Arama

Yunus Emre - Sayfa 3

Güncelleme: 19 Kasım 2016 Gösterim: 285.340 Cevap: 28
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
31 Mayıs 2011       Mesaj #21
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
YUNUS EMRE

Sponsorlu Bağlantılar
(?, Sarıköy/Mihalıççık-1320 ya da 1321, ?), şair.

Yaşamı üzerine uzun yıllar yapılan değişik araştırmalar sonucu Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy'de doğduğu, Taptuk Emre adlı mutasavvıfın tekkesinde yetiştiğinde birleşilmiştir. Şiirlerinden Şam, Azerbaycan gibi uzak illere gittiği anlaşılmakta; bir süre Konya'da kaldığı, "Mevlâna Hüdavendigâr bize nazar kıldı / Anın görklü nazarı gönlümüz aynasıdır" dizelerinden çağdaşı Mevlâna ile görüştüğü, sohbet ve sema meclislerinde bulunduğu kesinlik kazanmaktadır.

Köstendilli Şeyh Süleyman'ın (ölümü 1819 ya da 1820) "Bahral Vilaya" adlı Türkçe yapıtında Mevlâna'nın, Yunus'u söz konusu ederek, "İlâhi manalardan kangısına sürat idüp gittim ise, bir Türkmen kocamanının izini önümde buldum ve anı güzer (edemedim)" biçiminde büyük övgüyle karşıladığı kayıtlıdır. Anadolu'da Türk diliyle başlayan yazılı edebiyatın Sultan Veled, Gülşehri, Âşıkpaşa ile birlikte ilk temsilcilerinden sayılan Yunus Emre, "Risalat-al Nushiyya" mesnevisinde aruz, "divan"ını meydana getiren hemen bütün şiirlerinde hece ölçüsünü kullandı; her iki ölçüyle yazarken de "beylere kapılanan" şairler gibi bir mutlu azınlık beğenisine kapılarak halk dilinin zenginliklerinden uzak düşmedi.

Dilini benimsediği halkın, sorunlarını da benimsedi. Ona, kendine inanma, gerçeği kendinde bulma gücünü kazandırmaya, ilgisini yaşama çekmeye çalıştı. "Ben ayımı yerde gördüm/Ne isterim gökyüzünde/Benim yüzüm yerde gerek. /Bana rahmet yerden yağar" biçiminde dizelerle gerçeği, yaşayanı somutlama gücünü gösterdi. İnsana kendine güven yollarını açtı, dinî kuralların biçimciliğini reddederek altı yüzyıl önce kalıplaşmaya, kuruluğa düşmedi. Kalıplaşmış kurallar içinde, giderek bağnazlığın pençesine düşen medrese kafasının, Arap, Acem hayranlığının ulusal kültürümüzü eritmeye çalıştığı yüzyıllar boyunca gücünden sağlamlığından, bir şey yitirmedi.

Çeşitli tarihlerde basılan yapıtları:
  • "Divan-Âşık Yunus Emre" (tarihsiz, 1885, 1902, 1909),
  • "Yunus Emre Divanı" (1944),
  • "Yunus Emre Divanı" (hazırlayan Burhan Toprak, 3 cilt, 1933),
  • "Yunus Emre Divanı" (hazırlayan Abdülbaki Gölpınarlı, 2 cilt, 1943),
  • "Yunus Emre: Bestelenmiş Şiirler" (1961),
  • "Risalat-al-nushiyya ve Divan" (hazırlayan Abdülbaki Gölpınarlı).
MsXLabs & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
Jumong - avatarı
Jumong
VIP VIP Üye
2 Haziran 2011       Mesaj #22
Jumong - avatarı
VIP VIP Üye
İstanbul, Büyükçekmece'de bulunan bir Yunus Emre heykelciği
450px Yunus Emre
Yunus-Emre-Çeşmesi Viyana´ninTürkenschanzpark parkında bulunmaktadır.
800px Yunus Emre Brunnen Wien 01
Sponsorlu Bağlantılar
200 TL banknotu üzerinde Yunus Emre portresi
200 TC3BCrk LirasC4B1 reverse

Vikipedi, özgür ansiklopedi

🌘 🚀
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Aralık 2011       Mesaj #23
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
.
Yunus Emre (1238 -1320) yılları arasında yaşadığı tahmin edilen ve Anadolu da Türkçe şiirin öncüsü olan bir şair ve mutasavvıftır, yaşamına ilişkin belgeler sınırlıdır. Medrese eğitimi gördüğü, Arapça ve Farsça bildiği, İran ve Yunan mitolojisi ile tasavvuf ve tarihi incelediği sanılıyor. Vahdet-i vücut (varlık birliği) öğretisine ulaşan bir tasavvuf yorumunu benimsemiştir.
Gerçeğe, Tanrı’ya, evrensele, her şeyin özüne varmak için ”Şeriat-tarikat-marifet-hakikat” olmak üzere dört bilgi düzeyi yöntem ayırt eder. Tasavvuf felsefesi ve görüşleri daha çok Bektaşilere yakındır. Şeyhi Taptuk Emre Sinan Ata’nın ardılıdır, Hacı Bektaş Veli’ye bağlıdır. Bir divanı vardır Risaletü’n Nushiye adlı 573 beyitlik şiiri ile şeriat kurallarının üstüne çıkar. Başlangıçtaki düz yazı metinde aklın ve insanın çeşitlerini anlatır. Şiirlerini Oğuz lehçesiyle ve çağının konuşma diliyle yazmıştır. Yaşamı, şiirleri, felsefesi üzerine çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Yunus Ernre üzerine Fuat Köprülü, Burhan Toprak, Abdülbaki Gölpınarlı, Sabahattin Eyüboğlu, Asım Bezirci, F. Kadri Timurtaş, Ahmet Kabaklı, Müjgan Cumbur, Abdurrahman Güzel, Mehmet Bayraktar ve Nezihe Araz gibi çeşitli araştırmacı yazarlar inceleme yapmışlardır.

