Dorian Gray'in Portresi (The Picture of Dorian Gray)
Yazan OSCAR WILDE (1856-1900)
Başlıca karakterler
Dorian Gray: 1890'ların günahkâr Londra'sında yaşıyan genç,zengin, fevkalâde yakışıklı, sefil biri.
Basil Hallward: Ciddî bir sanatkâr; Dorian'ın, görenin aklından çıkmayan portresi bir şaheserdir.
Alan Campbell: Iztırap içinde kıvranan ve Dorian'ın şantaj yaptığı genç bir ilim adamı.
Hikâye
Lord Henry Wotton adında dünya görmüş törelere ve ahlâk kurallarına pek aldırmayan bir adam, Basil Hallward - adındaki ressam arkadaşının göz kamaştırıcı stüdyosunu ziyaret eder ve yüzünün ifadeleri temizlik ve saflık anlatan, son derece yakışıklı bir gencin tam boy portresini görür. Sanatkâr, gencin adının Dorian Gray olduğunu söyler; fakat genci, baştan çıkaracağından korktuğu için, Lord Henry'nin Dorian Gray ile tanışmasını istemez. Ressam, arkadaşına, Dorian Gray'ın kendisine, en iyi eserini yaratması için ilham verdiğini söyler.
Böylece konuşurlarken, Dorian Gray gelir ve Hallward onu Dorian Gray ile tanıştırmağa mecbur kalır; Dorian Gray, ressama poz verdiği sırada, genç ile nükteli ve sinikal bir sohbete girişir. Lord Henry, Dorian'a, gençliğinin ve güzelliğinin zevkini çıkarmasını ısrarla söyler; kültürlü ve veciz nükteleriyle de genç üzerinde derin bir iz bıraakır. Portre, kısa bir müddet sonra biter; üçü de portreye hayran kalırlar. Dorian, resmin, ebediyen genç ve yakışıklı kalacağını, fakat kendisinin yaşlanacağını ve çirkinleşeceğini üzülerek düşünür. Dorian, ancak portresi de yaşlandığı vakit ruhunu teslim edeceğini ve her zaman genç kalacağını söyler.
Daha sonraki bir kaç ay zarfında, Basil Hall-ward'm itirazlarına rağmen, Lord Henry, Dorian'ı kanadı altına alır. Dorian, zengin fakat mutsuz bir aileden gelen genç, tertemiz bir insandır. Lord Henry, onu değiştirmeğe başlar. Lord Henry, genci Londra'da gezdirir tiyatrolara, operalara, partilere götürür- zevk ve sefahatin hâkim olduğu Londra sosyetesi ile tanıştırır.
Fakat Dorian, onuncu sınıf bir tiyatroda Juliet'i oynayan onyedi yaşında Sibyl Vane adındaki saf bir aktrise aşık olduğu zaman, Lord Henry'nin Dorian üzerindeki nüfuzu biraz azalır. Dorian, ilkin, Sibyl'e adını söylemek istemez, kendisini «Cazibeli Prens» diye takdim eder. Kızın, zamanı geçmiş ve oldukça bayağı bir aktris olan annesi, kızının Dorian ile ilişkisini tasvip eder, fakat ağabeyi James son derece hiddetlenir. Bir denizci olan James, yakında denize açılacaktır; fakat Sibyl'e, bu esrarengiz hayranından vazgeçmesini, aksi takdirde sevgilisini öldüreceğini söyler.
Dorian, Sibyl ile nişanlandığını Lord Henry ve Basil Hallward'a söylediği zaman, arkadaşları soğuk davranırlar. Bunu, tecrübesiz bir gencin hayatında talihsiz, fakat gerekli bir safha olarak görürler; servetine ve sosyal mevkiine daha lâyık birini bulduğu zaman Sibyl'i terkedeceğine inanırlar. Dorian, onlara, Sibyl'in oynadığı tiyatroya gelerek, kızın ne temiz biri olduğunu görmelerini ister. Fakat o gece Sibyl, gayet kötü oynar. Canları sıkılan Lord Henry ve Basil Hallward, son perdeden önce tiyatrodan ayrılırlar. Dorian, Sbyl'i görmek için sahne arkasına gittiği zaman Sibyl, ona, sanatın artık kendisi için hiç bir şey ifâde etmediğini, zira Dorian'ın aşkı sayesinde hayatının kemâle eriştiğini söyler. Dorian, birdenbire, arkadaşlarının haklı olduklarını anlar. Sibyl, «alelade» bir kızdır.
