Arama

Makale Nedir?

Güncelleme: 7 Mart 2017 Gösterim: 22.631 Cevap: 8
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Ekim 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Makale

Ad:  makale.jpg
Gösterim: 17339
Boyut:  21.1 KB

Herhangi bir konuda bir düşünceyi, bir görüşü açıklamak, savunmak ya da bilgi vermek için yazılan yazı. Her alanda, her konuda makale yazılabilir. Denemenin tersine bir makalede kanıtlara, belgelere vb. dayanmak, bir sonuca varmak gerekir. Bir sınırlama olmamakla birlikte, makale denilince genellikle gazetelerde yayımlanan düşünce yazıları akla gelmektedir. Bunun nedeni, makalenin gazeteyle birlikte doğup gelişmiş bir yazı türü olmasıdır. Nitekim Türkiye'de de ilk makaleler Tanzimat döneminde gazetelerle birlikte görülmüştür. Türün öncüsü Tercüman-ı Ahval'deki (1860) makaleleriyle Şinasi'dir.

Sponsorlu Bağlantılar

Makale, herhangi bir konuda, bir görüşü, bir düşünceyi savunmak ve kanıtlamak için yazılan yazıdır. Gazete ve dergilerde yayınlanır. Bir gerçeği açıklamak, bir konuda görüş ve düşünceler öne sürmek ya da bir tezi savunmak, desteklemek için yazılan yazılara da "makale" denir .

Sahasında uzman kişilerin türlü konularda yazdıkları ciddi ve öğretici yazılardır. makaleler akla bilime uygun olarak yazılmalı herkes tarafından kabul gören gerçeklere dayandırılmalıdır yoksa yazarın kişisel görüşlerinden öteye geçemez ki bu da türün doğru anlaşılmadığını gösterir şiirle bilim yapılamıyacağı gibi.

Yazarın belli bir konuda, genellikle günlük politika ile ilgili görüşlerini dile getirdiği kısa metinlerdir. Makale, asıl gazetelerin yaygınlaşması ve gelişmesiyle kendini gösteren bir edebi türdür. Yazar bu kısa yazılarda çeşitli konulara ilişkin kişisel görüş eleştiri ve önerilerini sıralayabilir. Ya da politik veya toplumsal sorunlara değinebilir. Konular politikanın yanı sıra, bilim, dil, kültür gibi yazarın tercih ettiği herhangi bir alan da olabilir. Makalenin amacı, açıklama, eleştiri, tanıtım, bilgilendirme de olabilir. Ama genellikle eleştirel tutum ön plandadır. Makaleler, günlük yazıldıktan sonra bir araya getirilerek makale kitapları şeklinde yayınlanabilir.

ANSI'nin (Amerikan Ulasal Standartlar Enstitüsü) tanımı şöyledir:
Bilimsel makaleler, bilgi birikimini önemli ölçüde genişletmek, belirli bir bilgiyi veya anlayışı teyit etmek amacıyla yazılan ve nitelikli bir araştırmacının verilen bilgilerden hareket ederek,
a) Araştırmayı aynı koşullarda teekrarlamak suretiyle sonuçların doğruluğunu test edeebileceği,
b) Yazarın gözlemlerini, hesaplamalarını, mantık yürütme biçimini ve kuramsal çıkarımlarını izleyebileceği,
c) Sonuçların geçerliliğini yargılayabileceği,
yazım biçiminde iddialar yanında yetersizlik ve kısıtların da vurgulanmış olduğu çalışmalardır.

Özellikleri
  • Anlatım yalın ve yoğundur, nesnel bir nitelik taşır.
  • Öne sürülen düşünce ve tez kanıtlanır.
  • Söz oyunlarına başvurulmaz, süslü anlatımdan uzak durulur.
  • Her konuda makale yazılabilir.
  • Gazete, yazılı ve dergilerde yayımlanır.
  • Genellikle makale yazıları kısa ve öz olur.
Derlemedir.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2017 00:32
ÖmÜrCeK - avatarı
ÖmÜrCeK
Ziyaretçi
16 Kasım 2008       Mesaj #2
ÖmÜrCeK - avatarı
Ziyaretçi
Makale
MsXLabs.org
Sponsorlu Bağlantılar

Belirli bir konuda, bir görüşü, bir düşünceyi savunmak ve kanıtlamak için yazılan yazı türüne denir. Gazete dergi ve internette yayınlanır. Ayrıca herhangi gerçeği açıklığa kavuşturmak, bir konuda görüş ve tezler ortaya koymak ve bir hipotezi savunmak, desteklemek için yazılmış olan yazılara da makale denir.

Makale yazarken aşağaıdaki kriterler önemlidir;
  • Anlatımda sade ve belirli bir formata uygun olursa daha iyi olur.
  • Somut özellikler ön plandadır.
  • Öne sürülen düşünce ve tez kanıtlamak icap eder.
  • Makele yazarken belirli bir konu yoktur. Yazar her konuda yazabilir.
  • Gazetee dergi ve internette yayımlanır.
Ayrıca bilimsel standartlarda makale yazmak çok önemlidir. Örneğin çok önemli bir hipotezi ispatlasanız dahi eğer bu bilimsel makale formatına uygun değilse hiç bir bilimsel yayında itibar görmez hatta yayınlanmaz. Bu sebeple akademik kariyer sahibi insanlar makalelerini belirli bir formata uygun kalarak yazmak zorundadır. Bu okuyanların işini kolaylaştırır. Akademik bilgi düzeyi ve yazılan hipotezin doğruluğu ile ilgili makale arasında bilimsel bilgi düzeyi açısından direk bir bağlantı olmasa da, bilimsel makale yazma alışkanlığınız ve formata uygunluğunuz karşı tarafın sizi değerlendirmesinde rol oynayabilir. Akademik süreçde bilimsel Dünya ya sunulan bir bilgi demetinin başarısı anlaşılır bir düzeydeki dille ve formatına uygun bir biçimde karşı tarafın yargı gücüne sunulmuş olma özellikleri ile doğru orantılıdır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2017 00:07
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
18 Kasım 2009       Mesaj #3
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Makalenin belirleyici özellikleri nelerdir?


Düşünsel plânla yazılır.
  • Yazar anlattıklarının doğruluğuna güvenmeli, anlattıklarını bir mantık çerçevesine oturtabilmelidir. Her anlattığı, önceki anlattıklarıyla çelişmemelidir.
  • İşlenen konu kendinden önceki söylenmişlerden, yazılmışlardan ayrı olmalıdır.
  • Okuyucuya konunun önemini kavratabilmek için örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme gibi nesnel verilerden yararlanmalıdır.
Makale türünün Türk Edebiyatı’ndaki önemli temsilcileri şunlardır: Namık Kemal, Ziya Paşa, Şemseddin Sami, Muallim Naci, Beşir Fuat, Hüseyin Cahit, Fuat Köprülü

Giriş Bölümü : Öne sürülecek sav, görüş ya da düşünce yazının girişinde sergilenir. Makalenin en kısa bölümüdür. Makalenin geneline göre bir iki, paragrafı geçmez. İyi bir giriş makalenin oluşmasını sağlayabilir. Giriş bölümünde, yazıdaki fikir gelişiminin hangi yönde olacağı saptanır. Okuyucu bilgi ve fikir atmosferine yavaş yavaş sokulur.