Yunus Emre? Nereli? Nerede doğmuş, nerde ölmüş, nasıl yaşamış? Kime bağlı, Ne gören var, ne bilen, Hepsi karanlıkta. Yunus’un deyişiyle görenler, bilenler de, ne söylerler, ne bir haber verirler. Ama onlarca mezarı var, üstlerinde adı var, içlerinde kendi yok; Onlarca kitabı var, içlerinde adı var, kendinin kitabı yok. Ama o halkın, insanların gözdesi, soluğu, sesi, Anadoluyu insanlığı sarmış, kendi köyündeyse izinin tozu bile kalmamış; sözü alınmış, satılmış, divanlara birlikte katılmış; O güzel insan kim bilir hangi gurbet köşesinde dağarcığındaki şiiriyle birlikte ölmüş, toprağa katılmış belki ölümü üç günden sonra bile duyulmamış, ölüsü soğuk suyla yuyulmamıştır. Belki tersi olmuş. Bilen yok. Gören yok. Ama o varacağı yere ulaşmış.
Ama halkımız bu insanları kendi çocukları olarak benimsemiş, kişiliklerini, özünü, sözlerini kendi malı sayıp dilediği gibi evirmiş çevirmiştir. O ve halkın nerede söylediğini bilmek imkansız belki de gereksiz artık. “Anadolu da binlerce ağızdan söylenmiş ve söylenen bir Yunus korosu var” ”En eski yazmalarda yok diye halkın ezberinde yaşayan, ister istemez yontulan, dil değiştiren şiirleri Yunus’un saymamak hiç de bilimsel bir davranış değildir” En eski yazmalar Yunus’un ölümünden çok sonra derlenmiş, bu yazmalara Yunus’un diline, tutumuna, düşüncesine düpedüz aykırı şiirler de alınmış. Yeni belgeler arana dursun, biz Yunus’u anarken yazmalar kadar sözlü halk geleneğine de saygılı olmayı daha doğru buluyoruz. (S. Eyüboğlu, Yunus Emre sh: 20)
qwert1560 - avatarı
qwert1560
Ziyaretçi
26 Ocak 2012       Mesaj #24
qwert1560 - avatarı
Ziyaretçi
Yunus Emre (1238 - 1328)
Türk halk şairlerinin tartışmasız öncüsü olan ve Türk'ün İslam'a bakışını Türk dilinin tüm sadelik ve güzelliğiyle ortaya koyan Yunus Emre, sevgiyi felsefe haline getirmiş örnek bir insandır. Yaklaşık 700 yıldır Türk milleti tarafından dilden dile aktarılmış, türkü ve ilahilere söz olmuş, yer yer atasözü misali dilden dile dolaşmış mısralarıyla Yunus Emre, Türk kültür ve medeniyetinin oluşumuna büyük katkılar sağlamış bir gönül adamıdır. Bazı kaynaklarda Anadolu'ya gelen Türk boylarından birine bağlı olup, 1238 dolaylarında doğduğu rivayet edilirse de bu kesin değildir; tıpkı 1320 dolaylarında Eskişehir'de öldüğü yolundaki rivayetlerde olduğu gibi. Batı Anadolu'nun birkaç yöresinde "Yunus Emre" adını taşıyan ve onunla ilgili görüldüğünden "makam" adı verilen yer vardır. Bir garip öldü diyeler Üç gün sonra duyalar Soğuk su ile yuyalar Şöyle garip bencileyin diyen Yunus, belki de doğduğu ve yaşadığı topraklardan çok uzaklarda bu dünyadan göçüp gittiğini anlatmak istemektedir. Türkiye'nin pek çok yerinde Yunus Emre'nin mezarı olduğu iddia edilen pek çok mezar ve türbe vardır. Bunlardan başlıcaları şöyle sıralanabilir: Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy; Karaman'da Yunus Emre Camii avlusu; Bursa; Kula ile Salihli arasında Emre Sultan köyü; Erzurum, Duzcu köyü; Isparta'nın Keçiborlu ilçesi civarı; Aksaray; Afyon'un Sandıklı ilçesi; Ordu'nun Ünye ilçesi; Sivas yakınında bir yol üstü. Görüldüğü gibi sayı ve iddia hayli kabarıktır. Bazı belgeler, Yunus Emre'nin asıl mezarının Karaman veya Sarıköy'de olduğuna işaret etmektedir. Nitekim, 1970'li yılların başında Sarıköy'deki mezarın Yunus'a ait olduğuna kesin gözüyle bakılarak bu köye Yunus Emre adı verildi ve oradaki bir bahçe içine anıt dikildi. 1980'li yıllarda ise, 1350'de yapılmış olan Karaman'daki Yunus Emre Camii'nin yanındaki mezarın onun gerçek mezarı olduğu iddia edildi. Aslında bu durum, Yunus Emre'nin Türkler tarafından ne kadar sevildiği ve benimsendiğinin çarpıcı bir örneğidir. Gerçekten de halktan biri olan Yunus Emre, halkın değer, duygu ve düşüncelerini dile getirişi itibariyle tarihimizin en halkla barışık aydınlarından biri olma özelliğine sahiptir. Türk tasavvufunun dilde ve şiirde kurucusu olan Yunus Emre'nin şiirlerinde ahlak, hikmet, din, aşk gibi konuların hemen hepsi tasavvuftan çıkar ve tasavvuf görüşü çerçevesinde bir yere oturtulur. Mısralarında didaktik ahlak telkinlerinde bulunan Yunus Emre, "gönül kırmamak" konusuna ayrı bir önem verir ve "üstün bir değer" olarak şiirlerinde bu konuyu özenle işler. Bu arada Yunus Emre'yi öne çıkaran bir başka önemli özelliği de, şiirlerinde işlediği konuları ve telkinleri bizzat kendi hayatında uygulamasıdır. "Din tamam olunca doğar muhabbet" diyen Yunus, İslam'ın sabır, kanaat, hoşgörürlük, cömertlik, iyilik, fazilet değerlerini benimsemeyi telkin eder. Yunus'un sanat anlayışı, dini ve milli değerleri bağdaştırdığı mısralarında kendini gösterir; millileşen tasavvufa, Türkçe'nin en güzel ve en güçlü özelliklerini kullanarak tercüman olur. Gerçekten de 11,12 ve 13. asırlarda Türkistan ve Anadolu Türkleri arasında çok yayılan tasavvufun Türk şairleri arasında iki büyük sözcüsü vardır: Türkistan'da Ahmet Yesevi, Anadolu'da Yunus Emre... Yunus Emre'nin tasavvuf anlayışında dervişlik olgunluktur, aşktır; Allah katında kabul görmektir; nefsini yenmek, iradeyi eritmektir; kavgaya, nifaka, gösterişe, hamlığa, riyaya, düşmanlığa, şekilciliğe karşı çıkmaktır. Yunus Emre aynı zamanda bütün insanlığa hitap eden büyük şairlerdendir. Bu anlamda Mevlana'nın bir benzeridir. O'nun Mevlana kadar çok tanınmayışı ise, bir yandan kullandığı dil olan Türkçe'nin Batı'da Farsça kadar bilinmemesi, öte yandan da Türk aydınlarının O'nu ihmal etmesindendir. Yunus'taki insanlık sevgisi, neredeyse kendisiyle özdeşleşmiş "sevgi felsefesi"nin bir parçası ve hatta sonucudur. Nitekim Yunus'un insan sevgisini ilahi sevgi ile nasıl bağdaştırdığını gösteren en çarpıcı mısralarından birisi "Yaradılanı hoş gör / Yaradan'dan ötürü"dür. Yunus Emre'ye göre insanlar, din, mezhep, ırk, millet, renk, mevki, sınıf farkı gözetilmeksizin sevilmeyi hak etmektedirler. Madem ki insanoğlu ruh yönüyle Allah'tan gelmektedir; öyleyse insanlar hiçbir şekilde birbirlerinden bu anlamda ayrılamazlar. Yaşadığı çağın gerçekleri göz önünde bulundurulduğunda Yunus'un bir başka önemli tarafı ortaya çıkar: Yunus Emre, hükümetsizlik içinde çalkalanan ve Moğol istilaları ile mahvolan Anadolu topraklarında ortaya çıkan sapık batınî cereyanların hiçbirine kapılmadığı gibi, bu akımların Türklerin bütünlüğüne zarar vermesi tehlikesi karşısında da engelleyici bir rol üstlenmiştir. Bu bakımdan bakıldığında Yunus Emre, hem Türk şiirinin kurucusu, hem de milli birliğin önemli tutkallarından biridir. Yunus Emre, kelimenin tam anlamıyla "milli bir sanatçı"dır. Tıpkı, Nasrettin Hoca, Köroğlu, Dadaloğlu veya Karacaoğlan gibi... Yunus Emre'nin şiirlerinde en fazla işlenmiş temalar; İlahi aşk, Din, Ahlak, Gurbet, Tabiat, Ölüm ve faniliktir.

