Arama

Paleontoloji (Fosilbilim)

Güncelleme: 2 Temmuz 2015 Gösterim: 15.004 Cevap: 3
AndThe_BlackSky - avatarı
AndThe_BlackSky
VIP VIP Üye
26 Haziran 2011       Mesaj #1
AndThe_BlackSky - avatarı
VIP VIP Üye
Paleontoloji (Fosilbilim)
MsXLabs &
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

Paleontoloji
ya da taşılbilim ya da fosilbilim, fosilleri veri olarak kullanarak dünyada yaşamın tarihini yazmak amacını taşıyan bilim dalıdır.


Latince palaios (eski) onto (varlık) ve logos (bilim) kelimelerinden türemiştir. Eski varlık bilimi olan Paleontoloji; Stratigrafi, Sedimantoloji, Tarihsel Jeoloji, Biyoloji, Ekoloji, Coğrafya, Klimatoloji ve Evrim ile yakın ilişkilidir.


Fosilbilim fosil bilim ya da taşıl bilim olarak da bilinir. Bir başka tanımlamayla, ölmüş varlıkların "fosil" olarak isimlendirilen taşlaşmış kalıntılarından ya da izlerinden hareketle, jeolojik zamanda yaşamış olan canlıların en ilkelinden günümüzdeki en gelişmiş olanlarına değin geçirdikleri gelişmeleri, çeşit ve şekilleri, yaşama ortamları, ortaya çıkışları ve yok oluşlarıyla, zaman ve mekandaki dağılış ve yayılışlarını araştıran bilim dalıdır. İlk paleontoloji araştırmaları Leonardo da Vinci tarafından, Mısırdan getirilmiş kireçtaşında nummulitesleri görmesiyle yapılmaya başlanmıştır. Da Vinci Nummulites'in, bir organizma kalıntısı olduğunu anlamıştır.

Fosilbilim iki çeşit olarak incelenir. Bunlar;

  • Makropaleontoloji: Mikroskopta incelenmeyen, makro büyüklükteki fosilleri araştıran paleontolojinin alt dalıdır.
  • Mikropaleontoloji: Çıplak gözle incelenemeyen, ancak mikroskopla incelenebilen fosilleri araştıran paleontolojinin alt dalıdır.
Fosilbilim bu şekilde araştırmalarıyla yer ilmi olan jeolojiye de yardımcı olmaktadır. Bu şekilde yapılan araştırmalar neticesinde tam olarak zamânımıza kadar gelebilmiş fosil zincirine rastlamak mümkün değildir.

Fosilbilimin Önemi

  • Fosiller göreceli jeolojik yaş belirlenmesinde depolanma içeriğinin benzerliğiyle stratigrafik delil oluşturur.
  • Yerbilimsel tarih boyunca coğrafi oluşumların ve ortamsal değişimlerin kanıtlarıdır.
  • Eski organizmaların kayıtlarını inceleyerek yerbilimsel tarih boyunca hayvan ve bitkilerin evrimini gösterir.
İlgili Bilim Dalları

Sistematik Paleontoloji Fosillerin morfolojik ve varsa anatomik bilgilerine belli bir düzen verip, kökensel değişikliklerinin basamaklarını belirleyerek bunları isimlendirir.

Stratigrafik Paleontoloji Fosillerin dikey dağılımını inceler.

Paleoekoloji Fosil organizmaların paleofizik ve paleobiyotik çevreleriyle olan ilişkilerini inceleyerek fosillerin nerede ve nsaıl yaşadığını araştıran bilim dalıdır.
Paleobiyocoğrafya Fosillerin coğrafi ve yatay dağılımını inceler.


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
Son düzenleyen AndThe_BlackSky; 25 Temmuz 2013 23:43 Sebep: Düzenleme
AndThe_BlackSky - avatarı
AndThe_BlackSky
VIP VIP Üye
3 Aralık 2011       Mesaj #2
AndThe_BlackSky - avatarı
VIP VIP Üye
Jeolojik Devirler ve Fosil Bilim

Paleontoloji (Fosilbilim)

