunla sıkı bir ilişki halindedir. Çok alıngan ve nazlı bir tanrı olup, bu fal metninin yazılmasına o neden olmuştur. Çünkü kralın hastalığı konusunda kendisine başvurulmamış, bu yüzden de gazaba gelmiştir. Öfkelenmesinin başka bir nedeni de, kraliçeden bir rüya aracılığı ile istemiş olduğu altından çelenklerin aksesuarlarıyla birlikte kendisine verilmeyip, mabeyincinin evinde saklı tutulmasıdır. Bundan dolayı,tanrının öfkesini yatıştırmak için kefaret verilmesi gerekmiş, büyük kralın tutulmuş olduğu hastalıktan kurtulduktan sonra, bir af dileme ayinine katılmak üzere bizzat Arušna'ya gitmesi, fal aracıyla saptanmıştır. Tüm bu çabalara rağmen tanrının öfkesi yatıştırılamamış ve anlaşılan bu yabancı tanrının kültünü iyice bilmeyen Hititli rahipler, tanrının bakımını, ayinlerinin yapılmasını vs. Arušna'lı rahiplere bırakmak zorunda kalmışlardır."

Bunun dışında başka yerel tanrılar da olaylara göre önem kazanmışlardır.

Hayvan Tanrılar
Bunların dışında Hitilerde hayvan biçimli (zoomorphique) tanrılar da vardır. Hitilerde hayvan biçimli kaplar zoomorf tanrı düşüncesini kült aletleridir. Fırtına tanrısının boğa ile sembolize edilmesinden dolayı boğa biçimli kaplar en önemlileridir. Burada bir konu üzerinde daha ayrıntılı olarak durmak gerekmektedir. Ancak bir Hitit metninde II.Muwatalli'nin duası) şöyle geçmektedir :

"Hatti'nin Fırtına Tanrısının önünde yürüyen boğa Şeri, efendim, benim dua olarak bu sözlerimi tanrılara bildir! Efendiler, göğün ve yerin efendileri tanrılar bu sözlerimi ve duamı işitsinler."

Buradan anladığımıza göre boğa fırtına tanrısına eşlik etmekte ve tanrılarla insdanlar arasında aracılık yapmaktadır. Böylece kabartmalarda gördüğümüz boğaya tapınma sahnesi de daha anlam kazanmaktadır. Bu Yunan mitolijisindeki Hermes'inkine benzer bir roldür.

Ayrıca Ayı/insan biçimli figürler de Hitit sanatında yer almıştır. Hitit sanatında ilginç bir figür de Sfenks'tir. Sfenks de Mısır kökenli olup Suriye yoluyla Hitit sanatına geçmiştir.

Kubaba
Hitit tanrılarına uzun uzun isimleriyle yer vermemize rağmen , Anadolu'daki tarih sürekliliği açısından Kubaba üzerinde durmak gerekmektedir.

Büyük Hitit İmparatorluğu zamanından beri en önemli merkezlerden bir de Kuzey Suriye'de bulunan Kargamış olmuştur. Bu dönemde Hitit krallık ailesinden vasal krallar tarafından yöneytilen Kargamış, Hitit İmparatorluğu yıkıldıktan sonra bir "Geç Hitit Devleti" olarak varlığını sürdürmüştür. Bu merkezin en önemli tanrçalarından bir de Kubaba'dır. Burada büyük saygı gören Kubaba daha sonra Anadolu'da Kybele adıyla yaşayacaktır.

Hititler'de Tanrı Kültleri
Hitit tanrı kültleri aslında devlet dinidir ve bu kültlerin görevlileri de devlet görevlileridir.Hitit tanrı kültlerinde kaya/açık hava tapınakları önemli bir yer tutmaktadır. Günümüze, aşağıda ayrıntılı olarak incelenmiş, bir çok açık hava tapınağı ulaşmıştır. Bir çoğu da, ne yazık ki, defineciler tarafından tahrip edilmiştir. Bunlar içinde Yazılıkaya en önemlileridir. Buradaki tanrılar geçidinde 60'tan fazla tanrı ve tanrıça tesbit edilmiştir. Tanrıların başında sivri bir külah ve dizlerinin üstüne kadar inen beli kuşaklı bir giysi varken, tanrıçaların başında silindirik bir başlık ve üzerlerinde bluz ve pilili etek vardır.Yazılıkaya'daki tanrıların büyük ölçüde Hurri panteonunu gösterdiği gözükmektedir. Hititler tanrıları insan gibi (antropomorphique) düşündükleri için "Tanrıların Evi" olarak düşünülen tapınakların büyük önemi vardı. Tapınaklar tam anlamı ile tanrının evi idi. İlgili tanrının ya da tanrıçanın heykeli burada durur, ve tanrının ya da tanrıçanın burada olduğuna inanılırdı.Tanrı heykeli tapınakta iken sadece kral, kraliçe ve seçilmiş rahipler heykelin olduğu odaya giremeye izinliydiler. Başkasının, özellikle de bir yabancının girmesi ölümle cezalandırılabiliyordu.

