Arama

Arkeoloji - Sayfa 2

Güncelleme: 10 Ekim 2015 Gösterim: 35.630 Cevap: 15
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Ağustos 2009       Mesaj #11
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alm. Arkeologire (f), Fr. Archéologie, İng. Archeology. Eski zamanları, bütün abidelerine ve maddi kalıntılarına bakarak inceleyen, tarihe yardımcı olan bir bilim dalı. Yunancadaki arkhaios, eski ve logos, bilim kelimelerinden gelir. Arkeolojinin inceleme sahasına her türlü sanat eserleri, şehir kalıntıları, abideler ve çeşitli eşyalar girer. Bu malzemelere dayanarak eski çağların tarihini canlandırmaya çalışır.
Arkeolojinin temeli, insan tarafından yapılmış elle tutulan her eseri inceleyerek, herbiriyle insanlık tarihinin bir safhasını ortaya çıkartmaktır. Arkeologlar, bu incelemeleri esnasında filoloji, antropoloji, jeoloji, etnografya, coğrafya, nümismatik, sanat tarihi gibi yardımcı ilim dallarından geniş çapta
Sponsorlu Bağlantılar
faydalanırlar.
Arkeolojik bir eserin ortaya çıkarılması için başlıca dört safha vardır:
1. Keşif : Tarihi belgeler, mahalli adetler, rastgele buluşlar veya gerektiğinde yapılan sondajlarla toprak yüzeyinin metodlu bir şekilde taranmasıdır.
2. Kazı : Eski arkeologlar sadece eşya aramakla yetinirlerdi. Şimdi ise bölgenin tarihi incelemesi yapılmaktadır. Kazı ile üzerinde çalışılan bölgenin yerleşme alanları, mezarları, kuyuları, temel hendekleri ortaya çıkarılır.
3. Buluşların teknik incelenmesi : Bu safhada ele geçen eşyanın üslub ve estetik incelenmesi yapılarak, yapıldığı yer ortaya çıkarılır. Günümüzdeki en son teknik buluşlardan da (radyoaktivite) faydalanarak, bulunan eşyanın yapılış senesi ve yeri tespit edilmektedir.
4. Kalıntıların korunması : Yeryüzüne çıkarılan bir çok eşya ışık, ısı ve iklim şartlarının tesiriyle hemen bozularak dağılmaktadır. Bunun önüne geçmek için, temizleme ve restorasyon atölyelerinde, kimyevi bazı işlemler sonucu bunlar muhafaza altına alınmakta ve böylelikle eski eserler korunabilmektedir.
Arkeolojik çalışmaların başlangıç tarihi bilinmemekle beraber, insanoğlu, çok eski devirlerden beri geçmişini incelemeye başlamıştır. Rönesansta arkeolojik çalışmalar sanat tarihi ile beraber mütalea edilir şekilde gelişmiştir. Fransız Caylus ve Alman Winckelmann, arkeolojiyi ilgi çekici ilim haline getirmiştir. Winckelmann, aynı zamanda arkeoloji ilminin kurucusudur. K.O. Müller adındaki Alman arkeolog, eserlerin metotlu olarak nasıl inceleneceğine dair ilk defa çok esaslı kaideler ortaya koymuştur. Müllere göre eserler yapıldıkları çağlara, kullanma maksatlarına göre; bundan başka cinslerine göre de tasnif edilmelidir ki, eserin mahiyeti tam olarak anlaşılabilsin. Bu görüşleriyle Müller, arkeolojinin gelişmesinde yeni adımlar atmıştır.
Arkeolojinin en çok tekamül ettiği çağ on dokuzuncu asrın sonu ile yirminci asrın başı olmuştur. Ön Asyada kullanılan çivi yazısının okunması, hiyeroglifin çözülmesi; eski medeniyetlere alakanın artmasına sebep olmuştur.
Mısırda ve Mezopotamyada başlayan kazılar da Orta Asya medeniyetlerini ortaya çıkartmıştır. Bu bölgede kazılar yapan Alman, Fransız, İngiliz arkeologların ortaya çıkardıkları saraylar, tapınaklar, kitaplıklar ve yazılı belgeler, Yunan sanatının eski çağlardan kalma yegane medeniyet eseri olmadığı sonucunu ortaya çıkarmıştır.
Sualtı arkeolojisi: 1950den sonra ilmi temellere dayalı olarak Sualtı arkeolojisi kazıları da başlamıştır. Dalgıç elbiselerinin bulunması, bu alanda önemli ilerleme kaydedilmesine sebep olmuştur. Narbonnedeki Augustus tapınağının 13 parça mermer sütunları ve lentoları deniz altından çıkarıldı.
Türkiyede ilk ilmi Sualtı arkeolojisi çalışmaları, G. Bass başkanlığında Antalya-Gelidonya bataklığında başlatılmış oldu. Bu çalışmalar Bodrum-Yassıada batağı çalışmaları ile halen devam etmektedir.

2. Alternatif : ARKEOLOJİ

Eski zaman sanat ve eserleri bilimi. Eski zamanlarda insanlar tarafindan yapilmis, gözle görülen ve elle tutulan her eser titizlikle incelenir; cinslerine, devirlerine ve özelliklerine göre belli gruplara ayrilir ve her biri insanin geçmis hayatinin türlü safhalarini aydinlatmaga yarayan belgeler halinde degerlendirilir. Bunun için çesitli yardimci bilim kollarindan, filoloji, antropoloji, jeoloji, cografya, sanat tarihi ve felsefeden faydalanir.


