Arama

Biyoloji ile İlgili Makaleler, Araştırmalar - Sayfa 3

Güncelleme: 21 Şubat 2015 Gösterim: 42.054 Cevap: 32
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
18 Ocak 2012       Mesaj #21
Avatarı yok
Yasaklı
Rus Bilim Adamlarının Büyük Keşfi

Sponsorlu Bağlantılar
resizephpxs

Rus bilimadamlarının kısa süre önce Sibirya'nın daimi donmuş toprağı altında keşfettiği yeni bir tür bakterinin, yaşlanmayı yavaşlatabileceği ortaya çıktı.

Rusya Bilimler Akademisinden yapılan açıklamaya göre, laboratuvarda yapılan deneylerde, “Bacillius F” adlı bakterilerin, bu organizmaların enjekte edildiği farelerin yaşlanmasını yavaşlatabildiği görüldü.

Teste tabi tutulan farelerin, kontrol grubundakilerden daha uzun süre yaşadıklarının belirlendiğini belirten Rusya Bilimler Akademisi yetkilileri, elde edilen sonuçları “Etkileyici” diye niteledi.

Rus bilimadamları, enjekte edilen bakterilerin, farelerin doğal savunma sisteminin güçlendirilmesini sağladığını belirterek, “İlk anda, bağışıklık ve bağışıklığın harekete geçme hızını artırıyor” dedi.

Deneylerin, teste tabi tutulan farelerin metabolizmasının yüzde 20 ila yüzde 30 hızlandığını vurgulayan Rus araştırmacılar, bakterilerin ayrıca, yaşlılığa bağlı körlüğün azaltılmasına yardımcı olabileceğinin altını çizdi.

Rus akademisi, kaç farenin teste tabi tutulduğunu belirtmezken, sonuçların güvenilir olması amacıyla deneylerin çok sayıda kobay ile yapıldığını bildirdi.“Bacilluis F” bakterisinin sıcaklıkların çok düşük olduğu Doğu Sibirya'daki Yakutistan'da keşfedildiği ve ancak sıfırın altında 5 santigrat derece sıcaklığın altında çoğalabildiği belirtildi.


Kaynak:Gençbilim(18 Ocak 2012,10:43)

Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
21 Şubat 2012       Mesaj #22
Avatarı yok
Yasaklı
''DNA"da Önemli Buluş

Sponsorlu Bağlantılar
fileashxk

Özel bir İngiliz şirketinin geliştirdiği yeni teknoloji sayesinde artık hayatın yapı taşları olan DNA dizilimleri günler yerine saatler içinde saptanabilecek.

Yeni teknoloji DNA'ları laboratuvara götürmeden yerinde test etme ve HIV veya sıtma gibi hızla mutasyona uğrayan bulaşıcı hastalıkların DNA yapılarını belirleyerek nasıl tedavi edilecekleri konusunda çalışma imkanı veriyor.

Yeni buluş sayesinde genetik bozukluklar görüntülenebilecek ve bitkilerde ortaya çıkan genetik mutasyonlar izlenebilecek.

Oxford Nanopore Teknolojileri Şirketi yetkilileri, geliştirdikleri bir DVD oynatıcısı büyüklüğündeki "GridION" adlı sistemden elde ettikleri ilk sonuçları ABD'nin Florida eyaletine bağlı Marco adasında düzenlenen Genom, Biyoloji ve Teknoloji toplantısında bilim dünyasına tanıttı.Şirketin bu sistemikullanan, yeni cihazı bu yılın ikinci yarısında piyasaya sürmesi bekleniyor.

Dünyanın ilk minyatür hale getirilmiş, kullanıldıktan sonra atılabilen DNA dizilimi saptayıcısı olan "MinION" adlı cihazın basına tanıtımının yapılmasının planladığını duyuran şirket yetkilileri, DNA şifrelerini günler yerine saatler içinde çözme imkanı veren küçük bir USB hafıza çubuğu boyutundaki bu cihazın 900 dolardan daha az bir fiyattan satışa sunulacağını belirtti.

Şirketin, Harvard ve California Santa Cruz üniversitelerinden bilimadamlarının işbirliğiyle 3 yıllık bir çalışma sonucu geliştirdiği cihazlar, DNA dizilimlerini hızla okumak için 1995 yılında geliştirilen nanogözenek dizimleme teknolojisinden faydalanıyor.

Bu teknolojiyle bir DNA parçası bir biyolojik gözenek yardımıyla besleniyor ve gözenekten geçen çeşitli DNA tabanları, gözenekten geçtikleri sıradaki elektriksel iletkenlikleri arasındaki farklar belirlenerek tanımlanıyor.

Cihazların, kullanıcıların ihtiyaçlarına göre yeni bir "düğüm" eklenmesine imkan vermek amacıyla birbirine bağlanabilen bilgisayar grupları gibi yapılandırılmış olduğunu anlatan şirket yetkilileri, sistemin başlangıçta bir düğümden oluştuğunu kaydetti.

İç çapları metrenin milyonda biri büyüklükteki 2000 nanogözenekten oluşan başlangıç sistemindeki düğümlerden her biri, DNA'ları saniyede yüzlerce kilobazlık bir hızla okuyabilecek kapasitede bulunuyor.

Şirketin Üst Yöneticisi Gordon Sanghera, gelecek yıl ise her biri 8000 nano gözenekten oluşan düğümleri satışa sunacaklarını kaydederek bu düğümlerin 20 tanesinin birbirine eklenmesi durumunda tüm bir insan genomunun şifresinin çözülmesinin teorik olarak sadece 15 dakika içinde mümkün olabileceğine işaret etti.

Şirketin baş teknoloji yetkilisi Clive Brown da teknolojinin yüzde 4'lükbir hata payıyla çalıştığını, ancak sistem piyasaya sürülene kadar hata payını yüzde bire indirerek mevcut sistemlerle daha iyi rekabet eder hale getireceklerini söyledi.

Brown nanogözenek sisteminin, basit moleküllerde gerçek zamanlı dizilimi çok düşük bir fiyata saptama ve DNA'ya zarar vermemesi nedeniyle de teorik olarak aynı molekül üzerinde defalarca analiz yapabilme gibi potansiyel avantajlarının bulunduğunun altını çizdi.


Kaynak:BBC Türkçe/CNN(20 Şubat 2012,15:52)

Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
30 Nisan 2012       Mesaj #23
Avatarı yok
Yasaklı
'Genetik Dehası' Türkiye'yi Dünya İkincisi Yaptı

Amerikan ve Avrupa Genetik Topluluklarının uluslararası düzeyde düzenlediği 'DNA Yarışması'na katılan Türk öğrenci Korhan Özgün 'genetik' üzerine yazdığı makalesiyle dünya ikincisi oldu.Özgün'ün, 'Bin euronun altında bir fiyata tüm DNA'nızın sekanslanmasını ister miydiniz?' sorusuna karşılık yazdığı makale, dünyanın en ünlü genetikçilerinin beğenisini kazandı.

Bilkent Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Tayfun Özçelik; James D. Watson ve Francis Crick'in 28 Şubat 1953'te DNA'nın ikili sarmal yapısını keşfederek Nobel tıp ödülüne layık görüldüğünü ve keşfin makalesinin 25 Nisan tarihli Nature dergisinde yayımlandığını belirterek bu nedenle 2003 yılından bu yana haftanın dünya genelinde DNA Day olarak isimlendirildiğini açıkladı.