Hattuşaş'taki gibi büyük tapınaklar olduğu gibi daha küçük şehirlerde daha küçük tapınaklar vardı. Genelde, tapınağın asıl merkezinde bir avlu ve bu avluya bakan odalar vardı. Tanrı heykelinin bulunduğu kutsdal oda tapınağın arka yüzünde olduğu için iki taraftan da ışık alabilmekteydi.

Hattuşaş'taki tapınakta iki kutsal oda vardı. Bunlardan birinin Fırtına Tanrısının odası olarak, diğerinin de Arianna'nın Güneş Tanrıçası adına düzenlendiği düşünülmektedir.Yazılıkaya ise daha farklı olarak açık hava tapınağı idi. Burada bayramlar kutlanıyor ve özel törenler (yeni yıl gibi) düzenleniyordu. Tapınaklar dinsel merkezler olduğu gibi aynı zamanda ekonomik merkezler de olmuşlardır. Buralarda sadece tapınağa verilen hediye ve bağışlar saklanmamış aynı zamanda tahıl deposu olarak da işlev görmüşlerdir. (burada genelleme yapmak olanaksızdır, ancak yapılan kazılar ışığında böyle bir sonuç çıkarılmıştır.) Tanrılar heykellerle ya da idollerle gösterilebildiğine göre bir de bu objelere ait kültler vardı. Bu heykellere etrafının süslenmesi ile törenle tapıldığı gibi, heykel bir arabaya bindirilerek gezdirilerek tören yapılırdı. Bunun sonunda Tanrı heykeli , açıkhavaya, koruluğa, ormana ya da yüksek yerdeki ZI.KIK taşına götürülmekte ve burada kurban kesilmekte, yemek yenmekte ve oyunlar oynanmaktaydı. Hatti tanrılarına yapılan törenler diğer tanrılara yapılan törenlere nazaran daha neşeli geçmekte olup, dans,eğlence akrobasi ve çeşitli gösteriler yer almakdaydı. Ayrıca şehrin koruyucusu olarak tanrıya armağanlar sunulurdu. Tanrıya değerli madenler hediye olarak sunulduğu gibi yiyecek, içecek de sunulmaktaydı. Libasyon1 da çok sık kullanılan bir sunu biçimi idi. Alp de bu törenleri şöyle anlatmaktadır :

" Kralın başrolü oynadığı, kraliçenin, prenslerin, prenseslerin ve devletin bir çok yüksek rütbeli görevlilerinin katılımı ile gerçekleşen dinsel bayram törenlerinde, merasim alaylarında ve çoğu kez tapınakdaki kült salonunda tanrı heykelinin ya da altarının önünde hayvan kurban etme ve içki sunma (Hititçe šipant-) ve ekmek kırma (hititçe parš-) ve diğer yiyecekler sunma ya da adorasyon(tapma) sahnelerinde şarkı, müzik ve bazan dansla eşlik etmenin büyük önemi vardı. [...] Bu sahnelerde hangi tanrıya kurban sunuluyor ya da tapılıyorsa, o tanrının mensub olduğu etnik grubun dilinde (örneğin Hattice, Luwicw, Palaca, Nešaca ya da Hurrice) şerkı söylemek adetti. Metinlerde bu dillere ait şarkı sözleri ele geçmiştir. Her bir etnik gruba ait ayrı şarkıcılar vardı."