Genellikle okuyucu ilk bakışta bu bölümü okur; sararsa, ilgisini çekerse yazıyı sonuna değin okumaya karar verir. Bu yönden makalelerde girişin çok ustaca ve özenle biçimlendirilmesi gerekir. Bu bölümde konu hiçbir ayrıntıya girmeden ortaya konulur.. Bunun aşırı dolaylamalara kaçılmadan yapılması gerekir. Neyin üzerinde durulacağı, ne hakkında söz söyleneceği bir iki parağraf içinde ortaya konulmalıdır.

Gelişme bölümü: Gelişme bölümünde, giriş bölümünde dile getirilen konu açıklanır, makalenin yazış amacı ve bu amaca yönelik bilgi, belge ortaya konularak tez savunulur, antitezler çürütülür. Konu ile ilgili bilgi ve belgelerin ele alınıp işlendiği, konunun genişletildiği ve ortaya konmak istenen fikrin doğruluğuna deliller gösterildiği bölüm, gelişme bölümünü oluşturur (Korkmaz 1995:220). Gelişme bölümü, derlenen, ortaya atılan fikirlerin çeşitli yönlerden genişletilmesi, desteklenmesiyle meydana gelir. Bütün fikir yazılarında olduğu gibi makalede de gelişme bölümünde açıklanacak fikirlerin derli toplu olması lazımdır. Dile getirilen fikirlerin inandırıcı, iddiacı kesin bir karaktere sahip olması için onları uygun yollarla açıklamak, desteklemek ve yerine göre de ispatlamak gerekir.

Gelişme bölümü makale yazarının inandırıcı olabilmek için tüm gücünü ortaya koyduğu alandır Bu bölümde ileri sürülen görüşlerin doğruluğunu ispatlamak için kanıtlar gösterilir, karşılaştırmalar yapılır, sayılar ve örnekler verilir. Öne sürülen sav, görüş ya da düşüncenin açımlanması, kanıtlanması bölümü makalenin gövdesini oluşturur. Yazar bu bölümde düşüncelerini açacak, geliştirecek, boyutlandıracaktır. Bunun için de tanımlama, karşılaştırma, örneklendirme, tanıklama, nesnel verilerden yararlanma gibi yollara sık sık başvuracaktır. Böylece okuyucuyu söylediklerinin doğruluğuna ve geçerliğine inandırmış olacaktır

Sonuç Bölümü : Sonuç bölümü; bir bakıma özetleme bölümü sayılabilir. Başta ileri sürülen, sonra açıklanan görüş, sonuç bölümünde -genellikle- bir paragrafta yinelenir. Ama asıl işlev burada yazının etkisinin doruğa ulaştırılmasıdır Ele alınıp işlenen, geliştirilen konunun hükme varıldığı ve o konunun ana fikrini oluşturan kısım sonuç bölümüdür. Bu bölümde yazar söylediklerinin tümünü belli bir sonuca ulaştıracak biçimde bir iki cümle ile sonucu vurgular.

Genellikle makale yazarları seçtikleri konu üzerinde söylediklerini bu bölümde bir yargıya dönüştürerek derleyip toparlarlar. Ancak bu bölüm her zaman için gerekli olmayabilir, yazar söylediklerini makalenin gelişme bölümünde iyice aydınlığa kavuşturmuşsa, konuyu dağıtmamışsa, yazısını, ayrıca özetlemeyi amaçlayan bir sonuca bağlamayabilir

Makalenin etkili olabilmesinde sadece bu planı uygulamak yeterli değildir. Makaleye işlenen fikre uygun bir başlık atmak gerekir. Makalelere genellikle kısa ve çarpıcı başlıklar konması gerekir. Makalede okuyucunun asıl ilgisini çeken şey, makalenin başlangıç ve sonuç kısımlarıdır Bunun için bu kısımlara anlamlı bir fıkra, çarpıcı bir diyalog veya bir hatıranın yerleştirilmesi makalenin etkili olmasını sağlar.

Makale yazmak uzun bir araştırma ve bilgi toplama aşaması gerektirir. Bu yüzden süre olarak sabır ister. Yazmaya başlamadan önce, makale yazılacak konu ile ilgili olarak geniş bir araştırma yapmak, tüm kaynakları taramak, bilgi fişleri oluşturmak gerekir.

Batıda çok eski örnekleri bulunan bu tür bizde ilk örneklerini Tanzimat döneminde vermiştir. Şinasinin Agah Efendi ile birlikte çıkardığı ilk özel gazete Tercüman-i Ahvalin ilk sayısında yayınlanan Mukaddime ( ön söz ) başlıklı yazı bizde ilk makale olarak kabul edilir. Ancak bu makale bugünkü anlamda çağdaş makalenin tüm özelliklerine sahip değildir.

Gerek Tanzimat döneminde, gerekse Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati döneminde yazılan makaleler, eleştiri- polemik karışımı ürünler olduğundan gerçek anlamda makale türünden uzaktırlar. Bu tür bizde ancak cumhuriyet döneminde çağdaş bir kimlik kazanmıştır bu gün bir çok yazar ve bilim adamı çeşitli konularda ve çeşitli dergi ve gazetelere bu türde yazılar yazmaktadır

Bu alanda ilk ünlülerimiz ise Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat, Hüseyin Cahit, Süleyman Nazif, Ziya Gökalp, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Peyami Safa, Falih Rıfkı Atay, Halit Fahri Ozansoy, Yaşar Nabidir.

Sohbet ile Makale Arasındaki Farklar :
sohbet ile makale arasındaki farkları üç madde etrafında toplamaktadır:
  • Makalenin konuyu derinlemesine incelemesine karşılık, sohbetlerde konu yüzeyden incelenir.
  • Makalelerde işlenen fikir savunularak ispatlanır. Sohbetlerde ise, ispat gayesi yoktur.
  • Makalelerde daha ciddi ve sağlam ilim dili kullanıldığı halde, sohbetlerde samimi bir konuşma dili kullanılır.
Makale ile Fıkra Arasındaki Farklar:
  • Makale yazarı ele aldığı fikirleri bilimsel bir yaklaşımla incelerken fıkra yazarı yazarı kişisel görüşle ele alıp inceler.
  • Makalede yazar fikirlerini kanıtlamak zorundadır. Bunun için sağlam güçlü kanıtlar göstermesi gerekir.
  • Fıkrada ise böyle bir zorunluluk yoktur. Fıkra yazarı isterse ispatlama yoluna gider isterse gitmez, her türlü örneği kul1anabilir.
  • Makale bilimsel bir yazı olduğu için resmi ve ciddi bir anlatım kul1anılır. Fıkrada ise samimi, rahat ve içten bir anlatım vardır.
Makale ile Deneme Arasındaki Fark:
Denemeci özgürce seçtiği bir konu üzerinde kişisel görüşlerini okurlarıyla dostça paylaşırken okuyucuyu düşündürme amacı taşır. Yazınsal bir dil kullanarak toplumun geneline hitap eder.

