Arama
Günlük Kontrol Paneli
Bu Mesaja Puan Verin

Baban Mehmet Âkif

gonuldostu 4 Kasım 2011 09:53

edigün dergisinin 1 Temmuz 1936 tarihli sayısında Mehmet Âkif’in Mısır dönüşü, ölmeden önceki son röportajı yayımlanır. Hastadır Âkif, dermansızdır, kırçıl sakalın çerçevelediği sapsarı bir yüzle cevap verir sorulara. “Özledin mi bizi üstat?” sorusuna, “Özlemek mi oğlum?… Özlemek mi?.. Mısır’dan üç gecede geldim. Bu üç gece, otuz asır kadar uzun sürdü… Orada on bir yıl kaldım. Fakat bir an oldu ki, on bir gün daha kalsaydım, çıldırırdım.” diye cevap verir. Âkif, 150’likler listesine girmiş bir isim değildir. Onun 1925-1936 yılları arasındaki on bir yıllık sürgünü “ihtiyarî” bir sürgündür. Neydi Âkif’e “on bir gün daha kalsaydım, çıldırırdım” demesine rağmen gönüllü olarak sürgünü tercih ettiren? Bu sorunun cevabını, Âkif’in sürgünde kızına ve damadına yazdığı mektupları ilk defa gün yüzüne çıkaran Firaklı Nâmeler kitabındaki şu anekdot iyi özetliyor: “Kendisi dostlarından Şefik Konyalı’ya ‘Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben, vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum.’ diye dert yanmıştır.”
Bir gönüllü sürgün…
Milli Mücadele ne yazık ki trajedilerin de tarihidir. Felaket dönemlerinin bir araya getirdiği ve o dönemlerde omuz omuza mücadele etmiş isimler, barıştan sonra fikir ayrılıklarına düşebilir, düşmüşlerdir de! Felaket döneminde Âkif, halkı canlı tutmak ve ümitsizliğe düşmekten kurtarmak amacıyla İstanbul’un büyük camilerinde vaazlar verir. İngiltere ve Rusya adına savaşırken esir düşmüş Müslüman askerlere bağımsızlıklarını kazanma yolunda faaliyet göstermelerine yönelik telkinlerde bulunur. 1920 şubat ayında Balıkesir’e giderek halkı birliğe ve savaşa çağırır. Cephelerde ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yine aynı misyonu yüklenir. Birinci Meclis’te milletvekili olur. Kaleme aldığı İstiklâl Marşı kabul edilir ama İkinci Meclis’te aday bile gösterilmez. Âkif’in görevi bitmiştir, yeni kurulacak devlette artık ona ve fikirlerine ihtiyaç yoktur. Çünkü Âkif için vatan, ezanın okunduğu yerdir, “…onun vatan anlayışı, modern/Batılı anlamda, sınırları belli bir toprak parçası olmayıp inancının hâkim olduğu, yaşandığı, kollandığı; Müslümanların kardeşçe, huzur içerisinde, birlikte ve bir arada yaşadığı; İslam dünyasının birlik ve beraberliğinin sağlandığı, Batı’nın hegemonyası altına düşmekten korunduğu bir değerler manzumesi[dir].” Kırgındır Âkif. Gönlü o kadar kırıktır ki, gönüllü sürgünü seçmiştir.
Âkif’i seven Türk okurunun Firaklı Nâmeler yayımlanıncaya kadar onun sürgün hayatına dair doğru dürüst bilgisi olmamıştır. 2011, İstiklâl Marşı’nın kabulünün 90., Âkif’in ölümünün de 75. yılı olması dolayısıyla “Mehmet Âkif Yılı” ilan edildi. Bu münasebetle Timaş Yayınları’nın titiz bir emekle mektupları gün yüzüne çıkarmasının yanı sıra zengin bir fotoğraf arşivi ve güzel bir tasarımla bastığı Firaklı Nameler, yayınevinin duyarlı tavrını sergiliyor. Kitap, Mehmet Âkif’in Mısır’da kaldığı süre zarfında kızı Suad Hanım’a, damadı Ahmed Bey’e ve torunu Ferda’ya gönüllü sürgün yaşantısını anlattığı özlem dolu mektupları ve fotoğrafları içeriyor. “Torunları Ferdâ Argun ve Selma Argun, dede yadigarı olarak yıllar yılı sakladıkları bu mektupları ve fotoğrafları, koleksiyoner Mehmet Rüyan Soydan’a vermiş ve bu vesile ile Âkif’in ihtiyarî sürgün günlerine dair nadide bilgiler ihtiva eden bu vesikalar okuyucularına sunulmuş.”
‘Sen sakın firaklı nâmeler yazma!’
Firaklı Nâmeler’deki mektupların içeriği, siyasi bağlamda bakıldığında tam bir ‘sükût’un dile gelişidir. Mektuplarda Âkif’in ülkesi hakkında herhangi bir yorum yaptığına tanık olmuyoruz. Bu durum, kırgınlığının ve tevekkülün karşılığı olarak yorumlanabilir mi, bilemeyiz. Ama bu kitapta karşımıza çıkan Âkif portresi, aşırı şefkatli ve duyarlı bir babanın, torununa duyduğu özlemi bastıramayan bir dedenin, satır aralarından para sıkıntısı çektiği anlaşılan bir aile reisinin portresidir. Âkif “bülbülsüz baharlar” yaşar Mısır’da. Vatan hasreti, kızı Suad’a sorduğu “Civardan bülbül sesleri geliyor mu?” gibi sorularda gizlidir. Eşini, zaman zaman görülen sağlık problemleri ve bağrını yakan hasretiyle belki kendisinden daha çok düşünür ve annesi için uyarır kızını: “Kızım Suad, sen sakın firaklı nâmeler yazma!”
Bütün kırgınlığına rağmen kendisi gibi veteriner olan damadının tayini Doğu’ya çıktığında şu cümleleri yazacak kadar düşünür hâlâ vatanını: “Şarka azimet için hazırlanmak emrini almışsınız. Rabbim hayırlı eylesin. Hamdolsun gençsiniz, dinçsiniz. Yurdun her tarafını dolaşmalı, her tarafına hizmet etmelisiniz. Vatan bir külldür ki tecezzî kabul etmez: Şarkı, garbı, şimâli, cenûbu kâmilen nazarımızda bir olmalıdır.”
Bu mektuplar Âkif’in hem inancını hem de şairliğini bir defa daha kanıtlıyor. Tıpkı Nâzım’ın dediği gibi, “Âkif inanmış adam, büyük şair” diyorsunuz Firaklı Nâmeler’i okurken…
Bu Kategoride: Varsayılan
Gösterim 1477  Yorum 0  
Önceki     Ana Sayfa     Sonraki
Toplam Yorum 0

Yorumlar