Ziyaretçi
Johann WoIfgang von Goethe
(d. 28 Ağustos 1749, Frankfurt am Main - ö. 22 Mart 1832, Weimar)
Alman şair, oyun yazarı, romancı.
Evrensel boyutlara ulaşmış ünüyle dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biridir. Sanat, estetik ve edebiyat denemeleri yazmış, doğa bilimleriyle uğraşmış, insan anatomisi ve botanik konularında araştırmalar yapmıştır. Alman edebiyatındaki coşkunluk akımının (Sturm and Drang) ve klasik dönemin Schiller’le birlikte başlıca temsilcisidir. Günümüze değin pek çok tanınmış yazar onu örnek almıştır. 150. ölüm yıldönümü olan 1982 bütün dünyada “Goethe yılı” olarak kabul edilmiştir.
Çocukluk yılları
Goethe’nin babası Johann Kaspar Goethe, varlıklı bir aileden gelen bir hukukçu, annesi Elisabeth Textor ise bir memur ailesinin kızıydı. Sert huylu, titiz, disiplinli, akıl ve mantık ilkelerinden ayrılmayan bir baba ile, duygulu, hayal gücü ve anlatma yeteneği çok gelişmiş bir annenin bu özellikleri, Goethe’nin kişiliğini oluşturdu, yaratıcılığını olumlu yönde etkiledi. Kültürlü bir insan olan babası, oğlunun Aydınlanma döneminin ideallerine göre yetişmesini amaçlamıştı. Daha küçük yaşta ona Latince, Yunanca, İbranice, Fransızca, İngilizce ve İtalyanca öğretti; 10 yaşında Aisopos’u, Homeros’u, Vergilius’u ve Ovidius’u okutarak antik kültürle tanışmasını, din eğitimine önem vererek de Kitabı Mukaddes’i tanımasını sağladı. Goethe’yi çocukluk yıllarında etkileyen, güzel sanatlara, özellikle de görsel sanatlara ilgi duymasına ve Fransız kültürü almasına yol açan bir rastlantı da, Avusturya ile birleşen Fransızların 1759’da Frankfurt’u işgal etmeleri oldu. Goethe’lerin evi iki buçuk yıl süreyle Fransızların karargâhı olarak kullanıldı. Goethe böylece güzel sanatlara meraklı Fransız komutanın sanatçı konuklarıyla tanıştı; temsillerini hiç kaçırmadan izlediği gezici Fransız tiyatro topluluğu aracılığıyla da Racine ve Moliere’i öğrendi.
Leipzig dönemi (1765-68)
Babasının isteğine karşı koyamayan Goethe, 1765’te hukuk öğrenimi yapmak üzere Leipzig’e gitti. Uzun bir tarihsel geçmişi olan Frankfurt’a karşılık Leipzig, çağının “küçük Paris”i olarak bilinen modern bir kentti. Sanat çevrelerindeyse, yaşamın eğlenceli bir oyun gibi kabul edildiği, uçarı Rokoko kültürü egemendi. Aydınlar ve edebiyatçılar arasında, Aydınlanmanın akılcı yazarı Gottsched, bir de Samuel Richardson ve Laurence Steme gibi yazarların doğrultusunda Almanya’da yeni gelişen duygusallığın temsilcisi Christian Fürchtegott Gellert tutuluyordu. Ama Goethe’yi asıl etkileyen, arkeolojinin babası sayılan sanat tarihi kuramcısı Johann Winckelmann’ı tanımasını ve içinde yaşadığı yapmacık dünyadan uzaklaşarak antik kültüre yönelmesini sağlayan ressam dostu Adam Friedrich Oeser oldu. Goethe, Leipzig’deki ortamı hiçbir zaman bütünüyle benimseyememişti. Gene de, bu yıllarda yazdığı ve Anette Lieder (1767; Anette İçin Şarkılar) adı altında topladığı şiirleri ile Die Laune des Verliebten (1767; Sevgilinin Keyfi) ve Die Mitschuldigen (1770; Suça Katılanlar) adlı iki oyunu rokoko üslubunu yansıtan yapıtlardır.