Makaleci ise öğretmeyi, bilgilendirmeyi amaçladığı için bilimsel belge, anket ve istatistikler gibi verilerle savını kanıtlama yoluna gider. Bilimsel ve terimsel bir dil kullanarak konuyla doğrudan ilgisi olan sınırlı bir okura seslenir.Öğretici düzyazının bir türü olan makale, bir düşünür, bilim adamı ya da araştırmacının seçtiği bir konuda kendi duygu ve düşüncelerini delil, bilgi, bulgu, belge ve diğer kaynaklardan da yararlanarak açıkladığı ve kesin yargılarla sonuca ulaştığı yazı türüdür.

Makaleler, içeriklerini belirleyen konularına göre birçok türe ayrılır. Örneğin resim, müzik, tiyatro gibi sanat dallarını ele alan makalelere sanat makalesi, ulusal ya da uluslararası politika konularını irdeleyen yazılara politik makale, askerlikle ilgili bir konuyu işleyen yazıya askerî makale, psikolojik konulara değinen yazılara psikolojik makale, bir bilim dalıyla ilgili makalelere bilimsel makale, dinî konuları işleyen yazılara da dinî makale denir.

Makaleler genellikle gazetelerde, popüler ve bilimsel dergilerde yayımlanır. Gazetelerin çoğunlukla ilk sayfasında yer alan ve o gazetenin genel fikrî yapısını temsil eden yazılara başmakale, bu yazıyı yazan kişiye de başyazar denir.
Türk edebiyatında ilk makaleyi, İbrahim Şinasî ilk sayısı 22 Ekim 1860′ta çıkan Tercümanı Ahval gazetesinde yayımlamıştır.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2017 00:23
Alvarez Ocean - avatarı
Alvarez Ocean
Ziyaretçi
27 Kasım 2009       Mesaj #4
Alvarez Ocean - avatarı
Ziyaretçi

Makale Örnekleri - Kısa Makale Örnekleri


MsXLabs.org

1. Dil ve Anlatım


Elbette abartıldığı sürece utanma duygusu zarar verebilir. Ancak bilimadamlarının son dönemde yaptığı çalışmalar utanma duygusunun hayvanlarda olmadığı gerçeğini ortaya çıkardı. Peki bu durumda sadece insanlar utanma duygusuna sahipse ve hayvanlar değilse aklımıza iki soru hemen geliyor. Acaba utanma ve ar duygusundan yoksun insanlar hangi kategoriye girecek. Daha da enterasanı utanma duygusu olan bir hayvan olursa onun da yeri konusunda tartışmalar olacaktır. Heralde tüm halkının toplam utanma duygusu bir milletin medeniyet seviyesi ile doğru orantılıdır diye bir hipotez ortaya atılsa ispat edilmeye değerdir. Elbette tüm Dünya medeniyetlerinde sürekli renkli cam ekranında yahut aynı doyumsuzlukla ve arsızlıkla DÜnya nın tüm güzelliklerini zedelemeye çalışan , tabir yerinde ise midesi dilate yani normalden bir kaç kat daha büyük mideli kimseler var. Tabi oldukçada çok gibi görünüyorlar. Ama ucuz bir malın milyonlarca satılması gerçeği, kaliteli ve pahalı bir ürünün kalitesine zerre kadar etki etmez. Bunların göz önünde olması iyi ve medeni olduklarını göstermez. Ayrıca herkesin sınırsız mal mülk edinme hakkının olduğunu ve bunda kimsenin gözü oladığını söylemeye gerek olmasa gerek. Sorun bu çokluğun nasıl edinildiği. İçinde diğerlerinin mutsuzluğu üzerine kurulu arsızlık var mı? Kimseyi demoralize etmeden söylemek gerekirse adım adım süprizlere açık bir hayatta hiç süpriz olmayacak gibi yaşamak sanırım enterasan bir aldanma. Hele bu hayatta hızlı arsız ihtiraslı yaşama duygusu ne denli doğru bilinmez. Elbette bu tür kimseler için eleştiri bir anlam ifade etmez. Toplumun tembelliği ve değer yargılarının zayıflaması yüzsüz yaşayan ve geçinen doyumsuzların sayısını artırır demek yalan olmaz. Elbette onları eleştirmek bize düşmez. Onlara sorarsanız mutlu olduklarını söyleyecektirler. Mutlu olmasalar yüzsüzlüğe ve doyumsuzluğa nasıl katlanabilirlerdi. Ama onlar içinde kanser edici sorun bu mutluluğu ne kadar devam ettirecekleri kaygısı. Yani ne kadar daha aynı oranda arsız ve doyumsuz bir hayat yaşayarak mutlu olmaya devam edecekleridir. Herşeyin bir başı birde sonu var. Mutluluğunda. Elbette tüm insanlar mutlu olmalı. Ancak mutlu olma egosu yüzünden diğer insanların mutlu olmadığı bir dünya ya bizler ne kadar katkı sağlıyoruz. Tüm bunlardan sonra kendimize durup sormamız gereken soru belkide benim mutluluğum diğer insanların mutsuzluğuna sebep oluyor mu ? Aslında güzel ahlaklı ve vicdanlı yahut utanan yahut doyumlu yada ne derseniz deyiniz bir insan olma diğerlerini mutsuz edermi. İçinde bulunduğu en kötü durumu bile nakit akışına çevirme yeteneği ile övünme ve mutlu olma duygusu ise ne kadar yersiz ve kibirli. Bunun tam tersini yapma ise simyacılık bu günlerde. Elbette hayatın bu kadar kısıtlı irdelenmesi doğru değil. Ama bize yol gösterecek ışıklar yakacak gerçek aydın ve aristokratlar çok olsaydı bunları yazmaya bile gerek kalmayacaktı. Herşeyin geriye çevrilemeyeceği bir ana gelmektense zamanında tedbir almakta fayda var sanırım. Vicdanı rahat vicdanların bu yazıyı okurken yüzlerindeki tebessümü hissedebilmek önemlidir. Bu yazıda bu güzel tebessümlere bir ön yanıttır. Utanma duygusundan yoksun olanlar bakalım bu hayat denilen azgın boğanın sırtında daha ne kadar mutlu olmaya devam edeceksiniz ?