Amerika ve Avrupa Genetik Toplulukları'nın 2008'den itibaren lise öğrencileri arasında düzenlediği 'DNA Yarışması'nın sonuçlarını da 25 Nisan'da açıkladığını bildiren Özçelik, bu yılki yarışmada Türk öğrenci Korhan Özgün'ün dünya ikinciliğine layık görüldüğünü aktardı.

Binlerce öğrencinin katıldığı yarışmada öğrencilere 'epigenetikle ilgili düşünceleriniz nedir?' ve 'bin euronun altında bir fiyata tüm DNA'nızın sekanslanmasını ister miydiniz?' sorularına karşılık makale yazmalarının istendiğini anlatan Özçelik, şunları söyledi:

"Avrupa liselerinden 14-18 yaş gurubu binlerce öğrencinin katıldığı yarışmaya Türkiye'den de 20 kişi katıldı. Korhan Özgün, yarışmanın dünya ikinciliğine seçildi. Avrupa'nın en zeki öğrencilerinin katıldığı bir yarışma bu. Özgün'ün başarısı çok önemli. Gelecekte genetikle ilgili bir bölümü seçerse dünyanın en iyi üniversiteleri yalnız bu dereceyi elde ettiği için bu Türk öğrencinin peşinde olacaktır.''Özçelik, Özgün'ün ödülünü Haziran'da Almanya'da Avrupa Genetik Topluluğu'nun açılış töreninde 2 bin kişinin önünde alacağını belirtti.

Korhan Özgün ise yaptığı açıklamada genetiğe ilgi duyduğunu belirterek, ''Kanada'da eğitim almak istiyorum. Çalışmak istediğim alanlar arasında genetik de olacak. İleride HIV virüsü ve kanser için aşı geliştirmek istiyorum'' dedi. Özgün makalesinde, DNA dizisinin yapılması halinde karşılaşabileceği olumsuzlukları sıraladı. Genetik haritanın yanlış okunmasıyla ve risk faktörlerini önceden bilmesiyle sürekli tedirginlik yaşayabileceğine işaret eden Özgün, ''Ömrüm kısaysa bunu bilmek isterdim. Ölmeden önce yapmak istediğim çok uzun bir liste var'' ifadelerini kullandı.


Kaynak :Ntvmsnbc-Ajanslar / Nature (29 Nisan 2012,13:02)
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
13 Haziran 2012       Mesaj #24
Avatarı yok
Yasaklı
Proteinlerin Birleşmesini Görüntülemede Yeni Adım

Biyoloji ile İlgili Makaleler, Araştırmalar

Biyomühendislere nanoteknoloji uygulamaları için yeni moleküler makinelerin tasarımını dizayn etme olanağı Montreal Üniversitesi araştırmacılarıdan geldi.

Bilim insanları, proteinlerin birleşmelerini görüntüleyecek yeni bir teknik geliştirdiler. Bu belki de Alzheimer ve Parkinson gibi hastalıklarda moleküler birleşmedeki hatalara sebep olan yapıları anlamada önemli bir teknik olabilir.

‘’Hayatta kalmak için bakteriden insana bütün canlılar, binlerce atomdan meydana gelen nanomekanizma proteinleri gözlem ve değişim için kullanıyorlar,” Bu ifadeler Biyokimya Bölümünden uzman yazar Prof. Stephen Minchnick ‘ a ait. “ Örnek olarak, bizim sinüslerimizde farklı koku moleküllerinin varlığında aktif olan kompleks reseptör proteinler mevcuttur. Bu kokulardan bazıları tehlikeye karşı bizleri uyarırken diğer taraftan yakınlarda yemek olduğunu haber ederler.” Çalışan bir nanomekanizmada, proteinler; milyonlarca yıl boyunca çok hızlı bir şekilde değişen uzun lineer (doğrusal) amino asit zincirlerinden meydana gelir. “ Bu lineer zincirlerin astronomik sayılardaki olası formlarda nasıl doğru yapıda birleştiğini anlamaya çalışmak biyokimyanın ana zorluklarından birisi olsa gerek.”

“Proteinin lineer zincirden kendine özgü birleşmiş yapısına kadar nasıl yol aldığını anlamak için; her birleşme anındaki şeklinin resmini yakalamamız gerekiyor.” Bu sözler çalışmanın ilk yazarı olan Dr. Alexis Vallée-Bélisle ’e ait. “Ama problem şu ki; her evre oldukça kısa bir süre için ortaya çıkıyor ve küçük zaman oranları içinde bu koşullarda kesin yapı bilgisini bize sunan kullanılabilinir bir teknik mevcut değil. Biz, entegre floresan nokta sondalarıyla proteinin lineer protein zincirleri boyunca birleşmesini görüntüleyecek bir strateji geliştirdik. Böylece, her evredeki protein birleşimlerinin yapılarını adım adım son yapıya kadar tesbit edebiliyoruz.”

Bu araştırma Natural Sciences and Engineering Research Council of Canada and Le fond de recherché du Québec, Nature et Technologie. The article, "Visualizing transient protein folding intermediates by tryptophan scanning mutagenesis," tarafından desteklendi ve Nature Structural & Molecular Biology’ de yayınlandı.



Kaynak : ScienceDaily (10 Haziran 2012)
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
14 Haziran 2012       Mesaj #25
Avatarı yok
Yasaklı
Şekil Değiştiren Zar

pr03jun12m

Retrovirüs yapısında potansiyel açıdan değerli bir aşama kaydedildi.

Heidelberg'de (Almanya) bulunan Avrupa Moleküler Biyoloji Laboratuarı’ndaki bilim adamları (EMBL), retrovirüslerdeki genetik materyali saran zarın detaylı yapısını açığa çıkardı. Böylece HIV (aids) gibi önemli virüslerin potansiyel açıdan çok değerli hayat döngüleri, form değiştirirken gözlenmiş oldu.

Araştırma Nature dergisinde yayınlanarak, virüslerin bu kısımlarındaki bilgilerin, geleceğin potansiyel ilaç üretimine hedef olabileceği belirtildi. Özellikle retrovirüslerde genetik materyali protein zarla muhafazalıdır ve bu membranla kaplıdır. Hedef hücreye girdikten sonra örneğin; HIV virüsünde olduğu gibi bağışıklık sistemine girdikten sonra kendini kopyalar ve kendinden pek çok kopya yapar, bu da virüsün karmakarışık ve hücresel parçalarıyla olgunlaşmamış virüsü oluşturur.

pr03jun12bm

“Konak hücreden bütün gerekli birleşenler bir araya getirilerek olgunlaşmamış virüsü oluşturur, sonrasında bu da olgunlaşmış virüsü oluşturup, diğer hücreleri enfekte eder.” diyor, EMBL'de araştırmanın yöneticisi John Briggs. ”Virüsü bu dönüşümü yaptığı zaman gözlemledik ve zarların üstlendiği bu görev düşündüğümüzden daha farklı çıktı.”

Hem olgun hem de olgunlaşmamış virüs zarları balpeteği şeklinde örülmüş altıgen şeklinde ünitelerden oluşuyor. Briggs ve meslektaşları, anahtar protein parçalarının birbirlerine kenetlenerek balpeteği şeklinde olgunlaşmamış kabuğunu oluşturduğunu elektron mikroskop ve bilgisayar temelli metodları birlikte kullanarak tesbit etti.