Sponsorlu Bağlantılar
18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başlarında, demiryolları ve tünel inşaatları sırasında, yeryüzü kabuğuyla ilgili temel bilgiler edinilmeye başlandı. Örneğin, tünel inşaatı yapan İngiliz William Smith, inşaatlar sırasında Somerset'te yer altından çıkan Jura dönemine (206 – 144 milyon yıl) ait kayaların benzerlerinin Kuzey Denizi kıyılarında da olduğunu gördü. Ülkenin bir ucundan diğerine topladığı kaya ve fosil örnekleriyle, İngiltere'nin ilk jeolojik yüzey haritasını oluşturdu. Dahası, elindeki kaya örneklerine dayanarak bazı bölgelerde jeolojik yer altı haritaları da çizdi. Bu haritaların, modern jeoloji biliminin ilerlemesinde ve yeryüzünün jeoloji zaman çizelgesinin belirlenmesinde çok büyük katkıları oldu. Haritalarda yer alan bilgiler sayesinde, kayalık zemin bitki örtüsüyle kaplı olsa dahi, yüzeyin hemen altındaki katmanın ne olduğu, neler içerdiği (demir cevheri, kömür vs) biliniyordu.
Tüm bu bilgilerin edinilmesinde fosiller hayati bir rol oynamıştı. Bugün halen kullanılmakta olan Prekambriyen (Kambriyen öncesi) devirden Kuartaneter dönemine kadar olan jeolojik zaman çizelgesi, fosil yataklarının ve kaya yapılarının işaret ettiği bilgiler kullanılarak hazırlanmıştır. Kayalar üzerinde yapılan incelemeler sayesinde, yeryüzünün hangi dönemlerde hangi aşamalardan geçtiği tespit edilmiş, kayalardaki fosiller sayesinde de farklı dönemlerde yaşayan canlılar hakkında bilgi edinilmiştir. Bu iki bilgi birleştirilerek bir çizelge meydana getirilmiştir. Bu çizelgeye göre yeryüzü tarihi, devirlere, devirler zamanlara, zamanlar da dönemlere ayrılarak incelenir.

1. Prekambriyen (Kambriyen öncesi) Devir (4.6 milyar – 543 milyon yıl)

Prekambriyen (Kambriyen öncesi) devir, yeryüzü tarihinin en eski ve en uzun devri olarak kabul edilir. Bu uzun devir de, kendi içinde dönemlere ayrılarak incelenir. 4.6-3.8 milyar yıl arası, Hadeyan dönemi olarak adlandırılır. Bu, yeryüzü kabuğunun henüz oluştuğu bir dönemdir. Arkeyan dönemi, 3.8-2.5 milyar yıl arasıdır. Daha sonra Proterozoik dönem adı verilen, 2.5 milyar - 543 milyon yıl arası yaşanan dönem gelmektedir. Fosil kayıtlarında bu dönemlere ait tek hücreli ve çok hücreli mikroorganizmaların çeşitli izleri bulunmaktadır.

2. Fanerozoik Devir (543 milyon yıl – Günümüz)

Fanerozoik, kelime anlamıyla "görünür ya da bilinen yaşam" demektir. Fanerozoik devir, üç zaman dilimine ayrılarak incelenir: Paleozoik zaman, Mezozoik zaman, Senozoik zaman.

2 A. Paleozoik Zaman (543 – 251 milyon yıl)

Yaklaşık üç yüz milyon yıl süren Paleozoik, Fanerozoik devirin ilk ve en uzun zamanıdır. Paleozoik boyunca iklim genel olarak nemli ve ılımandı. Zaman zaman ise buzul çağları yaşanmıştı.

Paleozoik Zaman, Kambriyen dönemi, Ordovisyen dönem, Silüriyen dönem, Devoniyen dönem, Karbonifer dönem ve Permiyen dönem olmak üzere 5 ayrı döneme ayrılarak incelenir:

Avusturalya'da, Ediacara tepeleri Prekambriyen devrine ait kayalar barındırmaktadır. Deniz anası fosilleri de Ediacara'da bulunmuştur ve 570-543 milyon yıl öncesine aittir. Yüz milyonlarca yıllık bu fosil kayıtları, "evrimsel süreç" iddiasını yalanlamaktadır. Evrimcilerin bilim dışı iddialarına göre, fosil kayıtları bizlere, 1. Çok sayıda ara form sunmalı; 2. Bu kayıtlardaki değişim yavaş ve kademeli olmalı, basitten komplekse doğru gelişim görünmeli; 3. Hayali ilk hücre geliştikçe yeni türler ortaya çıkmalıdır. Bu türlerin izleri de fosillerde görülmelidir. Ancak evrimcilerin bu iddiaları fosil kayıtları tarafından hiçbir zaman doğrulanmamıştır. Fosillerin gösterdiği gerçek, canlı türlerinin kendilerine özgün yapılarıyla birbirlerinden farklı ve ayırt edilebilir özelliklere sahip olduğu, bu özelliklerin zaman içinde aşamalı olarak kazanılmadığı, canlı grupları arasında izlenebilir bir evrimsel bağ olmadığıdır. Bu da, tüm canlıları sahip oldukları karakteristik özelliklerle, kusursuz şekilde Allah'ın yarattığını gösteren önemli delillerden biridir.

