Arama

Biyolojinin 7 Harikası (Biyolojinin Çözülmeyi Bekleyen Sırları)

Güncelleme: 30 Nisan 2010 Gösterim: 2.256 Cevap: 0
jaws - avatarı
jaws
Ziyaretçi
30 Nisan 2010       Mesaj #1
jaws - avatarı
Ziyaretçi
Biyolojinin Çözülmeyi Bekleyen Sırlı Harikaları
Şimdiye kadar dünyanın yedi harikası denildiğinde Babildeki asma bahçeleri, Artemis Tapınağı v.b. tarihi ve beşeri yapılar akla geliyordu. Zira bu eserler bize dünyanın yedi harikası olarak tanıtılmıştı. Ama dünyanın yedi harikası tespit edilecekse bunun beşerî eserler arasından değil insanı büyüleyen kainat kitabının satırları olan varlıklardan, bilhassa canlılar sayfasından seçilmesi gerektiğine inanan bilim adamlarının sayısı gün geçtikçe artmaktadır. İşte bunlardan birisi, tıp doktoru ve araştırmacı patalog olan Lewis Thomas'dır. Kendisi yedi yıl New York'un Memorial Sloan-Kettering Kanser Merkezinde başkanlık yapmış ve şimdi de düzenli olarak "New England Journal of M edicine" adlı dergiye makaleler yazmaktadır. Kendisi çok popüler bilim yazan olup, Bir Hücrenin Hayatı isimli kitabıyla A.B.D. milli kitap ödülüne layık görülmüştür.

Sponsorlu Bağlantılar

Aşağıdaki yazı L. Thomas'ın New York Times'da "Yedi Harika" ismiyle yayınlanmış makalesinden özetlenmiştir.


DÜNYANIN YEDİ HARİKASI

Hârika kelimesi hayret edilecek, şaşkınlık uyandıracak bir şey hakkında söylenir. Bu kelime sürpriz uyarıcı, heyecan verici, mucizevî, kendisi hakkında cevaplanamaz sorular üreten şey anlamlarını da tedai ettirir. Akademik kariyeri boyunca L. Thomas'ı büyüleyen ve derinden tesir altına alan bu canlılardan birincisini yazımızın sonuna bırakıp ikincisinden başlayalım:

İkinci hârikamız, 1982'ye kadar yeryüzünde hiç görülmeyen bir bakteri türüdür. Bu bakteri bizim bildiğimiz hayat şartlarına ve tabiat kanunlarına zıt olarak arzın iç kabuğundan fışkırıp gelen deniz dibindeki volkanik sıcak su kaynaklarındaki cehennemi sıcaklıkta yaşar. Bu varlıklara ilk defa 1982 yılında 2500 m. derinlikte araştırma yaparken deniz dibinden alınan örneklerde rastlandı. Buradaki sıcak su yüksek bir basınca da sahiptir. İşin hayret verici tarafı, biz bu deniz dibindeki şartları laboratuvarlarda tatbik ederek (Otoklav denen sterilizasyon cihazlarında) mikropları öldürür ve malzemeleri steril hale getiririz. 1982'ye kadar yüksek basınca sahip sıcaklığı 300 C° aşan bir suda hayatın var olabileceğini hiç düşünemezdik. Bugünkü bilgilerimizin ışığında bu sıcaklık ve basınç altında DNA-protein parçalanır ve enzimler fonksiyonel yapılarını kaybederler. Ama denizdibinden getirilen bu bakteriler laboratuvarda incelendi. Morfolojik olarak bildiğimiz bakterilere çok benziyorlardı. Günümüzdeki bakterilerle aynı temel yapıya sahiptiler. (Hücre duvarı, ribozom v.b.) Üstelik 250 C° bir vasatta rahatça çoğalabilmekteydiler.