YUNUS?UN DÜŞÜNCE DÜNYASI:
Yunus Emre yalnızca Tasavvufla, dinle ilgili konularda, genellikle coşkun, zaman zaman da öğretici şiirler yazmıştır. Konuları bu çerçevenin dışına pek çıkmaz. Ama soyut bir dünya kurarak değil de, yaşadığı somut dünyanın çağrışımlarıyla yazdığı için, şiirleri aydınlık, sıcak, daha önemlisi, çağımızın insanına, öbür dünya özlemiyle yanmayan, Tanrı?ya kavuşmak gibi bir sorunu bulunmayan çağdaş insanlara da cana yakın gelen, şaşırtıcı bir gözlem gücüyle yüklü şiirlerdir. Dinsel konularda yazıp böylesine yaşamın içinde kalabilen, aydınlık olabilen başka şair yoktur sanırız. Bunda bağnazlığa karşı Tasavvufun getirdiği hoşgörünün, bağışlama, sevgi gücünün büyük etkisi bulunduğu bir gerçektir.

YAPITLARI:
Yunus Emre?nin iki yapıtı vardır:
1. Risâlet-ün Nushiyye (Öğütler Kitapçığı): Mesnevi biçiminde, aruz ölçüsüyle yazılmış olan bu şiir 573 beyittir. Başta 13 beyitlik bir başlangıçtan sonra, kısa bir düzyazı vardır. Ardından destanlar gelir: Ruh ve Nefis, Kanaat, Boşu yani Gazab, Sabır, haset, Cimrilik, Akıl. Bu destanların aruz ölçüsüyle yazılmadığını, ?mefâilün mefâilün feûlün? ölçüsüne uyuyorsa da, her dizede birkaç uzatma yapmak gerektiğini, hecenin 6+5=11 ölçüsüyle yazılmış olmasının daha akla yakın göründüğünü söyleyenler de vardır. Öğretici, öğüt verici bir yapıt oluşu, çağımızda geçerliği bulunmayan görüşleri savunması yüzünden uzmanlardan başkasının pek ilgisini çekmemiş bulunan bu şiirin sonlarındaki ?Söze tarih yedi yüz yediydi? dizesinden hicrî 707?de, yani miladî 1307 ya da 1308?de yazıldığı anlaşılıyor. Abdülbâki Gölpınarlı bu şiiri, derlediği Yunus Emre Divanı?nın başına koymuştur.
2. Divan : Yunus?un sağlığında düzenlenen divanı bulunamamıştır. Eldeki divanlar çeşitli yazmalardan şiirlerin derlenip bir araya getirilmesiyle düzenlenmiştir. 1904?de birinci, 1924?de ikinci basımları yapılan Divan-ı Âşık Yunus Emre'den sonra, 1933-34 yıllarında Burhan Toprak Yunus Emre Divanı?nı üç cilt olarak yayımladı, 1943?de iki cilt olarak ikinci basımını yaptırdı. Gene 1943?de bilimsel bir çalışmaya dayanan ilk Yunus Emre Divanı?nı Abdülbâki Gölpınarlı yayımladı.