Dorian, evine gittiği zaman bir şok geçirir. Portresine bakar, ve kendisinin hafifçe değiştiğini görür. Gerçi aynada, simasında hiç bir değişiklik olmadığını, yüzünün hatlarının hâlâ saf ve tertemiz olduğunu görür ise de, portrede, yüzünün çirkin bir tarzda buruştuğuna dikkat eder. Dorian, kıza acele bir mektup yazarak, özür diler ve kendisini hâlâ sevdiğini anlatır. Ertesi günü, kendisini görmeğe gelen Lord Henry, Sibyl Vane'in, Dorian ayrılır ayrılmaz, zehir içtiğini söyler. Sibyl böylece ölür, fakat Lord Henry, kızdan bu yolla kurtulmasının iyi olduğunu, zira Sibyl'in, ona lâyık bir kız olmadığını belirtir. Üstelik, kızın ölümü hiç bir skandal da yaratmayacaktır, zira Sibyl ile Dorian arasındaki ilişkiyi kimse bilmemektedir.
Tâziyetlerini bildirmek için gelen Basil Hallward, Dorian'ın portresini teşhir etmek istediğini söyler. Fakat Dorian, bir paravana arkasında sakladığı resmi göstermek istemez. Daha sonra, portreyi, üst katta, kullanılmayan bir odada gizler. Resmin, kendi ruhunun aynası olduğu fikrinin cezbesi altında kalan Dorian, kendisindeki bu gücü diğerlerinin de öğrenme ihtimalinden dehşete kapılır.
Ardından gelen bir kaç sene boyunca, Dorian, artık derinden derine Lord Henry Wotton'un nüfuzu altındadır. Yaşlı adam, kendisine, zengin ve bencil bir gencin işleyebileceği sınırsız günah ve seksüel zevk katoloğu mahiyetinde «zehirleyici» bir Fransızca kitap (J.K. Huysmans'm  Rebours adlı kitabı) verir. Bu kitabın tesiri altında, Dorian, mü-cevharat takınmağa, kokular sürünmeğe başlar; Katolik âyinlerine katılır, ve hatta sefahat yuvalarını ve esrar içilen yerleri ziyaret eder. Gençleri sefahat hayatına sürüklemekten zevk duyar ve çok geçmeden, hakkında gayet kötü söylentilerin yayıldığı Londra sosyetesinin kapıları yüzüne kapanır.
Dorian'ın, hayattaki en büyük zevki, aynadaki hâlâ genç, hâlâ kırışmamış yüzünü, portrede meydana çıkmakta olan yüzü ile mukayese etmektir. Sürdüğü sefil hayata rağmen, Dorian'ın fizikî canlılığını nasıl hâlâ muhafaza edebildiğini Londra'da kimse anlayamaz.
Bir gece, Basil Hallward Dorian'ı ziyaret eder. Sanatkâr, Paris'e giderek altı ay kalacağını, iki arkadaşın birbirinden koptukları zamandan bu yana kaybettiği ilham gücünü yeniden kazanmak için çalışacağını anlatır. Fakat ayrılmadan önce, Dorian ile son bir defa görüşerek, gittiği kötü yoldan çevirmek istemiştir. Hakkında söylenen bütün kötü sözleri anlatır ve Dorian'dan, onların sadece asılsız şayialar olduğunu söylemesini yalvararak ister. Dorian ise, kızgın bir tavırla, ressamın yaptığı tabloyu gösterir. Basil, tuvaldaki tiksindirici resmin kendisine küstahçasına baktığını görerek dehşete kapılır. Dorian'a ruhunun eski saflığına kavuşması dileğiyle dua etmesi için yalvarır; fakat birdenbire, ne yaptığını bilemeyecek kadar hiddetlenen Dorian, eline geçirdiği bir bıçakla Hallward'ı öldürür.
Hallward Paris'e gideceğinden, Dorian, cesedi gizlice ortadan kaldırdığı takdirde, cinayetin meydana çıkmayacağına inanır. Bunun için de, hayatını yine kendisinin yıktığı eski kimyager arkadaşı Alan Campbell'i çağırır. Campbell, Dorian ile senelerdir konuşmamıştır; fakat Dorian, Basil Hallward'ın cesedini ortadan kaldırmasını rica eder, yalvarır. Campbell, kızgınlıkla, bu işi yapamayacağını söyleyince, Dorian, kimyagerin, mazide işlediği gizli bir günahı açıklayacağını söyleyerek tehdit eder. Çaresiz kalan Campbell, fazla miktarda nitrik asit getirilmesini isteyerek, sanatkârın vücudunu tamamiyle ortadan kaldırır. Bu korkunç iş yapılırken de, Dorian, parlak bir yemek ziyafetinde, Lord Henry ile karşılıklı nükte ve vecize sohbetine girişmiştir.