******

2. Engelliler Hakkında Makale


Ortaokuldaydım o zaman... Aynı okulda resim öğretmeni olan babam, ek branşı olan sanat tarihi konusunda ehil bir insan olduğu için gezi kolu sorumluluğu ona verilmişti. Spastik engelli olduğum için yürüyemiyor ve sağ elimi kullanamıyorum. İstanbul;a tedavi amacıyla defalarca gitmemize rağmen o güne kadar detaylı bir şekilde gezme fırsatımız olamadığı için geziye ben de katıldım.
Hiç unutmuyorum; on beş yaşımdaydım. Eyüp Sultan camiinde gezerken yanıma yaklaşan yaşlı bir amca, istemsiz olarak açılıp kapanan sağ elimi tuttu; ardından da hızla uzaklaştı. O an elimde bir şey hissettim. Tepkisel olarak kapanan elimi açtıktan sonra avucumda bozuk bir parayla karşılaştım. Şoke olmuştum, kısa bir süre olayı tam kavrayamadım ama sonra parayı hırsla alıp kimse görmeden bahçeye fırlattım. O günden sonra da uzun süre kutsal yerleri ziyaret etmekten çekindim.
Hayatımda ilk defa, toplumun ;sakat(!) eşittir dilenci ön yargısı ile yüz yüze gelmek beni çok üzmüştü. Üzerindeki kıyafet, yanındaki insanlar önemsiz detaylardı. Tekerlekli sandalyedeyseniz siz mutlaka dilenci yani daima yardım edilesi bir varlık olmalıydınız.
O anda o parada her karnesi takdir belgeli, sürekli ürettikleri ile öne çıkmış, ailesinin kimseden farklı görmeden yetiştirdiği ben değil, bir zavallıdan başka bir şey yoktu. Cahil bir vatandaşın densiz bir hareketi olarak görebilirdim bu hareketi ama ya öyle değilse? diye düşündüm. Lise yıllarımda, yazacağım hikâyelerle toplumu aydınlatmak gibi bir ideale sahiptim; sonraları bu konuda ne kadar başarılı oldum; tartışılır.
Çünkü zaman geçtikçe o amcanınkinden çok daha sert ve anlamsız ön yargılarla karşılaştım. Hadi o, cahil, bir ayağı çukurda bir ihtiyardı o an benim gözümde; ya sonra karşılaştıklarım?
Lisedeyken, okul çıkışında karşılaştığımız ve babama benim için zaman zaman zekâsı nasıl? diye soran insanların, okurken, işe girerken, çalışırken zorluk çıkartan insanların bu amcadan tek farklarının diplomaları ise bu daha da acı...
Her şeye rağmen son yirmi yılda önemli mesafeler kat edildiğini düşünmekteyim. Artık, engelli çocuğunuzu toplumdan kaçırmayın, onu sosyal hayatın içine katın; mesajlarının daha az verilmesi kadar, sokaktaki problemlerin, sosyal hayatın devamını sağlayacak unsurlarının en azından tartışılıyor olması bir adım... İnsanlar, engellilerin de yaşadıkları ortamı paylaşmalarından daha tabi bir şey olmadığını yavaş yavaş görüyor ve ölümle hayat arasında hep söylene geldiği gibi bir çizgi varsa hayatla engelli olmak arasında hiçbir şey olmadığı hakikatinin de farkına varıyorlar.
Bütün bunlarla beraber, engelliye bir takım fazladan imkânlar vererek yaşadığı toplumdan soyutlama anlayışına da temelde karşıyım. Engelliler tatil köyü, engelliler otobüsü, engelliler parkı derken bu iş engelliler şehrine kadar gidecek sanırım. Şakası bile itici gelen bu olguyu, iyi niyetli fakat pansumanniteliğinde girişimler olarak görüyorum. Prensip olarak herkes gibi, herkesle beraber bir hayatı tercih ediyorum. Yaşadığım bir olay aklıma geldi:
Yıllar önce yaşadığım ilçenin (Bursa/Yıldırım) o zamanki belediye başkanını evime çok yakın olan parktaki bir faaliyette yakalamış, o parktaki birçok bölüme rampa olmadığı için giremediğimi söylemiş, en azından belli yerlere rampa yapılmasını istemiştim. Başkanın bana söylediği gerçekten ibret vericiydi:
Meskende engelliler parkı yaptık, oraya gidin.
Dediği yer de oturduğum yerden en az 5 km. uzaktaydı... Kaldı ki, ona keyfimin kâhyası mısın kardeşim, ben bu parka gitmek istiyorum.demek vardı ama acı acı gülümseyip ayrıldım yanından... Sonraki dönemdeyse gerekli düzenlemeler yapıldı
Bu olay, iyi niyetli tavırların dışında meseleye bakışı özetliyor aslında... Ben şahsen, herkesle beraber okumak, seyahat etmek, dinlenmek ve sonuç itibari ileyaşamak; istiyorum. Yoksa iyi niyetli topluma entegrasyon çabası, dezentegrasyonu doğurur ki, bu hiç hoş değil...
Yerel seçimlere çok az bir sürenin kaldığı şu günlerde, şehirlerimizi yönetmeye talip olanların ağzından yapmaları kanunen zorunlu hale getirilmiş şeyleri hatırlatmak zorunda mıyız? Yedi yıl süre konmuştu hatırlarsanız Yoksa yine birçok konuda olduğu gibi bu konuda da yumurtanın kapıya dayanması; mı beklenecek?


