Arama

Nükleer Atık ve Nükleer Atık Yönetimi

Güncelleme: 11 Haziran 2013 Gösterim: 7.510 Cevap: 3
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
18 Mart 2011       Mesaj #1
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı
Nükleer Atık ve Nükleer Atık Yönetimi
MsXLabs.org
Sponsorlu Bağlantılar

NÜKLEER YAKIT

Günümüzdeki nükleer reaktörlerin neredeyse tamamı (% 97'si) yakıt olarak uranyum-dioksit kullanır. Doğadaki her 1000 uranyum (U) atomunun 7'si U-235 (atom ağırlığı 235 olan uranyum izotopu), 993'ü ise U-238'dir (atom ağırlığı 238 olan uranyum izotopu). U-235 izotopu nötronlarla fisyon yapabilme (bölünebilme) yeteneğine sahiptir ve nükleer enerji üretiminde başrolü üstlenir. Günümüzdeki nükleer reaktörlerin 10'da 9'unu oluşturan hafif-su (bildiğimiz su) soğutmalı reaktörlerde fisyon zincir reaksiyonunun sürekliliğinin sağlanması için nükleer yakıt malzemesindeki U-235 oranının pratikte binde 35 civarında olması gerekir. Bu nedenle uranyum zenginleştirilerek U-235 oranı binde 7'den binde 35'e yükseltilir. Zenginleştirilmiş uranyumdan, basınç ve yüksek sıcaklık altında (sinterleme), seramik bir yapıya sahip uranyum-dioksit silindirleri üretilir ve küçük parmağımızın üst boğumu büyüklüğündeki bu küçük silindirler, ince (yaklaşık 1 cm çapında), uzun (yaklaşık 3.5-4.0 m), metal (zirkonyum alaşımı) tüplere yerleştirilerek nükleer yakıt elemanları elde edilir. Bu ince uzun elemanların (tüplerin) 200-250 tanesi genellikle kare şeklinde bir araya getirilerek nükleer yakıt demetleri oluşturulur. 1000 megavat-elektrik (MWe) gücündeki tipik bir nükleer reaktörde bu demetlerden 120-190 adet bulunur.

Nükleer yakıt elemanları içerdikleri U-235'in fisyonu sonucu enerji üretir; U-235'in yaklaşık % 75'i hafif izotoplara (fisyon ürünlerine) bölünürken, U-238'in de küçük bir kısmı çeşitli nükleer reaksiyonlar sonucu uranyum-ötesi ağır izotoplara dönüşür. Bu ağır izotopların en önemlisi doğada bulunmayan plütonyum-239'dur; Pu-239 da fisyon yapma yeteneğine sahiptir ve nükleer reaktörün enerji üretimine ciddi katkıda bulunur.

KULLANILMIŞ NÜKLEER YAKIT
İçerdiği U-235 oranındaki azalma nedeniyle artık fisyon zincir reaksiyonunu gerçekleştiremeyen, yani reaktördeki ömrünü (yaklaşık 3 yıl) dolduran yakıt demetleri reaktörden alınır ve kullanılmış yakıt diye adlandırılır. Reaktörde kaldığı süre boyunca nükleer yakıt elemanlarının dış yüzeylerinde herhangi bir değişiklik olmaz, yalnızca yakıtın kompozisyonu değişir. 1000 megavat-elektrik (MWe) gücündeki bir nükleer santralden çıkan kullanılmış yakıtın yaklaşık % 95.5’i uranyum-dioksit (orjinal yakıt malzemesi), % 3.5’i fisyon ürünü hafif izotoplar, % 0.9’u plutonyum ve % 0.1’i diğer ağır izotoplardan (uranyumdan da büyük) oluşur. Yani orjinal yakıtın yalnızca 20’de 1’i değişime uğramıştır ve bu değişime uğrayan kısmın 5’te 1 kadarı da değerli bir element olan plütonyumdan oluşmaktadır.

KULLANILMIŞ NÜKLEER YAKITIN İŞLENMESİ (Reprocess)

Kullanılmış nükleer yakıtın % 96.4’lük kısmı (% 95.5 U ve % 0.9 Pu) tekrar yakıt olarak kullanılabilecek değerli maddelerden oluşmaktadır. Kullanılmış yakıtı kimyasal metotlarla (solvent ekstraksiyonu) işleme tabi tutarak içerdiği uranyum ve plütonyumu geri kazanmak mümkündür. Bu durumda geriye % 3.6’lık kısım olan ve fisyon ürünü hafif izotoplar ile uranyum-ötesi ağır izotoplardan oluşan bir karışım kalır. Kullanılmış nükleer yakıttaki hemen hemen tüm radyoaktiviteden sorumlu olan bu karışım “yüksek aktiviteli nükleer atık” olarak adlandırılır. Kullanılmış nükleer yakıtın kimyasal olarak işlenmesi, ekonomik açıdan belirsizlikler içermesinin yanı sıra, geri kazanılan plütonyumun potansiyel silah malzemesi olması nedeniyle de tartışma konusu olmuş ve bazı ülkelerde (mesela ABD) endüstriyel ölçekte benimsenmemiştir. Bu durumda, yani kullanılmış nükleer yakıtın işlenmesinin benimsenmediği durumda, kullanılmış yakıtın tamamı (% 96.4 oranında değerli malzeme içermesine rağmen) “yüksek aktiviteli nükleer atık” olarak sınıflandırılır ve bu sınıflandırmaya uygun olarak tasfiye edilmesi planlanır.

NÜKLEER ATIKLARIN FARKLILIKLARI
Hiçbir yakıt yakıldığında yok olmaz; kütlesinin çok küçük bir kısmı (kimyasal yanmada yaklaşık milyarda bir, nükleer fisyonda binde bir) enerjiye dönüşürken, bir yandan da “atık” adı verilen maddeler oluşur. Ancak nükleer enerji üretimi söz konusu olduğunda 3 önemli farklılığı vurgulamak gerekir.

(1) Taze nükleer yakıt ve kullanılmış nükleer yakıt aynı dış yapıdadır (uzun, ince metal çubuklar); hangisinin kullanılmış, hangisinin kullanılmamış (taze) olduğunu ayırt etmek hiç de kolay değildir. Atık adını verdiğimiz maddeler orijinal yakıtın içinde küçük bir kısım olarak oluşur ve orada kalır; yani her şey ince metal tüplerin içinde olup biter. Nükleer enerji üretimi sırasında herhangi bir emisyon oluşmaz; nükleer reaktörün bacası tütmez, daha doğrusu gerçek anlamda bacası yoktur.

(2) Nükleer enerji üretiminde yakıt ve dolayısıyla atık miktarları çok azdır. 1000 megavat-elektrik (MWe) gücündeki su soğutmalı bir nükleer santralin yılda yaklaşık 30 ton taze yakıta ihtiyacı vardır ve bu reaktörden bir yılda çıkan kullanılmış yakıt miktarı da 30 tondur (hacmen 7.3 m3). Aynı güçteki bir kömür santrali ise yılda 3 milyon ton kömürle beslenir ve yaklaşık 7 milyon ton baca gazı ve kül üretir (6.5 milyon ton karbon-dioksit, 750 bin ton kül, 120 bin ton kükürt-dioksit, 20 bin ton azot-oksitler). Nükleer santralin atık miktarı aynı güçteki bir kömür santraline kıyasla kütle olarak 250-300 bin kere, hacim olarak 70-80 milyon kere daha azdır.

(3) Kullanılmış nükleer yakıttaki fisyon ürünü hafif izotopların çoğu ve ağır izotopların bir kısmı yüksek seviyede radyoaktiftir; kullanılmış nükleer yakıt reaktörden çıktığında yanına yaklaşılamayacak düzeyde radyasyon yayar. Fisyon ürünü hafif izotopların radyoaktivitesi zamanla hızla azalır; ilk 150 günde yüzde 3’e, 10 yıl sonunda binde 2’ye düşer. Ancak yine de yüksek aktiviteli nükleer atıkların biyolojik zehirlilik seviyesinin doğadaki uranyumun zehirlilik seviyesine düşmesi için 1000 yıla yakın bir süre geçmesi gerekir.

NÜKLEER ATIK YÖNETİMİ
Kömür ve benzeri fosil yakıtlı santrallerin atıkları gerekli önlemler alınarak (filtrasyon, desülfürizasyon, vd..) çevreye salınır. Kullanılmış nükleer yakıtların ve/veya yüksek aktiviteli nükleer atıkların idaresi ise yukarıda bahsedilen özellikler nedeniyle çok daha farklı bir yaklaşım gerektirir. Çevreye salınım zaten fiziksel olarak mümkün değildir; ortada çevreye salınacak bir şey yoktur. Nükleer atık yönetimi “geçici depolama ve nihai tasfiye” adımlarından oluşur. Reaktörden alınan kullanılmış nükleer yakıt önce derin su havuzlarında beklemeye bırakılır; su, hem radyasyona karşı korumayı hem de gerekli soğutmayı sağlar. Havuzların dolması durumunda, en az 4-5 yıl havuzlarda bekletilmiş yakıtlar bir yerüstü kuru depolama tesisine nakledilip orada muhafaza edilebilirler. Su havuzlarında (veya kuru depolarda) muhafaza işlemi yıllardır güvenle uygulanmaktadır; personele veya çevreye zararın söz konusu olduğu herhangi bir önemli vaka meydana gelmemiştir [1]. Ancak, bu depolama işlemi, düşük maliyetli olmasına karşın, sürekli bakım ve kontrol gerektirmektedir ve bu nedenle bir nihai tasfiye metodu olarak sınıflandırılamaz. Nükleer atıkların nihai tasfiye yolu olarak “jeolojik tasfiye” metodu genel kabul görmüştür.