Bir gece, bir afyon hücresinde, Dorian ölüme çok yaklaşır. Denizden dönen James Vane, Dorian' dan intikam almak için kendisini aramaktadır. Bir kadının «Cazibeli Prens»i çağırdığını işitince, bunun, kız kardeşinin sevgilisinin adı olduğunu hatırlar. Dorian, sisli bir gece sabaha karşı hücreyi terkettiği sırada, Vane, tabanca ile kendisini bekler. Fakat Dorian, o ânda aklına gelen bir düşünce ile kendisini kurtarır. Vane'e, Sibyl'in onsekiz yıl önce öldüğünü ve denizciye, sokak lâmbası altında, yüzüne bakmasını söyler. Dorian hiç yaşlanmadığından, ancak yirmi yaşında görünür, intikam peşinde giden Vane de, başını önüne eğerek uzaklaşır. Vane, daha sonra hatâ yaptığını anlar ve bir yemek ziyafetinde sezdirmeden Dorian'm üzerine yürürken, kazaen kendi kendisini öldürür.
Dorian, şimdi kendisini tamamiyle güvenlik içinde hisseder. Basil Halhvard'm kayboluşu ile ilgili hafif heyecan dalgası kaybolmuştur. Sibyl'in kardeşi ölmüş ve Alan Campbell de intihar etmiştir. Do-rian'ı cinayetle itham edecek kimse kalmamıştır. Kendi mazisinden tiksinti duyan ve bu yüzden, yeni bir hayata başlamak isteyen Dorian, artık daha iyi ve daha az bencil bir hayat yaşamak istediğini Lord Henry'ye söyler. Fakat Lord Henry, onun bu sözlerini kahkaha ile karşılayınca, Dorian, kolaylıkla iğfal edeceği bir köylü kızından vazgeçtiğini anlatır. Bütün bu iyi niyet hisleri altında, Dorian, asil hareketlerinin de portrede belirtilip belirtilmeyeceğim düşünür. Portre, belki, artık eskisi kadar korkunç olmayacaktır. Resme tekrar bakar, fakat yüzünün eskisinden de iğrenç göründüğünü görür. Yüzünde, kabalık ve zulüm ifâdesinden başka dudaklarında, riyakârsızcasına yılışık bir gülümseme belirmiştir ve elinden de kan damlamaktadır.
Derhal eline bir bıçak geçirerek, iyi niyetlerine sırt çevirdiği ve hayatını yıktığı için, resmi rastgele kesmeğe başlar, ölrnek üzere olan bir insanın haykırışlarını işiten hizmetçiler yukarı çıkar, kapalı kapıyı kırarlar ve içeri girdikleri zaman duvarda, Dorian Gray'in resmini orijinal hâli ile görürler: güzel ve tertemiz. Fakat hakikî Dorian Gray, yerde kanlar içinde yatmaktadır: Resmi parçalamağa çalışırken, kendi kendisini öldürmüştür. Yaşadığı sefahat hayatı kendisini öylesine yaşlandırmış, değiştirmiştir ki, bir şeyi yakalamak istercesine yumruk gibi sıktığı parmaklarındaki yüzüklere dikkat edene kadar, kendi hizmetçileri dahi, yerde, kanlar içinde yatan bu adamın Dorian Gray olduğunu bilemezler.
Tenkid
Dorian Gray'm Portresi, Oscar Wilde'in tam uzunluktaki yegâne romanıdır. Kitap, Faust efsânesinin, garip bir şekilde yeniden ele almışı: Dorian, Faust'tur; Lord Henry Watton, Mefistoteles'tir; Sibyl Vane, Gretchen ve ağabeyi de Valentin. Aradaki belli başlı fark şurada: Faust, hayatın verebileceği bütün tecrübelerden geçmek ve diğerleri için bencil olmayan iyi işler de yapabilmek uğrunda ezelî genç-lik peşinde giderken; Dorian, sadece kendisine hayranlık duyulması ve insan vücudunun bütün zevklerini tatmak için genç kalmak ister. Son derece ba-yağılaşmış bir Faust olarak, hayatı gayet yerinde olarak, sefil bir şekilde son bulur.
Dorian'ın portresi gibi, roman da fena halde yaşlandı. Wilde'ın yargılanması sırasında, savcının, bu kitabı delil olarak göstermesi ile, halk arasında derhal rağbet görmüş, tutunmuştu. Bununla beraber, Wilde'in, roman konusunda fazla yeteneği yoktu. Romanın plânı, zaman zaman beceriksizdir, can sıkıcıdır ve karakterler de tek-boyutlu. Romanın günümüzdeki canlılığı, günahın ücreti üzerinde allegorik bir tarzda durduğu için değil; göz kamaştırıcı nükte ve vecizelerinden Victoria devrinin sonlarındaki Londra'nın bir kalıntısı olduğundandır.
Lord Henry'nin nükte ve paradoksları bizi bugün dahi zevklendiriyor. Dorian'a diyor ki: «Bir iğ-vadan kurtulmanın tek yolu, bu iğvaya boyun eğmektir.» Yine (romanın sonlarında) şunu söyler: «Bir erkek, herhangi bir kadınla mesut olabilir, yeter ki onu sevmiş olmasın.»
