Arama

Ekosistem

Güncelleme: 21 Şubat 2019 Gösterim: 35.237 Cevap: 8
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Şubat 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Ekosistem

Ad:  eko1.JPG
Gösterim: 2852
Boyut:  23.6 KB

Belli bir alanda hayatlarına devam eden canlı ya da cansız fark etmeksizin tüm varlıklar arasında bir ilişki bulunmaktadır. Ekosistem ise kısaca varlıklar arasındaki ilişkinin temel ve özel boyutlarını inceleyen bilim dalı olarak kendini göstermektedir. Ekosistem hakkında yapılan araştırmalarda ya da genellikle ödev teslimlerinde en büyük hata, sadece canlı varlıkların aralarındaki iletişimlerin konu edilmesinden kaynaklanmaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi ekosistem, doğa üzerindeki canlı ya da cansız tüm varlıkları kapsayan oldukça büyük bir alanı konu edinmiştir.
Sponsorlu Bağlantılar

Ekosistem Bileşenleri


Ekosistem oldukça geniş bir konu başlığı oluşturduğundan ötürü gerektiği gibi inceleme yapılabilmesi için temel bileşenlere ayrılmış durumdadır. Ekosistem bileşenleri olarak tanım alan konu başlıkları dört temel üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ders kitaplarında da kaliteli kaynaklarda da ekosistem bileşenleri;
- Birincil Üretici;
- Tüketici,
- Cansız Varlık,
- Ayrıştırıcı, olarak verilmektedir.
Ad:  ekosistem.PNG
Gösterim: 2973
Boyut:  21.1 KB
Ekosistemin bileşenlerinde birincil üreticiler, besin piramidinin de temelini oluşturmaktadır. Sözlük anlamı ile birincil üreticiler; fotosentez yaparak yüksek enerji potansiyeli bulunan organik bileşenleri sentezleyebilen organizmalardır. Birincil üreticilere bitkiler örnek olarak verilmektedir. Ekosistemin temelinde bulunan besin piramidinde birincil üreticilerden sonra ise tüketiciler yer almaktadır.

Ekosistemde besin piramidi tüketicileri; birincil, ikincil ve üçüncül olarak kendi arasında gruplara ayırmıştır. Birincil tüketiciler, birincil üreticilerin üst kısmında yer almaktadır. Otçullar olarak da bilinen birincil tüketiciler, ot ile beslenen hayvanlardan oluşmaktadır. Birincil tüketicilere fil, inek, kelebek ya da koyun gibi hayvanlar örnek gösterilmektedir. Besin piramidinin bir üst basamağında ise ikincil tüketiciler yer almaktadır. İkincil tüketiciler etçil hayvanlardan meydana gelmektedir. Belli bir düzeni bulunan besin piramidindeki etçiller, birincil tüketiciler, yani otçullarla beslenmektedir. Piramidin tepesinde bulunan üçüncül tüketiciler ise yırtıcılardan oluşmaktadır. Son grupta bulunan canlılar ise, etçil ve otçul beslenme şekline sahiplerdir. Genel tanımda üçüncül tüketicilere, etçillerle beslenen etçiller olarak da yer verilmektedir.

Ekosistemi oluşturan bileşenlerden biri de cansız varlıklardır. Bu kapsamda ekosistem ve çevre incelenmektedir. Çevre koşullarının belli olmasını ve canlıların hayatlarını etkileyen cansız değişkenlerden olan iklim bu alandaki ilk konu başlığıdır. İklim de tüketiciler gibi kendi içerisinde güneş enerjisi ya da ışık olmak üzere değişik alt başlıklar bulandırmaktadır. Ekosistemin cansız varlık olarak tanımlamış olduğu değişkenlerden diğerleri ise; toprak ve sudur.

Ayrıştırıcılar ekosistemin en önemli görevlerini üstlenen organizmalardan biridir. Çünkü bir ekosistemin devamlı olabilmesi için yenilenmesi şarttır. Ayrıştırıcılar ise kısa tanımlama ile ekosistemlerin yenilenmesini sağlamaktadır. Canlılar doğaları gereği belli bir dönem sonrasında hayatlarını kaybetmektedir. Ekosistem ve ayrıştırıcılar konu başlığı, hayatlarını kaybeden hayvanların ya da bitkilerin organik bir şekilde ekosisteme yeniden kazandırılmasını incelemektedir. Ayrıştırtıcılar arasında mantarlar ve bakteriler bulunmaktadır. Toprağa düşen organik atıklar, ayrıştırıcılar sayesinde yeniden ekosistemde kullanılabilir hale getirilmektedir. Bu duruma bir nevi geri dönüşüm olarak bakmak da mümkündür.

Ekosistem ve Ekoloji İlişkisi


Ekosistemin canlıların hayatlarını yakından ve doğrudan alakadar eden bir sistem olması, bilim dalı olarak incelenmesini zorunlu kılmıştır. Ekoloji de bu kapsamda ortaya çıkan bir disiplin olarak görülmektedir. İnsanlar, ekoloji sayesine ekosistemde varlıklarını gösteren canlı ve cansız varlıkları inceleyebilmektedir.
Ad:  eko8.JPG
Gösterim: 2067
Boyut:  53.0 KB
Varlıkların fiziksel ortama nasıl adapte olduklarını ya da adapte olup olamadıklarını denetleyen ekoloji, kendine has terimlerden ve konu başlıklarından oluşmaktadır. biyotik ya da abiyotik olarak temel başlıklardan meydana gelecek ekoloji bilim dalı, çevrenin geçmiş ve günümüzdeki hallerinin kıyasını da yapmaktadır.

Çevrebilim olarak da bilinen ekoloji, ekolojik sistemlerin düzelebilmesi için neler yapılması gerektiğine dair tezler de ortaya koymaktadır. Biyosfer, yani dünya üzerinde bulunan ekosistemlerin tamamının toplamı ile alakadar olan ekoloji biliminde uzmanlar varlıkların çevreye göstermiş oldukları tepkileri yıllara dayanarak ve sistemli şekilde incelemektedir.

Ekosistemin Özellikleri


Biyosfer üzerinde yer alan tüm ekosistemler belli başlı ortak özelliklerin bir araya gelmesinden oluşmaktadır. Ekosistemin genel özellikleri arasında, her ekosistemin kendine özgü olması ilk sırayı almaktadır. Belli bir besin zincirine göre sıralanan ekosistemler büyük ya da küçük olabilmektedir. Aynı şekilde ekosistemler geniş bir okyanusu oluşturabilecekleri gibi dar bir su birikintisini de oluşturabilmektedir. Örnek verilen iki ekosistem arasındaki belirgin fark ise, içlerinde bulunan canlı sayısından meydana gelmektedir.

Ekosistemlerin özelliklerinden biri olarak da geçiş bölgelerinin anlaşılabilir olması gösterilmektedir. Büyük ya da küçük olması fark etmeksizin gerekli incelemeler yapıldığında ekosistemlerin sınırları da belirlenebilmektedir. Geçiş bölgeleri yani ekoton olarak isimlendirilen sınırlar, bir ekosistemin sona erip yenisinin başladığı bölgeleri de temsil etmektedir. Ekosistem değişimini belli eden sınır bölgeleri sanılanın aksine canlıların bulunmadığı bölgelerden oluşmamaktadır. Ekotonlarda, ekosistemlere göre daha çok sayıda canlının yaşadığı bilinen bir gerçektir.

Ekosistem Hizmetleri Nedir?


İnsanlar, diğer canlılarda da olduğu gibi hayatlarını idame ettirebilmek için doğaya muhtaçtır. Bu muhtaçlık durumu ancak belli şekilde gerçekleştirilen karşılıklı alışverişler neticesinde fayda sağlamaktadır. Canlı ve cansız varlıkların tamamının aralarında gerçekleştirdikleri ilişkinin tamamına ise ekosistem hizmetleri ismi verilmektedir. Ekosistem hizmetleri, ekosistem içerisinde yer alan varlıkların ilişkilerinin yaşandığı zaman dilimi olarak da tanımlanabilmektedir. İnsanlar genel kapsamda ekosistem hizmetlerini hazır olarak elde etmektedir. Bunlara örnek olarak oksijen gösterilebilmektedir. Oksijen, ekosistem içerisinde yer alan bitkilerin fotosentez yolu ile doğaya verdiği bir hizmettir. Ancak sanayi devrimi neticesinde doğada artan insan müdahalesi, ekosistem hizmetlerine de olumsuz bir etki yaratmıştır.

Ekosistemlerin Bozulma Nedenleri


Ekolojik denge ya da ekosistemler belli nedenler yüzünden bozulabilmektedir. Bu bozulmalar canlıların yaşamlarına olumsuz etkiler olarak geri dönüş yapmaktadır. Ekosistemler üzerinde yapılan araştırmalar yaşanan bozulmaları doğal ve beşeri olarak iki başlık altında toplamışlardır. Ekosistemlerin doğal nedenler yüzünden bozulmasında insanların herhangi bir önleyici üretmeleri mümkün değildir. Bu duruma depremler gibi önlenmesi mümkün olmayan afetler örnek verilmektedir. Ancak ekosistemlerin bozulmasında doğal kaynaklı nedenler beşeri nedenlere göre daha az rol oynamaktadır.

Kaynağı insan olan ekosistem bozulmalarında sanayileşme pek çok türün yaşamına son vermektedir. Sanayileşme için ormanların bilinçsiz şekilde kesilmesi ya da fabrika atıkları bu kapsamda gündeme gelen ilk sorunlardan biridir. Aynı şekilde sanayileşme neticesinde başlayan hava ve ses kirliliği de ekosistemlerin bozulmasında büyük ölçüde etkili olmaktadır. Bilinçsiz ve hızlı şekilde gerçekleşen nüfus artışı da ekosistem bozulmalarının insan kaynaklı nedenlerinden birini oluşturmaktadır. Artan nüfusun barınma, beslenme ve giyinme gibi ihtiyaçlarının giderilmek istenmesi ekolojik dengenin bozulması ile sonuçlanmaktadır. Bu nedenden ötürü hem devletlerin hem de bireylerin aile ve nüfus planlamalarını iyi şekilde yapmaları gerekmektedir.

Ekosistem Bozulmaları Çevreyi Nasıl Etkiler?


Ekolojik bozukluklar çevreyi tamamen olumsuz olarak etkilemektedir. Bu nedenden ötürü günümüze kadar pek çok hayvanın neslinin tükendiği bilinmektedir. Hali hazırla nesli tükenme tehlikesi altında olduğu için koruma altına alınmış olan hayvanların sayısı da oldukça fazladır. Ekosistemden bir hayvanın ya da canlının eksilmesi demek, besin zincirini tamamen değiştirmektedir. Bu nedenden ötürü bazı canlıların yok olması, bazı hayvanların sayısını artırarak yeni dengesizlikler oluşmasına neden olmaktadır.

Ekosistemin bozulmasında çevresel nedenlerden olan iklim, aşırı yağışlar ya da kuraklıklar olarak kendini göstermektedir. İki şekilde de ekosistem dengesi negatif şekilde etkilenmektedir. Kuraklıklar susuz kalan bitkilerin kurumasına, hayvanların ise yaşamlarını yitirmelerine neden olmaktadır. Bu kapsamda suyun azalması ekosistemlerin temel sorunlarından biridir. Su sadece çevresel nedenlerden değil beşeri sebeplerden ve aşırı kullanımdan ötürü de azalmaktadır. Bu neden yüzünden su kaynakları ekosistemlerin devamlılığı için ilk şartlardandır.
Ad:  eko6.JPG
Gösterim: 1073
Boyut:  25.8 KB

Ekolojik döngü içerisinde iklimlerin değişmesi de ekosistem bozumla nedenlerinden biridir. Bulundukları bölgedeki iklim değişikliğinden ötürü hayvanlar toplu olarak göçler gerçekleştirmektedir. Aynı şekilde insanlar da iklim sebebi ile yaşadıkları alanları terk edebilmektedir. Küresel ısınma, çağımızdaki en önemli iklim değişim nedenidir. Ancak küresel ısınma doğal yani çevresel faktörlerden ötürü oluşmamaktadır. Bu ekolojik bozukluk nedeni de aşırı sanayileşme başta olmak üzere insani nedenlerden biridir. Üstelik küresel ısınma yanında pek çok sorunu da beraberinde getirmektedir. Ozon tabakasında açılan deliğin büyümesi neticesinde oluşan ekosistem bozulmaları kutupların giderek ısınması ile sonuçlanmaktadır. Bu kapsamda kutup ekosisteminde yaşamaya elverişli olan hayvanların soyları tehlike altına girmektedir.

Ayrıca kutupların erimesi, oldukça yüksek sayıda buzların çözülmesi anlamı taşımaktadır. Gelecek kuşaklar kutupların erimesinden sonra artan deniz suyu yüzünden tatlı su konusunda büyük ihtimalle sıkıntılar yaşayacaktır. Ekolojik bozuklukların önüne geçilebilmesi ve döngünün kendini yenileyebilmesi için beşeri faktörler konusunda bilinç sağlanması şarttır. Bu sayede popülasyonların yeniden varlıklarını devam ettirebilir hale geleceği düşünülmektedir.
Kaynak: MsXLabs.org
BAKINIZ
Ekoloji Bilimi
Besin Zinciri ve Enerji Piramidi
Çevre ve Ekoloji Haberleri
Çevre Bilimi Nedir?
Ekoloji ve Çevre Hakkında Makaleler
Çevre Nedir? Çevre Hakkında Genel Bilgiler
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 21 Şubat 2019 00:13
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Haziran 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

ekosistem


ÇEVREDÎZGE olarak da bilinir,
Sponsorlu Bağlantılar
belli bir birim alan içinde yaşayan tüm canlıları, fiziksel çevrelerini ve aralarındaki her türlü karşılıklı ilişkiyi içeren kavram.

Ekosistem incelemelerinin temelini oluşturan ilkeler belli bir bakış açısına dayanır: Çevre, onu oluşturan öğelerle bir bütündür. Büyüklüğü ne olursa olsun, yaşamı destekleyen doğal ya da yapay bir çevrenin öğeleri, bir ilişkiler ağma bağlı parçalardır. Bu karmaşık ağı oluşturan her öğe, öbür öğelerle dolaylı ya da dolaysız karşılıklı ilişki içindedir ve bütünü etkiler.

Ekosistem terimi ilk kez 1935’te İngiliz ekolog Arthur George Tansley tarafından önerildi. Bununla birlikte, kavramın ortaya çıkışı çok daha eskiye, insan ve doğanın birliğinden söz eden en eski dinsel metinlere dayanır. Antropologlar ve coğrafyacılar insanın çevresi üzerindeki etkisiyle yakından ilgilenirken, 19. yüzyıl sonlarında değişik ülkelerden birçok araştırmacı, canlıları çevreleriyle birlikte inceleyerek ekosistemle eşanlamlı terimler kullanmıştır. Ekosistem kavramının, giderek yerleşmesine karşın 1960’lar a değin uygulamada yeterince önemsenmediği de bir gerçektir. Çünkü uygulamalı bilimlerde orman, yabanıl hayvanlar, su, tarım, toprak koruma, zararlıların denetlenmesi gibi birçok ilgi alanı birbirinden bağımsız olarak ele alınmıştır. Bunun önemli bir nedeni de, gerçek bir ekosistem planlamasını sağlayacak bilgi birikiminin eksikliğidir. İnsan nüfusunun kaynaklar ve içinde yaşanan sistem göz önüne alınarak planlanması ise günümüzde insanlığın karşılaştığı en güç ve en büyük sorun olarak ağırlığını duyurmaktadır.

Bir ekosistem mineraller, iklim, toprak, su, gün ışığı gibi cansız bileşenler ile tüm yaşayan bireyleri içeren canlı bileşenlerden oluşur. Bu bileşenleri birbirine bağlayan temel güçler enerji akışı ve besin çevrimidir. Ekosistemdeki başlıca enerji kaynağı olan Güneş’in yaydığı ışıma enerjisi kendi-beslek (ototrof) canlılar tarafından kullanılır. Kendibeslek canlıların büyük bölümü karbon dioksit ve suyu güneş enerjisinin yardımıyla ve enerji açısından zengin basit karbonhidratlara dönüştüren, yani fotosentez yapan yeşil bitkilerdir. Basit karbonhidratlarda depolanan enerji daha sonra proteinler, lipitler ve nişastalar gibi daha karmaşık karbonhidratlar yapmak için kullanılır. Ekosistemin bu bölümü genellikle üretici basamak olarak tanınır.

Kendibesleklerin dolaylı ya da dolaysız yoldan ürettiği organik maddeler dışbeslek (heterotrof) canlılara geçer. Dışbeslekler kendi besinlerini hazırlayamadıklan için ekosistemin tüketicileridir. Bu canlılar kendibeslek canlıların yaptığı karmaşık organik maddeleri kullanır, yeniden düzenler ve sonunda ayrıştırır. Hayvanlar ve mantarların tümü, bakterilerle öteki mikroorganizmaların da önemli bir bölümü dışbeslektir.
Ad:  ekosistem1.JPG
Gösterim: 1005
Boyut:  28.7 KB

Kendibeslekler ve dışbeslekler ekosistemin değişik beslenme basamaklarını oluşturur. Üretici basamak kendi besinini hazırlayan canlıları kapsar. Birincil tüketici basamağındaki canlılar üreticilerden beslenir. İkincil tüketici basamağındaki canlılarsa birincil tüketicilerden beslenir ve beslenme zincirinin basamakları bu biçimde birbirine eklenerek ekosistemde madde ve enerji aktarımı sağlanır. Örneğin çayır ekosistemindeki tipik bir beslenme zinciri şöyle gösterilebilir:

Ot Cüretici)—>fare (birincil tüketici)—>yılan (ikincil tüketici) —> şahin (üçüncül tüketici).

Öte yandan birçok canlı değişik beslenme kaynaklarını kullanabildiğinden ekologlann beslenme ağı dediği, iç içe geçmiş bir yapı oluşur.
Doğal ekosistemler iki kuşak içerir: Üstte, Güneş’ten gelen enerjiyi toplayan yeşil kuşak, onun altında da kahverengi kuşak yer alır. Organik maddeler, yeşil kuşakla iç içe geçmiş olan kahverengi kuşakta toplanıp toprakta ve çökellerde ayrışır. Bu istiflenme biçimine uygun olarak kara ve sığ su ekosistemlerinde bitki örtüsünün ya da üretici basamağın altında yer alan tüketici basamak, karmaşık bileşikleri yeşil bitkilerin kullanabileceği maddelere dönüştürür. Okyanus gibi derin deniz ekosistemlerinde, yüzen alglerin bulunduğu üstteki ışıklı bölge yeşil kuşağı, alttaki karanlık bölge ise çökellerle birlikte kahverengi kuşağı oluşturur.

Beslenme basamaklarında enerji aktarımı sırasında önemli kayıplar ortaya çıkar. Örneğin otlarda depolanan enerjinin yalnızca yüzde 10 kadarı bu bitkileri yiyen hayvanın vücudunda kalır. Geriye kalan yüzde 90’ı ya kullanılamaz ya da metabolizmanın çalışması sırasında ısı enerjisine dönüşerek kaybolur.
Enerjinin ekosistemden sürekli kaybolmasına karşın besinler biyojeokimyasal çevrim içinde kalır. Başlıca biyojeokimyasal çevrimler arasında su, karbon, oksijen, azot, fosfor, kükürt ve kalsiyum çevrimleri yer alır. Bu çevrimlerin birçoğunda çürükçül canlılar elementleri öbür canlıların kullanabileceği duruma getirerek ekosistemde önemli rol oynarlar.

Toprak örtüsünden yoksun kay açların ya da lav akıntısının bulunduğu bölgelerde, var olan ekosistemin orman yangını gibi etkenlerle bozulduğu durumlarda ya da başka nedenlerle verimsizleşmiş alanlarda canlıların yer edinmesi ekolojik ardıllık denen bir düzen içinde gerçekleşir. Ekosistemlerin ardıllığında genellikle iki evre vardır: Gelişme ya da başlangıç evresi ve olgunluk evresi. Gelişme evresindeki az sayıda türe ve kısa beslenme zincirine karşılık, olgunluk evresinde daha karmaşık bir canlı yaşamı gözlenir. Bu gelişim, ekosistemde büyük bir tür çeşitliliği, karmaşık beslenme ağı ve güçlü bir denge olgusunun ortaya çıktığı ekolojik doruk durumunu yaratır.

İnsanlar ekosistemlerin gelişimini önemli ölçüde etkilemektedir. Örneğin tarım, olgunlaşmamış bir ekosistemin doğal gelişmesini engelleyerek yüksek verim elde edilmesini amaçlar. Ekosistemde en uygun besin üretimine yönelik bir düzenlemeye giderken beslenme zinciri içindeki karşılıklı ilişkiler ile genç ve olgun ekosistemlerin belirleyici özellikleri göz önünde tutulmalıdır. Toprağı işleyerek ve gübreleyerek ekosisteme ek enerji sağlanması, kısa süreli üretimde yüksek verime yol açabilir. Ama üretimi gelişigüzel artırma çabası uzun dönemde çeşitli olumsuz etkiler yaratır. Bunlar arasında gübre ve tarım ilaçlarının yarattığı kirlenme, yalnız yüksek verim düşünülerek geliştirilen ürünlerin doğal etkilere dayanıksızlığı ve dengesiz üretim sayılabilir. Son yıllarda ekosistem üzerine yapılan araştırmalar sistem ekolojisinin gelişmesini sağlamış, sanayileşmenin ve tarımsal gelişmenin çevre üzerindeki etkilerini belirleme ve denetleme yolunda önemli adımlar atılmıştır. Sistem ekolojisi, kimyasal madde birikimi ve radyoaktif atıkların etkileri ya da fosil yakıtların (petrol, kömür, doğal gaz) atmosfere yaydığı karbondioksit ve öbür tanecikler yoluyla iklimi etkilemesi gibi konulan incelemekte, ekosistemde enerji akışını ve beslenme zincirini bozmayan tekniklerin geliştirilmesine katkıda bulunmaktadır.

Bir ekosistemin belirlenmesinde büyüklük ölçü olarak kullanılamaz. Cangılm bir kilometre karesi, çölün bir metre karesi, bir havuz, bir orman parçası, bir kent, bir çiftlik, hatta bir akvaryum bir ekosistemi oluşturabilir. Bütün ekosistemler, en büyük ekosistem olan ekosferin içinde yer alır; ekosfer de Yer’i (jeosfer) ve bütün biyolojik bileşenlerini (biyosfer) içerir. Yalnızca yapay ekosistemlerin sınırları kesin biçimde ayrılmıştır. Doğal ekosistemlerse, ormanların kenarı ya da deniz kıyısı gibi, ekoton denen geçiş bölgelerinde birbirine karışır.

Ekosistemlerin incelenmesinde kara ve su olmak üzere başlıca iki büyük sistem ayırt edilebilir. Bir su ekosistemi en küçük su birikintisinden okyanusa kadar değişen ortamlardaki karşılıklı ilişkileri kapsar. Ortamların farklılığına karşın, suyun canlılar üzerindeki etkisi bu ekosistemde yaşayan canlılarda benzer özellikler yaratmıştır. Hem su, hem çok daha karmaşık yaşam biçimlerinin gözlendiği kara ekosistemlerini tek tek incelemek olanaksızdır. Bu sistemlerin topluca incelenmesi ise birçok önemli ayrıntının, fiziksel ve kimyasal bileşenlerin, canlıların değişik çevrelerin özelliklerine göre geliştirdiği uyum biçimlerinin, enerji akışı ve besin çevriminde ortaya çıkan özelliklerin göz ardı edilmesine yol açar. Bu nedenle canlıların yaşadığı çevreler belli tipler altında toplanarak incelenir. Genellikle su ekosistemleri deniz suyu ve tatlı su (ya da denizler ve iç sular) olarak ayrılabilir. İç sular da kendi içinde durgun sular (göller) ve akarsular olmak üzere iki alt bölüme ayrılır. Kara ekosistemleri yaşama ortamlarına ya da kara çevrelerine göre kutup bölgeleri ve tundra, kuzey ve ılıman bölge ormanları, çayır, otlak, çöl ve yarı çöl alanlar, cangıllar ve yağmur ormanları, savanlar ve öbür astropik ormanlar biçiminde ayrılır. Egemen bitki örtüsü temelinde belirlenen bu tiplerin yanı sıra değişik ölçütlere dayanarak farklı sınıflandırmalar da yapılmaktadır.

ekoton


birbirine komşu olan orman ve çayır gibi değişik iki bitki topluluğu arasındaki geçiş bölgesi. Ekoton, bu bölgenin iki yanında yer alan bitki topluluklarından her ikisinin de bazı özelliklerini taşır ve genellikle aralarında geçiş bölgesi olmayan topluluklardan daha zengin bir tür çeşitliliği gösterir. Ekotonlar ya geniş bir kuşak halinde uzanır ya da ormanların içindeki açıklık yerler gibi küçük bir alan oluşturur. Bir ekoton, gerek tür sayısı, gerek aynı türden bireylerin yoğunluğu açısından, iki yanındaki bitki topluluklarından hemen her zaman daha zengindir. Bazı hayvanlar kur yapmak, çiftleşmek, yuva kurmak ve yiyecek aramak için böyle bir geçit bölgesini yeğler.
kaynak: Ana Britannica

Son düzenleyen Safi; 14 Şubat 2019 01:51
reyan - avatarı
reyan
Ziyaretçi
17 Temmuz 2009       Mesaj #3
reyan - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  eko2.JPG
Gösterim: 1103
Boyut:  40.3 KB

EKOSİSTEM


Canlı topluluklarını (biyosenoz) ve bunların içinde yaşadıkları fızikokimyasal ortamı (biyotop) kapsayan bütün.