Yaşar Coşkun'un kap isimleriyle ilgili yaptığı çalışma ve içerdiği metinler de bize törenler hakkında da bilgi vermektedir:

" Ertesi sabah kral tanrının iç-evine gider, yumuşak kurban ekmeğini parçalar ve onu buğday harşiialli'sine2 koyar. "

"Sonra [bir tane kurbanlık ince ekmeği Tanrı x] e[parça]lar, üzerine kes[ilmiş] karaciğer (ve) yüreği [koyar], karaciğerin üzerine bir tane pişirilmiş döş eti [ve] onları sonra kurban masasına koyar. Şarabı huprushi3 önünde (kurban içkisi olarak) sunar. Sonra Fırtına tanrısına bir tane ince ekmeği parçalar. Üzerine kesilmiş karaciğeri yüreği koyar, karaciğerin üzerinde bir tane pişirilmiş döş eti [ve onl]arı sonra kurban masasına koyar"

Tapınak görevlileri ile ilgili bir direktif metni de tapınak içi külte ışık tutmaktadır. Bu metinde tapınak çalışanlarının temiz olmaları istenmekte, hatta kıllarını dahi kesmeleri istenmektedir. Ayrıca temiz kabul edilmeyen domuz ve köpeğin girmemesine dikkat etmeleri istenmektedir. Tapınak çalışanlarının tanrıya sunulmuş olanı kendileri ya da yakınları ile tüketmemeleri de özellikle vurgulanmaktadır. Görevliler "o tanrı olduğu için hiç bir şey söylemez ve bize hiç bir şey yapmaz" dememeleri gerekmektedir çünkü " tanrının ruhu kuvvetlidir, yakalamak için acele etmez. Fakat yakaladığı zaman artık bırakmaz. " Bu alıntılar da tapınak görevlilerini tanrıdan fazla korkmadıklarını ve sunuları diledikleri gibi paylaştıklarını göstermektedir.

Burada ilginç direktifler de vardır:
" Eğer bir kimse kadının yanında yatarsa (o) tanrıların ibadetini ne şekilde düzenlerse (ve) tanrıya yiyecek (ve) içecek (ne şekilde) verecekse kadının yanına (da) aynı şekilde gitsin. Sonra kadının yanında yatsın. Gün ağardığı zaman derhal yıkansın. Sabahleyin tanrıların yemek zamanında derhal (tapınağa) varsın. Eğer o ihmal ederse onun için (bu) büyük suçtur. Eğer kim bir kadının yanında yatarsa, onun amiri (ya da) büyüğü arkadan (bir kült görevi) yapmaya zorlarsa o (doğruyu) söylesin. Eğer o söylemeye cesaret edemezse arkadaşına söylesin ve yıkansın. Eğer o bilerek sonraya bırakırsa (ve) henüz yıkanmadan tanrıların kurban ekmeğinin ve kurban içkisinin yanına kirli olarak yaklaşırsa, bu durumu arkadaşı bilirse ve o sana kötülük eder (de) eğer gizlerse, fakat arkadan meydana çıkarsa [onlar] için ölüm cezası (verilir). Onların ikisi de ölsünler. "

Bayramlar
Hititlerde bir çok bayram/festival vardı. Yapılan araştırmalar sonucu 18 kadar bayram tespit edilmiştir. Bunlardan en önemlisi kuşkusuz Purulliyaş adı verilen bahar bayramıdır. Bu sözcük hatti kökenlidir ve kök olarak "dünyanın" anlamına gelmektedir. Bu bayram çeşitli ayinlerle ve mitosların canlandırılması ve anlatılması ile kutlanırdı.

Hitit bayramlarından AN.TAH.SUM.SAR diye anılan bitki bayramı, ilkbahrda 38 gün sürmekte, sonbahardaki NUN TARRIIASHAS ise 21 gün devam etmektedir.Hititler'de bir ilginç bayram da Hadauri bayramıdır. Bu bayramın kutlanışını Balcıoğlu şöyle anlatmaktadır:

" Bu bayramın ne detaylı ne de kısmi bir tasviri mevcut olmadığından, diğer bayramlarda sık sık karşılaştığımız, içki, ekmek, türlü hayvanlar ve değişik yemek türlerinin vs. Sunulup sunulmadığını bilmiyoruz. Hadauri bayramının geçtiği tüm metin yerlerinde kurban hayvanı olarak koyunun sunulması, bu bayramı diğerlerinden yıran en büyük özelliktir. bu bayramın bir başka özelliği de, İlkbahar ve Sonbahar olmak üzere yılda iki kez kutlanmış olmasıdır."

