Mimarlığa Yolculuk
Eğer mimarlık eğitimine başlamamışsanız, mimar olmak için yola koyulmak üzere bir adım atmışsınız demektir. Ama yaratıcı bir sevgiyle ve isteyerek yola koyulmazsanız bir yere varamazsınız. Mimar olduğunun ne demek olduğunun farkında olarak, başarmak amacıyla yola koyulmak ile kendini akıntıya bırakmak arasında, hafife alınmaması gereken bir fark var. Nasıl mimar olunacağı konusunda belirli görüşlerim var ama “nasıl iyi mimar olunur?” sorusunun cevabını doğrusu bilmiyorum. Hiç kimsenin de kesin olarak ta bildiğini sanmıyorum. İşin daha kötüsü “iyi mimar “deyiminin tam olarak ne anlama geldiğin ide bilmiyorum. Olsa olsa “iyi tasarım” yapan ya da “iyi binalar tasarlayan mimar” demek olabilir; olabilir ama bu kez de “iyi bina nedir?” sorusu gündeme geliyor. Yeri geldikçe belirteceğim gibi herhangi bir bina ile iyi bina yâda bir bina ile bir mimarlık ürünü arasındaki ayrımı gösteren çizgi nereden geliyor?Bazılarına göre neredeyse iyi mimar yoktur ya da mimarların hepsi kusursuzdur.”herhangi bir çalışma içinde dönüştürücü bir etkinlikle uğraşan herkes bir mimardır.”diyen David Harvey hepimizin mimar ve tanrıya yakın olduğumuzu ayrıca ortaya çıkardığımız kentleşme kargaşası yüzünden kusurlu olduğumuzu söylüyor. Yaratılış efsanesinin değişik, esprili uyarlamalarını da şöyle anlatıyor:”Musevi ve Hıristiyan geleneğinde efsane odur ki tanrı dünyayı yaratmak için altı gün çalışt, yedinci günde dinlendi. Efsanenin aykırı bir uyarlamasına göre ise, mimarları yarattıktan sonra tanrı öyle bir yorgun düştü ki uyuya kaldı ve hala yunamadı. Üstümüzdeki belli belirsiz kızgınlık /tedirginlik halinin nedeni, tanrı’nın uyandığında biz mimarların yaptıklarını görüp, diyecekleri yüzünden duyduğumuz endişe olabilir.
Genellikle, yapma çevremizde var olan ya da olduğu varsayılan tüm olumsuzluklardan mimarlar sorumluymuş gibi söz edilir. Üstelikte bu sorumluluğun sınırları, ketleşmeden tutunda basit bir kapı kolunu kilit takımına bağlayan metal çubuğa takılan ve birazcık uzun oluğun da ele batabilen çiviye kadar uzanabilir. Oysaki kentsel çevrenin sağlıklı ve yaşanabilir olmasının en önemli ve etkili bileşeni olan altyapı ile altyapımın cadde, sokak, yay kaldırımı, elektrik direği gibi her an bir arada olduğumuz unsurlarının gelişi güzel kalitesiz ve yetersiz yapılması nedeniyle yaratılan tehlikelerde ve çirkinliklerde mimarların hiçbir sorumluluğu yoktur. Hatta bu gelişi güzel uygulamalardan şehir plancıları da sorumlu tutulamazlar. Çünkü altyapı yapmaktan sorumlu kurumlardan birileri gelip veya kaldırımların geniş ligine aldıramadan kaldırımın orta yerine elektrik direklerini dikiverir, sonra başka birileri arada kalan boşluklara ağaçları, bir başkaları tesisat bacalarını ve bacaların çıkıntılı demir kapaklarını yerleştiriverir. Başka birileri de, zaten yayalara yürüyebilecekleri yer kalmamış olan bu daracık kaldırımlara araba çıkmasın diye betondan yapılmış mantarları yerleştiriverir. Öte yandan plansız ve kaçak yapılaşmaya göz yuman ya da teşvik edenler de mimar değildir. Planlı gelişmiş kentsel alanlardan daha çok rant elde edilmesini sağlamak amacıyla, kat adetlerini artırarak altyapılara kaldıramayacağı yükler yükleyip bu alanları yaşanmaz hale getirenler de mimarlar değildir. Hele, binalarda otopark yapma zorunluluğunun paraya çevrilip binaların otoparksız bırakılması sonucunda yol veya yaya kaldırımlarının araba deposu, trafiğin ise keşmekeşe dönüşmesinde de mimarların ciddi bir rolü olduğunu sanmıyorum.