Yazar: Alper Şirvan
******

3. Utanma ve Mutluluk


Elbette abartıldığı sürece utanma duygusu zarar verebilir. Ancak bilimadamlarının son dönemde yaptığı çalışmalar utanma duygusunun hayvanlarda olmadığı gerçeğini ortaya çıkardı. Peki bu durumda sadece insanlar utanma duygusuna sahipse ve hayvanlar değilse aklımıza iki soru hemen geliyor. Acaba utanma ve ar duygusundan yoksun insanlar hangi kategoriye girecek. Daha da enterasanı utanma duygusu olan bir hayvan olursa onun da yeri konusunda tartışmalar olacaktır. Heralde tüm halkının toplam utanma duygusu bir milletin medeniyet seviyesi ile doğru orantılıdır diye bir hipotez ortaya atılsa ispat edilmeye değerdir. Elbette tüm Dünya medeniyetlerinde sürekli renkli cam ekranında yahut aynı doyumsuzlukla ve arsızlıkla DÜnya nın tüm güzelliklerini zedelemeye çalışan , tabir yerinde ise midesi dilate yani normalden bir kaç kat daha büyük mideli kimseler var. Tabi oldukçada çok gibi görünüyorlar. Ama ucuz bir malın milyonlarca satılması gerçeği, kaliteli ve pahalı bir ürünün kalitesine zerre kadar etki etmez. Bunların göz önünde olması iyi ve medeni olduklarını göstermez. Ayrıca herkesin sınırsız mal mülk edinme hakkının olduğunu ve bunda kimsenin gözü oladığını söylemeye gerek olmasa gerek. Sorun bu çokluğun nasıl edinildiği. İçinde diğerlerinin mutsuzluğu üzerine kurulu arsızlık var mı? Kimseyi demoralize etmeden söylemek gerekirse adım adım süprizlere açık bir hayatta hiç süpriz olmayacak gibi yaşamak sanırım enterasan bir aldanma. Hele bu hayatta hızlı arsız ihtiraslı yaşama duygusu ne denli doğru bilinmez. Elbette bu tür kimseler için eleştiri bir anlam ifade etmez. Toplumun tembelliği ve değer yargılarının zayıflaması yüzsüz yaşayan ve geçinen doyumsuzların sayısını artırır demek yalan olmaz. Elbette onları eleştirmek bize düşmez. Onlara sorarsanız mutlu olduklarını söyleyecektirler. Mutlu olmasalar yüzsüzlüğe ve doyumsuzluğa nasıl katlanabilirlerdi. Ama onlar içinde kanser edici sorun bu mutluluğu ne kadar devam ettirecekleri kaygısı. Yani ne kadar daha aynı oranda arsız ve doyumsuz bir hayat yaşayarak mutlu olmaya devam edecekleridir. Herşeyin bir başı birde sonu var. Mutluluğunda. Elbette tüm insanlar mutlu olmalı. Ancak mutlu olma egosu yüzünden diğer insanların mutlu olmadığı bir dünya ya bizler ne kadar katkı sağlıyoruz. Tüm bunlardan sonra kendimize durup sormamız gereken soru belkide benim mutluluğum diğer insanların mutsuzluğuna sebep oluyor mu ? Aslında güzel ahlaklı ve vicdanlı yahut utanan yahut doyumlu yada ne derseniz deyiniz bir insan olma diğerlerini mutsuz edermi. İçinde bulunduğu en kötü durumu bile nakit akışına çevirme yeteneği ile övünme ve mutlu olma duygusu ise ne kadar yersiz ve kibirli. Bunun tam tersini yapma ise simyacılık bu günlerde. Elbette hayatın bu kadar kısıtlı irdelenmesi doğru değil. Ama bize yol gösterecek ışıklar yakacak gerçek aydın ve aristokratlar çok olsaydı bunları yazmaya bile gerek kalmayacaktı. Herşeyin geriye çevrilemeyeceği bir ana gelmektense zamanında tedbir almakta fayda var sanırım. Vicdanı rahat vicdanların bu yazıyı okurken yüzlerindeki tebessümü hissedebilmek önemlidir. Bu yazıda bu güzel tebessümlere bir ön yanıttır. Utanma duygusundan yoksun olanlar bakalım bu hayat denilen azgın boğanın sırtında daha ne kadar mutlu olmaya devam edeceksiniz ?

******

4. Eğitim Hakkında


Yıllar önce, o zamanlar çok popüler bir haftalık dergi olan Nokta, İstanbul’da ilginç bir deney yapmıştı. Bir tiyatro sanatçısı olan Ezel Akay eline bir megafon alarak koyu renk elbiseler ve siyah pardesüler giyen ekibiyle birlikte önce güvercinleriyle ünlü Yenicamii’nin arkasındaki parka giderler. Parkta oturan, gezen, etrafı seyreden bir sürü insan vardı. Akay, elindeki megafonla kalabalığa doğru sert bir emir verir: “Herkes ayağa kalksın!” Emri duyan, Akay’ı ve ekibini gören istisnasız herkes derhal ayağa kalkar.
Sonra Eminönü İskelesi’ne geçerler. Akay, yine sert bir emirle: “Herkes yere çöksün!” diye bağırır. Gemiden inenler, bilet kuyruğunda bekleyenler, simitçiler, işportacılar, emri duyan herkes yere çöker.
Sonra Mecidiyeköy’deki stadyumun önüne giderler. Megafondan: “Herkes ellirini kaldırıp duvara yaslansın!” emri duyuldu. Stadyuma girmek için kuyrukta bekleyen futbol seyircileri, kokoreççiler, bayrakçılar derhal emre uyarlar.
Daha sonra da ekip bir fabrikanın önüne giderler. Mesai saati başlamak üzeredir. Fabrikanın girişine bir masa koyarlar ve masanın üzerinde düzmece bir evrak yerleştirerek işçilere emiri verirler: “Herkes içeriye girerken bu kâğıtlara parmak basacak!” Giren basar, giren basar. Kimsenin aklına “siz kimsiniz hemşehrim? Neden bu kâğıtlara parmak basıyoruz?” diye sormak gelmez.
Son olarak da, Beyoğlu’na gelirler. İstiklal Caddesinde gezinen, vitrinleri seyreden kalabalığa yine sert bir emir verilir: “Herkes sıraya girsin, arama var!” Emri duyan herkes koyun sürüsü gibi sessizce sıraya girer. Ancak caddede dolaşan bir çift bu emre uymaz.
Ekiptekilerden biri onlara doğru bağırır: “Hey siz ikiniz! Emri duymadınız mı?” Kendilerine seslenildiğini anlayan ve herkesin sıraya girdiğini gören adam cevap verir: “Who are you? What is happening here?” Sıraya girenler içerisindeki kravatlı takım elbiseli bir bey ekibe yardımcı olmanın verdiği gurur ve heyecanla lafa karışır: “Adam turist, İngilizce konuşuyor.” Ekip elemanı gülmemek için kendisini zor tutar:
“Ne diyor peki?”
“Siz kimsiniz, burada neler oluyor?”
Ve o iki turistin haricinde hiç kimse neler olup bittiğini, kendilerine böyle gün ortasında emirler yağdırıp sıraya sokanların kim olduğunu sormaz ya da soramaz.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2017 00:12
nicely - avatarı
nicely
VIP VIP Üye
8 Mayıs 2011       Mesaj #5
nicely - avatarı
VIP VIP Üye
Makale Nedir?
Makale, herhangi bir konuda bilgi, düşünce ve görüşlerinizi yazıya aktarmak demektir. Aklınıza gelebilecek her konuda makale yazılabilir; arkadaşlık, teknoloji, msn, web tasarım, spor, tarih, eğitim, eğlence, arama motorları, güncel olaylar…

Makale Özellikleri:
  • Makalenin amacı hangi konuda olursa olsun "bilgi vermek"tir.
  • Makale sade ve herkes tarafından anlaşılır olmalıdır Makale her konuda yazılabilir.
  • Makale genellikle kısa ve öz yazılardır.
  • Makale de öne sürülen bilgi, düşünce ve görüş açıklanır.
  • Makalede açıklanan konuyla ilgisi olmayan hiçbir cümleye yer verilmemelidir.
  • Makale dergi, gazete ve uygun içerikli sitelerde yayımlanır.
  • Makale içeriği özgün olmalıdır, orijinal olmalıdır.
  • Tek bir konuyu ele almalı ve o konu hakkında derinlemesine bilgi vermelidir.
  • Makale başlığı konuyu tam anlamıyla açıklayıcı nitelikte olmalıdır.
Makaleler için kullanılan genel tabir kısa olmaları yönündedir. Ancak bu tamamen yanlıştır. İyi bir makale kısa olmaktan çok, ele alınan konuyu en iyi şekilde açıklayıcı nitelikte olmalıdır. Bu da kanımca makalenin uzun olmasını gerektirir. Makalede ele alınan konuyu bütün yönleriyle açıklamak, kendi görüşlerinizi örneklerle belirtmek, açık ve öz bir anlatım tarzıyla yazmak gerekir ki bu sayede makaleyi okuyan kişi birçok farklı açıdan konuyu değerlendirebilsin ve yazarın düşüncelerini paylaşabilsin.