Arkeoloji çalismalarinin baslangiç] kesin olarak bilinmiyor. Insan hayatinin geçmisini ögrenmege çok eski devirlerden beri çalismistir. Fakat arkeolojinin, bilimsel alanda en fazla gelistigi çag, XIX, yüzyilin sonlari ile XX. yüzyilin baslaridir. Önasyanin büyük bir kismina yayilan çivi yazisinin okunmasi, Misir hiyeroglifinin çözülmesi, eski medeniyet kalintilarina karsi büyük bir ilginin uyanmasina yardim etmis ve yapilan çesitli kazilar ve incelemelerle Arkeoloji bilimi gelismistir. Eski zamanlardan kalma sanat eserlerini inceleme, Arkeolojide dört ana bölümde yapilmaktadir:


1) Toprak altinda sakli bir eseri bulmak için uzun ve dikkatli incelemeler yapilir, 2) Meydana çikarilan eserler, geçmisi açiklamaga yarar bir duruma getirilir. 3) Bulunan eserlerin hangi amaç için yapildigi, sosyal ve tabî etkenleri ile incelenir, 4) Incelenen eserin hangi zamanda ve hangi topluluk tarafindan yapildigi tespit edilir.


Arkeoloji, devirlere ve kültür bölgelerine göre, baslica iki bölüme ayrilir:


1 - Tarih öncesi Arkeoloji (Tarih öncesi devirlerinde eserlerle ilgilenir). Tarih çaglari arkeoloji: Bu da milletlerin adlarina ve cografya bölgelerine göre bölümlere ayrilir: 1 -Klâsik arkeoloji (Yunan ve Ege arkeolojisi), 2 -Misir arkeolojisi, 3 - Yakin dogu arkeolojisi, 4 - Roma arkeolojisi, 5 -Bizans arkeolojisi, 6 - Hiristiyan öncesi ve Hiristiyan arkeolojisi, 7 - Islâm arkeolojisi, 8 - Anadolu arkeolojisi.

3. Alternatif : Arkeoloji

thumb]] Kazıbilim; Yunanca arkheos (???????, eski) ve logos (?????, bilim) kelimelerinin birleştirilmesiyle türetilmiş bir kelimedir ve "eskinin bilimi" anlamını taşır. Sıkça yapılan yanlışla "kazıbilim" demek değildir. Kazı arkeolojinin en önemli bilgi toplama yöntemlerinden biridir ancak başlı başına bir bilim kesinlikle değildir. Arkeolojiyi tanımlarken öncelikle bu ayrımı iyi yapmak gerekir. kendi içinde birçok farklı bilim dalını barındırmaktadır. Bunlar arasında tarihöncesi (prehistorya) arkeolojisi, klasik arkeoloji, protohistorya ve önasya arkeolojisi, mısır arkeolojisi, tevrat arkeolojisi, ortaçağ arkeolojisi sayılabilir. Arkeoloji, yazılı tarihten önce ve sonra yaşamış insanlara ilişkin bilgi edinme olanağı sağlaması açısından özellikle önemlidir. Bu bilim dalının uzmanları olan arkeologlar, alet, eşya ve yapı kalıntılarını inceleyerek, eski insanların nasıl yaşadıklarını anlayabilirler. Arkeologlar çalışmalarını çoğunlukla eskiden insanların yaşadığı varsayılan yerleşimleri gün yüzüne çıkararak yürütürler. Yıkılan bir kentin üstüne yenisi yapıldığından, eski kentler genellikle toprağın altında kalır ve üst üste kurulan yerleşmelerin mimari (özellikle kerpiç) yıkıntıları zamanla bir tepe oluşturur. Bu tür tepeler Türkiye'de höyük, Yunanistan'da "Magula", Yakındoğu'da "Tell", İran'da "Teppe" olarak adlandırılır. Ülkemizdeki Alacahöyük ve Çatalhöyük gibi eski yerleşmeler birer höyüktür.Ancak her arkeolojik buluntu yeri bir höyük değildir. Mağaralar, düz yerleşme yerleri, antik kentler de arkeolojinin araştırma alanları arasında yer alır. Tarihöncesi arkeolojisi yazının ortaya çıkmasından önceki dönemleri inceler. Bu incelemede kazılar çok büyük bir dikkatle yürütülür. Tarihöncesi dönemden günümüze kalan çanak çömlek parçaları, taş aletler, mimari kalıntılar ya da organik kalıntılar çok önem taşımaktadır.

Arkeoloji neleri araştırır?


Eski dönemlere ilişkin günümüze ulaşmış pek çok yazılı belge vardır. Ama bu yazılı belgelerin çoğu vergilere, yasalara, din kurallarına, krallara ve yöneticilere ilişkin bilgiler içerir. Bu belgeleri inceleyerek o dönemin insanlarının nasıl yaşadıkları bilgisine ulaşamayız. Oysa arkeolojik kazılarla ev kalıntılarını, krallık saraylarını, mezarları ve tapınakları ortaya çıkararak, sıradan insanlardan soylulara değin bütün insanların nasıl yaşadıklarını öğrenebiliriz. Meksika'da ve Mısır'daki piramitleri, Atina'daki Akropol gibi ilginç yapıları, insanlar yüzyıllarca hayranlık ve ilgiyle izlediler. Daha meraklı olan bazı kişilerin bu tür yapıları izlemekle yetinmeyip, onları yakından incelemeye başlamalarıyla arkeoloji doğdu. Bu meraklı kişiler dolayısıyla ilk arkeologlar oldular. Toprağın üzerinde yükselen eski yapıları incelemek kolaydır. Ama toprağın derinliklerinde saklı yerleşmeleri incelemek o kadar kolay değildir. Önce bu yerleşmelerin yerlerini saptamakla işe başlamak gerekir. Bazen bir tarlada bulunan kırık çömlek parçaları arkeologlar için araştırmanın ilk adımı olabilir. Günümüzde arkeologlar, uçaktan çekilen fotoğraflardan yararlanmaktadırlar. Tarlalardaki ürünlerin büyüme biçimi de, toprağın altında eski duvarların ya da hendeklerin varlığını gösterebilir.