Kambriyen Dönemi (543 – 490 milyon yıl)

Kambriyen dönemi, günümüzde yaşamakta olan temel canlı gruplarının (filum) tümünün, hatta soyu tükenmiş çok daha fazlasının birdenbire ortaya çıktığı jeolojik dönemin adıdır. (Filum, canlıların sınıflandırmasında, alemden sonra gelen en büyük kategoridir. Filumlar, canlıların organlarının ve dokularının sayıları ve çeşitliliği, beden simetrisi ve diğer iç organizasyona göre belirlenir. Günümüzde 35 olarak belirlenmiş olan filum sayısı, Kambriyen döneminde yaklaşık 50 kadardır.) Bu ortaya çıkış öylesine ani ve geniş çaplı olmuştur ki, bilim adamları buna "Kambriyen patlaması" adını vermişlerdir. Evrimci paleontolog Stephen Jay Gould bu olayı "yaşamın tarihindeki en dikkate değer ve şaşırtıcı olay" olarak nitelerken, evrimci zoolog Thomas S. Ray, "çok hücrelilerin kökeni konusunun yaşamın başlangıcı kadar olağanüstü bir olay" olduğunu yazmıştır.
Paleontoloji biliminin Kambriyen patlamasıyla ilgili olarak ortaya koyduğu bilgilere bakıldığında, bu bilgilerin açıkça Allah'ın yaratışını kanıtlamakta, evrim teorisini çökertmekte olduğu görülmektedir. Çünkü Kambriyen'den önceki dönem, ağırlıklı olarak tek hücreli canlıların yaşadığı, nadir olarak da belirgin özellikleri olmayan, göz ve ayak gibi kompleks yapılardan yoksun çok hücreli canlıların hüküm sürdüğü bir dönemdir. Dolayısıyla, Kambriyen canlılarına hayali evrimsel geçişi gösteren tek bir delil bulunmamakta, bu canlıların atası olduğu iddia edilebilecek tek bir fosil öne sürülememektedir. Tek hücrelilerin yaşadığı bu ıssız ortamda, birdenbire, son derece kompleks özellikleri ile hayranlık uyandırıcı bir canlı çeşitliliği meydana gelmiştir. Bu patlamayla; kendi aralarında birbirlerinden çok belirgin farklılıklarla ayrılan canlılar ortaya çıkmıştır. Bu durum, Kambriyen öncesinde yaşamış canlılar ve Kambriyen'de yaşamış canlılar arasında, hem soy bağı hem de komplekslik açısından çok derin boşluklar ortaya çıkarmıştır. Bu boşluklar öylesine dikkat çekicidir ki, canlı grupları arasında süreklilik kanıtlaması gereken evrimciler, bunlar arasında teorik düzeyde dahi akrabalık ilişkileri kurabilmiş değillerdir.

Kambriyen dönemi, canlılık tarihinin en başında birbirinden son derece farklı canlıların, oldukça kompleks yapılarla aniden ortaya çıkmış olduklarını göstermektedir, ki bu durum tam da Yaratılışın öğrettiği bir gerçektir. Canlıların sahip olduğu mükemmel yapıların kökeni Allah'ın yaratmasıdır. Bu mükemmel yapılar, tesadüflere dayalı evrim teorisinin gerektirdiği gibi eksik, yarım ve işlevsiz aşamalar sergilemeksizin, kusursuzca fosil kayıtlarında belirmişlerdir.

Ordovisyen Dönem (490 – 443 milyon yıl)

Bu dönemde çok sayıda farklı deniz omurgasızı yaşamıştır. Fosil kayıtları, Ordovisyen döneminde deniz hayvanları familyalarında çok büyük bir zenginlik olduğunu ortaya koymuştur. Bu döneme ait kara bitkileri fosilleri de bulunmaktadır. Ordovisyen'de global iklim değişiklikleri yaşanmış ve bu durum bazı türlerin soyunun tükenmesiyle sonuçlanmıştır. Ordovisyen dönemde yaşanan buzul çağlarının sebep olduğu bu durum, "Ordovisyen yok oluşları" olarak tanımlanır.