Goethe’nin bu yıllarda içinde yaşadığı, her şeyin hafife alındığı rokoko dünyası ile Kâtchen Schönkopf adlı bir genç kıza beslediği gerçek duygular arasındaki ikilem, onun büyük bir bunalıma düşerek Leipzig’ den kaçmasına yol açtı. Frankfurt’ta ilişki kurduğu pietist çevre ise, insanın iç dünyasına yönelmesini ve düştüğü bunalımdan kurtulmasını sağladı.
Coşkunluk akımı dönemi (1770-75)
Goethe 1770’te, yarım kalan hukuk eğitimini tamamlamak amacıyla Strassburg’a (Stras- bourg) gitti. Orada geçirdiği bir buçuk yılda gerçek edebiyatçı kişiliğini buldu. Bu süre içinde yazar ve düşünür Herder’le kurduğu dostluk ve bir papazın kızı olan Friederike Brion’a duyduğu aşk, onun gelişmesine yardımcı olan başlıca iki etkendir. Herder, bir yandan Goethe’nin rokoko kültüründen uzaklaşmasını sağlarken, bir yandan da dikkatini Shakespeare, Ossian ve Pindaros gibi yazarlara çekiyor, halk edebiyatına karşı ilgisini uyandırıyor ve ona yepyeni bir tarih bilinci veriyordu. Goethe’nin, tarihi, kültürü ve sanatı sürekli bir devinim, bir gelişme içinde gören Herder’in düşüncelerini benimsemesi, Alman şiir sanatının kökenine inmesine, halk şarkıları üslubunda şiirler yazmasına yol açtı. Goethe, Elsass (Alsace) yöresinin doğasından da çok etkilenmişti.
Doğayı ilk kez organik bir varlık olarak algılıyordu. Bu yeni doğa görüşünün Friederike Brion’a duyduğu güçlü sevgi ile birleşmesinden “Willkommen und Abschied” C“Kavuşma ve Ayrılış”, 1949) ve “Mailied” (“Mayıs Şarkısı”, 1949) gibi ünlü şiirleri doğdu. Bunlar, kişisel deneyimlerden kaynaklanan, yazarın gerçek duygularını dile getiren yaşantı şiiri (Erlebnislyrik) türünün ilk örnekleridir. Gene bu yıllarda Goethe büyük ilgi duyduğu Alman gotik sanatını yakından tanıdı ve Strassburg Katedrali üzerinde odaklaşan bu ilgisini (sonraki yıllarda Wetzlar’da tamamlayacağı) “Von deutscher Baukunst” G773; “Alman Mimarisi Hakkında”, 1949) adu ünlü makalesinde dile getirdi. Gene Strassburg yıllarının ürünü olan bir ikinci yazısı da “Rede zum Shakespeare Tag”dı (Shakespeare Günü İçin Konuşma). Onun, Shakespeare’in yapıtlarıyla yoğun biçimde uğraşmasının sonucunda ortaya çıkan bu çalışması, Alman edebiyat çevrelerinde bu yazarın ilk kez doğru ve köklü bir biçimde tanınmasını sağladı. Shakespeare’i bir “deha” olarak niteleyen Goethe, kendini de onunla eşdeğer sayarak, kendi “ben”ine, kendi yaratıcı gücüne duyduğu güveni ilk kez dile getirdi. Goethe’ nin Shakespeare’in yapıtlarına duyduğu ilginin bir başka ürünü de, gene o yıllarda yazmaya başladığı Götz von Berlichingen (1773; Demir Elli Şövalye von Berlichingen, 1933) adlı oyunudur. Coşkunluk akımına özgü iyi ve güçlü insan (Kerl) tipini ve özgürlük idealini işleyen oyun, bu dönemin tiyatro alanındaki en yetkin örneklerindendir.
Goethe 1772’de, stajını tamamlamak için kısa bir süre Strassburg’dan Wetzlar’a gitti. Onun tümüyle edebiyata yöneldiği Wetzlar döneminin en önemli olayı, arkadaşı Kestner’in nişanlısı Charlotte Buff’a âşık olması ve bu umutsuz aşkın sonucunda Die Leiden des jungen Werther (1774; Genç Werther’in izdirapları, 1914 Genç Werther’in Acıları, 1935, 1991) adlı romanın ortaya çıkmasıdır. Goethe o dönemde kişisel yaşantılarını, doğa karşısında kendini kaptırdığı coşkuyu, gem vuramadığı duygularını dile getirecek yeni biçim arayışları içindeydi. Eski Yunanlı şair Pindaros’un övgü şiirlerinden ve Alman şair Klopstock’un odlarından etkilenerek şiirler yazıyordu. Belirli kalıplara bağlı kalmadan, dizenin kendi içindeki ses düzenine dayalı, serbest ölçülü bu övgü şiirlerinin en önemlileri “Prometheus”, “Wanderer’s Sturmlied” (Gezginin Fırtına Şarkısı), “Ganymed” (“Ganymed”, 1965) ve “Schwager Kronos”tur.