Tarihler ve çağlar

Arkeologların yapması gereken en önemli işlerden biri, ulaştıkları buluntuların hangi dönemden kaldığını saptamaktır. Bu buluntular arasında ele geçen yazılı belgeler, bu iş kolaylaştırır. Ama yazılı bir belge yoksa, örneğin binlerce yıl öncesinden kaldığı tahmin edilen bir eşyanın kesin yapım tarihini bulmak çok zordur. Arkeolojinin eski yerleşmeleri ve buluntuları tarihlendirmede yararlandığı yazılı tarih öncesi dönemleri, ilk kez Danimarkalı bir arkeolog sınıflandırmıştır. Bu yazılı tarih öncesi dönem, Prehistorya ya da Tarihöncesi olarak adlandırılır. İnsanların çok sert bir taş olan çakmak taşından alet ve silah yaptıkları ilk dönem Taş Devri'dir. Alet ve silahların tunçtan yapıldığı bir sonraki döneme Tunç Çağı denmiştir. Demirin kullanılmaya başlandığı son dönem ise Demir Çağı olarak adlandırılır. Çağdaş arkeologlar bu üç çağı da kendi içinde daha kısa süreli dönemlere ayırırlar. Bir arkeolog ortaya çıkardığı aletlerin hangi çağdan kaldığını saptasa bile, bu aletlerin yapıldıkları tarihe ilişkin bilgi edinmesi her zaman kolay olmaz. Çünkü bir bölgede yaşayan insanlar taştan aletler kullanırken, aynı dönemde başka bir bölgede insanların tunçtan aletler kullandığı bilinmektedir.

İlk buluntular

Bir bilim dalı olarak arkeolojinin geçmişi çok eski değildir. Büyük çaplı ilk kazılar 18. yüzyılda, M.S. 79'da patlayan Vezüv Yanardağı'nın püskürttüğü lavların ve küllerin altında kalan eski Pompei ve Herkulaneum kentlerinde yapıldı. Bu kentlerin ortaya çıkarılması, eski Roma kentleri konusunda yeni bilgilere ulaşılmasını da sağladı. Aynı yüzyılda İngiliz arkeolog John Frere taştan yapılmış aletler ile soyu tükenmiş bazı hayvanların kemiklerini bir arada buldu. Frere, bu aletleri yapmış olan insanlar ile soyu tükenmiş hayvanların aynı dönemde yaşadıklarını gösterdi. Ama hiç kimse, dünya da on binlerce yıl önce yaşamış insanların olabileceğine inanmak istemedi. Daha sonra bu bilgi bilim adamlarınca da doğrulandı. Eski Mısır yazısı olan hiyeroglifin 1822'de arkeologlar ve yazı uzmanları tarafından çözülmesi, arkeoloji için bir dönüm noktası oldu. Hiyeroglifin çözülmesinde kilit rol oynayan Rosetta Taşı’nda aynı sözcükler hem hiyeroglif, hem de Eski Yunan yazısı ve başka bir tür Mısır yazısıyla yinelenmişti. Bu gelişme, çok sayıda arkeologun Mısır'a ilgi göstermesine yol açtı. Yapılan kazılarla Eski Mısır’daki yaşama ilişkin yeni bilgilere ulaşıldı. Arkeolojinin en önemli buluşlarından olan Rosetta Taşı, günümüzde Londra'da British Müzesi'nde sergilenmektedir.

Ortadoğu'daki buluntular


Arkeolojinin en zengin kaynakları Ortadoğu'da bulunmaktadır. Bundan dolayı bu bölge pek çok arkeologun çalışma alanı olmuştur. İngiliz arkeolog ve Eski Mısır uzmanı Sir Flinders Petrie, 1880’den sonra Mısır'da yaptığı kazılarda değişik katmanlarında bulduğu çanak çömlek türlerinin ne kadar eskiye dayandığını saptadı. Mısır'da 1922'de Firavun Tutankamon'un mezarının ortaya çıkarılması büyük bir heyecan yarattı. Mezarda, firavunun mumyasının bulunduğu işlemeli altın bir tabut ile paha biçilmez değerde ve güzellikte takılar bulundu. Firavun mezarları, içindeki zenginliklerinden dolayı daha ilkçağlarda soyulduğu için, arkeologların el değmemiş olarak buldukları mezar sayısı çok azdır. 19. yüzyılın ortalarında Mezopotamya'da (bugünkü Irak), Asur krallarının saraylarında çok büyük insan ve hayvan heykelleri bulundu. Buluntuların bir bölümü Avrupa'ya götürüldü. Sir Leonard Woolley, 1926'da Irak'ta yaptığı kazılarda Ur kentinde Sümer kral mezarlarını ortaya çıkardı. Ur'da bulunan mezarlar açılınca, Sümerlerin tarihine daha ayrıntılı ve yeni bilgiler eklendi.

Truva ve Girit


Eski Yunan şairi Homeros şiirlerinden birinde, 10 yıllık bir kuşatmadan sonra ele geçirilen Troya kentinin öyküsünü anlatır. Ama bu kentin nerede olduğu kesin olarak bilinmiyordu. Troya’nın gerçek yerini 1871'de Alman arkeolog Heinrich Schliemann saptadı. Schliemann, kazılarda ortaya çıkardığı buluntuları gizlice yurtdışına kaçırmasına karşın Osmanlı hükümetinden 1876'da yeniden kazı izni aldı ve Wilhelm Dörpfeld ile birlikte Troya’daki kazıları sürdürdü. Eski krallıklara ilişkin bir başka önemli kazının yapıldığı yer Akdeniz'deki Girit Adası'ydı. Arkeolog Sir Arthur Evans, 1900'da Knossos'ta yaptığı kazılarda eski Girit krallarının yaşadığı büyük bir sarayı ortaya çıkardı. O tarihe kadar yalnızca Yunan mitolojisinin bir kahramanı sanılan Minos'un gerçek bir kral olduğu anlaşıldı. Bulunan sarayın duvarları, boğa güreşlerinin, çiçeklerin ve hayvanların sanki 3.000 yıl önce değil de, bir gün önce yapılmış gibi duran parlak renkli resimleriyle bezenmişti.