Bunlar çok farklı parçalara dönüşerek ana zarı oluşturuyor. Bu bilgi, bilim adamlarını olgunlaşmamış virüslerin hücre içinde nasıl birleştiğini ve zar proteinlerinin birinden diğerine, kendi kendine nasıl yeniden düzenlendiğini anlamalarında aydınlatacak.



Kaynak : EMBL / Nature (03 Haziran 2012)
_AERYU_ - avatarı
_AERYU_
Ziyaretçi
3 Kasım 2012       Mesaj #26
_AERYU_ - avatarı
Ziyaretçi
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
10 Kasım 2012       Mesaj #27
Avatarı yok
Yasaklı
Beynimiz Bir Kavanozda Ne Kadar Yaşayabilir?

Bilim adamları kedilerin, köpeklerin ve maymunların beyinlerini ayırdı ve bir şekilde bu beyinleri kısa bir süre canlı tuttu. Ancak, memeli hayvanlarda yapılan en başarılı “tam-beyin deneyi” 1980’li yılların ortasında gerçekleşmiştir. New York Üniversitesi Langone Tıp Merkezi’nde çalışan bir sinirbilimci olan Rodolfo Llinás, bir hint domuzu beynini bir iş günü boyunca sıvıyla doldurulmuş bir kapta canlı tutmanın bir yolunu bulmuştur.

Öncelikle, Llinás ve meslektaşları hayvana anestezi uygularlar ve göğsünü açarlar. Daha sonra çıkan aorta soğuk salin enjekte ederek beynini soğuturlar. Beyni kafatasından çıkardıktan sonra, araştırmacılar beyni bir iplikle tankın en alt kısmına bağlarlar ve etrafını cam boncuklarla kaplarlar ki böylece beyin kaymamış olur. Direk olarak omurga atardamarından birine şeker, elektrolit ve çözünmüş oksijenden oluşan bir solüsyon enjekte ederek beyni canlı tuttular. Hint domuzları bu deney için doğru hayvan olmuştur çünkü omurga atardamarlarına kolaylıkla ulaşılabilir ve beyinleri tutulabilecek kadar küçüktür ama aynı zamanda da parçalanmayacak kadar büyüktürler.

Llinás’ın deneyi beynin elektrotlarla dürtülmesini, ilaç enjekte edilmesini ya da diğer bir söylemle beynin dokunulmamış tüm bölümlerinin her açıdan incelenmesine olanak sağlar. Ancak bu metodu kullanan yalnızca bir avuç dolusu laboratuvar kalmıştır. Bunun yerine bir çok fizyolojist yaşayan hayvanlar ya da bir kavanozda canlı tutulan bir parça beyin dokusuyla deney yapmayı tercih etmektedir. Metodu İtalya’da öğrenen ancak uygulamayı reddeden Alberta Üniversitesi sinirbilimcisi Clayton Dickson,“ Deney zor ve beyin çalışmaları için örnek sistem olabilmesi için çok pahalı,” der ve “Deneyin sürdürülebilmesi için kendini adayan, devamlılık sağlayabilecek azimli bir araştırma ekibi gereklidir,” diye ekliyor.



Kaynak : POPULAR SCIENCE (06 Kasım 2012)
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
30 Kasım 2012       Mesaj #28
Avatarı yok
Yasaklı
Nano Parçacık ve Kanser Savaşları

neuroblastoma

Yeni geliştirilen bir nano parçacığın, çoğunlukla çocuklara saldıran ölümcül bir kanser türü üzerinde kemoterapi tedavisinin etkisini artırdığı keşfedildi.

Otonom sinir sistemi üzerinde görülen ve Nöroblastom adı verilen bu tümör oldukça sert bir kemoterapi süreci gerektiriyor ve tedavi sonunda hastaları birçok sağlık problemi ile baş başa bırakıyor. Bu yüzden Sidney'de bulunan New South Üniversitesi içerisinde yer alan Avustralya Nanotıp Merkezi'ndeki araştırmacılar kemoterapi etkisini azaltabilecek her türlü ek tedavinin hastayı daha da iyi duruma getirebileceği düşüncesindeler.

Araştırmacılar bu nedenle kanserli hücrelere nitrik oksit (NO) enjekte ederek onları öldüren nanometrik boyutlarda bir parçacık geliştirdiler ve parçacığın etkilerini laboratuarda oluşturdukları kültür ortamında çoğalttıkları kanserli nöroblastom hücreleri üzerinde denediler. Bu çalışma daha sonra Chemical Communications adlı dergide yayımlandı.Çalışmayı yürüten araştırmacılardan kimya mühendisi Dr. Cyrille Boyer Discovery News'a yaptığı açıklamada parçacıkların genişliğinin 20 nanometreden az olduğunu, dış kısımlarının hedef hücreye bağlanan moleküllerle kaplı bir polimerden oluştuğunu ve kanserli hücreye girdikleri anda bu dış kabuğun çözünerek nitrik oksidin hücre içerisine enjekte edildiğini belirtti.

Bu çalışmadaki asıl amaç kan serumunda stabil halde kalan fakat kanser hücreleri içerisine girdiklerinde dağılarak etkilerini göstermeye başlayan parçacıklar oluşturmaktı. Çünkü nitrik oksit bir gazdı ve kanda açığa çıktığında çok hızlı bir şekilde çözünüp dağılarak hedef alınan kanser hücreleri üzerinde istenilen etkiyi sağlayamayacaktı.

Boyer ve çalışma arkadaşları, nitrik oksidin kanserli hücrelere saldırarak onları öldürmesi ile birlikte normalde hastalara uygulanması gereken kemoterapi tedavisinin beşte birinin bile yeterli olacağını keşfettiler. Bu etkinin sadece kültür ortamında geliştirilmiş kanser hücreleri üzerinde test edildiğini hatırlatan Boyer, nano parçacıkların yaşayan organizmalarda yer alan gerçek kanser hücrelerinde de test edilmesi gerektiğini, bunu da öncelikle fareler üzerinde deneyeceklerini ekliyor. Bu çalışmanın ardından nöroblastom haricindeki diğer kanser türleri üzerinde de testler yapmayı hedefleyen Boyer, tüm bu çalışmaların klinik anlamda kabul edilebilir düzeye gelmesi için bu konuda en azından on yıllık bir çalışmanın devam ettirilmesi gerektiğini söylüyor.



Kaynak : DıscoveryNews / Chemical Communications (21 Kasım 2012,11:59)
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
5 Aralık 2012       Mesaj #29
Avatarı yok
Yasaklı
Yağ ve Şeker Metabolizmasının Günlük Ritmi

metabolikgengunlukritm

Lozan Üniversitesi’nden Nouria Hernandez ve Lozan Federal Politeknik Üniversitesi (EPFL)’nden Felix Naef önderliğinde yapılan bir araştırma, karaciğerde üretilen proteinlerin vücudun günlük ritmine göre faaliyet gösterdiklerini ortaya koydu. Bu proteinlerin düzeylerindeki günlük değişimleri bilmek diyabet ve diğer metabolik hastalıklar için tedavi geliştirilebilmesi açısından büyük önem teşkil ediyor.