Besbelli ki, Lord Henry'nin nükteleri, Oscar Wilde'in nükteleridir, kendisini romanda «saf» Lord Alfred Douglas'ı baştan çıkaran sinikal bir çapkın olarak görebilir. Kitapta, üzerinde durulan günah hissi, bugün genellikle ikna edici değil, çünkü Wilde'in kendisi tamamen Victoria çağının adamı. Meselâ, Dorian'ın Alan Campbell'e niye şantaj yapabileceği söylenmiyor. Bununla beraber, kitapta, üzerinde durulan günahın büyük bir kısmının homoseksüellik olduğunu düşünebiliriz.
Bir devrin kalıntısı olarak, Dorian Gray'in Portresi, tıpkı Sherlock Holmes'in hikâyeleri gibi, 1890' larm Londra'sının, sisli sokakları, züppeleri, hastalıklı insanları üzerinde durur. Kitabın, plânının tesiri, bugün oldukça azaldı ise de, atmosferi hâlâ büyüleyici.
Yazar
Ayrıca Bknz Oscar Wilde
1890'ların edebî ve sosyal hayatında, hiç kimse, Oscar Fin-gai O'Fiahertie Wills Wilde'in bir meteorun yükseliş ve düşüşünü andıran çıkış ve inişi ile mukayese edilemez. Dublin'de, 15 Ekim 1856'da doğan Wilde, edebî zevklerini, çağının ikinci derecedeki edebî isimlerinden biri olan annesinden tevarüs etti. Oxford Üniversitesine gitti (1874) ve orada John Ruskin ve Walter Pater'in estetik teorilerinin tesiri altında kaldı.
Oxford'dan ayrıldıktan sonra, Wilde, vurdumduymaz, mıymıntı ortasınıfa, göz kamaştırıcı makaleleri, piyesleri ve hikayeleriyle değil, kendi tutumu ile de, sanat sanat içindir teorisini basitleştirilmiş şekli içinde getirmeğe karar verdi. Gayet şık ve göz alıcı bir şekilde giyinen ve elinde, genellikle, zambak gibi «estetik» bir nesne taşıyarak, Wilde, sanatın ahlâkî düşüncelerle sınırlandırmaması gerektiğini savundu. Kendi kendisinin propagandasını mükemmel bir şekilde becerdiğinden, Amerika'daki nutukları son derece başarılı oldu. Gilbert ve Sullivan'ın komik operasındaki Bunthorne, gerçekte Oscar Wilde'dir.
Edebî bir değeri olmasa da, VVİlde'ın bir ciltlik şiir kitabı, isminin, Londra sosyetesinde cana çok yayılmasına yol açtı. Nihayet, 1891'de, dejenere Fransız yazarı J.K. Huysmans'ın tesiri altında, Dorian Gray'in Portresi'ni yayınladı.
Maamafih, Wilde'i popüler yapan, bir dizi komedileri oldu. Lady Windermere's Fan (Lady Windermer'in Yelpazesi) ile başlayan bu seri (1892), belki de İngiliz dilindeki en parlak bir komedi olan The Importance of Being Earnest (Ciddi Olmanın Önemi) ile zirveye erişti (1895). Wilde'in, kendi kendisini dramatize etmesi, fevkalâde nükteleri, sofistike diyalogu ve neşeli saçmalığı bu kitapta en olgun meyvalarını verdi. Bir asırdan beri cansız yatan ingiliz sahnesini canlandırdı ve Bernard Shaw' ın piyeslerinin temelini hazırladı.
Fakat Wilde, aynı yıl felâketle karşılaştı. Evli ve iki çocuk babası olmasına rağmen, Wilde, bir süredir, aralarında, Dorian Gray'a benzeyen zarif fakat şımarık Lord Alfred Douglas'dan, Londra yeraltı dünyasının erkek fahişelerine kadar çeşitli insanların bulunduğu gençlerle homoseksüel bir hayat da devam ettiriyordu. Bir gün, Lord Alfred'in babası Queensbury Markisi, kulübünde, Oscar Wilde'e hakaret edince, Wilde kendisini dâva etti. Wilde, bu davayı kaybetti ve ardından da, kraliyet savcılığı, seksüel suçlarından ötürü Wilde aleyhine dâva açtı. Bu muhakeme çağın skandali oldu. Wilde, savcılığın iddialarına üstünkörü cevaplar verdi, Fransa'ya kaçması için arkadaşlarının tavsiyelerini reddetti ve iki sene ağır işte çalışmaya mahkûm edildi.
Wilde, serbest bırakıldığı zaman (1898), yıkılmış bir insandı. Karısı kendisini terketmiş, piyesleri sahneden kaldırılmış, malı mülkü açık arttırma ile satılmış ve bir zamanlar, sosyal toplantılarda Wilde'in nüktelerine hayranlık besleyen arkadaştan, şimdi kendisini terketmişti. Hapishane, Wilde'deki ilham gücünü alıp götürmüştü. Bundan sonra, kaleminden sadece iki eser çıktı: Lord Alfred Douglas'a yazdığı ve her şeyi izah eden uzun mektup (De Profundis), ve «Reading Hapishanesi Şarkısı» adlı şiir kitabı.