Werther romanı ise aynı coşkulu duyguların anlatı biçiminde dile getirilmesidir. Romanın konusu, Goethe’nin Charlotte’ye beslediği umutsuz aşkla Jerusalem adlı bir dostunun o sırada aşk uğruna kendini öldürmesi gibi iki olaydan kaynaklanır. Mektup-roman biçiminde yazılmış olması ise, İngiliz yazar Samuel Richardson’ın Pamela adlı romanının etkisini yansıtır. Aklın yerine duyguyu koymasıyla, insan ruhunu, düş gücünü, dolayısıyla da bireyi ilk kez bu kadar yüceltmesiyle, Tanrı’nın yansısını insanın kalbinde ve (panteist bir görüşle) doğanın her bir zerresinde bulmasıyla Alman edebiyatında yeni bir çığır açan Werther, modern Alman romanının da başlangıcı olarak kabul edilir. Roman, Almanya dışında da büyük yankı uyandırmış, Goethe’nin bir anda dünya çapında ün kazanmasını sağlamıştır.
Klasik dönemi
Weimar yılları ve İtalya gezisi.
1775’te tanıştığı genç Weimar dükü Kari August, Goethe’yi Weimar’a çağırdı ve kendine özel elçilik danışmanı olarak atadı. Bu olay Goethe’nin Leipzig, Strassburg ve Frankfurt yıllarını içine alan gençlik döneminin sona ermesi anlamına geliyordu. Artık, günlük yaşamında bazı sorumluluklar yükleneceği, nesnel değerlere önem vereceği, ölçüsüzlükten kaçınacağı bir dönem başlamıştı. Weimar düküyle kısa zamanda büyük bir dostluk kuran Goethe, aynı zamanda onun yardımcısı olarak maden ocaklarıyla kent ormanlarının denetimini de üstlendi. Bu ona, doğaya daha yakın olma olanağını verdi. Böylece doğabilim araştırmalarına yönelen Goethe bitkiler, taşlar, yeryüzünün jeolojik yapısı, insan ve hayvan anatomisi, renklerin ve ışığın gizleri gibi eskiden beri ilgilendiği konular üzerinde yoğun çalışmalara girişti. “Seefahrt” (Deniz Yolculuğu), “An den Mond” (Ay’a), “Wanderer’s Nachtlied” (“Yolcunun Gece Şarkısı”, 1948) gibi şiirleri ile doğadaki gizilgücü dile getirdiği “Erlkönig” (“Peri Padişahı”, 1958) ve “Der Fischer” (Balıkçı) gibi ünlü baladları, onun Weimar’da yaşadığı değişimin en canlı kanıtlarıdır. “Grânzen der Menschheit” (“İnsanlığın Sınırları”, 1949) gibi şiirlerinde, coşkunluk döneminde olduğu gibi tanrılar karşısında kendini üstün gören insan imgesinin yerini, sınırlarının bilincine varmış, çevresiyle uyumlu insan almıştır.
Onun bu yeni dünya görüşünü kazanmasında, Weimar’da tanışıp büyük bir sevgiyle bağlandığı Frau von Stein’ın etkisi büyüktür. Goethe’den daha yaşlı, evli ve birkaç çocuk sahibi olan bu soylu kadın, duygulu, akıllı ve dengeli kişiliğiyle, onun çevresiyle uyumlu, kendi içinde dengeli bir ruh dünyası kazanmasına yardımcı olmuştur. Goethe “Warum gabst du uns die tiefen Blicke” (Neden Bize Bu Derin Bakışları Verdin) adlı ünlü şiirini Frau von Stein için yazmıştır. Gene bu yılların ürünü olan Iphigenie auf Tauris (1779; Iphigenie Tauris’te, 1943) adlı oyunundaki Iphigenie ile Torquato Tasso’daki (1780-89; Torquato Tasso, 1941) prenses tipleri de Frau von Stein’m kişiliğinden önemli izler taşır.
