ATATÜRK’ÜN MUHAFIZ ALAYI KOMUTANI TOPAL OSMAN BEY NEDEN KATLEDİLDİ?
Analiz amacıyla yakın tarih tarlasına girmek, mayın tarlasına, girmekten farksızdır!
Alışa geldiğimiz övgü-sövgü sarmalı dışında, gerçekleri arayış cehdiyle yakın tarihe yaklaşan tarihçi, mayın tarlasında yürümeyi göze almak mecburiyetindedir.
Birileri istediği kadar aksini söylesin, dilediği kadar “Aslında eleştirmek ve tartışmak yasak değil de, hakaret etmek yasak”şeklinde bir yorumla yasaklara ve yasakçılığa kılıf bulmaya çalışsın, olmuyor: Çünkü insan kendini ancak özgür hissettiği kadar özgürdür!
Ve bir kesimden övgüyle, bir kesimden sövgüyle söz etmeye şartlanmamış kalemler, yakın tarih konusunda, bilinen sebeplerden dolayı, kendilerini özgür hissetmiyorlar.
Esasen kimi etkili-yetkili çevrelerin zihinleri de, bu konudaki özgürleşmeyi taşımaya henüz hazır değil. Ne zaman yakın tarihe ilişkin farklı bir şey gündeme gelse, aba altından sopa göstermeye varan hassasiyetler ortaya çıkıyor.
Yakın tarihe bakışımız salt duygusal! Duygusal olanın bilimsel, tarihsel, mantıksal olmak gibi bir zorunluluğu yoktur! Yakın tarihe ilişkin derin analizlere rastlayamayışımızın en önemli sebebi bence bu dur. Derinleşme ihtiyacının gerekçesi oluşmamıştır. İnsanlar yasaklar sebebiyle kullanamayacakları bilgilere ulaşmak için çaba harcamazlar.
Bütün bunlardan dolayı gerçek tarihçiyakın tarihten kaçıyor. Öncelikle yanlış anlaşılmaktan, yanlış anlaşılıp süründürülmekten, hatta bazılarına aykırı gelebilecek bilimsel ve tarihsel yaklaşımından dolayı vatana ihanetle suçlanmaktan korkuyor.
Kimse durup dururken huzurunu bozmak istemez. Ayrıca da kimseden kahraman olmasını filan beklemeye hakkımız yok! O zaman da meydan ya tümüyle yakın tarih şaklabanlarına kalıyor, ya da yakın tarihe tam bir mürit mantığıyla yaklaşan siyasi duygusallığa: Onlar da dönemin belli bölümünü övmek, diğer bölümüne sövmek dışında bir şey yapmıyorlar…
Sonuç olarak yakın tarihimiz ve yakın tarihi olumlu-olumsuz yönleriyle etkilemiş Topal Osman Ağagibi isimler bir alaca karanlık kuşağının, övgü-sövgü sarmalında kalıyor.
Bu yüzden ne Sultan Abdülhamid’i yeterince tanıyoruz, ne Vahideddin’i; ne Cemal Paşa’yı, ne Atatürk’ü, ne İnönü’yü, ne Rıza Nur’u, vesaire…
Meçhuller diyarında gibiyiz. Henüz Atatürk’ü Samsun’a götüren Bandırma Vapurunda bile anlaşmış değiliz. Kimilerimiz çürük olduğundan söz ederken, kimilerimiz neredeyse transatlantik tanımlaması yapıyoruz!
Çocukluğumda okuduğum ders kitaplarına göre, Atatürk, asker olduğu hâlde ne komutanlarından, ne de Padişahtan izin almaksızın çürük Bandırma Vapurunaatladığı gibi işgal altındaki İstanbul’dan çıkıp sağ salim Samsun’a varmıştı…
Duyduklarım ise çok farklıydı: Güya Atatürk’ü Samsun’a Sultan Vahdettin göndermiş, (Rahmetli Üstad Necip Fazıl, “Vahidüddin”isimli eserinde bunu yazdığı için mahkûm oldu.) bunun için de, Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan en iyi gemilerden biri olan Bandırma Vapurunu tahsis etmişti.
Dramın boyutlarına bakınız ki, Birinci İnönü Savaşının gerçekte olup olmadığını bile net olarak bilemiyoruz! (İstiklâl Savaşımızın bazı kahramanlarına ve bazı tarihçilere göre, böyle bir savaş hiç olmamış, dolayısıyla böyle bir zafer de kazanılmamış.)