Makalenin uzun olması gerekir düşüncesiyle konuyla alakasız cümleler asla kurulmamalıdır. Makale, öz, özgün ve geniş kapsamlı olmalıdır. İyi bir içerik, yalın bir anlatım, kapsamlı bir çalışma yaparsanız eğer işte gerçek makale odur.

Makale, Tanzimat döneminde Batı’dan alınan ve gazetecilikle birlikte yaygınlaşan bir türdür. Şuan itibariyle gerek sosyal yaşantımızda, gerekse internet dünyasında sürekli değişen, gelişen ve yaygınlaşan dinamik bir yapıya sahiptir.

İyi makale yazmanın bir sırrı daha vardır ve bu sır bir makale için olmazsa olmaz değerindedir. Bu sır aynen "cefa çekmeden, sefa sürülmez" atasözünü andırır. İyi ve kaliteli bir makale yazabilmek için, çok emek vermek gerekir. Her kelimenin üzerinde düşünmek gerekir. Zamanınızı, aklınızı, emeğinizi bu işe vermeniz gerekir. Kısaca bu işe gönül vermeniz gerekir.

Bir şairin hikayesi vardır bilmem bilirmisiniz! Şair şiirini yazar ama bir türlü son noktayı koyamaz. Bir yerinde bir eksiklik olduğunu düşünür. Kararsız kalır. Bir kelimeye takılır. Değiştirir olmaz, kaldırır olmaz. Akşama kadar devam eder bu. Arkadaşıyla konuşurken arkadaşı sorar ne yaptın bütün gün? Şairimiz cevap verir "akşama kadar bir kelime üzerinde düşündüm, bir türlü uygun kelimeyi bulamadım, bende kelimeyi kaldırdım, onun yerine bir virgül koydum" diye cevap verir. Olayı tam hatırlamıyorum hatırlayan varsa ve olayın tamamını anlatırsa yorum ya da iletişimden sevinirim. Makaleye de eklerim.

Sonuç itibariyle makale yazmakta, bu şairimizin şiir yazması gibidir. Emek ister, zaman ister... her şeyden önemlisi gönül vermeni ister.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2017 00:14
Tykhe - avatarı
Tykhe
VIP Tinky Winky
30 Haziran 2011       Mesaj #6
Tykhe - avatarı
VIP Tinky Winky
Türk Edebiyatında Makale Yazarları ve Eserleri
MsXLabs.org

Şinasi

  • Mukaddime
Namık Kemal
  • Mes Prisons Muahezenamesi
  • Renan Müdafaanamesi
Ziya Gökalp
  • Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak
Cenap Sahabettin
  • Evrak-ı Eyyam
  • Nesr-i Harp
  • . Nesr-i Sulh
Ali Canip Yöntem
  • Millî Edebiyat Meseleleri ve Cenap Beyle Münakaşalarımız
Yahya Kemal Beyatlı
  • Aziz İstanbul
  • Eğil Dağlar (makale - sohbet)
Yaşar Nabi Nayır
  • Edebiyatımızın Bugünkü Meseleleri (makale - inceleme)
Hasan Ali Yücel
  • Pazartesi Konuşmaları
  • İyi Vatandaş İyi İnsan
Mehmet Kaplan
  • Büyük Türkiye Rüyası (makale - eleştiri)
  • Kültür ve Dil (makale I eleştiri)
  • Nesillerin Ruhu (makale - eleştiri)
Ahmet Hamdi Tanpınar
  • Edebiyat Üzerine Makaleler
Samiha Ayverdi
  • Yusufçuk (makale ve konferansları)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2017 00:14
Vefa sadece boza değildir.
_AERYU_ - avatarı
_AERYU_
Ziyaretçi
3 Kasım 2012       Mesaj #7
_AERYU_ - avatarı
Ziyaretçi

Makale Nedir?


Makale tanımı herkes için değişen bir tanım değildir. Az çok herkesin üzerinde mutabık olduğu bir kavramdır. Ancak zamanla birlikte makalenin tanımı ve kapsamı da değişmektedir. Makalenin tanımı konusunda sizlere birkaç ansiklopedik tanım verdikten sonra, günümüz makale anlayışını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Makale, herhangi bir konuda bir düşünceyi, bir görüşü açıklamak, savunmak ya da bilgi vermek için yazılan yazı anlamına gelmektedir. Her alanda, her konuda makale yazılabilir. Denemenin tersine bir makalede kanıtlara, belgelere vb. dayanmak, bir sonuca varmak gerekir. Bir sınırlama olmamakla birlikte, makale denilince genellikle gazetelerde yayımlanan düşünce yazıları akla gelmektedir. Bunun nedeni makalenin gazeteyle birlikte doğup gelişmiş bir yazı türü olmasıdır. Nitekim Türkiye’de de ilk makaleler Tanzimat döneminde gazetelerle birlikte görülmüştür. Türün öncüsü Tercüman-ı Ahval’deki (1860) makaleleriyle Şinasi’dir (Yeni Kültür Ansiklopedisi).

Makale, “delil ve ispat yolu ile anlatım”a dayanan fikir yazısıdır. Diğer fikir yazılarından (fıkra, sohbet, deneme), belli bir saha ile ilgili ihtisasa veya araştırma-incelemeye dayanması ile ayrılır. Hemen her konuda makale mevzuu olabilir. Klasik kompozisyon planına göre, makalenin “giriş” kısmında konu ortaya koyulur ve bununla ilgili iddialar sıralanır; “gelişme” bölümünde, muhtelif delillerle iddianın isbatına gidilir ve “sonuç” bölümünde okuyucuya öğretilmek veya telkin edilmek istenen görüş ve düşünceler tekrar edilir. Makaleler çoğunlukla günlük gazetelerde, mecmualarda neşredilir; çeşitli uzunluklarda olabilirse de, daha çok 400-600 kelime civarındadır. Gazetelerde, daha çok aktüel hadiselere ait makaleler yayımlanır (Yeni Türk Ansiklopedisi).

Makale, her konuda bir görüşü savunmak, bir fikri ispatlamak veya bilgi vermek maksadıyla yazılan yazılara denir.

Makale bir gazete yazısıdır. Bir gazetenin görüş açısını temsil eden yazılara başmakale adı verilir. Başyazı tabiri de kullanılmaktadır. Ancak bazı dergi ve kitaplarda da belli bir konuyu derinlemesine inceleyen uzun makalelere rastlanabilir. Konu tahdidi olmayan makalede aranan şeyler; güzel bir üslup, ciddi ve hüküm bildiren kesin ifadeler, iyi seçilmiş seviyeli kelime ve deyimler, hükmü ispat etmeye yarayan doğru bilgi ve deliller olarak sıralanabilir.