Vücudun günlük ritmi örneğin, kıta değiştirince uyku düzenimizin bozulmasına neden olan mekanizmadan sorumlu. Bu ritim aslında tüm memelilerde mevcut ve sadece uyku düzenimizin değil vücut sıcaklığından metabolizmaya kadar vücudun içindeki tüm olayların zamanlamasını düzenliyor. Günlük ritim, fizyolojik açıdan uzun süredir bilinen bir olgu olsa da, moleküler düzeydeki etkileri yeni yeni ölçülüyor. Hernandez ve Naef önderliğinde yapılan bu çalışma, genlerin de vücudun günlük ritmine uyumlu bir şekilde sabah ve akşam farklı şekilde çalıştıklarını gösterdi.

Genler, DNA’yı paketleyen histon proteinleri onlara bağlanmadığı sürece aktif olurlar. Aktif genler önlerindeki DNA dizisine, RNA polimeraz (Pol II) enziminin bağlanmasıyla mesajcı RNA üretilmesini sağlarlar. Bu işleme gen ifadesi denir. Araştırmacılar, fare karaciğerindeki tüm gen ifadelerindeki değişimleri ölçüp, bu değişimlerin sabah ve akşam dalgaları şeklinde gerçekleştiğini gösterdiler. Bu değişim proteinlerin üretim seviyesini de etkiliyor. Karaciğerde gün boyunca üretilen bu proteinler daha sonra yağ ve şeker metabolizmasında da görev alıyorlar.

Bu sonuçlar, sabit sandığımız protein seviyelerinin aslında gün içinde bile ne kadar değişkenlik gösterdiğini ortaya koyuyor. Bu karmaşık sistemi anlamak, metabolik hastalıklara tedavi geliştirilmesinde de yardımcı olacaktır.



Kaynak : PLOS Bıology (02 Aralık 2012)
_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
25 Şubat 2013       Mesaj #30
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
BİYOLOJİDEKİ SON GELİŞMELER


Biyolojik çeşitlilik Dünya üzerinde yaşamın sürdürülmesine olanak tanıyan sağlıklı ve dengeli bir küresel ortamın temelini oluşturur. Bir biyolojik gelişme, biyolojinin tüm çeşitliliğini içerisinde bulundurur. Bu gelişmeler aşağıda ana başlıkları ile anlatılmaktadır.


EVCİLLEŞTİRME SÜRECİ , KÖPEĞİ İNSANLAŞTIRDI :


Köpek, insana şenpanzeden daha benziyor. Bilim adamları köpeğin ilk olarak hangi tarihte ve nerede evcilleştiğini tartışa dursun, son araştırmalar köpeğin iyice insanlaştığı gösterdi. Evcilleşen köpek artık doğuştan mesajları kullanma yetisini geliştirdi. İnsanoğlu yalnızca kendi davranışlarını kavrayan saldırgan olmayan ve sadık türleri evcilleştirerek köpekler arasında doğal ayıklama gerçekleştirdi. Giderek bakıcılık görevi bile üstlenen köpek, sahibinin kan şekeri düştüğünde onu daha dikkatli izliyor ve hasta düzelene kadar yanından ayrılmıyor. 39 kromozom çiftine sahip köpeğin hızlı üreme yetisi sayesinde insanoğlu köpeği çok kısa süre içinde istediği gibi yetiştirebilmişti. Köpeğin insanla yakınlaşması evrim açısından büyük bir başarıyla sonuçlanmıştır. Köpeklerin neden bu şekilde davrandıkları bilimsel açıdan henüz kesin olarak kanıtlanmamışsa da bilim adamları düşük kan seviyesi sırasında salgılanan tipik ter kokusunun köpekler tarafından algılandığını tahmin ediyorlar.


İNSAN ASLINDA BİR BUKALEMUN MU? :


Bazı insanların koyu kazı insanlarınsa açık rengine sahip olmasının sırrı nihayet çözüldü. Dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan insanların deri renkleri güneşin ultraviyole işınlarının soğurulması ve yansıtılması arasında çok hassas bir dengeye göre ayarlanan hayati bir mekanizma var. Deri rengi biyolojik bir gereksinim. Kuzey ülkelerinde yaşayan insanlar sarışın, çünkü sarı saçlar daha fazla ışığın kafatasından içeri girmesini sağlıyor. Ekvatora doğru inildikçe deri rengi koyulaşıyor, çünkü siyah saç ve ten güneş ışığının gereğinden fazla bedenimize girmesini engelliyor. Ten rengi bedenimizde hayati bir madde olan folik asitin yıkılmasını önlemek için koyulaştı. Folik asit bedenimizde sağlam kalarak gelişmekte olan embiryon sinirlerinin gelişmesinde çok önemli rol oynar. Hem biyolojik olarak yaşamsal hem de UV’ye karşı duyarlı. Bir diğer önemli madde olan Melanin, UV ışığını soğurur ve yayar. Deriyi renklendiren pigmentler ile UV arasında bir bağlantı var. Melanin güneş yanığından korumanın yanı sıra folik asit in bozulmasını da önlüyor.


BEBEK OLUŞUMUNUN BÜTÜN SIRLARI AYDINLANDI :