Newfoundland'daki bu kayalıklar, Kambriyen dönemiyle Ordovisyen dönemi arasındaki geçişi gösteren, bozulmamış alanlardan biridir.
450 milyon yıllık at nalı yengeci fosili. Bu fosilin, resimde görülen, günümüzde yaşayan örneğinden hiçbir farkı yoktur.
Ordovisyen döneminde yaşayan canlıların bazıları günümüzde halen soylarını devam ettirmektedir. Bu canlılardan biri at nalı yengeçleridir. 450 milyon yıllık at nalı yengeci fosili, bu canlıların günümüzden yaklaşık yarım milyar yıl önce de aynı özelliklere ve kompleks donanımlara sahip olduğunu göstermektedir. Bilinen en eski ve en eksiksiz su örümceği fosili de, Ordovisyen dönemine (425 milyon yıl) aittir ve canlıların milyonlarca yıldan beri değişmeden kaldıklarının bir diğer önemli delilidir. Bu gerçekler, Darwinistlerin senaryolarına göre canlıların evrim geçirmeleri gereken bir dönemde, evrimin hiçbir şekilde yaşanmadığının ispatıdır.

Silüriyen Dönem (443 – 417 milyon yıl)

Silüryen döneminde yaşamış olan deniz laleleri.
Sıcaklıkların yeniden artmasıyla, buzulların eridiği ve bazı kıtaların sular altında kaldığı bu döneme ait bol miktarda kara bitkisi fosili bulunmaktadır. Ayrıca bu döneme ait, deniz lalesi gibi derisidikenlilerin, deniz akrepleri gibi eklembacaklıların, çenesiz balıklar ve zırhlı balıklar gibi bazı balık türlerinin ve ayrıca bazı örümcek türlerinin çeşitli fosilleri de vardır.

Devoniyen Dönem (417 – 354 milyon yıl)

Bu döneme ait sayısız balık fosili bulunmaktadır. Devoniyen döneminde de bir "kitlesel yok oluş" yaşanmış ve bazı türlerin soyu tükenmiştir. Bu kitlesel yok oluştan, mercan resifleri etkilenmiş, tabülat-stromatoporoid (resif oluşturan bir tür mercan) resifleri ise tamamen yok olmuştur.

Devoniyen dönemde yaşamış olan binlerce balık fosilinin, günümüzde yaşayan pek çok balık türünden hiçbir farkı yoktur. Bu da bir kez daha, yüz milyonlarca yıldır canlıların hiçbir değişime uğramadığının ve aşamalı olarak evrimleşmenin söz konusu olmadığının önemli bir delilidir.

Kömür çağı olarak da bilinen bu dönem, Aşağı Karbonifer veya Mississippiyen ve Yukarı Karbonifer veya Pensilvaniyen olmak üzere iki alt döneme ayrılır. Kıta çarpışmaları sonucu karaların yükselip alçalması ve kutup buzullarına bağlı olarak denizlerin yükselip alçalması, bu dönemde yeryüzünü ve canlı hayatını şekillendiren önemli olaylardır. Bu döneme ait, pek çok sayıda kara ve deniz canlısı fosili bulunmaktadır. Bu fosillerin en ünlülerinden biri, Coelacanth fosilidir. Uzun yıllar boyunca, Darwinistler tarafından sözde bir ara form olarak lanse edilen ve daha sonra da bu iddianın doğru olmadığı bizzat Coelacanth'ın kendisi tarafından ispatlanan bu canlı, günümüzde halen yaşamaktadır. Ve milyonlarca yıldır hiçbir değişikliğe uğramamış, asla "evrim" geçirmemiştir. Coelacanth, Darwinistlerin evrimi destekleyen "ara fosil" iddialarının aksine, evrimi tümüyle yalanlayan bir "yaşayan fosil" örneğidir. Evrimi yalanlayan bunun gibi milyonlarca yaşayan fosil örneği vardır. Ama evrimciler tarafından sayısız spekülasyona maruz kalan Coelacanth'ın bir yaşayan fosil olarak ortaya çıkması, evrimciler açısından büyük bir yıkımdır.

Permiyen Dönem (290 – 248 milyon yıl)

Paleozoik zamanın son dönemi olan Permiyen'in sonunda büyük bir kitlesel yok oluş daha yaşandı. Bu kitlesel yok oluş, Paleozoik'in de sonu oldu. Fosil kayıtları, bu büyük yok oluş sırasında, canlı türlerinin %90-95'inin soylarının tükendiğini göstermektedir. Buna rağmen, Permiyen döneminden günümüze dek varlığını devam ettiren canlılar da bulunmaktadır. 230 milyon yıllık yusufçuk, 240 milyon yıllık örümcek gibi Permiyen dönemi canlılarının fosil örnekleri, tarihin hiçbir döneminde evrim yaşanmadığının ispatlarındandır.

