Anladım; ben sensiz olamayacağım, ey yürek yanığı!
Yeryüzünde senden başka hiçbir anahtar, şu önünde beklediğim kapıyı açmıyor.
Gel, gel de gönlümün içinde dön ve bana o muhteşem kapıyı açıp ardına daya!
Geceyi ürpertip coşturan ben değilim; sensin ey yürek yanığı!
O gece ki, elimde hırpalanmaktan bezmiş gibi, bak, işte vakitsiz kaçmaya uğraşıyor. Ben ise, ölüm dirim boğuşuna düşmüşler misâli, isyanla teslimiyetin çalkantısı arasında onu sımsıkı tutuyorum.
Kollarımı boynuna doluyor, kulağına da, kimseye söylemediğim kelâmı fısıldıyorum.
Ammâ belki de güneş, sırma saçaklı perdesini ağır ağır kaldıracak ve ona altın telli kaftanını giydirip, yalvarsam da yakarsam da gene elimden alıp götürecek.
Bu gece dağları sırtıma yüklesem ağırlık duymayacağım.
Göklere tırmanıp yıldızdan yıldıza atlasam yorgunluk çekmeyeceğim. Kâinâtı kucaklayıp göğsümde ezsem kanmayacağım, doymayacağım.
Zîrâ bütün haşmetinle can evime geleceğin tuttu ey yürek yanığı!
Dünyâ dünyâ olalı, seni anlatmak, beyâna getirmek için kâinâtın dudakları kurumuş, nefesi kesilmiştir. Ne çâre ki anlatanla dinleyen, dertle derman gibi, hep birbirleriyle nizâda hep birbirlerine yabancı kalmışlardır.
Kulağıma bir ses çalınıyor. Esâretine gönül verdiğim için beni kınayanlar olduğunu duyuyorum.
Haklı haksız diye iki ayrı renk isbat etmekten utanır olduktan sonra, ne diye gam çekeyim? Yeryüzünün endâzeleri ile ölçüp biçenlere nasıl hak verilmez?
Acabâ onlara, sana esîr olduktan sonra azatlığın tadına dudak değdirdiğimi söylesem mi dersin, ey gönül yanığı ?
Su, dere içindeki taşın etrâfında nasıl fıkır fıkır kaynar, köpürüp döner, kıvrılır, kıvranır,, düğümlenir olur, ammâ gene de çözülüp süzülerek akarsa, ben de seni yerinden sökmek istercesine sarsar, tartaklar, fakat saplandığın yerden bir adım bile kımıldamadan, mağlûp ve yorgun yoluma devam ederim ey gönül yanığı!
Sh: 54-55
Kaynak: Sâmiha AYVERDİ HANIMEFENDİ, Dile Gelen Taş, Kubbealtı, I. Baskı: 1999, İstanbul
Toplam Yorum 0