Bilim adamları bir bebeğin büyümesini gün ve gün izleyerek bütün gelişme aşamalarını saptadı ve embiryonun gelişiminde bilinmeyen sırları da ortaya çıkardı. İşte ilk 9 ay hakkında yeni öğrenilen bilgiler. Bebek ana gelişimini ilk üç ay içinde tamamlıyor. Kalp,akciğer ve beyin gibi hayati organların oluşumunu tamamlıyor. İnsan dahil bütün canlıların oluşumunda aynı biyolojik tornavidalar, alet-edevatlar kullanılıyor. Bebeğin sağlığı can alıcı noktalar annenin aldığı hava, içtiği su, aldığı ilaçlar, yediği yemeğin kalitesi, taşıdığı hastalıklar ve geçirdiği zorluklar. Ayrıca çevredeki zehirleyici maddeler. Bütün bunlar bebeğin hastalıklardan arınmış olması için çok önemlidir. Hamileliğin dördüncü günü İlk göze çarpan değişim hamileliğin dördüncü gününde gerçekleşir. Morula adlı 32 hücreli bir parça içi sıvıyla dolu bir çekirdek etrafına birbirinden farklı iki tabakanın oluşmasını sağlar. Blastosist denilen bu küre kütle rahminin duvarına yuva yapar kısa bir süre sonraysa hücrelerin dış tabakası plasente ve amniyon kesesine dönüşürken iç tabakada embiryonu oluşturur. 1. Hafta: Döllenmeden birkaç saat sonra oluşan zigot bir yaşam boyu sürecek olan hücre bölünmelerinin ilkine başlar. Bir hafta sonra hücrelerden oluşan bir küme, kendini rahim duvarına bağlar. 23. Gün: İlk gelişen, kendi üzerinde katlanarak embiryonun sırtında bir tüp oluşturan sinir sistemi olur. 32. Gün: Gelincikten daha büyük olmayan embiryondan kalp, gözler ve kas damarları oluşur. Beyin, hücrelerin dizildiği oyuklardan oluşan bir labirenti andırırken gelişen kollar ve bacaklar yüzgeçlere benzer. 40. Gün: Bu dönemde embiryon; bir fiil, domuz veya tavuk embiryonlarından farklı gözükmez hepsinde kuyruk, sarı kese ve temel solunum organları bulunur. 42. Gün: Embiryon artık koku duyusunu geliştirmeye başlar eller birbirinden kaba şekilde ayrılmış parmaklar belirginleşir. Boyutları embiryon,ilk 3 aylık dönemde hızla gelişir 12. Haftayla birlikte minyatür boyutlarda da olsa bir çok vücut sistemi bulunur. 52. Gün: Üzüm tanesinden çok büyük olmayan fetüs, artık burun deliklerine ve pigment leşmiş gözlere sahiptir. Gelecek 4 ay boyunca göre sinirleri oluşacağından fetüs, görme duyusunu kullanamayacaktır. 54 Gün: 2 ay sonunda yapılmasının büyük bir kısmını tamamlamıştır. Fetüsün tüm organları yerlerini almış gelişmeyi beklemeye başlar. Beyin hala herhangi bir bilişsel fonksiyona sahip olmayan hücre topluluklarından ibaret olan beyin, yeni oluşan kafatası içinde yer alır. Kalp: Fetal kalp bir yetişkin kalbin yalnızca %20 si oranında kan pompalasa da, kapakçıklara, 4 farklı odacığa ve şanta sahiptir. Mide: Annenin besin zengini kanı sayesinde mide doğumdan önce sindirim gerçekleştiremez. Göbek bağı: Başlangıçta bir saç teli boyutlarında olan göbek bağı embiryonu annenin plasentasına bağlamak için genişler ve gelişen bağırsakları içine alır. Yemek borusu: 4 hafta sonunda boru, nefes alma organlarından ayrılır ve sonunda da ağzı mideye bağlar. Böbrekler: artık böbrekler maddeleri kandan ayırmaya başlar 4. Haftadan itibaren tomurcuklanmaya başlayan akciğerler, ufak tüplere dallanmaya doğumdan sonra bile devam eder. Omurlar: bir kolyedeki inciler gibi omurgaya ait bu bölümler, daha sonra beyni vücudun geri kalan kısmına bağlayacak olan sinirlerle birbirlerine bağlanırlar. Karaciğer: doğuma kadar kırmızı ve beyaz kan hücreleri pompalayan karaciğer doğumla birlikte gerçek işlevine kavuşur. 84. Gün: hala plesenta içinde korunan fetüste küçük bir göğüs kafesi ve gözler ve kulaklar bulunur. Fetüs artık parmaklarını bile emmeye başlar. 7. Ay: İçeride ve dışarıda gelişim neredeyse tamamlanmıştır. Tırnaklar görünür ve beyin vücut sıcaklığını, ritmik solunumu ve böbreklere ait gerilmeleri kontrol etmeye başlar. 8 Ay: Depolanmış olan yağ, fetüsü dış ortamdan ayırır ve enerji kaynağı görevi görür. Giderek azalan alan, fetüsün ellerini ve ayaklarını gövdesine doğru çekmesine neden olur. 9 Ay: Bebek artık, spiral CT tarayıcısına sokulan annenin doğum kanalından çıkarılır.


ÇOCUĞUNUZ KIZ MI OLSUN ERKEK Mİ? :


Bebeğin cinsiyetini anne mi yoksa baba mı belirliyor? Bilim adamları hangi koşulların çocuğun cinsiyetinde baskın rol oynadığı konusunda çeşitli teoriler ortaya attı. Birçoğumuz çocukların cinsiyetinin şans işi olduğunu düşünürüz. Kız veya erkek mi olacağı eşit olasılıklarla karar verilen rastlantısal bir işlemdir. Bilim adamları ise doğanın, sadece yazı tura atmadığına inanıyor. Bilim adamlarını buna inanmaya iten birçok olay var.
• Araştırma sonuçları, doğan erkek sayısının kadınlardan biraz daha fazla olduğunu gösteriyor.
• Her 100 kıza karşılık 106 erkek
Bunun yanında daha ilginç bulgularda söz konusu.
• Başkanlar ve lordlar gibi yüksek konumdaki erkeklerin erkek.
• Dalgıç test pilotları ve marangozlarınsa kız çocuğa sahip olma eğilimleri daha fazla.
• Mevsim normallerinin üzerindeki sıcaklarda daha fazla erkek dünyaya geliyor.
• Yaşlı erkeklerin ve baskın altındakilerin kızları oluyor.
• Her savaş döneminde ve sonrasında ise etrafta düzinelerce erkek çocuk dolaşıyor.
Tüm bu sonuçlar; erkeklerin bazı durumlarda erkek çocuk sahibi olama olasılıklarının daha fazla olduğunu gösteriyor. Bu yıl yapılan araştırma ise günde 20 den fazla sigara içen ebeveynlerin oğul sahibi olma olasılıklarının %45, hiç sigara içmeyenlerin ise %45 olduğunu belirlediler. Bilim adamları; ebeveynler farkında olmadan çocuklarının cinsiyetini belirleyebilir mi? Sorusu hala yanıtını arıyor.



ZEKADA BALIK TEORİSİ :


Aklımızı deniz kenarında bulmuşuz! Bilim adamları insanoğlu zekasının gizini buldu: balık, şempanze beyinli atalarımız istakoz, midye, karides ve diğer deniz ürünlerini tercih etmelerinden ötürü, şimdi dünyayı yöneten akıllı yaratıklara dönüşebildik. Bu şaşırtıcı fikir, sinir bilimcilerini, beslenme uzmanlarının , antropologların ve arkeologların katıldığı “insanın ileri zekasının kökenleri” konulu bir konferansta dile getirildi.Toronto üniversitesinden prof. Stehen Cunnane, “İnsan beynindeki evrimin gerçek nedeni, deniz ürünleriyle beslenmesidir” diyor. Bu “Balık teorisi”, balık ve balık ürünleri tüketmenin günümüz hastalıklarının tedavisine yardımcı olduğunu, öne süren çalışmalarda evrimsel destek sağlıyor.


GÜNEŞ IŞIĞI GİZLİ BİR KANSER ÖNLEYİCİSİ Mİ :


Bildiğimiz ve bilimin sıkça önümüze koyduğu bir gerçek: Aşırı güneş ışınları cilt kanserine yol açıyor. Ama şimdi yeni ve aykırı bir keşfin daha kapısı aralanıyor: Güneş ışığı aslında diğer kanserlere karşı koruyucu özellik taşıyor. D vitamini çeşitli kanserlerin riskini azaltıyor mu? Bu aslında yeni fikir değil 22 yıl önce , iki salgın hastalıklar araştırmacısı ( epidemiyolog ) güneş ışılarına maruz kalan cildin ürettiği D vitamini, bir şekilde kötü huylu hücrelerin büyümesini engellediği görüşünü orta atmıştır. Bu görüşlerini çeşitli bulgu ve bilgilerle destekledi. Örneğin: kutuplara daha yakın ve az güneş alan bölgelerde yaşayan insanlar daha az miktarda D vitamini ürettikleri için tümörlere karşı daha açık ve hassas olabiliyorlar. D vitamini ve güneş ışığı eksikliğinin kansere neden olduğu hipotezi tartışmalı ve kesin kanıtlanmamış olmasına rağmen, bazı araştırmacılar D vitamini kansere karşı olası çare olarak inceliyor.