Üçüncü hârika ise kınkanatlılar familyasından bir böcek cinsidir (Oncideres) . Bu böcek küstüm otu (Mimosa pudica) üzerinde yaşar. Bu böceğin dişisi, kafasında hayatı için önemli üç plânı unutmaksızın taşır ve zamanı gelince uygular. Birinci plânı çevresindeki diğer ağaçlara bakmaksızın küstüm otunu bulur ve ona tırmanır. İkincisi yumurtalarını bu ağaç üzerine bırakmayla alâkalıdır. Mandibülleriyle (çeneleriyle) bacağı üzerinde ince uzun bir yarık açar ve yumurtalarını oraya bırakır. Üçüncüsü de yumurtadan çıkacak yavruların bakımı ve sağlığıyla alâkalıdır. Böceğin larvası canlı odun üzerinde yaşayamaz. Bu yüzden anne ona hususi bir yatak hazırlamalıdır. Dişi böcek bacağının etrafında ağaç kabuğundan kambiyumun içine doğru ilerleyecek şekilde düz dairevî ızgara şeklinde bir oyuk açar. Yumurtaları taşıyan bacağı bu faaliyetler esnasında kopar ve o oyuğa yerleşir. Bütün bu işler sekiz saatte tamamlanır. Sonra anne oradan ayrılır ve kimse onun nereye gittiğini bilmez. Bacak koptuğunda ölü sayılır ve yumurtalar için koruyucu bir sığınak haline dönüşür. Hafif bir rüzgar esintisiyle kopmuş bacak toprağa düşer. Larvalar orada beslenir ve böceğin yeni nesli olarak hayata gözlerini açarlar.

İşte burada cevaplanamamış pekçok soru vardır. Acaba dişi böceğin kafasında birbiriyle Çok sıkı bağlantılı bu üç plân evrim esnasında birlikte nasıl gelişti? Eğer tabii seleksiyonla bu üç plân canlının genetik bilgisine zaman içerisinde yavaş yavaş yerleştiği düşünülüyorsa, diğer ikisi olmaksızın sadece bunlardan biri böceğin tabii normal davranışı haline nasıl geldi? Bu böcek daha basit organizasyonlu canlılardan zamanla evrimleşmiş ise bu üç hususi davranışı peşipeşine birbirine bağlayan şey nedir? Özel bir ağacı sevme, yumurtaları için bacağı üzerinde çeneleriyle uzun ince bir yarık açma ve sonunda bacağını yavruları için feda ederek koparmak. Böceğin ve ağacın bu yardımlaşma ve dayanışma örneği ve bununla alâkalı büyüleyici davranışları, perde arkasında plân ve kasıt (gayecilik) düşüncesinin mi yoksa kör, sağır, tesadüf, şans ve ihtiyaçların var olduğu düşüncesini mi destekler? Acaba bu zarif böcek yaptığı işin ne olduğunu biliyor mu? Küstüm otu, böceğin hayat çemberine nasıl dahil oldu? Islah ve bakım yapılmaksızın kendi kendilerine bırakılan bu bitkiler, 25-30 yıl bir ömre sahiptirler. Bu böceğin ağaç kabuğunu kazıma faaliyetinde olduğu gibi her yıl tımar edilirlerse, ağaç bir asır canlılığını muhafaza edebilir. Küstüm otu-böcek münasebeti bugünkü bilgilerimizin ışığında tabiatta çok yaygın bir hadise olan yardımlaşma ve işbirliğine (Simbiyotik hayat tarzı) çok güzel bir örnektir. Ayrıca bu böcek ve arkadaşı ağaç, bunca ilerlemelere rağmen, özellikle canlıların davranışları hususunda ne kadar az şey bilip izah edebildiğimizi de bizlere hatırlatmaktadır.

