Arama
Günlük Kontrol Paneli
Bu Mesaja Puan Verin

TÜRKLER GİBİ EĞLENMEK :)

_MMia_ 14 Haziran 2011 00:05

TÜRKLER GİBİ EĞLENMEK

Almanya'dan gazeteci bir dostum aradı. Bir meslektaşımızın Ankara'ya
geleceğini ve Türkiye-AB ilişkileri konusunda bir makale yazacağını
söyledi. Gelecek arkadaş Türkiye'nin katılımına sıcak bakıyormuş.
Benim adımı, telefonumu vermiş, yardımcı olmamı istiyormuş. Kabûl
ettim. Neticede bir yerde memlekete hizmet durumu.

Ertesi gün aradı, buluştuk. Bir yerde oturduk bir-iki fincan çay
içtik. Nereye gitmek istediğini sordum. "Kocatepe Camii" dedi. "Niye",
diye sordum. "Sen Müslüman mısın?". Değilmiş, ama merak ediyormuş.
Neyse gittik. Bana kubbenin çapından, avizenin ağırlığını, toplam
kapalı alanın metrekaresinden, avlunun kapasitesine kadar sorular
sordu. Önce soruyu soruyordu, ondan sonra cevâbını veriyordu.

Sonra akşam oldu. "Türkler gibi eğlenmek istiyorum" dedi. "Siz nasıl
eğleniyorsanız, bir akşamı nasıl geçiriyo rsanız, tam öyle". "Yahu
yapma" dedim, "bünyen kaldırmaz" dedim, dinletemedim. Eh, artık keyfi
bilir. O yıllarda Ankara' da benim en sık uğradığım mekânların başında
Sembol Tanju'nun Neyzen'i vardı.. Beraber Neyzen'e gittik.

Önce dekorasyondan büyülendi. Hatta not defterini çıkardı, ufak tefek
eskizlerini çizdi. Derken ney taksim başladı. Çok şaşırdı; "Bu dini
bir enstrüman değil mi? Dini müzik çalıyor. Burası dindarların devâm
ettiği bir lokanta mı" diye sordu. "Boşver" dedim, "takıl".

Neyden sonra ise -Neyzen'de adet olduğu üzre- aryalar okunmaya
başlandı. Misafirim biraz daha şaşırdı. "Sizde" dedi, "dinî müzik
dinleyen, opera da dinliyor mu?". "Sizde dinlemez mi" diye sordum,
aklı karıştı. Bu arada hayret içinde masaya yığılmaya başlayan
mezelere, masalardan masalara yapılan rakı-meze ikramlarına bakıyordu.
"Burada herkes birbirini tanır mı"diye sordu, "yoo, yahu boşver, sen
takılmana bak" dedim..

Aryalar bittiğinde i se sıra popüler şarkılara geldi. Benden sözlerini
çevirmemi istedi. Bir-iki şarkı sonra not defteri yeniden çıktı ve
deli gibi not tutmaya ve soru sormaya başladı.Alevi türküsü okununca,
"burası Alevilerin yeri mi?", Dokuz sekiz çalınca, "buraya Çingeneler
mi geliyor", Ege türküsü okununca "buradakiler efeleri neden
destekliyor?" diye sorular sordu durdu. Arada bir de "bu müziklerden
birini dinleyen ötekileri de dinliyor mu" diye sordu, daha da neler
neler;

-Şu Urfa'nın etrafı dumanlı dağlar

- Buraya Urfalılar mı geliyor?

- Hayır.


- Lörke, lörke, lülülülü

- Burası Kürtlerin mi?

- Hayır

Bunlara anlam vermeye çalışırken, önce "Çiao Bella" sonra da
"Venseremos" çalınca birden ciddileşti.

-Bana istediğini söyle, ama ben bunun Şili Komünist Partisi marşı
olduğunu biliyorum.

-Doğru, öyle zâten.

-Burası Komünistlerin mi?

-Şöyle bir çevrene bak, öyle mi görünüyor?

-...

Hayatında peçetenin sadece ağız silmek için olduğunu zanneden ve
çatal-kaşık ile tabağa vurarak hiç bateri çalmamış bu arkadaş,
sandalyelere çıkanlardan da önce biraz korktu. Sonra onun da içi
gitti, fark ettim, ama bir şey söylemedim.

Mezeler bitip, balıklar geldiğinde ise fena afalladı. Önce "biz yemek
yedik ya" dedi, sonra "ama ben doydum" dedi, fakat ben "madem Türk
gibi eğleneceksin, bunu da yemelisin" deyince, pek itiraz edemedi. Bu
arada ben de şarkıları türküleri çevirmeye devâm ediyordum. Ben
çeviriyordum, o dehşet içinde bana bakıyordu, sonra bir soru
soruyordu, ben de cevâp vermeye çalışıyordum;

-Yaslan dağın yamacına Halil İbrahim.

-İbrahim kim? Meşhur birisi mi?