BU KİTAP:
Memet Fuat burada, kitap hakkında açıklama yazısı yaptıktan sonra hangi derlemelerden yararlandığını ekliyor.
Uzmanlar halkımızın Yunus?un şiirlerini sürekli olarak yaşayan dile dönüştürdüğünü, dil değiştikçe, ölçü ya da uyak zorlamasıyla değiştirilemeyenler dışında, sözcüklerin hep günün konuşma diline uydurulduğunu söylüyorlar. Tekkelerde de Yunus?un şiirleri yaşayan dille, günün konuşma diliyle okunurmuş. XIII. Yüzyıldaki Oğuz lehçesini bilimsel bir yanılmazlıkla saptamak olanağı da zaten yok. Bu bakımdan, uzmanlar, Yunus?un şiirlerini yazarken, ışk yerine aşk; degül (ya da değül) yerine değil; yatur yerine yatar; yürüyenin yerine yürüyeyim; benven yerine benim demekten çekinmiyorlar.
Gene, örnekse, Gölpınarlı Divan?da:
İlâhi bir ışk vir bana, kandaluğım bilmeyeyin
Yavı kılayın ben beni isteyüben bulmayayın
Diye yazdığı bir beyiti, öğrenciler için derlediği seçmeler kitabına şöyle alabiliyor:
İlâhi, bir aşk ver bana,nerdeyim hiç bilmeyeyim
Kaybedeyim de ben beni, istesem de bulmayayım.
Böylece Yunus Emre?nin kullandığı lehçeye daha yakın kalınmaya çalışıldı. Noktalama işaretleri de kullanılmadı, çünkü günümüzün okuru şiirde noktalama işareti arayan bir okur değil kanısındayız. Ayrıca, Yunus?un şiirleri, yaşadığı çağda kullanılmayan bu noktalama işaretleri olmadan da rahatça anlaşılıyor.

Çoğu şiirlerde dörtlük biçimi seçmemiz ise uzmanlar arasındaki tartışmada yan tuttuğumuzdan, bir savımız olduğundan sanılmasın. Yalnızca, ?Halk şairi değildir, ama halkın şairidir? denilen Yunus?un böyle daha aydınlık, daha sıcak, daha halka yakın görüldüğüne inanıyoruz.
ŞOL CENNETİN IRMAKLARI
Yunus EMRE, İslam tarihinin en büyük bilgelerinden olup yaşadığı ve yaşattığı inanç sistemi; Kuran?ın özüne ulaşarak, Tek olan gerçeğin (Allah) sırlarını keşfetme ilmi olan tasavvuf ve Vahdet-i Vücud tur.

Bu inanç sisteminde tek varlık Allah?dır. Allah bütün bilinen ve bilinmeyen alemleri kapsamıştır, tektir, önsüz sonsuzdur, yaratıcıdır. Eşi, benzeri ve zıddı yoktur.Bilinen ve bilinmeyen tüm evren ve alemler onun zatından sıfatlarına tecellisidir.Alemlerdeki tüm oluşlar ise onun isimlerinin tecellisidir. Her bir hareket,iş,oluş(fiil) onun güzel isimlerinden birinin belirişidir.
Hak cihana doludur, kimseler Hakkı bilmez
***
Baştan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş
Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde

Dolayısıyla evrende var saydığımız tüm varlıklar onun varlığının değişik suretlerde tecellileri olup kendi başlarına varlıkları yoktur. Bu çokluğu, ayrı ayrı varlıklar var zannetmenin sebebi ise beş duyudur. Beş duyunun tabiatında olan eksik, kısıtlı algılama kapasitesi, bizi yanıltır ve çoklukta yaşadığımızı var sandırır. Ayrı ayrıymış gibi algılanan bu nesnelerin, ve herşeyin kaynağı Allah?ın esmasının (isimlerinin) manalarıdır. Manaların yoğunlaşmasıyla bu ?Efal Alemi? dediğimiz çokluk oluşmuştur. Bir adı da ?Şehadet Alemi? olan, ayrı ayrı varlıkların var sanıldığı; gerçekte ise Allah isimlerinin manalarının müşahede edildiği alemdeki çokluk Tek?in yansıması,belirişidir. Bu izaha tasavvufta Vahdet-i vücud (Varlıkların birliği,tekliği) denir.
Son düzenleyen Safi; 10 Nisan 2016 19:58
Candy_Girl - avatarı
Candy_Girl
Ziyaretçi
4 Şubat 2012       Mesaj #25
Candy_Girl - avatarı
Ziyaretçi
Yunus Emre | Şiirleri

13. yüzyıldan bu yana geçen yedi yüzyıl içinde, her zaman güncel kalabilmiş; yaşarlığını hiç yitirmemiş, hem halk katında, hem aydınlar arasında, hem edebiyat alanında etkinliğini sürdüregelmiş bir gizemci, büyük bir ozandır Yunus Emre.

Uzun süre yaşamıyla ilgili yeterli bilgiler edinilemediği için, söylencelere dayalı yaşamöyküsü sürüp gitmiştir. Bugün de, bu söylencelerin geçerliliğini yitirmediği söylenebilir. "Ermiş"lik katına ulaşmış bir kişi sayıldığı için Yunus Emre'nin yaşamının söylencelerle donatılmasını, bezenmesini de bir bakıma, doğal karşılamak gerekir.

Yakın yıllara dek Yunus Emre'nin okuma yazma bilmez bir halk ozanı olduğu sanılıyordu. O'na "ümmi" denişinin nedeni buydu. Sonraları Yunus Emre'nin kimliği, kişiliği, şiirleri, yaşamı üzerinde derinlikli incelemeler yapan uzmanlar, daha gerçekçi sonuçlara varabildiler. Bütün yaşamının gene de gereği gibi aydınlığa kavuştuğu ileri sürülemezse de ilk yıllarda olduğu gibi, tümüyle bilgiden yoksun da değiliz.

Yunus Emre'nin kimi şiirierindeki dizelerden de yola çıkılarak, O'nun bir "ümmi" (okuma yazma bilmez) ozan olduğu yolundaki yargılar, artık geçerliğini tümüyle yitirmiştir. Anlaşılmıştır ki, Yunus Emre, bu "ümmi"lik yargısının bütünüyle dışında medrese öğrenimi görmüştür. Üstelik iyi bir öğrenim görmüştür. Felsefe Kuran'ı yorumlama bilimi olan Tefsir, İslam hukuku anlamına gelen Fıkıh, vb. bilimleri, Yunan Mitolojisini, İran Mitolojisini izlemiş, astronomi, yöntembilimi (ilm-i usuli ni, Arapçayı, Farsçayı bilen, çağının aydın, ileri bir kişisidir. Aruzla yazdığı şiirlerinden O'nun bu ölçüyü, dolayısıyla bu şiiri de bildiği anlaşılıyor.