L. Thomas'ın listesinde dünyanın dördüncü hârikası, Scrapie virüsü olarak bilinen enfeksiyon yapıcı ajandır. Bu virüs koyun, keçi ve bazı laboratuvar hayvanlarınının beyninde yerleşerek öldürücü bir hastalığa sebep olur. Scrapie'ye benzer diğer bir virüs de C-J virüsü olup, insanlarda yaşlılığa bağlı bunama hastalığının amilidir. Bu virüslerin çoğalma hızları yavaş olduğundan, yavaş virüsler olarak da bilinirler. Diğer deyişle canlı organizma bugün bir iki tane virüsü bünyesine alırsa, bir iki yıla kadar hastalık belirtileri göstermez. Bu virüs şimdiye kadar bilemediğimiz bir yolla yavaş yavaş çoğalmaya başlar ve bir yıl içinde bir milyardan fazla sayıya ulaşır. İşin garip tarafı bir kimse ne Scrapie ne de C-J virüslerinde hiçbir kalıtım materyaline (DNA veya RNA) rastlayamadı. Eğer varsa bile bugünkü teknolojiyle bunu ortaya çıkaramamaktayız. Öte yandan bu virüslerde bol miktarda protein vardır. Bazıları gerçekten virüsün bütünüyle proteinden yapılmış olabileceğini düşünmektedirler. Eğer bu doğruysa, bugünkü bilgilerimiz dünyamızın bu şartlarında proteinlerin kendilerinin bir kopyasını çıkaramadığı (Replikasyon) söylüyor. Bu noktadan scrapie virüsü biyolojik ilimlerde şimdiye kadar karşılaşılan en garip hadiselerden bindir. Herhangi bir laboratuvarda bu virüsün nasıl çoğaldığının sırrı çözülünceye kadar o, modern bir hârika olarak kalmaya devam edecektir.


Beşinci hârikamız ise, koku reseptör (alıcı) hücreleridir. Bu hücreler en fazla nispette burundaki epitel dokuda bulunur. Çevremizdeki havayı kokladığımızda, yaprağın, sigara dumanının, değişik yemeklerin, gülün ve menekşenin hatta kötülüğün ve mukaddesliğin kokusunu tanımada ve ayırt etmede bu hücreler rol oynarlar.


Diğer yandan bu koku reseptörü hücresi sertifikalı bir beyin hücresidir. Ama beyinden çok uzaklarda onunla bağlantılı olarak iş görür. Bu hücrenin menekşenin ve gülün kokusunu birbirinden nasıl ayırt edebildiği hususu, nörobiyolojinin çözülmeyi bekleyen sırlarından biridir. Bu mucizevî hadisenin bir başka hayret verici yönü de şudur: Omurgalıların merkezi sinir sistemindeki diğer nöronlardan farklı olarak burun koku hücrelerinin bu populasyonu, birkaç haftada bir yenilenir. Hücreler yıpranır, ölür ve yeni hücreler yapılır. Yeni yapılanlar da eskilerle aynı tarzda kendilerinden çok uzakta bulunan beyindeki merkezlere bağlanırlar ve aynı şekilde karıştırmaksızın kokulan algılarlar. Aynı hassasiyet ve doğrulukta birbirinden güzel kokuları tefrik edebilirler. Biz bu hücreleri anlamaya ve onların fonksiyonlarını çözmeye başladığımızda; ruh-zihin ve beden tesirleşmesi hakkında pek çok şeyi anlayabilir hale geleceğiz.


Dünyanın yedi harikasına altıncı aday ise termit isimli bir başka böcektir. Bu sefer hayret ve şaşkınlık uyandıran tek böcek değil, böceklerin oluşturduğu sosyal organizasyondur. Sosyal böcekler olan termitlerin tek başlarına yaşamaları vaki değildir. Bunu tecrübe etmek için bir petri kutusuna üç-beş termiti koyun ve seyredin. Sadece bunların sağa sola hareket edip birbirlerine dokunduklarını görürsünüz. Fazla sayıda termitin arazide biraraya toplanmaya başladığını seyrederseniz, toplanmakta olan termit sayısı belirli bir kritik değeri aştığında, mucizevî davranışları görmeye başlarsınız. Sanki bir yerlerden emir almışçasına termitler, askeri müfrezeler halinde organize olurlar ve etraflarındaki çamur taneciklerini birbiri üstüne sıkıştırarak yığmaya başlarlar. Tam kesin bir yüksekliğe ulaşıncaya kadar buna devam edip sonra kemerleri kolonlara bağlarlar. Adeta küçük odalarıyla birlikte bir külliye inşa ederler. Bu odalarda yaşayan termitler, onlarca sene ömürlerini uzatmış olurlar. Üstelik inşa ettikleri odaların rahatlığı, bizim beş yıldızlı otellerinkine eşit seviyededir. Hepsi klimalı ve nem kontrollü olup, üstelik mutfakları olarak iş gören mantar bahçeleri de vardır. Bu termitler hakkında ise bildiğimiz şudur; Kör olmalarına rağmen genetik bilgilerinde kodlu olduğunu düşündüğümüz karakteristik kimyevî sinyallerin teşkil ettiği kompleks şifreli sistem içerisinde, mimarlık ve mühendislik uygulamalarını başarılı şekilde ortaya koymalarıdır.