Wilde, Fransa'da iki sene sefalet içinde yaşadı, hem kendisinin zaaf ve aptallıklarının ve hem de riyakâr ve kinci bir cemiyetin tesiri altında yıkılmış bir adam olarak 30 Aralık 1900'de öldü.
Yazan OSCAR WILDE (1856-1900)
Başlıca karakterler
Dorian Gray: 1890'ların günahkâr Londra'sında yaşıyan genç,zengin, fevkalâde yakışıklı, sefil biri.
Lord Henry Wotton: Dorian'ın, şehvet sahasındaki, nüktedan,sinikal hocası.
Sibyl Vane: Dorian'ın göz koyduğu saf ve genç bir aktris.
James Vane: Sibyl'in intikam peşinde giden denizci kardeşi.
Hikâye
Lord Henry Wotton adında dünya görmüş törelere ve ahlâk kurallarına pek aldırmayan bir adam, Basil Hallward - adındaki ressam arkadaşının göz kamaştırıcı stüdyosunu ziyaret eder ve yüzünün ifadeleri temizlik ve saflık anlatan, son derece yakışıklı bir gencin tam boy portresini görür. Sanatkâr, gencin adının Dorian Gray olduğunu söyler; fakat genci, baştan çıkaracağından korktuğu için, Lord Henry'nin Dorian Gray ile tanışmasını istemez. Ressam, arkadaşına, Dorian Gray'ın kendisine, en iyi eserini yaratması için ilham verdiğini söyler.
Böylece konuşurlarken, Dorian Gray gelir ve Hallward onu Dorian Gray ile tanıştırmağa mecbur kalır; Dorian Gray, ressama poz verdiği sırada, genç ile nükteli ve sinikal bir sohbete girişir. Lord Henry, Dorian'a, gençliğinin ve güzelliğinin zevkini çıkarmasını ısrarla söyler; kültürlü ve veciz nükteleriyle de genç üzerinde derin bir iz bıraakır. Portre, kısa bir müddet sonra biter; üçü de portreye hayran kalırlar. Dorian, resmin, ebediyen genç ve yakışıklı kalacağını, fakat kendisinin yaşlanacağını ve çirkinleşeceğini üzülerek düşünür. Dorian, ancak portresi de yaşlandığı vakit ruhunu teslim edeceğini ve her zaman genç kalacağını söyler.
Daha sonraki bir kaç ay zarfında, Basil Hall-ward'm itirazlarına rağmen, Lord Henry, Dorian'ı kanadı altına alır. Dorian, zengin fakat mutsuz bir aileden gelen genç, tertemiz bir insandır. Lord Henry, onu değiştirmeğe başlar. Lord Henry, genci Londra'da gezdirir tiyatrolara, operalara, partilere götürür- zevk ve sefahatin hâkim olduğu Londra sosyetesi ile tanıştırır.
Fakat Dorian, onuncu sınıf bir tiyatroda Juliet'i oynayan onyedi yaşında Sibyl Vane adındaki saf bir aktrise aşık olduğu zaman, Lord Henry'nin Dorian üzerindeki nüfuzu biraz azalır. Dorian, ilkin, Sibyl'e adını söylemek istemez, kendisini «Cazibeli Prens» diye takdim eder. Kızın, zamanı geçmiş ve oldukça bayağı bir aktris olan annesi, kızının Dorian ile ilişkisini tasvip eder, fakat ağabeyi James son derece hiddetlenir. Bir denizci olan James, yakında denize açılacaktır; fakat Sibyl'e, bu esrarengiz hayranından vazgeçmesini, aksi takdirde sevgilisini öldüreceğini söyler.
Dorian, Sibyl ile nişanlandığını Lord Henry ve Basil Hallward'a söylediği zaman, arkadaşları soğuk davranırlar. Bunu, tecrübesiz bir gencin hayatında talihsiz, fakat gerekli bir safha olarak görürler; servetine ve sosyal mevkiine daha lâyık birini bulduğu zaman Sibyl'i terkedeceğine inanırlar. Dorian, onlara, Sibyl'in oynadığı tiyatroya gelerek, kızın ne temiz biri olduğunu görmelerini ister. Fakat o gece Sibyl, gayet kötü oynar. Canları sıkılan Lord Henry ve Basil Hallward, son perdeden önce tiyatrodan ayrılırlar. Dorian, Sbyl'i görmek için sahne arkasına gittiği zaman Sibyl, ona, sanatın artık kendisi için hiç bir şey ifâde etmediğini, zira Dorian'ın aşkı sayesinde hayatının kemâle eriştiğini söyler. Dorian, birdenbire, arkadaşlarının haklı olduklarını anlar. Sibyl, «alelade» bir kızdır.