Bu nedenledir ki, özellikle Yunus Emre ile gizemcilik üzerinde uzmanlaşmış kimi araştırmacı ve incelemeciler, Yunus Emre'nin "bir halk ozanı" olmadığını, "kesinlikle" vurgulama yoluna gitmişlerdir. Bu yargıya, bir bakıma "yanlış" denilemez. Elbette böyle bir eğitim, öğretimden geçmiş kişiyi halk ozanı" tanımlamasının dar kalıpları içinde değerlendirmek, doğru bir yargıya varmaktan alıkoyabilir bizi. O zaman, Yunus Emre'yi nereye koyacağız, sorusuna sağlıkla bir yanıt vermek gerekiyor.

Yunus Emre, her şeyden önce bir "tekke ozanı"dır da. Bektaşi'dir. Bu gerçeği de gözden ırak etmemek gerekir. Gizemciliği, derinine bilen bir kişidir.

Şiirlerinin büyük çoğunluğunu hece ölçüsüyle yazmıştır. Yedi yüzyıldan bu yana, halkın içinde, yüreğinde, dilinde, beğenisinde yaşamıştır, yaşamaktadır. İlahileriyle, nefesleriyle..

Yunus Emre ile Türk halkı öylesine bütünleşmiştir ki, onun için söylenceler çıkartılmış, dokuz yerde mezarı olduğu ileri sürülmüştür. Yunus Emre'nin dokuz ayrı yerde mezarı oluşu, O'nun Türk halkıyla nasıl bir sevgi bağıyla kenetlendiğinin de bir başka, somut örneği olsa gerektir.

Böyle olunca, Yunus Emre'yi salt "Gizemci ozan"lar kümesinde değerlendirmek, doğru, yerinde, sağlıklı bir değerlendirme olmaz kanısını taşıyoruz. Gizemciliği ne ölçüde doğru, yerinde ise, halkla bütünleşmesi, halkın yüreğinde, düşünde, özünde yaşamakta oluşu da öylesine vurgulanması gereken bir gerçektir.

Bu gerçektir ki, Yunus Emre'yi, "Türk Halk Şiiri"nin başustası saymamızı onu öyle de değerlendirmemizi, sunmamızı gerekli, zorunlu kılıyor. Halkla böylesine içiçe girmiş bir ozanı "halk bütünü"nden ayırmak, hem Yunus Emre'ye, hem halka haksızlık olurdu kanısındayız.

Yunus Emre çağının halk konuşma dilini kullanmış, Oğuz lehçesiyle yazmıştır. Yer yer, biraz da gizemciliğinin zorunlu sonucu sayılabilecek Türkçe olmayan sözcükler, deyimler, terimler de kullanmak zorunda kaldığı görülüyor. Ne var ki, Yunus Emre'nin asıl önemli yanı, yalın bir halk diliyle, Türkçeyle en karmaşık gizemcilik bilgilerini halka ulaştırılabilmesidir. Üstelik, bunları şiirsel deyişten uzaklaşmadan yapabilmesidir. Çünkü, Yunus Emre'nin şiirleri salt gizemciliği öğretmek amacını güden "manzume"ler değildir.

Şiirleri üzerinde özenle durulduğunda görülüyor ki, Yunus Emre, şiirlerinde gerçekten bir sözcük ustasıdır. Sözcüklerin istiflenmesinde, yerlerinin -ölçü değişmese de -değiştirilmesi, yerinden oynatılması olasılığı yoktur. Büyük ölçüde heceyi kullanan Yunus Emre, "hece"nin 7 ile 8'li kalıplarına eğilim göstermektedir.

Yunus Emre için çıkarılan söylencelerin ayrıntılarına girmeden, bugün elimizdeki bilgilere göre yaşamı da şöylece özetlenebilir:

Yunus Emre'nin doğduğu yıl kesinlikle bilinmiyor. Doğduğu yer de tartışmalı. Ancak, son yıllarda Yunus Emre'nin Porsuk Çayı'nın Sakarya'ya döküldüğü yerde, Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy'de doğduğu, uzun yıllar da orada yaşadığı 1320/21 yıllarında gene Sarıköy'de öldüğü kabul ediliyor. Bu nedenle, adına bir de anıtmezar yapılmıştır.

Araştırmacılardan bir kesimi de Yunus Emre'nin, Konya'nın Karaman ilçesinde doğduğunu, orada öldüğünü, Karaman'da bir "Yunus Emre Türbesi" olduğunu da ileri sürerek, bu görüşlerinde direniyorlar. Ancak, Yunus Emre'nin
Sarayköy'de doğduğu ve öldüğü daha da ağırlık kazanmış görünüyor.

Yunus Emre, gençliğinde bir süre çiftçilikle uğraştıktan sonra Taptuk Emre'nin buyruğuna girerek onun dervişi olur. Kırk yıl Taptuk'un kapısına odun taşır. Şiirlerinde de şeyhi Taptuk Emre'den sürekli saygıyla söz eder.
Yıllarca Taptuk Emre'nin kapısında "piştikten" sonra da şeyh olur.

Yunus Emre, Taptuk Emre'nin düşüncelerini, inancalarını yaymak amacıyla Anadolu'yu, Kafkasya'yı dolaşmış, Şam'a gitmiştir. Sonra gene Sarıköy'e dönmüştür. Bu arada Yunus Emre'nin Mevlana ile de görüşmüş olduğunu biliyoruz.

Az sözle, ayrıntılı düşünceleri, duyguları söyleyebilmenin büyük ustasıdır Yunus Emre. Varlık, yokluk, insan-Tanrı-ölüm kavramlarını, aralarındaki bağlantıları insancıllığı sevecenliği, barışı, verimliliği, hoşgörüyü dizelerinde yoğurarak, 13. yüzyıldan bu yana bizlere dek ulaştırabilen güçlü, etkin, saygın bir ozan olan Yunus Emre'nin geleceğe de aynı güçlülükle, dirilikle, yenilikle varacağından kuşku duyulmamalıdır.
taklım - avatarı
taklım
Ziyaretçi
11 Haziran 2012       Mesaj #26
taklım - avatarı
Ziyaretçi
İlk aklıma gelen bu şiir oldu açıkçası;

Bir kararda durmayalım
Gel gidelim dosta gönül
Hasretinden yanmayalım
Gel gidelim dosta gönül

Kılavuz ol gönül bana
Gel gidelim dosttan yana
Canım kurbandır canana
Gel gidelim dosta gönül