Bir makale, giriş, gelişme ve sonuç bölümü olmak üzere üç bölümden meydana gelir. Umumiyetle bunlardan giriş bölümünde ele alınan konu ortaya konur, gelişme kısmında konu açılır, çeşitli delil ve misallerle beslenir ve sonuç kısmında önceki anlatılanların üstüne oturacak bir hüküm verilir. Bazı makalelerde önce hükmün verilip sonra açıklama ve ispatlar yapıldığı da olur.

Türk edebiyatına bu tür Tanzimattan sonra girmiştir. Meşhur makale yazarları arasında Namık Kemal, Ziya Paşa, Osman Turan, Nihad Sami Banarlı, Ali Fuat Başgil, Samed Ağaoğlu, Yalçın Özer isimleri hatırlanabilir (Yeni Rehber Ansiklopedisi).

Bu tanımlara ve günümüz şartlarına bakıldığında makalenin bir tanımı vardır demek yanlış olur. Çeşit olarakta birkaç çeşit makale olduğu düşüncesindeyim. Bunlardan bazılarını açıklamam gerekirse;

Gazete makaleleri:
Gazetelerdeki köşe yazılarıdır. Sadece bir konuda yazarın görüşlerini, hatta yorumlarını içerir. En kısa makalelerdir. İspat ve bilimsellikten çoğu zaman uzaktır.

Kitap-Dergi makaleleri:
Belli bir konuyu delilleriyle birlikte ortaya koyan, karşısındakine bilgi vermeyi amaçlayan. Uzun ya da kısa olabilen makalelerdir ancak bu makaleler genellikle daha derinlemesine bilgi içerirler ve daha uzundurlar.

Sanal Makale:
İnternet ortamında bulunan her türlü bilginin değerlendirilmesini amaçlayan, uzun ya da kısa olarak yazılabilen, ele alınan konu ile ilgili derinlemesine bilgi verilen, makalenin sadece yazıdan oluşmadığını, bir makalede resim, video, müzik vb. teknolojik imkanlarında kullanılabileceğini kanıtlayan yeni bir yazım türüdür makale.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2017 00:13
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
4 Haziran 2013       Mesaj #8
Mira - avatarı
VIP VIP Üye

Makale örnekleri


Televizyonun Zararı Makale Yazısı


ÖZELLİKLE yaşlı insanlardan şu sözleri çok sık duyarsınız: “Televizyon çıkalı eski muhabbetler kalmadı.” Biz bu haklı sözleri değiştirerek şöyle diyoruz: “Televizyon çıkalı anne babalar çocuklarına eskisi kadar zaman ayıramaz oldu.” Anne gündüz televizyon izlerken eteğine yapışan çocuğu başından savmak için “git oyuncaklarınla oyna, görmüyor musun televizyon izliyorum” der. Baba işten dönüp akşam yemeğini yedikten sonra koltuğuna oturur, eline kumandayı alır, saatlerce şu kanal senin bu kanal benim dolaşır durur. Baba özlemi çeken çocuğuna yarım saatini ayırmaz.
Geliri yerinde, okumuş ailelerin çoğu çocuk odasına da televizyon almaktadır. Alırken çocukla bir anlaşma yapar ve söz vermesini isterler: “Ancak ödevini yapıp dersini çalıştıktan sonra televizyon izleyeceksin.” Çocuk hiç düşünmeden söz verir. Aslında bu anlaşmada iki taraf da birbirini aldatmaktadır. Anne babanın amacı çocuktan kurtulmak, çocuğun da amacı televizyon sahibi olmaktır. Araştırmalar, odasına televizyon alınan çocukların, beklenenin aksine okul başarısında düşme olduğunu göstermektedir. Çocuk, televizyon izleyebilmek için ödevlerini çala kalem yapmakta, derslerine yeterince çalışmamakta ve sınavlara iyi hazırlanamamaktadır.

Çocuklarda televizyon seyretme alışkanlığı sadece okul başarısını etkilemekle kalmıyor; fiziksel, sosyal, zihinsel ve duygusal gelişimlerini de yavaşlatıyor. Çocuk, televizyon başında yeterince hareket etmediği ve biriken enerjisini harcayamadığı için devamlı kilo almaktadır. Sokakta arkadaşlarıyla oyun oynayan ve koşan bir çocuk birikmiş vücut enerjisini boşalttığı için rahatlamakta; eve sakinleşmiş olarak dönmektedir. Halbuki televizyonun karşısında saatlerce oturan bir çocuk enerjisini boşaltmak şöyle dursun, aksine bu cihazlardan yayılan elektronlara maruz kalmakta ve vücudundaki statik elektrik yükü artmaktadır. Bu sebeple, televizyon bağımlısı çocuklar daha sinirli ve daha saldırgandır. Yaşlarına uygun olmayan programları izlemeleri halinde kafaları karışır, ruh sağlıkları bozulur.

Televizyona düşkün çocuklarda sosyal beceriler zayıflamaya ve içe dönük bir kişilik gelişmeye başlar. Ailesiyle, arkadaşlarıyla ve diğer insanlarla sosyal ilişki kurmada isteksiz davranırlar. Televizyon izleyen bir çocuk, kendisi birşey üretmemekte, sadece başkaları tarafından üretilen şeyleri izlemekte veya oynamaktadır. Hazırı kullanmaya alışmış bu çocuklarda el becerileri ve motor hareketler gelişmez, büyüklerin yardımı olmadan kendi başlarına bir iş beceremezler. Zihinsel ve duygusal gelişimleri de normal değildir. Olaylar arasında sebep-sonuç ilişkisi kuramaz, bilgiyi yorumlayamazlar. Kitap okumak ve ders çalışmak gibi zihinsel çaba gerektiren işlerden hoşlanmazlar. Televizyon karşısında daima alıcı durumunda oldukları için konuşmaya ihtiyaç duymamakta, dolayısıyla dil becerileri gelişmemektedir. Dil becerileri zayıf olduğu için başkalarıyla diyalog kuramaz, duygularını ve düşüncelerini doğru ifade edemezler.

Küçük yaştan itibaren televizyon izlemeye alışan çocuklarda gelişim bozuklukları daha belirgin ve daha ciddidir. Bu çocuklar akranlarına nazaran daha geç yürür ve daha geç konuşurlar. Konuşulanları ve kendilerine verilen direktifleri anlamakta güçlük çekerler. Dil becerileri gelişmediği için isteklerini büyüklerin elinden tutarak veya işaret ederek anlatmaya çalışırlar. Anneye aşırı bağımlıdırlar. Yabancılarla duygusal ilişkiye giremezler. Öpülmekten ve kucaklanmaktan hoşlanmazlar. İsimleriyle çağırıldıkları zaman tepki vermezler. Yaşıtlarıyla oyun oynamayı ve oyun kurmayı beceremezler. Ellerini ve parmaklarını iyi kullanamazlar. Çarşı, pazar, toplu taşıma araçları gibi kalabalık yerlerde bulunmaktan hoşlanmaz, huysuzluk gösterirler. Doğuştan zihin geriliği olan ve fazla televizyon izleyen çocuklarda otizm belirtileri artmakta, bu çocukları eğitmek daha da zorlaşmaktadır.