Eğer bu bir dedikodu ise, böyle dedikodular sadece yasakların kol gezdiği ülkelerde olur. Yazılmasından korkulan şeyler kulaklara fısıldanır, tabiatıyla tarihe bir sürü yalan-yanlış şey karışır.
Sır tuta tuta, yüreklerimiz sır-küpünedöndü. Kafamızda cevapsız sorular cirit atıyor…
Özet olarak söylemek gerekirse, Türk milleti, yakın uzak tüm tarihini devlet ideolojisi giydirilmiş resmi tarihten öğreniyor. Bu yüzden, doğrulara ulaşmak bazen imkânsızlaşıyor.
Çünkü iktidarı kontrol edenler tarafından bazı sakıncalı tarihi belgeler değiştirilmiş, hatta yok edilmiş olabilir. Bu ihtimal doğru tarihe giden yolun üzerinde diken tarlası gibi duruyor.
Özellikle Ali Şükrü Bey ve Topal Osman Bey vakası, doğrudan Atatürk’le bağlantılı bulunduğu için, son derece hassas vakalardan birini teşkil ediyor.
Tabii resmi tarihe (ve Ana Britannica Ansiklopedisine göre) Atatürk’ü (Cumhurbaşkanını) korumakla görevli Muhafız Alay Komutam Topal Osman, Atatürk’ü çok sevdiği için, ona sık sık muhalefet eden Trabzon Milletvekili (hemşehrisi) Ali Şükrü Bey’i öldürmüş. Olay ortaya çıkınca Atatürk Topal Osman’ı korumamış. O da Atatürk’e kinlenmiş ve Çankaya Köşkünü basmış. Neticede öldürülmüş. Keşke her şey bu kadar yalın, açık ve basit olabilseydi.
Bilinmelidir ki, hiçbir tarihi olayın gerekçesi bu kadar sade ve basit değildir. Tarih iç içe labirentlerden oluşur. Bir şey tarih içindeki her şeyle ilgilidir. Binaenaleyh, bir olay bu kadar sıradanlaştırılmışsa, mutlaka içinde giriftlikler vardır. Zira tarihte bu kadar tesadüf olmaz.
Artık Topal Osman Bey kimdir? sorusunu kendimize sorabiliriz. Öncelikle, çeşitli savaşlara katılmış, çeşitli yerlerinden yaralanıp topal kalmış bir savaş gazisi ve sözün tam manasıyla bir kahramandır.
Giresun’un varlıklı ailelerinden birine mensuptur. Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşında; gönüllü olarak, bir grup genci silâhlandırarak savaşa katılmış ve çok yararlılıklar göstermiştir…
Bu savaşlarda ayağından yaralanmış, Topal lâkabı oradan gelmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Karadeniz Bölgesi’ndeki Rum çeteleri ile boğuşup geri püskürtmüştür.
Mustafa Kemal Paşanın Samsun’a çıkmasından itibaren de, tüm gücüyle onu desteklemiş ve tüm imkânlarını Mustafa Kemal’in emrine vermiştir.
Kurtuluş Savaşı sırasında çeşitli cephelerde aktif görev üstlenmiştir. O kadar büyük ve görkemli hizmetler yapmıştır ki, gerek kendisi, gerekse çetesi âdeta efsaneleşmiştir. Şöhreti yaygınlaştığı için Nisan 1919’da İstanbul Hükümeti tarafından hakkında tutuklama emri çıkarılmıştır.
Tarihçi vicdanı, böyle birinin göğsüne rahatlıkla ve hiç çekinmeden kahramanlık madalyasıtakabilir. Ancak tarihçinin görevi kahraman belirlemek değil, doğru tespitler yapmaktır.
Birinci tespit: Topal Osman tam bir vatanseverdir…
İkinci tespit: Topal Osman, yeri geldiğinde hayatım vatanı için hiçe sayabilen bir fedakârdır…
Üçüncü tespit: Topal Osman, kendisi için bir şey istemeyen bir insandır…
Tarih iç içe labirentlerden oluşur. Bir şey tarih içindeki her şeyle ilgilidir. Binaenaleyh, bir olay sıradanlaştırılmışsa, mutlaka içinde giriftlikler vardır. Zira tarihte bu kadar tesadüf olmaz.