Kara haberin almadan
Can bedenden ayrılmadan
Ezrail bizi bulmadan
Gel gidelim dosta gönül

Kılavuz ol gönül bana
Gel gidelim dosttan yana
Canım kurbandır canana
Gel gidelim dosta gönül

Gerçek murada varalım
Yarin haberin soralım
Yunus Emre'yi alalım
Gel gidelim dosta gönül

Kılavuz ol gönül bana
Gel gidelim dosttan yana
Canım kurbandır canana
Gel gidelim dosta gönül


YUNUS EMRE
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Şubat 2013       Mesaj #27
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yunus Emre on üçüncü yüzyıl tasavvuf şâiri. Hayâtı ve kimliği hakkında kesin bilgi yoktur. Şiirleri asırlar boyunca zevkle ve hayranlıkla okunmuş, yalnız ülkemizde değil birçok ülkelerde de ilgi uyandırmış bulunan müstesna bir şahsiyettir. Türk halk şairlerinin tartışmasız öncüsü olan ve Türk’ün İslam’a bakışını Türk dilinin tüm sadelik ve güzelliğiyle ortaya koyan Yunus Emre, sevgiyi felsefe haline getirmiş örnek bir insandır. Yaklaşık 700 yıldır Türk milleti tarafından dilden dile aktarılmış, türkü ve ilahilere söz olmuş, yer yer atasözü misali dilden dile dolaşmış mısralarıyla Yunus Emre, Türk kültür ve medeniyetinin oluşumuna büyük katkılar sağlamış bir gönül adamıdır. Bazı kaynaklarda Anadolu’ya gelen Türk boylarından birine bağlı olup, 1238 dolaylarında doğduğu rivayet edilirse de bu kesin değildir; tıpkı 1320 dolaylarında Eskişehir’de öldüğü yolundaki rivayetlerde olduğu gibi.

Bazı kayıtlardan ve şiirlerinden 1240 yıllarında doğduğu, 80 sene civarında yaşadığı, Bolulu olduğu, Eskişehir-Sarıköy’de (Bugünkü ismi Yûnus Emre) vefat ettiği ve buraya defnedildiği anlaşılmaktadır.

Türk halk şairlerinin tartışmasız öncüsü olan ve Türk'ün
İslam'a bakışını Türk dilinin tüm sadelik ve güzelliğiyle ortaya koyan Yunus Emre, sevgiyi
felsefe haline getirmiş örnek bir insandır.

Yaklaşık 700 yıldır Türk milleti tarafından dilden dile aktarılmış, türkü ve ilahilere söz olmuş, yer yer atasözü misali dilden dile dolaşmış mısralarıyla Yunus Emre, Türk kültür ve medeniyetinin oluşumuna büyük katkılar sağlamış bir gönül adamıdır.

Bazı kaynaklarda Anadolu'ya gelen Türk boylarından birine bağlı olup, 1238 dolaylarında doğduğu rivayet edilirse de bu kesin değildir; tıpkı 1320 dolaylarında Eskişehir'de öldüğü yolundaki rivayetlerde olduğu gibi. Batı Anadolu'nun birkaç yöresinde "Yunus Emre" adını taşıyan ve onunla ilgili görüldüğünden "makam" adı verilen yer vardır.

Bir garip öldü diyeler
Üç gün sonra duyalar

Soğuk su ile yuyalar

Şöyle garip bencileyin

diyen Yunus, belki de doğduğu ve yaşadığı topraklardan çok uzaklarda bu dünyadan göçüp gittiğini anlatmak istemektedir.



Tedavüldeki en büyük banknotumuz olan 200 TL'nin ön yüzünde Atatürk arka yüzünde ise Yunus Emre'nin resmi yer almaktadır.
Anadolu
Tekke edebiyatının kurucusu sayılan Yunus Emre’nin yaşamı konusunda, kayıtlara geçmiş kesin bilgiler yoktur. Bütün bilinenler söylencelere, özellikle Bektaşi Velayetnamesi’nin belirttiğine göre Yunus Emre, yoksul bir köylüydü. Kıtlık başgösterince buğday istemek için, kerametini duyduğu Hacı Bektaş Veli’nin dergâhına gitti. Kendisine üç kez”buğday mı, himmet mi”istediği sorulunca, buğday istediğini söyledi. Ancak daha sonra pişman olarak geri döndü ve “himmet”i istediğini söyledi. Kendisine, himmet anahtarının Taptuk Emre’ye verildiği, gidip ona başvurması gerektiği söylenince, derviş olarak Taptuk Emre’nin dergâhına girdi. O dönemde bütün mutasavvıfları Hacı Bektaş Veli’ye bağlamaya çalışan Bektaşi Velayetnamesi’nde Yunus Emre’nin tasavvuf yoluna girişi böyle anlatıldıktan sonra yaşamı konusunda kesin olmayan kimi bilgiler verilmektedir.

Şiirlerinden çıkarılan bilgilere göre Yunus Emre’nin, ümmi(okuması yazması olmayan) bir ozan değildir;tersine medrese eğitimi görmüş, Kur’an ve hadis bilimini öğrenmiş bilgili bir kimsedir. Tasavvuf düşüncesini İşlerken, özgün bir yaratıcılık göstermesi bunu kanıtlamaktadır. Yunus Emre’nin tasavvuf anlayışı, kimi araştırmacılarca Mevlana’ya bağlanır. Kendisi de şiirlerinde Mevlana’ya olan sevgi ve bağlılığı dile getirir. Konya’ya giderek Mevlana’ya görüştüğü de bilinmektedir. Bundan başka, Anadolu’nun birçok yöresini, Azerbaycan’ı ve Şam’ı gezdi. Henüz siyasal birliğin kurulmadığı dönemde Anadolu’da tasavvuf düşüncesini, lirik ve içten şiirleriyle benimsettiği, kendisini şeyh olarak kabul ettirdiği geniş halk kitlelerince ermiş sayıldı. Birçok halk ozanı Yunus Emre mahlasıyla şiir yazdı. Çeşitli yerlerde, mezarı olduğu ileri sürülen “makam”larının olması, Yunus Emre’nin günümüzde bile birleştirici özelliğini göstermektedir. Mezarının Sarıköy2de bulunduğu kabul edilerek burada bir Yunus Emre anıt-türbesi yapılmıştır (1970).