Boyutları çok değişik olabilen ekosistemlerde her zaman belli bir türdeşlik vardır. Bir orman, bir göl, bir su birikintisi ya da ekili bir tarla birer ekosistem olarak kabul edilebilir. Dışardan enerji aldığı (güneş, organik maddeler, vb.) ve komşu ekosistemlere madde akışı sağladığı (örneğin organik maddelerin sularla akıp gitmesi) ya da hayvanlar yer değiştirdiği (göç) için her ekosistem termodinamik açısından açık bir sistemdir ve bu yüzden sınırları pek de kesin değildir.

Yeryüzündeki tüm ekosistemler iç içe girerek biyosfer'i oluşturur. Kuramsal açıdan biyosfer, işlevsel tek gerçek ekosistemdır, çünkü (göktaşları dışında) dış ortamla yaptığı tek enerji değiş tokuşu ışıma enerjisi biçimindedir.

Ekosistemlerin işleyişini araştırma çalışmaları, büyük ölçüde, sistemler kuramına ve sibernetiğe dayanır. Bu açıdan bakıldığında, ekosistem, düzenli bir bütün
oluşturmak için birbirleriyle sürekli ilişki içinde bulunan canlı ve cansız öğelerin toplamına indirgenir Ekosistemi oluşturan tüm öğelerin birbiriyle olan ilişkileri türlerin dengelenmesini sağlayan etki-tepkı halkaları biçiminde olabilir. Yalnızca birincil bir tüketiciyle onun avcısından oluşan çok basit bir ekosistem ele alınırsa, ekosistemin devam edebilmesi için bu iki öğe arasında belli bir denge düzeninin var olması gerektiği görülür.

Eğer otçulların miktarı artarsa, onları avlayıp yiyenlerin besin kaynağı da artacağından avcılar çoğalmaya başlar; bunun sonucunda, önce otçulların, sonra avcıların miktarı azalır. Bu şekilde ekosistemde bir denge sağlanmış olur. Bu düzenlemeler doğada böylesine kolay gerçekleşmez, çünkü bir ekosistemde türler arasında genellikle sayısız ilişki vardır ve düzenleyici olgular ancak belli bir eşikten sonra işlerlik kazanır. Biraz karmaşık olmasına rağmen, bu inceleme oldukça ümit vericidir ve birçok biyolojik olguya kolaylıkla müdahale etmeye yarayacaktır. Tarımda uygulanan biyolojik savaşta bu yol izlenmektir.

Ekosistemın kararlılığı, bütünün düzenlenmesi için gerekli ilişkilerin sayısına, bağlı olan dinamik bir kavramdır. Ekosistemde çeşitlilik ne kadar yüksekse sistem o kadar kararlıdır. Bu karmaşıklık ancak, genellikle yıllanmış olgun ekosistemlerde meydana gelir. Örneğin ekildikten sonra kendi haline bırakılan bir tarla, birtakım bitkisel evrelerden geçtikten sonra ormana dönüşür.

Çeşitlilik, yani en basit anlamda türlerin sayısı, ardışıklık süreci boyunca belli bir klimaksa ulaşana kadar artacak sonra duracaktır. Ekosistem, ardışıklık boyunca kararlılığını artırır ve düzendeki herhangi bir bozukluktan etkilenirse bu kararlılığa daha kolay erişir; örneğin tür sayısının fazla olduğu klimaks evresinde ortaya çıkan bir asalak, düzeni bozmaya kalkışırsa, tür sayısının az olduğu evrede rastlayacağından daha fazla bir olasılıkla avcısına rastlayacak ve yok edilecektir.

EKOTİP


(ing. ecotype; eco [logy], ekoloji, ve type, tip’ten).
Uzun süren bir doğal ayıklanma sonucunda, toprağıyla, iklimiyle ve biyolojik çevresiyle belirli bir yaşam ortamına uyarlanmış belli bir türdeki bitki topluluğu.

Ekolojik ırklar, genetik varlığı etkileyen ortamın yol açtığı ayıklanmanın ürünü olan bir evrim sonucunda oluşmuştur. Ekotipleri ilk ortaya çıkaran bilgin isveçli çevrebilimci Turesson'dur. Turesson 1922 yılında, deniz kıyısında yetişen birçok bitki türünün rüzgârın şiddeti ve deniz serpintileri yüzünden güdük kaldıklarını, buna karşılık, çevre koşullarının değişik olduğu iç topraklarda normal geliş tiklerini gözlemledi. Bu farklılığın genetik uyarlanmadan mı, yoksa iklime uyarlanmadan mı ileri geldiğini anlamak için bu bitkileri, çevre koşullarının ikisi için de aynı olduğu bir botanik bahçesine dikti ve güdük çeşitlerle uzun çeşitler arasındaki boy farklılığının etkisi gibi devam ettiğini gördü. Böylece aynı türlerin içinde değişik genetik toplulukların bulunduğu sonucuna vardı. Daha sonra yapılan başka deneyler de bu sonucu doğruladı ve pek çok hayvan ve bitki türünde ekotiplerin varlığı anlaşıldı.

EKOTON


(fr. öcotone; yun. oikos, Konut, ve, tonos, kuvvetlen).
Komşu iki ekosistem ya da iki topluluk arasındaki geçit ya da temas bölgesi.

Ekoton, bir ormanın kenarında, kozalaklı kutup ormanı ve tundra gibi iki biyom arasındaki geçit bölgesinde ya da bir gölün engin suyu ile kıyısı arasındaki bölgelerde bulunduğuna göre çok değişik boyutta ve yapıda olabilir. Bu küçük alanlar üzerindeki ekolojik yuvaların çokluğundan dolayı ekotonlar genellikle gerek tür bakımından, gerek çeşitlilik bakı mından komşu ekosistemlerden daha zengindirler. Nitekim ormanların kıyısındaki bitki örtüsünde, yanıbaşındaki ormandan, çayır ya da tarladan daha çok bitki türü bulunur. Dolayısıyla bu ekotonlar ekosistemlerin sürüp gitmesinde esaslı rol oynar ve onlar arasında enerji ve madde değiştokuşunu sağlarlar.
Kaynak: Büyük Larousse
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 17 Şubat 2019 17:16
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
28 Nisan 2010       Mesaj #4
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
EKOSİSTEMLER
Canlılar yaşadıkları alanlarda tek başlarına bulunmazlar. Canlılar, hem diğer canlılarla hem de cansız varlıklarla sürekli etkileşim halindedirler (ilişki kurarlar). Canlıların diğer canlılarla veya cansız varlıklarla ilişki kurmasının nedeni beslenme ve üreme ihtiyaçlarını karşılamak istemeleridir.
Canlıların birbirleriyle ve çevreyle olan ilişkilerini inceleyen bilim dalına
ekoloji (çevre bilim)
denir.
Dünya’da, okyanus dibinde 1000 metre derinliğe ve deniz seviyesinden 6 bin metre yüksekliğe kadar uzanan, canlıların yaşayabildiği, hava, toprak ve sulardan oluşan canlı küreye
biyosfer (ekosfer) denir.

1- Tür:


Birbirlerine en çok benzeyen, ortak atadan gelen, üreyebilen ve döllendiklerinde (çiftleştiklerinde) kendilerine benzer canlılar (bireyler) oluşturan canlılar topluluğuna
tür denir.
Dünya’da yaklaşık 1,5–2 milyon canlı türü yaşamaktadır. (10 milyon tür olduğu sanılıyor fakat tanımlanamıyor). Doğada insan, kedi, köpek, balık, kuş, yılan, geyik, çam, gül, gibi türler bulunur.
Doğada yaşan her canlı bir türe ait değildir. Bir canlının herhangi bir türe ait olabilmesi için üreyebilmesi gerekir. Katır ve kurt köpeği üreyemedikleri için bir türe ait değillerdir.
Her canlı türünü oluşturan bireyler, diğer bireylere benzemekle birlikte farklı özellik gösterirler.

2- Popülasyon:


Belli bir bölgede (yaşama alanında) yaşayan aynı türe ait bireylerin oluşturduğu topluluğa
popülâsyon denir. (Geyik popülâsyonu, sazan balığı popülâsyonu, Karadeniz Bölgesi’ndeki karaçam popülâsyonu gibi popülâsyonlar vardır).
Bir türe ait bireyler farklı bölgelerde farklı popülâsyonlar oluşturabilirler. Farklı fiziksel özelliklere sahip olan iki ortam yan yana olsa bile bu ortamlarda yaşayan aynı türe ait bireyler farklı popülâsyonları oluştururlar.
Popülâsyonlar bulundukları ortamın şartlarından etkilenerek büyüyüp, küçülebilir ve zamanla değişikliğe uğrayabilir. Popülâsyondaki bireylerin sayısı iç ve dış faktörlerin etkisiyle değişebilir. Doğumlar ve iç göçler popülâsyondaki birey sayısını artırırken, ölümler ve dış göçler popülâsyondaki birey sayısını azaltır. Popülâsyondaki birey sayısının artması popülâsyonun büyümesini, birey sayısının azalması da popülâsyonun küçülmesini sağlar.
(Belli bir bölgede yaşayan aynı veya farklı türlerin oluşturduğu popülasyonların hepsine birden
kommunite denir).
(Bir popülasyona birim zamanda katılan fert sayısı popülasyonun doğum oranını, ayrılan fert sayısı popülasyonun ölüm oranını verir. Belli bir zamanda birim alanı işgal eden birey sayısına
popülasyon yoğunluğu denir. Belirli şartlar altında bir ekosistemde veya habitatta yaşayan bir türe ait bulunabilecek en yüksek fert sayısına popülasyonun taşıma kapasitesi denir. Denge halindeki popülasyonlarda genç, yetişkin ve yaşlı birey sayıları eşit olarak dağılmıştır. Genç ve yetişkin bireylerin yoğun olduğu bir popülasyon gelişmekte ve hızlı büyümektedir. Yaşlı bireylerin daha yoğun olduğu bir popülasyon gerilemekte ve küçülmektedir. Popülasyonların büyüyüp küçülmesini sağlayan dengeleyici faktörlerin en önemlileri besin miktarı, yaşam alanı, dış ve iç göçler, ışık, nem, sıcaklık, besin, artık maddeler, deprem, savaş, bulaşıcı hastalıklar, yangın ve düşmanlar şeklinde sıralanabilir).

3- Habitat (Yaşam Alanı):


Bir canlı türünün yaşamını sürdürdüğü, beslendiği, büyüdüğü ve uyum sağladığı alana
habitat veya yaşam alanı denir. Canlılar yaşamını sürdürmek için bulundukları ortama uyum sağlamak zorundadırlar. Bu nedenle her canlı türünün habitatı aynı değildir.
Geyikler ormanda, balıklar suda, kangurular Avustralya’da, inci kefali Van Gölü’nde, kelaynak kuşları Birecik’te yaşarlar ve bu yerler o türlerin habitatlarıdır. İnsanların habitatı ise ev, okul, işyeri gibi alanlardır.

4- Ekosistem:


Doğada, canlı ve cansız varlıkların içinde bulunduğu, yaşamlarını sürdürdükleri ve birbirleriyle etkileşimde (ilişkide) bulundukları belli bir alana yani sınırlandırılmış çevreye
ekosistem denir.
Ekosistemler canlı
(biyotik) ve cansız (abiyotik) varlıklardan oluşurlar. Canlılar bulundukları ekosistemde hem diğer canlılarla hem de cansız varlıklarla sürekli ilişki kurarlar.
Ekosistemlerde insanlar, hayvanlar, bitkiler, mantarlar ve mikroorganizmalardan oluşan çevreye biyolojik
(canlı = biyotik) çevre denir. Ekosistemlerdeki canlı varlıklar beslenme şekline göre üretici, tüketici ve hem üretici hem de tüketici canlılar olarak, yaşama şekline göre de çürükçül yaşayanlar, ortak yaşayanlar ve parazit yaşayanlar olarak gruplandırılırlar.
Ekosistemlerde su, sıcaklık, ışık, toprak, rüzgâr (iklim), nem, hava gibi cansız varlıkların oluşturduğu çevreye de
cansız (abiyotik) çevre denir.

Canlılar, bulundukları ekosistemde yani çevrede yaşamlarını sürdürebilmek için bu çevreye ve çevre şartlarına uyum sağlamak zorundadırlar. Bu nedenle canlılar her ekosistemde yaşayamazlar. Canlıların bir ekosistemde yaşayabilmeleri için özelliklerinin o ekosisteme uygun olması gerekir.
• Çölde yaşayan canlıların vücutlarında su depo edebilmeleri. (Kaktüslerin etli gövdelerinin develerin hörgüçlerinin olması).
• Kuzey Amerika’da yaşayan çöl tavşanlarının uzun kulaklarındaki kan damarlarının vücut ısısını yükseltmesi.
• Kutuplardaki ayı ve tavşanların vücutlarında kalın yağ tabakası bulundurmaları.
Bütün ekosistemlerin özellikleri farklıdır. Bir ekosistemin özelliğini o ekosistemi oluşturan su, sıcaklık, ışık, toprak, rüzgâr (iklim), nem, hava gibi cansız varlıklar belirler.
Ekosistemler çok küçük olabileceği gibi büyük ekosistemler de vardır. Taşın altında yaşayan canlıların oluşturduğu ekosistem olabileceği gibi çöl, orman, göl, akarsu, deniz ekosistemleri de vardır. Büyük ekosistemler içlerinde daha küçük ekosistemleri de barındırırlar. En büyük ekosistem ise Dünya’dır.

5- Ekosistemi Oluşturan Canlı Varlıkların Sınıflandırılması:


Ekosistemleri oluşturan canlı varlıklar, beslenme ve yaşama şekillerine göre gruplandırılırlar.

a) Beslenme Şekline Göre Canlılar:

Canlılar beslenme şekline göre üreticiler, tüketiciler ve hem üretici hem de tüketiciler olmak üzere 3 grupta incelenirler.

1- Üreticiler (Ototrof Canlılar):


Kendi besinlerini kendileri üretebilen canlılardır. Üreticiler, fotosentez yoluyla karbondioksit, su, madensel tuzlar ve güneş enerjisini kullanarak oksijen, besin ve kimyasal enerji üretirler. Üretilen kimyasal enerjinin bir kısmını kendi yaşamsal faaliyetleri için kullanırlar, kalan kısmını da protein, karbonhidrat, yağ, vitamin şeklinde bitkinin kök, gövde, yaprak, tohum, meyve gibi kısımlarda ürettikleri besinlerde (besinlerin kimyasal bağlarında) depo ederler. Bitkiler tarafından depo edilen besinler diğer canlıların besin ve enerji ihtiyacının karşılar.
• Yeşil bitkiler, mavi – yeşil algler (su yosunları), öglenalar, bazı bakteriler ototrof canlılardır.

2- Tüketiciler (Heterotrof Canlılar):


Kendi besinlerini kendileri üretemeyip, dışarıdan hazır olarak aldıkları besinlerle beslenen canlılardır. Tüketiciler, hem üreticilerle hem de diğer tüketicilerle beslenirler.
Tüketiciler, aldıkları besin kaynağına göre otçullar, etçiller ve hem otçul hem de etçiller olarak üç grupta incelenirler.

• Otçullar (Otoburlar = Herbivorlar)= 1. Dereceden Tüketiciler:
İhtiyaçları olan besin maddelerini ve enerjiyi üreticilerden yani yeşil bitkilerden karşılayan canlılardır.
• Koyun, keçi, inek, et, eşek, geyik, fil, zürafa, zebra, (maymun), sincap, tavşan.

• Etçiller (Etoburlar = Karnivorlar)= 2. Dereceden Tüketiciler:
İhtiyaçları olan besin maddelerini ve enerjiyi diğer hayvanları (otçul ve diğer etçilleri) yiyerek karşılayan canlılardır.
• Aslan, kaplan, köpek, kurt, tilki, sansar, kartal, şahin, baykuş, atmaca, kertenkele, timsah, köpek balığı, yılan.

• Hem Etçil Hem de Otçullar (Hepçiller = Omnivorlar)= 2. Dereceden Tüketiciler:
İhtiyaçları olan besin maddelerini ve enerjiyi hem üreticileri yani yeşil bitkileri hem de diğer tüketicileri yani hayvanları yiyerek karşılayan canlılardır.
• İnsan, ayı, maymun, kuşların büyük bir bölümü, kaplumbağa, bazı balıklar, fare, domuz.

3- Hem Üretici Hem de Tüketiciler (Hem Ototrof Hem de Heterotrof Canlılar):

İhtiyaçları olan besinin bir kısmını fotosentez yoluyla kendileri üreten bir kısmını da bazı canlıları yiyerek karşılayan canlılardır. Bu canlılar (protein sentezi için gerekli olan) azot ihtiyacını yakaladığı böcekleri yiyerek karşılarlar. Bataklıkta yaşayan böcekçil bitkiler (sinekkapan ve ibrik otu) bu gruba girerler.

NOT
• 1. Dereceden Tüketiciler = Üreticileri Yiyen Canlılar > Otçullar
• 2. Dereceden Tüketiciler = 1. Dereceden Tüketicileri Yiyen Canlılar > Etçiller
• 3. Dereceden Tüketiciler = 1. ve 2. Dereceden Tüketicileri Yiyen Canlılar > Etçiller – Hem Etçil Hem de Otçullar

b) Yaşama Şekline Göre Canlılar:
Canlılar yaşam şekline göre çürükçül yaşayanlar, parazit yaşayanlar ve ortak yaşayanlar olmak üzere üç grupta incelenirler.

1- Çürükçül Yaşayanlar (Ayrıştırıcılar = Saprofitler):


İnsan, hayvan, bitki atıkları ile ölmüş insan, hayvan ve bitkileri vücutlarındaki bazı (organik) besinleri salgıladıkları enzimlerle parçalayan canlılardır. Bu canlılar böylece ihtiyacı olan besin ve enerjiyi parçaladığı maddelerden karşılarken atık maddeleri de diğer canlıların kullanabileceği maddeler (inorganik maddeler = mineraller = madensel tuzlar) haline getirip toprağa verirler.
Ayrıştırıcıların en önemli görevi doğadaki madde döngülerinin gerçekleşmesini sağlamaktır.
• Bazı bakteriler, küf mantarları (çürükçül bakteriler).

2- Ortak (Birlikte = Simbiyotik) Yaşayanlar:


Farklı türden canlıların yaşamlarını birada sürdürmelerine ortak (birlikte = simbiyoz) yaşama denir. Ortak yaşayan canlılar birbirlerine zarar vermezler.
Ortak yaşama canlıların birbirinden faydalanma şekline göre iki çeşittir.

Mutualistler:
  • Birlikte yaşayan iki canlıdan her ikisinin de yarar gördüğü yaşama şekline mutualizm, bu şekilde yaşayan canlılara da mutualistler denir.
  • Geviş getiren hayvanların (otçulların) sindirim sisteminde bulunan ve selülozun sindirilmesini sağlayan bakteriler.
  • İnce bağırsakta yaşayan bakteriler kendileri için uygun yaşama ortamı bulurken B ve K vitaminlerini sentezleyerek üzerinde yaşadığı canlıya fayda sağlarlar.
  • Baklagillerin (fasulye, nohut, mercimek, yonca, bakla) köklerinde yaşayan azot bakterileri bitkinin besiniyle beslenir, bitkiye ise havadan aldığı azotu verir.
  • Liken Birliği : Liken birliğini mantarlar (şapkalı) ile mantarların hiflerine tutunarak yaşayan su yosunu (alg) oluşturur. Mantarların kökleri vardır ama besin üretemezler. Su yosununun ise kökleri yoktur ama besin üretebilirler. Mantarların aldığı suyu su yosunu kullanarak besin üretir ve ürettiği bu besini hem kendisi hem de mantarlar kullanır. Ayrıca mantarların solunum sonucu havaya verdiği CO2 gazını da su yosunu kullanır.
• Kommensalistler:
Birlikte yaşayan iki canlıdan birinin yarar görüp, diğerinin etkilenmediği yaşama şekline kommensalizm, bu şekilde yaşayan canlılara da kommensalistler denir.
• Köpek balığının karnına tutunan ya da etrafında gezen küçük balıkların (echeneis) köpek balığının parçaladığı canlılardan veya köpek balığının atıklarından faydalanması.

3- Parazit (Asalak) Yaşayanlar (Asalaklar):


Birlikte yaşayan iki canlıdan birinin yarar, diğerinin zarar gördüğü yaşama şekline parazit yaşama, bu şekilde yaşayan canlılara da parazit yaşayanlar (asalaklar) denir.
Parazit yaşayan canlılar, ihtiyaçları olan besin maddelerini üzerinde yaşadığı canlıdan, canlının sindirilmiş besinlerinden hazır olarak alırlar. Bu nedenle parazit yaşayan canlılar üzerinde canlıya zarar verirler.
Canlı vücudunun içinde yaşayan ve sindirim enzimleri bulunmayan parazitlere iç parazitler (iç asalaklar) denir. Tenya, bağırsak solucanı, mantarlar, amip, sıtma mikrobu ve hastalık yapan bakteriler iç asalaklardır. Bu canlıların üreme sistemleri gelişmiştir.
Canlı vücudunun dışında yaşayan ve sindirim enzimleri bulunan parazitlere dış parazitler (dış asalaklar) denir. Bit, pire, kene, tahtakurusu, sivrisinek, uyuz böceği, çeçe sineği (uyku hastalığı yapar), tatarcık (şark çıbanı yapar) dış asalaklardır. Dış asalaklar üzerinde yaşadığı canlının kanındaki sindirilmiş besinleri kullanırlar.
Dış asalakların sindirim sistemi gelişmiş, iç asalaklarınki gelişmemiştir.
Ad:  eko3.JPG
Gösterim: 891
Boyut:  19.8 KB

6- Ekosistem Çeşitleri ve Özellikleri:


Her ekosistemin kendine özgü özellikleri vardır, ekosistemde yaşayan canlı çeşitleri ve ekosistemlerin büyüklükleri farklı olabilir. En büyük ekosistem
Dünya’dır. Dünya’da irili ufaklı farklı özellikte çok sayıda ekosistem çeşidi bulunur. Dünya, ekosistem daha küçük ekosistemlerin birleşmesiyle oluşur.
Ekosistemler
kara ve su ekosistemleri olarak iki gruba ayrılırlar.
Kara ekosistemleri çöl, orman, çayır, mera, mağara, tundra, vadi, bataklık, kent ekosistemleri gibi daha küçük ekosistemlere ayrılır.
Su ekosistemleri de dere, nehir, göl, pınar, baraj, deniz, havuz, okyanus ekosistemleri gibi daha küçük ekosistemlere ayrılır.
Ekosistemlerdeki ışık, yağış, nem, rüzgar, sıcaklık ve iklim özellikleri o ekosistemdeki bitki örtüsü ile hayvan çeşitliliğini belirler. Bu yüzden canlıların ekosistemlerdeki çeşitleri ve dağılışları farklıdır.

a) Kara Ekosistemleri:


Kara ekosistemlerinin orman, çöl, çayır, mera, dağ ekosistemleri gibi daha küçük ekosistem çeşitleri vardır. Her bir ekosistem de çeşitli çevre şartlarına göre daha da küçük ekosistemlere ayrılır. Kara ekosistemlerine biyom denir.

1- Orman Ekosistemi:


Yağmur ormanları, yağışın ve sıcaklığın çok yüksek ve değişmez olduğu bölgelerde bulunur. Ormanlar, doğal kaynaklar yönünden zengindir ve dünya ikliminin dengede kalmasını sağlar.
Canlılara beslenme, barınma, korunma ve üremesinde en ideal ortamı sağlayan ekosistem ormanlardır. Bu nedenle en fazla tür ve canlıyı bulunduran ortamlar buralardır. Dünyada yaşayan canlıların büyük bir kısmı ekvator kuşağı çevresindeki ormanlarda bulunur.
Orman ekosisteminde mikroskobik canlılar, kırkayak, toprak solucanı, salyangoz, karınca, yılan, mantar, ağaç ve çalılık gibi canlılar bulunur.
Orman ekosistemlerinden en büyüğü Amazon Ormanları ekosistemidir.
  • Yaprak Döken Ağaç Ormanları: Kışın soğuk, yazın sıcak ve yağışlı olduğu yerlerdir.
  • Tundralar: İğne yapraklı ağaç ormanlarına yakın olan, kışların soğuk ve uzun, yazların kısa ve serin olduğu yerlerdir.
  • Yağmur Ormanları: Yıl boyunca yeşil kalan, ılık iklimli ve bol yağışlı yerlerdir. Ormanların % 10’ unu oluşturur ve canlı sayısının % 70’ ini barındırır.
  • İğne Yapraklı Ağaç Ormanları: Her mevsim yeşil kalan, kışların uzun ve soğuk olduğu yerlerdir.

2- Çayır Ekosistemleri:


Az yağışlı, yazların sıcak ve kurak olduğu yerlerdir. Kemirgen hayvanlar ile geviş getiren hayvanların sayısı fazladır.