-Ben ne bileyim.

-Herkes alkışlıyor, onlar mı tanıyor?

-Bilmem. Yahu, güzel bir türkü işte, takılmaya bak.


-Düşman galip geldi haklayamadım, döküldü cephanelerim toplayamadım.

-Bu, kahramanlık türküsü mü?
< BR>-Hayır, eşkıya türküsü.

-Bu eşkiyalar politik mi?

-Yok be, bayağı eşkiya. Bizde eşkiyaya türkü yakarlar.

-Peki şu kızla adam niye romantik romantik dansediyor.

-Şarkı güzel.

-Ben bunu anlamıyorum. Yani aşk, düşman, cephane?

-Boş ver işte, takıl.


-Vur hançeri kadınım ben öleyim.

-Neden kadınının onu bıçaklamasını istiyor?

-Çok seviyor.

-Seviyorsa evlensinler.

-Evlenemezler.

-Niye?

-Dedim ya, birbirini çok seviyorlar.


-Kanım aksın ki, terk etmem seni.

-Neden kanı akıyor, kaza mı geçirmiş?

-Yok canım. Yani o kadar çok seviyor. Seni terk edersem öleyim diyor.

-Biraz garip.

-Yahu boşver, sen takıl.


Bir-iki şarkı daha dinledi. Sonra patladı;


-Yahu sizde bütün şarkılar aşk ve ölümle ilgili.

-Evet, ne olmuş. Hayat da öyle. Başka ne var ki?

-Doğru aslında. Ama biraz garip değil mi?

-Ne yapacaktık, çayıra çi mene şarkı mı yazacaktık? Biz bu kadarını
yapabiliyoruz.

-Yanlış anlama. Hepsinin de sözleri çok güzel.

-Sorun ne?

-Bilemiyorum.

Bütün masalar ağzı kulaklarında hoplaya-zıplaya "sürünüyorum" diye
göbek atarken, yüzünü görmeliydiniz. Sonra Çile Bülbülüm çalınca, bu
defa komaya girdi.

- Bu şarkıda Allah diyorsunuz.

- Evet, deriz.

- Ama Allah deyip rakı içiyorsunuz.

- Ne olmuş, içeriz.

- Yanılıyorsam, lütfen düzelt. İslâm'da alkol günahtır.

- Doğru.

- O zaman neden yapıyorsunuz?

- Güzel oluyor. Sana bir sır vereyim mi? Bugün müzede gördüğün
heykeller varya, dün burada onlar içiyordu. Allah deyip, rakı
içtikleri için taş oldular. Garsonlar onları gizlice müzeye taşıdı.

- ...

- Yahu şaka, gevşe biraz. Sen takılmana bak.

10. Yıl marşı başlayıp, bütün masalar tempo tutunca ise manası
Türkçe'de aşağı-yukarı "oha" olan bir lâf etti. En çok da Onuncu Yıl
Marşı eşliğinde tren yapılmasını yadırgadı. Önce kısık bir sesle
"burası emekli subayların lokantası mı" diye sordu. Nasıl baktıysam,
"boşver" dedi, "takılalım".

Bir de bir Arap bir de Yunan şarkısı çalınca tümden aklı karıştı.

-Siz Yunanları seviyor musunuz?

-Arada bir.

-Ama Yunan şarkısı dinliyorsunuz?

-Arada bir işte.

-O demin söylenen Arapça şarkı ne diyor?

-Ne bileyim ben.

-Yunanca şarkının sözleri ne?

-Yahu nereden bileyim?

-O zaman neden dinliyorsunuz?

-Güzel oluyor. İlla anlamak mı lâzım.

- ...

Bir Azerî türküsünü de tercüme edince, "buradaki herkes Azerice
biliyor öyle mi?" diye sordu, ama artık ben de de cevâp verecek takat
kalmamıştı.

Onun bu kültür şoku üç-dört saat sürdü. Sonra kalkmak istedi,
yorulmuştu. "Yahu olur mu" dedim, "daha çorba içeceğiz". Bana çok
garip baktı, "ama yemek yemiştik. Yemekten sonra da balık yemiştik.
Rakının üzerine nedense bi ra da içtik. Üstelik o kadar yemeğin üzerine
sıcak helva da yedik, sonra bir de meyve yedik. Onun da üzerine kuru
yemiş yedik. Kahve de içtik"...

"Olmaz", dedim. "Şimdi de çorba içeceğiz. Devâmında da dürüm
yiyeceğiz. Türkler gibi eğlenmek istemiyor muydun?" Boynunu büktü. Bir
şey söylemedi. Oradan bir dürümcüye gittik.. Mercimek çorbası, birer
porsiyon soslu-soğanlı dürüm. Ben "keşke başka çorba içseydik" deyip,
keyifle, şırdan tuzlama, paça ve işkembeyi anlatmaya başladım, ama
yüzünü ekşiterek eliyle "ne olur sus" gibisinden bir hareket yaptı.
Onu pek anlamadım.