Bu bayram Güneş tanrı, Fırtına tanrısı ve bazı Hatti kökenli tanrıların tapınağında kutlanmaktadır. Bu bayramın ayrıca AN.TAH.SUM.SAR içinde de kutlanmış olunduğu düşünülmektedir.

Hititler'de doğa ile ilgili kültler olduğu da yapılan araştırmalarda görülmüştür. Hitit panteonunda varolan pınar/kaynak tanrı/tanrıçaları, Hitiler'in su kaynaklarını, pınarları kutsal olarak kabul ettiklerini göstermektedir. Eflatunpınar'daki anıt da bu görüşü doğrulamaktadır.

Hititler dağları da kutsal kabul etmiş ve dağ tanrılarına inanmışlardır. Ayrıca her dağa ait törenler vardı. Dağ tanrıları genel olarak uzun etekli , sivri külahlı olarak tasvir edilmişlerdir. Elbisesinin üzerinde dağ sembolleri de oladuğu görülmektedir. Ayrıca bazı gösterimlerde boynuzu da vardır. Anadolu'da Hitit ülkesindeki dağları düşündüğümüzde dağ tapımının olması normal gözükmektedir. Ancak Alkım Yesemek üzerine yaptığı çalışmada dağ tanrılarının kökenini dışarıya bağlamakta ve ilginç sonuçlar çıkarmaktadır:
  • Dağ tanrısı Hitit dinine ve sanatına yabancıdır, dışarıdan gelmiştir.
  • Bugünkü bilgilerimize göre dağ tanrısının en eski tasvirlerini Suriye'de Mari'de (MÖ XVIII yy), Suriye stili mühürlerde (MÖ XV-XIII. yy), Kuzey Mezopotamya'da (MÖ XV.yy) ve Kassit sanatında görmekteyiz.
  • Dağ tanrısının ve motifinin Mitanni-hur bölgesinden çıkmış olduğu anlaşılmakta ve bu fikir genellikle kabul edilmektedir.
  • Dağ tanrısının taş plastik sanatındaki ilk tasvirleri tamamıyla cephedendir, sakallıdırlar, ayakları, tanrının yerden çıkıp yükseldiğini belirtmek amacıyla, resmedilmez.
  • 11. Anadolu Hitit sanatında dağ tanrısı tasvirlerine bugünkü bilgimize göre MÖ XIII. yüzyıldan itibaren rastlıyoruz. Hitit çivi yazısı metinlerinde de dağ tanrılarının nitelikleriyle ilgili çeşitli kayıtlara rastlanır. Gerek Eski Hitit Devleti ile İmparatorluk Çağı arasındaki devrede ve gerek İmparatorluk devrinde Hur etkisinin Anadolu'da sezildiği sırada diğer hur tanrılarıyla birlikte dağ tanrılarının da Hitit panteonunda yer almış olması mümkündür.

Hititler'de Fal ve Kehanet


Hititler, tanrıların isteklerini, öfkelenmişlerse nedenlerini öğrenmek üzere fala başvurmuşlardır. Ancak bunların yanında çok daha basit konularda da fala başvurulduğu gözükmektedir. Burada fal kehanetten daha farklı olarak ele alınmalı ve tanrıların verdiği işaretlerden farklı tutulmalıdır. Faldan anlamamız gereken, falı açan kişinin, bir olay hakkında tanrının görüşünü sormasıdır. Bu durmda aynı zamanda tanrıya karşı bir itiraf da söz konusu olmaktadır. Hititlerde çeşitli fal bakma yöntemleri kullanılmıştır. Hayvanların iç organlarına bakılması, kuşların uçuşunun takip edilmesi gibi pratikler Hititler'de de mevcuttur. Bunların dışında su yılanlarının havuz içinde hareketlerine bakma, bir çeşit taşlarla oynanan oyuna benzeyen talih falı gibi fal metodları da kullanılmıştır.