3- Dağ Ekosistemleri:


Dağ ekosisteminde çeşitli ağaç ve bitkiler, ayı, kurt, yılan, kertenkele, yırtıcı kuşlar (şahin, atmaca, kartal gibi), keçi ve kaplumbağa gibi canlılar bulunur.
Dağın, yükseklik, su miktarı, sıcaklık, toprağın cinsi gibi koşullarına göre burada yaşayan canlılar farklılık gösterebilir.

4- Çöl Ekosistemleri:


Her zaman kurak, bazen sıcak bazen de soğuk olan yerlerdir. Çöl ekosisteminde canlı sayısı ve çeşidi azdır. Çöl ekosisteminde yaşayan canlılar (bitki ve hayvanlar) az miktarda su kullanırlar ve burada yaşayabilmek için çeşitli özelliklere sahip olmaları gerekir. Çöl ekosistemlerinden en büyüğü Sahra Çölü ekosistemidir.
  • Çölde yaşayan bitkiler su ve besin depo edebilmek için kalın gövdeli ve diken yapraklı bitkilerdir. (Kaktüs)
  • Çöl fareleri, uzun süre su ve besin ihtiyacının karşılanabilmesi için kuyruklarında yağ depo ederler.
  • Develer, uzun süre su ve besin ihtiyacının karşılanabilmesi için hörgüçlerinde yağ depo ederler.

b) Su Ekosistemleri:


Denizlerin (tuzlu suların) ve tatlı suların oluşturduğu ekosistemlerdir. Göller, sulak alanlar (bataklık, gölet, sazlık), yeraltı suları ve akarsular tatlı su ekosistemini, denizler ise tuzlu su ekosistemini oluşturur.

1- Tatlı Su Ekosistemleri:


• Nehir Ekosistemleri: Suyun akış hızı, su derinliği, bulunduğu yer burada yaşayan canlı çeşitliliğini belirler.
• Göl Ekosistemleri: Göl ekosistemlerinde mikroskobik canlılar, kurbağalar, sazlıklar, sinekler, balıklar, çeşitli kuşlar, balıkçıl kuşlar, çeşitli böcekler, ördek, yılan, çekirge gibi canlılar ile nilüfer, eğrelti otu, atkuyruğu ve nergis türü bitkiler bulunur.
Göl ekosisteminin büyüklüğü, bulunduğu yer, derinliği, sıcaklık, tuz miktarı, ışık miktarı ve suyun özelliği burada yaşayan canlı çeşitliliğini değiştirebilir.
• Sulak Alan Ekosistemleri: Kara ve su ekosistemlerinin birleştiği yerlerdir.

2- Tuzlu Su (Deniz) Ekosistemleri:


Yeryüzünün en büyük ekosistemlerinden biri deniz ekosistemleridir. Deniz ekosistemlerinde mikroskobik canlılardan çok büyük memeli hayvanlara kadar çok sayıda canlı çeşidi bulunur. Denizdeki tuz oranı, suyun derinliği, sıcaklık ve ışık miktarı buralarda yaşayan hayvan çeşitliliğini belirler ve denizlerde farklı ekosistemlerin oluşmasını sağlar.
Denizlerde fotosentez yapan üretici canlılar ile bu canlıları yiyerek beslenen küçük canlılar (planktonlar ve hayvansal planktonlar), onlarla beslenen küçük balıklarla birlikte besinlerini diğer canlılardan karşılayan daha büyük balıklar (yunus, balina) bulunur. (Büyük balıklar genelde daha derin yerlerde yaşarlar). Hemen hemen bütün deniz canlıları güneş ışığının ulaştığı ilk 100 metrelik derinlikte yaşarlar.
Deniz ekosistemlerinden en büyüğü Hazar Denizi ekosistemidir.

7- Ekosistemlerin Özelliklerini Değiştiren Faktörler:


Ekosistemler, canlı ve cansız varlıklardan oluşurlar. Bütün ekosistemlerde su, sıcaklık, ışık, toprak, rüzgâr (iklim), nem, hava gibi cansız varlıklar bulunur fakat ekosistemlerdeki cansız varlıkların özellikleri birbirinden farklıdır. Farklı ekosistemlerin farklı özelliklere sahip olmasının nedeni, ekosistemleri oluşturan cansız varlıkların özelliklerinin birbirinden farklı olmasıdır. Ekosistemlerdeki cansız varlıkların özelliklerinin farklı olması nedeniyle ekosistemdeki canlı çeşitliliği değişir.
• En fazla canlı çeşitliliği yağmur ormanlarında bulunur.
• İklim şarları zorlaştıkça canlı çeşidi ve sayısı azalır.

a) Su:


Yeryüzünün 3/4’ünü oluşturan 2 atomlu moleküllerdir. Akıcı, kararlı, çözücü ve taşıyıcı özelliklere sahip olan su canlı yaşamını doğrudan etkiler. Hücrelerin ortalama %65’ini su oluşturur. Su, canlı yaşamında sindirim, solunum, boşaltım, dolaşım, fotosentez, beslenme gibi pek çok yaşamsal olayda etkili olur.
Bütün canlılar su kullanmak zorunda olduğu için, yeryüzündeki su miktarı canlıların dağılımını belirler. Havadaki nemi oluşturarak aşırı ısınma ve soğumayı önler.
Ekosistemdeki su oranının değişmesi o ekosistemdeki canlı sayısını değiştirir.

b) Sıcaklık:


Işık etkisiyle yeryüzünde oluşan ısının ortalama değerine sıcaklık denir. Çevredeki ısı miktarına göre sıcaklık artar ve azalabilir. Canlı yaşamı için son derece önemli olup hücrelerdeki (enzimlerin gerçekleştirdiği) kimyasal tepkimeler belirli sıcaklıklarda gerçekleşir.
Canlının yaşamı, kendi vücut sıcaklığına uygun çevre sıcaklığının sağlanmasına bağlıdır. Sıcaklığın değişmesi canlı sayısını değiştirir. Bu nedenle de canlıların yeryüzündeki dağılışını, çoğalmasını ve ömrünü belirler.

c) Işık:


Güneş enerjisinin yayılmasıyla oluşur. Üzerinde taşıdığı enerji canlıların temel enerji kaynağını oluşturur yani yeryüzündeki enerjinin temel kaynağı ışık enerjisidir.
Işığın şiddeti ve süresi ekosistemdeki, yeryüzünün ısınmasında, yağışların oluşmasında, rüzgârların oluşmasında, iklimin belirlenmesinde, yeşil bitkilerin fotosentez, terleme, çimlenme ve çiçeklenme süresinde etkili olur.
Güneş ışığının yeryüzündeki dağılımı farklı olduğu için her bölgedeki ışığın etkisi de farklıdır ve farklı iklim şartlarının oluşmasına neden olur. Bu nedenle ışık canlıların doğadaki dağılımını yani ekosistemleri değiştirebilir.

d) Toprak:


Yerkabuğunun en üst katmanına toprak denir. Canlı organizmalar toprağın üzerinde ve içinde yaşayabilirler. Toprak milyonlarca yıllık bir süreç içinde büyük kaya kütlelerinin parçalanmasıyla oluşmuştur. İçerisinde taş, kum, kil, mineral, tuz, su hava, mikro organizmalar ve canlı kalıntıları bulunur.
Canlı varlıklar su ve mineral ihtiyacını doğrudan topraktan karşılarlar. Toprağın yapı ve çeşidi, üzerinde yaşayacak bitkilerin türünü etkiler. Bitkinin gelişmesi, fotosentez yapabilmesi için gerekli su ve minerallerin bulunduğu, bitkilerin tutunduğu toprak miktarının azalması ya da ihtiva ettiği maddelerin azalması bitki sayısını dolayısıyla ekosistemleri değiştirir.
(Humuslu topraklar en verimli topraklardır. Yapısında bitki yaşamı için önemli olan çeşitli mineralleri bulundurur).
Ad:  eko5.JPG
Gösterim: 839
Boyut:  33.8 KB

e) İklim:


Uzun zaman sürecinde, bir bölgeyi etkileyen atmosfer şartlarına iklim denir.
İklim şartlarını ışık, sıcaklık, nem, yağışlar, rüzgârlanma gibi faktörler oluşturur. Bir bölgenin iklimini ekvatora uzaklığı, denizden yüksekliği ve denizlere olan uzaklığı doğrudan etkiler.
Canlılar, kendilerine uygun iklim şartlarında yaşamlarını sürdürürler. İklim şartları uygun olan topraklarda bol miktarda bitki ve yoğun olarak hayvan çeşitleri bulunur. İklim şartların değişmesi, canlı sayısını, canlı çeşidini, canlıların yaşamını ve yayılmasını bu nedenle de ekosistemleri etkiler. (Yeşil alanların azalması, volkanik patlamalar, sıcaklığın azalması iklimin değişmesine neden olur).

f) Hava:


Atmosferi oluşturan gaz karışımına hava denir. Havanın yapısında oksijen, karbondioksit, azot, soy gazlar, tozlar, mikroorganizmalar ve su buharı bulunur. Solunumda kullanılan oksijen ve fotosentezde kullanılan karbondioksit havadan alınır. Havanın gaz içeriğinin değişmesi havanın kirlenmesine neden olur. Bu da ekosistemleri değiştirir.

8- Ekosistemlerin Sürekliliği:


Ekosistemlerin sürekli olabilmesi için;
1- Üreticilerin (yeşil bitkiler, su yosunları, bakteriler, mantarlar ve öglenalar),
2- Tüketicilerin (insanlar, hayvanlar, mantarlar),
3- Ayrıştırıcıların (Bakteriler ve mantarlar),
4- Yeterince güneş ışığının,
5- Ham maddenin (kalsiyum, azot, fosfor, su, oksijen, karbondioksit gazı) bulunması ve sürekli olması gerekir.

9- Besin Zinciri:


Ekosistemdeki canlılar yaşamlarını sürdürebilmek için o ekosistemdeki hem canlı hem de cansız varlıklara ihtiyaç duyarlar. Ekosistemde canlı ve cansız varlıklar arasındaki uyumlu ilişkiye ekolojik denge denir. Ekosistemin sürekli olabilmesi için ekolojik dengenin korunması gerekir.
Ekosistemlerde, canlıların kullandığı maddelerin kullanıldıktan sonra tekrar geri dönüşmesine (üretilmesine) döngü denir. Doğadaki ekosistemlerde besin döngüsü ve madde döngüsü olmak üzere iki çeşit döngü vardır.
Ekosistemi oluşturan (Dünya’da yaşayan) bütün canlılar yaşamlarını sürdürebilmek için besin ve enerjiye ihtiyaç duyarlar. Canlıların ihtiyaç duyduğu enerjinin temel kaynağı güneş enerjisidir.
Üreticiler, güneş enerjisini kullanarak fotosentez yoluyla besin üretir, tüketiciler de üretilen bu besinleri kullanırlar. Üretici ve tüketicilerin atıkları ve ölüleri ayrıştırıcılar tarafından parçalanır ve elde edilen (inorganik) maddeler toprağa verilerek bu maddelerin üreticiler tarafından tekrar kullanılması sağlanır. Böylece madde ve enerji bir canlıdan diğerine aktarılmış olur.
Madde ve enerjinin bir canlıdan diğerine aktarılması sonucu oluşan canlılar sıralamasına besin zinciri denir. Besin zincirinde her halka bir canlıyı temsil eder.
Besin zincirinin ilk grubunu (basamağını) üreticiler, son grubunu da (basamağını da) 3. dereceden tüketiciler oluşturur.
Madde ve enerji besin zincirinde üreticilerden tüketicilere doğru aktarılır.
Ekosistemlerde çok sayıda besin zinciri vardır ve ekosistemlerdeki besin zincirlerinin tamamına besin ağı (besin döngüsü) denir. Ekosistemlerdeki besin zincirinin en sonunda insan bulunur. Yeryüzündeki bütün canlılar çok büyük ve karmaşık bir besin ağı içinde birbirlerine bağlanmıştır. Farklı beslenme şekilleri, farklı ekosistemleri birbirine bağlar.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 17 Şubat 2019 17:17
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
_ÜmiT_ - avatarı
_ÜmiT_
Ziyaretçi
16 Nisan 2013       Mesaj #5
_ÜmiT_ - avatarı
Ziyaretçi

OĞAL DENGE NEDİR VE DOĞAL DENGEYİ KİM BOZUYOR?


Uzayda varolan milyarlarca yıldızdan biri de yerküredir. Ancak dünyamızın şimdiye kadar bilinen diğer yıldızlardan farkı; oluşumu sürecinde belli şartlara bağlı olarak, mikro organizmalardan, en gelişmiş canlı varlık olan insana kadar çeşitli organizmaları da üzerinde taşımasıdır. İnsan da dahil tüm canlı varlıkların yaşamlarını sürdürebilmelerinin önşartı, onların oluşumunu sağlayan doğal dengelerin korunmasıdır.
Ad:  eko7.JPG
Gösterim: 1925
Boyut:  24.7 KB

Bu dengenin temel ögeleri güneş, hava, su, toprak ve besin maddeleri dediğimiz organik maddelerdir. Bu öğelerin hepsine birden veya sadece bir kısmına ihtiyaç duyan ve fakat bu öğelerden birinin olmaması, ya da nitel bir değişime uğraması, canlı varlıkların yok olması demektir. Doğa; sınıf, sınır, sistem tanımaz ve bu unsurlardaki küçük bir bozukluğun tamiri bir insan ömrüne sığmayacak kadar uzun bir süreci kapsar.

Ekosistem nedir?


Ekosistem, kısaca doğanın ekolojik sisteminin kısaltılmış adıdır. Yani doğanın oluşturduğu denge sistemidir, bütünüdür. Ekosistemin sınırları amaca göre değişir. Örneğin, dünyanın bütünü bir ekosistem olarak ele alınabileceği gibi, onun bir kıtası, bir kıtadaki bir bölge, bir bölgedeki akarsu havzası, bir denizin herhangi bir kesiti, bir kent, bir köy, bir çiftlik, bir havuz, hatta bir evin içindeki küçük bir akvaryum da birer ekosistem olarak ele alınabilir. Bunların bir bölümü oldukça doğal, bir bölümü de insan etmeni tarafından değişik derecelerle değiştirilmiş yapay ekosistemlerdir.

Canlıların bir bölümü üretici, bir bölümü tüketicidir. Bitki türleri genel olarak üreticidir. Hayvan türleri ekosistemin tüketici parçalarıdır. Mikro organizmalar ise, ekosistemde boylarından büyük işler yaparlar. Onlar ayrıştırıcıdır. Bitki ve hayvan atık ve artıklarını ayrıştırarak, ekosisteme geri kazandırırlar. Atık ve artık maddeleri, ekosistemde, üreticiler tarafından tekrar kullanılabilecek hale getirirler. Ayrıştırıcılar olmasaydı, bir hesaba göre tüm yeryüzü 100 m kalınlığında bir çöp tabakasıyla kaplı olurdu.

Ekosistemin çeşitliliği, ilgili ekosistemi oluşturan çeşitli parçaların, yer ve zaman içinde gösterdikleri değişimlere bağlı olarak, onların bir fonksiyonu şeklinde ortaya çıkmaktadır. Yeryüzü üzerinde değişik ekosistem tipleri vardır. Orman ekosistemi, dağ ekosistemi, bataklık ekosistemi, tarım ekosistemi, çöl ekosistemi, deniz ekosistemi bunlardan bazılarıdır.

Ormanlarla kaplı olan sağlıklı bir ekosistem, bitki örtüsü tahrip edildiği taktirde oradaki toprakların erozyon yoluyla kaybolması ile, zaman içinde önce bozkır, sonra da çöl ekosistemi haline dönüşür. Yağışın, suyun ve üretici konumundaki bitki örtüsünün yeterli ölçüde bulunmadığı ortamlarda çöl ekosistemi egemen olur.

Orman ekosistemleri kendi kendine yeterli ve bağımsız ekosistemlerdir. Orada yaşayan üreticiler, tüketiciler ve ayrıştırıcılar arasında bir denge vardır. Kent ekosistemleri ise, tek bir türün, yani insan türünün, çevresindeki doğal ve yarı doğal haldeki başka ekosistemlere bağımlı olarak yaşayabileceği şekilde düzenlenmişlerdir. Bu açıdan bakınca kentler, yeryüzü üzerindeki en istikrarsız ekosistemlerdir. Nitekim, kent ekosistemine olan girdi ve çıktıların yolu kapatılırsa, ya da kentler savaşlarda olduğu gibi kuşatılırsa, tamamen dışarıdaki başka ekosistemlere bağımlı olan bu ekosistemler, kısa zamanda çökecek ve düşecektir.

Ekosistemin görevi nedir?


Ekosistemin ana görevi, o sistemde doğal olarak yaşayan canlı ve "cansız" türlerin nesillerinin sürdürülmesidir. Belirli bir ekosistem içinde, o sistemin özelliklerine bağlı olarak, belirli canlı türleri yaşar. Bu nedenle Sibirya'da başka, Arabistan'da başka türler bulunur. Tuz gölünde başka, Beyşehir gölünde başka canlı türleri yaşar.
Bir ekosistemin görevi, kendi içinde çeşitliliği devam ettirmek ve oradaki türlerin nesillerinin sürdürülmesini sağlamaktır. Bu sürdürme bilinçli bir işlem değil, sonuçtur.
Ekosistemin doğal canlı ve cansız öğelerinin değişmesi ve bozulması (toprak erozyonu, bitki örtüsünün kaldırılması, su kaynaklarının azalması, yok edilmesi vb.) ekosistemin görevini yerine getiremez hale gelmesine yol açar. Ekosistemin doğal dengesinin bozulması söz konusu ekosistemlerde pek çok canlı türünün yok olmasına neden olmuş ve olmaktadır. Bir hesaba göre, yeryüzü ekosisteminde günde 150 türün nesli tükenmektedir.

Ekolojik denge (doğal denge) nedir?


Ekosistemin parçaları (ister bitki türü, ister iklim, isterse toprak olsun) onbinlerce ve hatta milyonlarca yıllık bir zaman süreci içinde evrimleşerek ortaya çıkmışlardır. Uzun zaman içindeki bu evrimleşmeye bağlı olarak canlı ve cansız parçalar arasında dengeli bir düzen ve çok ince ayarlanmış bir uyum vardır. Her parça birbirleriyle, değişik derecelerde ilişkilidir. Ekosistemin sağlıklı işlemesi için, sistem içinde her bir parçanın ayrı bir işlevi ve görevi oluştu. Parçalar bu görevlerini farklı zamanlarda ve farklı koşullarda yerine getirebilirler. Ekosistemin parçalarından herhangi biri bozulursa veya o parça sistemden çıkarılırsa, ekosistem verimli çalışamaz zamanla bozulur ve önceki görevini yapamaz hale gelir.

Meselenin daha iyi anlaşılması için geçmişten iki örnek verelim:

Mısır'da Nil nehri üzerinde 1968 yılında zamanın 'mühendislik harikası' olarak adlandırılan Asuvan Barajı yapılmıştı. Amaç, elektrik enerjisi üretme ve sulama suyu elde etme idi. Bu barajın işletmeye açılmasından kısa bir süre sonra; delta tarafında kalan topraklar çoraklaşmaya, nehir ağzındaki denizde yaşayan balık türlerinin çoğu yok olmaya, yabancı uyruklu insanlarda bir karaciğer hastalığı gittikçe artmaya başladı.

Baraj bu bölgede şu olumsuz etkiyi yapmıştı:
Baraj yapılmadan önce Nil nehri tarım bakımından çok verimli, zengin alivyonlu topraklar taşıyor ve bunlarla Nil deltasını doğal gübrelerle gübreliyordu. Ayrıca bu deltayı suluyordu. Baraj yapılınca doğal gübreleme durdu, aynı zamanda kurak bir alan meydana geldi. Bunun sonucunda deniz suyu ve şiddetli buharlaşmayla delta toprakları tuzlandı ve çoraklaştı.

Nil nehri, baraj yapılmadan önce, denize döküldüğü kısımda yaşayan balıklara bol miktarda oksijen getiriyordu. Bu sular barajla tutulunca, hem oksijen akımı, hem de balıklar için yem olabilecek bazı organik madde taşınması ortadan kalktı. Bütün bunlarda ekolojik dengeyi bozarak bazı balık türlerinin yok olmasına neden oldu.
Sulama başlayınca sulanan tarlalarda salyangozlar arttı. Müslüman olmayanlar bunlardan bol bol yedikleri için karaciğer hastalığına yakalandılar. Bunun nedeni biraz güç anlaşıldı. Ancak bir zooloji uzmanı, salyangozlarda parazit olarak yaşayan bir canlının varlığını ortaya çıkardıktan sonra, hastalığın bu parazitten meydana geldiği belirlendi.

Endonezya'nın Borneo Adası'nda BM örgütü tarafından 1950'li yıllarda DDT ile sıtma mücadelesi başladı.

Sonuçlar:
Köylülerin sazdan yapılmış damları çökmeye başladı. Veba hastalığı salgını ortaya çıktı.
Sıtma mücadelesi için, kırsal alanlardaki kerpiç evlerin duvarlarına da DDT sıkılmıştı. Buralarda yaşayan ve tırtılların düşmanı olan bazı böcekler öldüler. Tırtıllar da düşmanları yok olduğu için çoğaldılar. Kitle üremesi yapan bu tırtıllar saz damları yemeye başladılar. Bunun sonucunda saz damlar çökmeye başladı.

İlaçlama sonucunda, evlerdeki hamam böceklerinde DDT'ye karşı bağışıklık meydana geldi. Bu zehirli ilaç bunların vucudunda büyük miktarlarda birikti. Bu biriken DDT beslenme zinciri yoluyla, önce onları yiyen kertenkelelere, onlardan da kedilere geçti. Belli bir süre sonra kediler ölmeye başladı. Kediler azalınca meydan farelere kaldı ve kitle üremesi yaptılar. Böylece veba hastalığı kaynağı yaratılmış oldu.

Bütün burada artardığımızdan çıkarılması gereken bir sonuç var: Ekosistem içinde bir unsur çıkarıldığında oluşmuş doğal denge bozulur ve kendi içinde diğer unsurlara zincirleme bir etki yaparak olumsuz açıdan etkiler.

Bozulan ne?


İnsan vücudunun %98'i sudur/sıvıdır. Su her gün en az 1,5 litre içilmesi şart olan bir maddedir ve bunun içinde de insanların organizmalarına gerekli olan mineraller vardır. İnsan önemli bir organik zarara uğramadan 30 gün aç yaşayabilir ama 5 gün susuz yaşayamaz. Su içindeki minerallerin anorganik maddelerin suya karışımı, aynı havadaki bozulma gibi insan sağlığını etkiler. Örneğin; kimya fabrikalarının ürettiği çeşitli zehirli maddeler, topraktan fazla toplama amacıyla atılan suni gübrelerdeki azotlu maddelerin yağmur sularıyla yeraltı su birikimlerine, nehirlere ve göllere karışması sonucunda içme suyunun bozulması "modern" insanın bulaşık tozu ve çamaşır tozu diye tabir ettiği zehirli artıkların kanalizasyonlardan nehir ve denizlere taşınması, vb. suyun arılığının korunamamasının yanısıra büyük bir sorun olarak, doğadaki diğer dengelerin bozulmasına paralel olarak iklim değişimleri ve bunun sonucunda dünya su reservlerinin azalması da beraberinde gelmektedir

İnsan varlığı suya duyduğu kadar besin maddesine de ihtiyaç duyar. Besin maddeleri genelde hayvansal gıdalardan çok toprak ürünleridir. Daha fazla üretim ve daha "güzel" ürün elde edebilmek için toprak zehirlenir, ürünler çürümemesi, kurtlanmaması için gene kimyasal maddelerle ilaçlanır. Hayvansal besin maddeleri de aynı şekilde sürekli zehirli maddelerle takviye edilerek daha ucuz ve daha bol, daha uzun süre bozulmayan ve gösterişli hale getirilir. Dolayısıyla doğanın tabii ürünü yerine insanlar kendi sağlıklarını tehdit eden, çeşitli hastalıkların kaynağı maddeleri besin yoluyla 'afiyetle' yerler.

İnsanlar dünyamızda iklim dediğimiz, içinde dört mevsimi taşıyan yağmuruyla, karıyla, rüzgariyla yaşamına bir denge sağlamıştır. Bunun değişimi örneğin, sürekli ısının ortalama 50 derece olması, ya da kasırgaların sürekli hale gelmesi, hiç yağmur yağmaması gibi değişmeler de insan varlığını tehdit eder. Doğanın dengesinde önemli bir yeri olan Amazon ormanları aynı zamanda dünyanın akciğerleri görevini gören bir özelliğe sahiptir. Bu ormanların hayasızca km2'ler halinde kesilip yok edilmesi, bu dengelerin bozulmasına sebep olacak etmenlerden biridir.

Doğal dengeyi kim bozuyor?


Doğanın bozulmasında tek tek insanların sorumluluğunun ötesinde toplumsal sistem sorunu vardır.

Yerküreyi umursamasız bir biçimde kâr hırsıyla talan eden, bu talan ile insan yaşamının (da) doğal temellerini, doğayı sarsmaya, tahrip etmeye yönelen kapitalizmin üst gelişme aşaması olan emperyalizmdir.