Dorian, evine gittiği zaman bir şok geçirir. Portresine bakar, ve kendisinin hafifçe değiştiğini görür. Gerçi aynada, simasında hiç bir değişiklik olmadığını, yüzünün hatlarının hâlâ saf ve tertemiz olduğunu görür ise de, portrede, yüzünün çirkin bir tarzda buruştuğuna dikkat eder. Dorian, kıza acele bir mektup yazarak, özür diler ve kendisini hâlâ sevdiğini anlatır. Ertesi günü, kendisini görmeğe gelen Lord Henry, Sibyl Vane'in, Dorian ayrılır ayrılmaz, zehir içtiğini söyler. Sibyl böylece ölür, fakat Lord Henry, kızdan bu yolla kurtulmasının iyi olduğunu, zira Sibyl'in, ona lâyık bir kız olmadığını belirtir. Üstelik, kızın ölümü hiç bir skandal da yaratmayacaktır, zira Sibyl ile Dorian arasındaki ilişkiyi kimse bilmemektedir.
Tâziyetlerini bildirmek için gelen Basil Hallward, Dorian'ın portresini teşhir etmek istediğini söyler. Fakat Dorian, bir paravana arkasında sakladığı resmi göstermek istemez. Daha sonra, portreyi, üst katta, kullanılmayan bir odada gizler. Resmin, kendi ruhunun aynası olduğu fikrinin cezbesi altında kalan Dorian, kendisindeki bu gücü diğerlerinin de öğrenme ihtimalinden dehşete kapılır.
Ardından gelen bir kaç sene boyunca, Dorian, artık derinden derine Lord Henry Wotton'un nüfuzu altındadır. Yaşlı adam, kendisine, zengin ve bencil bir gencin işleyebileceği sınırsız günah ve seksüel zevk katoloğu mahiyetinde «zehirleyici» bir Fransızca kitap (J.K. Huysmans'm  Rebours adlı kitabı) verir. Bu kitabın tesiri altında, Dorian, mü-cevharat takınmağa, kokular sürünmeğe başlar; Katolik âyinlerine katılır, ve hatta sefahat yuvalarını ve esrar içilen yerleri ziyaret eder. Gençleri sefahat hayatına sürüklemekten zevk duyar ve çok geçmeden, hakkında gayet kötü söylentilerin yayıldığı Londra sosyetesinin kapıları yüzüne kapanır.
Dorian'ın, hayattaki en büyük zevki, aynadaki hâlâ genç, hâlâ kırışmamış yüzünü, portrede meydana çıkmakta olan yüzü ile mukayese etmektir. Sürdüğü sefil hayata rağmen, Dorian'ın fizikî canlılığını nasıl hâlâ muhafaza edebildiğini Londra'da kimse anlayamaz.
Bir gece, Basil Hallward Dorian'ı ziyaret eder. Sanatkâr, Paris'e giderek altı ay kalacağını, iki arkadaşın birbirinden koptukları zamandan bu yana kaybettiği ilham gücünü yeniden kazanmak için çalışacağını anlatır. Fakat ayrılmadan önce, Dorian ile son bir defa görüşerek, gittiği kötü yoldan çevirmek istemiştir. Hakkında söylenen bütün kötü sözleri anlatır ve Dorian'dan, onların sadece asılsız şayialar olduğunu söylemesini yalvararak ister. Dorian ise, kızgın bir tavırla, ressamın yaptığı tabloyu gösterir. Basil, tuvaldaki tiksindirici resmin kendisine küstahçasına baktığını görerek dehşete kapılır. Dorian'a ruhunun eski saflığına kavuşması dileğiyle dua etmesi için yalvarır; fakat birdenbire, ne yaptığını bilemeyecek kadar hiddetlenen Dorian, eline geçirdiği bir bıçakla Hallward'ı öldürür.
Hallward Paris'e gideceğinden, Dorian, cesedi gizlice ortadan kaldırdığı takdirde, cinayetin meydana çıkmayacağına inanır. Bunun için de, hayatını yine kendisinin yıktığı eski kimyager arkadaşı Alan Campbell'i çağırır. Campbell, Dorian ile senelerdir konuşmamıştır; fakat Dorian, Basil Hallward'ın cesedini ortadan kaldırmasını rica eder, yalvarır. Campbell, kızgınlıkla, bu işi yapamayacağını söyleyince, Dorian, kimyagerin, mazide işlediği gizli bir günahı açıklayacağını söyleyerek tehdit eder. Çaresiz kalan Campbell, fazla miktarda nitrik asit getirilmesini isteyerek, sanatkârın vücudunu tamamiyle ortadan kaldırır. Bu korkunç iş yapılırken de, Dorian, parlak bir yemek ziyafetinde, Lord Henry ile karşılıklı nükte ve vecize sohbetine girişmiştir.
