AY HIRSIZI
Yazar; Sunay AKIN
MUSTAFA KEMALİN PİLOT OĞLU
Sarıyer PTT müdürü İrfan Bey o gün, Nüfus Müdürlüğü'nde alır soluğu ve oğlunun adını "Mustafa Kemal" olarak yazdırmak istediğini söyler. Memur, çocuğa bu adın konulması konusunda Ankara'dan onay almak gerektiğini söyleyince de, İrfan Bey başkentin yolunu tutar...
Mustafa Kemal, kendi adını oğluna koymak isteyen İrfan Bey'e bir şartla izin verir: "Çocuk benim gibi subay olacak!"
1953 yılının 25 Ağustos'unda, Adapazarı'nın Arifiye Beldesi'ndeki hava üssünde bir kaza yaşanır. Şehit olan pilot, İrfan Bey'in oğlu Üsteğmen Mustafa Kemal Kutlu'dur!
İrfan Bey, karısı Safiye Hanım'la Pendik'teki köşklerinde otururlarken, 1969 yılının sıcak bir yaz günü karşılarına dikilen delikanlının sözleri karşısında ne diyeceklerini bilemezler: "Ben Hava Harp Okulu'nun sınavlarına girdim. Pilot olacağım!.."
Karşılarında duran, şehit oğullarının biricik çocuğu Gürol Kutlu'dur. İrfan Bey'in gözünün önüne, adını Mustafa Kemal koyabilmek için Ankara'ya kadar gittiği oğlu
gelir; onun havacılık okuluna yazıldığı ilk gün, mezuniyet töreni, ilk uçuşu, ölüm haberi... Torununun da gözlerinde aynı kararlılık ve aynı sevgi vardır. Sözcükler İrfan Bey'in boğazında düğümlenirken, sessizliği Safiye Hanım'ın kararlı sesi bozar: "Ol oğlum. Şehit düşersen arkandan dua ederiz. Gazi olursan yanımıza gelirsin sana bakarız."
Tarih 28 Eylül 1973...Ankara, Mürted'den havalanan 102A tipi uçağın kokpiti elektrik arızası yüzünden bir anda cehenneme döner. Alevin yakıcı dili ve kara dumanlarıyla dolan kokpitteki pilot, kanopi adı verilen cam kapağı atarak, yangının etkisinden kurtulmayı düşünse de, kapağın uçağın kuyruğuna çarpma olasılığının yüksek olduğunu anımsar ve vazgeçer. Geriye bir tek yol kalmıştır: Paraşütle atlamak...
Kokpiti alev alan uçak, köylülerin yaşadığı Ayaş'ın üstünden geçmektedir. Bu durumda pilotun kendi canını düşünerek uçağı terk etmesi, kontrolsüz kalan uçağın bir bomba gibi evlerin üstüne düşmesi demektir. Kararını verir genç adam; havaalanına geri dönecek, ulaşamasa bile yerleşim bölgesinden uçağı kurtarıp, bir tarlaya zorunlu iniş yapmayı deneyecektir! Bu kararla feda ettiği yalnızca kendi canıdır. Ensesindeki Azrail'in uçağın dışına çıkıp başka can almasına izin vermeyecektir. Kokpitteki pilot, şehit babası Mustafa Kemal ile aynı rütbede olan, Üsteğmen Gürol Kutlu'dur.
Yangın, uçağın motorunu da etkilemeye başlamıştır. Pilot Kutlu, havaalanına ulaşamayacağını anlayınca bir tarlaya iniş yapmaya karar verir. Uçak, belli bir irtifanın altına düştüğü için, atlama koltuğunun devre dışı kaldığını bilmektedir…
Uçağın iniş takımları yere vurduğunda, son şansını deneyen Gürol Kutlu, atlama koltuğunun kolunu çeker. Bir mucize gerçekleşir o an; kokpitten kurtulan koltuk pilotu havaya fırlatır ve paraşüt açılır. İrtifa çok alçak olduğu için Gürol Kutlu, uçağın yanan enkazının içine düşer.