JEOLOJİK TASFİYE
Yüksek aktiviteli nükleer atık üreten tüm ülkeler bu atıkları yerin 500-1500 m altında özel olarak seçilmiş jeolojik oluşumlarda inşa edilecek depolara gömmeyi planlamaktadır [2, 3]. Kullanılmış nükleer yakıtların kimyasal olarak işlendiği durumda yakıtın yüksek radyoaktivite içeren % 3.6’lık kısmı bir nitrat çözeltisi şeklinde ayrılır ve yüksek sıcaklıkta cam eriyiği ile karıştırılıp (atık/cam oranı yaklaşık 1/6) metal silindirler içinde soğumaya bırakılarak camlaştırılır. Camlaştırılmış atık içeren silindirler bir metal dış muhafaza (varil gibi) içine konarak yeraltı deposuna yerleştirilmeye hazır hale getirilir. Kullanılmış nükleer yakıtın direkt tasfiyesi söz konusu ise yakıt çubukları metal silindirlere ve muhafazalara konarak yeraltı deposuna gönderilir. Her iki durumda da tasfiye edilecek malzeme (boyutları farklı da olsa) bir dış muhafaza içindeki metal silindirlerden oluşur. Bu silindirler yeraltı deposunun zemininde açılmış deliklere yerleştirilir, kenarlar bentonit (bir çeşit kil) ile doldurularak delikler tıkanır. Tüm depo dolduğunda yeraltındaki tüneller ve boşluklar da dolgu malzemesi ile kapatılarak depo mühürlenir.

Jeolojik tasfiye metodu yeni bir teknoloji ve üstesinden gelinemeyecek teknik zorluklar içermemektedir. Ancak, nihai tasfiye konusunda alınması gereken kararların gecikmesi nedeniyle henüz uygulama aşamasına gelinmemiştir. Tüm nükleer atık üreticisi ülkeler kullanılmış nükleer yakıtları su havuzlarında veya kuru depolama tesislerinde bekletmektedir. Jeolojik tasfiye konusunda en önemli adımı ABD 1982 yılında atmış ve kongresinden “nükleer atık yasası” geçirerek, 1998 yılında jeolojik tasfiyeye başlama kararı almıştı [4]. Teknik çalışmalar tamamlanıp yer seçimi yapılmış olmasına rağmen, çeşitli (politik, sosyal, toplumsal psikolojik, vd.) faktörler nedeniyle söz konusu yasanın uygulanmasında 12 yıllık bir gecikme gündeme gelmiş ve tasfiyeye başlama tarihi en erken 2010 yılına kaydırılmıştı.

Kullanılmış nükleer yakıtların, işlenmeden, içerdikleri değerli maddelerle birlikte (% 96.4’ü U ve Pu), gömülmesi seçeneği ayrı bir tartışma konusudur ve bu yolu benimsediğini ilan eden ABD’de bilimsel çevreler tarafından genel olarak kabul görmemiştir. Bu durumun ABD’deki kullanılmış nükleer yakıtların direkt tasfiyesinin gecikmesinde ne ölçüde rol oynadığını tahmin etmek mümkün değil; fakat % 96.4’ü değerli olan bir malzemeyi tekrar ulaşılamayacak şekilde yeraltına gömmeye niyetlenmek pek de kolay olmasa gerek. Nitekim Fransa başta olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri ve Japonya kullanılmış nükleer yakıtları işlemekte ve geri kazandıkları uranyum ve plütonyumu tekrar reaktörlerde yakıt olarak kullanmaktadır.

JEOLOJİK TASFİYENİN RİSKİ

Yeraltı deposunun yer seçimi ve tasarımı o şekilde yapılmalıdır ki gömülen nükleer atıklar en azından yüzlerce yıl yerinde kalsın, yani radyoaktivite, henüz yeterince düşük düzeye inmemişken, bir yolunu bulup da yeryüzüne (biyosfere) ulaşmasın. Radyoaktivitenin yeraltından biyosfere ulaşması ancak yeraltı suyu vasıtası ile olabilir. Dolayısıyla, deponun, yeraltı suyunun zor ulaştığı jeolojik oluşumlarda ve yeraltı suyundan uzak bölgelerde inşa edilmesi önem taşır. Buna rağmen, yeraltı suyu depoya ulaşsa bile, radyoaktif atıkları çözerek biyosfere taşıması gerekir ki, bu noktada, sırasıyla, jeolojik oluşumun kendisi, bentonit dolgu, dış muhafaza, metal silindir ve atığın kendi formu (camsı yapı veya zirkonyum alaşımı içinde seramik yapı) engeller oluşturmaktadır. Yalnızca bentonit dolgu (deliklerin etrafına konan) bile, başlı başına, aşılması çok zor bir engeldir. Bentonit bir çeşit kil olduğundan, suyu yiyince şişer ve filtre vazifesi görür. Yani yeraltı suyu, tüm diğer engelleri bertaraf edip, radyoaktif maddeleri çözerek bünyesine alma fırsatı bulsa bile, bunları taşıyarak ortamı terk etmesi çok zordur; bentonit filtresinden geçmeden ortamı terk edemez. Yeraltı suyunun bütün bu engelleri aşarak radyoaktif maddeleri biyosfere taşıması olasılığı son derece düşüktür; ayrıca bu zaten düşük olasılığın, atıkların hala tehlikeli seviyede radyoaktivite içerdiği süre zarfında gerçekleşmesi olasılığı çok daha düşüktür.

Yeraltı suyunun yerin 1 km altından yeryüzüne çıkabilmek için yeraltındaki katmanlar arasında normal seyirde (20-30 cm/gün) 80-100 km yol kat etmesi gerektiği dikkate alınarak, yüzeye ulaşması için gereken süre yaklaşık 1000 yıl olarak hesaplanabilir [5]. Bir de yeraltı suyunun nükleer atığı çözerek taşıması yolundaki engeller hesaba katılırsa, bahsi geçen riskin boyutu daha iyi anlaşılır. Sonuç olarak, diğer enerji üretim sistemlerinin atıklarının ve endüstriyel atıkların yarattığı risklerle karşılaştırıldığında, nükleer atıkların jeolojik tasfiyesinden kaynaklanan riskin yüzlerce kere daha az olduğu ortaya çıkar (mesela kömür yakmaya kıyasla 1400 kere daha az [5]).

DOĞAL NÜKLEER REAKTÖRLER ve ATIKLARI

Oklo’da (Gabon) ve Cigar Lake’de (Kanada) iki doğal nükleer oluşum tespit edilmiştir. Yaklaşık 2 milyar yıl önce uranyum zenginliği yüksek olan bu oluşumlarda (ki buna maden de diyebiliriz) fisyon zincir reaksiyonu kendiliğinden gerçekleşmiş ve yıllarca (U-235 oranı yetersiz düzeye düşene dek) ısı enerjisi açığa çıkmıştır; yani bu oluşumlar “doğal nükleer reaktör” olarak tanımlanabilir. Bu sırada oluşan fisyon ürünü radyoaktif izotopların çoğu, ortamda su bulunmasına rağmen, doğal reaktörün bulunduğu bölgenin dışına bile çıkmayıp yalnızca birkaç metre uzağa taşınmışlardır [2]. Bu doğal nükleer reaktörlerle, yerin en az 500 m altında özel olarak seçilmiş bir jeolojik oluşumda özel olarak tasarımlanıp inşa edilecek bir atık deposunu karşılaştırarak jeolojik tasfiyenin yaratacağı riskin seviyesi daha iyi algılanabilir.

“DÖNÜŞTÜRME” METODU (Transmutation)
Nükleer atıkların geleceğinde rol oynayabilecek bir kavram da “dönüştürme” (transmutation) metodudur. Dönüştürme metodunda amaç radyoaktif izotopları uygun koşullarda radyasyona maruz bırakarak kararlı (radyoaktif olmayan) izotoplara dönüştürmektir; yani nükleer atıkların radyoaktivitesini yapay yollarla azaltmak veya yok etmektir. Çok zarif gözüken bu çözüm 1970’lerin sonunda bir çok araştırmaya konu olmuş ve çeşitli güçlükler (ideal koşulların ancak bir nükleer füzyon reaktöründe sağlanabileceği gibi) ortaya konmuştur. Son yıllarda bu metot tekrar gündeme gelmiş, bu kez “hızlandırıcı (accelerator) kullanarak dönüştürme” konusunda araştırmalar ağırlık kazanmıştır. Tabii ki eğer radyoaktif atıkları, radyoaktif olmayan (!) veya düşük seviyede radyoaktif atıklara dönüştürmek mümkün olursa, niye radyoaktif atıkları gömmekle uğraşılsın?! Dönüştürme metodu çok cazip görünmesine rağmen henüz iyimser olmayı gerektirecek bulgular ortaya çıkmamıştır. Ve jeolojik tasfiyenin uygulanması yolundaki çalışmalar sürdürülmektedir.