Bir gece, bir afyon hücresinde, Dorian ölüme çok yaklaşır. Denizden dönen James Vane, Dorian' dan intikam almak için kendisini aramaktadır. Bir kadının «Cazibeli Prens»i çağırdığını işitince, bunun, kız kardeşinin sevgilisinin adı olduğunu hatırlar. Dorian, sisli bir gece sabaha karşı hücreyi terkettiği sırada, Vane, tabanca ile kendisini bekler. Fakat Dorian, o ânda aklına gelen bir düşünce ile kendisini kurtarır. Vane'e, Sibyl'in onsekiz yıl önce öldüğünü ve denizciye, sokak lâmbası altında, yüzüne bakmasını söyler. Dorian hiç yaşlanmadığından, ancak yirmi yaşında görünür, intikam peşinde giden Vane de, başını önüne eğerek uzaklaşır. Vane, daha sonra hatâ yaptığını anlar ve bir yemek ziyafetinde sezdirmeden Dorian'm üzerine yürürken, kazaen kendi kendisini öldürür.
Dorian, şimdi kendisini tamamiyle güvenlik içinde hisseder. Basil Halhvard'm kayboluşu ile ilgili hafif heyecan dalgası kaybolmuştur. Sibyl'in kardeşi ölmüş ve Alan Campbell de intihar etmiştir. Do-rian'ı cinayetle itham edecek kimse kalmamıştır. Kendi mazisinden tiksinti duyan ve bu yüzden, yeni bir hayata başlamak isteyen Dorian, artık daha iyi ve daha az bencil bir hayat yaşamak istediğini Lord Henry'ye söyler. Fakat Lord Henry, onun bu sözlerini kahkaha ile karşılayınca, Dorian, kolaylıkla iğfal edeceği bir köylü kızından vazgeçtiğini anlatır. Bütün bu iyi niyet hisleri altında, Dorian, asil hareketlerinin de portrede belirtilip belirtilmeyeceğim düşünür. Portre, belki, artık eskisi kadar korkunç olmayacaktır. Resme tekrar bakar, fakat yüzünün eskisinden de iğrenç göründüğünü görür. Yüzünde, kabalık ve zulüm ifâdesinden başka dudaklarında, riyakârsızcasına yılışık bir gülümseme belirmiştir ve elinden de kan damlamaktadır.
Derhal eline bir bıçak geçirerek, iyi niyetlerine sırt çevirdiği ve hayatını yıktığı için, resmi rastgele kesmeğe başlar, ölrnek üzere olan bir insanın haykırışlarını işiten hizmetçiler yukarı çıkar, kapalı kapıyı kırarlar ve içeri girdikleri zaman duvarda, Dorian Gray'in resmini orijinal hâli ile görürler: güzel ve tertemiz. Fakat hakikî Dorian Gray, yerde kanlar içinde yatmaktadır: Resmi parçalamağa çalışırken, kendi kendisini öldürmüştür. Yaşadığı sefahat hayatı kendisini öylesine yaşlandırmış, değiştirmiştir ki, bir şeyi yakalamak istercesine yumruk gibi sıktığı parmaklarındaki yüzüklere dikkat edene kadar, kendi hizmetçileri dahi, yerde, kanlar içinde yatan bu adamın Dorian Gray olduğunu bilemezler.
Tenkid
Dorian Gray'm Portresi, Oscar Wilde'in tam uzunluktaki yegâne romanıdır. Kitap, Faust efsânesinin, garip bir şekilde yeniden ele almışı: Dorian, Faust'tur; Lord Henry Watton, Mefistoteles'tir; Sibyl Vane, Gretchen ve ağabeyi de Valentin. Aradaki belli başlı fark şurada: Faust, hayatın verebileceği bütün tecrübelerden geçmek ve diğerleri için bencil olmayan iyi işler de yapabilmek uğrunda ezelî genç-lik peşinde giderken; Dorian, sadece kendisine hayranlık duyulması ve insan vücudunun bütün zevklerini tatmak için genç kalmak ister. Son derece ba-yağılaşmış bir Faust olarak, hayatı gayet yerinde olarak, sefil bir şekilde son bulur.
Dorian'ın portresi gibi, roman da fena halde yaşlandı. Wilde'ın yargılanması sırasında, savcının, bu kitabı delil olarak göstermesi ile, halk arasında derhal rağbet görmüş, tutunmuştu. Bununla beraber, Wilde'in, roman konusunda fazla yeteneği yoktu. Romanın plânı, zaman zaman beceriksizdir, can sıkıcıdır ve karakterler de tek-boyutlu. Romanın günümüzdeki canlılığı, günahın ücreti üzerinde allegorik bir tarzda durduğu için değil; göz kamaştırıcı nükte ve vecizelerinden Victoria devrinin sonlarındaki Londra'nın bir kalıntısı olduğundandır.
Lord Henry'nin nükte ve paradoksları bizi bugün dahi zevklendiriyor. Dorian'a diyor ki: «Bir iğ-vadan kurtulmanın tek yolu, bu iğvaya boyun eğmektir.» Yine (romanın sonlarında) şunu söyler: «Bir erkek, herhangi bir kadınla mesut olabilir, yeter ki onu sevmiş olmasın.»