Dördüncü tespit: Mustafa Kemal’e bağlıdır… (O kadar bağlıdır ki, Atatürk, ondan başkasına güvenememiş, kendisini koruma görevini ona ve arkadaşlarına vermiştir. Mustafa Kemal’in 27 Aralık 1919’da, Erzurum Milletvekili ve Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi Başkanı olarak Ankara’ya geldiği zaman, hiçbir biçimde koruması yoktur…
Ankara Garı yanındaki küçük evde uyurken, silâhını yastığının altına soktuğunu duyan Topal Osman Ağa, hemşerilerinden kurduğu birliğiyle Mustafa Kemal’i korumayı üstlendi. TBMM’nin küçücük genel kurul salonunda, “Muhafız Tabur Kumandanı”olarak, ayrı bir yerinin olduğu bilinir.)
Bundan sonrasını dönemselolarak tespit edelim…
Artık zafer (İstiklâl Savaşı) kazanılmıştır. Dolayısıyla, yönetici kadro, savaş esnasında gerekli gördüğü bazı isimlere, gruplara ve eğilimlere artık ihtiyaç hissetmemektedir…
Yani ileriki aşamalara geçilebilmesi için, bazılarının tasfiye edilmesinin vakti gelmiştir…
Birinci Meclis, yönetici kadronun rahatlıkla kontrol edebildiği bir Meclis değildir. Mustafa Kemal ve kadrosu, Birinci Meclis’teki muhalif İkinci Grub’un (Mustafa Kemal Birinci Grubun lideridir) zaman zaman çok sertleşen muhalefetiyle karşılaşmaktadır. Grubun önder isimlerinden biri de eski bir asker olan Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’dir. Ali Şükrü Bey, diğer pek çok milletvekili gibi, Lozan Antlaşmasının Türkiye’yi kayba uğrattığına inanmakta ve antlaşmanın imzalanmamasını istemektedir…
Bu bağlamda Mustafa Kemal’i ağır biçimde eleştirmektedir. Bazen tartışma o kadar sertleşmektedir ki, Mustafa Kemal ile Ali Şükrü birbirlerinin üzerine yürümektedirler.
Tabiatıyla da Mustafa Kemal, düşündüklerini hayata geçirebilme açısından yeni bir Meclis istemektedir… Yeni Mecliste Ali Şükrü Bey ve fikriyatı asla yer bulamayacaktır. Fakat bunu gerçekleştirebilmek pek o kadar da kolay iş değildir. Zira Ali Şükrü, Mecliste ve basında tanınan, hatta taraftarı olan lider isimdir.
Hem dinî, hem de millî konularda son derece hassas, son derece atak, cesur, liderlik vasfı olan bir insandır. Mustafa Kemal’in Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’ne karşılık, Ali Şükrü de Tan Gazetesi‘ni çıkarmakta, her alanda Mustafa Kemal ile rekabete giriştiği izlenimi vermektedir. Ayrıca hilâfetin kaldırılmasına da taraftar değildir. Üstelik Mustafa Kemal ile TBMM çatısı altında dişe diş tartışmayı göze alabilen biridir.
İşte bu gergin günlerde Ali Şükrü Bey birden bire ortadan kayboldu. Kayboluşunun ancak üçüncü günü, Mühye Köyü civarında koyunlarını otlatan bir çoban tarafından cesedi bulundu. Boğularak öldürülmüştü…
Cinayeti araştırmak üzere kurulan komisyon, pek bir şey bulamadı. Sadece Ali Şükrü Bey’in, sıkılmış yumruğunun içinde hasır parçaları bulunduğu zapta geçirildi…
Derhal Topal Osman’ın evini bastılar. Her nasılsa, cesedin avucundaki hasır parçalarının Topal Osman’ın evindeki sandalyeye ait olduğunu tahmin etmişlerdi!
Sonra bu mealde bir açıklama yaptılar: Hemşehrisini Topal Osman öldürmüştü!
İdddiaya göre, Topal Osman, hemşehrisi Ali Şükrü Bey’in Mustafa Kemal’e muhalefet etmesine dayanamamış ve bir gece evine çağırıp öldürmüştü. (27 Mart 1923)
En mühim delilleri, cesedin avucunda tuttuğu, cinayetten sonra konulup konulmadığı bilinmeyen hasır parçalarıydı. Güya o parçalar, boğuşma esnasında, Osman Ağa’nin evindeki hasır sandalyelerden koparılmıştı.
Ama Topal Osman böyle bir cinayet işlemediğini söylüyor, hemşehrisini öldürmesi için deli olması gerektiğini öne sürüyordu. Üstelik aralarında cinayet sebebi olabilecek bir düşmanlık da yoktu. Birbirlerinin evine girip çıkacak derecede de samimiydiler.
Bunları Atatürk’e anlatıp masumiyetini ispatlama çabasına girdi. Fakat talebi reddedildi. O zaman iktidar kavgasının ortasına düştüğünü ve iyi hazırlanmış bir komploya kurban gittiğini düşündü.