En çok uygulanan, olumlu ya da olumsuz soru sorulmasıdır . Bu konuda bir fal metninden bir bölüm bilgi verecektir:

Majestenin hastalandığı konusuna gelince: Aruşna kenti tanrısı majestenin hastalığı konusunda hiç bir şekilde sorulmamıştır. Ey tanrı bunun için kızdıysan, birinici et işaretleri olumlu, sonuncuları ise olumsuz olsun. Birinci et işaretleri olumludur... Aruşna kenti tanrısının (majestenin) hastalığı yüzünden öfke içinde saptanmış olmasına gelince: Ey tanrı, herhangi bir şekilde tapınağın içinde mi Öfkelendin. (Eğer öyleyse) et işaretleri olumsuz olsun. Solda suti olumsuz. Ey tanrı eğer (sadece) tapınağında öfkelendiysen , fakat majesteye karşı hiç bir şekilde kızmadıysan, et işaretleri olumlu olsun."

Metin böylece uzayıp gitmektedir. Buradan da gördüğümüz şekil , Hititlerde falda sık kullanılmaktaydı. Hititlerde fal metinleri bir çok konu hakkında da bilgi edinmemizi sağlamıştır.

Ahmet Ünal, Hitit tbletlernde neden deprem,su baskını,kuraklı ya da Boğazköy'ü yılın 5-6 ayı etkisi altında bırakan kar gibi olaylara yer verilmediğini soruyor (örneğin kar sözcüğünün Hititçe karşılığı bilinmemektedir) ve şöyle yanıtlıyor :

Aradan yıllar geçtikten sonra araştırmalarımın ağırlık merkezini büyü metinlerine kaydırdığımda gödüm ki, Hititler'in doğal gözlemleriyle ilgili bir çok noktalar bu metinlerde saklıdır. Doğaya dönük gözlemlerin pek çoğu, olumlu ya da olumsuz vasıflar olarak analoji büyülerinde kullanılmışlardır; yani falan falan nasıl iyi veya kötüyse , falan falan da aynı şekilde iyi veya kötü olsun. Pratik düşünceli Hititler her şeyin minyatür modelini de yapmışlardır. Önemli ayinlerin yürütülmesi gereken kutsal bir dağ düşman işgali altında bulunduğunda, o dağın sembolik bir modeli yapılmış ve ayinler sembolik olarak bu modelin üzerinde yapılmıştır.

Bir yöntem de rüyalar vasıtasıyla tanrıların isteklerini öğrenmektir. Temiz olarak iştiareye yatmak Hititlerde çok sık yerine getirilen bir pratiktir. Günümüzdeki iştiareye yatmaya çok benzeyen bu uygulamada temizliğin çok önemi vardı. Gelecekten haber almak için en önemli yöntemlerden biri de yıldızların hareketlerini izlemektir. Bu pratik Hattilerden beri vardır. Bu yöntem bazı doğa olaylarını hatta toplumsal olayları önceden tesbit etmek amacıyla kullanılmıştır. Burada Mezopotamya etkisinden de sözedilebilir. Bu gözlemleri yapmak için kullanılan en ilginç alet Güneş Kurslarıdır.

Alacahöyük'te bulunan güneş kursları hakkında Sezginer şöyle demektedir:
"Güneş Kursunun yapılmasının amacı Güneş, Dünya, Venüs ve Mars'ın birbirlerine göre durumlarını zamana bağlı saptamaktır. Buluşları zorunluluklar yaratır. Alacahöyük yöresinde, gökyüzü yılın büyük bir bölümünde yıldızların gözlenmesini olanaksız kılacak biçimde kapalıdır. yıldızların birbiri ile ilşkilerini gözlemle saptamak ancak yılın beşte birinde olasılık içinde olduğundan yılın geriye kalan beşte dördünde bu ilşkileri saptayacak bir alete ihtiyaç vardı. İşte bu alet Güneş Kursu olarak ortaya çıktı. Güneş Kursunun icadı herhangi bir olağanüstü kozmik bilgiye değil, zorunluluk altındaki astrologların aldıkları sonuçları ve uygulamaları karşılaştırarak elde ettikleri tecrübelere dayanmaktadır. Bu 'Evren ölçeği' yıllar sonra astrologların yeni yöntemleri gelşitirmesi sonucu ödevini yitirince dinsel törenlerde Evren'in simgesi olarak kullanılmaya başlandı. Uzun sopların üzerine takılarak törenlerde kullanılan bu Güneş Kursları belki de Orta Doğu uygarlıklarında hükümdarlık simgesi olan 'alem'lerin büyükbabaları oldu. Belki tesadüf ama 'alem' Arapça 'evren' demektir. "