GELECEK NESİLLERLE İLGİLİ ETİK KAYGILAR
Nükleer atıklar söz konusu olunca gelecek nesillere ne bırakacağımızla ilgili etik kaygılardan da kısaca söz etmek yerinde olur. Nükleer enerjiden yararlananlar, nükleer enerjiyi kullanarak yaşam standartlarını üst düzeye taşıyanlar, nükleer atıkları gelecek nesillere ne şekilde bırakmalıdır?
(1) Kullanılmış nükleer yakıtlarla dolu havuzlarda veya yerüstü depolarında,
(2) camlaştırılmış nükleer atıklarla dolu havuzlarda veya yerüstü depolarında,
(3) kullanılmış nükleer yakıtların gömülü olduğu yeraltı depolarında,
(4) camlaştırılmış nükleer atıkların gömülü olduğu yeraltı depolarında.
İlk 2 şıkta nükleer atıklarla ne yapılacağına karar verme yetkisi ile birlikte, bakım ve kontrol sorumluluğu da gelecek nesillere yüklenmektedir. Son 2 şıkta ise gelecek nesillere yalnızca (gündelik bakım ve kontrol gerektirmeyen) atık mezarları bırakılmaktadır, ama pratik olarak ihmal edilebilir düzeyde dahi olsa bu mezarlardan radyoaktivitenin sızma olasılığı vardır. Belki gelecekte, kullanılmış nükleer yakıttaki uranyum ve plütonyum çok daha değerli olacaktır; oysa 3. şıktaki mezarda bulunan bu maddelere ulaşmak özellikle çok zor hale getirilmiştir. Belki gelecekte, camlaştırılmış atığın radyoaktivitesini yapay olarak azaltmak veya gidermek mümkün olacaktır; belki de gelecekte, bu atıkların içerdiği, doğada çok az bulunan fisyon ürünü “nadir toprak elementleri”ne büyük ölçüde gereksinim duyulacaktır...

Belki de “en iyisi hiç nükleer atık bırakmamak” denebilir. Ama unutmamak gerekir ki kömür gibi fosil yakıtlı santralleri kullanırsak, mirasımız hava kirliliği, sera etkisi (global ısınma) ve asit yağmurları olacaktır; gereğinden fazla baraj inşa etmeye kalkarsak da, tüm flora ve faunasıyla sular altında kalmış “eskiden toprak” bölgeler bırakmak zorunda kalacağız gelecek nesillere.

NÜKLEER ATIK SORUNUNUN BOYUTU
ABD 1960’lardan beri nükleer elektrik üretmekte ve yıllardır 100-110 adet nükleer reaktörü çalıştırmaktadır. Nükleer atık sorununun bu en büyük üreticideki boyutu aşağıdaki şekilde özetlenebilir. ABD’nin en erken 2010 yılında işletmeye sokmayı planladığı ilk yeraltı deposunun kapasitesi en az 70000 ton olacaktır. Ve bu büyük depo ABD’nin geçmişten günümüze dek ürettiği ve yaklaşık 10 yıl daha üreteceği tüm nükleer atıkları gömmeye yetecektir.

ABD’deki tüm yüksek aktiviteli nükleer atıkların bu yeraltı deposunda tasfiyesinin toplam maliyeti 25-35 milyar dolar olarak tahmin edilmektedir [1]. Bu rakam ilk bakışta çok büyük görünebilir. Ancak, bu tasfiye planının finansmanı, nükleer elektrik üreticilerinden toplanmakta olan paralarla oluşturulan “nükleer atık fonu” ile sağlanacaktır. Bu amaçla, 1983 yılından beri, üreticilerden her kilovat-saat (KWh) başına 0.1 sent toplana gelmiştir. Yani nükleer atık sorununun mali boyutu, ABD için, 1 kilovat-saat başına 0.1 sent civarındadır. Bu noktada, ülkemizde evlerimizde kullandığımız elektriğin her kilovat-saat’ine yaklaşık 10 sent ödediğimizi hatırlamak daha iyi bir değerlendirme yapmamıza yardımcı olabilir.

Henüz nükleer reaktörü ve teknolojisi olmayan ülkemiz açısından ise nükleer atık sorununun boyutu aşağıdaki varsayım ile anlatılabilir. Türkiye’nin 2005 yılındaki tüm elektrik tüketimi olan yaklaşık 160 milyar kilovat-saat’in tamamı nükleer santrallerden karşılansaydı, bunun için her biri 1000 megavat-elektrik gücünde, % 80 kapasite faktörü ile çalışan toplam 23 nükleer reaktöre ihtiyaç olurdu; ve bu 23 santral 20 sene boyunca elektrik üretseydi, birikecek toplam kullanılmış nükleer yakıtın hacmi yaklaşık 3400 m3 tutardı ve bu kullanılmış yakıtın tamamı, yüzeyi olimpik ölçülerde olan bir havuzu ancak doldururdu. Havuzun derinliği 9-10 m olmalı ki 3.5-4.0 m boyundaki kullanılmış yakıt demetleri havuzun dibine düşey olarak tek sıra halinde dizildikten sonra, yukarıda en az 5 metrelik bir su tabakası kalsın. Bu su tabakası radyasyondan korunmayı (ve aynı zamanda soğutmayı) sağlar ve havuzun kenarında dolaşmak dahi mümkün olur.

Özetle, 1000 megavat-elektrik gücündeki 23 nükleer reaktörden 20 sene boyunca çıkan kullanılmış nükleer yakıtın tamamını muhafaza etmek için yaklaşık 10-m derinliğinde olimpik ölçülerde bir havuz yeterlidir.


Son düzenleyen Mira; 11 Haziran 2013 10:13 Sebep: Düzenlendi.
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
18 Mart 2011       Mesaj #2
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı
Nükleer Atık ve Nükleer Atık Yönetimi
MsXLabs.org
Sponsorlu Bağlantılar
“Nükleer Santral atıkları ciddi bir sorundur” yalanının gerçeği nedir?
1000 MW'lık bir nükleer santralde yılda ortalama 25 ton kullanılmış yakıt çubuğu atığı çıkar. Bunun hacimsel değeri bir yemek masası büyüklüğüdür. Bu çubuklar büyük bir havuzda yıllarca toplanır. Dünyada hurda ya da atığı en kıymetli metaller sıralaması şöyledir: ALTIN – URANYUM – PLATİN – GÜMÜŞ ve ALUMİNYUM’DUR. Bu metal atıklarının (hurda) fiyatları Londra metal borsasında belirlenir. Ancak sadece “kullanılmış uranyum çubuk” fiyatları yoktur. Çünkü hiçbir ülke bu hurdaları elinden çıkartmak istemez. Sebebi ise gelişen teknoloji ile çubukların ileride “defalarca kullanılması gerçeğidir.”
Ciddi RADYOAKTİF ATIK sorunu ise yapılan özel nükleer araştırma ve atom ve nötron bombası geliştirmesi esnasında ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle de Nükleer Enerjiyi barışçıl amaçlı kullanmayı isteyen ülkelerin kamuoylarında bu bilgi eksikliği nedeni ile zaman zaman koparılan fırtınaların gerçeklerle ilgisi yoktur. ABD, 103 nükleer santral ile en çok “kullanılmış yakıt stokuna” sahip ülkedir. Bu kullanılmış ya da atık yakıtlara, sürekli talip olan iki alıcı ülke; Fransa ve Rusya maalesef satıcı ülke bulunmaması nedeni ile alım YAPAMAMAKTADIR.
İşte bu gerçekler karşıtlar tarafından, sürekli ört-pas edilerek, atık yakıtlar üzerinden inanılmaz “yalan haberler” yaymaktadırlar. Medya ve yazılı basında ise haber ve programlardaki bilimselliğin temsil oranı da %15-20 seviyesinde olunca “bilgi kirliliğinin” önüne geçmenin güçlüğü daha da kolay anlaşılabilir.
Son gerçek ise daha da çarpıcıdır. Nükleer santraller yapılırken ileride çıkacak yakıt çubuklarını muhafaza edebilecek bir havuz mutlaka yapılır. Son yıllarda bu havuzların kapasitesi 50 yıllık atık yakıtları barındırabilecek kapasitede yapılmaya başlanmıştır. Kısaca ömrü biten santral ile birlikte bu havuz ve içindeki yakıt, sadece basit bir güvenlik koruması ile yıllarca yerinde muhafaza edilebilir. Zamanı ve ihtiyacı halinde atık yakıtlar, “yeniden değerlendirme tesisine” aktarılır. Böylece ortada tartışılacak konunun kalmadığı işin gerçek boyutudur. İşte şimdi “nükleer santrallerdeki” atık sorunundan bahsetmenin ciddiliği konusunu, sizlerin takdirine bırakıyoruz.