YAPAY KAS GELİŞTİRİLDİ :


Japon araştırmacılar gerçek kas bileşkelerinden yapay kas geliştirdiler. Kabuklu deniz ürünlerinin kaslarından iki proteini alan araştırmacılar bunları iki farklı jel yığınına dönüştürdüler. Araştırmacılar yeniden oluşturulan kasın yapay kol ve bacaklarda kullanılabileceğine, bedenin bağışıklık sisteminin insan kasından oluşturulan protezleri kabul edebileceğine dikkat çekiyorlar.


BİYOLOJİK RİTMİ RETİNA BELİRLİYOR :


Organizmamız gözdeki hücreler sayesinde günlük tempoya ayak uydurabiliyor. Bu duyarlılığın kökeniyle ilgili önemli bilgiler elde edildi Işığa duyarlı ve biyolojik ritimlerimizi doğrudan etkileyebilecek yeni bir hücre sınıfı belirlendi. Görme hücrelerinde bağımsız olacak bu hücreler, beynin biyolojik saatine ışık bilgisi gönderilmesinde temel aracı olarak görülen pigment niteliğindeki melanopsini üretiyor. Retinada ilk kez gözlenen bu sinir hücreleri gündüz-gece değişimi hakkında organizmayı uyarıyor


NEDEN BAZILARIMIZ DAHA FAZLA YİYOR? :


Bilim adamları metabolizmayı ve iştahı düzenleyen 250 gen ve en az 40 nörokimyasal madde belirledi. Ancak sosyal çevrede en az biyolojik belirleyiciler kadar güçlü. Bilim adamları, bu acımasızca hastalığı inceleyerek iştahın karmaşık biyolojisini anlayabilir. Araştırmacılar bu hastalığa bağlı genetik anormalliklerin iştahı tam olarak nasıl ateşlediği belirlemeye çalışıyor. Bu başarılırsa 20 bin Amerikalı tedavi edilmekle kakmayacak aynı zamanda neden bazılarımız diğerlerinden daha fazla yediği de anlaşılacak.


ÜLKEMİZDE 146 KUŞ TÜRÜ YOK OLMA TEHTİDİ ALTINDA :


9 bin kuştan 426’ sı ( %4,7) Anadolu’da yaşıyor. İnsanlığın ortak hazinesi ve mirası olarak korumakla görevli olduğumuz bu kuşlardan 146 türü dünya çapında tehlike altında. Bunların nüfusları ülkemizde de tehlike altında. Tepeli pelikan, küçük karabatak, yaz ördeği, pasbaş, dikkuyruk, kara akbaba, şah kartal, küçük kerkenez, huş tavuğu, toy ve boz kiraz kuşu, ülkemizde ürüyebilen ender türlerden. Türkiye’de uluslar arası karakterde 100’den fazla önemli kuş alanı var ve bu sayı Türkiye’yi dünyanın önemli kuş ülkelerinden biri kılıyor. Soyu tehlike türlerden; küçük sakarca kazı, sibirya kazı, ak kuyruklu kartal bozkır delicesi, büyük orman kartalı, bıldırcın, kara kanatlı bataklık kırlangıcı, sürmeli kız kuşu büyük su çulluğu gibi kuşlar sadece bunlardan bazıları dır. Türkiye’de pek çok kuş türü çeşitli tehlikelerle karşı karşıya bulunduğuna hiç şüphe yoktur. Bu tehlikelerden bazıları;
• Çeşitli nedenlerle insanlar tarafından izlenme ve yoğun av baskısı,
• Turizm gelişmesi sonucunda kuşların doğal yaşam alanlarının daraltması,
• Bitki koruma ilaçları ile evrensel ve sanayi artıklarının çevreye verdiği zarar,
• Kuluçka, beslenme, geceleme, dinlenme veya kışlama alanlarının tahrip edilmesi
• Sulak alanların kurutulması,
• Tarımın yoğunlaşması,
• Ormanların, meraların . çayırların yok edilmesi,
• Yüksek gerim hattı ile yol yapımı veya trafiğin verdiği zarar,
• Yoğun ve bölgesel sanayileşme ile belli bölgelerdeki canlı varlıkların yok oluşu.
Kuşların, biyolojik bir varlık olarak en az insanlar kadar yaşama hakkı ve her türün biyolojik denge içinde önemli yeri ve görevi vardır.



BOŞANMA VE AYRILIKLARIN SUÇLUSU BULUNDU HORMONLARIMIZ :


Uzmanlar evliliklerin başarılı olması ya da başarısızlığa uğramasının biyolojik ve psikolojik nedenlerini araştırdı. Bu araştırmanın sonuçlarında da tartışmanın ardından yükselen hormon oranlarının başında çok önemli bir rol oynadığını belirlediler. Bu hormonlar ise stresle bağlantılı olanlardır. Gözlemler, stres yaratan bir olaya yanıt olarak beyindeki hipofizin ACTH adlı bir hormonu serbest bıraktığını bununda böbrek üstü bezleri aracılığıyla kartizol salgıladığını ortaya koydu.


İNSAN OLMA TARİHİNDE YENİ BİR SAV :


Yeni bir araştırmaya göre konuşmamızı sağlayan dil genine olsa olsa 200 bin yıldır sahibiz. Şimdi ‘Dil geni’ olarak nitelendirdiğimiz genin değişimine (mutasyon) uğramasıyla konuşma yetisi kazandık. Bu mutasyonla birlikte çağdaş insan tüm dünyaya yayıldı. İri maymunlar ise dil genlerinde ‘vida ve somunlardan’ yoksun oldukları için bizler gibi konuşamıyorlar.


YAPAY SİNİR HÜCRELERİNE MERHABA :


Amerikalı nörobiyolog Theodor Berger hastalıklı beyin hücrelerinin görevini yerine getirebilecek protezler üzerinde çalışılıyor. Bu önemli gelişmedeki anahtar rolü tıpkı sinir hücreleri gibi davranan ‘yapay beyin hücresi’ eketronik çipler üstleniyor. Beyinle ilişki kurarak öğrenen çipler sağırların duymasını sağlayacak, felçlilere hareket olanağı verilecek.


İNSAN GELİŞİMİNDEKİ EN ÖNMLİ ETKEN BESLENME :


İnsan olmamız ve bugüne ulaşmamızı , beslenmenin yüzyıllar içinde değişimi sağladı. Ancak bugünkü sağlık sorunlarımızın kaynağında da beslenme biçimimiz var. Çünkü aldığımız kadar enerjiyi harcayamıyoruz. Enerji alımı ve tüketimi arasındaki dengesizlik, hastalıkların kaynağı. Atalarımızın besinlerden aldığı enerjiyi ve beslenmenin kalitesini artırmaya yönelik gelişmeleri insanlığın en çok evrim geçirmesinde ve diğer primatlardan ayrılmasında ana özelliklerinden biri olmuştur. İki ayak üzerinde yürümemiz ve beyinlerimizin büyüklüğü bizi diğer insanlardan hızla ayırdı. Beyinlerimizin bir enerji oburu, dinlenirken yetişkin bir insanın beyni, vücut enerjisinin %20 ile %25’ini alır. Bu oran insan olmayan primatlarda %8 ile %10’dur.


HASTALIKTAN ARINMIŞ İLK BEBEK DOĞDU :


Eerken yaşta Alzheimera yakalanan anneye Alzheimer’den araınmış bebek doğurtuldu. Annenin Alzheimerli yumurtası çöpe atılarak sağlıklı yumurta döllendirildi. Böylece yeni bir tartışma başladı. Uzmanlar artık yumurtalarda Alzheimer hastalığına neden olan hatalı genleri belirleyebiliyorlar. Böylece hastalığı taşıyan annelerin çocuklarına hastalıklı genleri aktarması engelleniyor.