Belkemiği kırılan, omurilik hasarı oluşan ve bedeninin pek çok yeri vanan Gürol Kutlu'yu komadan çıktıktan sonra ziyarete ilk gelenler, hayatlarını kurtardığı Ayaş köylüleri olur. Enkazın içinden kendisini kurtaranlar da aynı köylülerdir. Aralarından biri titrek bir sesle konuşur: "Üsteğmenim, köy halkı geçmiş olsun ziyaretine geldik. Sana minnettarız. Hatıra olarak paraşütünden bir parça getirdik. Hayatta kalmana çok sevindik. İnşallah tez zamanda iyileşir, kısa zamanda uçmaya başlarsın. Merak etme başına bir şey gelirse, biz yine koşar seni kurtarırız. Aramızda bir karar aklık; köyde doğacak ilk erkek çocuğa senin adını koyacağız.."
Yıllar süren zor ve bir o kadar da acılı tedaviden sonra Gürol Kutlu, THY'nin "uçuş emniyeti" bölümünde başarılı bir çalışma hayatının ardından emekli olur ve de İstanbul Oyuncak Müzesi'nin dış hatlar terminalinde görev alır! Dört yılda oyuncak tarihini öğrenen Gürol Kaptan, sergilenen oyuncakların pek çoğunu açık arttırmalarda takip edip, maddi ve hukuki tüm sorumlulukları yerine getirerek müzeye kazandırılmasını sağlar.
İstanbul Oyuncak Müzesi'nin bahçesine bir yaz günü, tek kanadını açamayan, yaralı bir martı konar. Gürol Kaptan, martıyla çocuğuymuş gibi ilgilenir, yaralarını sarar, eliyle besler. Günler sonra iyileşen martının, Caddebostan sahilinden Adalar'a doğru uçuşunu görünce gözünden damlayan birkaç damla yaşa engel olamaz... Ve Sunay Akın’a şunu söyler "Düşen, parçalanan uçağımın bağlı olduğu filonun adı 'Martı'ydı"
Dünya'dan Ayrılırken
1978 yılının sonbaharında, Amerika'nın Ohio Eyaleti'ndeki bir çiftlikte, tahıl kamyonunun arkasından atlayan bir adamın yüzüğü, kamyon kasasını çevreleyen çengellerden birine takılır ve parmağı kopar...
Adam, büyük bir soğukkanlılıkla kopan parmağı yüzükle birlikte asılı kaldığı yerden alarak içi buz dolu bir kaba koyar. Parmak, Kentucky Hastanesi'nin mikro cerrahi kliniğinde yerine başarıyla dikilir. Adamın parmağının kopmasına neden olan evlilik yüzüğüdür... Hastanede yattığı günlerde, başucunda bekleyen karısı Janet Elizabeth Shearon ile 1962 yılının 28 Ocak günü ölen üç yaşındaki kızları Karen Anne'nin, ilaç kokulu hastane günlerini bir kez daha yaşarlar. Kızlarının gözlerini hayata kapadığı bu tarih, çiftin 6. evlilik yıldönümüdür!
Yeşilçam'da izleyiciyi en çok güldüren aşk sahnelerinden biri de pilot rolündeki Şener Şen'in sevdiği kıza uçağıyla yaptığı kurlardır. 1977'de çekilen "Gülen Gözler" filminde, Ayşen Gruda'ya âşık olan Şener Şen'in adı "Vecihi"dir. Pilot Vecihi, uçağıyla Ayşen Gruda'nın evinin üstünde uçmakta ama her seferinde sakarlığıyla eve zarar vermektedir. Kızın annesi Adile Naşit, iki sevgilinin evliliğine taraftar olsa da, babası Münir Özkul Vecihi'nin uçağına iniş izni vermeyen uçuş kulesi rolündedir. Sinemamızın en saygın sanatçılarının bir araya geldiği bu film, komedi dalının başarılı örneklerinden biri olsa da, Vecihi adının, uçuş tarihimizin en saygın, en değerli adlarından biri olduğu izleyicilerin büyük çoğunluğu tarafından bilinmez.