Anadolu’da tekke şiiri geleneğini başlatan ve bu geleneğin en önemli temsilcisi olan Yunus Emre, şiirlerinde, tasavvufa uygun düşünce ve yaşam biçiminin değerlerini dile getirdi. Katışıksız, içten bir Tanrı sevgisinin temelini oluşturduğu bu şiirlerde, yaşamın gelip geçiciliğini, dünya malının insandaki cevheri yozlaştıracağını, bağlılığın, acımanın, erdemli olmanın önemli olduğunu, insanın kendisini Tanrı’dan uzaklaştıracak nefis düşkünlüklerini yenmeyi bilmesi gerektiğini vurguladı. Yunus Emre’nin şiirlerinin çıkış noktalarından biri de, insanı sevmeye verdiği önem oldu. Ona göre, insandaki(kendisindeki) tanrısal özü görüp, ikiyüzlülükten uzak sevebilen insan, olgun insandır;çünkü, insanı seven, Tanrı’yı sever. Gerçekte bu sevgi bütün varlıklar için aynı olmalıdır. Çünkü her varlıkta tanrısal öz vardır(vahdet-i vücut:çokluğun birliği). Yunus Emre’nin önerdiği bu sevgiye dayanan yaşama biçimi ve düşünce sistemi daha sonra gelen pek çok ozanca, yüzyıllar boyunca yaşatılarak etkisini duyurdu.

Yunus Emre, hem aydınlara, hem de halk kitlelerine seslendiği şiirlerinde aruza da, heceye de yer verdi. İlahilerini heceyle, klasik koşma biçiminde ve halkın konuşma dilindeki kullanımlarıyla, deyimleriyle çeşitlendirdiği yalın bir dille yazarken, kimi şiirlerinde yalın dilden ayrıldı, musammat gazel biçimini kullandı. Bununla birlikte, bütün şiirlerinde Türkçe sözdizimini bozmadı. Saf bir Tanrı sevgisini kaynak olarak alması, içtenlikli anlatımı, sanatlı söyleyişe yönelmemesi, karmaşık tasavvuf düşüncesini halka sevdirmesinde ve öğretmesinde en önemli etken oldu. Yunus’un şiirleri bestelenerek tekkelerde eğitim amacıyla okundu.

Yunus Emre’nin Divan’ını oluşturan şiirleri dışında öteki yapıtı, on üç beyitlik bir ön bölüm, bir nesir bölümü, 550 beyitlik üçüncü bölümden oluşan ve aruzla yazılan Risalet-ün-Nushiyye’dir. (Öğütler Kitabı, 1307). Yunus Emre’nin yaşamı ve düşünceleri, çağdaş sanatçılara da esin kaynağı oldu. Bunlar arasında Ahmet Adnan Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu(1946), Nezihe Araz’ın Dertli Dolap(1961) romanı. Recep Bilginer’in Yunus Emre (1974) oyunu sayılabilir.
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
27 Haziran 2015       Mesaj #28
Safi - avatarı
SMD MiSiM
YUNUS EMRE, türk şair (XIII. yy.'ın ilk yarısı - XIV. yy. başları). Yaşamıyla ilgili kesin bilgi yoktur. Hakkındaki menkıbelere, kendi şiirlerine, bazı tarihsel belgelere da5 yanan edebiyat araştırmacıları XX. yy. başlarından itibaren onunla ilgili değişik varsayımlarda bulundular. Bu araştırmalara göre uzunca bir yaşam sürerek 1308'den sonraki bir tarihte ölmüştü. Bir belgeye göre 1240-1320 yıllarında yaşamıştı. Porsuk suyunun Sakarya’ya karıştığı yerdeki Sarıköy’den yetişmiş ve orada ölmüştü (günümüzde yaptırılan anıtmezarı buradadır). Öte yandan Karaman'da doğup yaşadığı, gene orada öldüğü de ileri sürülür. Bu görüşte olan araştırmacıların dayandığı belgelere göre Horasan'dan Karaman'a göç etmiş bir şeyh ailesindendi. Babasının adı İsmail'dir. Varlıklı bir kişiydi. Öte.yandan Anadolu'nun daha başka yerlerinde de (Bursa, Afyonkarahisar, İsparta, Sivas, Erzurum vb.) mezarları (belki de makamları) bulunduğu ileri sürülür. Hakkındaki menkıbelere göre öğrenim görmemiştir; okuma yazma da bilmez. Oysa şiirlerinden, çağının bilimlerini öğrendiği, arapça ve farsça bildiği anlaşılmaktadır. Buna göre medresede okumuş olmalıdır. Bektaşi Velayetname'sıne göre gençliğinde çiftçilikle uğraştı, sonradan Taptuk Emre adlı şeyhin müridi oldu.
Onun tekkesinde uzun yıllar hizmet ettikten sonra dervişlik geleneğine uyarak gurbete çıktı; halkı tarikat yoluna çağıran şiirleri geniş bir çevreye yayıldı. İlahileri XX. yy. başına kadar tekkelerde okundu, onun yolunu izleyen (Sait Emre, Âşık Paşa, Kaygusuz Abdal, Hacı Bayram, Eşrefoğlu Rumi, Hatayi, Niyazi-i Mısri vb.), hatta onun mahlasını kullanan (Miskin Yunus, Derviş Yunus, Âşık Yunus, Yunus Dede vb.) şairler yetişti. F.Köprülü'nün Türk edebiyatında ilk mutasavvıflar (1918) yapıtında onun yaşamını ve şiirlerini konu edinmesinden sonra aydınlar, edebiyat çevreleri, geniş okur topluluğu onunla büyük ölçüde ilgilendi. Edebiyat tarihçileri, hakkında pek çok inceleme yayımladı. Dilinin arılığı, anlatımının şiirsel gücü, dinsel inancında içtenliği, aşk, ölüm gibi evrensel şiir konularını etkileyici biçimde anlatışı vb.
dolayısıyla bütün türk edebiyatının en büyük şairlerinden biri sayıldı. Günümüzde onun asıl büyük değerinin ise her dinden, her inançtan insanlara aynı gözle bakan insan sevgisinden (Uluslararası Yunus Emre semineri’nin [1971] konusu onun hümanist görüşüydü) kaynaklandığı kabul edilmektedir. (-* Kayn.)