Ayrıca Ay'ın şekilleri de kehanet anlamı taşımaktadır:
  • Ayın rengi sarı, sol ucu sivri, sağ ucu küt gözüküyorsa, 2 ilkbahar güzel olacak.
  • Eğer ayın sağ ucu göğe dönük ise ülkede bol ürün olacak.
  • Eğer ayın sağ ucu yere doğru ise bütün ülkenin hasadı kuruyacak.
  • Eğer ayın sol ucu göğe dönükse ülkede düzelme olacak.
  • Eğer ayın sol ucu yere dönükse ülkede ölümcül salgın hastalık olacak.
  • Eğer ayın uçları güneye dönük ve uzamış görünürse, Akad ve Elam kralı ölecek.
  • Eğer ayın uçları kuzeye dönükse Akad kralı düşmanı yok edecek.
  • Eğer ayın uçları batıya doğru uzanmışsa yangın olacak "
Bunun dışında Hitilerde kehanet için farklı yollar vardı. Normal ya da sakat doğumlara göre , meteorolojik olaylara göre kehanet yapmak, astrolojik gözlemler yapmak da sıkça uygulanırdı.

Hititler'de Büyü


Hititler de dönemin diğer uygarlıkları gibi büyüye meraklı bir topluluktu.

Çeşitli konularda büyülerin yapıldığı tespit edilmiştir. Cinsel büyüler, aile içi büyüler hatta kara büyü Hititler tarafından yapılmıştır. Ayrıca kuraklık önlemek, hastalıkları yok etmek, şans getirmek vs. için de büyüler yapılmıştır. Büyüye çoğu zaman kurban töreni de eşlik etmektedir. İyi amaca yönelik , tapınak rahibeleri tarafından yapılan büyüler de Hitit kültüründe yer almıştır. Bu tür büyücülere "yaşlı kadın" denilirmiş . (günümüzdeki cadı ya da yaşlı büyücü kavramına ne kadar tanıdık.) Kara büyü ise sonu ölüme kadar gidecek cezaları içermekteydi. Bir Hitit yasa metninde şöyle denmektedir:

"Eğer özgür bir adam bir yılan öldürürse ve başka bir adını söylerse bir mina gümüş versin; ve eğer bir erkek köle , işte tam o ölsün"

Bu metinden Hititler'de, birinin adını söyleyerek yılan öldürme şeklinde bir tür kara büyü yapıldığını öğreniyoruz. Burada kişinini modeli yerine yılan alınmaktadır. Dikkat çekici bir husus da özgür insanın öldürülmeyip sadece köleye ölüm cezası verilmesidir. Başta ölüm cezasının herkes için olduğu ancak sonradan sadece köleler için uygulandığı düşünülebilir.

Telipinu Fermanında da bu konu geçmektedir :
" Eşyayı her zaman temiz tutun. Kim aile arasıda büyücülük bilirse, siz onu aile içinde yakalayın! Onu saray kapısına1 getirin! Kim onu getirmezse, gelecek, O insana kötü şeyler olacak."

Büyü yapmak kadar büyüyü çözmek de yaygındı. Bir metinde şöyle demektedir:
"Büyülenmiş olan bu adamı şimdi ben büyüden çıkardım. Onu toprağa geçirdim ve onu bağladım. Büyü ve fena rüya bağlanmıştır, onlar artık yeryüzüne çıkamazlar, siyah toprak altı onları çekiyor."

Cinsel güçsüzlükten hastalıkların tedavisine kadar bir çok olayda büyünün sıkça kullanıldığı görülmektedir. Aslında Hititlerde bir çok eylemin içinde büyü vardı. Yeni bir yere ev yapılırken ya da tapınak inşaa edilirken temellerin altına bazı sunular konulmaktaydı. Buna göre idolü konan tanrı orayı koruyacak ya da konan madenin özelliklerini alacaktı. Örneğin temele bakır konarken şöyle denmeliydi :

"Bak! Bakır dayanıklı ve ölümsüz olduğu gibi bu tapınak da öyle dayanıklı olsun ve orada kara toprakklar üzerinde ölümsüz olsun."