Su altındaki kalıntılar


Toprak altındaki eski kentler, binlerce yıl dayanmış ve kalıntıları günümüze ulaşmıştır. Su da toprak gibi Tarihöncesi’nde yaşamış olan insanların evlerini ve eşyalarını zamana karşı korumuştur. Bundan dolayı suyun altında da arkeoloji için pek çok zengin malzeme bulunmaktadır. Arkeolojinin su altındaki kalıntılarını incelen dalı sualtı arkeolojisi olarak adlandırılır. 1854'te, İsviçre'nin Zürich kentindeki gölün suları çok azalınca, dibindeki eski ev kalıntıları ortaya çıktı. Arkeologlar evlerin bulundukları katmanları inceleyerek yapıldıkları dönemleri saptadılar. Bulunan tahta aletler, keçeler, sepetler ve hatta elma, armut ve ekmek artıkları o insanların günlük yaşamlarına ilişkin önemli bilgiler sağladı. Türkiye'de de Bodrum ve Antalya yöresinde su altı çalışmaları yapılmış ve çok sayıda buluntu ortaya çıkarılmıştır ki bunlar Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmiştir.

Günümüzde arkeoloji


Eskiden zengin hazineler, saraylar ve tapınaklar bulma umuduyla kazı yapılırdı. Sıradan insanların yaşadıkları yerler definecileri ilgilendirmiyordu. Oysa arkeologlar geçmişi iyi anlayabilmenin yolunun, bulunabilen her şeyi incelemekten geçtiğini bilirler. Arkeologlar buluntuları incelerken, o topluluğun ekonomisini, değişik işleri ve görevleri olan insanlar arasındaki ilişkileri ve dinsel inanışlarını da araştırıyorlar. Yetiştirdikleri bitkilere ve hayvanlara bakarak insanların çevrelerini nasıl değiştirdiklerini, kendilerinin de çevreden nasıl etkilendiğini anlamaya çalışıyorlar. Ortadoğu'da bazı arkeologlar çöllerde araştırmalar yaparak, kentlerin henüz kurulmadığı ve uygarlıkların yerleşmediği dönemlerdeki göçebe topluluklara ilişkin bilgi edinmeye çalışıyorlar. Çok kısa bir zaman öncesine kadar kitaplarda, elyazmalarında ve iyi korunmuş yapılarda ortaçağa ilişkin yeterince bilgi bulunduğu sanılıyordu. Yakın tarihlerde bu alanda da yepyeni gelişmeler oldu. Birçok araştırmacı son 200 yılda yapılmış kanalları, demiryollarını, fabrikaları konu alan sanayi arkeolojisi alanında çalışıyor. Günümüzde kısaca, geçmişe ilişkin her şey arkeolojinin kapsamına girmektedir.

Alan araştırması


Havadan çekilen fotoğraflar arkeologların çalışmalarına büyük katkı sağlamaktadır. Bu fotoğraflar, araştırılacak alanı yere serilmiş bir harita gibi gösterir. Örneğin, birbirine bağlı kısa, düzenli yollar ya da setler Roma dönemini işaret eder. Güneş ışınlarının eğik olduğu saatlerde çekilmiş fotoğraflarda görülen hafif tümsekler ve çukurlar ise buralarda eski yerleşmelerin izlerini gösterir. Bunlar hisar, hendek ve yapı kalıntıları olabilir. Yılın belli zamanlarında çimenlerin ya da ekinlerin renginde ve boyunda gözlenen bazı değişiklikler de arkeologlara önemli ipuçları verir. Örneğin, bir tarlanın genelinde tahıllar yeşilken bir bölümü kısa zamanda olgunlaşıp sararmış olması, o toprağın altında taştan temellerin bulunduğunu gösterir. Eğer tarlanın altında doldurulmuş çukurlar ya da hendekler varsa, buralarda su birikeceği için, ekili ürünün olgunlaşması gecikir. Bu yerler fotoğraflarda yeşil çizgiler ya da noktalar olarak göze çarpar. Bu tür belirtilerden birçok eski yerleşme yeri saptanmış ve gün ışığına çıkartılmıştır. Toprak altında kalmış çanak çömlek ocakları, pişmiş kilde bulunan magnetik güçten dolayı, duyarlı magnetometrelerle (magnetik güç ölçme aleti) saptanabilir. Bir zamanlar canlıların yaşamış olduğu ve organik maddelerin bulunduğu yerlerde de, çevrelerine göre daha çok magnetizma vardır. Arkeologlar magnetometreyle çanak çömlek ya da çini gibi eşyaların bulunduğu ve insanların yaşadığı yerleri kolayca saptayabilirler. Alan araştırmasında kullanılan bir başka yöntem de, topraktaki direncin elektrikle ölçülmesidir. İçi nemli toprakla dolu bir hendek daha az, taş duvarlar ya da sert zeminler daha çok direnç gösterir. Ekili tarlalarda toprak sürülürken ortaya çıkmış bir çömlek ya da çini parçası ile tümsek ya da çukurlar, bir arkeologun buradaki eski kalıntıları bulmasına yardımcı olur. Ayrıca, eski haritalardan, belgelerden, yer adlarından ve yerel geleneklerden de yeni ipuçları çıkarılabilir ve dünya da pek çok yerleşme kalıntısı bu yolla bulunmuştur.

Kazı nasıl yapılır?