Kullanılmış yakıt çubuklarını koruma havuzundaki yerine yerleştirilmesi.
Ad:  nygrafik10.jpg
Gösterim: 1141
Boyut:  32.0 KB

******

Radyoaktif atıklar tıp, endüstri, araştırma gibi değişik uygulama alanlarında değişik aktivite, fiziksel ve kimyasal durumlarda ortaya çıkmaktadırlar.
Radyoaktif atıklar değişik ölçütler çerçevesinde sınıflandırılmaktadırlar. Bir çok ülke, uygulanacak atık yönetiminin gerektirdiği özelliklere bağlı olarak değişik atık sınıflandırma sistemi geliştirmiştir. Atıklar sınıflarının gerektirdiği şekilde işlenmekte ve bertaraf edilmektedirler.
Radyoaktif atıkların uzun süreli depolanması amacıyla yapılan tesislerdeki yaklaşım radyoaktif atıkların konsantre edilmesi ve matris olarak tanımlanan beton, asfalt, cam gibi kapalı ortamlarda saklanmasıdır. Radyoaktif atıklar içlerindeki radyonüklitlerin yarı ömrüne ve diğer özelliklerine bağlı olarak değişik sürelerde depolanmaları gerekir.
Radyoaktif atıklar için yapılan depolama tesisleri kabaca iki grupta toplanabilir; yakın yüzey depolama tesisleri ve derin depolama tesisleri.
Radyoaktif atıkların çevre ve insan sağlığını etkilememesi, insanların ve çevrenin en etkin şekilde korunması amacı ile bütün dünyada çalışmalar sürdürülmektedir. Bu amaçla, radyoaktif atıklar ve atık nihai bertaraf tesislerinin envanterleri, gelecek nesillerin de açık şekilde bilgilendirilmesi ve atık kayıtlarına kolaylıkla ulaşmalarını sağlayacak koşullarda düzenlenir ve saklanır.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı(IAEA) tarafından hazırlanmış olan Joint Convention on the Safety of Spent Fuel Management and on the Safety of Radioactive Waste Management isimli anlaşma ile (Kullanılmış Yakıt ve Radyoaktif Atık Yönetimi Güvenliği Birleşik Sözleşmesi) temel güvenlik ölçütleri; teknik ve yönetimsel açılardan belirlenerek atık güvenliği uluslararası ölçekte güvence altına alınmıştır.
Ülkemizde Radyoaktif Atık Yönetimi ve Depolama tesisleri hususundaki yasal düzenleme 2690 sayılı Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Kanununun 4. Maddesinin (f) bendinde ve "Radyasyon Güvenliği Tüzüğünün" 8. Maddesinin (c) bendinde yer almaktadır. Belirtilen yasal yetkiler çerçevesinde TAEK Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi bünyesinde Düşük ve Orta Seviyeli Radyoaktif Atık (LILW) işleme ve geçici depolama tesisi kurulmuş olup, bu tesis faaliyetlerine devam etmektedir.


Son düzenleyen Mira; 11 Haziran 2013 10:08 Sebep: Düzenlendi.
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
19 Mart 2011       Mesaj #3
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı
NÜKLEER GÜVENLİK NEDİR?
Nükleer güvenliğin tanımını tek bir cümlede yapabilmek ne yazık ki mümkün değil. Bu tanım açık bir şekilde yazılmış hedefler, ilkeler ve kriterler bütününden oluşur. Detaylardaki farklılıklar nedeniyle nükleer güvenliğin tanımı ülkeden ülkeye değişmektedir. Önemli olan kendi içinde tutarlı ve bütünsel bir yapının varlığı ve bunun güvenlik kültürü olarak tanımladığımız şekliyle hayata geçirilmesidir.
Hedefler
Nükleer Güvenlik Hedefleri nükleer güvenliğin tanımının ilk adımlarıdır. 2000 yılında hazırlanan TAEK dokümanına göre nükleer güvenliğin 3 hedefi vardır.

Genel nükleer güvenlik hedefi, nükleer tesislerde, sürdürülebilir ve etkin koruma önlemleri alarak birey, toplum ve çevreyi olası radyolojik zararlardan korumaktır.
Bu genel hedef Radyasyondan Korunma ve Teknik Hedefler ile bütünlenir. Nükleer tesisler her durumda radyolojik sonuçları olan süreçlerin kullanımı anlamına gelmektedir. Bunun farkında olmak ve gerekli teknolojileri kullanarak nükleer tesislerde üretilen radyasyondan korunmak nükleer güvenliğin önemli bir ayağıdır.
Radyasyondan korunma hedefi,

  • Nükleer tesislerin kaza hariç bütün işletme koşullarında, tesis içinde veya tesisten herhangi bir planlı radyoaktif madde salınması durumunda maruz kalınan radyasyonun belirlenen sınırların altında ve ayrıca mümkün olan en düşük düzeyde tutulmasını,
  • Kaza durumunda ise radyolojik sonuçların hafifletilmesini sağlamaktır.
Radyasyondan korunmanın yanı sıra, nükleer tesislerde oluşabilecek kazaları öngörmek, bunlara karşı sosyal ve ekonomik koşulları da dikkate alarak teknolojik önlemler almak ve önlem alınamayan durumlar için ise kaza sonuçlarının hafifletilmesine yönelik düzenlemelerin yapılması hedeflenmektedir.
Teknik nükleer güvenlik hedefi,

  • Nükleer tesislerdeki kazaların önlenmesini ve buna rağmen kaza olması durumunda sonuçlarının hafifletilmesini,
  • Olasılığı en düşük kazalar da dahil olmak üzere, tesisin tasarımında dikkate alınan tüm kazalar için radyolojik sonuçların boyutlarının küçük ve belirlenen sınırların altında tutulmasını ve
  • Ağır radyolojik sonuçlar doğuracak ciddi kazaların gerçekleşme olasılığının son derece düşük olmasını sağlamak için mümkün ve makul olan bütün önlemleri almaktır.
İlkeler
Bu hedeflere ulaşılması bir dizi ilkenin hayata geçirilmesi ile mümkündür. Bu ilkeler tüm tesislere uygulanan temel ilkelerle başlar, nükleer santrallar, araştırma reaktörleri, yakıt tesisleri gibi farklı tesislere uygulanabilecek özel ilkelerle tamamlanır. Nükleer güvenliği tanımlaması açısından tüm nükleer tesislerde uyulması gereken temel ilkeler daha öne çıkmaktadır. Nükleer güvenliğin temel ilkeleri yönetsel ve teknik olarak iki ana başlık altında düşünülebilir. Yönetsel ilkeler arasında güvenlik kültürü ön plana çıkmaktadır. Güvenlik kültürü nükleer güvenliğe yaşamın her alanında öncelik vermekle başlar.

Güvenlik Kültürü: Nükleer tesislerle ilgili etkinliklerde bulunan tüm kişi, kurum ve kuruluşlar bir güvenlik kültürüne sahip olmalıdır.
Öte yandan nükleer tesislerin güvenliğinin ana sorumluluğu işleticidedir. İşletici tesisin güvenli bir şekilde çalışması için her türlü önlemi alırken, düzenleyici kuruluş olan TAEK bu önlemleri ve önlemlerin hayata geçirilip geçirilmediğini denetlemekle yükümlüdür.
Lisans Sahibinin Sorumluluğu: Bir nükleer tesisin güvenliğinin nihai sorumluluğu lisans sahibine ait olup tasarımcıların, tedarikçilerin, inşaatçıların ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumunun etkinlikleri ve sorumlulukları lisans sahibinin bu sorumluluğunu hiçbir şekilde azaltmaz.
Nükleer güvenliğin sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi için etkin yönetsel önlemler gereklidir. Bu önlemlerin bütünü güvenlik yönetimini oluşturur.
Güvenlik Yönetimi: Nükleer tesislere ilişkin tüm etkinliklerde, en yüksek önceliği güvenlik konularına tanıyan politikalar geliştirilmeli ve bu politikalar yetki ve sorumluluk sınırlarının kesin ve açık, iletişim yöntemlerinin belirli olduğu bir yönetim mekanizması içinde hayata geçirilmelidir.
Teknik ilkeler düşünüldüğünde ise öne çıkan ilke Derinliğine Savunmadır. Nükleer tesislerde radyasyonun açığa çıkmaması için alınan bir dizi içiçe geçmiş önlem paketine derinliğine savunma adı verilir. Bu önlemlerden ilki etkinliğini kaybettiğinde ikincisi devreye girer, o da kaybederse üçüncüsü. Derinliğine savunmanın en tipik örneği yakıtlardır. Yakıtın içinde bulunan radyoaktif malzemenin ilk koruyucusu yakıtın kimyasal yapısıdır. Bu yapı bozulduğunda yakıt zarfı radyasyonu içerde tutar. Yakıt zarfının erimesi durumunda (ki olasılığı düşük bir kazadır) kapalı devre olan birinci soğutma devresi radyasyonu içeride tutar. Birinci devreninde bütünlüğünü kaybetmesi durumunda Koruyucu bina denilen güçlendirilmiş yapı radyasyonun çevreye yayılmasını engeller. Radyasyonun kontrolsuz bir şekilde çevreye yayılması için teker teker bu aşamaların hepsinin etkinliğini kaybetmesi gerekmektedir.
Derinliğine Savunma:Nükleer tesisin güvenliğine ilişkin tüm etkinlikler güvenlik hedeflerinin zedelenmesini engelleyecek, derinliğine ve iç içe geçmiş bir dizi uygulamadan oluşmalıdır.
Yine de bu derinliğine savunma önlemlerinin etkinliklerini kaybetmemeleri için ek önlemler alınır. Bunlar kazaların önlenmesine yönelik olan önlemlerdir.