Kaynak: Büyük Larousse
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
15 Kasım 2016       Mesaj #29
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye

Yunus Emre

(d. y. 1238 - ö. y. 1320)
Ad:  Yunus Emre.jpg
Gösterim: 332
Boyut:  151.3 KB

Anadolu’da Türkçe şiirin öncüsü olan şair ve mutasavvıf.
Yaşamına ilişkin bilgiler sınırlıdır. Doğum yeri belirlenebilmiş değildir. 13. yüzyıl ortalarından sonra Moğol baskısının da etkisiyleAnadolu Selçuklu Devleti’nin dağılıp parçalandığı bir kargaşa döneminde yaşamış, bu dönemin sarsıntı ve acıları yapıtlarında önemli izler bırakmıştır. Babasının adının İsmail olduğu bilinmektedir. Medrese eğitimi görerek geleneksel İslam bilimlerinin yanı sıra Arapça ve Farsça öğrendiği, ayrıca Iran ve Yunan mitolojisi ile tasavvuf tarihini incelediği sanılır. Ahmed Yesevi’nin müritlerinden Hacı Bektaş ya da Sinan Ata’nın halifesi Taptuk Emre’nin tekkesinde hizmet etmiş, onun düşüncelerini yaymak için Anadolu’yu dolaşmış, daha sonra kendisi de şeyh olmuştur. Sarıköy (Eskişehir), Buna, Emreköyü (Manisa), Dutçuköyü (Erzurum), Keçiborlu ve Karaman gibi Anadolu’nun birçok yerinde adına mezarlar bulunduğu için nerede öldüğü ve gömüldüğü kesin olarak bilinmemektedir.

Vahdet-i vücud (varlık birliği) öğretisine ulaşan bir tasavvuf yorumunu benimseyen Yunus Emre’nin olağanüstü gözlem gücü ve hoşgörü anlayışı, bazı düşünürlerin onu başka felsefi akımlarla da ilişkilendirmele- rine yol açmıştır. Yunus Emre, “şeriat, tarikat, marifet, hakikat” olmak üzere dört bilgi düzeyi ayırt eder. Bunlardan birincisi İslam dininin kuralları, İkincisi tarikat kuradan, üçüncüsü sezgi (keşif ve ilham) yoluyla ulaşılan bilgi, dördüncüsü de en yüksek bilgi olan gerçeğin, Tanrı’nın sırrıdır. Ona göre biri dış (zahiri), öbürü iç (batini) olmak üzere iki dünya vardır. Yalnızca iç dünyayla ilgili bilimler (batini bilimler) en yüksek bilgi derecesine, Tann’ nın sırrına yönelir. Tanrı’ya ulaşmak, gerçeğin gizini bulabilmek için bütün dindışı bilimlerden vazgeçmek gerekir.

Yunus Emre olgunluk döneminde yazdığı Risaletü’n-Nushiye (1965) adlı 573 beyitlik şiirinin başlangıcındaki düzyazı metinde aklın ve imanın çeşitlerini anlatır. Buradaki yaklaşıma göre insanda toprak, su, ateş ve yel nitelikleri can ile birleşmiştir; toprak ve su Cennet’in, ateş ve yel ise Cehennem’in öğeleridir. Yunus Emre’ye göre iyilikler, Tanrı özlemi, Tanrı’ya güvenmek, sabır, onurunu korumak, iyi huy, insanlara iyilik etmek, cömertlik, temiz yüreklilik, dürüstlük, utanma, kanaatkârlıktır. Gösteriş, kibir, şehvet, kıskançlık, öfke, cimrilik, kin, dedikodu ve ikiyüzlülük de kötülükleri oluşturur. Yunus Emre, sürekli yinelediği gönül kırmama ilkesini, düşüncesinin kaynaklandığı tasavvuf felsefesinin etkisiyle şeriat kurallarının üstünde tutar. Şeriatı vurgulayan din adamları ile tarikatlar arasında sürüp giden çekişmeler de Yunus Emre’nin yapıtlarında etkisini göstermiştir.

Yunus Emre, hece ölçüsünü kullanmış, özellikle 7 ve 8 heceli kalıplarla yazmış, ama hemen bütün öteki kalıpları ve aruz ölçüsünü de denemiştir. Halk şiirine özgü dörtlüklerle yazdığı şiirlerden başka gazel biçimiyle, beyitlerle de yazmış, gazel biçimini heceye uygulamıştır. Aruz kullandığında da uyak konusunda genellikle halk şiiri geleneğini izlemiş, yarım uyaklarla yazmış, sık sık da redife yer vermiştir.

Yunus Emre Oğuz lehçesiyle ve çağının konuşma diliyle yazmış olmakla birlikte kullandığı sözcüklerin tümü Türkçe değildir. Ayrıca Farsça dil kurallarına uyduğu, bu kurallarla ad ve sıfat tamlamaları kurduğu ve Türkçe sözcükleri yabancı bağlaçlarla bağladığı da görülür. Bazı sözcüklerin hem Türkçesini, hem Arapçasmı ya da Farsçasını birlikte kullanmıştır. Ama Yunus Emre’ nin şiirlerinde Oğuz lehçesi olağanüstü bir anlatım gücüne, benzeri az görülen bir uyum güzelliğine ulaşmıştır.

Yunus Emre’nin sağlığında düzenlenen Divan i bulunamamıştır. Günümüzdeki Divan'lar çeşitli yazmalardan şiirlerin derlenip bir araya getirilmesiyle düzenlenmiştir. 1904’te birinci 1924’te ikinci basımları yapılan Divan-ı Aşık Yunus Emre'den sonra Burhan Toprak Yunus Emre Divanı'm üç cilt halinde yayımladı (1933-34). Bu yapıtın ikinci basımı 1943’fe iki cilt olarak düzenlendi. Bilimsel bir çalışmaya dayanan ilk Yunus Emre Divanı da gene 1943’te Abdülbaki Gölpınarlı tarafından yayımlandı.

MsXLabs.org & Ana Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen _Yağmur_; 19 Kasım 2016 13:42
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.

Benzer Konular

18 Kasım 2016 / Misafir Cevaplanmış
8 Haziran 2016 / Baturalp Sinema tr