[[Resim:Mozaik.jpg|thumb|left|Herkulaneum kentinden mozaik detayları]] thumb Çağdaş kazıların nasıl yürütüldüğünü daha iyi anlayabilmek için, Roma dönemi bir evin yapılış öyküsünü örnek almak iyi bir yol olabilir. Çünkü arkeologlar günümüzde Roma dönemi bir evi ortaya çıkarmak üzere kazıya başladığında, bu öyküyü sondan başa doğru yeniden kurmaktadır. Roma dönemin yapı ustası, bir evi yapmaya giriştiğinde önce toprağı temizler, ardından temel çukurlarını kazar. Sonra, mozaiklerle resimler ya da motifler yaparak zemini döşer. Duvarları örüp üstünü bir çatıyla kapatır. Ev artık oturulacak hale gelmiştir ve insanlar gelip yerleşirler. Ustanın cebinden düşen bir metal para evin temelinde kalabilir. Evde yaşayanlar bazı küçük eşyalarını evde yitirebilir. Kırılan çanak çömlek parçaları çöp çukuruna atılır. Böylece evde yaşayanların öteberileri kıyıda köşede kalabilir. Arkeolojide bu süreç yerleşme dönemi olarak adlandırılır. Daha sonra bir savaştan dolayı insanlar yaşardığı evi terk etmek zorunda kalabilir, ev bir depremde çökebilir. Artık içinde insanın yaşamadığı evin zamanla tamamen çöker; ahşap kısımları çürür, duvarlar yıkılır. Aradan uzun yıllar geçince de ev bütünüyle toprağın altında kalır. Aradan yüzyıllar geçince üzerindeki toprak dümdüz olur. Burası ekili bir alan haline gelebilir ya da üzerine yine bir ev yapılabilir. Arkeologlar önce toprak altında böyle bir evin varlığını saptar. Kazı alanının tümünü ya da çevresini ince çelik çubuklarla çevirir. Bu, kazı boyunca yapılacak ölçümlerin doğruluğu, çıkarılacak plan ve sonuçların güvenilirliği için gereklidir. Artık sıra, çatıdan temele doğru bütün tabakaları tek tek özenle kaldırmaya gelmiştir. İlk tabakaya ulaşıncaya değin kazı makineleri kullanılabilir. Ama ilk tabaka kaldırılınca, artık kazıda yalnızca sivri uçlu mala, kürek ve kova kullanılır. Kazı sırasında ortaya çıkarılan duvarlar, ocaklar, fırınlar ve insan yapımı öbür yapılar örselenmeden birbirinden ayrılır. Arkeologlar bütün bunları inceler ve ayrıntılı notlar tutar. Ele geçen eşyalar tek tek özenle temizlenir ve bulundukları tabakayı belirtecek biçimde numaralanır. Eşyaların üzerinde o dönemin hükümdarının resimleri varsa, bu eşyanın yapılış tarihini saptamayı kolaylaştırır. Ama buluntular daha eski dönemlerden kalmış, yazısız ve resimsiz de olabilir. Ayrıca başka döneme ait eşya o tabakadaki eşyayla karışmış olabilir. Böyle durumlarda kesin tarihlendirme yapılırken, bir üst tabakaya hiç dokunulmamış olması gerekir. Kazıyı yapan kişi, bu evin yapıldığı, değiştirildiği ya da yıkılmaya bırakıldığı tarihleri saptar. Ayrıca evde yaşamış olanların ne gibi özellikleri olduğunu ve yaşam biçimlerini ortaya çıkarabilir. Örneğin bir çiftlik eviyse, çevresinde tarlalar, otlaklar ve korular bulunacağını bilir. Buradaki bitki, tohum, polen ve tahıl kalıntıları, çevrenin o zamanki bitki örtüsünü gösterir. Hayvan kemikleri, burada yaşamış insanların yedikleri etin cinsini anlamamızı sağlar. Kullandıkları araç gereçler insanların günlük yaşamları hakkında bilgi verir. Kentlerde kazı çalışmaları, açık alanlardaki kazılardan daha zor ve karmaşıktır. İnsanların yüzyıllardır yaşamakta oldukları kentlerde kazılar yıllarca sürebilir. Öte yandan bir kalıntının varlığı saptansa bile, bu mevcut yapıların ya da sokakların altında bulunacağından kazı yapma olanağı da yoktur. Bu gibi nedenlerden dolayı büyük kentlerde daha az kazı yapılmaktadır. Yapıların ortaya çıkarılmasında kullanılan yöntemler, Roma yolları, kanallar, surlar gibi öteki alanlarda yapılan arkeolojik kazılarda kullanılmaz. Bu tür kazılarda birbiri üzerine binen bütün katmanların görülebileceği bir kesit elde edilmeye çalışılır.

Bilimsel yöntemler

Arkeolojide günümüzde tarihlendirmede çeşitli bilimsel yöntemler kullanılmaktadır. Bunlardan biri olan radyokarbonla tarihlendirme yönteminin bulunması, arkeolojide büyük bir gelişme sağladı. Bu yöntemle odunun, kömürün ve eski yerleşim bölgelerinde bulunan kemiklerin yaşlarını saptamak olanaklı hale geldi. Her canlıda karbon bulunur ve bunun neredeyse tamamı karbon-12'dir. Belli bir oranda da radyoaktif ve "ağır" olan karbon-14 vardır. Örneğin bir ağaç kesilince, artık yeni karbon-14 atomları alamaz ve var olan radyoaktif karbon atomları da belli bir hızla yok olmaya başlar. Böylece yaklaşık 5.500 yıl sonra bu atomların yarısı karbon-12 atomlarına dönüşür. Radyoaktif karbonun karbon-12'ye oranı ölçülerek, canlının ne kadar zaman önce öldüğü saptanabilmektedir. Ne var ki bu yöntem, tarihi belli olan Mısır buluntularına uygulandığında, saptanan tarihlerin çok kesin olmadığı anlaşılmıştır. Bir başka tarihlendirme yöntemi de ısıyla ışıldamadır (ısıl ışıldama). Bu yöntem yalnızca pişmiş kile uygulanabilmektedir. Kilde radyoaktif atomlar içeren elementler vardır. Kil pişirilmeden önce bunlar çevrelerine ışık biçiminde parçacıklar saçarlar. Pişme işleminin sonunda, atomların saçtığı bu parçacıklar kristalleşmiş yapının içinde hapsolur. Isıyla ışıldama yönteminde çömlekten alınan bir örnek, parçaların yeniden serbest kalacağı noktaya kadar ısıtılır. Bu parçacıklar ışık biçiminde (ışıldayarak) açığa çıktıkları için fotometre aygıtıyla ölçülür. Çömlek ne kadar çok ışık verirse, o kadar eskidir. Bir ağacın yaşının, gövdesindeki yıllık büyüme halkalarına göre saptanmasına dendrokronoloji denir. Ağaç gövdesinin kesitinde iç içe ince ve kalın halkalar görülür. Havaların iyi gittiği yıllarda ağaç daha çabuk büyüyeceğinden halkaların kalınlığı artar. Bu yöntemle ağacın yaşadığı dönemdeki iklim koşulları bile anlaşılabilir. Bir çam türünün 4.000 yıl önceki ve günümüzde yaşamakta olan örnekleri bu yöntemle karşılaştırılmıştır. thumb kütüphanesi]]