Yolda bana baktı, baktı sonra; "biliyor musun?" dedi, "biz Almanlar da
aslında eğleniriz"...

"Ne yaparsınız" diye sordum, "uzun masalarda yan yana oturup, bira
içerek, sallandığınızı biliyorum. Bir de bizde ilkokulda deve-cüce
diye bir oyun vardır. Galiba onu da oynuyorsunuz" dedim.. O bir şey
demedi...

Biraz sonra "biraz fark olacak tabii, siz Akdeniz m illetisiniz" dedi.
Ben de "tam değil" dedim. "Aslında aynı zamanda Kafkasyalı, Orta
Asyalı, Orta Doğulu, Avrupalı, Balkanlı ve Egeli, Karadenizli'yiz"
dedim.

"Haydi" dedim. Sevinçle "otele mi gidiyoruz" dedi. "Yoo" dedim,
"Gölbaşına. Orada göl var. Şimdi yola çıkarsak, şafak sökerken orada
oluruz. Güneş doğarken rakı içeceğiz". Bana garip garip baktı, "ondan
sonra otele dönebilir miyim" diye sordu.

Kahvaltı saatinde oteline bıraktım. Öğleyin yeniden buluştuk. Ne
kahvaltıda ne de öğle yemeğinde hiçbir şey yememiş. Sadece soda içmiş.
"Keşke kahvaltıda benim bildiğim bir yer var, oraya gitseydik. Sucuklu
yumurta yerdik" diyecektim, vazgeçtim. "Sakın Türkleri AB'ye sokmayın"
diye bir yazı yazmış. Çok şaşırdım, "bana senin Türkiye'nin AB'ye
girmesini istediğini söylemişlerdi" dedim. "Öyleydi" dedi, "ama o
zaman daha Türkiye'ye gelmemiştim" dedi. "Türkiye'yi sevmedin mi" diye
sordum.

"Bayıldım" dedi, "harika bir ülke " dedi, "ama AB'ye girerseniz, hem
siz bozulursunuz hem de biz bozuluruz" dedi. Çünkü biz zâten dominan
kültürmüşüz. AB'ye girersek, on sene sonra Fransızlar, Almanlar
"sürünüyorum" diye göbek atmaya, yeni nesil "kadınım bıçakla beni,
seni çok seviyorum" diye ilân-ı aşk etmeye başlarmış.

"Şu Ren'in suyu akar delidir oy, oy, oy" gibi, "yaslan dağın yamacına
Hans Peter'im" gibi, "Münih'in etrafı dumanlı dağlar" gibi filân işte...

Ayrıca bütün Avrupa obez olurmuş. Kimse de sabah işe zamanında
yetişemezmiş."Bir nasıl bozuluruz" diye sordum, "size" dedi, AB'de
bunların yarısını yaptırmazlar" dedi.

Aman neyse boşverin, biz takılalım... O da artık takılıyor zaten.




K.O





Müşteri Temsilcisi








alıntıdır
Bu Kategoride: Varsayılan
Gösterim 4513  Yorum 7  
Önceki     Ana Sayfa     Sonraki
Toplam Yorum 7

Yorumlar

  1. Baragyal - avatarı
    çok uzun ve uykum ağır basıyor,yarın okıyimMsn Happy
     
    Baragyal 14 Haziran 2011 01:02
  2. _MMia_ - avatarı
    Alıntı
    Baragyal adlı kullanıcıdan alıntı

    çok uzun ve uykum ağır basıyor,yarın okıyimMsn Happy

    Çok alemsin Msn Grin İyi peki öyle yap bakalım...Msn Sarcastic

    Mailime gelmiş.Ben çok eğlendim okurken.Msn Grin Uzun muzun,paylaşmadan edemedim işte.Msn Happy
     
    _MMia_ 14 Haziran 2011 01:14
  3. Avatarı yok
    ben okudum yalan yok Msn Happy
    Hem gerçeklik hemde işin makarası var Msn Happy
    Bizim ne kadar şahsına münhasır bir millet olduğumuzun kanıtı gibi.
    tşkler mmia Msn Happy
     
    Ziyaretçi 14 Haziran 2011 01:35
  4. tokiohotel - avatarı
    çok güzel çok begendiğim paylaştığın için teşekkürler .. Msn Happy
     
    tokiohotel 14 Haziran 2011 11:19
  5. Avatarı yok
    Bırakın bu işleri
     
    Ziyaretçi 14 Haziran 2011 17:40
  6. _MMia_ - avatarı
    Alıntı
    NOVALGİNE adlı kullanıcıdan alıntı

    Bırakın bu işleri

    Hangi işleri ?Msn Happy
     
    _MMia_ 15 Haziran 2011 00:01
  7. Avatarı yok
    Evet, yalan yok. Gerçekten okudum. Şakayla karışık ama mantıklı Msn Happy
     
    Ziyaretçi 21 Mayıs 2012 18:19