Mezozoik Zaman (248 – 65 milyon yıl)

Mezozoik zaman, Trias, Jura ve Kretase olmak üzere üç ayrı döneme ayrılmaktadır. Dinazorlar, Mezozoik zamanda yaşamış ve yok olmuşlardır.

Trias Dönemi (248 – 206 milyon yıl)

Trias dönemiyle birlikte yeni Mezozoik adı verilen yeni bir zaman başlamıştır. Trias döneminde yaşayan canlılara ait dünyanın dört bir yanından çok sayıda fosil elde edilmiştir. Fosil kayıtları bu dönemde hem kara hem de deniz canlılarının çok geniş bir çeşitliliğe sahip olduğunu göstermektedir. Diğer tüm dönemlerde olduğu gibi bu döneme de ait, evrimcilerin olmasını umduğu tek bir ara geçiş canlısı fosili dahi yoktur.

Trias dönemi bitkilerine dair en ünlü oluşumlardan biri de, Arizona'da bulunan taşlaşmış fosil ormanıdır. Şili arakoryası olarak bilinen ağaçlardan meydana gelen bu orman, bitkilerin evrim geçirmediğinin ispatlarından biridir. 248 - 206 milyon önce yaşayan Şili arakoryalarının günümüzdeki örneklerinden farkı yoktur.

Jura Dönem (206 – 144 milyon yıl)

Mezozoik zamanın bu dönemi, dinozorların sayıca ve çeşit olarak yaygın olduğu bir dönemdir. Jura döneminin sonunda ammonitlerin, deniz sürüngenlerinin ve midye ve istiridye türlerinin bazılarının soyu tükenmiştir.

Jura döneminden beri değişmeden, yani hiçbir şekilde evrim geçirmeden varlıklarını devam ettiren ise pek çok canlı vardır. Fosil kayıtları bu canlıların örnekleriyle doludur. Örneğin bilinen en eski timsah fosillerinden biri yaklaşık 200 milyon yıllıktır. Tuatara kertenkelesinin de 200 milyon yıl öncesine ait fosil örnekleri bulunmaktadır. Karideslerin, Jura dönemine ait pek çok fosili vardır. Bu canlılar, günümüzde sahip oldukları mükemmel sistem ve kompleks yapıların aynısına milyonlarca yıl önce de sahiplerdi.

Kretase Dönem (144 – 65 milyon yıl)

Mezozoik zamanın son dönemi olan Kretase, dinozorların soylarının tükendiği dönem olarak bilinmektedir. Dinozorlarla birlikte pek çok kara sürüngeni ve bitki türü de yok olmuştur.
Öte yandan, bu dönemde yaşayan deniz yıldızları, yengeçler, bazı balık türleri, su akrepleri, örümcekler, yusufçuklar, deniz kaplumbağaları, timsahlar gibi pek çok hayvan türü ve çok çeşitli bitkiler günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir. 135 milyon yıllık deniz yıldızı fosili, 140 milyon yıllık at nalı yengeci fosili, 125 milyon yıllık ginkgo ağacı yaprağı fosili gibi fosil örnekleri bu gerçeğin delillerinden sadece birkaçıdır. Aradan geçen milyonlarca yıla rağmen aynı kompleks sistemlere sahip olan bu canlılar, Darwinistlerin doğa tarihine dair iddialarını geçersiz kılmaktadır.

Senozoik Zaman (65 milyon yıl – günümüz)

Kretase döneminin sona ermesiyle birlikte günümüze kadar olan devri kapsayan Senozoik zaman başlamaktadır. Jeologlar ve paleontologlar yakın zamana kadar Senozoik dönemi, uzunlukları bakımından oldukça eşitsiz olan iki alt bölüme ayırarak incelemekteydiler: Tersiyer ve Kuaterner. Bunlardan Tersiyer 65 milyon yıl öncesinden 1.8 milyon yıl önceye kadarki bölümü kapsarken; Kuaterner'in son 1.8 milyon yıllık dönemi içine aldığı kabul edilmekteydi. Yakın zamanda Senozoik, üç döneme bölünerek incelenmeye başlandı. Yeni sisteme göre Senozoik devrin üç dönemi: Paleojen, Neojen ve Kuaternerdir.