Iphigenie Tauris’te oyununda Goethe, Antik Çağda Euripides’in de işlediği mitolojik İphigeneia konusunu, özünde değişiklikler yaparak kullanmıştır. Onun sonsuz insan sevgisi ve ruh güzelliğiyle dolu Iphigenie’si, tanrıların lanetlediği Tantalos soyu üzerinden lanetin kalkmasını ve kötü ruhlar tarafından izlenen erkek kardeşi Orestes’in kurtulmasını sağlar. Goethe, Iphigenie’nin kişiliğinde sevgiye ve ölçüye dayanan bir insanlık idealini gerçekleştirmiştir. Bu niteliğiyle oyun, Lessing’in Nathan der Weise (Bilge Nathan) ve Schiller’in Don Carlos’uyla birlikte Alman edebiyat tarihinde “insanlık ideali”nin işlendiği üç temel yapıttan biridir.
Torquato Tasso’da ise Goethe, Werther gibi kendi yarattığı düş dünyasında yaşayan bir şairin, dışında kaldığı gerçeklikle çatışmasını sergiler. Ama artık coşkunluk dönemi yapıtlanndakinin tersine bir tutum içindedir; yazar olarak toplumla sanatçı arasındaki uyumsuzluğu kendisi yaratan, toplumu anlamaya çaba göstermeyen Tasso’nun tarafını tutmaz. Kendisi de, Tasso’nun tersine, dış dünya ile ilişki kurmuş, yaşamla sanatı kendi kişiliğinde bağdaştırmayı başarmıştır.
On yıl kaldığı Weimar’da toplum yaşamına bağımlı olmaktan sıkılan Goethe, 1786 sonbaharında ansızın Weimar’dan ayrılarak Verona ve Venedik üzerinden Roma’ya gitti. Daha sonra Italienische Reise (1816- 17; İtalya Seyahati, 1957) adlı kitabında anlatacağı bu iki yıllık dönemin, onun yaşamında çok önemli etkileri oldu. İtalya’ da çeşitli sanat yapıtlarını yakından tanıma olanağını buldu. “Bakmak”, “görmek”, “incelemek” kavramları gözünde büyük önem kazandı. Yakından tanıdığı ve hayran kaldığı Yunan ve Roma sanatının yanı sıra, İtalya’daki değişik bitki örtüsünü inceleyerek vardığı sonuçlar da dünyaya bakışma yeni bir boyut kazandırdı. Doğabilim çalışmalarını özellikle bitkiler üzerinde yoğunlaştırdıktan sonra, insanların da bitkiler gibi sürekli bir değişim içinde oldukları görüşüne varmıştı. Ona göre, bitkilerin tümünün kökenini nasıl bir “ana bitki” (Urpflanze) oluşturuyorsa, insanların değişme ve gelişmesi de, her varlığın içinde bulunan ana ilkeye, öze bağlıydı. Doğadaki, “sürekli değişmeye karşın aynı varlık olarak kalmak, ama gene de sürekli değişmek” yasasını insana da uyguladı. Weimar’a döndükten sonra bu düşüncelerini “Metamorphose der Pflanzen” (1790; Bitkilerin Başkalaşması) adlı yazısında dile getirdi.
1788 yazında Weimar’a geri döndüğünde, o çevreye ve eski dostlarına yabancılaştığını gördü. Bu kez, karşısına çıkan Christiane Vulpius adlı eğitimsiz bir kıza âşık olmuştu; bir süre sonra onunla evlendi, Kari August adını verdikleri bir oğulları oldu. 1790’da Weimar’da tamamladığı, 20 parçadan oluşan “Römische Elegien” (“Roma Ağıtları”) adlı şiirinde, Christiane’nin ona verdiği yaşama sevincini dile getirdi.