Vecihi Hürkuş, gökyüzü tarihimizde ilklere imza atan bir pilottur. 1917'de, Kafkas cephesinde, ilk Türk hava zaferi onun sayesinde kazanılmıştır...
1918 yılında, Ruslardan ele geçirilen Nieuport uçağının bozulan pervanesinin yenisini yaparak bir ilki gerçekleştirmiştir...
Kurtuluş Savaşı sırasında, uçakların kanatlarının onarımı için gerekli olan jelatin ve emait imalatını o başarmıştır...
İzmir'e ilk giren ve hava meydanını işgalden kurtaran pilotumuz Vecihi Hürkuş'tur...
Kurtuluş Savaşı'nın ilk ve son uçuşunu yapan da odur...
Kurtuluş Savaşı'nda, TBMM takdirnamesini 3 defa kazanmıştır...
1924 yılında, İzmir'de ilk Türk uçağını yapmıştır...
1930 yılında, İstanbul'da, tarihimizdeki ilk sivil uçağı yapan "Pilot Vecihi"den başkası değildir...
1933 yılında, ilk deniz uçağı onun elinden çıkmıştır...
1934 yılında, ilk kadın pilotumuz olan Bedriye Gökmen Bacı'yı yetiştirir...
Ankara'da, 1936'da uçan ilk Türk planörlerinin uçuşunu gururla seyreden imalatçı da Vecihi Hürkuş'tur...
İlk Türk özel hava yollan kuruluşunu 1954'de kuran kimdir dersiniz?..
Türkiye'de, toprak altındaki radyoaktif zenginliği keşfeden uçağı kullanan yine pilot Vecihi'dir...
Şener Şen'in beyazperdede herkesi güldürdüğü "Pilot Vecihi"nin hayatı hüzünle doludur oysa... Kız kardeşi Remziye Hanım'ı, Yunan savaş uçaklarının 12 Ocak 1921'de Eskişehir'e yaptığı hava saldırısında kaybeder.
Babaları Binbaşı Bedri Bey, Kurtuluş Savaşı'nda şehit düştüğünden öksüz kalan Emel, Nahit ve Eribe adlı üç yeğenini yanına alır. Ne var ki, Emel yolda can verecektir...
29 Ekim 1936'da, Cumhuriyet'in 13. yıl kutlamalarında yapılan havacılık gösterilerinde büyük bir uğursuzluk yaşanılır: O gün, Türkkuşu Başöğretmeni Vecihi Hür kuş'un eğittiği paraşütçülerin atlayışı merakla beklenmektedir... Vecihi Bey'in aklı, paraşütçüler arasındaki 17 yaşındaki bir genç kızdadır. Bir kez deneme atlayışı yapan genç kız, hastalanınca sonraki günlerdeki çalışmalara katılamamıştır. Yeterli sayıda atlayış yapmamış olsa da, Vecihi Hürkuş'a böylesine anlamlı bir günde atlayış yapmayı çok istediğini söylemiş, adeta yalvararak izin koparabilmiştir.
Uçak, kutlamaların yapıldığı Ankara Hipodromu'nun üstüne geldiğinde kapıda genç kız belirir. Vecihi Hürkuş, yüreğinde bir şüpheyle ve sanki biraz da pişmanlıkla uçağa bakarken, genç kız kendini boşluğa bırakır...