Kaldı ki, ülkemizdeki mimarların yüzde kaçının, tasarladıkları binaların tüm detaylarını da yapma ve yapılanları denetleme şansına sahip olabildikleri göz önüne alındığında, tasarımını ve projesini yaptıkları binaların bile ne kadarından, ne kadar sorumlu tutulabilecekleri düşünülmeye değerdir. Buna karşın, açık yürekle söylemek gerekir ki, biz mimarların kendimizi sorumlu tutmamız gereken temel sorun, mesleğimize yeterince sahip çıkabilmemizi önleyen engelleri belirleyip ortadan kaldırmak için gerekli çabayı gösterememiş ve bu nedenle daha iyi yaşamsal çevrelerin elde edilmesine olanak sağlayamamış olmamızdır.
Uluslar arası bir konferansta, Cristopher Alexander, geçmiş bir zamanda Teksas’taki bir üniversitenin mimarlılık bölümünün eş değerlilik kriterlerine uygun olup olmadığını belirlemek amacıyla kurulan bir akreditasyon komitesinde aldığı bir görev nedeniyle yaşadıklarını anlatmıştı. Komitenin üniversiteyi ziyaretinde kendisi, mimarlık bölümündeki öğrencilerle görüşmeler yapmış ve her birine, iyi bina ile kötü bina arasındaki ne fark oğlunu bilip bilmediklerini sormuş. Her öğrenciden aynı yanıtı,”Hayır” yanıtını almış, Öğrencilerin hiç biri iyi bina ile kötü bina arasında ne fark olduğunu bilmiyorlarmış. Aldığı bu yanıtlar üzerine Alexander, söz konusu bölüme eşdeğerlik belgesi verilmesi gerektiğini, çünkü bu bölümdeki öğretim üyelerinin öğrencilere bu bilgiyi vermediğini öne sürmüş. Bu girişimine karşın söz konusu belgenin verilmesine engel olmadığını belirten alexander, mimarlık öğrencilerinin bir binanın ötekinden daha mı iyi yoksa daha mı kötü olduğunu anlamalarına nasıl yardımcı olunabileceği sorusunu ortaya atmış ve asıl trajedinin, yirminci yüzyılın ikinci yarısında hakim olan mimarlık düşüncesine göre, bu soruyu sormanın neredeysen bütünüyle reddedilmesinden kaynaklandığı ileri sürmüştü. Bu sorunun çözümünü de tartışan alexander, sade bir anlatımla, hedefin daima yaşayabilen bir strüktür yaşayabilen bir yapısal kurgu elde etmek olduğunu söylüyordu. Bunu elde etmenin yolunu ise, gözlemcinin değişik yapısal kurgular ile kendi ruhun arasındaki yakınlığın derecesinin belirleyebileceğini ileri sürüyordu. Bizlerin, yani mimarlarında yaşantıya ve görgüye dayalı bu konulara odaklanmamızı sağlayacak şeyin deneysel yöntemler olgunu açıklıyordu. Ayrıca binaları yaşatan strüktürün / yapısal kurgunun / ne olabileceği sorusuna da değinen alexander bunun çevreyle ilgili bir özelliğin, sosyal bir özelliğin ya da taşıyıcı sisteme ilişkin bir özelliğin yansımaları olabileceğini belirtiyordu.