Her yıl atmosfere bırakılan binlerce ton karbondioksit yüzünden tüm dünya, sıcaklık derecesi girderek artan ve dünya ikliminin normal yapısını tehdit eden bir seraya dönüşmüş, ozon tabakası deliğinin büyümesi sonucunda dünya ultraviole mor ötesi ışınların zararlı etkilerine karşı korunmasız, kimyasal gübre ve koruyucu maddeler yüzünden besin ürünleri zehirli ürünler, denizler va akarsular pislik yatakları, tarıma elverişli araziler plansız ve yoğun ziraat sonucunda, dünyanın akciğerleri tropik ormanlar, büyük boyutlarda kesim ve yangınlar sonucunda çöl ya da elverişsiz araziler haline gelmişlerdir. Üretilen ürünün kalitesini değil, alıcının kazıklanmasını temel alan ve kazıklamada ürünün paketlenmesi ve dış görünümünün önemini bile 'serbest' kapitalist pazar ekonomisi sayesinde, bütün dünya çöp dağları ile çevrilmiştir.

Bu olguların bir kaçı bile yeryüzündeki yaşamın ne ölçüde tehdit edildiğini ortaya koyabilmek için yeterlidir.
Kapitalizm / emperyalizm kâr uğruna doğayı talan ediyor. Yaşamın temelleri yok ediliyor.
Yaşamın doğal temellerine sınıf mücadelesi yoluyla sahip çıkalım!
Doğanın talan edilmesine, hoyratça sömürülmesine dur diyelim!
Son düzenleyen Safi; 17 Şubat 2019 17:19
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
17 Şubat 2016       Mesaj #6
Safi - avatarı
SMD MiSiM
EKOSİSTEM
TANIMLAR: Ekoloji, bugün çok sayıda bilim dalının çekirdeğini oluşturmaktadır. Çevre şartları içinde tek bir canlının incelenmesine “otekoloji”, farklı canlı türlerinin oluşturduğu toplulukların incelenmesine “sinekoloji ” denmektedir.

1935 yılından itibaren, bir bölgede bulunan bütün canlılar ve bunların cansız çevrelerini ifade etmek için “Ekosistem” kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. Çevre ve sistem kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşturulan ekosistem kelimesinin açık bir ifadesi olarak yer küreden bahsetmek gerekir. Gerçekte yer küre en büyük bir ekosistemi oluşturmaktadır. Ekosistem içinde daha küçük boyutlu ekosistemlerde bulunmaktadır. Orman, dağ, ova, çayır, hububat, doğal hayvanların her biri ayrı ayrı ekosistemi oluşturmaktadır.

Ekosistemi oluşturan ögeler, başlıca dört gurupta toplanır.
1- Cansız varlıklar (inorganik ve organik maddeler)
2- Primer üreticiler (yeşil bitkiler)
3- Tüketiciler (bitkisel ve hayvansal maddeleri yiyenler)
4- Ayrıştıcılar (bakteri ve mantarlar)

Ekosistem içindeki doğal dengeye “ekosistem dengesi” denir. Doğal denge bozulduğunda, ekosistem dengesi bozulur ve ekolojik sorunlar ortaya çıkar. Mevcut ekosistemin bozulup ortadan kalkması ve daha sonra bozulan bu ekosistemin yerine yeni bir ekosistemin olması olayına sükseyon (yerine alma) denir. Yer küre içinde en fazla ekosistem dengesini bozan en etkili canlı, şüpesiz ki insandır. İnsan nüfusu ve faaliyetleri arttıkça ekosistem dengesi bozulmaktadır. İnsanlar dışında bitkiler veya hayvanlarda ekosistem dengesini bozabilirler. Tarım bölgesinde kuş türlerinin aşırı çoğalması, hububat üretimini olumsuz etkiler. Yine kuş türlerinin aşırı oranda azalması da, kuşlarla beslenen zararlı böceklerin çoğalmasına yol açar. Ancak, tüm bu gelişmelerde insanın katkısı çok büyüktür. Gerçekte insanın olmadığı doğal bir ortamda, ekosistem dengesi pek fazla bozulmaz.

Hücrenin, organizmaların temel öğesi olmak gibi, ekosistemlerde doğal ortamın birimlerini oluşturur. Her ekosistem, biyosenoz adı verilen bir canlılar topluluğundan oluşur; bunlar, çevrenin ve bu çevrede hüküm süren koşulların nispi homojenliğiyle belirgin, biyotop adı verilen bir alanda yaşar. Bir biyosenoz içinde üç büyük kategori söz konusudur. Önce besin zincirinin temelini oluşturan birincil üreticiler (klorofilli yeşil bitkiler); sonra birinci basamaktan (otçul hayvanlar), ve ikinci basamaktan tüketiciler (etçil hayvanlar),ve nihayet minareleştiriciler (bakteriler, mantarlar) Ekosistemin çalışması bir madde ve besin zincirleri (beslenme zincirleri de denir.) arasından, sürekli enerji akışıyla kendini belli eder.

Ekosistemler birçok düzeye göre ele alınabilir. Biyomlar büyük biyocografi bölgelere (tropikal orman, tundra, savan vb) tekabül eder. Bir alt düzeyde, ekosistemler manzaranın bir takım parsellerinin (bir buğday tarlası, bir ormanlık kesim vb) temsil eder. Daha da alt bir düzeyde, mikro ekosistemler (bir kıyı kayalığı, bir kara yosun topluluğu vb.) gelir.

Ekolojinin temel ve aynı zamanda tanımlanması en zor kavramlarından biri, bir türün ekolojik ortamı kavramıdır; bu, söz konusu olan türün fizyolojik ihtiyaçlarına, yaşam biçimine ve uyum sağlama niteliklerin bağlı çeşitli parametrelerle belirlenir. Böylece ekolojik ortam, basit bir barınak kavramının ötesinde, türün ekosistemdeki rolünü yerini belirler.

EKOSİSTEMLERİN BOYUTLARI
Gezegen ölçeğinde, yerkürenin bütün canlı varlıkları içeren dış katmanı olan biyosfer, en yüksek tümleşme düzeyini temsil eder. Bir ilk bölgesel ayırım biyomları betimlenmeye imkan verir. Bunlar, gerçek karasal makro ekosistemler diyebileceğimiz biyocografi ve iklimsel bölgelere denk düşer. (Tudra, tayga, ılıman iklim ormanı, sıcak çöller, savan tropikal orman vb.)
Daha küçük bölümlere ayırma, daha ölçülü boydaki ekosistemleri belirler. Bir takım basit fizyonomik ölçütler, her biri bir ekosistem oluşturuyormuşçasına, herhangi bir arazinin, bir bataklığın, bir ormanın veya bir çayırın sezgisel olarak belirlenmesini sağlar.
Daha da kısıtlı bütünler olan mikro ekosistemler aynı şekilde tanımlanabilir. Bir yosun tutamı, hatta su dolu ve ağzı iyice kapalı bir cam tüp içinde yer alan bir tatlı su salyangozu ile bir elodea dalından oluşan yapay bir sistem, birer mikro ekosistemdir. Söz konusu bu yapılar daha büyük sistemler içinde bir araya gelip bütünleşerek ve böylece tüm ekosistemleri niteleyen bağlı ekosistemleri niteleyen özerklik ilkesine uyarak, kendi kendine yetebilir.
Çoğu zaman yanlış olarak, bütünleme parçaları ekosistem olarak belirtilir; Mesela toprak ekosistemlerden söz edilir; Oysa toprak, oldukça karmaşık olan yapısına
rağmen aslında diğer sistemlerden gelecek organik maddelere tamamen bağımlıdır. Bu terim, zaman zaman kentler konusunda (kentsel ekosistem) bile kullanılmıştır. Oysa burada, tümüyle diğer ekosistemlerden ve özelliklede kent sakinlerine beslenme yoluyla enerji sağlanması için, tarım ekosistemlerinden gelen dış katkılara bağımlı bir bütün söz konusudur. “Tarım ekosistemleri” (ekili alanlar, meralar) ormanların çoğu insan tarafından yönetilen basitleştirilmiş veya diğer anlamda yapaylaştırılmış ekosistemlerdir. İnsanın denetimi altındaki bu sistemlerin işleyişinde, tamamen doğal olan ekosistemin işleyişleriyle aynıdır; ama insanoğlunun üretimi artırma gayretleri, çeşitli biçimlerde, söz konusu ekosisteme birçok enerji katkısıyla yapılır (gübreler, tarım koruma ilaçları (pestisit) makineleri çalıştıran yakıt vb).
Bilim adamları tarafından astronotların içinde yaşamlarını sürdürecek oldukları dış ortamdan özerk olarak çalışan uzay kapsülleri tamamen yapay ekosistemler bile tasarlanmıştır. ABD’deki Arizona çölünde kurulan Biyosfer I ve Biyosfer II adlı büyük kapalı seralar da aynı anlayışın ürünleridir. Ama araştırma seralarda her şeye rağmen çözümü zor kararlılık ayarlama ve denge problemleri ortaya çıkmış işler umulduğu gibi gitmemiştir.

EKOSİSTEMLERİN ÖRGÜTLENMESİ
BİR EKOSİSTEM İÇİNDE ÜSTLENMİŞ OLDUKLARI ROLLERE GÖRE BİYOSENUZUN ÇEŞİTLİ CANLI TÜRLERİ ÜÇ BÜYÜK KATEGORİYE AYRILIR.
Ekosistemde her türlü enerji aktarımının temelinde birincil üreticiler yer alır. Söz konusu bu canlılar fotosentez yoluyla kendi öz organik maddelerini hazırlamak üzere güneş enerjisini kullana bilen tek tür olan klorofilli yeşil bitkilerdir.
Tüketiciler klorofilli bitkilerin fotosentez etkinliği sonucu oluşan maddeye bağımlı olan hayvanlardır Bu canlılar enerjilerini ve yapıtaşlarını bu maddelerden alırlar.
- Birinci basamaktan tüketiciler (otçul hayvanlar ot yiyerek beslenen böcekler) yalnız bitki örtüsüyle beslenir.
- İkinci basmaktan tüketiciler öncekilerin sırtından yaşamlarını sürdürür. Yani otçulları yiyerek beslenir. (Üçüncü basamaktan tüketiciler tanımlanmasına kadar da gidilebilir; etçillerle beslenen etçiler. )
- “Ayrıştırıcılar” grubu beslenmek için ölü organik maddeyi parçalayan organizmalardan oluşur; Bu durumda bunlarda tüketiciler sınıfına girer
- Son olarak minareleştiriciler (bakteriler mantarlar) bir biyosenoz içinde yer alan üçüncü büyük organizma kategorisidir. Bunlar organik maddeleri ayrıştırır ve bunların anorganik anorganik elementlerini daha sonra yeniden fotosentez yapan bitkilerin soğurması için açığa çıkarır.

Özellikle birinci veya ikinci basamaktan tüketiciler için belirli bir kategoriye ait olmanın belirlenmesi her zaman kolay değildir; bazı türler (hepçiller) her iki gruba da girer; Mesela insan; diğerleri için rejim mevsimlere (mesela tilki) veya gelişme evrelerine göre (mesela kelebek) değişir. Ekosistemin çalışması besin zincirlerindeki enerji akışıyla sağlanır. Öte yandan kimyasal elementlerin (karbon oksijen azot potasyum. . . . ) çevrimlerinin varlığıyla da nitelenir. Her tür çevrim elementin bir rezervuardaki (toprak toprağın çözeltisi atmosfer) varlığından yola çıkılarak betimlenebilir. Birincil üreticiler böylece organik madde içine dahil olarak elementleri çevrime sokarak işte bu rezervuar içinde yer alır; sonra elementler besin zincirleri içinde dolaşıma girer ve minarelleştiricilerin etkisiyle yeniden rezervuara döner.

TÜRLERİN EKOSİSTEMLERDEKİ ROLÜ HER TÜRÜN EKOSİSTEMDEKİ YAŞAM KOŞULLARI ONA ÖZGÜ EKOLOJİK ORTAMINI BELİRLER. İKİ TÜRLÜ KOMŞU EKOLOJİK ORTAMLARI PAYLAŞTIĞINDA REKABETE GİRİŞEBİLİR.
Her canlı türü belirli ekolojik bir ortamda nitelenir. Bu terim söz konusu olan tür tarafından yerine getirilen “işlev” i gösterir ve bu durumda, sadece bir barınağını simgelemez. Bir canlı türünün ekolojik ortamı, özellikle içinde yaşadığı ekosistemin besin ağında, bu ağın aşama düzeni içinde aldığı yerle kendini gösterir. (bu durumda ekolojik ortam, bir bireyin toplumdaki işlevine ve bu işlevi nedeniyle toplumda edindiği yere benzetilebilir. ) En çağdaş yaklaşımla, bir türün ekolojik ortamı kavramı bu türün yaşadığı ve üreyerek kendini yenilediği koşullar bütünü olarak tanımlanır.
Ekolojik ortamın genişlik derecesi, çok çeşitli koşullara uyum sağlayabilen genel türleri ve ancak az sayıda ve kısıtlı koşullara uyum sağlayabilen özel türleri ayırt etmeye imkan verir. İnsan, en üstün dereceden genel bir türdür; gezegenimizin hemen her köşesinde yaşamını sürdürebilmektedir. Oysa bazı evcil hayvanlar tam anlamıyla özeldir. Çoğu zaman birçok tür, aynı ortamın veya çok yakın iki ortamın paylaşımı için rekabete girişebilir. Her tür ortamın “Boyut”una bağlı bir üreme stratejisine sahiptir; burada söz konusu ortam, ayrıca göz önüne alınan türün nüfus düzeyini de şartlandırır.
Aynı ekosistem de yaşayan türler arasında, birçok ilişki tipi görülür. Bu ilişkileri belirleyen başlıca faktör, söz konusu ekosistemin beslenme zincirinde, aynı düzeye ait olma veya olmama durumudur. Beslenme düzeyleri farklı olduğundan ilişkiler çoğu zaman ar-avcı tipinde şekillenir, yani bir düzeyin bireyleri, beslenmek için bir alt düzeye ihtiyaç duyar. Buna karşılık aynı beslenme düzeyi içinde aynı besin kaynağının kullanımı konusunda çoğu zaman rekabet vardır. Bu rekabet, aynı türün bireyleri arasında (türler için rekabet) her zaman ortaya çıkar, ama zaman zaman yakın ekolojik ortamlarda yaşayan farklı türler arasında da görülebilir. (türler arası rekabet) Bunun dışında, türler arasındaki diğer ilişkilerde, özel bağımlılık biçimleri görülür; (asalaklık, ortakyaşama, ortakçılık. )

EKOSİSTEMLER NEDEN DEĞİŞİYOR VE BOZULUYOR?
Ekosistemin oluşturan canlı ve cansız varlıklar arasında karşılıklı ilişki vardır. Dolayısıyla ekosistemdeki her öğe canlıların yaşamları, çoğalmaları, göçleri ya da ölümleri üzerinde etkili olur. Yaşam için gerekli olana temel öğeler toprak, hava, su ve ışıktır. Temel öğeler bir yandan ekosistemde yaşamın sürekliliğini sağlarken diğer yandan ekosistemlere büyük zararlar veren afetlere de yol açabilirler. Örneğin; depremler, yanardağ patlamaları, seller, kuraklık, kasırgalar, ve fırtınalar temel öğelerden kaynaklanan belli başlı doğal afetlerdir.

EKOSİSTEMİN DOĞAL ÖZELLİKLERİ
Ekosistemler, kara ekosistemleri ve su ekosistemi olarak iki grupta incelenir. Ormanlar, çayırlar ve çöllerin her biri bir ekosisteme örnektir. Bu ekosistemde en önemli etkendir. (Toprak, hava, nem, ışık ve sudur.) su ekosistemi okyanus, deniz, göl, nehir, ırmak ve sulak alanları kapsar. Su ekosisteminde en önemli etkenler sıcaklık, oksijen, mineraller ve ışıktır.
Kara ve su ortamlardaki ışık, sıcaklık, nem, tuzluluk vb. koşullar mevsimlere göre değişebilir. Güneş ışığının geliş açısının mevsimlere göre değişmesi ortamın azalması kara ve sularla buharlaşmayı artırır. Karalardaki nem oranı düşürebilir. Su ortamında buharlaşan ise tuzluluk oranının yükselmesine neden olabilir.
Mevsimlere bağlı değişiklikler ekosistemlerde yen alan canlıların yaşamsal düzenini de ekiler. Örneğin; kasım patı ve patates gibi bitkiler ilkbahar ve yaz mevsimlerinde ve sonbahar aylarında açar.

KARA EKOSİSTEMİ


Kara ekosistemlerinin bitki örtüsü, büyük iklim kuşaklarına göre, yerkürenin biyom olarak adlandırılan bitki oluşumlarıysa enlemlere göre dağılır. Mesela Kuzey yarıkürede buzul bölgesini tundra izleri; güneye gidildikçe tayga ve daha sonrada tropikal ormanlar gelir. Bu kuşakların dışında, farklı yüksekliklerde farklı kuşakları barındırır. Yükseldikçe, sınırları bölgelere göre değişiklik gösteren bitki örtüsü katları birbirini izler.
İnsanlar yeryüzünün doğal bitki örtüsünü büyük ölçüde etkiler. İnsan etkinlikleri tarımsal alanların oluşmasına katkıda bulunur. Tarım ve hayvancılık yapılan bölgeler, tarım ekosistemleri olarak adlandırılan basitleştirilmiş ve biyolojik çeşitliliği azaltılmış ekosistemlere dönüşmüştür. Bu ekosistemlerin çalışması bütünüyle dışardan enerji veya malzeme katkısına (toprağın işlenmesi gübre ve pestisitler gibi) bağlıdır.
Kara ekosistemlerinin çalışması büyük ölçüde iklim tarafından yönlendirilir; Zaten iklim bitki örtüsünün yaşam süresini de belirler. Ekvatordan kutuplara doğru gidildikçe birincil ve ikinci üretkenlik düzeylerinde ciddi bir düşüş gözlenir. Tundralarda hüküm süren sert iklim koşulları, toprağın çok uzun süre (9-10 ayı) su dolaşımını engelleyecek biçimde donmasıyla kendini gösterir. Buradaki bitkisel oluşumlar (bodur bitkiler, ağaç yokluğu) donar ve rüzgara uyum sağlamıştır ve bölgenin faunası fakirdir.
Buna karşılık, tropikal kuşaktaki ormanlar yıl boyunca fazla değişmeyen, çok uygun iklim koşullarından yararlanır. Biyolojik etkinliğin aralıksız sürmesi sayesinde bu kuşakta birinci üretkenlik en üst düzeydedir ve minarelerin yeniden çevrime girme hızı çok yüksektir. Bitki oluşumlarının ve hayvanların inanılmaz çeşitliliği, bu ortamlarda karmaşık zincirlerinin gelişmesini sağlar. Öte yandan göl ve gölet kıyıları, turbalıklar gibi kıtalar içlerindeki nemli bölgeler, insanın baskısı sonucu, önemini kaybetmiştir. Oysa gerçekte bu yöreler, biyolojik çeşitliliği yüksek, çok sayıda türün varlığını sürdürmesi açısından birincil öneme sahip bölgelerdir.

DEĞİŞİK BİTKİ ÖRTÜLERİNİN BİYOSFERLERDEKİ DAĞILIMI
Yeryüzündeki büyük iklim bölgelerine karşılık gelen biyomlar, kuzey yarımküre de daha belirgin olmak üzere, enlemlere bağlı kuşaklar biçiminde düzenlenmiştir.
Biyosferi oluşturan eşitli ekosistemlerin kapladığı alan, birçok metrekare ile yüz binlerce kilometre kara arasında değişir. Bununla birlikte büyük veya küçük her ekosistemde türdeş ekolojik koşullar hüküm sürer ve kendine özgü canlı türlerinin oluşturduğu topluluklar yaşar. Gezegen düzeyinde bakıldığında, büyük bitkisel oluşumları temsil eden biyomlar ayırt edebilir. Aslında, ekosistemler arasındaki ayrım çoğunlukla, egemen bitki örtüsü temelinde yapılır ve yerküredeki büyük ekolojik bölümler konusunda da genellikle bitki örtüsü temel alır. Biyomlar, bitki toplulukları (fitosenoz) ile hayvan topluluklarını (zoosenoz) içeren ekosistemlerin bir araya gelmesiyle oluşur. Kararları kaplayan bitki örtüsünün büyük iklim kuşaklarına göre dağılmasına benzer biçiminde, biyomlar da ekvatora göre dağılmasına benzer biçiminde, dağılmıştır. Bu dağılım, kara yüzölçümünün az olduğu Güney Yarımküreye oranla Kuzey Yarımkürede daha belirgindir.
Ekvator kuşağında tropikal ormanlar neredeyse kesintisiz bir çiziği oluşturur. Ekvator altı kuşakta kurak mevsimin daha uzun sürmesi, bu bölgede iklim uygun ormanların, savanların ve aşırı kurak olan kesimlerde de çöllerin oluşmasına neden olmuştur. Bunun ardından, 35. kuzey ve güney enlemleri yöresinde, ılıman iklim kuşağına, özgü Akdeniz tipi biyomlar bulunur. Ortam enlem kuşağı, tropofil ağaçların oluşturduğun ormanları barındırır; kuzeye doğru bu bitki örtüsü yerini önce ılıman çayırlara (bozkır) ve yer kuzeyin kozalaklı ormanlarına (tayga) bırakır. Tundralar ise, Arktika ve Antantika buzul kuşağının sınırında (66-33 enlemi) yer alır. Söz konusu bu hat doğal bitki örtüsünün de sınırıdır.
Ekosistem kuşakları arasında, arazinin yüksekliğine göre oluşan ayrım daha da belirgindir.