Ciğerleri parçalanırcasına bağırır Vecihi Bey:"Açççç... Paraşütünü açççç... Aç artııııkkk!" 800 metreden atlayan genç kız hızla yere düşmekte, paraşütü açılmamaktadır... Düz bir şekilde başlayan düşüş esnasında paraşüt devreye girmediği için, havada dengesini kaybeden genç kız taklalar atmaya başlar... Paraşüt yere 100 metre kala açılsa da, sert bir şekilde çamur zemine düşmesine engel olamaz.
Vecihi Hürkuş, yanına koştuğu genç kıza sıkıca sarılır. Ağzından kan gelirken, "Babacığım, kabzayı çektim, çektim, çok uğraştım ama paraşüt açılmadı," diyerek kendisini teselli etmeye çalışan ve kaldırıldığı hastanede son sözleri "Babacığım, üzülme iyiyim," olan genç kız, kız kardeşi Remziye Hanım'ın çocuğu Eribe'den başkası değildir.
Yaşamının son yıllarında, kurduğu hava yolu şirketinin kapanmasına yönelik baskılara ve suikastlara dayanamayan Vecihi Bey iflas eder; borçlarından dolayı Kurtuluş Savaşı'nda gösterdiği kahramanlıklardan dolayı bağlanan maaşına bile haciz konur... Ve, Ankara'da anılarını yazarken beyin kanaması geçirir...
Türkiye’nin ilk kahraman Havacı’sı Vecihi Hürkuş’un cenazesine üç beş yakınından başka kimse gelmedi
VECİHİ HÜRKUŞ
Cesur bir pilot olarak kendi yaptığı uçakla çeşitli savaşlara katılan Vecihi Hürkuş Erzincan’da Ruslara esir duşmuş fakat daha sonra tekrar
Türkiye’ye kaçarak Yunanlılarla Çarpışmış ve düşmanın iki uçağını düşürmüştü.
"Pilot Vecihi", 16 Temmuz 1969'da toprağa verilir...
O gün, Ay'a adım atacak ilk insanı taşıyan Apollo 11 dünyadan ayrılmaktadır!..
Amerika'da milyonlarca insan, havacılık tarihlerinin bu en önemli gününde bir araya gelirken, aynı gün toprağa verilen Türk havacılık tarihinin büyük kahramanı Vecihi Hürkuş'un, cenazesine katılan insanların sayısı, iki elin parmağını geçmemektedir.
Ay'da yürüyen ilk insan Neil Armstrong, kendisi gibi pilot olan Vecihi Hürkuş'un ruhunun, Apollo 11’le birlikte gökyüzüne yükseldiğini elbette bilemez... Tıpkı, evlilik yüzüğünün on yıl sonra, 1978'de, Ohio'daki çiftlikte bir kaza sonucu parmağını koparacağını bilemeyeceği gibi!..
Neil Armstrong ve Vecihi Hürkuş... 16 Temmuz 1969 tarihinde, kızlarını kaybetmenin acısını taşıyan iki babanın yüreği birlikte ayrılırlar dünyadan!
Gülen Gözler filminin sonu mu? Münir Özkul sonunda razı olur ve Ayşen Gruda'yla evlenen Pilot Vecihi parmağına evlilik yüzüğünü takar.
Piri Reis’in Haritasının Şifresi!..
Topkapı Sarayı'nı müzeye dönüştürme çalışmalarının yoğun bir şekilde devam ettiği 1929 yılında, Ethem Eldem, Harem Dairesi'nden geçerken, bekçiler ve birkaç işçi yemek yedikleri masaya davet ederler, müze müdürünü. Ethem Eldem, tam teşekkür ederek uzaklaşmaktadır ki, gözü masaya serilen ve üstünde yiyeceklerin bulunduğu beze takılır. Birkaç adım atıp dikkatlice baktığında, gördüklerine inanamaz. Bu bir haritadır!.. Şaşkınlık ve kızgınlıkla bağırır: "Kaldırın derhal yiyecekleri..." İşte, Piri Re is'in ünlü haritası böyle bulunur!