Türkiye'de arkeoloji


Anadolu'daki tarihsel kalıntılar daha 16. yüzyılda Avrupalı gezginlerin dikkatini çekmişti. Nitekim ilk kazılar da, 19. yüzyılda Avrupalı arkeologlarca yapıldı. Bunlardan biri olan Alman arkeolog Schliemann'ın eski Troya kentinin yerini saptadı ve burada uzun yıllar kazı çalışmalarını sürdürdü. 1882'de Türkiye'deki ilk arkeoloji müzesinin kurucusu ressam ve arkeolog Osman Hamdi Bey (1842-1910), 1887'de en önemli kazısını Sayda'da (bugün Lübnan'da) gerçekleştirdi. Bu kazıda Fenike krallarına ait 20'den fazla lahit ortaya çıkarıldı. Daha sonra Anadolu'daki ilkçağ uygarlıklarını araştırmak isteyen Alman, Avusturyalı ve ABD'li arkeologlar da Bergama, Bodrum, Boğazköy, Didyma, Priene, Miletos, Ephesos ve Sardes gibi tarihi bölgelerde kazılar yaptılar. Bu kazılarda, Dünyanın Yedi Harikası’ndan ikisi olan Ephesos’taki Artemis Tapınağı ve Bodrum’daki Mausoleion gibi önemli yapıtlar ortaya çıkarıldı.

Arkeoloji eğitimi


Cumhuriyet döneminde arkeolojiye daha fazla önem verildi. 1931'de Türk Tarih Kurumu, 1934'te İstanbul Üniversitesi'ne bağlı Türk Arkeoloji Enstitüsü, iki yıl sonra da Ankara'da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kuruldu. 1933'te Türk Tarih Kurumu adına ilk kazılar, Hamit Zübeyr Koşay başkanlığında Ahlatlıbel'de yapıldı. 1935'te Koşay ve Remzi Oğuz Arık Alacahöyük kazılarına başladılar. Ayrıca Türkiye’de 1930'lardan başlayarak Alman, Fransız, İngiliz ve Hollanda arkeoloji enstitüleri kuruldu. Bu dönemde yerli ve yabancı uzmanlar birçok eski yerleşim bölgesinde araştırma ve kazılar gerçekleştirdiler. Kazılardan çıkarılan eski yapıtları korumak ve sergilemek için yeni müzeler açıldı. Bunların başında, dünyanın en önemli arkeoloji müzelerinden biri olan İstanbul Arkeoloji Müzesi gelir.

Arkeolojik çalışmalar


thumb antik kenti]] 1946'da Kılıç Kökten başkanlığında Antalya’daki Karain kazılarına başlandı. Karain Mağarası, Anadolu'nun en büyük doğal mağaralarından ve Tarihöncesi yerleşmelerinden biridir.
Arif Müfid Mansel, Perge (1946) ve Side (1947);
Bahadır Alkım, Karatepe (1947);
Tahsin Özgüç/Kutlu Emre, Kültepe (1948) ve Altıntepe'de Urartu Kalesi (1959);
Ekrem Akurgal, eski İzmir (Smyrna), Foça, Sinop; Afif Erzen, Van'da Urartu (1961); Kenan Erim Afrodisias (1961);
Nimet Özgüç, Acemhöyük (1962) ve Samsat (1978);
Nezih Fıratlı, Uşak Selçikler (1966) kazılarını yürüttüler.
Ufuk Esin, 1968'de Tepecik'te, 1971'de Tülintepe'de kurtarma kazılarını yönetti. Bu yöre 1975'te Keban Baraj Gölü'nün dolmasıyla birlikte sular altında kaldı. Gene Ufuk Esin'in 1978 sonrasında, Karakaya Barajı suları altında kalan Değirmentepe’de kurtarma kazıları yaptı. Türkiye'de yazılı belgelerden ya da toprak üstündeki kalıntılardan yola çıkılarak yapılan planlı kazılara örnek olarak Boğazköy, Kültepe ve Efes kazıları gösterilebilir. Türkiye’de son yıllardaki en önemli kazı alanlarından biri Zeugma’dır. Gaziantep’te Nizip’in 10 kilometre doğusunda ve Fırat Irmağı’nın batı kıyısında bulunan, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait antik kentte, Birecik Barajı’nın suları altında kalacağı için 2000 yılında kurtarma kazılarına başlandı. Bu kazılarda çok önemli mozaikler ve buluntular ortaya çıkarıldı. Son yıllarda, Bodrum'da sualtı arkeolojik araştırmalarına büyük önem verilmeye başlandı. Türkiye’nin ilk sualtı arkeoloji müzesi olan Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'ne bağlı olarak yürütülen çalışmalar sonucu denizden çıkarılan birçok buluntu bu müzede sergilenmektedir.



kaynak
MeLiSSiA - avatarı
MeLiSSiA
Ziyaretçi
30 Aralık 2009       Mesaj #12
MeLiSSiA - avatarı
Ziyaretçi
Arkeoloji Resimleri

Sponsorlu Bağlantılar
lahit2520nekropol&ampusgAFQjCNEo3q1RGDnEDn2zBopBALGfq8GSdQ


Son düzenleyen Jumong; 10 Ekim 2015 10:50
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
15 Mayıs 2011       Mesaj #13
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Arkeoloji

Konusu, geçmiş kültürler hakkında, geride bıraktıkları maddî kalıntıları sistemli bir biçimde araştırarak ve yorumlayarak bilgi edinmek olan bilgi alanı.