DENİZ EKOSİSTEMİ


OŞİNOGRAFLAR BU ORTAMI FARKLI EKOLOJİK ÖZELLİKLERİNE GÖRE “ALANLARA” VE “BÖLGELERE” AYIRARAK İNCELENMEYİ TERCİH EDERLER.
Ekolojik şartları büyük bir çeşitlilik gösteren deniz ortamı homojen bir bütün olarak ele almak, bilimsel açıdan çok kısıtlı bir bakış açısına neden olur. Öncelikle iki büyük okyanus alanı ayırt edilmektedir. Bütünüyle denizleri oluşturan “su kütlesi” ve kıyılardan derin abis çukurlarına kadar dipleri kapsayan “dip alanı”.
Dip alanı derinliğine göre üçe ayrılır.
- 0-200 metreler arasında uzanan ve okyanusların tabanının yüzde 7,6’sını oluşturan kıta sahanlığı;
- 200 metreden 2000 metreye kadar uzanan dipteki ani eğim bölgesinden meydana gelen ve tabanın yüzde 8,1’ni oluşturan kıta şevi ve nihayet okyanusların tabanının yüzde 84,3 ünü meydana getiren abisler. (2000-6000 metre) ve çukurlar (6000 metreden bilinen en derin yer olan Mariana Çukurunda 11. 000 metreye kadar) Gelgite maruz kalan ve hatta dalga serpintisiyle ıslanan kıyı şeritleri de okyanus alanına dahil edilmektedir. Gerçekten de bu bölgelerde yaşayan organizmalar, gerek gelgitler sırasında birbirini ardınca su altında ve su üstünde kalarak, gerek ortamın yüksek tuzluluğu sebebiyle, okyanus etkilerine maruz kalmaktadır.
Okyanusları ve denizleri oluşturan su kütlesi ikiye ayrılan kıta sahanlığını örten yüzey suları ve 200 metrenin altında kalan dip suları bu düzeylerde su kütlesi, güneş ışınlarının nüfuz etmesi derecesine ve mevsimlik sıcaklık değişimlerine bağlı olarak düşey bir ekolojik katmanlaşma gösterir. Işığın ulaştığı epipelojik bölge, ışık miktarının, bitkilerin fotosentez yapabilmesi için yeterli olduğu 0 ila 50-100 metrelik yüzey sularına tekabül eder. Söz konusu bu bölgenin altında dip bitkileri ve fitoplankton yaşayamaz; yalnızca etçiler veya çürükçül beslenen hayvan türleri canlı kalabilir.
Okyanus ekosisteminin alt bölümlere ayrılması, karşılaşılan ekolojik şartların çeşitliliğiyle ilişkilidir; organizmaların uyum mekanizması ve üretkenliği bir bölgeden diğerine belirgin farklılıklar gösterir.
Deniz Canlıları; yüzeyle dip alanı arasında ve hatta jeolojik taban yapısı içinde yaşam, deniz ekosisteminin üç boyutuna da dağılmış durumdadır. Deniz ortamının ekolojik şartlarının çeşitliliği, yaşam şekillerinde ve tarzlarında da büyük değişikliğe neden olmaktadır. Okyanusun büyük bölgeleriyle bağlantılı olarak üç çeşit canlı gurubu ayırt edilir; su kütlesinde yaşan plankton ve nekton ile diğerlerde yaşayan bentos toplulukları.
  • PLANKTON: Yüzeyde veya su kütlesinde asıllı duran, kısıtlı hareket yeteneğiyle su akımlarına karşı koyamayan ve bazıları bu nedenle düşey göçlere maruz kalan organizmalar topluluğudur.
  • NEKTON: Açık denizde yaşayabilen ve deniz akıntıları içinde hareket edebilen canlılardan oluşur; açık denizde yaşayan balık türlerinin çoğunu, kafadanbacakları ve deniz memelilerini kapsar.
  • BENTOS: Dibe bağlı olarak yaşayan hayvanlar ve bitkiler (bağlı bentos) ile dipte veya dibe yakın bölgelerde hafifçe hareket eden bazı hayvan türlerinden (gezgin bentos) meydana gelir. Bağlı bentos birçok suyosunu, sünger, yumuşakça, kabuklu (Balanus) ve knildli (Mercan, denizşakayığı gibi) türlerini kapsar.
EKOSİSTEMLERE YÖNELİK TEHLİKELER
Ekosistemlerin doğal dengeye ulaşması, bunların nüfusunda ve çalışmasında kesin bir istikrarın sağlanması anlamına gelmez; dengeli ekosistemlerde düzenle, hafif dalgalanmalar yaşanır. Bu dinamik denge durumu çok hassastır.
Bugün ekosistemlere yönelik tehlikeler, sanayi uygarlığının gelişmesinde kaynaklanmaktadır. Sanayi uygarlığı, doğal kaynakları büyük bir hızla tüketmekte ve doğal çevreyi hiçe sayan tarımsal uygulamaları desteklenmektedir. Bu etkiler, nüfus patlamasıyla iyice yoğunlaşır. Bozulma fiziksel çevrenin (biyotop) sürekli yıkımı, canlı topluluklarının (biyosenoz) çeşitliğinde azalma, yaşama için gerekli minerallerin çevriminde kopukluklar biçiminde kendini gösterir. Kentleşme ve sanayileşme çok sayıda biyotop’un yıkımına neden olmuştur. Sanayiinin, taşımacılığın (özellikle otomobiller) ve evlerde kullanılan yakıtların yaratığı kirlilik havaya, suya ve toprağa bulaşır, bu durumda, hem genel olarak tüm canlı varlıklar, hem de insanın sağlığı ve kullandığı kaynaklar zarar görür. Ayrıca insan, sürekli yeni ortamları kendine kullanımına sokarak, çok sayıda hayvan türünün topluca yok olmasına yol açar. Çünkü insanlar biyotopları yıkar, ortamı aşırı sömürür. (balıkçılık ve avcılık) ve bazen de yeni ortama uygun olmayan yabancı türler getirir.
Karbon dioksit gazı üretiminin artması ve koruyucu ozon tabakasının delinmesi gibi insan etkinlikleri, bir bütün olarak biyosferin dengesini tehdit etmektedir.
Ad:  eko4.JPG
Gösterim: 820
Boyut:  37.0 KB
EKOSİSTEMLERİN DENGESİ
Türlerin çeşitliliği ve aralarındaki düzenli iletişime dayanan denge, insanın giderek artan baskısının tehdidi altındadır.
Biyosferdeki doğal dengelerin korunması bazı kimyasal maddelerin oranın sabit olarak kalmasına, nüfus dalgalanmalarının düzenine ve ekosistemlerin sürekliliğine bağlıdır. Dengeyi sağlayan koşulların güvence altına alınması için, besin zincirlerinin gereken şekilde çalışmaya devam etmesi, tür çeşitliliğinin belirli bir düzeyde korunması ve geçici de olsa çok şiddetli düzensizlikleri yaşanmaması gerekir. Bazı orman sistemleri, mesela ılıman iklimde yüksek ağaçlar dikilmek suretiyle oluşturulan ormanlar, insan yapısı olmasına rağmen istikrarlı sistemlerdir. Tarım ekosistemleri, bitki topluluklarının otsu oluşumlardan ağaçlara uzanan doğal ardışıklık sürecinin ilkel bir düzeyinde kalmıştır. Ekolojik açıda bakıldığında, tarım ekosistemleri, çoğunlukla tek bir bitki türüyle sınırlanmış yapıları yüzünden istikrarsız ve zayıftır. Bu ekosistemlerin üretkenliği, ürünün tipine ve söz konusu bölgeye egemen olan iklim koşullarına bağlı olarak büyük değişkenlik gösterir.
Bugün biyosferin genel dengesini tehlikeye düşüren başka faktörler de vardır. Gezegen genelinde, bilimsel ve teknik gelişmeler, geçen yüzyılda tedavi alanındaki buluşlar ve tarımsal üretimin dünya çapında artışının da yardımıyla inanılmaz bir nüfus patlamasına neden olmuştur. Bu nüfus patlaması, biyosferin üretim kapasitesiyle insanları ihtiyaçları arasında giderek artan bir dengesizlik durumu yaratmaktadır.

İNSANDAN GELEN TEHLİKELER
Bitki örtüsünün bozulması, ortamın kimyasal yapısının değiştirilmesi ve kaynakların aşırı kullanılması gibi her darbe çok sayıda sonuçlar doğurur.
İnsan etkinlikleriyle, ekosistemlerin, çalışmasına hatta bir bütün olarak biyosferin düzenine korkunç zararlar verebilir. Türler ve ekosistemleri ortadan kaldırdığı, fosil kaynaklarını tükettiği ve sonuçta önemli düzeyde kirlilik yarattığı için bu zararların çok yönlü bir etkisi vardır.

Toprak Kirliliği
Toprağa bırakılan zararlı ve atık maddelerle toprağın özelliklerinin bozulmasına toprak kirliliği denir. Toprak, içme suyu, yapı, şehircilik, mezarlıkların kurulması ve düzenlenmesi, sıvı ve katı atıkların uzaklaştırılması ve zararsız hale getirilmesi gibi konularla sıkıca ilgilidir.
Toprak Mikroorganizmalarının Etkileri (Toprağın Biyolojik Arıtıcı Etkisi)
Toprak mikroorganizmaları (özellikle aerop ve anaerop sporlu basiller, aktinnomiçesler ve mantarlar). Karbonhidratların ve yağların parçalanma ürünlerinin büyük bir kısmı toprakta bakteriler tarafından harcanır. Fosfatlar (PO4) toprak tarafından tutulur. Klorürler kolaylıkla eriyerek suya geçerler. Bu olayların sonunda humin asitleri bol miktarda teşekkül eder.
Bu parçalanma olayları için:
1) Toprakta belirli miktarda nem ve O2 bulunması,
2) Toprağın uygun bazlar kapsaması
3) Toprak ısısının 5 oC den yüksek olması gerekir ( daha düşük ısı şartlarında mikroorganizmaların faaliyeti yavaşlar veya durur).
Toprak içinden süzülen kirli suların temizlenmesinde (arınmasında) toprakta geçen bu biyolojik olayların büyük rolü vardır.
Bakteriler, aktinomiçes ve mantarlar, protozoon ve kurtlar toprağın yalnız yüzey kısımlarında bulunur. Ekilen toprakların 1 gramında 1 milyardan fazla bakteri amip ve diğer protozoonlar mevcuttur. İşlenmemiş toprakların 1 gramında 100. 000 ‘den fazla mikrop bulunur. Toprağın derinliklerine inildikçe bu canlı organizmaların miktarı süratle azalır. Daha 1-3 metre derinlikte bakteriden çok fakir kısımlar başlar. İnce gözenekli, ağaçlıklı bir toprağın 4 metreden daha derin kısımları tamamen denilebilecek bir derecede bakteriden yoksundur. Derin toprak kısımlarının mikroorganizmalardan kurtulması, bu elemanların ince gözenekli üst topraklarda kısmen adsorbe edilmeleri, kısmen de toprak içinde meydana gelen muhati (sümüksel) bir çöküntü tabakasının sonucudur. Bu nedenle, ağaçlıklı ve çatlakları olmayan bir arazide 4 metreden daha derinde olan toprakaltı su tabakasında mikrop bulunmadığı söylenebilir. Suyu süratle geçiren; sun’i olarak gevşetilmiş; sıçanlar, köstebekler ve diğer sebeplerin etkileriyle çatlakları bulunan toprakların üstünde ve içinde su yığınlarının büyük bir hızla aşağılara geçmesi halinde, toprak filtrasyonu sekteye uğrar ve toprakaltı suyu üst toprak tabakalarından geçerken temizlenemediği için alt kısımlarda kirli bir su halinde yığılır.
Toprağı kirleten ve bu yoldan insanlarda hastalıkların meydana gelmesine sebep olan organizmalar üç kısımda incelenir:
1. İnsan – toprak – insan zinciri halinde geçiş:
Bu tip toprak kirlenmesinin sebebi, sıvı atıklar (kullanılmış sular, lağım suları vs. ) ın hijyen kurallarına uymayan bir şekilde muameleye tabi tutulması veye bu gibi maddelerin gübre olarak ya da sulama işlerinde kullanılmalarıdır. Bu suretle toprak, bazı bakteriler ve protozoonlar (kolera vibriyonu, Salmonella ve Shigella gruplarına giren bakteriler, amipli dizanteri etkeni olan entamoeba histalytica) ve bazı helmintler ile kirlenirve bu etkenler toprak ve bitkiler yoluyla insana geçerek ilişkin oldukları hastalıklar meydana gelir.
2. Hayvan – toprak –insan zinciri halinde geçiş:
Bazı zoonozların (insana geçebilen hayvan hastalıkları) geçişinde toprak önemli rol oynar. Bu gruba girebilecek önemli hastalıklar şunlardır: Leptospirozlar, Şarbon, Q-humması, Toxocara (özellikle Toxocara canis)infeksiyonları, listerioz, Clostridium perfrigens ve Clostridium tetani infeksiyonları, lenfositer koriomenenjit ve tularemi.
3. Toprak – insan zinciri halinde geçiş:
Bu gruba girebilecek başlıca hastalıklar: Çeşitli mikozlar ve botulizm’dir.

Su kirliliği
Nüfusu belli bir hızla artmasına karşın tarım toprakları giderek azalan ülkemizde amaç dışı toprak kullanımı ve sanayii kuruluşlarının yarattığı çevre kirliliği orman, toprak ve su kaynaklarımızın hızla azalmasına neden olmaktadır.
Ülkemizin bir tarım ülkesi olması ve tarıma dayalı sanayiinin hammaddelerini üreterek ihracat gelirlerimizde önemli bir yer tutması orman, toprak ve su kaynaklarımızın korunması gerekliliğini daha fazla arttırmaktadır. Günümüzde son sınırına ulaşılan verimli tarım topraklarımız her yıl, erozyon, tuzlulaşma ve alkalileşme gibi doğal etmenlerin yanında sanayi kuruluşları, kentsel yerleşim, turizm yapılaşmaları, kum ve tuğla ocakları işgali sonucu amaç dışı kullanım ile hızla azalmaktadır.
Gerçekten istatistiklere göre 1970 yılında fert başına 4. 4 da tarım arazisi düşerken, bu değer 1980 yılında 3. 66 da olmuştur. 1990 yılında ise fert başına 3 da tarım arazisi düşebileceği sanılmaktadır. Bu duruma göre fert başına düşen tarım arazisi, amaç dışı kullanım ve nüfusun da hızla artışıyla % 68 oranında azalma gösterecektir.
Ülkemizde tarımsal potansiyeli çok yüksek, uygun iklim koşullarına sahip ve yılda birden fazla ürün alınabilen ovalarımız bulunmaktadır. Ancak ülkemizde fiziksel arazi kullanım planlamalarının yetersiz olması, aşırı nüfus artışı, plan ve programsız sanayileşme bu tarımsal potansiyeli yüksek ovalarımızın giderek elden çıkmasına neden olmaktadır. Bu ovaların başında Bursa ovası gelmektedir.
Bu çalışmada amaç dışı toprak kullanımı sonucu ortaya çıkan sorunlar, alınması gerekli önlemler ve çözüm yolları belirlenmiştir. Atık su ile sulanan toprakların pH’ında düşme görülmesine karşın elektriksel iletkenliğinde önemli ölçüde artış kaydedilmiştir.
Yalnız atık su ile sulanan parsellerden elde edilen domates veriminin düşük olmasına karşın atık suyun belli oranlarda sulama suyu ile karıştırılarak sulanan parsellerden elde edilen domates verimi normal sulama suyu ile sulanan parsellere oranla daha fazla bulunmuştur. Ancak atık su mısır verimi üzerinde etkili olmamıştır.
İnsanoğlu var olduğu günden bu yana, hem çevresindeki olaylardan etkilenmiş, hem de çeşitli etkinlikleriyle çevresini etkilemiş, tahrip etmiş, kirlenmesine ve bozulmasına neden olmuştur. Çevrenin bozulması demek, insanın yaşaması için gerekli olan ortamın bozulması demektir.
Dünyamızda; nüfus artışı sürmekte, enerji kaynakları tükenmekte, kirlenme (hava, su, toprak, kentsel katı atık, gürültü kirliliği) gittikçe yayılmakta, çarpık kentleşme ve yeşil alan yetersizliği artmakta, gelişmiş ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki uçurum derinleşmekte, içme suyu zor bulunmakta, besin maddeleri güç ve ancak pahalı olarak sağlanabilmekte, ormanlar kaybolurken çölleşme artmakta, kaybolan yarım milyon hayvan ve bitki türü ekolojik çeşitliliği ve sürekliliği tehdit etmekte, gittikçe sancılı ve gergin bir dünyada, çatışma riskleri, şimdiye kadar görülmedik derecede büyümüş bulunmaktadır.
Yaşadığı biyolojik, kültürel ve toplumsal çevreden kendisini sorumlu tutan insan, doğal varlıkların korunması ve geliştirilmesi bakımından gelecek kuşaklara karşı sorumlu olduğunu unutmamalı ve çevreyi korumak için ne yapabilirim deyip, insanca yaşam için gereken önlemleri almalı ve bir an önce uygulamaya geçirmelidir.
Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı Habitat II Kent Zirvesi’nin (3-14 Haziran 1996, İstanbul) değindiği en önemli noktalardan biri “İnsanlar için yaşanabilir çevre” idi. İnsanca yaşam için, ekolojik anlayışın, çevre bilincinin yaygınlaştırılması - güçlendirilmesi gerekmektedir.
Doğal kaynakların ölçülü kullanılması şehir planlama, katı atık yönetmeliği, kentlerin güzelleştirilmesi, çevreyi hem göze hem de ruha daha hitap eder hale getirmek insanların birinci görevi olmalıdır.
Bu çalışmada kent ve çevre olgusu bir arada ele alınmış ve yaşanılabilir bir çevre ile yaşanabilir bir kent nasıl olmalıdır konusu irdelenmiş, çözümler önerilmiş, bireye düşen görevler üzerinde durulmuştur. Kent ve çevre sorunları birçok yönüyle karmaşık bir yapıda gözükmesine karşın uygulanacak politika üç ana ilkenin etrafında oluşturulmalıdır:
1. Kirlenmenin kaynağında zarara yol açmadan önlenmesi,
2. Kirletenin faturayı ödemesi için çıkarılan yasalardaki yaptırımların caydırıcı olacak derecede ağırlaştırılması,
3. Demokratik kitle örgütleri ile kent yaşamında örgütlenmiş sosyal grupların kent ve çevre sorunları karşısında ortak hareket etmeleri ve bu konuda merkezi ve yerel yönetimler üzerinde baskı oluşturacak şekilde ortak platformlar oluşturmaları.

Çevre Kirliliği
Canlı ve cansız varlıklar üzerinde zararlı tesirler bırakacak şekilde çevre şartlarında (fiziki, kimyevi ve biyolojik) meydana gelen değişikliklerin genel adı.
Çevre kirlenmesi, unsurlarının bir kısmı açısından dünya kurulduğundan bu tarafa mevcuttur. Ancak tabiatın yaratılışındaki var olan denge sebebiyle çevre kendi kendisini temizlemektedir. Fakat son asırda tabii dengeyi kirlenme oranı bakımından menfi yönde bozan ve tabii temizleme araçlarının kapasitesini aşan veya yok eden yoğun gelişmeler neticesinde, çevre kirlenmesi problemi olanca ağırlığıyla dünya çapında kendini hissettirmektedir.
Çevre, canlının içinde bulunduğu, tesir ettiği müteessir olduğu bir vasat olup, biyolojik ve fizikokimyasal durumu ile canlıda müspet veya menfi değişikliklere sebep olur. Canlıların yaşayabilmesi için, genetik (irsi) yapı ve bundan mütevellit kabiliyetleri ile çevre şartlarının uygun bir düzen içerisinde bulunması gerekmektedir. Her canlı için belli çevre şartları söz konusudur. En uygun yaşama şartlarının dışına doğru çıkıldıkça, yani sınırlara yaklaştıkça canlıda bir takım fizyolojik değişmeler beklenebilir. Bu sınırlar dışına çıkılırsa canlı artık yaşayamaz.
Belli bir besin ortamı içerisinde yaşayan mikroorganizmalar, bu ortamı fizyolojik faaliyetleri sırasında çıkardıkları artık maddelerle kirletince, çevrenin kimyasal terkibinin değişerek yeni çevre şartları hasıl olur. Neticede bu ortam onlar için zararlı ve yaşanılamayacak bir hal alır. Dünyamız sınırlı bir ortam olmasına rağmen, canlıların hayati faaliyetleri icabı meydana gelen zararlı maddeleri çok karışık analiz yahut sentez hadiseleriyle tekrar eski hallerine çevirecek bir güce hassas bir dengeye sahiptir. Bu aslına dönüş süresi zararlı maddelerin terkibine göre değişir. Zararlı maddelerin aynı hal üzere kalması uzun sürerse, zararı da o nisbette tesirli olur. İnsanoğlu hayati faaliyetleri icabı çevresinin kimyasal terkibinde değişiklere ve uzun süre bozulmadan kalabilen zehirli maddelerin birikmesine sebep olmuştur.

Çevreyi kirletici elemanlar:


Yanma ürünleri; insan dışkısı; teneffüs edilmiş hava; tozlar, patojen mikroplar; buharlar; gazlar;, endüstriyel solventler, ekstrem (aşırı yüksek veya düşük) sıcaklıklar; zirai gübreler, infrared (kızıl altı, ötesi), ultraviolet (mor ötesi) ve hatta görünen ışık; iyonlaşan radyasyonlar; radyoizotoplar; gürültü; aşırı yüksek frekanslı ses ve bazı mikrodalgalı elektromanyetik radyasyonlar sayılabilir.
Böyle biyolojik, kimyevi veya fiziki maddelerin sadece mevcut olmaları, mutlaka kirletici olmalarını icap ettirmez. Kirlenmeyi tam tarif etmek için bunların zaman, mekan miktarı (konsantrasyon ve şiddet) ve zararlı tesir bakımından değerlendirilmeleri lazımdır. Kirleticiler sağlığa zarara, sıkıntı doğurmaya, ekonomik veya estetik zarar, kısa veya uzun bir zaman zarfında veya sonra sebep olabilirler. Kapalı yerlerde mevcudiyetine müsaade edilen kirletici konsantrasyonu, umumiyetle insan sıhhati düşünülerek tespit edilir.
Bir organizma veya ekolojik cemiyetin etrafındaki karmaşık fiziki, kimyevi ve biyolojik faktörler, birçok canlı türlerinin biri veya birçoğuna tek taraflı veya karşılıklı olarak tesir edilerek, onların teşekkül, gelişme ve yaşamasında rol oynar. Bir çevre elemanı, bir canlı türü için kirleticiyken, aynı eleman diğer bir tür için arzu edilen bir besleyici durumunda olabilir. Bu yüzden kirlenme ve bulaşmanın tarifi ekseriya zor olur. İnsan veya herhangi bir diğer organizmanın yaşaması sonucu atılan ve teşekkül eden, ortaya çıkan metabolik ifrazat, diğer organizmalarca ekolojiyi dengelemek üzere kullanılmadıkça çevre kirlenmesine yol açar. Ayrıca, enerjiyi ve maddeyi kullanılabilir ürünlere dönüştürmede (tahvil etmede) insan ekseriya verimsiz, israfçı ve düşüncesiz davranmaktadır. Böylece sanayii kaynaklı kirleticilerin çevreye yayılmasına sebep olmaktadır. Bundan dolayı çevre kirlenmesinin günümüzdeki problemleri, insan nüfusunun hızla çoğalması ve genişleyen teknolojiden kaynaklanmaktadır.

Su ve kıyı kirlenmesi:


Suların kullanış maksadının elverişsiz hale gelmesine su kirlenmesi denir. Bu durumdaki sular içmek içi kullanılmaz. Kullanma ve sulama sularından da başka mahzurlar ortaya çıkar. Irmak, göl ve denizlerde ise balıklar ölür, diğer canlılar tür ve sayı olarak azalır. Hava da kirlenmeye başlar. Turistik, dinlenme, yüzme ve seyirlik değeri kaybolur. İçindeki malzemeyi çürütücü olur. Ulaşım imkanlarını azaltır. Yüzeylerinde köpük teşekkül eder. Tatlı suların renk, koku ve tatları değişir. Su yosunları önce çoğalır. Sonra ölerek, kirlenmeyi arttırır.
Meskenlerden dışarıya atılan sıvı artıklar, endüstri tesislerinden çıkan sıvı (sıcak su, zehirli su, asitli su, bazik su, yıkama suyu, deterjanlar, organik artıklar) ve katı artıklar (çöp, moloz gibi), derelerden ve yamaçlardan gelen erozyon malzemeleri, madeni artıklar (eski eşya, alet makine vs. ) ve ziraat alanlarından gelen gübre ve ilaç artıkları vs. gibi hususlar, kirlenmenin başlıca sebepleridir.
Japonya’da civalı artıkların denize akması ve buradan yakalanan balıkların yenilmesi neticesinde pek çok insan ölmüştür. Sağ kalanlarda felç, sağırlık, körlük, ağrılar ve delilik meydana gelmiş, gebe kadınlar anormal çocuk doğurmuştur. Dünyanın birçok ülkesinde çinko fabrikası artıkları ile sulanan çeltikleri yiyen kimselerde kalsiyum noksanlığından oluşan kemik erimesi hastalığı meydana gelmiş ve gelmektedir.
Bugün Avrupa’da ve Amerika’da pek çok nehir adeta zehir akıtmakta, içme suyu kanallarına sızarak onları da zehirlemektedir.
1990 sonlarında Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında ateşe verilen petrol kuyularında Ortadoğu ve Asya kıtasının önemli bir bölümünde çevreyi deniz, hava ve toprak olmak üzere üç cepheden kirletti. Uzmanlara göre denize pompalanan 11 milyon varil petrol, denizin içindeki canlılar bakımından dünyanın en zengin bölgesi olan Basra Körfezini ölü deniz haline getirdi. 1992 yılının sonunda tamamen söndürülmüş olan petrol kuyularından çıkan yarım milyon ton petrol duman olarak atmosfere karıştı. Bu duman komşu ülkelere yayılıp asit yağmuruna dönüşerek, daha uzun yıllar tarımda verimliliği azaltan duman içinde bulunan 10. 000 tondan fazla is, kükürt, çeşitli zehirli gazlar karbondioksit ve büyük miktarda kanser yapıcı hidrokarbonlar çevreye yayıldı. Yine 80 kuyudan fışkıran binlerce ton ham petrol Kuveyt çöllerinde kirli bir nehir gibi aktı.
Son yıllarda artan nüfus baskısı, gelişen turizm, plansız yerleşim ve endüstrinin meydana getirdiği kirlilik, yanlış arazi planlaması, kıyıları da belirli bir düzeyde etkileyen asrın meseleleri olmuştur. Burada cehaletin payı da unutulmamalıdır.
Türkiye’de plansız ve düzensiz bir kıyı kullanımının ortaya çıkardığı bir panorama vardır. Bakıldığında göze çirkin gözüken bir yapılaşma kaybolan tabii güzellik yerine renksiz beton yığınları veya şekilsiz binalar ve kulübeler görülmektedir. Tabii bunlarla beraber gelen yoğun kullanma sonucu kanalizasyon,, çöpler ve tahrip edilen kıyı bitki örtüsü de bu zincirin halkalarını teşkil etmektedir.
Diğer taraftan endüstrinin kıyı ekolojisinde yaptığı değişiklik, kirlenmeden doğan tahribat, kıyıda yaşayan canlıların sonu olmaktadır.
İzmit, İzmir Körfezleri, Haliç, kirlemiş bir Marmara Denizi ve her geçen yıl tabi olarak kendini temizleyebileceği miktarın üstünde kirletilmekte olan diğer kıyılarımız da suda çözülmüş oksijeni azaldığı ve kolibasillerinin yaşadığı değişik bir ortam teşekkül ettirmektedir. Bilhassa Haliç ve İzmit Körfezi ülkemiz deniz kıyılarında su ve kıyı kirlenmesinin çok yüksek seviyelere ulaştığı iki yerdir.