Schiller’le dostluğu
1794’te Goethe ile Şchiller, Jena Üniversitesi’nde karşılaştılar. İlk ilişkileri, Goethe’nin ana bitki konusundaki görüşlerine Schiller’in karşı çıkmasıyla başladı. Ama daha sonra bu tartışmadan büyük bir dostluk doğdu. Schiller’in çıkarmakta olduğu Die Horen (1796-97) adlı edebiyat dergisinde Goethe de yazmaya başladı. Bu, her iki şair için de verimli bir dönem oldu. İkisi de en ünlü baladlarını 1797’de yazdılar. “Der Schatzgrâber” (Hazine Avcısı), “Der Zauberlehrling” (“Büyücü Çırağı”, 1961) Goethe’nin gençlik yıllarındaki coşkulu tutumunu aşıp klasik olgunluğa eriştiği, içinde duygulardan çok, düşüncelere ağırlık verdiği baladlardır. Goethe’nin, dostu Schiller’in etkisiyle tamamladığı bir yapıtı da, Wilhelm Meisters Lehrjahre’dir (1796; Wilhelm Meister’in Çıraklık Yılları, 1945). Yapıt, Weimar’a geldiği yıllarda yazmaya başladığı, ama bitirmeden bıraktığı Wilhelm Meisters theatralische Sendung’un (Wilhelm Meister’in Aktörlüğü, Rejisörlüğü ve Sahne Şairliği, 1941) yeniden ele alınıp bir oluşum romanma dönüştürülmüş biçimidir. Romanda “her insan kendisinde doğuştan bulunan yetenek ve yatkınlıktan geliştirerek kişiliğini oluşturur” düşüncesi dile getirilmiştir. Bu görüş ise, Goethe’nin İtalya yolculuğunda geliştirdiği, doğadaki özün sürekli değişerek yeni biçimlere girdiği görüşüyle aynı doğrultudadır.
Klasik döneminde Goethe’nin toplum karşısındaki tutumu da değişmiştir. Artık toplumu, kişiliğin oluşmasında en önemli etmen saymaktadır. Kahramanları, coşkunluk dönemindekiler gibi yasa tanımaz bir tutum içinde değildir; yasalara başkaldırmanın yerini, düzenle uyum içinde yaşama düşüncesi almıştır.
Geç dönemi
1805’te Schiller’in ölmesiyle, Goethe’nin sanat yaşamında bir dönem daha son buldu. Bundan sonraki ürünleri gerek dil, gerek üslup açısından öncekilerden farklıdır. Weimar dönemine kadar gençlik yıllarını anlattığı Aus meinem Leben. Dichtung und Wahrheit (1833; Kendi Hayatımdan Şiir ve Hakikat, 1946-54, 3 cilt) adlı yaşamöyküsü, özdeyişlerini bir araya topladığı Maximen und Reflektionen (Özdeyişler ve Düşünceler), Schiller’le mektuplaşması, dostu Johann Peter Eckermann’la konuşmaları hep bu son döneminin ürünleridir.
Goethe’nin anlatı türündeki son yapıtları, aynı zamanda üçüncü büyük romanı olan Wahlverwandtschaften (1809; Gönül Yakınlıkları, 1962/Gönül Bağları, 1977) ve Wilhelm Meister’in ikinci bölümü olan Wilhelm Meisters Wanderjahre’dir (1829; Wilhelm Meister’in Seyahat Yılları, 1946). Şiir türünde ise West-Ostlicher Diwan (1819; Divan-ı Şarki, 1912) bu son dönemin en önemli yapıtıdır. Goethe Divan-ı Şarki’de, 14. yüzyılda yaşamış İranlı şair Hâfız’ın gazellerini, biçim ve uyak özelliklerinden çok, öz açısından örnek almıştır.
ÖBÜR ÖNEMLİ YAPITLARI.
Şiir.
- Neue Lieder (1770; Yeni Şarkılar),
- Epilog zu Schillers Glocke (1805; Schiller’in Çan’ına Son Deyiş),
- Marienbader Elegien (1823; Marienbad Ağıtları).
- Clavigo (1774; Clavigo, 1948),
- Stella (1776; Stella, 1946),
- Die Geschwister (1776; Kardeşler, 1938-39),
- Egmont (1788; Egmont, 1946).
kaynak: Ana Britannica
BAKINIZDünya Tiyatrosu - Faust (Goethe)
Son düzenleyen Safi; 16 Ocak 2017 14:35
Biyografi Konusu: Johann Wolfgang von Goethe nereli hayatı kimdir.