Zaten tapınağı yapan da tanrılardır :
"Onu (tapınağı) erkek tanrılar marangoz gibi inşa ettiler. Fakat temel taşlarını tanrı Telipinu alta koydu; orada onların üzerlerine duvarları bilgeliğin kralı Tanrı Ea inşa etti. Fakat ağaç(lar) ve Taş(lar) bütün dağlardan getirildi ve toprağı tanrıçalar getirdi. "

Hititler'de Ölüler Kültü


İnsanların fiziksel beden ve ruhtan oluştuğu düşüncesi büyük olasılıkla Hititler'de de vardı ve ruhun ölümden sonra da varolduğu ve yeraltına gittiği düşünülmekteydi. Hatta burada ölüye annesinin yol gösterdiği de düşünülmekteydi. Muwatalli'den sonraki tabletlerde de ölüm gününün "anne günü" diye anılması bu ilişkiyi göstermektedir. Ruhlar insanlara ancak rüyalar vasıtası ile gözükmekteydi. Bunu dışında da ruhların ziyareti olasıydı. Özellikle kendilerine kurban sunulmayan ya da haksızlık sonucu öldüğü düşünülen kişilerin ruhları yaşayanları sık sık rahatsız etmekteydi. Tabletlerden ölülere kurban sunulduğu da anlaşılmaktadır. Ancak tabletler genelde krallardan sözettiği için bunun doğal olduğu düşünülebilir, çünkü kral öldükten sonra tanrı oluyordu ve tanrıya kurban sunmak gerekliydi. Bunun yanında halktan kişilerin de ölüye kurban sundukları bilinmektedir. Bu ölüleri yatıştırmak için olduğu gibi , Hitit ianaçlarına göre günahlar babadan oğula/kıza geçtiği için (aynı inanç Yunan mitolojisinde de vardır), günahlardan kurtulma amacıyla da olabiliyordu. Ünal filolojik olarak ilginç bir sonuca da varmıştır :

"Burada Hititçe kelime haznesinde, şimdiye kadarki bilgimize göre 'düşünmek' fiilinin olmadığına da değinmek gerekecektir. Öyle anlaşılıyor kii hititlerde 'düşünmek' insanın bizzat kendi ruhuyla konuşması, onunla diyalog kurması şeklinde ifade edilmiştir. "

Hititlerde ölü gömme adetleri zaman içinde farklılaşmıştır. Eski İmparatorluk çağında ölüler olduğu gibgi gömülürken daha sonraları yakılma ve küplere ya da taş sandık mezarlara gömme adeti uygulanmıştır. En önemli cenaze kral ya da kraliçenin ölümü dolayısıyla yapılmaktadır. Kınal şöyle anlatmaktadır:

"Gerçekten de Boğazköy vesikaları arasında "Eğer Hattuşaş'ta büyük bir hadise olursa,yani kral ve kraliçe tanrı olursa" etiketini taşıyan ölü metinleri ele geçmiştir. Bu metinlere göre kral veya kraliçe tanrı olunca, büyükler onun için ağlamaya başlardı. Hemen bir sığır kurban edilir ve ruhu için de şarapla içki kurbanı takdim edilirdi. Aynı günü akşamında yine bir keçi kesilir ve mevta bir arabaya konularak hususi surette kurulan bir çadıra götürülürdü. Burada tekrar kanlı kurban ve içki kurbanı yapılırdı. Bundan sonra tablet kırılmıştır. Fakar başka bir metinde ertesi günü ihtiyar kadınlar kızgın bir ateşi şarapla söndürdüklerine göre, ölü geceleyin yakılmaktadır. İhtiyar kadınlar ateşten kemik bakiyelerini toplayarak bunları içleri yağla doldurulmuş çömleklerin içine koymakta ve balahere bu kapları mabedde, belki de Yazılıkaya'nın küçük galerisindeki hücrelerde muhafaza etmekte idiler. "

Bu tür törenlere büyücü anlamındaki yaşlı kadının da eşlik ettiği olmaktaydı. Ölüye sunulan eşyalar da çok zengin eşyalar olmayıp bazı süs eşyalarıydı.
Son düzenleyen Baturalp; 26 Aralık 2016 21:48
Baturalp - avatarı
Baturalp
Ziyaretçi
27 Aralık 2016       Mesaj #20
Baturalp - avatarı
Ziyaretçi
Hitit Uygarlığı
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

22 Mart 2009 / ThinkerBeLL Sanat
15 Eylül 2008 / Bia Mimarlık
27 Haziran 2010 / Tiglon Taslak Konular
12 Nisan 2009 / ThinkerBeLL Tarih
17 Eylül 2006 / asla_asla_deme Mitoloji