Yedinci harikamız ise insan yavrusunun gelişimidir. Çocuğun anne kamında dokuz ay gibi bir süre içinde, tek bir döllenmiş yumurtadan çoğalarak gelişmesi ve belirli bir dönemden sonra, diğer hayvanlardan farklı bir tarzda gelişerek, insan suretini alması mucizevî bir hâdisedir. Bütün bu hârika mucizevî biyolojik gelişmenin yanında, insanın en ayırt edici vasfı olan lisânın gelişimi ve insandaki kültürel mirasın kalıtılabilirliğinin de zikredilmesi gerekir. Ayrıca insandaki şuur ve hisler (sevgi, nefret, ümit, elem) ve insanın düşündüğünün farkında olması gibi hususlarda, insanı hârikalar hârikası yapacak diğer noktalardır.


En sona bıraktığımız birinci harika ise bütün bu harikaları içinde taşıyan ve canlılar için bir mesken ve ziyafet sofrası olan dünyamız ve onun sahip olduğu karakteristik hususiyetleridir. Dünyamızın biosferi, insanın hayatını sürdürebileceği şekilde plânlanıp tanzim edilmiştir. Dünyamız bir bakıma canlı bir sistem ve dev bir organizmadır. Öyle ki, sürekli yenilenen, tazelenen, sahip olduğu kaynaklarının, değişik elementlerin ve hâdiselerin devri-daimleriyle tazelendiği, fizikî ve kimyevî şartlarının belirli aralıklar içerisinde stabil tutulduğu ve kendi içerisindeki milyonlarca canlı ve cansız varlıkların birbirleriyle besin zinciri gibi hadiselerle çok sıkı şekilde bağlantılı oldukları hârika dinamik bir sistem. Bu noktadan da o, bildiğimiz gök cisimlerinin en garibi ve hayat noktasından en zenginidir. İnsanın kendisine verilen cihaz ve aletlerle tanıyıp keşfedebileceği, okuyup öğrenebileceği şeyler, hikmetli bir şekilde dünyamızın içine konmuştur.


Eğer biz insanlar tahrip ve yıkma gücümüzü kontrol altına alıp, bunu en az seviyede tutabilirsek, bahsedilen bu hârikalar dünyasının cevaplanmamış sorulan, çözülmemiş sırlan ve bir kitap nazarıyla okunup mütalaa edilmemiş sayfaları, daha birkaç bin yıl insanoğlunun okuma, öğrenme ve araştırma hislerini tatmin edecektir. Bu açıdan Newton mekaniğinin ve klasik fiziğin paradigmalarına dayalı biyolojik bilimlerde indirgemeci (Redüksiyonist) metod ve yaklaşımların yoğun şekilde kullanılması neticesinde, bir tıkanmaya doğru gidişin olduğu gözlense de; L. Thomas'ın
yukarıda işaret ettiği hârikalar dünyası, bir kitap nazarıyla harfleri kadar manalan da esas alınarak okunur; "hayat bir yardımlaşmadır" bakış açısıyla canlılar arasındaki münasebetler yeniden gözden geçirilir ve indirgemeci yaklaşımlar, holistik-heptenci metod ve yaklaşımlarla desteklenirse; 21. asırda biyolojik ilimlerdeki tıkanıklıkların açılarak dev ilerlemelerin yapılabileceğini şimdiden söyleyebili

Benzer Konular

24 Nisan 2008 / Misafir Biyoloji
26 Eylül 2007 / The Unique Biyoloji
18 Ocak 2012 / virtuecat Biyoloji
22 Şubat 2007 / virtuecat Biyoloji
2 Mayıs 2009 / UnknowN Biyoloji