O HALA YAŞIYORDU DOOLY 6 YAŞINDA VE ŞİMDİ DONDURULDU :


Dolly’in doğumuyla beklenmedik bir sürpriz yaşanmıştı. İnsanlık 6 yıl önce bugüne kadar alışık olduğumuz doğal bir doğum değildi. Gerçekleşen alıştığımız sperm ile yumurtanın döllenmesi sonucu her doğanın tamamen farklı özelliklere sahip olmasıydı. Ancak bu defa varolan bir canlının genetik ve biyolojik olarak “tıpkı benzerleri yaratılmıştı” buna “klonlama” dendi veya Türkçe’siyle “kopyalama” işte dünyanın ilk kopya canlısı 6 yıldır yaşıyor. Bazı sorunlar olsa bile. Dolly ile birlikte insan kopyalamanın da kapısı aralandı. Ancak bu fikirden ve gelişmeden insanlık korktu. Kopya insanlar belki de bu korku nedeniyle henüz ortada yok. Dolly’yi yaratan “büyük deney” belki henüz kopya insanı yaratamadı ama onlarca yeni kapı açtı. Bilim adamları dolly’i şimdi dondurdu çünkü ciğerlerinde meydana gelen rahatsızlıktan dolayı öldüğü sanılan fakat dondurulmuş olduğu bilinmektedir.


ZEKAYI KADINLARA BORÇLUYUZ :


İnsan zekasında kadın parmağı ortaya çıktı. Erkeklerin pek hoşuna gitmese de insan soyunun zeki olmasında kadınların önemli payı var. Eski çağlarda dişi soydaşlarımız eş seçiminde güçlü kuvvetli ve pazılı erkekler yerine, zeka kıvılcımları ile parıldayan gözleri tercih edince insanoğlunun zekası gelişti. Ne kadar akıllıca! Özellikle de erkekler, bu tavırlarından ötürü kadınlara çok şey borçlu. Çünkü, eski kadınlar göz kamaştıran kaslara vurulmuş olsalardı günümüzde erkekler bu özellikleriyle şimdi Afrika da ki goril ve şempanzelerle boy ölçüyor olacaklardı.


SAKAT DOĞUM ARTIŞI, YOK OLUŞUN İŞARETLERİ :


Yeni bir teori kanıtlandı. Bir tür (canlı) yok olamaya ne kadar yakınsa, o türdeki asimetrik canlıların sayısı o derece de artıyor. Yani çarpık ya da sakat bacaklılar hızla çoğalıyor. Daha kısa kanat, sakat bacaklar hayatlarının kısalığı ve yok olma tehlikesinin belirtileri. Böylece tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olan türler bu yöntemlerle hızla belirlenecek.


UZAYDA GALİBA HAYAT VAR :


Bilim insanların yıllardır sordukları Dünyaya uzaydan mikrop mu yağıyor ? yaşamın ilk tohumları kuyruklu yıldızlardan mı atıldı? Uzayda hayat var mı? Biçimindeki sorulara artık rahatça evet olabilir yanıtı veriliyor. Uzaya gönderilen bazı bakteriler, uzay soğuğunda günlerce canlı kalabildiler. Son araştırmalar bakteri sporlarının uzayda binlerce yıl yaşayabildiklerini gösteriyor ve yaşamı başlatan temel taşlar, çok zor koşullar altında bile kendiliğinden gelişiyor. Uzay bakterileri ve bunların dünyamıza saldırıları, şimdiye dek sadece felaket filimlerin de görülüyordu. Ancak bilim adamlarına göre, artık uzaydan gelebilecek bir salgını hayal olmaktan çıktı.


YAŞAMIN TADI :


“Yaşamın tatlı ve acı duygularını”, dilimizdeki tat hücrelerine girip çıkan bir çift proteine borçluyuz. Bu tat algılayıcılarını ortaya çıkaran buluşun, besinlerin tatları üzerinde kontrolümüzü güçlendirmesi bekleniyor. Araştırmacılar ayrıca beslenme biçimi konusundaki seçimlerin genetik temellerini de bu yolla aydınlatabilmeyi umuyorlar. Biyologlara göre bazı insanlar, bünyemize uygun bir beslenme için anahtar olmak üzere bir tat duyusu oluşturduk. “Tatlı şeker anlamına geliyor ve bu da enerjiyi sağlıyordu; demek ki iyi bir şeydi. Buna karşılık aşırı acı, zehir demekti ve kötüydü.” İlk araştırmacı da, tat algılayıcıları saptayabilmek için, dilimizdeki tat tepeciklerinde var olan ancak dilin bunları çevreleyen bölgelerinde bulunmayan RNA’ları aramaya başladılar. Sonunda tat algılama işlevi için gerekli donanıma sahip görünen ve TR1 diye adlandırdıkları bir protein üreten bir gen bulmayı başardılar. Sonuç olarak yiyeceklerin içindeki acı tadı yok etmek için kullanılan, tuz şeker ve yağa veda edilebilir. Artık tek bir madde ile yiyecek ve ilaçlardaki acılık giderilebilecek.


GERİ DÖNÜŞÜMLÜ BİYOLOJİK KUMAŞ :


Amerikan Cargill Dow ve Unifi firması yüze yüz doğal olan bir biyoteknoloji dokuması üretti. “Ingeo” olarak adlandırılan kumaş türü, hammaddesi tahıla dayanan bir plastikten elde ediliyor. Üretici firmalara göre Ingeo doğal dokumaların tüm olumlu yönleri ile birlikte sentetik ipliklerin kalitesine de sahip ve kullanım alanları giyimden, mefruşat ve otomobil sanayiine kadar uzanmakta. Ingeo üretiminde tahıllarda fotosentez sırasında açığa çıkan karbondan yararlanılmakta. Karbon ise mesela mısırda nişasta olarak depolanıyor ve doğal şekere dönüştürülebilmekte. Basit yalıtım ve fermantasyon yöntemi sayesinde ise doğal şeker ayrıştırılarak polimer üretiminde kullanılmakta.


DÜNYANIN EN KÜÇÜK BİYOLOJİK BİLGİSAYAR MODELİ :


Araştırmacılar tarafından geliştirilen biyolojik bilgisayar; DNA ile işlediği gibi enerji ihtiyacını da aynı kaynaktan karşılıyor. DNA bilgisayarların öncüleri enerji kaynağı olarak ATP molekülünden yaralanıyordu. DNA molekülleri ve enzimlerinden oluşan bir bilgisayar üretmişti. Ancak yeni modelde, kalıtım, veri girişini işlediği gibi işlemcinin enerji ihtiyacını da karşılamakta. Ayrı ayrı DNA molekülleri her işlem adımında birbirine uygun olarak input ve yazılım molekülü olarak ikişer iki şer birleşiyorlar. Bili adamlarının açıklamalarına göre biyolojik bilgisayar işlemleri buna rağmen %99.9’luk doğruluk payıyla tamamlamakta. DNA bilgisayarları o kadar küçük ki aynı anda 3 bilyon bilgisayarı yalnızca bir mikrolitre sıvıya yerleştirmek mümkün. 3 bilyon bilgisayarın ise bir saniyede 66 milyar işlem yapacak kapasitede olduğu bildirildi.