Piri Reis'in Amerika haritası resimler ve "tahin helvası yağı"yla doludur! Elimizde bulunan, haritanın beşte birlik kısmıdır. Ünlü haritanın beşte dördü kayıptır. Hepimiz görmüşüzdür; bizde geçici olarak kurulan sofralarda, üstünde ekmeğin, peynirin, domatesin, helvanın yenildiği bez ya da kâğıt yemek sonrası atıklarla birlikte bohça yapılarak çöpe atılır. Ben diyorum ki, Piri Reis'in haritası Ethem Eldem tarafından cuma günü bulunmuş olmalı!.. Pazartesi, salı, çarşamba, perşembe... Haritanın bulunamayan dört parçasını başka nasıl açıklayabiliriz?...
Amerika Kıtası'nın Atlas Okyanusu kıyılarının, günümüzde uzaydan çekilen bir fotoğrafla neredeyse aynı
Çizildiği bu harita hakkında pek çok söz söylendi, iddia ortaya atıldı. Bunlar arasında en gülünç olanı, haritayı uzaylıların dünyayı ziyaretleri sırasında yanında getirdikleridir! Uzaylılar haritayı bizzat mı verdiler, yoksa düşürdüler de Piri Reis mi buldu, orası pek bilinmez!.. Ama bildiğimiz bir şey varsa, o da bu iddiaları atanların lütfedip de, haritanın sol alt köşesine yazılan metni okumadıklarıdır. Söz konusu yazıda Piri Reis, çalışmasına kaynak olarak kullandığı pek çok haritadan bahseder. Ünlü denizci, dönemin en başarılı 34 haritasını bir araya getirerek, o belgelerin ışığı altında çalışmalarını yürütür. Piri Reis'in yararlandığı haritalardan biri de, Kolomb'un günümüzde kayıp olan ünlü Amerika haritasıdır. Kolomb'un 1498'de yaptığı kabul edilen haritasının, kâşifin üç seferine katılan bir denizci tarafından Piri Reis'in amcası Kemal Reis'e verildiği kabul edilmektedir. Kayıp olan Kolomb'un haritası hakkında bize bilgi verecek tek belge, Piri Reis'in çalışmasıdır.
Piri Reis'in haritasında papağan, fil, devekuşu, puma gibi hayvan resimlerinin yanı sıra bir de masal çizilmiştir!.. Haritanın üst kısmında, bir balina üstünde ateş yakmış iki insanın görüldüğü resmin yanında şu yazılıdır: "Rivayet ederler ki zamanı evvelde Santo Brandan derler bir papaz yedi deryayı gezmiş derler. Mezbur bu balığın üzerine uğramış kuru yer sanıp balık üzerine ot yakmışlar; balığın sırtı kızınca denize dalmış, bunlar sandala koyulmuşlar, gemiye kaçmışlar..."
Kimi araştırmacılar, tarihteki pek çok olayın abartıldığını, aslında öyle bir şeyin olmadığını iddia ederler. Bu gibilerinin haklı oldukları yerler yok değildir, ama yanıldıkları konular da çoktur. Örneğin, Fatih Sultan Mehmet'in 1453 yılında gemilerini karadan yürüterek Haliç'e indirmesi!..Tarihi yalnızca taht, saltanat, soyağacı ve kılıçla açıklamaya çalışanlar için bu bir palavradır. Anlatıların "masal" olduğunu söyleyenler, Bizans'ın Boğaz'ın girişini bir zincirle kapattığı Haliç'te bir sabah Türk gemilerini gördüklerini ama, o gemilerin Haliç'in iç kısımlarında kurulan tersanelerde yapıldıklarını kabul ederler!.. Tarihi tarih yapanın düşler, hayaller olduğunu unutanlar, masalların içindeki gerçekleri küçümseyerek kendilerinin "ciddiye" alınmasını isteyenlere verilecek en güzel yanıt, Piri Reis'in haritasına yazdığı ve resimlediği masaldır... O masallar dünyasıdır ki, oraya dalmaya her tarihçinin nefesi yetmez. Oraya Piri Reis gibi ciğeri ve yüreği büyük bilim insanları ve de yazarlar dalabilirler. Masalları küçümseyenler dizlerine kadar gelen suda deve güreşi yapmaktan bir adım ileriye gidemezler. Onları konferanslarda, televizyon programlarında görebilirsiniz... Bilgi sahibi olmadıkları konularda ahkâm keserken, alay etmeye çalışırlarken öylesine komik duruma düşerler ki, saray soytarısı olduklarının farkında bile değillerdir.