Arkeoloji, diğer bazı alanlarla, özellikle de Eski Çağ tarihi, sanat tarihi, dilbilim, insanbilim, nümismatik ve eski yazıtlar bilimiyle (epigrafi) sıkı ilişkileri olan bir daldır. Radyoaktif yaş belirleme yöntemleri de kullanan arkeolojinin ilgi alanı, Pompei gibi eski kentlerden, balta sapları, çömlek ve kumaş parçaları ve kemikler gibi görece daha basit konulara dek uzanır. Arkeolojinin karşılaştığı en büyük güçlüklerden biri de, bulunan kalıntıların ve onları bırakmış insanların yaşamlarının yeniden tasarımlanmasıdır. Bunun doğru bir biçimde yapılabilmesi için, söz konusu uygarlıkların ekonomilerinin hangi temel etkinlik üzerine kurulduğu, teknolojilerinin hangi aşamada olduğu, tapınma biçimleri, konuştukları dil, hangi topluluklarla ilişki içinde bulundukları ve gerilemelerinin nedenleri gibi soruların cevaplanması gerekir. Genç bir bilgi alanı sayılan arkeoloji, akademik bir disiplin olarak 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıktı. 18. yüzyıla kadar, eski kültürlerin sanat yapıtları büyük ölçüde göz ardı ediliyor ve değerlendirilmiyordu.

Rönesans'la birlikte gelişen Roma ve Yunan hayranlığı, alışılmamış ve güzel olan ögelerde yoğunlaştı. İtalya ve Akdeniz kıyılarında eski yapıtlar toplayan gezginler, geçmişin anlaşılmasında çok önemli olabilecek birçok kalıntıyı, bu gerekçeyle değersiz saydılar ve yıkıp bozdular. 1764 yılında, Alman sanat tarihçisi J. Joachim Winckelmann, "Eski Sanatın Tarihi" adlı yapıtını yayımladı. Winckelmann'ın Yunan kültürü karşısındaki coşkusu ve Yunan sanatı hakkında Roma kaynaklarına dayanarak yaptığı açıklamalar, 18. yüzyılda klasik antikite üzerine yoğunlaşmış ilgi açısından oldukça önemliydi. Bu ilgi, Herculaneum'da (1738-1765) ve Pompei'de (1784) yapılan kazılarla zaten canlanmıştı. Aynı zamanda Roma'da da araştırmalar sürdürülüyordu. 18. yüzyıl, arkeoloji açısından çok önemli bir keşifle sonuçlandı: Mısır'daki St. Julien kalesini onarmakta olan I. Napoleon'un askerleri, Rozet Taşı'nı buldular. Üzerinde iki dilde, üç değişik el yazısıyla kazınmış yazıtlar bulunan taş, Mısır hiyeroglifinin yorumlanmasının yolunu açtı. 1803-1812 yılları arasında Lord Elgin, Parthenon'un frizlerindeki mermer heykelleri buldu. Rozet Taşı ve Elgin mermerleri, şimdi Londra'daki British Museum'dadır.

19. yüzyıl sonunda, Alman arkeoloğu Heinrich Schliemann, eski Troya'nın kalıntılarını keşfetti, Miken'deki kalenin çevresinde bulunan sarayı ve aynı yerdeki işlemelerle süslü mezar taşlarını ortaya çıkardı. Schliemann, Miken uygarlığına ait bu kalıntıları, Homeros'un destanlarındaki yerler ve olaylarla özdeşleştirerek temel bir hata yaptıysa da çalışmaları, bu uygarlık hakkında bir dizi önemli keşfin yolunu açtı. İngiliz arkeoloğu Sir Arthur Evans 1899'da Knossos'da kral Minos'un sarayının kalıntılarını buldu. Evans aynı zamanda, Yunancanın eski biçimlerini kapsayan birçok resimli elyazmasını da ortaya çıkardı. Bilinen en eski uygarlıklar olan Sümer ve Akad uygarlıklarına ait çalışmalar, Sir Leonard Woolley ve diğer arkeologların çabalarıyla hız kazandı. Eski Mısır sanatının birçok zengin örneğinin bulunduğu Tutankamon'un mezarı 1922'de Howard Carter tarafından keşfedildi. Bütün bu arkeolojik çalışmalara ek olarak Amerika kıtasında Maya, İnka, Aztek uygarlıkları üzerine çalışmalar yapıldı. Anadolu'da ilk kazı, H. Schliemann tarafından başlatıldı. Bilimsel yöntemlerden oldukça uzak olan bu çalışma, I.V. Dörpfeld tarafından daha sistematik bir biçimde sürdürüldü.

Bergama, Milet, Didima, Efes ve Sardes'te Almanlar ve Amerikalılarca önemli sonuçlar veren kazılar yapıldı. Anadolu'da kazılar yapan arkeolog E. Chantre, Hitit uygarlığı üzerinde çalışmalarda bulundu. İstanbul müzeleri adına çalışan arkeologlar Makrildi ve Winkckler, Boğazköy'deki Hitit arşivini buldular. I. Dünya Savaşı'ndan sonra daha sistematik bir hâle gelen kazılar, Kültepe, Alişar ve Boğazköy'deki çalışmalarla sürdürüldü. Özellikle Osman Hamdi Bey, kazıların düzenli yürütülmesi için çaba gösterdi. Cumhuriyet döneminde ise, H. Z. Koşay ve R. O. Arık, Ahlatlıbel, Göllüdağ ve Karalar'da kazı çalışmalarına başladılar. Son yıllarda, Pennsylvania Üniversitesi adına Prof. G. Bass'ın yönetiminde Bodrum'da yapılan deniz altı arkeoloji araştırmaları sonucunda birçok batık çıkartıldı.