Kazaların Önlenmesi:Nükleer tesislerde, nükleer güvenlik hedeflerine ulaşmak için, radyolojik sonuçlar doğurabilecek kazaları önlemek üzere gereken önlemler alınmalıdır.
Herşeye karşın bir kaza yaşandığında ise kaza sonuçlarını en aza indirgemek için alınan kaza yönetimi uygulanır. Bu aşamada tahliye gibi önlemler devreye girebilir.
Kaza Sonuçlarının Hafifletilmesi: Herhangi bir kaza durumunda, tesisten radyoaktif madde salınmasının etkilerini önemli ölçüde azaltacak tesis içi ve dışı tüm önlemler alınmalıdır.
Bu temel ilkelerin yanısıra nükleer tesislerin güvenliğini garanti altına almak üzere tesisin her aşamasında (tasarımdan sökülmesine kadar) dikkate alınacak olan ilkeler ise şunlardır:
Güvenliğin Doğrulanması: Nükleer tesisin tasarımının güvenlik hedeflerini sağladığı kapsamlı bir güvenlik analizi çalışması ile gösterilmeli; nükleer tesisin durumu ve çalışmasının işletme sınır ve koşulları ile uyumlu olduğu ve güvenlik hedeflerini sağladığı gözetim, denetim, analizler ve testler aracılığıyla doğrulanmalı; ve nükleer tesisin güvenlik değerlendirmeleri, gerektiğinde, işletme deneyimleri ve yeni güvenlik bilgileri ışığında yenilenmelidir.
Kanıtlanmış Mühendislik Uygulamaları: Bir nükleer tesis, deneyimler ve/veya testlerle kanıtlanmış ve onaylı kod ve standartları esas alan mühendislik uygulamalarına dayandırılmalıdır.
Kalite Güvencesi: Nükleer tesisle ilgili yapı, sistem ve bileşenlerin, verilen hizmetlerin ve yerine getirilen görevlerin istenilen kriterlere uygunluğunun sağlanması amacıyla bir kalite güvencesi programı oluşturulmalı ve bu program tesisin yer seçiminden başlayarak işletmeden çıkarılması tamamlanıncaya kadar olan bütün aşamalarda uygulanmalıdır.
İnsan Faktörü: Nükleer tesislerin güvenliğini etkileyebilecek faaliyetlerde yer alan personel, görevlerini tam olarak yerine getirecek niteliklere sahip olacak şekilde eğitilmeli ve belgelendirilmeli; olası insan hataları dikkate alınmalı ve azaltılmalıdır.
Radyasyondan Korunma: Nükleer tesislerde, radyasyondan korunma uygulamaları Kurum tarafından belirlenen şartlara uygun olarak, tesisin yer seçiminden başlayarak işletmeden çıkarılması tamamlanıncaya kadar olan bütün aşamalarda hayata geçirilmelidir.
Radyoaktif Atık Yönetimi: Nükleer tesislerde ortaya çıkacak olan radyoaktif atık miktarı radyoaktivite ve hacim bakımından tasarım kriterleri ve işletme deneyimlerine uygun şekilde mümkün olan en az düzeyde tutulmalı ve tesisten çıkan bütün radyoaktif atıkların güvenli bir şekilde toplanması, işlenmesi, depolanması, taşınması ve tasfiyesini sağlayan bir atık yönetimi programı oluşturulmalı ve uygulanmalıdır.
NÜKLEER SANTRALLERDE GÜVENLİK NASIL SAĞLANIR?
Nükleer santrallarda, nükleer maddelerin çevreye bırakılmamasını ve aynı zamanda nükleer reaksiyon sonucunda oluşan ısının her durumda reaktörden alınmasını garantiye alacak şekilde birçok güvenlik önlemi alınmıştır. Nükleer maddelerin dışarıya salınmaması için kademeli koruma önlemleri, oluşan ısının alınması için ise yine kademeli ve yedekli sistem ve bileşenler bulunmaktadır.
Nükleer yakıt, seramik formunda, yaklaşık 1 cm çap ve yüksekliğinde silindirik parçaların ard arda dizilmesiyle yine silindirik biçimde kapalı sızdırmaz tüpler içindedir. Bu tüplerin binlercesinin, aralarından soğutucu suyun geçmesine izin verecek şekilde bir araya getirilmesi ile de reaktör kalbi oluşturulmuştur. Bu kalp ise paslanmaz çelikten yapılan bir basınç kabının içinde bulunur (Basınçlı veya Kaynar Sulu reaktörlerde). Basınç kabı ve buna bağlı sistemler ise reaktör korunak binası adı verilen betondan yapılmış kubbemsi yapının içinde bulunurlar. Dolayısıyla, yakıt içinde bulunan radyoaktif maddelerin dışarıya salınmalarını, seramik yakıt, yakıt tübü, basınç kabı, çelik gömlek ve beton korunak binası, kademeli olarak engellemiş olurlar.
tedbir

Her enerji üretim teknolojisinde çevre ve insan sağlığı açısından risk vardır. Nükleer enerji üretimiyle ilgili tesisler, diğer enerji üretim teknolojilerinden farklı olarak, bağımsız bir nükleer lisanslama kuruluşundan lisans almak durumundadır.
Ülkemizde nükleer tesislere lisans verilmesine ilişkin esaslar "TAEK Nükleer Tesislere Lisans Verilmesine İlişkin Tüzük" ile düzenlenmektir. Nükleer tesisler tüm işletim ömrü boyunca TAEK'in denetiminde olmak zorundadır. Ancak bu sayede bir nükleer tesis kabul edilebilir risk sınırlarının altında bir riskle çalışabilir. Bir nükleer santralın lisanslanabilmesi için ²Güvenlik Analizi Raporu (GAR)² gereklidir. Bu raporun hazırlanması ve lisanslama otoritesine sunulması santral işleticisinin görevleri arasındadır. 2690 sayılı TAEK Kanunu'na göre, ülkemizde nükleer tesislere lisans verme görevi TAEK'indir. Lisans verebilmek için yapılacak güvenlik değerlendirmeleri GAR esas alınarak yapılmaktadır. Bu rapor lisanslama otoritesi tarafından onaylandıktan sonra santralın yapımına (inşaat lisansı) ve işletmesine (işletme lisansı) geçilebilir.
Bilindiği gibi lisanslama; bir nükleer tesisin mevzuata, kalite ve güvenlik gereklerine uygun olarak kurulması, işletilmesi ve işletmeden çıkarılıp sökülmesi için gerekli olan etkinliklerdir. Nükleer güvenlik ise; bir nükleer tesiste çalışan personelin ve çevrede yaşayan insanların, normal işletme ve kaza koşullarında, kabul edilebilir düzeyden daha yüksek radyasyon dozuna maruz kalmalarını önleyecek önlemlerin bütünüdür. Nükleer tesislerde kaza ihtimalinin azaltılmasına yönelik çalışmalar tesisin tasarımından başlamaktadır. Güvenlik marjları, servis içi denetim, kalite temin ve kontrol gibi uygulamalarla olası bir kazayı önlemek amaçlanmaktadır. Tasarıma temel oluşturan kazaların meydana gelmesi durumunda ise güvenlik sistemlerinin devreye girmesi sonucu kazanın çevre ve insan sağlığına zarar verecek şekilde sonuçlanması engellenmektedir. Güvenlik sistemlerinin tasarımı ise tutucu kabullerle yapılmaktadır. Böylelikle, güvenlik sistemlerinin devre dışı kalması durumunda yedek veya aynı işlevi gören farklı sistemlerin devreye girmesiyle kazanın tehlikeli bir sonuç doğurması engellenmektedir.

Her nükleer santralda, bütün diğer elektrik üretimi santrallarında olduğu gibi, bir takım işletme anomalileri veya arızalar olabilmektedir. Bir nükleer santralda normal işletmeden sapma niteliğindeki bir olayın kaza olarak sınıflandırılabilmesi için, reaktör kalbinde hasar meydana gelmesi ve/veya radyoaktif salımın olması gerekmektedir. Aşağıda Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın sapma, olay ve kaza tanımları verilmektedir.