Piri Reis'in haritasında da, farklı büyüklüklerde on tane yelkenli gemi resmi vardır. Nâzım Hikmet, Piri Reis'in haritası için yazdığı şiirin son dizelerinde, o gemileri bırakın karadan yürütmeyi, okuyun bakalım nerelere çıkarıyor:
Yelkenlilerle gidiliyor kosmosa
Piri Reis'in haritasın da yüzen yürek kadar yelkenlilerle.
Koca şairin şiiri 29 Aralık 1960 tarihlidir. O yıllarda, Amerika ve Rusya uzayın fethi için yarışmaktadır. Amaç, Ay'a gitmek, oraya bayrak dikmektir... Nâzım Hikmet, Gelibolu'da iki yıl kitap okuyan, kendinden önceki haritaları karşılaştırarak en kusursuz dünya haritasını yapmayı hayal eden ve başaran Piri Reis'in çizdiği yelkenli gemilerle uzaya gidilebileceğini söylüyor...
2008 yılının temmuz ayında, Orlando'da bulunan Kennedy Uzay Üssü'nün müzesini gezerken, Apollo 12'nin arması karşısında gözyaşlarımı tutamadım. Nâzım Hikmet'in ölümünden yıllar sonra Ay'a inen ikinci roket olan Apollo 12'nin arması, dünyayı geride bırakmış, uzaya doğru yol alan bir yelkenli gemidir!..
YAZAR HAKKINDA;
Şükrü Sunay Akın (d. 12 Eylül 1962), şair, yazar, gazeteci, araştırmacı, tiyatro oyuncusu.
12 Eylül 1962 tarihinde Trabzon'un Maçka ilçesinde doğdu (bu yüzden 18 yaşından beri doğum gününü kutlamamaktadır). Ailesi, onun daha iyi eğitim görebilmesi için, 10 yaşındayken İstanbul'a taşındı. Lise öğrenimini İstanbul Haydarpaşa Lisesi'nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Fizik Coğrafya Bölümü'nden mezun oldu.
İlk şiirini, Meteoroloji Müdürlüğü'nde çalışan bir memurun kızına yazar. Henüz 9 yaşındadır. Kızın isminin baş harflerinin dizelerini oluşturduğu şiiri, evlerinin terasında bulunan odunluk kapısının iç kısmına yazar. Kız, balkona geldiğinde odunluğun kapısını açar mahsusçuktan!. Ama şiir kızın gözüne hiçbir zaman takılmaz. Sunay Akın yıllar sonra (ki bir şairdir artık) çocukluğunun geçtiği Trabzon'a gittiğinde, sert geçen bir kışta, içindeki odunlarla birlikte kapının da sökülüp yakıldığını öğrenir. Şairin ilk şiiri "hava muhalefeti" nedeniyle kayıptır!.. 1984 yılında yayınlanan ilk şiiri de bir sobanın içinde kütürdeyen odunu anlatır! İlk şiir kitabı 1989'da "Makiler" adıyla yayınlanır. Arkadaşlarıyla birlikte 1989'da Yeni Yaprak şiir dergisini ardından, 1990 yılında da Olmaz adlı şiir dergisini çıkardı. Adını Cemal Süreyya'nın koyduğu bu kitabı "Antik Acılar, Kaza Süsü, 62 Tavşanı" izler.