Tıpkı diğer zamanlarda olduğu gibi, Senozoik zamana ait fosil kayıtları da çok bol miktardadır. Bu fosil örnekleri, canlıların ortak bir atadan rastlantılarla türediğini ileri süren evrim teorisinin doğru olmadığını göstermektedir.

Tüm bu jeolojik dönemlere ait elde edilen fosil örneklerinin en belirgin özelliklerinden biri, canlıların jeolojik dönemler boyunca değişime uğramamalarıdır. Diğer bir deyişle, bir canlı türü, fosil kayıtlarında ilk olarak nasıl belirdiyse, bu tür yok olana kadar veya günümüze gelene kadar on milyonlarca, hatta yüz milyonlarca yıl boyunca hiçbir değişim göstermemekte, aynı yapıyı korumaktadır. Bu, canlıların hiçbir evrime uğramadıklarının açık bir delilidir.

Canlıların tarihi, evrim teorisini kesin ve açık olarak yalanlamaktadır. Birbirinden tamamen farklı canlı türlerini yoktan var eden, yeryüzünü canlılık için elverişli kılan üstün güç ve sonsuz ilim sahibi Yüce Allah'tır.

Fosillere En Çok Nerelerde Rastlanır?

Fosiller Dünya'nın hemen her köşesinde dağınık olarak bulunmaktadır. Bazı kaya tiplerinde hemen hiç fosile rastlanmazken, bazı kaya tiplerinde çok fazla fosil bulunur. Jeologlar kaya tiplerini üç genel gruba ayırmışlardır:

1. Magmatik kayaçlar

2. Tortul kayaçlar

3. Metamorfik kayaçlar

Magmatik kayaçlar, yeryüzünün derinliklerinde bulunan ya da volkanlardan dışarı çıkan lavların ve erimiş maddelerin soğumasıyla oluşan granit veya bazalt tipi kayalardır. Tortul kayaçlar, kum, alüvyon ve diğer küçük parçacıkların veya su içinde bulunan maddelerin üst üste yığılmasıyla oluşur. Metamorfik kayaçlar ise, yeryüzünün alt tabakalarındaki yüksek ısı ve basınç nedeniyle, yapısı değişime uğrayan magmatik veya tortul kayaçlardır.

Kayaların yaşı, radyoaktif izlerin incelenmesi yoluyla da tespit edilir.

Dünyanın bilinen en eski kayaları, Grönland'dadır. Bu kayalar, 3.9 – 3.8 milyar yaşındadır.

Genellikle magmatik kayaçlarda fosile pek rastlanmaz. Bulunan nadir örnekler ise, bitki veya hayvanların lavın içine hapsolmasıyla meydana gelen fosillerdir. Metamorfik kayaçları meydana getiren yüksek ısı ve basınç altında da çok az canlı fosilleşebilir, bu imkanı bulanlar da ya ciddi olarak hasar görmüş ya da deforme olmuşlardır. Fosillerin neredeyse tümü tortul kayaçlarda ya da çökeltilerde bulunur.

Tortul kayaçların hemen hepsi, ya rüzgar veya sular tarafından taşınan maddelerden ya da diğer kayaların aşınmasından meydana gelir. Kömür gibi bazı türleri de, bitki veya hayvan kalıntılarından oluşur. Küçük parçacıklardan ve tanelerden oluşanlara kırıntılı tortul kayaçlar denir. Kumtaşı ve şist, kırıntılı tortul kayaçlara örnektir. Eğer taşınan maddelerde erime olmuşsa, kimyasal çökelme veya buharlaşma nedeniyle kırıntısız tortul kayaçlar oluşur. Kireçtaşı ve dolomit, kırıntısız tortul kayaçlara örnektir. Çoğunlukla tortul kayaçlar, kırıntılı ve kırıntısız kayaçların karışımıdır. Fosiller ise çoğunlukla şistlerde, kumtaşlarında ve kalsiyum karbonattan meydana gelen kireçtaşlarında görülür.

Fosiller Nasıl Bulunur ve Çıkarılır?

Fosil araştırmalarında kullanılan aletler, jeologların kaya türleri toplarken kullandıkları çekiç, mala, çeşitli keski araçları, pusula, fırça, süzgeç gibi basit ve sade aletlerdir.