Nükleer Atık ve Nükleer Atık Yönetimi
Bugüne kadar çevreye zarar verebilecek özellikte 3 nükleer santral kazası olmuştur:

  1. 1957 yılında İskoçya'da meydana gelen Windscale kazası; bu kazada reaktörün civarına bir miktar radyasyon yayılmakla beraber ölümle veya akut radyasyon hastalığıyla sonuçlanan bir olay meydana gelmemiştir.
  2. 1979 yılında ABD'de meydana gelen Three Mile Island kazası; normal bir işletim arızası, ekipman kaybı ve operatör hatası ile kazaya dönüşmüş, ancak kısmi reaktör kalbi ergimesi meydana gelmesine rağmen reaktörü çevreleyen beton koruyucu kabuğun sayesinde çevreye ciddi bir radyasyon sızıntısı olmamıştır.
  3. 1986 yılında Ukrayna'da meydana gelen Çernobil kazası;bu kaza insan ölümüne neden olmuş tek ticari nükleer santral kazasıdır. Kazanın nedenleri; operatörlerin güvenlik mevzuatına aykırı olarak santralda deney yapmaları sonucunda reaktördeki ani güç artışı ve santral tasarımında derinliğine güvenlik prensibine aykırı olarak, reaktörü çevrelemesi gereken bir beton koruyucu kabuğun bulunmaması olarak özetlenebilir.

NÜKLEER TESİSLER İÇİN İŞLETME LİSANSI
Nükleer tesislerde işletme lisansı aşamalı olarak ulaşılan bir düzeydir. Bu süreç "Nükleer Tesislere Lisans Verilmesine İlişkin Tüzük"te ayrıntılı bir şekilde tanımlanmaktadır. Aşamalar bir dizi lisans veya izinden oluşur.
Her lisans/izin için Kurucu bir dizi dokümanı değerlendirilmesi için başvuru ile birlikte TAEK'e sunmak zorundadır. Bu dokümanlar başvurulan lisans/izin için farklılıklar gösterir ve Tüzükte ilgili maddelerde tanımlanmış bulunmaktadır.
Başvuru alındıktan sonra dokümanlar TAEK tarafından değerlendirilir. Bu değerlendirme süreci genel anlamda başvurunun Nükleer Güç ve Güvenlikten Sorumlu Başkan Yardımcısına gönderilmesi ile başlar. Dokümalar NGG Başkan Yardımcısının koordinasyonunda Nükleer Güvenlik Dairesi tarafından inceleme ve değerlendirmeye alınır. Nükleer Güvenlik Dairesi Nükleer Güvenlik Danışma Konitesinin de görüşlerini alarak Değerlendirme Raporunu hazırlayarak Başkan Yardımcılığına sunar. NGG Başkan Yardımcısı yapılan işlere ait kendi raporunu da ekleyerek değerlendirme raporunu başkanlığa iletir. Başkanlık Değerlendirme Raporunu Atom Enerjisi Komisyonuna sunar. Komisyonun vereceği olumlu karar lisans/izin anlamı taşımaktadır.

Bu sürecin ilk aşaması dokümanların mevzuata uygun ve/veya eksik olup olmadıkları üzerinedir. Bu ön değerlendirme sırasında sorunlar saptanırsa başvuru düzeltmeler için geri gönderilir. Sorun yoksa dokümanlar içeriği kapsamında nükleer güvenlik açısından incelenir ve değerlendirilir. Nükleer Güvenlik Dairesi kendi değerlendirmesine ek olarak Nükleer Güvenlik Danışma Komitesinin de görüşlerini almak zorundadır. Bunun yanı sıra NGD gerektiğinde değerlendirmelerine temel teşkil etmek üzere güvenlik analizleri yapabilir veya yaptırabilir. Değerlendirme sonuçları detaylı bir şekilde raporlanarak Başkan Yardımcılığına sunulur.
Bu aşamalar başvurulan her izin/lisans için geçerlidir.
Bütün nükleer tesisler öncelikle Yer Lisansı almak durumundadırlar. Bu, lisanslama sürecinin birinci aşamasıdır. Yer lisansına başvuru için gereken dokümanlar Tüzükte listelenmiştir.
Yer lisansını almış bir Kurucu tesisin tasarım değerlerine dayanan bir Ön Güvenlik Analiz Raporu (ÖGAR) ve destekleyici dokümanlarla birlikte ikinci aşama olan İnşaat Lisansı için başvurur. İnşaat lisansı iki aşamadan oluşur.

  • Sınırlı Çalışma İzni
  • İnşaat Lisansı
Kurum ÖGAR'nun ilgili bölümlerini değerlendirerek sınırlı çalışma izni konusunda değerlendirme yapar. Sınırlı Çalışma İzni alan Kurucu reaktör ve çevre güvenliği ile ilgili bina ve tesisler için temel yapımı ile bunların dışındaki yapı, sistem ve bileşenlerin yapımına başlayabilir.
Kurum daha sonra ÖGAR'nun bütününü değerlendirerek inşaat lisansı verilip verilmeyeceğine karar verir. İnşaat Lisansı Kurucuya tesisin tüm yapılarının yapılmına ve sistemlerin montajına başlama yetkisi verir. Kurum inşaat ve montaj aşamalarında sahadaki tüm aktiviteleri izlemek ve denetlemekle görevli ve sorumludur.
Üçüncü aşama ise İşletme Lisansıdır ve nükleer santrallar için üç, nükleer yakıt çevrimi tesisleri için iki ara aşamadan oluşur.

  • Hizmete Sokma İzni
  • Yakıt Yükleme ve Deneme İşletmelerine Başlama İzni
Tam Güçte Çalışma İzni ve İşletme Lisansı:
Nükleer yakıt çevrimi tesisleri için hizmete sokma izni tanımlanmamışken, yakıt yükleme aşaması ise yoktur. Nükleer Santrallarda nükleer güvenlik ve çevre güvenliği yönünden önem taşıyan sistem ve bileşenlerin hizmete sokulmasından önce sisteme ait bilgiler ve güvenlik analizleri ile birlikte Hizmete Sokma İzni başvurusu yapılması gerekmektedir. Bu sistemlerin de hizmete sokulmasından sonra ise nükleer santrala yakıtın getirilmesi, santralın türüne bağlı olarak ağır suyun getirilmesi işlemleri için izinler alınır.
Bu aşamadan sonra Kurucu ÖGAR'nda yer alan bilgileri inşaat ve montaj sürecinde ortaya çıkabilecek değişikleri de dikkate alarak yeniler ve son Güvenlik Analiz Raporunu (GAR) hazırlar. GAR ve destekleyici dokümanlarla birlikte Yakıt Yükleme ve Deneme İşletmelerine Başlama İzni için başvurur. Dokümanlar ve Hizmete sokma sırasındaki denetim raporları incelenerek izin için değerlendirme yapılır. İzni alan Kurucu tesiste deneme işletmelerine başlayabilir. Kurum bu aşamada da denetleyici rolünü sürdürür.
Tam Güçte Çalışma İzni ve İşletme Lisansı için GAR ve ilgili dokümanlarının bütünü ile deneme işletmeleri sırasındaki denetim raporları incelenerek son Değerlendirme Raporu hazırlanır. Yukarıda tanımlanan süreç sonrasında AEKnun vereceği olumlu karar İşletme Lisansı anlamına gelmektedir. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu işletme lisansına istediği koşulları koymakta serbesttir.
Kurum lisans sonrasında da düzenli olarak tesisi denetlemek ve lisans koşulları uyarınca işletilip işletilmediğinin takipçisi olmak surumundadır. Lisans koşullarının ihlali durumlarında denetimciler işletmenin geçici olarak durdurulmasını veya lisansın iptalini talep edebilirler.
NÜKLEER SANTRALLARIN ETRAFINDA YAŞAYAN İNSANLAR NE KADAR RADYASYON ALIR?
Dünyada yaşayan her insan, topraktan, uzaydan, kullandığımız elektronik aletlerden kaynaklanan doğal radyasyona maruz kalmaktadır. Bu radyasyonun miktarı, yaşadığımız yöre ve koşullara bağlı olarak yılda yaklaşık 2-3 mSv civarındadır. Buna ek olarak, nükleer santrallardan alacağımız radyasyon ise doğal radyasyona göre çok çok küçük seviyede kalmaktadır. Örnek olarak dünyada en fazla nükleer santralın olduğu Amerika Birleşik Devletleri’nde bu tür santrallardan dolayı halkın doğal radyasyona ek olarak aldığı miktar yılda 0.05 mSv'in altındadır.
Radyasyonla çalışan kişiler için, doğal radyasyonun üzerinde maruz kalınacak maksimum miktar ise, ülkelere göre yıllık 20 ile 50 mSv arasında değişiklik göstermektedir.
nekadarradyasyon