1987 yılında Halil Kocagöz Şiir Ödülü’nü Noktalı Virgül adlı dosyasıyla aldı. 1990 yılında ise Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü'nü Makiler şiiri ile kazandı.
Anlık ilhamlara dayanan ve genellikle kısa olan şiirleri, Orhan Veli'nin şiirindeki bazı özelikleri günümüzde sürdüren bir yapıya sahiptir. Ayrıca, bu tür şiirlerde genellikle rastlanmayan, yumuşak, lirik bir tonu vardır. Şiirlerinde özellikle ince yergi ögelerini kullanmadaki rahatlığı ile dikkat çeker. Cemal Süreyya'nın etkisinde sürdürdüğü şiirlerde, dil oyunlarına dayalı yoğun bir alaycılık ve şaşırtma; çocuklar ve hüzünle birlikte şairin ilgi ve duyarlılığını göstermektedir.
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ders verdi, Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde 5 yıl boyunca hem ders verdi hem ders aldı. Bu deneyimin de yardımıyla, tek kişilik oyunlar hazırlayıp oynamaya başladı. Türkiye'nin çok sayıda merkezinde ve yurtdışında (Frankfurt, Nürnberg, Londra) sayısız kez tek kişilik oyunlarını sergiledi. Halen Sunay Bey Tarihi adlı gösterisini sunmaya devam etmektedir.
23 Nisan 2005 tarihinde 11 yıldır dünyanın dört bir yanından topladığı oyuncaklarla, yıllardır hayalini kurduğu İstanbul Oyuncak Müzesi'ni Göztepe, İstanbul'da ailesine ait dört katlı tarihi bir konakta açtı. Müze, Türkiye'de türünün ilk ve tek örneği olup, Avrupa Konseyi'ne bağlı Avrupa Müze Forumu (European Museum Forum) tarafından verilmekte olan Avrupa Yılın Müzesi Ödülü'ne 2010 yılı için aday olmuştur.
TRT 2 ve CNN Türk'de "Stüdyo İstanbul", "İzler", "Akşama Doğru", "5N 1K" gibi kültür sanat programları ve belgeseller hazırlayan, katkıda bulunan Sunay Akın, TV 8'de de "Gezgin Korkuluk" ve Ramazan Ayı boyunca Mahya Işıkları adlı programı hazırlayıp sundu.
Yaşam Radyo, Radyo Kent, Best FM'de radyo programları yaptı. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde öğretim görevlisi olarak ders verdi. [2] Atv'de Hıncal Uluç, Haşmet Babaoğlu ve Nebil Özgentürk ile birlikte Yaşamdan Dakikalar adlı uzun soluklu bir televizyon programını halen yapmaktadır.
Şu an Skyturk360 isimli kanal'da her cumartesi yayınlanan "Hayat Deyince" programını sunmaktadır.
Yayınlanmış Kitapları [değiştir]
* Bir Çift Ayakkabı (2011)
* Çorap Kaçığı (2010)
* Ay Hırsızı (2009)
* Tuncay Terzihanesi (2007)
* Kule Canbazı (2004)
* Kırdığımız Oyuncaklar (2003)
* Onlar Hep Oradaydı (2002)
* İstanbul'da Bir Zürafa (2001)
* Önce Çocuklar ve Kadınlar (2000)
* Ayçöreği ve Denizyıldızı (2000)
* Kız Kulesi'ndeki Kızılderili (2000)
* Antik Acılar (1999)
* Makiler (1999)
* 62 Tavşanı (1998)
* Kırılan Canlar (1997)
* İstanbul'un Nazım Planı... (1996)
* Kaza Süsü (1996)
* Makiler (1996)
* Antik Acılar (1995)
* Küçük Asker...Küçük Asker... (1995)
* Veşaire...Veşaire (1994)
* Şairler Matinesi (1993)
* Şiir Cumhuriyeti (1993) - Safa Fersal ile birlikte