Yapı yapmanın, yeryüzündeki maddelere şiddet uygulamak ve çevrenin davranışıyla doğal görünümünü değiştirmek olduğunu ileri süren lgnasi de sola ve morales rubio, iyi mimarlığın anlaşmazlıklarını çözdüğünü, bileşenlerine ayırdığını ya da en aza indirdiğini, kötü mimarlığın ise az ya da çok bir dereceye kadar gerilimleri ve anlaşmazlıkları kızıştırdığının bile görüldüğünü iddia ediliyor.
Belli bir ortak kültürünün belirleyici değerlerinden söz etmenin olanaksız olduğu, sürekli bir biçimde değişik düşünceyi, değişik bir anlayışı, değişik bir mimarlığı, değişik teknolojilerle değişik ve yeni malzemeleri özendiren bir çağda, neyin doğru neyin yanlış, neyin iyi neyin kötü, neyin değerli neyin değersiz olduğu nasıl saptanır?
Mimarlıkta ürünün iyimi kötümü olduğu ya proje üzerinde ya da kullanım sürecinde yapılan değerlendirmelerle belirlenmeye çalışır. Değerlendirme alanı çoğu zaman nesnel biçimde ölçülen ve elde edilen sonuca dayandırılarak değerlendirilenlerle nesnel olarak ölçülemedikleri için öznel olarak değerlendirilenlerin karşı karşıya gelebildikleri bir alandır. Mimarlara gelince… Mimarın değerlendirilmesinde genellikle iki ağır ölçüt öne çıkar. Bunlar, mimarın mesleğine saygısını ve mesleğiyle ilişkilenme biçimini belirleyen kişilik değerleri ve tasarladığı ürünlerde üretebildiği değerlerle fiziksel ve toplumsal çevreye yaptığı katkılardır.
Pritzker ailesi tarafından 1979 yılından bu yana, her yıl yaşayan bir mimara verilmekte olan pritzker mimarlık ödülü’nün amacı, ödüllendirecek mimarların seçimindeki temel kriteri de belirliyor. Pritzker Mimarlık ödülü’nün amacı, yaptığı eserlerle yetenek, vizyon ve inandığı fikirlere bağlılık gibi niteliklerini bir bütün olarak sergileyen ve mimarlık sanatı aracılığıyla insanlığa ve yapılı çevreye tutarlı ve anlamlı katlılar sağlamakta olan bir mimarı onurlandırmaktır. Pritzker Mimarlık ödülü,2002 yılında Avusturyalı mimar Glenn Murkutta’a verildi. Ödülü veren jürinin başkanı j.carter Brown, jürinin yaptığı seçim sonucunda ödülün murkutta verilmesinin gerekçesini şu anlamlı sözlerle açıkladı:”Glenn Murkutt, günümüz mimarlık ortamında kendine özgü, tamimiyle benzersiz bir yerdedir. Ünün sabit fikir haline geldiği bir çağda, yıldız mimarlarımız büyük kadrolar ve halkla ilişkiler ağıyla desteklenmektedir. Bu durumla tam bir çelişki halinde, Glenn Murkutt, dünyanın öbür ucunda tek kişilik bürosunda çalışmaktadır, Kapısındaki uzun müşteri kuyruğuna karşın her projeye karşın her projeyi en iyi biçimde çözme uğraşı içindedir. Duyarlılığını çevreye ve yerelliğe içtenlikle, dürüstlükle, sanatın gösterişli ürünlerine yönelmeden dönüştürülebilen yenilikçi bir mimari teknik adamıdır.
Pritzker Mimarlık ödülünün amacı, son derece sade açık ve anlamlı bir şekilde anlatılmıştır. Öncelikle her yıl, yaşamakta ve mesleğini başarıyla sürdürmekte olan bir mimarın onurlandırılması amaçlanmıştır. Onurlandırılmaya değer görülecek mimar sahip olduğu üstün nitelikleri ve sanatsal gücünü, insanlığa ve yapılı çevreye değer ve anlam kazandıracak tutarlı eserler üretmek için kullanan ve niteliklerini bir bütün olarak eserleriyle ifade edebilen mimarlardan biri olacaktır.2002 yılında, jürinin yaptığı değerlendirme de ise, amacın ortaya koyduğu kriterlerin yanı sıra Glenn Murkutt’un kişiliğinin ve meslek ahlakı ile ilgili niteliklerinin de büyük bir övgüyle dikkate alındığı görülüyor.