Fosiller bazen, etraflarındaki yumuşak kaya katmanından sıyrılarak yüzeye çıkarlar. Böyle durumlarda, fosili sadece fırçayla temizlemek yeterli olur. Ancak çoğu zaman fosillerin toplanması böyle kolay olmaz. İçine gömülü oldukları kaya genellikle çok serttir ve kayadan ayrılmaları saatler sürer. Öncelikle fosil araması yapılacak alanda kayanın hangi noktadan kırılmaya başlanacağının belirlenmesi son derece önemlidir. Kaya yatağının yüzeyine göre kırılma noktaları belirlenir. Her kaya tipi farklı şekillerde parçalanır. Örneğin şistlerin kırılma noktalarının belirlenebileceği yatak yüzeyleri vardır. Tebeşir kayaların ise böyle yüzeyleri yoktur. Bu esnada fosilin zarar görmemesi için, kırılan noktalarda renk değişikliği ya da dokusal farklılıklar gibi işaretleri çok iyi takip etmek gerekir.

Fosil, kaya yatağından çıkarıldıktan sonra da çeşitli işlemlerden geçer. Öncelikle, fosilin çıkarıldığı alandan üzerinde çalışma yapılacağı laboratuvara götürülme sürecinde korumaya alınması ve güçlendirilmesi gerekir. Bunun için kullanılan yöntemlerden biri, kimyasal yapışkanlarla fosili stabilize etmektir. Büyük fosillerde ise, alçıdan kalıplar kullanılır. Fosilin taşınma sırasında risk altında olacak kısımları ıslak kağıtla sarılır ve daha sonra alçıya batırılır.

Bundan sonra fosilin tüm detaylarının tam olarak meydana çıkması için fosilin temizlenmesi gerekir. Eğer fosil kendisini çevreleyen taştan daha sertse, temizleme süreci daha kolay olur. Ancak, fosil daha yumuşak bir yapıya sahipse temizleme için kimyasal maddeler kullanılması gerekir. En sık başvurulan yöntemlerden biri ise, fosilin asitle temizlenmesidir. Böylece fosilin tüm detayları açığa çıkarılır. Bazı durumlarda, özellikle fosilin çok hassas olduğu ve kendisini çevreleyen kayalarla aynı yapıya sahip olduğu durumlarda, X ışınları ve bilgisayarlı tarama cihazları kullanılarak tespit yapılır. Böylece, fosil yerinden çıkarılmadan önce nasıl bir yapıya sahip olduğu görülebilir.

Asitle Fosil Temizleme

Fosilin tam anlamıyla meydana çıkması için kullanılan temizleme yöntemlerinden biri de asitli temizlemedir. Fosili çevreleyen kayanın, fosile zarar vermeden temizlenmesi için etkili bir yöntemdir.

1. Fosili çevreleyen kaya, fosilin küçük bir kısmı açığa çıkana kadar uygun aside batırılır.
2. Fosilin ortaya çıkan kısmı yıkanır ve aside karşı dirençli bir maddeyle kaplanır.
3. Fosil tekrar aside batırılır ve bu işlemler, uzun bir süre içinde birkaç kere daha tekrarlanır.
4. Fosilin zarar görmemesi için, fosilin görünen kısmına sık sık koruyucu sürülmelidir.
5. En sonunda fosil kendisini çevreleyen kayadan tamamen kurtulur. Kullanılan asidin ve koruyucunun
tamamen çıkması için fosil tekrar yıkanır.



BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
10 Haziran 2012       Mesaj #3
Mira - avatarı
VIP VIP Üye
Paleontoloji
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi


Eski çağlarda yaşamış canlı varlıkların kalıntılarını (fosiller) inceleyen bilim dalı. İki dala ayrılır:
  • Paleobotanik (bitki fosilleri inceler)
  • Paleozooloji (hayvan fosillerini inceler)
Paleontolojinin botanik ve zoolojiyle olduğu kadar jeolojiyle de yakından ilgisi vardır. Fosiller üzerinde yapılan incelemeler, bir yandan bitkilerin ve hayvanların evrimini ortaya koyarken, öte yandan, fosillerin bulunduğu kayaçların yaşını ve geçmiş jeolojik zamanların iklim koşullarını da (bununla paleoklimatoloji ilgilenir) belirler. Modern paleontolojiyi kuran Fransız bilgini Georges Léopold C.F.D. Cuvier'dir. Eski Mısırlı rahiplerin, Aristoteles, Ksenofon ve Strabon'un da fosilleri üzerinde çalışmalar yaptıkları bilinmektedir. 15. yüzyılın sonlarında ünlü sanat ve bilim adamı Leonardo da Vinci de bu konuda önemli gözlemlerde bulunmuştur. Paleontolojinin belirlemelerine göre, canlılar son derece yavaş bir evrim geçirmiştir. Hayat denizde başlamış, kabuklularla birlikte organik hayat ortaya çıkmıştır. Böceklerin birçoğunun vücut yapısı yüzünden fosillerine zor rastlanır. Yumuşakçaların fosilleri, böceklerinkinden sayıca daha fazladır. Omurgalılar da önce balıklar, sonra kurbağalar, daha sonra sürüngenlerin ortaya çıkması biçiminde bir gelişme göstermiştir. Bütün bunları memeliler izlemiştir. Bitkilere gelince, en eski fosiller, atkuyrukları ve eğreltiotlarıdır. Çiçekler, dördüncü zamanda ortaya çıkmıştır. Memelilerin, nasıl bir evrim sonucunda ortaya çıktıkları, paleontolojinin uzun süre araştırdığı bir konu olmuştur. Memelilere benzeyen sürüngenlerin devasa büyüklükleri göz önüne alındığında bunlardan fare büyüklüğünde bir memelinin evrilmesi pek olası değildir. Bunun yanı sıra daha teknik sorular da ortaya atılmıştır. Bu sorun 1964'te Harvard Üniversitesi profesörlerinden Alfred Sherwod Romer tarafından çözülmüştür. Romer'in, Arjantin'de 200 milyon yıl önce oluşmuş tortul kayaçlar içinde bulduğu Probainognathus jenseni adı verilen bir hayvan fosili bu konuya ışık tuttu. Bir kedi büyüklüğünde olan Probainognathus'ta, yapısı hem sürüngenlerinkini hem de memelilerinkini andıran ikili bir çene mafsalı vardı. Bu buluşla memelilerin evriminde eksik olan halka tamamlanmış oldu.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
theMira
_AERYU_ - avatarı
_AERYU_
Ziyaretçi
2 Temmuz 2015       Mesaj #4
_AERYU_ - avatarı
Ziyaretçi
Paleontoloji
MsXLabs & Büyük L.


Doğu Afrika, K.’de yukarı Nil’in bataklık ovalarından (Sudan Cumhuriyeti), G.' de insanlığın beşiği Limpopo vadisine (Mozambik ile Güney Afrika Cumhuriyeti arasındaki sınır) kadar uzanan alandır.
Tanzanya’daki Oldovvay boğazının yanardağ kökenli tabakalarında ve Etyopya'daki Omo vadisinde insansı fosil kalıntılarının ortaya çıkarılması ve bunların potasyum-argon yöntemiyle tarihlendirilmesi, ilk insanlar konusunun büyük uzmanı profesör Leakey'e, insan türünün öbür primatlardan ayrılma tarihini geçmişin çok daha eski dönemlerine (birçok milyon yıl öncesine) kaydırma olanağı verdi. Australopithecus, Zınjarıthropus. 100 m'lik kalınlıkta Üçüncü Zaman sonuyla geç Yontmataş devri alüvyonlarının katmanlandı- ğı Oldovvay boğazında ortaya çıkarıldı. Oldovvay boğazında, birbirini izleyen tabakalar halinde, prehominiyenlerin ve parahominiyenlerin kemik kalıntılarına ve "çakıltaşı kültürü”nden (düzeltilmiş çakıl- taşı sanayisi) geç Acheul kültürüne ve daha sonrasına kadar uzanan sanayilerin kalıntılarına rastlandı, ilk insanlar, yani kafatası kapasitesi değilse de iskelet çatısı bakımından modern insanlarla aynı çatıya sahip Homo erectus. önce Doğu Afrika'da ortaya çıktı. Homoerectus da (kendisinden önce yaşamış Australopithecus gibi çünkü; Zinjanthropus'un soyu tükenmişti) toplayıcılık ve avcılıkla karnını doyurdu; zekâsının daha gelişmiş olduğu yaptığı araç ve gereçlerden anlaşılmaktadır: düzeltilmiş çakıltaşı evresinden iki yüzlü kesici araçlar evresine geçti. 40 000 yıldan daha eski olarak tarihilendirilen Homo sapiens kalıntıları Omo vadisinde (Etyopya) de ortaya çıkarıldı. Bu bakımdan yürütülmekte olan araştırmaların sonucunu beklemek yerinde olur: yeni buluşlar yapıldıkça veriler yıldan yıla değişmekte ve sorun aydınlığa kavuşmaktadır.

Benzer Konular

7 Mayıs 2014 / Misafir Soru-Cevap