NÜKLEER REAKTÖRÜN SÖKÜLMESİ TEKNOLOJİSİ MEVCUT MUDUR VE MALİYETİ NEDİR?
Nükleer reaktörler de dahil olmak üzere nükleer tesislerin sökülmesi ve yeşil alana dönüştürülmesi için gerekli teknoloji vardır, ve bazı ülkelerde sökme uygulamaları yapılmaktadır. Örneğin; Almanya'da bazı uygulamalar bulunmaktadır. Nükleer tesislerin Almanya'da işletmeden alınması ve sökülmesi işlemlerinin maliyeti zamanla azalmıştır. Özellikle uzaktan kumandalı sökme teknolojisinin gelişmesi ve maliyetlerin kabul edilebilir düzeye inmesi ile tesis sökülmesi işlemleri eskiye göre daha ucuz olmaktadır. Almanya'da kurulu bulunan standart bir nükleer reaktörün (1200 MWe) işletmeden alınması, sökülmesi ve yeşil alana dönüştürülmesinin maliyetinin 400 Milyon Euro olacağı tahmin edilmektedir ve bu rakam santralın ilk yatırım maliyetinin yaklaşık %20'sine karşılık gelmektedir. Fransa'da da benzer şekilde tesis sökme maliyet hesaplamaları yapılmaktadır ve 900 MWe gücündeki bir nükleer reaktörün işletmeden alma+sökme maliyetinin 210 Milyon Euro olacağı tahmin edilmektedir ve bu rakamın ilk yatırım maliyeti içindeki payı %15 kadardır.
ÇERNOBİL NÜKLEER REAKTÖRÜ KAZASI
Ukrayna’daki Çernobil nükleer güç santralındaki kaza, reaktör güvenliği ile ilgili bir test sırasında gerçekleşmişti. Yapılan test, bu tür reaktörlerin kararlı çalışamadığı çok düşük güç seviyesindeydi ve bu seviyede reaktörün güvenlik sistemlerinin devreye girmemesi için, sorumlu operatörler, normalde yapmamaları gerektiği halde acil durum kapama sistemini devre dışı bırakmışlardı. Deney sırasında kalp içi sıcaklıklar güvenli seviyenin üstüne çıktığında ise reaktörü kapatacak ve soğutma sağlayacak sistemler devre dışındaydı. Bu affedilmez hata, buhar basıncının artmasına ve bu yüzden oluşan buhar patlamasıyla birlikte çatının çökmesine yol açtı. Böylece, reaktör içindeki sıcak grafit doğrudan atmosferle temas eder hale geldi. Havada bulunan oksijenle reaksiyona giren grafitin yanmasıyla reaktör kalbi bütünlüğünü kaybetti ve bu tür Rus reaktörlerinde (RMBK-1000) koruma kabuğunun da olmaması nedeniyle, radyoaktif maddeler dışarı salındı.
.chernobil
26. Nisan 1986, saat 01:23’de olan bu kazanın etkileri çok büyük oldu. Dünyadaki, çoğunluğu 25 yıldan fazla işletme deneyimine sahip 400’den fazla nükleer reaktör içinde, çevredeki halk için ciddi olumsuz sonuçlara yol açan ilk kazaydı. 35 kişi kaza nedeniyle hayatını kaybetti. Uzun dönemde de binlerce kişi üzerinde olumsuz etkileri görülmeye devam etmekte.

ÇERNOBİL NÜKLEER RAKTÖR KAZASININ TÜRKİYE ÜZERİNDEKİ ETKİLERİNE GENEL BAKIŞ
Ukrayna'nın Kiev kenti yakınlarındaki Çernobil Nükleer Güç Reaktörünün 4.ünitesinde 26 Nisan 1986 günü erken saatlerde meydana gelen nükleer kaza sonrasında atmosfere büyük miktarda fisyon ürünleri salındığı 30 Nisan 1986 günü tüm dünya tarafından öğrenildi. Kazadan kaynaklanan radyoaktif salınım, 28 Nisan tarihinde kuzey-batı yönünde esen rüzgarlarla İskandinavya'nın güney ve orta bölgelerine yönelmişti. 3 Mayıs Cumartesi günü bulaşmış (kontamine) hava kütlesi Avrupa'nın büyük bir kısmı ile birlikte Bulgaristan ve Yunanistan üzerinden Trakya'yı etkisi altına aldı. İkinci bir salınımla Çernobil'den doğuya sürüklenen bulaşmış hava kütlesi 7-9 Mayıs tarihlerinde Kırım Yarımadası'nın kuzeyinden Karadeniz üzerinden geçerek Türkiye'nin kuzey-doğu kıyılarına ulaştı.
Radyoaktif bulutun yaptığı hareket mevcut atmosferik koşullardan ve hakim rüzgar yönlerinden kaynaklanmaktaydı. Bu nedenle, radyoaktif etki homojen bir dağılım göstermemekteydi. Bu durum şimdiye kadar meydana gelmiş en büyük nükleer reaktör kazasından büyük bir şans eseri Türkiye'nin büyük bir kısmının etkilenmeden çıkmasını sağladı. Ancak, tüm dünyada ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlar yaratan etkileri kazanın üzerinden geçen yıllara rağmen halen süregelmektedir.
Bulutun geçtiği sırada etkisi altındaki ülkelerde yağış olması durumu o ülkenin radyoaktif bulaşmaya maruz kalmasındaki en önemli nedeni teşkil etmektedir. Bundan dolayıdır ki Türkiye, bulutun üzerinde seyrettiği tarihlerde Trakya ve Doğu Karadeniz bölgelerinde yağış alan yerlerde, özellikle Karadeniz Bölgesinin fındık, tütün ve çay üretimi yapılan bir kısım alanlarında yağış alması sebebiyle Çernobil reaktöründen kaynaklanan radyoaktivitenin etkisini ağırlıklı olarak hissetti. Dolayısıyla radyasyon etkilerinin hafifletilmesine yönelik önlemler de Trakya ve Karadeniz bölgelerinin bazı kısımlarına yönelik olarak alındı. Radyoaktif bulutun geşiş döneminde Trakya'da çok kısa yarı ömürlü I-131 radyoizotopuna karşı, etkilenen bölgelerde, meradaki hayvanların radyoaktif yağıştan etkilenmiş otları yemesini önlemek üzere ahırlarda tutularak bulaşmamış kuru ve suni yem ile beslenmesi; bulaşmış bir kısım sütün (Edirne ve yöresinde) toplatılarak beyaz peynir yapılması gibi bir dizi önlemle müdahale edildi. Radyoaktif iyota göre fiziksel yarı ömrü çok daha uzun olan radyoaktif sezyum ile, özellikle Karadeniz Bölgesinin en önemli tarım ürünü çayda mücadele edildi. Türk insanının büyük bir kısmının vazgeçilmez alışkanlığı olan çay, kontrol edilerek sağlığa zararlı olmamakla beraber spekülatif yorumlara yol açmaması için büyük bir ekonomik kayıp göze alınarak, 58.000 ton çayın imhası ile sonuçlanan bu denetim programı sonucunda radyoaktif bulaşmanın etkilerinin giderilmesine yönelik başarı sağlandı.

Doğu Karadeniz Bölgesinin diğer iki önemli ürünü olan fındık ve tütün ise Türkiye'nin bu iki tarım ürünü bakımından dünya rekoltesine önemli katkı sağlaması sebebiyle hiçbir zorlukla karşılaşılmadan, tütün başta ABD olmak üzere, ithalatda değişik limitler uygulayan ülkelere, aktivitelerine göre tasnif edilerek ihraç edildi.
Diğer Avrupa ülkeleri arasında kazanın etkisi en az düzeyde hisssedilen Türkiye'de çay dahil akla gelebilecek tüm tarım ürünleri ile ithal edilen gıda maddeleri ve hayvan yemleri ile solunum yada sindirim yolu ile Türk insanına ek risk getirecek tüm maddeler radyoaktif bulaşma yönünden titizlikle denetlendi ve denetlenmeye devam edilmektedir.
Meydana gelebilecek bir nükleer kazanın etkilerinin sınır tanımazlığı Çernobil kazası ile açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. 1000-1500 metre yükseklikteki hava dinamiğine göre hareket eden radyoaktif bulutun atmosfer hareketlerine bağlı olarak serbest dolaşımını engelleyebilecek herhangi bir mekanizma mevcut değildir. Ancak alınacak bir dizi önlem ile radyasyon etkilerinin hafifletilebilmesi mümkündür. Bu ise bir nükleer kaza durumunda ortak mücadele verebileek ilgili kuruluşların etkin koordinasyonu ile sağlanabilir. Böyle bir kaza durumunda halkın sağduyu ile davranarak mevcut durumun ciddiyetinin haffifletilebilmesi için işbirliğini desteklemeleri ve spekülasyonlara değer vermemeleri beklenir. Çernobil Nükleer Kazasının ardından geçen 10 yıl dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye'ye de benzeri tehlike durumlarına yönelik tavır almada çok şey öğretmiştir.
Çernobil kazası sonucunda radyoaktif kirlenmeden dolayı insanlar, radyoaktif bulutun geçişi esnasında buluttan ve yerden dış ışınlamaya, solunum ve sindirim yolu ile de iç ışınlamaya maruz kaldılar. Çernobil kazasından kaynaklanan radyoaktif bulutun atmosferde taşınmasının 10 günlük bir süreyi kapsaması ve bu süre zarfında bulut konsantrasyonun oldukça seyrelmesi ayrıca hareketinin atmosferin üst tabakalarından taşınması gözönüne alındığında Türkiye'yi diğer Avrupa ülkelerine göre daha az etkilediği anlaşılmaktadır. Bu sebeple Türk toplumunun Çernobil kazası sebebiyle maruz kaldığı etki Türk insanının yaşadığı bölge dolayısıyla maruz kaldığı doğal radyasyon etkisine kıyasla önemsiz olarak nitelendirilebilir.
NÜKLEER SANTRALLERİN YAYGINLAŞMASI DÜNYADA NÜKLEER SİLAHLARIN ARTIŞINA NEDEN OLUR MU?
Enerji üretimi amacıyla kurulan nükleer santralların nükleer silah yapımıyla bir ilişkisi bulunmamaktadır. "Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi" Antlaşmasını imzalayan ülkeler - ki ülkemiz bu antlaşmaya taraftır- uluslararası denetimlere açıktır. Nükleer silahların yayılmasını önlemek üzere, Birleşmiş Milletlerin bir alt kuruluşu olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı sürekli denetim faaliyetlerinde bulunmaktadır. Ayrıca, nükleer santralın bir ülkede bulunması tek başına nükleer silah yapımı için yeter şart değildir. Bu iş için başka tesislerin kurulması gerekmektedir.
İNSANLAR NÜKLEER SANTRALLARDAN NEDEN BU KADAR ÇOK KORKMAKTA?