Hava kirlenmesi:


Bu kirlenme yakıt kullanılmasından, artan sanayileşmeden ve şehirlerde aşırı derecede nüfus şişmesinden kaynaklanır. Kirletici maddeler gaz, sıvı damlacıkları (zerrecikler) veya bunların karışımı şeklinde olur. Bu maddeler ; ya doğrudan bir kaynaktan çıkıp yayılır veya atmosferde yayılan maddelerin kendi aralarında veya atmosferik bileşenlerle ve fotokimyasal bir faaliyet mevcut olup olmaması şartı altında reaksiyona girerek ortaya çıkar. Esas kirleticiler; 100 mikrondan daha büyük çaptaki kaba tanecikler, kükürt bileşikleri, organik bileşikler, azot bileşikleri, oksijen bileşikleri, halojen bileşikleri ve radyoaktif bileşikleridir.
İnce aerosiller içinde karbon zerreleri, metalik tozlar, silikatlar, florürler, reçineler, katranlar (kurumlar), çiçek tozları, mantarlar, katı oksitler, nitratlar, sülfatlar, klorürler, aromatik bileşikler vs. ihtiva eder. Bunlar zerrecikler olarak ışığı dağıtırlar böylece katalizörümsü rol oynayarak absorbe edilmiş kirleticiler arasında en çok ince bir şekilde bölünmüş durumlarından faydalanarak reaksiyonların meydana gelmesini sağlarlar. Y ine bunlar elektrostatik yük taşıyıcı olarak diğer zerrelerin ve gazların kondansasyonuna ve bir araya gelmelerine sebep olurlar. Yine bunların bazıları kimyasal türden olmaları sebebiyle bitkilere ve hayvanlara çok toksit (zehirli) ve korroziv (aşındırıcı) bir etki yaparlar. Radyoaktif oldukları ölçüde normal radyasyon dozajını arttırır. Kanser veya mutasyon (hücrelerdeki değişme) doğuran faktörler olurlar. Sırf bir toz olarak elbiseleri, binaları ve bedeni kirletirler. 100 mikrondan daha büyük çaplı taneciklerde benzer problemler ortaya koymakla beraber kendileri yer çekim kuvveti tesiriyle havada kolay ayrıldıklarından dolayı bu problemler daha az olarak meydana gelir. Bunların boyutlarını büyük olması insan ve hayvan akciğerlerine önemli miktarlarda girmelerini önler. Mamafih, bunların kirletici tesiri daha belirgindir. Çünkü çıktıkları kaynağın etrafında hemen yığılırlar. Kükürt bileşiklerinden olan kükürt oksitler ile hidrojen sülfürün tahriş edici özellikleri vardır. Atmosfere verilen organik bileşikler içinde hidro karbonlar ve bunların yanma ürünleri ile halojenli türevleri bulunur. Bunlar buhar halinde oldukları gibi bazen damlacık veya zerreler şeklinde yayılır. Bu hidrokarbonların, bilhassa olinükleer aromatik türleri memeli deney hayvanlarında kansere yol açtığı görülmüştür. Atmosfere yayılan azot bileşikleri, daha çok azot oksitler ve amonyak şeklindedir. Azot oksitler yüksek dereceli yanmalarda ve diğer sanayii işlemlerde ortaya çıkar. Azot oksitlerin düşük konsantrasyonlarda bile tahriş edici özelliğinin yanında hava kirleticisi olarak esas ehemmiyet arz ettiği durum bunların atmosferdeki fotokimyasal reaksiyona katılmasıdır.

Endüstriyel kirleticiler:


Fabrika ve bina bacalarından, araba egzozlarından çıkan gazlar, insan, hayvan ve bitkilere zararlı olmaktadır. Bilhassa sanayileşmiş ülkeleri ilgilendiren bu hal atmosferik hareketler sebebiyle geri kalmış ülkeleri de alakadar eder:
Her insan günde 14. 000 lt hava kullanmaktadır halde insanın hava ile alacağı çok düşük nispette zehirler, kısa zamanda öldürücü doza yaklaşabilir. Zehirlerin vücutta birikme süreleriyle alınan ve atılan zehirlerin farkı insanlar için mühimdir. Eğer zehrin vücuttan atılışı yavaşsa ve vücutta birikmesi görülüyorsa zehirlenme kısa zamanda kendini gösterir.
Havaya karışan bu maddeler kesif yahut şeffaf bir sis bulutu halinde şehirlerin üzerini kapatır. Isı tersliği denilen hadiselerin vukuunda tesirleri çok daha fazla olur. Genellikle toprağa yakın hava daha sıcaktır. Dolayısıyla zehirli gazların büyük bir kısmı bu sıcak hava kütlesiyle beraber taşınır. Isı tersliği (inversyon) halinde, yani yere yakın havanın soğuk, onun üstündeki hava tabakasının sıcak olması sebebiyle kirli hava şehrin üzerini kapatır.
1948’de ABD’de Donora şehri vadisinde çinko, demir ve öteki fabrikalardan çıkan ısı tersliği sebebiyle sıkışmış ve nüfusun % 43 olan 5910 kişinin hastalanmasına sebep olmuş, neticede solunum ve kalp hastalıklarından 20 kişi ölmüştür. 1952 yılında Londra’da da böyle öldürücü bir olay meydana gelmiştir. Dört gün devam eden zehirli sisler şehirde görüşü sıfıra indirmiş ve dördüncü günün sonunda doktor ve hemşirelerden başka sokakta kimse kalmamış, zatürre, bronşit ve kalp hastalıkları baş göstermiştir. Neticede 4000 kişi ölmüştür. Bu tarihte Londra sisi, normale nazaran 10 misli kükürt dioksit ve 20 misli toz ihtiva ediyordu.
Otomobil egzozlarından çıkan zehirli sisler güneşi kapatır. Her bin otomobil günde 3000 kg karbondioksit, 200-400 kg hidrokarbon buharı, 50-150 kg azot oksitleri neşreder. Bu gazların laboratuar hayvanlarında kanser yaptığı görülmüştür.
Havayı kirleten bu gazlar ayrı, ayrı incelenirse, sebep oldukları arızalar şöyle sıralanabilir:

Kükürt dioksit (SO2):
Bu gazın sebep olduğu kirliliğin anlaşılması 19. yüzyılda başlar. Bugün için daha fazla önemi haizdir. Kömür, mineral yağlar % 0. 5 – 2. 5 bazen % 5’e kadar kükürt dioksit ihtiva ederler. Demir endüstrisi, petrol ve yağ rafinelerinin bulunduğu yerlerde bu gaz sahaları kaplar. Havadaki su ile birleşince, sülfürik asit teşekkül eder. Bu asit ciğerlerin, madenlerin, mermerlerin tahrip olmasına sebep olur. Atina ve Roma’daki tarihi yapıların bunun için geçen asra nazaran daha fazla karardığı ve yıprandığı anlaşılmıştır.
İnsanlarda bazı hastalıklara sebep olur. Petrol rafinerilerinden çıkan SO2 Yokkaichi astımı denilen müzmin bronşite sebep olmaktadır. Bazı bitkiler 10 milyonda 2 kısım SO2 ‘ye maruz kalınca zarar görürler. Yonca, arpa, yulaf, turp, marul ve çam ağaçları en hassas bitkiler arasındadır. Simptomları karakteristik olup, damarlar yeşil olduğu halde damar aralarında nekrotik sararmalar görülür.
Bununla beraber SO2 ‘nin kara leke hastalığının salgın yapısını önlediği müşahede edilmiştir. İkinci Dünya Harbi sırasında Amsterdam’da bütün fabrikalar durdurulmuştu.

Hidrojen florür (HF):
Tipik bir sanayii gazı olan Hf, çelik, alüminyum, süperfosfat fabrikalarından çıkar. SO2 ile beraber bulunursa, daha tehlikeli olur. Hele en hassas bitki Glayöl olup, konsantrasyon olarak milyarlarda bir kısım miktarda bile zarar görür. Diğer hassas bitkiler lale, frezya, bazı çam türleri, asma, şeftali ve kayısıdır. Yapraklarda SO2’den farklı simptomlar gösterir. Daha ziyade yaprak kenarında sararmalar görülür. Soğanlı bitkilerin soğan verimini azaltır. Son zamanlarda HF’ün bitki dokusunda absorbe edildiği, flor bileşiklerini çevrildiği, bazı enzim sistemlerini bloke ettiği, sitrik asit çemberini etkilediği ve böylece metabolizma faaliyetlerini bozduğu anlaşılmıştır.
İsviçre’de ilgi çekici bir durum görülmüştür. Normal NPK (azot, fosfor, potasyum) karışımına bir miktar bor ilave edilerek gübreleme yapıldığında, bağlar HF’den fazla zarar görmüşlerdir. Bazı çam türlerinin de çok uzak mesafelerden zarar gördüğü tespit edilmiştir. Avrupa ve ABD’de yapılan denemeler HF’ün böcek hastalıkları üzerinde müspet etkileri görüldüğü halde, atmosferde, HF bulunan bölgelerde kolonilerin azaldığı görülmüştür.
Yine HF ile bulaşık bölgelerde çamlarda gal yapan galafildi’nin zararı artmış ve ağaç başına ortalama 500-2000 gal tespit edilmiştir.

Karbon monoksit (CO):
Petrolün yanmasıyla açığa çıkar. Egzozlardan bol miktarda CO neşrolunur. Şiddetli bir solunum zehiridir. Teneffüs edilirse insanları öldürür. Kanda % 5 karboxyhemoglobin teşekkül ettiği zaman simptomları hissedilir.

Hidrokarbon buharları:
Petrol ürünü olup, araba egzozlarından çıkar. en önemlileri etilen ve peroxyacidnitrat (kısaca PAN)’dır. Etilen direkt olarak bitki hayatına zarar verir. Çok düşük konsantrasyonla normal büyüme hormonu olarak rol oynar. Fazla miktarda ise tomurcuklanmayı önler ve yaprakları döker. PAN fotokimyasal oksidant bir madde olup, insanlara etkisi başlangıçta fark edilmez. Bir saat sonra güneş ışığında fotokimyasal reaksiyon ile tanınır. Göz ve mukozalara tesir eder. Bitkilerde oldukça karakteristik simptomların müşahede edilmiştir. Bazı çayır bitkilerinde yaprağı dipte, ortada ve içte olmak üzere enlemesine bölen nekrotik lekeler hasıl eder.
PAN’ın hücre duvarı formasyonunda önemli bir enzim olan enolaz’ı inaktive ettiği bilinmektedir. Bazı bitkilerin yaprak altı yüzünde gümüşümsü tahribat yapar.

Azot oksitleri:
Arabalardan, doymamış hidrokarbon kullanan fabrikalardan, kaçan gazlardan meydana gelir. Fotokimyasal bir oksidanttır. PAN’ın terkibine girer. Trafiğin yoğun olduğu yerlerde daha fazladır. Yüksek dozda SO2 simptomlarına benzer simptomlar gösterir. Yapılan denemeler de milyarda 250 kısım NO2 ile fümiğe edilen (tütsülenen) domateslerin erken kartlaştığı ve mahsulün % 22 nispetinde düştüğü görülmüştür.

Ozon (O3):
Doğrudan doğruya veya dolaylı olarak arabalardan meydana gelir. Oksidant bir maddedir. Tütün, ozona çok hassasdır. Reaksiyonu palizat hücrelerinde ve yaprağın üst yüzündedir. Bitki hastalıkları ve zararları üzerine ilgi çekici rolü görülmüştür. Bazı bitki hastalıklarının gelişmesine engel olur. Bazı hallerde virüs ile hastalandırılmış bitkiler ozona karşı daha az hassasiyet göstermiştir. Tütün mozaik virüsü ile enfekte edilmiş tütünlerde temiz havadakilere nazaran ozon tütsülenmesine tabi tutulanlar % 21 nispetinde daha fazla hastalanmışlardır. Böylece ozonun virüs aktivitesini arttırdığı görülmüştür. Ozon bazı hastalık ve haşerelere değişik cevaplar vermiştir.
Ülkemizde hava kirliliğinin en tipik örneği Ankara’da görülmüş, ancak son yıllarda kaliteli yakıt ve “doğal gaz” kullanılmasıyla şehir kirliliği nispeten azaltılmıştır. Nefes almada güçlük çekilen Ankara’nın kirli havası her geçen yıl daha da tehlikeli boyutlara ulaşmaktaydı. Bu durum, 1930‘lardan itibaren devam edegelmiştir. Ankara sanayi şehri olmadığından havanın kirlenmesinin sebebi bacalardan çıkan duman parçacıkları toz ile motorlu taşıtların egzoz gazlarıdır. Bu kirliliklerin şehir atmosferine dağılmasında şehrin kurulduğu bölgenin coğrafik, topoğrafik ve meteorolojik özelliklerinin ve şehrin plan ve inşa özelliklerinin de payı büyüktür. Dünya’nın en kirli şehirleri arasında yer alan Ankara’nın havasında 11 Ocak 1982 günü, kükürt dioksit ortalaması 752,4 mikrogram/m3’e ulaşmıştır. 5 Ocak 1981 günü Ankara havasındaki kükürt dioksit derişimi 1060,9 mikrogram/m3, 18 Ocak 1980 günü ise 1334,5 mikrogram/m3 olmuştur.

Toprak kirlenmesi:


Toprak insanların en önemli tabii kaynaklarından biridir. Zamanımızda çevrenin kirlenme sebebiyle toprak da tehlikeye maruz kalmakta ve zararlı hale getirilmektedir. Toprağın bu kirlenmesi tarımda kullanılan ilaçlardan, gübrelerden, sanayi artıklarından, radyoaktif izotoplardan ve beton, asfalt, kalay, demir, kurşun, alüminyum, polietilen gibi kirleticilerden petrol ve sıvı artıklarından ileri gelmektedir.
Zirai mücadele ilaçları tatbik edildikten sonra uzun süre bozulmadan kalabilmektedir. Yapılan araştırmalara göre bu süre 3 ay ile 5 yıl arasında değişmektedir. Tatbik sahasından rüzgar erozyonu sebebiyle bitki parçacıkları, tohum sporları ve tozlarla, toprak ve bitki buharları ile, sulardan dalga serpintileri ile bulutlara taşınan pestisitler her tarafa yayılmakta, rüzgar, sis, yağmur ve karla tekrar toprak veya sulara karışmaktadır. Farklı kaynaklara göre pestisitlerin % 10 ila % 70’nin tatbik sahası dışına taşmadığı bildirilmektedir.

Radyoaktif kirleticiler:
Enerji üreten atom reaktörlerinden çıkan artık, kaza sonucu veya izotop artıkları ile radyoaktif maddelerin kendilerinden doğan bir kirliliktir. Radyum, uranyum gibi bazı elementlerin fizik ve fizyolojik etkiye sahip ışınlar neşretmelerine radyoaktivite denir. Radyoaktif maddelerin atom çekirdeklerini parçalaması sonucu o madde yok olur ve korkunç bir enerji hasıl olur. Bundan istifade ile atom bombası yapılmıştır. Atom bombası patladığında kısa sürede çok yüksek ısı, ışın ve sadme etkileri meydana gelir. Bu sebeple atom bombası patlatılan yerdeki katı cisimler de gaz haline geçer ve havaya karışan bu maddeler patlayıcı maddenin yanı sıra radyoaktif maddenin artıklarını taşır. Meydana gelen radyoaktif bulutlar birkaç yüz km ‘ye kadar yayılarak yere düşer.
Radyoaktif maddeler neşrettikleri şualarla (bilhassa gamma ışınları) canlı hücre, dolayısıyla dokulara etki ederek bir takım arazların ortaya çıkmasına sebep olurlar. Akyuvarlar tahrip olmakta alyuvarlar üreyememekte dokular tahrip olarak kanser meydana gelmektedir. Radyoaktif tesire maruz kalmış ana ve babaların çocuklarında çeşitli anormallikler ortaya çıkar. Halen Japonya’da atom bombasının etkilerinin silinememiş olması ve zararlarını ırsiyete intikal etmesi, bu tesirin korkunçluğunu ortaya koyar.

Biyolojik kirleticiler:
Mikroorganizmalar (mikroplar, bakteriler), insan, hayvan ve bakterilerden hastalık yapan canlıların (patojen) bir kısmı, devamlı olarak çevrede müsait şartlar bulursa faaliyetini arttırır. Bu şartlar ortadan kalkarsa faaliyeti yavaşlar veya durur. Kendisi için müsait ortam ulaşırsa salgınlar meydana gelir. Salgın esnasında, çevre artık o tesirle kirlenmiştir. Mikropların azalması, yani hayatın devam ettiremeyecek seviyeye düşmesi veya koruyucu tedbirlerin alınmasıyla veya bazı şartlarda bağışıklığın hasıl olmasıyla salgınlar a ortadan kalkar. Neticede fazla çoğalan hastalık mikrobu azalır ve tekrar denge sağlanmış olur.
Avrupa’da 1840 yılında patateslerde görülen mantar hastalığı sebebiyle birçok kimse Amerika’ya göç etmek zorunda kalmıştır. 1850’de Fransa’ya giren ve bağlarda korkunç zararlar yapan Filoksera uzun seneler her yıl ortalama bir milyon Frank zarara sebep olmuştur. 1843’de Kırım’da başlayan veba salgını Avrupa’ya sıçramış ve 8 yıl devam ederek 25 milyon insanın ölümüne sebep olmuştur. Hastalığın çıktığı yerde mümkün olan koruyucu tedbirlere ve karantina uygulamasına geçilse bile bazı şartlarda insanoğlu aciz kalmaktadır. Nitekim bazı mantar sporları atmosfer hareketi ile 12.000 kilometreye kadar yayılabilmektedir.
Dolayısıyla salgınlara karşı dikkatli ve devamlı tedbirlerin alınması lazımdır. Aksi halde korkunç neticelerle karşılaşmak mümkündür. Son yıllarda çevre kirlenmesi mevzunda yapılan neşriyatlarla kamuoyu aydınlatılmıştır. Bilim adamları dünyanın aya giden bir uzay gemisinden alınmış resimlere işaret ederek, bütün insanların yer küresi adındaki uzay gemisine binmiş astronotlar olduğunu hatırlatmıştır. Bu gemiye eskiden beri oldukça iyi dengelenmiş bir hayati destek sistemi ihsan edilmiştir. Bu sistem öyle büyüktür ki, milyonlarca insanın ihtiyacını karşılamaktadır. Bu dengenin ne kadar süreceği ve ne derece insana faydalı olacağı, muazzam teknolojik, politik ve dini çok yönlü meseleler arz eden bir sorudur. Sanayileşme, insan kültürlerinin bütün üyeleri için yeterli bir hayat seviyesi geliştirmek bakımından lazım olmasına rağmen, madde ve enerjiyi verimli bir tarzda kullanmak ve bu hedefe artık madde hasıl etmeden varmak, gittikçe artan güçlüklerdendir. Artık madde üretilmesi de kirlenmenin kaynağını teşkil eder.
Kültürel gelişme ve sanayileşme, insanlar ile yani nüfusla doğru orantılıdır. İnsan nüfusundaki artma doğuştan ziyade ölüm hızındaki değişimle ilgilidir.

Çevre kirlenmesi ile mücadele


Çevre kirliliği ile mücadelenin iki ana noktası mevcuttur. Bunlar ; bozulmamışı bozulmaktan koruma (dış etkileri ortadan kaldırma) ve bozulmuşu düzeltmedir. Bunun için kirleticiler daha kaynaklarında iken yayılmadan tamamen veya kısmen tutulur. Mesela ; hava kirlenmesinden gaz çıkış yerlerine çeşitli filtreler takılır. Kanalizasyon suları arıtma tesislerinde çökertme, havalandırma, süzme, nötrleştirme, dezenfeksiyon gibi işlemlerden sonra tabiata terk edilir. Denizlerde, kıyılarda, nehir deltalarında çeşitli tedbirler alınır. Gemilerin artıklarını rastgele boşaltmalarını, sahil şeridini kanalizasyon ve çöp birikintilerinin verilmesine ve nehirlerin erozyon toprağı ile yatağını doldurmalarına mani olunur.
Umumiyetle gürültü “istenmeyen bir ses” olarak tarif edilir. Halbuki günümüzde gürültüyü “insan sağlığına zararlı bir ses” diye tarif etmek daha doğrudur. Çok fazla gürültü işitme duyusunun kaybolmasında yüksek tansiyona kadar çeşitli şekillerde insan sağlığına zarar verebiliyor ama gürültü ile geçen kamyonların sesine dışarıda top oynayan çocukların sesini, elektronik beton delicinin kulak tırmalayıcı gürültüsünü, sonuna kadar açılan teybin ve radyonun bağırtılarını duymamazlıktan gelmek mümkün değildir.
O halde gürültü ile birlikte yaşamaya alışıp sağlığa en az zarar verecek şekilde indirecek tedbirleri almalıdır. Hiç beklenilmeyen çok yüksek bir ses duyulduğu zaman kan damarlarında hormonlar dolaşır, kalpler daha hızlı çarpar, eller buz gibi olur, ağız kurur, mide yerinden oynamış gibi olur. bu şiddetli tepkinin sonucu sinir sistemi, kalp ve diğer organlarda belli bir gerginlik ortaya çıkar. bu gerginliğin devamlı ve sık görülmesinin sonucu, gürültülü fabrikalarda çalışan işçilerde işitme duyusunun kaybolması kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, ülser gibi çeşitli mide hastalıkları, sinir hastalıkları gibi sağlık meseleleri, sessiz yerlerde çalışan işçilere nispetle daha çok görülür.
Gürültüyü önlemek için turbo jet tipi uçak motorları turbo fan şekline dönüştürülüp, fanların da gürültüsü azaltılmaya çalışılmaktadır. Aletler ve makineler gürültüsüz tipe dönüştürülmekte veya gürültüyü yutacak malzemeler kullanılarak alet ve binalar izole edilmektedir. Otoyollarda gürültüyü tutucu duvarlar inşa edilmektedir. Kulaklarda köpüklü lastik veya bal mumu katılmış pamuk tıkaçlar kullanılmaktadır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 17 Şubat 2019 17:21
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
17 Şubat 2016       Mesaj #7
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Ekosistem, belirli bir alanda bulunan canlıların birbirleriyle ve cansız çevreleriyle karşılıklı ilişkileri ile meydana gelen ve süreklilik arz eden ekolojik sistemdir.
Karşılıklı olarak birbirine etki yapan canlılarla cansız maddelerin bulunduğu herhangi bir doğa parçası bir ekosistemdir.

Ekosistemde Canlıları Etkileyen Faktörler


Ekosistemi canlı ve cansız elemanlar oluşturur. Canlı elemanlara biyotik, cansız elemanlara abiyotik elemanlar denir.

1. Abiyotik Faktörler
Abiyotik faktörler, canlıların yaşamlarını devam ettirebilecekleri çevresel koşullardır. Belirli bir çevrede hangi türlerin yaşayabileceğini belirler.
Işık, iklim, sıcaklık, su, pH, toprak ve mineraller vb. abiyotik elemetlerdendir.

a. Işık
Ekolojik açıda ışığın kalitesi, şiddeti ve süresi önemlidir. Karasal bitkiler görünür ışığı fotosentezde kullanır. Kutup bölgelerine farklı, ekvatora farklı miktarda ışık düşer. Ortama ulaşan ışığın miktarı bitkilerin yeryüzündeki dağılımını etkiler. Bazı bitkiler yoğun ışıkta gelişirken bazıları gölge yerleri sever. Kutuplara yakın bölgede yaşayan bitkiler uzun gün koşullarında gelişim gösterir ve uzun gün bitkisi olarak adlandırılır. Kısa gün bitkileri ekvator kökenli bitkiler olup günlük karanlık periyoda ihtiyaçları vardır.

Işık faktörü hayvanlar üzerinde de önemli etkilere sahiptir. Bazı hayvanların üreme faaliyetlerini, göç olaylarını, pigmentasyonu ve özellikle sucul ortamda yaşayan hayvanların solunumlarını etkileyerek oksijen tüketimini azaltıcı bir etki yapar.

b. Sıcaklık
Canlılık olaylarını gerçekleştiren enzimlerin yapısı ve çalışma hızı sıcaklıktan etkilenir. Aynı zamanda sıcaklık iklimsel değişmenin oluşmasında, atmosferdeki hava hareketlerinde de etkilidir. Canlıların ekosistemde yayılış alanları genellikle sıcaklığın kontrolü altındadır. Bitkilerin yayılışında gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farkları önemlidir.

Bitkilerin büyüme ve gelişme sıcaklığı 7-38 C arasında değişir. Bitkilerin hayatlarının farklı dönemlerinde örneğin; çimlenme ya da çiçeklenme döneminde sıcaklık istekleri farklı olabilir.

Sıcaklık bitkilerin ilkbaharda yaprak ve çiçek açmasını, son baharda yaprakların dökülmesi ve bitki davranışlarını etkiler.

Hayvanlar genel olarak 0-50 C arasında yaşamlarını verimli bir şekilde sürdürür. Sıcaklık hayvanların dış görünüşünü, vücut büyüklüğünü etkiler.

Sıcaklık değişimleri bazı hayvanlarda göz etme, kış uykusu, yaz uykusu ve gece aktif olmak gibi davranışlara yol açar.

c. İklim
İklim yeryüzünün belirli noktalarındaki hava olaylarının ortalama değerini ifade eder. İklim için dikkate alınan en önemli etmenler; sıcaklık, yağış, nem, rüzgâr, güneşlilik ve bulutlulukdur.

İklim, bölgenin denizden olan yüksekliğine, ekvatora olan uzaklığına bağlı olarak değişim gösterir. İklim, klimatoloji bilimi içerisinde incelenir. Hem bitkilerin hem de hayvanların yeryüzündeki dağılışı iklimin etkisi altındadır. Ülkemizde çay, fındık gibi bitkiler Karadeniz bölgesinde; portakal, muz, mandalina gibi bitkiler Akdeniz bölgesinde yetişmesi buna örnektir.

d. Toprak ve Mineraller
Toprak, çürümüş bitki ve hayvan kalıntıları gibi organik maddelerden; parçalanmış kaya ve çeşitli minerallerin bulunduğu organik maddelerden oluşur.