Gelin biz, eserleriyle kendilerini kanıtlamış en iyi mimarları bir kenara bırakalım ve sadece mimar olabilmek için öngörülmüş niteliklere bir göz atalım.1985 yılında Avrupa da yapılan ortak bir çalışma sonucunda mimarlık eğitiminin üniversite düzeyinde bir eğitim olmasına, kurumsal ve kılgısal konulara eşit ağırlık verilmesine karar verilmiş ve her mimarlık eğitiminin aşağıda sıralanan kazanımları garanti etmesi öngörülmüştür.
- Hem estetik hem de teknik istekleri karşılayabilen mimari tasarımlar yaratma yeteneği.
- Mimarlık ve ilgili sanatlar teknolojiler ve insan bilimleri aralarında yeterli bilgi
- Mimari tasarımın niteliğinde rol oynayan bir etken olarak, güzel sanatlar bilgisi
- Kentsel tasarım, planlama ve planlama sürecindeki karmaşık becerilerle ilgili yeterli bilgi.
- İnsanlarla ve binalar ve çevreleri arasındaki ilişkiyi binalarla binalar arasındaki mekânları, insan ihtiyaçlarıyla ve ölçeğiyle ilişkilendirme ihtiyacını kavrama;
- Özellikle toplumsal faktörleri ele alan kısa raporların hazırlanmasında, mimarlık mesleğini ve mimarın toplumdaki mesleğini kavrama;
- Bir tasarım projesi için inceleme ve rapor hazırlama yöntemlerini kavrama;
- Bina tasarımı ile ilişkili olarak strüktür tasarımı, yapı ve mühendislik problemlerini kavrama;
- İç konfor koşullarını ve iklime karşı korumayı sağlamaya yönelik olarak fiziksel problemlere, teknolojilerine ve binaların işlevine ilişkin yeterli bilgi;
- Maliyet faktörü ve imar kurallarının belirlediği kısıtlamalar içinde kullanıcı isteklerini gerçekleştirmeye yeterli bir tasarlama yetkisi;
- Tasarlama konseptlerini binaları dönüştürürken veya planları kapsamlı planlarla bütünleştirirken işin içine sokulması gereken endüstrilere, organizasyonlara, kurallara ve prosedürlere ilişkin yeterli bilgi;
Bir eğitim kurumunun öğrencilerine belirli bir kazanımları garanti etmesi ne anlama geliyor? Kazanım, bireyin kendi isteği, girişimi, çabası, yeteneği, becerisi ve çalışması olmadan elde edilebilir mi? O halde, eğitim kurumu ortamı yaşantıları ve gerekli hizmetleri sağlamayı ve de sağlanan tüm olanaklara karşın söz konusu kazanımları elde edemeyen öğrenciye diploma vermemeyi garanti edecektir.
Kazanımları elde etmek ise, ancak öğrencinin bu zorlu yola koyulması ve engelleri aşması ile gerçekleşebilir. Söz konusu kazanımlar ne miras yoluyla bir anda gelir nede piyangodan çıkar. Bu yolda güçlükler ve engeller vardır, şiddetleri ve size yapacağı etkiler, büyük ölçüde sizin altyapınıza, yani sahip olduğunuz yeteneklere ve geçmişteki kazanımlarınıza bağlıdır, ama bundan yılmamak, aksine bernand Shaw’un şu sözüyle yüreklenmek gerekir:”Eğer yürüdüğünüz yolda güçlük ve engel yoksa bilin ki o yol sizi önemli bir yola ulaştırmaz.