İnsanlar genellikle bildiklerine göre bilinmeyen, hayal edilen tehlikelerden daha fazla korkma eğilimi taşırlar. Yanlış olmasına ve fiziksel olarak imkansız olmasına rağmen bir çok insan nükleer santralla
rın bir bomba gibi patlamasından endişe ederler.
Nükleer güçle ilgili gerçekler üzerinde çalıştıkça, yararlarını ve oluşabilecek riskleri daha iyi anlayabilir, duygusal olmak yerine gerçekçi bir tutum takınabiliriz. Elektrik, buhar makinası, otomobil, uçak, uzay araştırmaları gibi yirminci yüzyılda ortaya çıkan her yeni teknoloji, başlangıçta birçok tehlikelerle dolu olduğu şeklinde kamuoyuna yansıtılmıştır. Ancak yaşamımıza getirdiği katkılar ortaya çıktıkça bu korkumuz da azalmıştır.

Modern Nükleer santrallar bir çok güvenlik sistemiyle donatılmışlardır. Bir sistem tamamıyla arızalansa bile diğeri onun yerine geçecek şekilde tasarlanmışlardır. Aynı zamanda diğer konvansiyonel elektrik üreten teknolojilerden farklı olarak, yer seçimi, inşaat, işletme ve işletme sonrası sökülme süreçlerinde, bağımsız bir otorite tarafından denetlenirler.

Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
11 Haziran 2013       Mesaj #4
Mira - avatarı
VIP VIP Üye
Öldürücü Nükleer Artıklar
MsXLabs.org

Bundan 50 sene önce, nükleer enerjinin hava kirliliği için bir çözüm yolu olacağı düşünülmüştü. ilim adamlarının nükleer enerjinin kullanılabileceği sahalar hakkındaki sözlerine bakılırsa, bu gayet mümkündü. Hemen hemen sınırsız bir enerji, düşük maliyet ve havayı kirletme ihtimalinin olmayışı cazip görünüyordu. Hatta hayalperest bazı ilim adamları, bunun otomobiller ve uçaklar için de istifade edilebilecek bir enerji kaynağı olduğunu iddia etmişlerdi. Kısacası ilim adamları nükleer enerjinin insanlığın menfaati ve umumi sulhun temini için kullanılacağından oldukça emin bulunuyorlardı.
Fakat hiç de öyle düşünüldüğü gibi olmadı.

ABD'deki "Three Mile Island" ve Sovyet Ukrayna'daki müthiş Çernobil felaketi büyük halk kitlelerinin bu enerjiye olan güvenini sarstı ve bu enerjinin insanlığa çok pahalıya mal olabileceğini gösterdi. Nükleer enerji kullanımında karşılaşılan mühim engellerden biri de nükleer artıklardır. 1942'de Chicago Üniversitesi'nde ilk zincirleme reaksiyonun gerçekleşmesinden itibaren ortaya çıkan ve sürekli artış gösteren bu nükleer artıklar günümüzde insanlığı tehdit eden büyük bir tehlike haline gelmiştir. Halen ABD'de tahminen 20 bin ton radyoaktif artık uzun zamandan beri bekletilmektedir, önümüzdeki 40 sene içinde ise bu rakamın 100 bin tona ulaşacağı tahmin edilmektedir. Atom reaktörlerinin ürettiği bu artıklar emniyetle nasıl muhafaza edilecekti?

Mesele, sadece yaygınlaşarak artan radyoaktif artıklara hakim olmakla çözülmüyordu. Komple bir santralı oluşturan tonlarca çelik ve çimentonun her geçen sene radyoaktivitesi arttığından, zararlı hale gelen bu unsurların da sökülerek imha edilmesi gerektiği düşünülmektedir. Bunun için Önümüzdeki 25 sene içinde, ticari maksatla kurulmuş olan 200'den fazla reaktörün faaliyeti durdurulacak ve yerlerinden sökülecektir. Aksi takdirde, bu unsurlar uzun zaman aslını muhafaza ettikleri için, mutlu bir gelecek açısından tehlike oluşturacaktır. Bütün bunlar gözardı edilerek, artan enerji üretiminin ticari maksatlar için kullanılması uğrunda oldukça fazla para sarfedilirken, meydana gelen zararlı maddelerin imhası için yeteri kadar para sarfedilmemektedir. Bu yetmiyormuş gibi, mütemadiyen artan bu artıkların imhası için, şimdiye kadar henüz uygun ve kalıcı tedbir ve çarelere baş vurulmamıştır.

Mesela, bu mevzuda çalışmalarını sürdüren ilim adamları, bunları belli bir yönde fezaya göndermeyi, kutuplardaki buz kütlelerinin altına gömmeyi veya güneşe fırlatmayı düşünmektedirler. Şu anda ise gündemde olup üzerinde durulan metod bunları toprak altına gömmektir. Bu iş için "sızıntı geçirmez" tanklara konulacak olan artıklar zeminden 1000 metre aşağıya, bir kaya veya buz tabakası arasına yerleştirilecektir. Bahis mevzuu artıklar; kirli elbiseler gibi düşük dereceli, filtre ve çamurlar gibi orta dereceli, yakıt çubukları (atom enerjisi üretmek için kullanılan uranyumlu çubuklar) ve ikinci dereceli kimyevi maddeler gibi üst seviyeli artıklar olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Bir grup ilim adamı bunların çoğunun 1000 sene içinde radyoaktif hususiyeti olmayan elementlere dönüşebilmesi için izolasyon fikrini savunurlarken diğer bir grup ise bunun için, yaklaşık 10 bin sene geçmesi gerektiği fikrini müdafaa etmektedirler.

Bu iş bir neticeye bağlansa bile halledilmiş sayılmaz. Şu anda milyonlarca insan, çok değil on sene önce toprağın hemen altına gömülen ve şu anda nereye gömüldükleri neredeyse unutulmaya yüz-tutmuş "düşük dereceli radyotoksik" artıkların üzerinde yaşamaktadır. Bir kısmı da nükleer artıkların, diğer bazı maddelerle karıştırılarak kanuna aykırı olarak büyük insiniratörlerle yakıldığı muhitlerde oturmaktadır. Böyle bir vasatta farkına bile varmadan yüksek dozlarda radyasyona maruz kalmak her zaman için makadderdir. Radyasyona maruz kalma ile yakından alakası olan kanser başlangıcı arasında 20 sene veya daha fazla bir zaman geçmesine mukabil, bazı hallerde bir kaç ay gibi kısa bir süre, küçük çocukların aynı duruma düşmesi için yeterlidir.

Siyaset ve ilim adamları böyle bir çıkmazı, daha nükleer santrallerin yapımı yaygınlaşmadan ciddi bir şekilde düşünmediklerinden, gelecek nesillerin, ne çeşit meselelerle karşılaşacaklarını tam manâsıyla tahmin etmek çok zordur. İlahi bir nimet olan nükleer enerjiyi, sırf maddi menfaat uğruna, dünyada bir nevi kıyamet koparacak bir unsur haline getiren süper güçler, bunun mesuliyetini idrak edip, insanlık adına doğru kararı vermek mecburiyetindedirler.


theMira

Benzer Konular

20 Nisan 2016 / Misafir Soru-Cevap
10 Ekim 2012 / Hi-LaL Çevre Bilimleri
19 Temmuz 2011 / Misafir Taslak Konular
7 Nisan 2013 / Misafir Soru-Cevap