Toprak taşıdığı ana maddelerin yoğunluğuna göre kumlu, killi, kireçli ve humuslu olmak üzere dörde ayrılır. Kumlu topraklar tarıma elverişsiz olup besin maddesi azdır. Killi toprakların suya geçirgenli çok azdır, kil miktarı fazladır. Kireçli topraklar yapısındaki kireçten dolayı beyaz renklidir. Humuslu topraklar koyu renkli, su tutma kapasiteleri yüksek ve besin maddelerince zengin, verimli topraklardır.

Siyah ve koyu kahverengi topraklar, organik madde ve azot bakımından zengindir.

Toprak üzerinde yetişen bitki örtüsü ve o alanda yaşayan hayvanlar toprağın özelliklerine göre dağılım gösterir.

Toprağın ekolojik dengesinin korunabilmesi için toprak yapısına uygun ekim yapılmalı, hey yıl farklı tür bitkiler sıra ile ekilmeli, gübre kullanılmalıdır.

Bitkiler azot, fosfor, potasyum, kalsiyum, magnezyum ve kükürt gibi minerallere fazla miktarda ihtiyaç duyar. Mangan, bakır, çinko, bor, klor gibi mineralleri ise bitki az miktarda kullanır. Topraktaki mineraller bitkiler tarafında suda çözünmüş olarak alınır ve o bölgede yetişen bitki türlerini etkiler.

Hayvanlarda mineral ihtiyacını genellikle bitkiler ya da diğer hayvanları yiyerek karşılar. Toprak birçok hayvana barınma olanağını sağlar, mikroorganizmalar içinde yaşama ortamıdır.

e. Su

Bir bölgedeki suyun miktarı ve mevsimlere göre dağılışı, bitkilerin yayılışını ekiler. Yağış alan bölgelerde ormanlar ve çayırlar daha çok gelişir. Yağışı az olan kurak bölgelerde tek yıllık ve genellikle tohumda üreyen bitkiler yer alır.

Bitkilerde su eksikliği, fizyolojik aktiviteleri olumsuz etkiler, bu nedenle hücre sitoplâzmasında belirli oranda su bulunması gerekir.

Sıcak havalarda bitkilerde terleme olayı ile ısı uzaklaştırılarak, bitkide sıcaklığın kontrolü sağlanır.

Hayvanlarda da su miktarının dengede tutulması yaşamsal faaliyetleri düzenlenmesinde önemlidir. Hayvanlar su gereksinimi içme yoluyla ya da besinlerdeki sudan sağlar.

f. Ortam pH’ si

pH, yaşanılan ortamın asit ya da bazlığını ifade eder. Bilinçsizce kullanılan gübreler, asit yağmurları, kimyasal atıklar, tarım ilaçları, çöp ve kanalizasyon atıkları pH değişikliklerine neden olur.

Toprak pH’ sının değişimi bitkileri ve bunlarla beslenen diğer canlıları etkiler. Sucul ortamdaki pH değişiminde de balıklar, su bitkileri gibi canlılar etkilenebilir.

Abiyotik Faktörlerin Değişmesinin Canlılara Etkisi


Canlıların farklı çevre koşullarında yaşamları onların uyun yetenekleri yani toleransları ile ilgilidir. Her canlı türünün uyum yeteneğinin minimum ve maksimum sınırları vardır. Bu iki sınır arasında kalan aralığa tolerans ( hoşgörü ) aralığı denir. Doğada çeşitli bitki ve hayvan türlerinin tahammül ettiği değişik tolerans aralığı vardır. Tolerans aralığında en iyi uyum sağladığı değerde optimum değer denir.

Bir canlının ortam koşullarındaki değişikliklerden nasıl etkilendiğini tespit etmek için belirli bir koşulu değiştirerek, verdiği yaşamsal aktiviteler bir eğri ile gösterilir. Buna o canlının performans eğrisi denir.

Canlılar dış ortam şartlarında oluşan değişikliklere göre vücutlarının iç dengesini (homeostazi) düzenleyerek hayatta kalırlar.

Canlıların bir kısmı çevresel şartlardaki değişikliklere uyum sağlarken bazıları olumsuz çevre şartlarından uzak durarak yaşamlarını kurmak için uyku haline geçer, bazıları göz eder. Bazı çöl hayvanları ise gündüz yer altında veya gölge yerlerde kalarak, gece aktivite gösterir.

2. Biyolojik Faktörler


Bir ekosistemde bulunan canlı varlıkların hepsine biyotik faktör denir. Biyotik faktörler Ekolojik nişlerine göre üreticiler, tüketiciler ve ayrıştırıcılar olmak üzere üçe ayrılır. Ekosistemde ki canlılığın devamı biyotik faktörler arasındaki ilişkinin devamlılığına bağlıdır.

a. Üreticiler
İnorganik maddeleri organik maddelere dönüştürerek kendi besinleri üreten canlılara üreticiler (ototrof) denir. Bitkiler, siyanobakteriler, öglena, alg gibi canlılar üreticilerdir.

Üretici canlılar, besin üretirken güneş enerjisini kullanıyor ise fotosentetik, kimyasal enerjiyi kullanıyor ise kemosentetik canlılar olarak iki ye ayrılır.
Ad:  ekosistem4.jpg
Gösterim: 1075
Boyut:  48.0 KB
Üreticiler birçok besin zincirinin ilk basamağı oluşturmaları yanında, atmosferdeki oksijen ve karbon dioksit dengesini koruma bakımından da oldukça önemlidir. Ayrıca bitkiler toprağın üst kısmını yutarak erozyonu önlemede etkilidir.

b. Tüketiciler

Besinleri dışarıdan hazır olarak alan canlılara tüketici (heterotrof) denir. Hayvanlar, mantarlar, bazı protistler ve bazı bakteriler tüketicidir. Heterotroflar tükettikleri besin tipine göre gruplandırılır.
  • Herbivorlar (otçullar) bitkisel besinler ile beslenen canlılardır. Tavşan. Sincap, deve herbivor canlılara örnek verilebilir.
  • Karnivorlar (etçil) hayvansal besinler ile beslelen canlılardır. Kaplan, kartal karnivor canlılara örnektir.
  • Omnivorlar ( karışık beslenenler) hem bitkisel, hem hayvansal besinlerle beslenen canlılarıdır. İnsan, domuz, ayı, fare, omnivor canlılara örnek verilebilir.
c. Ayrıştırıcılar
Canlıların atık organik moleküllerini ve ölü kalıntılarını inorganik moleküllere parçalayan organizmalara ayrıştırıcılar (saprofitler) denir. Bakteri ve mantarlar ayrıştırıcıdır. Bu canlılar organik maddeleri inorganik hale getirerek yeniden üreticilerin kullanımına sunar. Böylece ekosistemde madde döngüsüne katkıda bulunur.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 14 Şubat 2019 02:29
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
17 Şubat 2016       Mesaj #8
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Ekosistem Nedir? Su Ekosiztemi-Kara Ekosistemi


EKOSİSTEM

Canlı organizmalarla cansız çevre elementleri birbiriyle sıkı sıkıya bağlıdır. Karşılıklı olarak madde alışverişi yapacak biçimde birbirlerine etki yapan canlı organizmalarla, cansız maddelerin bulunduğu herhangi bir doğa parçası bir ekosistemdir. Ekosistem yaklaşımı, bireysel organizmalar ya da topluluklardan çok tüm alanın işlevlerinin nasıl olduğuyla ilgilenir. Bir alandaki canlı organizmalar ve cansız çevreleriyle olan ilişkilerine bakar. Bir ekosistem, temel olarak abiyotik maddeler, üreticiler, tüketiciler ve ayrıştırıcılardan oluşur. Ekosistemlerde yaşam, enerji akışı ve besin döngüleriyle sürer. Açık bir sistem olan ekosistemde, enerji ve besin giriş-çıkışı süreklidir.

Ekosistem Nedir?


Canlılarla (hayvanlar, bitkiler,mikroorganizmalar) içinde bulundukları maddi ortamı birleştiren fonksiyonel (işlevsel) bütüne verilen isimdir.
Yeryüzünde canlı yaratıkların tümü, biyosfer denilen ince bir kabukta yaşar. Biyosferin belirgin özelliği onu oluşturan hayvan ve Bitki türlerinin çok çeşitliliği ve yapısındaki düzensizliktir. Bu düzensizlik, canlı yaratıklarla fizik ortam öğelerinin eşitsizlik eşitsiz dağılımında açıkça görülür.
Ama bu çeşitliliğe karşın, Canlıların biyosferdeki yerleşimi bir kargaşa şeklinde değildir. 1935 yılında ingiliz botanikçisi Arthur C. Tansley’in Ekosistem adına verdiği birimler halindedir.
Belirli bir ortamda yaşayan canlıların tümüne biyosenoz, bunların barındıkları ortama da biyotop denir. Ekosistem bu ikisinin ilişkisi ortak tanımlanabilir:
Biyotop + Biyosentez = Ekosistem

Ekosistemlerin Belirgin Özelikleri


Bir ekosistem biyosferin, bir bölümü ya da parçasıdır; büyüklüğü ya da genişliği çok değişik olabilir. Bir Su birikintisi, bir Buğday tarlası birer ekosistemdir. Fakat kurumuş bir Ağaç kütüğü gibi son derece belirgin ve dar sınırlı öğeler de birer ekosistem parçası sayılabilir. Ama kısıtlı ekosistemelerin genellikle zaman içinde sınırlı bir yaşamı vardır. Bu yüzden bunlar birer ekosistem parçası sayılır, sinüzi adıyla anılır. Bunun tam tersine Afrika savanaları ya da Avrupa’nın geniş yapraklı ormanları gibi, kimi Ekosistemler çok geniş bölgeleri kaplar. İklimin denetimi altında bulunan kutuplardan ekvatora kadar az çok paralel bölgelere yayılan bu öğeler deformasyon (oluşum) veya biyom adıyla anılır. Bunlar, bir genel görünümün kendine özgü bir direy (fauna) ve bitey (flora) içeren karakteristik ana öğeleridir.

Boyutları ne olursa olsun, bir ekosistemin sınırları az çok belirgindir. Çoğunlukla birbirine komşu ekosistem arasında bir geçiş bölgesi (ekoton) vardır. Geçiş bölgesi, bir ormanın kıyı çizgisi gibi veya ekvator ormanından savanalara geçişte olduğu gibi yaygın bir bölge olabilir. Ekotonların belirgin özelliği, kendine özgü iklimi ve daha zengin direyidir. Bunun için, kıyı kuşu türlerinin sayısı kara ve açık deniz kuşlarınınkinden fazladır. (Çünkü kıyı kesimi, anakara ile Okyanus arasında bir ekoton oluşturur.)
Ekosistemlerin sınırlarının belirlenmesi, özellikle hayvan sayısı gözönünde bulundurulacak olursa, hiç de kolay değildir.

Bu konuda birçok örnekleme ve istatistik verilerini değerlendirme yöntemleri bulunmuştur. Bu bakımdan, bellibaşlı hayvan türlerinin bolluğunu, dağılımını, yıllık çevrimlerini, sayılarının azalıp çoğalmasını, metabolizmalarını bilmek gerekir. Bu veriler ya yerinde ya da yetiştirme yoluyla elde edilebilir. Bu birinci aşama tamamlandıktan sonradır ki, Ekosistemleri yapısını ve işleyişini incelemeye başlamakmümkün olabilir.

Ekosistemlerin Evrimi


Bir Ekosistem, insana durağan gözükse bile jeolojik ölçü içinde evrime uğrar. Nitekim, ılıman Avrupa’da, çıplak toprağa canlıların yerleşmesi, otsu Bitkilerin öncü olarak yerleşmesiyle başladı. Sonradan bunun yerini, birbirini izleyen çeşitli bitki toplulukları aldı ve klimaks da denen son evrede ormanlar ortaya çıktı. Ekosistemlerin bu evrimi de bazı yasalarla yönetilir.
Evrim süresinde ekosistemlerin karmaşıklığı giderek artar türlerin sayısı çoğalır canlıyığın büyür, genişler Brüt üretkenlik canlıyın oranı azalır, brüt üretkenlik solunum oranı bire yaklaşır bunun sonucu olarak da net üretkenlik sıfıra yönelir Klimaks evresindeki bir ekosistem kararlı bir durumdadır canlıyığını artık büyümez.

Ekosistem Çeşitleri


Belirli bölgede bulunan ve birbiri ile dolaylı ya da dolaysız ilişkide olan canlılarla bu canlıların yer aldığı cansız çevre Ekosistemi oluşturur. Doğada büyük ekosistemler ve bunların içerisinde de daha küçük ekosistemler bulunur. Tabiat farklı özellikte pek çok ekosistemin birleşmesinden oluşur.

Kara ve su ekosistemi olmak üzere başlıca iki çeşit ekosistem bulunur.
Kara ekosistemlerini çayırlar çöller, mağara, step, tundra, ova, dağ gibi daha küçük olan ekosistem parçaları oluşturur.
Su ekosistemlerini de okyanus, deniz, Göl, ırmak, havuz, bataklık gibi ekosistem parçaları oluşturur. Çevredeki ekosistemlerin birleşmesiyle yeryüzünün doğal ortamı oluşmaktadır. Çevredeki her ekosistem çeşidinin kendisine has olan farklı fiziksel ve kimyasal özellikleri bulunur.

Ekosistemdeki Bozulmaların Çevreye Etkileri


Ekosistemdeki bozulma bir bütün olan çevrenin yapı ve işleyişini olumsuz etkiler Bazı varlıkların azalması diğer bazı varlıkların azalmasına da neden olur. Madde döngülerinin gerçekleşmesi zorlaşır. Sonuçta doğadaki enerji tükenmeye doğru gider.
1. Dünya Coğrafyasının Değişmesi
Ekosistemin yapı ve işleyişini oluşturan iklim, Toprak, Hava, bitki hayvan gibi faktörlerin olumsuz yönde değişmesi çevrenin ekolojik özelliklerini de değiştirir
Uzun süren kuraklıklar sonucu bir ekosistemdeki bitki ve hayvan sayısı hızla azalır suların kirlenmesi sonucu suya ışık girişi azalır, Suyun Hava oranı düşer
Toprakta oluşan tahribat ve kirlenmeler önce bitkilerin sonrada diğer canlıların zamanla ölmesine neden olur Ormanların kesilmesi ve yanması çevrenin çölleşmesine ve sonrasında küresel ısınmaya etkide bulunur.
2. İklimin Değişmesi
İklim şartlarının değişmesi ekosistemdeki canlı yaşam ve dağılışını
etkiler İklimi değişen bir bölgede bazı Canlılar göç ederken, bazı canlılar ölür veya şartlara uymaya çalışır. Ozon tabakasının incelmesi, ormanların azalması, Havanın kirlenmesi, yağışların azalması, çölleşmenin başlaması bir bölgedeki iklimin ve coğrafik yapının değişmesine etkide bulunur.
3. Erozyonların Oluşması
Toprağın su ve rüzgar etkisiyle aşınıp taşınmasına Erozyon denir çevredeki bitki örtüsünün azalması şiddetli yağmurların yağması, karların kısa sürede erimesi, fırtınaların oluşması, toprağın yanlış sürülmesi, eğimli alanlardaki ormanların yanması gibi etkenler erozyonların oluşmasına neden olur
Erozyonlar sonucu bir bölgenin toprağı tahrip olur. Tarım toprağının ürün verimi azalır. Erozyonu önlemek için en etkili yöntem eğimli ve çorak Toprakların ağaçlandırılmasıdır. Çünkü bitki kökleri toprağı tutarak erozyonla sürüklenmesini önler.
Erozyona uğrayan bir bölgede toprağın yapısı değişeceği için canlıların yaşamı da tehlikeye girer.
4. Su Kaynaklarının Azalması
Suların kirlenmesi ve kuruması sonucu çevredeki kullanılabilir su oranı azalır çevredeki su kaynaklarının azalmasına, yağışların düşmesine, tarımsal verimin düşmesine ve hidroelektrik santrallerdeki enerji üretiminin kısılmasına neden olur. Bu durum canlıların beslenmesini olumsuz olarak etkiler su oranı azlan Topraklarda daha az sayıda bitki yaşar. Ortama uyan bazı hayvanlar bu topraklarda barınır kısacası çevre zamanla çölleşir doğal özelliklerini de zamanla kaybeder.
5. Enerji Kıtlığının Başlaması
Madenlerin azalması sonucu termik santraller, su kaynaklarının azalması
sonucu hidroelektrik santralleri, petrolün azalması sonucuda ulaştırma araçlarının kullanım oran ve verimi azalır. Enerji kıtlığının başlaması durumunda insanların sosyal yaşamı felç olur.
Besin zincirinin oluşumunu sağlayan enerji nakli gerçekleşemez. Ortamın biyolojik dengesi bozulur.
6. Canlı Çeşitliliğinin Azalması
Ekosistemdeki fiziksel ve kimyasal şartların değişmesi canlıların yaşama,
yayılış ve üramesini etkiler Bozulan şartlara uyanlar yaşarken diğerleri yok olur. Çevredeki bitki sayısının azalması besin zincirindeki canlı tür ve sayısının azalmasına neden olur
Örneğin ormanların yanma ve kesilmesi sonucu buralarda barınan tüketici canlıların büyük kısmı ölür.

Ekosistem Çeşitleri


Ekosistemelerin incelenmesinde;
  • kara,
  • su,
olmak üzere başlıca iki büyük sistem ayırt edilebilir.
Bir su ekosistemi en küçük su birikintisinden okyanusa kadar değişen ortamlardaki karşılıklı ilişkileri kapsar. Ortamların farklılığına karşın, suyun canlılar üzerindeki etkisi bu ekosistemde yaşayan canlılarda benzer özellikler yaratmıştır.
Hem su, hem çok daha karmaşık yaşam biçimlerinin gözlendiği kara ekosistemelerini tek tek incelemek olanaksızdır. Bu sistemlerin topluca incelenmesi ise birçok önemli ayrıntının, fiziksel ve kimyasal bileşenlerin canlıların değişik çevrelerin özelliklerine göre geliştirdiği uyum biçimlerinin enerji akışı ve besin çevriminde ortaya çıkan özelliklerin göz ardı edilmesine yol açar bu nedenle canlıların yaşadığı çevreler belli tipler altında toplanarak incelenir. Genellikle su ekosistemleri deniz Suyu ve tatlı su (ya da denizler ve iç denizler) olarak ayrılabilir iç sularda kendi içinde durgun Sular (göller) ve akarsular olmak üzere iki alt bölüme ayrılır.
Kara ekosistemleri, yaşama ortamlarına ya da kara çevrelerine göre kutup bölgeleri ve tundra, kuzey ve ılıman bölge ormanları, çayır, otlak, çöl ve yarı çöl alanlar, cangıllar ve yağmur ormanları, savanlar ve öbür astropik ormanlar biçiminde ayrılır. Egemen bitki örtüsü temelinde belirlenen bu tiplerin yanı sıra değişik ölçütlere dayanarak farklı sınıflandırmalar da yapılmaktadır.
Su ekosistemi, okyanuslar, denizler veya tatlı sular (gölet, bataklık, sazlık ve nehirler, vb.) gibi alanlardaki yaşayan canlıların çevre ilişkisini incelen bir çeşit ekosistemlerdir.


BESLENME İLİŞKİLERİ
Bir ekosistemde, enerjinin taşındığı organizmalar dizisine besin zinciri denir. Besin zinciri, güneşten gelen enerjinin fotosentez yoluyla kullanılmasıyla başlar. Bunlara üreticiler denir. Üreticiler otçullar tarafından, otçullar da etçiller tarafından yenir. Bazı türler hem bitkiler hem de hayvanlarla beslenir. Bunlara hepçil denir. Besin zincirindeki her bir beslenme basamağı trofik düzey olarak adlandırılır. Yani, tüm üreticiler birlikte birinci trofik düzeyi, tüm otçullar ikinci trofik düzeyi ve tüm etçiller üçüncü trofik düzeyi oluştururlar. Beslenme ilişkileri, çoğunlukla bundan daha karmaşık bir yapıdadır. Yani, karmaşık olarak birbirine geçmiş pek çok besin zinciri bulunur. Bunların tümüne besin ağı denir.Çoğu ekosistemde, başlıca iki besin ağı bulunur. Otlayan (grazing food web) besin ağı, herbivorları ve daha yukarıda yer alan beslenme düzeylerini kapsar. Detritus besin ağı da, atık ürünler ya da ölü dokularla beslenen organizmaları ve bunlarla beslenen daha üstteki düzeyleri kapsar.

ENERJİ AKIŞI
Canlılar arasında enerji akışı besin zincirleriyle sağlanır. Güneşten gelen enerji, yaşayan sistemlere bitkilerin, bazı bakterilerin ve protistlerin yaptığı fotosentez sonucu girer. Güneş ışığının %4’ü bitkiler tarafından yakalanır ve yakalanan enerjinin yarıdan fazlası solunumda kullanılır. Solunumda kullanılan enerji, ısı olarak kaybedilir. Bu nedenle, diğer organizmalar tarafından kullanılamaz. Kalan yarısı da, bitki dokularına dönüştürülür. Bitki dokularındaki enerjiye doğrudan ulaşabilen iki çeşit organizma bulunur. Bunlar canlı bitki üzerinden beslenen otçullar (herbivorlar) ve ölü bitkilerle beslenen ayrıştırıcılardır. Çoğu ekosistemde, enerjinin önemli bir kısmı ayrıştırıcılar tarafından alınır. Örneğin, bir otlakta bitkilerdeki enerjinin yalnızca %10’u otlayan hayvanlar tarafından alınır. Otçullar, aldıkları enerjinin çoğunu solunumda vücut bakımı için kullanır. Geri kalan, otçulların biyokütlesine gider. Otçulların vücut kütlesindeki enerjinin büyük kısmı etçiller (karnivor) tarafından alınır. Bir kısmı da yine ayrıştırıcılara gider. Etçiller tarafından alınan enerjinin neredeyse tümü bakım için kullanılır. Bitki enerjisinin büyük kısmını alan ayrıştırıcılar, bunun yarıdan fazlasını bakım için kullanır. Geri kalansa, toprak organik maddesinde depolanır ya da ayrıştırıcılarla beslenen organizmalar tarafından alınır. Sonuç olarak, bitkiler tarafından yakalanan enerjinin tümü dönüştürülür ve bir kısmı ısı olarak kaybedilir. Yani, ekosistemde enerji akışı tek yönlüdür. Bu nedenle, sistemin yaşamayı sürdürebilmesi için, üreticilerin güneş enerjisini tutma işlemini sürekli yapmaları gerekir.Üreticiler tarafından alınan güneş enerjisinin fotosentez ürünlerine dönüştürülmesine toplam birincil üretim denir. Bunun bir kısmı solunumda kullanıldıktan sonra, kalanı yeni dokular yapmak için kullanılır. Buna da, net birincil üretim denir. Ekosistemlerdeki birincil üretim güneş ışığı, besin ve su eldesine bağlı. Tropik yağmur ormanları, yağmur ve güneş ışığı bolluğu nedeniyle yüksek verimliliğe sahiptir. Haliçler (Estuaries) ve bataklıklar, ırmaklar ve akarsulardan gelen yüksek besin miktarı nedeniyle yüksek verimliliğe sahiptir.Bir ekosistemdeki enerji akışını göstermenin bir yolu, enerji piramidi inşa etmek. Bir enerji piramidi, üreticilerin yer aldığı en alt trofik düzeyden en üst etçil seviyesine kadar tüm besin seviyelerinin içerdiği enerji miktarını gösterir. Her seviyedeki enerji miktarı, hacim olarak gösterilir. Genel kural şudur: bir seviyedeki enerjinin yalnızca %10’u bir üstteki seviyeye geçer. Geri kalan solunum sırasında ısı olarak kaybedilir.Sonuç olarak, biyokütle miktarı ve desteklenen birey sayısı piramitte yukarılara doğru çıktıkça azalır. Bu nedenle, otçulların sayı ve biyokütlesi etçillerden daha fazladır. Bunu insan nüfusunun beslenmesine göre uyarladığımıza karşımıza şu sonuç çıkar: Var olan otlar doğrudan insan tarafından yenirse, aynı miktarda otla beslenen ineklerin besleyeceği insan sayısından 10 kat daha fazla insan beslenebilir.Çoğu ekosistemde, üreticiler tarafından yakalanan ve dokulara dönüştürülen enerjinin önemli bir kısmı otçullara ve daha yüksekteki beslenme düzeyleri tarafından değil, ayrıştırıcılar ve detrivorlar tarafından alınır. Numaralar üreticiler tarafından yakalanan enerjinin her beslenme düzeyine geçen oranını veriyor.

BESİN DÖNGÜSÜ
Enerjinin yanı sıra, tüm organizmalar suya ve çeşitli besinlere gereksinim duyar. Bu besinler arasında en önemlileri karbon, nitrojen, oksiyen ve fosfordur. Enerjinin tersine, besinler ekosistemlerde biojeokimyasal döngüler içinde sürekli kullanılabilirler. Herbir element için döngü, besinin bulunduğu bir depo, bir değişim havuzu ve besinlerin geçtiği organizmaları içeren bir biyotik topluluk içerir. Ancak, insan etkinlikleri bu besin döngülerini değiştirir.