Kahramandı, korkusuzdu, ama pek çok kahraman gibi o da saftı. Cepheden cepheye mertliğini vuruşturduktan sonra, enva-i çeşit siyaset tilkisinin cirit attığı Ankara havasına alışamamıştı. İntikam hevesine kapıldı. Arkadaşlarıyla birlikte, Çankaya Köşkü’nü kuşattı. Atatürk içerideydi. Yanında eşi Latife Hanım ve Latife Hanım’ın kız kardeşi Vecihe İlmen vardı. “Latife Hanım” isimli kitabın yazarı İpek Çalışlar, Latife Hanım’ın kız kardeşi Vecihe İlmen’e atfen şunları anlatıyor:”Beklenen oldu. Topal Osman çetesi Çankaya’yı kuşattı. Latife’nin kız kardeşi Vecihe de oradaydı. Vecihe İlmen yıllar sonra bir dost meclisinde o gün yaşadıklarım anlatmıştı. Bu anlatım Topal Osman olayının bilinmeyen bir yönünü gün ışığına çıkartıyor: Milli Mücadelenin lideri tehdit altındaydı. Kısa bir tartışma yaşandı. Önemli olan Mustafa Kemal Paşa nın yaşamıydı. Ona bir şey olursa zaten hiçbiri hayatta kalamazdı. Dışarıdakilerle pazarlık başladı. Adet olduğu üzere, ‘Kadınlar ve çocuklar önden çıksın,’ dediler. Plan şuydu:Mustafa Kemal Paşa, kılık değiştirerek kadınlar ve çocuklarla birlikte dışarı çıkacaktı. Fakat evin içinde de birilerinin kalması gerekiyordu.
Latife muhafızlarla birlikte evde kalmaktan yanaydı. ‘Ben onları oyalarım,’ diyordu. Mustafa Kemal Paşa önce şiddetle itiraz etti. Ancak Latife’nin inadını bilirdi. Vecihe bir çarşaf buldu, getirdi. Mustafa Kemal çarşafı giydi, baldızı Vecihe ve hizmetkâr kadınlarla dışarı çıktı. Latife de bu arada onun kalpağını kafasına takmıştı.
Erlerden birine, ‘Mutfaktaki portakal sandıklarını getir,’ dedi. Sandıkları pencerelerin önüne dizdiler. Evde ışıklar yanıyor ve bahçeden bakıldığında içerdekiler fark ediliyordu. Boyunun kısalığı dışarıdan fark edilmemeliydi. Latife, portakal sandıkları üzerinde bir ileri bir geri yürüyor, dışarıdan gelen habercilerle iletilen mesajları evde Mustafa Kemal varmış gibi alıp cevap veriyordu. Ölüm tehdidi altında çeteyi oyalamayı sürdürüyordu. O sırada Mustafa Kemal, Topal Osman’a karşı yürütülecek harekâtı planlıyordu. Sonunda Topal Osman’ın adamları eve kurşun yağdırmaya başladı. Ardından eve girdiler. Mustafa Kemal’in gittiğini anlayınca çılgına dönüp ne buldularsa parçaladılar. Onların aradığı Mustafa Kemal’di. Ama ellerinden kaçırmışlardı. O sırada Topal Osman müfrezesi Muhafız Taburu tarafından sarıldı.”
Tabii teslim olmadı. Ankara’da Ayrancı Bağları’ndaki evinde girdiği çatışma sabaha kadar sürdü. Hemen hemen bütün adamları öldürüldü. Kendisi de ağır biçimde yaralandı. Ve ancak yaralı olarak ele geçirilebildi. Fakat hazindir; ağır yaralı olarak hastaneye götürülürken, yolda öldüğü söylenerek başı kesildi… (1923 yılının 1 Nisanını 2 Nisana bağlayan gece) Sonra alelacele gömüldü. Daha sonra ise Meclis kararıyla mezarı açıldı. Cesedi çıkarılıp TBMM önünde bacaklarından darağacına asıldı ve ceset kokuşuncaya kadar orada bekletildi. Böyle bir kini anlamak, bugün için çok zor!