Sevgi Hakkında Makale Örneği


İnsan taşıdığı ve yaşadığı duygularla değer kazanmaktadır. Sevmek duygusu da insana verilmiş en güzel ve anlamlı duygulardan bir tanesidir. Sevgi, sadece insana mahsus bir duygudur. Bu duyguyu, en mükemmel şekliyle yaşayabilen sadece insandır.
İnsana sevmek yakışıyor. İnsan, sevince ve sevilince insandır.
İnsan, her şeye karşı taşıdığı sevgisiyle âlemin her tarafıyla alâkadardır. Sevgisi ne kadar büyükse, insan o kadar büyüktür. İnsan, sevgisiyle anlam kazanıyor. İnsanı insan yapan değerlerdendir sevgi.
Sevgi kapasitesi yoğun insanlardan oluşan bir toplum, hayatın yaşamaya değdiği, insan olmanın lezzet verdiği, insanlar arası ilişkilerin kaliteli olarak icra edildiği bir dünyanın kapılarını açacaktır.
Sevgiyi taşımak ve yaşayabilmek her insanın harcı değildir. Bu san’atı herkes güzel icrâ edemiyor. Sevmek gerçekten san’attır.
Dünyanın yaşanabilirliği, sevginin insanlardaki oranıyla alakalıdır. Nitekim sevgisizler yüzünden her geçen gün dünya neşesini, sevincini, heyecanını kaybetmektedir. Sevgisizler dünyaya daha çok hükmettiğinde, dünya ömrünü tamamlamış olacaktır. Onun için dünyadaki insanları, sevenler ve sevmeyenler diye ikiye ayırmak mümkündür.
Ama tabiî neyi seviyor insan, neden seviyor, bu sevgi ona ne kazandırıyor asıl belirleyici olan da bu noktadır.
İnsana bu duyguyu Veren, onun kullanım sınırlarını da belirlemiştir. Onun için meşrû sevmekler yani sınırlarını Yaratıcının belirlediği sevmekler, ibadet
Sevgi, taşıyanı sevimli kılar
İnsan, taşıdığı duygularla anlam kazandığı için, güzel duygular taşıyan insan haliyle güzelleşeceklerdir. Sevgi, taşıyanda etkisini gösterir. İnsan, bedeni içinde taşıdığı duygular ile değerlendirilir. İnsanı bir duygu kabı olarak düşünürsek, bu kabın içinde olanlar dışa da yansıyor. Bu kapta sevgi taşıyan seviliyor.
İnsan bedenine iskân edilen ruh, ancak sevgi ile nefes alıyor.
Sevgi, ruhun gıdasıdır. Bütün varlık sevildikçe anlamlıdır. İnsan böyle bir sevgi gıdasından haz duyar. Bedende yaşayan ruh, sevgiyle beslenirse güzelleşir.
Sevgi, ruhun da genişlemesine vesiledir. Her şeyin sevilecek tarafına yönelen ruh, sevginin her şeyi kapsadığını görecektir.
Ruh sevgili ise, ruhun istimal ettiği organlar da sevgili olacaklardır.
Böylece göz, sevgi gözlüğüyle hayata bakacaktır. Görülen, varlıklardaki güzellikleri görecektir ve gösterecektir. Sevgi kulağı, işitme organına dokunan bütün seslerin sevgi melodisini hissedecek ve terennümünü böylece idrak edecektir. Sevginin hakim olduğu vicdan, kendisine dokunan bütün olaylardan sevgiyi öz olarak çıkaracaktır.
İçinde sevgi taşımayan bütün davranışlar, hem taşıyanı, hem de taşınanı rahatsız edecektir. Sevgisiz vermek, almak, ilgilenmek, gitmek, gelmek, düşünmek, hissetmek, dokunmak, hasılı onsuz ne kadar fiil varsa, ruhsuz olacaktır.
Zaten davranışın, sözün etkisi, davranışın kendisi kadar, içinde taşıdığı sevgidedir. Sevgi, davranışa nitelik kazandırmaktadır.
İnsan sevgisi kadardır
İnsan sevgisi kadardır. İnsan, önce kendisini sever ve sevmeli. Sonra akrabalarını, çevresini, köyünü, kasabasını, şehrini, ülkesini sever ve sevmeli. Sonra sonra daire genişler gider. Gittiği ülkeleri, hayal ettiklerini, bütün yeryüzünü, semavatı, öte alemleri sever ve sevmeli. Böylece âlemde ne varsa, insan onlara sevgi besler.
İnsanlar, yardımlaşma ile yaşar,
İnsanlar, dostluk ile yaşar,
İnsanlar, sevgi ile yaşar,
İnsanlar, insan sevgisi ile yaşar.
İnsanlar, yardım yaparsa yardım alır,
İnsanlar, dostluk yaparsa dost olur,
İnsanlar, sevgi beslerse sevgi görür,
İnsanlar, insan sevgisi ile yaşar…
H intli bir adam suda bata çıka ilerlemeye çalısan bir akrep görür.
Onu kurtarmaya karar verir ve parmağını uzatır ama akrep onu sokar.
Hintli tekrar akrebi sudan kurtarmaya çalışır ama akrep onu tekrar sokar.
Yakınlardaki başka birisi ona, onu sürekli sokmaya çalışan akrebi
kurtarmaya çalışmaktan vazgeçmesini söyler.
Ama Hintli adam söyle der:
“Sokmak akrebin doğasında vardır.
Benim doğamda ise sevmek var.
Neden sokmak akrebin doğasında var diye kendi doğamda olan sevmekten vazgeçeyim?”
Sevmekten vazgeçmeyin. iyiliğinizden vazgeçmeyin.
Etrafınızdaki akrepler sizi soksalar bile ……..
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2017 00:13
theMira
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
4 Ocak 2016       Mesaj #9
Safi - avatarı
SMD MiSiM
MAKALE a. (ar. kavi'den makale).
1. Bir yayında, bir gazetede başlı başına bir bütün oluşturan yazı: Dış ülkelerin siyasi du: rumu üzerine makaleler Siyasi durum üs tüne bir makale yayımlamak.
2. Esk Söz; nutuk.
3. Baş makale — BAŞYAZI

—Ed. Bir konuda (sanat, siyaset, bilim vd.) bilgi vermek, bir görüşü'savunmak için gazete ve dergilerde yayımlanan im zalı, öğretici inceleme yazısı.

Kaynak: Büyük Larousse

Benzer Konular

29 Ocak 2013 / zekasever Cevaplanmış
21 Mart 2013 / virtuecat Uzay Bilimleri
7 Mart 2017 / Ziyaretçi Cevaplanmış
23 Ocak 2012 / myrize Bilgisayar