HERKESİN YAŞAM TANIMI FARKLI :


“YAŞAYAN” la “yaşam”ı karıştırmamak gerekiyor. Biyoloji yaşayan varlık özerk bir biçimde üreyebilip evrim geçirebilen bütün tanımıyla yetinse de, “yaşam” farklı şekillerde tanımlanan, bilimsel olmaktan çok felsefi bir kavram. Dünya üzerinde yaşamın ortaya çıkışıyla ilgili bir teori, canlının proteinlerini oluşturan aminoasitlerin meteor yağmuruyla uzaydan dünyaya taşındığını varsayıyorlar. Araştırmacılar da kısa bir süre önce, yıldızlar arası boşluktaki koşullara benzer bir ortamda aminoasitler oluşabildiler.


ŞARBON AŞISI ISPANAKLA İYİLEŞTİRİLECEK :


AERİKAN Mikrobiyoloji Birliğinin biyolojik silahlar konferansında konuşan bilim adamları, ıspanağın içinde bulunan bir maddeyle şarbon aşısının daha etkili kılınabileceğini bildirdiler. Önemli yan etkileri bulunan halihazırdaki şarbon aşısı Amerika’da sadece askerlere uygulanmakta. Oysa Amerika’da günden güne büyüyen biyolojik silah korkusu daha etkili bir şarbon aşısı ihtiyacını doğurdu. Halen üretilmekte olan şarbon aşısında kullanılan, etkisi azaltılmış şarbon virüsü kas ağrıları, ateş ve baş ağrısı gibi rahatsızlıklara sebep veriyor. Thomas-Jefferson Üniversitesi’nden Alexander Karasev, şimdi ıspanak içerikli yeni bir aşı türü geliştirdi.


2002 YILININ BİLİM ADAMLARI :


Beyin hücresi üretiminde gözde isim Joans Frisen. Newsweek dergisi, kendi kendini onaran beyin hücrelerini keşfeden beyindeki kök hücreleri saptayan ve bu hücreler hasarlı beyinlerin iyileşebileceğini ortaya koyan Frissen’i yılın bilim adamı seçildi.


2002 YILININ EN ÖNEMLİ 11 BİLİM OLAYI :


1. Canlı klonlamada yeni teknikler ve aşamalar.
2. Kök hücrelerde eskiyen organlarımızın yeniden yaratılması ve etik tartışmalar.
3. Yaşlılığın en büyük handikaplarından alzheimer’in kolay teşhisi ve aşı çalışmaları.
4. Uzayda bir çay kaşığı miktarının 100 trilyon ton geldiği maddenin keşfi.
5. Işık hızının aşılabildiğinin gösterilmesi.
6. 7 milyon yaşında bir atasının bulunması.
7. Hayvan hakları konusundaki ileri adımlar.
8. Genetik terapideki yeni gelişmeler.
9. Solmayan bitkiler.
10. Küresel sıcaklığın ve buzul erimelerinin kesinleşmesi.
11. Zürafanın sosyal bir hayvan olduğunun anlaşılması.



DİĞER ÖNEMLİ GELİŞMELER :


Paleontoloji :
1. 90 Santim boyunda kolları, ayakları ve kuyruğu tüylerle kaplı modern kuşlara benzer bir dinazor fosili bulundu.
2. 56 Milyon yaşında olduğu tahmin edilen en yaşlı primatların iskeleti bulundu.
3. Nijer’de 110 milyon yaşında 60 santim boyundaki bir timsaha ait olduğu sanılan bir kafatası bulundu.
Uzay Biyolojisi :
1. Kara maddenin içinde görülmeyen galasiler keşfedildi.
2. Kömür gibi kara kuyruklu yıldız bulundu.
3. Evrenin renginin pembemsi bej olduğu anlaşıldı. Ancak bu tonun yıldızlarla yaşlanıp öldükçe kırmızıya dönüşebileceği ileri sürülüyor.
4. Güneş sistemi süpernovakırla dolu bölgelerde geçerken dünyanın yeni bir buz çağına girebileceğini söylüyor.
5. Dünyanın orta kısımlarından kilo aldığı tespit edildi. Bunun nedeni 1998 yılından sonra kütle çekimi alanının kutuplarda zayıflaması, ekvator bölgesinde kuvvetlenmesidir.
6. Kara deliklerin varlığı somut verilerle kanıtlandı.
Embriyoloji :
1. Çocukların suçiçeği hastalığına karşı aşılanmaları yetişkin evrelerinde zonaya yakalanma olasılığını arttırılıyor.
2. Erken yaşta ortaya çıkan alzheimer hastalığının geni tespit edildi. Bu geni taşıyanlara uygulanan bir teknik ile DNA’ları bu genden arındırılıyor. Bu uygulama, hastalıklı genlerden arındırma konusunun tıp etiği açısından yeniden tartışmaya açılmasına neden oldu.
3. Yumurtalık kanserine yakalanan kadınlara sağlıklı çocuk sahibi olma yolu açıldı. Kanser tedavisine başlamadan alınıp dondurulan yumurtalık, hasta iyileştikten sonra yeniden nakil yapılabilecek Fareler üzerinde denen teknik başarılı sonuç verdi.
4. Yaygın olarak kullanılan ağrı kesiciler, kırık kemiklerin kaynamasını geciktiriyor ya da engelliyor.
5. Tüp bebek uygulaması doğan bebekler açısından sanıldığından daha riskli olabilir.
Çevre (Ekoloji) :
1. Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan türlerin sayısı artıyor.
2. Tatlı suları bir takım kimyasal maddeleri tespit eden yeni yöntemler geliştirildi.
3. Balinaların neslinin giderek tükendiği kesinleşti.
Genetik :
1. Nükleer santrallerden veya bomba denemelerinden yayılan yüksek radyasyon DNA’yı nesiller boyu etkileyebiliyor.
2. Çocuk felci virüsünün sıfırdan üretilebileceği kesinleşti. Bu keşif biyoterör endişelerini körüklüyor.

ULUSAL BİYOLOJİ KONGRESİ BİLDİRGESİ :
XVI. Ulusal Biyoloji Kongresi’nde şu görüşler kamuya açıklandı:
1. Avrupa birliği uyum sürecinde biyolojik araştırmaların planlanması, desteklenmesi ve yürütülmesi aşamalarında üniversitelerimiz biyoloji bölümleri akademik programların Avrupa Birliği ülkelerindeki üniversitelerde okutulan programlar ile AB akreditasyon standartlarına uygun hale gelmeli.
2. Biyologların iş hayatındaki yetki ve sorumlulukları en kısa sürede belirlenmeli ve ‘Türkiye Biyologlar Birliği Yasası’ çıkartılmalı.
3. Biyoloji bölümünden mezun olan biyologlar eğitim sertifikaları almaları koşulu ile öğretmenlik yapabilmeli.
4. ‘Ulusal Doğa Tarihi Müzesi ve Botanik Bahçesi’ acilen kurulmalı.
5. Biyologların mağduriyetlerinin giderilmesi için biyoloji alanındaki doçentlik bilim dalları yeniden düzenlenmeli.




Benzer Konular

23 Temmuz 2018 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri
5 Ekim 2018 / evo Uzay Bilimleri
28 Eylül 2009 / Ziyaretçi Soru-Cevap
24 Aralık 2011 / GüNeSss Soru-Cevap