KARBON DÖNGÜSÜ
Tüm canlılar, karbon içerikli bileşikler olan organik moleküllerden oluşur. Yani, karbon döngüsü oldukça önemlidir. Karbonun değişim havuzu atmosferdir. Atmosferde karbon karbon dioksit formunda bulunur. Karbon, biyotik topluluğa fotosentez yoluyla girer. Fotosentez işleminde, CO2 havadan alınır ve karbonhidrat yapmak için kullanılır. Diyagramdaki kutular içinde yazılı sayılar, belirli depolarda bulunan karbon miktarını gösteriyor. Oklarla gösterilen sayılar da, depolar arasındaki geçiş miktarlarını gösteriyor.Karbonun hareket ettiği başlıca 3 depo bulunur: atmosfer, biyota denilen karasal organizmalar ve okyanus. Atmosfer, karbon döngüsünde en önemli rolü oynar. Burada karbon, karbon dioksit formunda bulunur. Atmosferdeki karbon dioksit karasal besin zincirine fotosentez yoluyla bitkiler aracılığıyla girer. Bitkiler tarafından alınan karbonun bir kısmı solunum yoluyla yeniden atmosfere geri döner. Kalan karbon, bitki dokularının yapımında kullanılır. Daha sonra otçulların bitkileri yemesiyle besin zincirinde ilerler ya da bir kısmı bitkinin ölmesiyle ayrıştırıcılara geçer. Hayvanlar ve ayrıştırıcılar karbonu solunum yoluyla tekrar karbon dioksit olarak atmosfere salar. Kalan kısım da, ayrışarak toprağın bir parçası olur. Uzun bir zaman sonra, bunların bir kısmı sıkışarak petrol ve kömür gibi fosil yakıta dönüşür. Okyanuslar, atmosferdeki karbon dioksit seviyesinin belirlenmesinde önemli bir rol oynarlar. Karbon içeren gazlar difüzyon yoluyla okyanus yüzeyi ve atmosfer arasında hareket eder. Su bitkilerinin de fotosentez için sudaki karbon dioksiti kullanmaları gerekir. Okyanus bitkileri de karbonu tıpkı karasal bitkiler gibi depolar. Okyanus hayvanları bu bitkileri yiyerek karbonu depolarlar. Daha sonra, solunum yoluyla karbon dioksiti yeniden suya bırakırlar. Okyanus bitkileri ve hayvanları öldüklerinde suda çürürler (ayrışırlar). Çürüyen bitki ve hayvanlar okyanusun dibine çökerek orada çözünür ya da okyanus dibine yerleşerek tortunun içine gömülürler. Bazı deniz canlıları da karbon gazını okyanus suyundan alır ve kabuklarını yapmak için kullanırlar. Bu canlılar öldüğünde karbon dolu kabukları çözünür ya da okyanus dibine yerleşir. Her ne kadar kayaların oluşumu ve aşınımı uzun bir zaman alsa da, bu süreç de karbonu sudan uzaklaştırır. Son olarak, okyanus dibinden yüzeye hareket eden su da karbonu taşır. Okyanusdaki karbonun bir kısmı da okyanus yüzeyinden atmosfere hareket eder.Karbon, bitkilerin soluması yoluyla yeniden atmosfere geçebilir ya da otçullar tarafından bitkilerin yenmesiyle bir üst beslenme düzeyine geçebilir. Her düzeyde karbonun büyük bir kısmı solunum yoluyla tekrar CO2 olarak atmosfere geri döner. Okyanuslar da, bikarbonat formunda büyük miktarda karbon tutar. Fosil yakıtların yakılması, atmosferde ki karbon dioksit miktarını yüksek oranda artırır. Son 40 yıl içinde atmosferdeki CO2’nin %30 oranında arttığı biliniyor.

SU DÖNGÜSÜ
En önemli yaşam kaynağı sudur. Tüm canlıların %75’i sudan oluşur. Denizler, karalar ve hava arasındaki su alışverişi, yeryüzünde yaşamın var olmasını sağlayan koşulları sürekli kılar. Okyanus akıntıları ve rüzgar desenleri, su döngüsünde rol oynar.

DÜNYA SU STOGU
Su, Dünya'nın doğal kaynaklarından biridir. Dünya’daki toplam su miktarı sınırlıdır. Bu kaynağın büyük bir kısmı, okyanuslardaki tuzlu sudur. Ancak, tuzlu suyu tatlı suya çevirmek çok pahalı bir işlem olduğundan, kullandığımız su genellikle tatlı sudur.Dünya su kaynağının yalnızca %3'ü tatlı sudur. Bunun da üçte ikisi donmuş halde bulunur. Kalan %1'lik kısım yüzey suları ya da yeraltı sularıdır. Yeraltı suları, kullanılabilir su kaynağının üçte ikisini kaplar. Yüzey suları, bildiğimiz ırmaklar, akarsular, göller ve dereleri kapsar. Yeraltı suları, toprak içindeki boşlukları ya da kayaların arasındaki boşlukları dolduran sulardır.

AZOT DÖNGÜSÜ
Yaşamın başlangıcından beri, atmosfer ve okyanuslar azot içerir. Azot canlılar için önemli bir maddedir. Çünkü, proteinlerin ve DNA’nın önemli bir bileşenidir. Gaz halindeki azot (N2), atmosferin %80'ini oluşturur. Üçlü kovalent bağı, bu iki azot atomunu sıkıca bir arada tutar (N?N). Ancak, azot gaz formuyla bitkiler ve hayvanlar tarafından kullanılamaz. Yanardağ hareketleri ve şimşek gibi elektrik deşarjları, küçük bir miktar azotun besin döngüsüne girmesini sağlayabilir. Ancak, gerekli miktarın elde edilebilmesi için toprak organizmaları tarafından bitkilerin kullanabileceği bir forma dönüştürülmeleri gerekir. Karasal ekosistemlerde, toprakta ya da bazı bitki gruplarının köklerindeki yumrularda nitrojen bağlayan bakteriler yaşar. Bu bakteriler, azot gazını amonyağa dönüştürür. Yumrulardaki bakteriler, besinlerini bitkiden sağlarken, bunun karşılığında bitkilere gereksinim duydukları azotu sağlar. Fazla amonyak, toprağa salınır ve burada nitrifikasyon bakterileri tarafından önce nitrite, sonra da nitrata dönüştürülür. Nitrat bitkiler tarafından emilir ve protein gibi önemli moleküllerin üretiminde kullanılır. Böylece azot, besin zincirine girer. Azot, bitkiler ve hayvanlar atık ürettiklerinde ya da öldüklerinde, ayrışma işlemiyle amonyak formunda tekrar toprağa döner. Toprakta bulunan denitrifikasyon bakterileri de nitrit ya da nitratı tekrar azot gazına dönüştürür. Böylece azot tekrar atmosfere karışır. Bakteriler azot bağlama işlemi için nitrojenaz enzimi kullanırlar. Bu enzim, iki proteinden oluşur. Bu proteinler iki atom arasındaki bağları kırmak ve 1 molekül N2'den 2 molekül amonyak elde etmek için 1-2 saniyede 8 kez ayrılıp birleşirler.Terleme (transpirasyon): Su, bitkilerin kökleri tarafından emilir ve buradan yapraklara taşınır. Yaprakların yüzeyinde küçük delikler bulunur. Bu delikler sayesinde karbon dioksit emer, oksijen salarlar. Su buharı da buharlaşma yoluyla bu deliklerden salınır. Bu işleme terleme denir. Kentsel Alanlar: Yerleşim alanlarında su döngüsünde önemli kayıplar yaşanır. Bunun başlıca nedenleri, baraj yapımı ve bitki örtüsü kaybı olarak sıralanır. Atmosfer: Hava, Dünya’daki suyun %0.001’ini tutar. Su, burada ortalama 9 gün geçirir ve sonra tekrar karaya döner. Atmosferdeki başlıca gazlar, azot (%78) ve oksijendir (%21). Diğer gazlar, geri kalan %1’i oluşturur. Havadaki miktarı heran değişebilen tek gaz su buharıdır. Havada %0-4 oranında su buharı bulunabilir. Havadaki su buharı, havanın nemliliğini belirler. Güneşin Rolü: Güneş, buharlaşmanın olması için gerekli ısı enerjisini sağlar. Aynı zamanda, Dünya yüzeyinde kararsız ısınmalar rüzgara neden olur. Yere yakın olan olan hava (su buharı taşıyan), güneş tarafından ısıtılır. Isınan hava yükselir ve sonra da soğumaya başlar. Soğuk hava, sıcak havadan daha ağırdır. Bu nedenle, soğuyan hava yeniden yere iner. Sıcak ve soğuk havanın bu hareketine “konveksiyon akım” (convection current) denir.alıklar ölür. Göllerdeki bu kirlenmeye ötrofikasyon denir.

FOSFOR DÖNGÜSÜ
Yaşam için gerekli önemli minerallerden biri fosfordur. Fosforun asıl kaynağı kayaçlardır. Fosfor kayaların yapısında fosfat olarak bulunur. Kayaların aşınması ve erozyon gibi süreçlerle fosfat ırmaklara ve akarsulara karışır ve buradan okyanuslara taşınır. Burada, diğer minerallerle birlikte depolanır. Milyonlarca yıl burada bekler. Kabuk çarpışmaları sırasında deniz tabanının bir kısmı yüzeye çıkar ve karasal yapı oluşturur. Kayaların yeniden aşınmaya başlamasıyla da tekrar döngüye katılır. Oldukça yavaş ilerleyen bu döngüde, karadan okyanuslara daha hızlı bir geçiş yaşanır. Fosforun yeniden karaya dönüşü, yüzbinlerce yıl alır.Fosforun ekosistemlerdeki döngüsü daha hızlı ilerler. Tüm canlılar az miktarda fosfora gereksinim duyar. Fosfor, ATP, NADPH, fosfolipitler, nükleik aistler ve diğer organik bileşiklerin başlıca bileşenidir. Bitkiler, fosforun çözünüp iyonlaşmış formunu kullanırlar. Bunu öyle hızlı yaparlar ki, topraktaki fosfor miktarı birden bire olması gerekenin oldukça altına düşebilir. Otçul hayvanlar için fosforun tek kaynağı bitkilerdir. Etçil hayvanlar da, otçul hayvanları yiyerek fosfor gereksinimlerini karşılarlar. Hayvanlar, fosforun bir kısmını dışkı ve idrar yoluyla atarlar. Ölü canlıların çürümesiyle de bir kısım fosfor toprağa taşınır. Toprağa karışan fosfor, buradan yine bitkiler tarafından alınarak döngüye katılır.Fosfor, özellikle sucul ekosistemde çoğunlukla bitki büyümesinde sınırlayıcı besindir. Fosforun ana kaynağı kayaçlar olmasına karşın, ticari gübrelerle döngüye daha fazla fosfor katılır. Fosforun döngüde fazla miktarda bulunması çevresel sorunlara yol açar. Örneğin, tarım alanlarında gübre olarak kullanılan fazla fosfor sığ göllere taşındığında, bu besin fotosentetik bakteri ve alglerin sayılarının birden bire patlamasına neden olur. Bu durum, su yüzeyinin kaplanmasına ve güneş ışığının sualtındaki bitkilere ulaşmasına engel olur. Bu bitkiler ve yüzeydeki bakteri ve algler öldüğünde diğer bakteriler tarafından tüketilir. Bu bakteriler beslenme sırasında sudaki çözünmüş oksijeni kullanırlar. Göldeki oksijen miktarının düşmesiyle de, balıklar ölür. Göllerdeki bu kirlenmeye ötrofikasyon denir.

EKOSİSTEM MODELLEME
Bir ekosistemin, yalnızca bir parçasına verilen zarar, ilgisiz gibi görünen bir başka parçasını da beklenmedik şekilde etkileyebilir. Bu nedenle, olabilecek etkilerin tahmini için çeşitli yöntemler kullanılır. Bunlardan biri, bilgisayar programlarıyla hazırlanan ekosistem modellemeleridir. Bu yöntemde, araştırmacılar farklı ekosistem bileşenleri hakkında önemli bilgilere ulaşabilirler. Tüm bilgiler birleştirilir ve elde edilen sonuçlar bir sonraki zararın çıktılarını tahmin etmekte kullanılır. Örneğin, bir bölgedeki besin ağı, her bir populasyonun ne kadar tüketildiğini gösteren eşitlik dizilerine dönüştürülür. Böylece, aşırı tüketilen bir türün ya da sayıları çok artan türlerin etkilerinin ne olacağı tahmin edilebilir.Bilgisayar modellemeleri, özellikle alanda deneyler yapmak zor ve maliyetli olacağından büyük ve karmaşık ekosistemlerde kullanılır. Ancak, bu modellemelerin güvenilir sonuçlar vermesi için, ekosistemdeki tüm anahtar ilişkilerin doğru şekilde anlaşılması gerekir. Eğer, modellemede eksikler varsa, çıkan sonuçlar yanıltıcı olabilir.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 14 Şubat 2019 01:41
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
17 Şubat 2016       Mesaj #9
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Ekosistemin Yapısı


Ekolojiyi iyi anlayabilmek için, canlıları ve bunların meydana getirdiği organizasyon düzeylerini gözden geçirmek gerekir. Canlılar Ekolojik organizasyon düzeylerine göre sıralanacak olursa:

Organizma —> Popülasyon —> Komünite —> Ekosistem —> Biyosfer
Ad:  eko1.JPG
Gösterim: 1654
Boyut:  18.3 KB

Habitat: Bir organizmanın veya popülasyonun doğal olarak yaşayıp üreyebildiği yere habitat adı verilir. Habitat kısaca organizmanın adresidir. Canlılar özellikle hayvanlar habitatlarını değiştirebilme özelliğine sahiptir. Göçmen kuşlar yazın ve kışın farklı habitatlarda yaşarlar.

Ekolojik Niş: Bir organizmanın yaşadığı ortamda yaptığı işe, göreve ekolojik nişadı verilir. Bir organizmanın ekolojik nişi; bu organizmanın hangi canlılarla beslendiği, hangi canlılar tarafından yenildiği ile çevresinin biyolojik, fiziksel ve kimyasal yapısını nasıl etkilediği gibi özellikleridir.

Ekolojik nişleri çalışkan iki veya daha fazla organizmadan her birinin yaşamak için gerekli kaynağı ele geçirme mücadelesine rekabet denir.

Tür: Ortak bir atadan gelen, çiftleştiğinde verimli bireyler oluşturan canlı topluluğuna tür adı verilir.

Popülasyon: Belirli bir bölgede yaşayan aynı türe ait bireylerin oluşturduğu topluluğa popülasyon denir. Her bir komünite çok sayıda popülasyondan oluşur. Bir ormandaki meşe ağaçları, bir şehirdeki insanlar birer popülasyon örneğidir. Popülasyonu oluşturan bireyler benzer çevre koşullarından etkilenir, bulundukları ortamın besin kaynaklarını ortak kullanırlar.

Komünite: Ekosistemlerin canlı kısmına komünite adı verilir. Her ekosisteme özgü bir komünite bulunur. Örneğin, ormandaki canlıların tümü orman komünitesini oluşturur. Bir komünitede bitki, hayvan ve mikroorganizma türlerinden oluşan binlerce popülasyon bulunabilir. Komüniteler bitki ve hayvan komüniteleri şeklinde olabileceği gibi karma da olabilir.

Biyotop: Komüniteler çok sayıda türden oluşabilirler. Bu canlıların yaşamlarını sürdürebilmek için ihtiyaç duydukları coğrafik alana biyotop adı verilir.

Ad:  eko2.JPG
Gösterim: 1127
Boyut:  14.6 KB
Ekoton:
İki komünite arasındaki geçiş bölgelerine ekoton denir. Bu alanlar komşu iki komünitenin de özelliklerine biraz sahip olduklarından tür sayısı, birey sayısı ve sahip olunan özellikler açısından farklılıklar gösterir.

Ekosistem:
Canlı ve cansız çevrenin birlikte oluşturduğu bölgeler ekosistem olarak adlandırılır. Ekosistem ekosferin alt birimidir.

Biyosfer (Ekosfer): Belirli fiziksel, kimyasal ve biyolojik özellikleri olan bölgelerden (dağ, çöl, orman, deniz, akarsu gibi) oluşmuştur. Kısaca dünya üzerinde canlıların yaşadığı alanların tümü biyosfer (ekosfer) olarak adlandırılır. Bu alan okyanusların en derin yerinden atmosferin 16 km’lik alanına kadar uzanır.
Ad:  eko3.JPG
Gösterim: 688
Boyut:  25.6 KB

Ekosistemi Etkileyen Faktörler


Ekosistemi canlı ve cansız elemanlar oluşturur. Canlı elemanlara biyotik, cansız elemanlara abiyotik elemanlar denir.

1)Abiyotik Faktörler


Abiyotik faktörler, canlıların yaşamlarını devam ettirebilecekleri çevresel koşullardır. Belirli bir çevrede hangi türlerin yaşayabileceğini belirler. Işık, iklim, sıcaklık, su, pH, toprak ve mineraller vb. abiyotik elemetlerdendir.

Işık: Dünyadaki bütün canlıların enerji kaynağı güneştir. Güneşten dünyaya ulaşan güneş ışınlarının bir bölümü, bitkiler ve klorofil içeren canlılar tarafından fotosentez için kullanılır. Ortama ulaşan ışığın miktarı bitkilerin yeryüzündeki dağılımını etkiler. Işık ayrıca birçok canlının çoğalma, göç etme gibi yaşamsal etkinliklerinin düzenlenmesine yardımcı olur. Ekolojik açıda ışığın şiddeti ve süresi önemlidir.

Güneşten yeryüzüne ulaşan mor ötesi, kızıl ötesi ışınlar DNA yapısını bozmaktadır. Buna bağlı olarak canlıda kalıtsal değişiklikler ve bağışıklık sisteminin bozulması gibi tehlikeli durumlar ortaya çıkar.

Sıcaklık: Sıcaklık canlılardaki biyokimyasal ve fizyolojik faaliyetler üzerinde etkilidir. Canlılık olaylarını gerçekleştiren enzimlerin yapısı ve çalışma hızı sıcaklıktan etkilenir. Aynı zamanda sıcaklık iklimsel değişmenin oluşmasında, atmosferdeki hava hareketlerinde de etkilidir. Canlıların yaşamında ve ekosistemde yayılış alanları genellikle sıcaklığın kontrolü altındadır.

Sıcaklık bitkilerin çiçek açmasını, yapraklarının dökülmesini ve bitki davranışlarını etkiler.Sıcaklık hayvanların dış görünüşünü, vücut büyüklüğünü etkiler. Sıcaklık değişimleri bazı hayvanlarda göç etme, kış uykusu, yaz uykusu ve gece aktif olmak gibi davranışlara yol açar.

İklim: Uzun zaman aralığında belirli bir bölgede etkili olan atmosfer koşullarına iklim denir. Bir bölgenin iklimini o bölgenin ekvatora olan uzaklığı, deniz seviyesinden yüksekliği, denize uzaklığı, yeryüzü şekilleri, bitki örtüsü vb. belirler.

Canlılar iklimsel değişimlerden etkilenirler. İklim, canlıların gelişimini, üremelerini ve davranışlarını şekillendirir.

Toprak ve Mineraller: Toprak, çürümüş bitki ve hayvan kalıntıları gibi organik maddelerden; parçalanmış kaya ve çeşitli minerallerin bulunduğu organik maddelerden oluşur. Siyah ve koyu kahverengi topraklar, organik madde ve azot bakımından zengindir.

Toprak bitkilerin gelişmesi için gerekli olan su ve mineralleri içerdiği gibi onların kökleriyle tutunabilecekleri sağlam bir temeli de oluşturmaktadır. Ayrıca birçok hayvan ve mikroorganizmalar için yaşama ortamıdır. üzerinde yetişen bitki örtüsü ve o alanda yaşayan hayvanlar toprağın özelliklerine göre dağılım gösterir.

Toprağın ekolojik dengesinin korunabilmesi için toprak yapısına uygun ekim yapılmalı, hey yıl farklı tür bitkiler sıra ile ekilmeli, gübre kullanılmalıdır. Topraktaki mineraller bitkiler tarafında suda çözünmüş olarak alınır ve o bölgede yetişen bitki türlerini etkiler. Hayvanlarda mineral ihtiyacını genellikle bitkiler ya da diğer hayvanları yiyerek karşılar.

Su: Bir bölgedeki suyun miktarı ve mevsimlere göre dağılışı, bitkilerin yayılışını ekiler. Yağış alan bölgelerde ormanlar ve çayırlar daha çok gelişir. Yağışı az olan kurak bölgelerde tek yıllık ve genellikle tohumda üreyen bitkiler yer alır.

Bitkilerde su eksikliği, fizyolojik aktiviteleri olumsuz etkiler, bu nedenle hücre sitoplazmasında belirli oranda su bulunması gerekir. Su, sıcak havalarda bitkilerde terleme olayı ile ısı uzaklaştırılarak, bitkide sıcaklığın kontrolü sağlanır. Hayvanlarda da su miktarının dengede tutulması yaşamsal faaliyetleri düzenlenmesinde önemlidir. Hayvanlar su gereksinimini içme yoluyla ya da besinlerdeki sudan sağlarlar.

2)Biyotik Faktörler


Bir ekosistemde bulunan canlı varlıkların hepsine biyotik faktör denir. Biyotik faktörler ekolojik nişlerine göre üreticiler, tüketiciler ve ayrıştırıcılar olmak üzere üçe ayrılır. Ekosistemde ki canlılığın devamı biyotik faktörler arasındaki ilişkinin devamlılığına bağlıdır.

Üreticiler: Bitkiler ve öglaba gibi kloroplast taşıyan protistler, bazı bakteriler ve arkler; inorganik maddeleri organik maddelere dönüştürerek kendi besinlerini üretirler. Bu tür canlılara üretici (ototrof) canlılar denir. Üreticiler; güneşten gelen ışık sayesinde fotosentez veya besinleri oksitleyerek kemosentez yaparak kendi besinlerini üretir. Üreticiler bir çok besin zincirinde ilk basamaktadırlar.

Karasal ekosistemde asıl üreticiler bitkilerdir. Bitkiler fotosentez yaparak tüketiciler için oksijen ve besin üretmiş olurlar. Aynı zamanda çoğu bitki bir çok canlıya ev sahipliği yapar. Sucul ekosistemlerde ise alg ve siyanobakteriler en yaygın üreticilerdir. Sucul ekosistemde bulunmalarına rağmen karasal ekosistem içinde oksijen kaynağı olarak görev üstlenirler (atmosferdeki oksijenin yüzde 80’i okyanuslardaki mikroskobik canlılar tarafından üretilmektedir).

Tüketiciler: Protistler, mantarlar, hayvanlar ve bakterilerin çoğu tüketicidir. Kendi besinlerini üretemeyen, bulundukları ortamdan hazır alan canlılara tüketici (heterotrof) canlılar denir. Tüketiciler, fotosentezle üretilen oksijeni kullanarak oksijenli solunum veya oksijensiz solunum yapabilir.

Tüketiciler tükettikleri besin tipine göre gruplandırılır.
  • Herbivorlar(otçul): Yalnızca üreticilerle beslenen canlılardır. Öğütücü (azı) dişleri ve sindirim kanalları gelişkindir. Genellikle bakteriler yardımıyla selüloz sindirdikleri için mideleri bölmelidir. Bitkisel besinlerin, besin değeri düşük olduğu ve uzun zamanda sindirildiği için beslenmeye fazla vakit ayırırlar. Tavşan, sincap, deve herbivor canlılara örnek verilebilir.
  • Karnivor(etçil): Hayvansal besinlerle beslenirler. Kesici (köpek) dişleri bulunur. Sindirim kanalları herbivorlar kadar uzun ve gelişmiş değildir. Etin besleyici değeri fazla olduğundan beslenmeleri kısa sürer. Aç kalmaya karşı daha dirençlidirler. Kaplan, kartal, aslan karnivor canlılara örnektir.
  • Omnivorlar(hem et hem ot): Hem hayvansal hemde bitkisel besinlerle beslenebilirler. Sindirim özellikleri ile karnivorlarla benzerlik gösterir. Hem kesici (köpek) dişleri hemde öğütücü (azı) dişleri bulunur. Selüloz hariç diğer bitkisel besinlerden faydalanacak enzimlere sahiplerdir. İnsan, domuz, ayı, fare, omnivor canlılara örnek verilebilir.
Ayrıştırıcılar: Canlıların atık organik moleküllerini ve ölü kalıntılarını inorganik moleküllere parçalayan organizmalara ayrıştırıcılar (saprofitler) denir. Bakteri ve mantarlar ayrıştırıcıdır. Bu canlılar organik maddeleri inorganik hale getirerek yeniden üreticilerin kullanımına sunar. Böylece ekosistemde madde döngüsüne katkıda bulunur. Mantarlar ayrıştırıcılara örnek olarak verilebilir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 14 Şubat 2019 02:53
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

14 Şubat 2019 / Ziyaretçi Cevaplanmış
4 Kasım 2009 / Ziyaretçi Cevaplanmış
13 Nisan 2009 / kübra s. Cevaplanmış
14 Şubat 2019 / Misafir Cevaplanmış