MsXLabs & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
Lebron James - avatarı
Lebron James
Ziyaretçi
8 Mayıs 2012       Mesaj #14
Lebron James - avatarı
Ziyaretçi
Kısaca "kazı bilimi" denebilir. Smiley9
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
23 Mayıs 2012       Mesaj #15
Avatarı yok
Yasaklı
Galaktik Arkeoloji Nedir?

Bilindiği gibi arkeoloji, insanlığın geçmişini birtakım kazılar yaparak inceler. Arkeoloji sayesinde insanlık tarihi ile ilgili pek çok yeni bilgiye ulaşılarak, bilinmeyen birçok gerçek gün yüzüne çıkarılabilmektedir. Galaktik, diğer adıyla yıldız arkeolojisi ise Evren’in geçmişini inceleyerek onun oluşum ve gelişiminin nasıl ve ne zaman olduğunu anlamamıza öncülük eder. Evren’in nasıl oluştuğunu anlamak için galaktik arkeolojinin kullandığı tek bir araç vardır: Yıldız fosilleri yani Evren’deki en yaşlı yıldızları keşfederek incelemek.

Arkeloglar nasıl ki insanlık tarihini anlamak için kazılarla kalıntılara ulaşmaya çalışıyorlar, Evren’in geçmişini anlayabilmek için de galaktik arkeologlar ve gökbilimciler yegane kaynak olan yıldız fosillerini gözleyip inceleyebilme gayretindedirler. Nasıl ki çok eski zamanlarda yaşayan insanların kullandıkları araçların, yaşadıkları yerlerin kalıntıları toprağın altında bir yerlerde bulunuyor ve bunlar arkeolojik kazılar yapılarak gün yüzüne çıkarılıyorsa, bizim galaksimiz olan Samanyolu’nun kenarlarında bulunan yaşlı yıldızlar, keşfedilip gözlenerek yıldızlararası ortamda yer almış ilk kimyasal elementler, Samanyolu’nun başlangıç kütlesi, Evren’deki ilk küçük kütleli cisimlerin oluşumu ve daha birçok değerli bilgi gün yüzüne çıkarılmaktadır.

Gökbilimciler elementleri, hidrojen, helyum ve diğerleri olarak üç ana gruba ayırırlar. Öyle ki, hidrojen ve helyum dışında kalan tüm diğer elementler genel bir tanımlama olarak metaller diye adlandırılır. Bu tanımlama kimyacıların metal tanımlamasından farklıdır. Bu ayırımın esası ise hidrojen ve helyum(az miktarda da lityum) Büyük Patlama ile oluşmuş olup diğer tüm kimyasal elementler bu iki elemetten yıldızlar tarafından türetilmiştir. Bunun bir başka anlamı ise periyodik tablodaki hidrojen ve helyum dışındaki bütün elementler yıldızlar tarafından üretilmiştir. Daha açık ifadeyle, kanımızdaki demir ya da kemiklerimizdeki kalsiyumun kökeni yıldızlardır. Özetle, hepimiz her şeyimizle yıldız kalıntılarının izlerini taşımaktayız.

En yaşlı yıldızlar en genç yıldızlara göre metal grubuna giren elementler bakımından daha fakir olmalıdır. Yıldız astrofiziğinin ulaştığı bilimsel sonuçlar ise bu durumu doğrulamaktadır. Yani galaksimizdeki yıldızlar yaşlarına bağlı olarak sahip oldukları metal zenginliği bakımından farklılık gösterirler. Dolayısıyla, gözlenebilecek metalce en fakir yıldız galaksimizin en yaşlı yıldızıdır. Bu yıldızın maddesi ise galaksimizi oluşturan yıldızların atası olan maddedir denilebilir.



Kaynak : Popüler Bilim (Şubat 2010,Sayı :192)
Jumong - avatarı
Jumong
VIP VIP Üye
10 Ekim 2015       Mesaj #16
Jumong - avatarı
VIP VIP Üye
ARKEOLOJİ a (fr. söze.). 1. Eski uygarlıkların, insan etkinliklerinin maddi kalıntılarına ya da bunlarla ilgili verilere dayanılarak incelenmesi. (Bk. ansikl. böl.) —2. Sanayi arkeolojisi, uzak ya da yakın geçmişe ait sanayi yerleşimlerinin incelenmesi.
—Bilkur. Michel Foucault'ya göre, bilim- kuramsal (episteme) alanı açıklamaya yönelen inceleme. Gidimli oluşumlar olarak ele alınan bilgiler, bilgi olarak var olabilmelerinin koşullarını, bu alanda bulurlar. —Ansikl. "Arkeoloji" sözcüğünün içerdiği kavramlar her dönemde aynı değildir. Halikarnasoslu Dıonysos, roma tarihini anlattığı büyük yapıtına Romaike Ar- khaiologia adını verdiğinde.bu sözcükle, en geniş anlamıyla Roma imparatorluğu’ nun tüm olaysal tarihini incelemeyi amaçlıyordu. Uzunca bir süre unutulduktan sonra, sözcük XVII. yy.'da ("arkeoloji" ile "arkeografi" arasında bocalayan) Lyonlu Jacques Spon tarafından yeniden kullanıldı.

Kaynak: MsXLabs.org & Büyük L.
🌘 🚀

Benzer Konular

5 Mart 2018 / Misafir Akademik
6 Temmuz 2015 / Misafir Sanat
12 Ekim 2015 / ThinkerBeLL Türkiye Cumhuriyeti
23 Kasım 2007 / HayLaZ61 Taslak Konular