O dönemde TBMM zabıt kâtibi olan Mahir İz, “Yılların İzi”adıyla yayınladığı hatıralarında, bu operasyonla hem Ali Şükrü Bey’in yıpratıcı muhalefetinden, hem de artık hizmetine lüzum kalmayan Topal Osman ve arkadaşlarından kurtulmak isteyenlerin kurtulduğunu, böylece bir taşla iki kuş vurulduğunu söyler. Atatürk’e sonuna kadar sadık kalmış isimlerden Falih Rıfkı Atay, “Topal Osman da en sonunda nizamî ordunun kıta kumandanlarından İsmail Hakkı Tekçe tarafından ve Mustafa Kemal’in emriyle Çankaya sırtlarında vurulmuştur.”der…
Atatürk’ün eski silâh arkadaşlarından Ali Fuat Cebesoy ise, Topal Osman yok edilirken Mustafa Kemal’in oturup beklemesini manidar bulur.
Her neyse. Bu olaylardan sonra Birinci Meclis, Meclis üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ile alması gereken seçim kararını, Anayasaya aykırı olmasına rağmen, basit çoğunlukla aldı. Seçilecek isimleri bizzat Atatürk belirledi. Böylece İkinci Meclis teşekkül etti. TBMM’nde dikensiz gül bahçesi oluşmuştu. Tarihçi vicdanı, “Amaç bu muydu?..”diye düşünmeden edemiyor.
***
Bu acı hikâye burada bitmeliydi aslında, fakat bitmedi. Bu kez Gazi Topal Osman ismi etrafında dönen başka bir hikâye çıktı yolumuza…
1925’de bizzat Atatürk’ün emriyle Topal Osman’ın naaşı Giresun Kalesinde ilk gömüldüğü yerden alınıp, yine kale içindeki anıt mezara nakledildi.
1981’de Giresun mülki amirleri kendisini kahraman ilan etmek için Türk Tarih Kurumu’ndan görüş istediler, ama olumsuz bir cevap aldılar…
1983’de Kenan Evren, Giresun’u ziyareti sırasında, Gazi Topal Osman’dan övgüyle söz etti. 1987’de yerel yöneticiler 2 Nisanlarda Topal Osman’ı anmaya başladılar. Derken, bir emekli tuğgeneral, Topal Osman Ağanın hayatından çok etkilendiğini söyleyerek adına bir heykel yaptırıp dikilmek üzere Giresun’a gönderdi. Ne var ki, dönemin CHP’li belediye başkanı Mehmet Işık buna mani oldu. Başkanın talimatıyla heykel depoya kaldırıldı. Bu da böyle bir hikâye işte.
Gazi Topal Osman’ın hayat ve ölüm hikâyesi, son günlerde çokça sorulduğu için, yazılmalı diye düşündük.
Kaynak:
Yavuz BAHADIROĞLU, Tarihimizin Gizli Odaları Hayat Yayıncılık,2012, Bayrampaşa / İstanbul, sh:72-80
Yorumlar
- Bilindiği gibi insanoğlunun beyin kimyası tarih bilincini geliştirirken hemen ardından tarihi taraflı olarak değiştirmeyi de vücuda getirdi. Buhranlı zamanlar adalet mekanizmasını da gölgelediği gerçektir. Tarihçi tespit yapmadan olayları anlatsa da zamanla olayın tanıklarının yorumları olaya senkronize olacaktır. Bu yazıda limon sandıklarının üzerine çıkma ihtiyacı olan hanımefendinin boyu dikkatimi çekti. Bilindiği gibi Atatürk çok uzun sayılmazdı. Bu bile dikkate alındığında durum değerlendirmelere takılmadan sebep ve sonuç yine de tarihçilere bırakılmalı.
paylaşımın içi teşekkürler. - Alıntıdiabloazul adlı kullanıcıdan alıntı
Bilindiği gibi insanoğlunun beyin kimyası tarih bilincini geliştirirken hemen ardından tarihi taraflı olarak değiştirmeyi de vücuda getirdi. Buhranlı zamanlar adalet mekanizmasını da gölgelediği gerçektir. Tarihçi tespit yapmadan olayları anlatsa da zamanla olayın tanıklarının yorumları olaya senkronize olacaktır. Bu yazıda limon sandıklarının üzerine çıkma ihtiyacı olan hanımefendinin boyu dikkatimi çekti. Bilindiği gibi Atatürk çok uzun sayılmazdı. Bu bile dikkate alındığında durum değerlendirmelere takılmadan sebep ve sonuç yine de tarihçilere bırakılmalı.
paylaşımın içi teşekkürler.

bu fotoğraf limon sandıkları hakkındaki endişenize cevap olur inşallah.Yorumun için teşekkürler. -

Ama paylaşımlarının çeşitliliği ve nadir rastlanılması gerçekten takdire layık.