Besbelli ki, Lord Henry'nin nükteleri, Oscar Wilde'in nükteleridir, kendisini romanda «saf» Lord Alfred Douglas'ı baştan çıkaran sinikal bir çapkın olarak görebilir. Kitapta, üzerinde durulan günah hissi, bugün genellikle ikna edici değil, çünkü Wilde'in kendisi tamamen Victoria çağının adamı. Meselâ, Dorian'ın Alan Campbell'e niye şantaj yapabileceği söylenmiyor. Bununla beraber, kitapta, üzerinde durulan günahın büyük bir kısmının homoseksüellik olduğunu düşünebiliriz.
Bir devrin kalıntısı olarak, Dorian Gray'in Portresi, tıpkı Sherlock Holmes'in hikâyeleri gibi, 1890' larm Londra'sının, sisli sokakları, züppeleri, hastalıklı insanları üzerinde durur. Kitabın, plânının tesiri, bugün oldukça azaldı ise de, atmosferi hâlâ büyüleyici.
Yazar
Ayrıca Bknz Oscar Wilde
1890'ların edebî ve sosyal hayatında, hiç kimse, Oscar Fin-gai O'Fiahertie Wills Wilde'in bir meteorun yükseliş ve düşüşünü andıran çıkış ve inişi ile mukayese edilemez. Dublin'de, 15 Ekim 1856'da doğan Wilde, edebî zevklerini, çağının ikinci derecedeki edebî isimlerinden biri olan annesinden tevarüs etti. Oxford Üniversitesine gitti (1874) ve orada John Ruskin ve Walter Pater'in estetik teorilerinin tesiri altında kaldı.
Oxford'dan ayrıldıktan sonra, Wilde, vurdumduymaz, mıymıntı ortasınıfa, göz kamaştırıcı makaleleri, piyesleri ve hikayeleriyle değil, kendi tutumu ile de, sanat sanat içindir teorisini basitleştirilmiş şekli içinde getirmeğe karar verdi. Gayet şık ve göz alıcı bir şekilde giyinen ve elinde, genellikle, zambak gibi «estetik» bir nesne taşıyarak, Wilde, sanatın ahlâkî düşüncelerle sınırlandırmaması gerektiğini savundu. Kendi kendisinin propagandasını mükemmel bir şekilde becerdiğinden, Amerika'daki nutukları son derece başarılı oldu. Gilbert ve Sullivan'ın komik operasındaki Bunthorne, gerçekte Oscar Wilde'dir.
Edebî bir değeri olmasa da, VVİlde'ın bir ciltlik şiir kitabı, isminin, Londra sosyetesinde cana çok yayılmasına yol açtı. Nihayet, 1891'de, dejenere Fransız yazarı J.K. Huysmans'ın tesiri altında, Dorian Gray'in Portresi'ni yayınladı.
Maamafih, Wilde'i popüler yapan, bir dizi komedileri oldu. Lady Windermere's Fan (Lady Windermer'in Yelpazesi) ile başlayan bu seri (1892), belki de İngiliz dilindeki en parlak bir komedi olan The Importance of Being Earnest (Ciddi Olmanın Önemi) ile zirveye erişti (1895). Wilde'in, kendi kendisini dramatize etmesi, fevkalâde nükteleri, sofistike diyalogu ve neşeli saçmalığı bu kitapta en olgun meyvalarını verdi. Bir asırdan beri cansız yatan ingiliz sahnesini canlandırdı ve Bernard Shaw' ın piyeslerinin temelini hazırladı.
Fakat Wilde, aynı yıl felâketle karşılaştı. Evli ve iki çocuk babası olmasına rağmen, Wilde, bir süredir, aralarında, Dorian Gray'a benzeyen zarif fakat şımarık Lord Alfred Douglas'dan, Londra yeraltı dünyasının erkek fahişelerine kadar çeşitli insanların bulunduğu gençlerle homoseksüel bir hayat da devam ettiriyordu. Bir gün, Lord Alfred'in babası Queensbury Markisi, kulübünde, Oscar Wilde'e hakaret edince, Wilde kendisini dâva etti. Wilde, bu davayı kaybetti ve ardından da, kraliyet savcılığı, seksüel suçlarından ötürü Wilde aleyhine dâva açtı. Bu muhakeme çağın skandali oldu. Wilde, savcılığın iddialarına üstünkörü cevaplar verdi, Fransa'ya kaçması için arkadaşlarının tavsiyelerini reddetti ve iki sene ağır işte çalışmaya mahkûm edildi.
Wilde, serbest bırakıldığı zaman (1898), yıkılmış bir insandı. Karısı kendisini terketmiş, piyesleri sahneden kaldırılmış, malı mülkü açık arttırma ile satılmış ve bir zamanlar, sosyal toplantılarda Wilde'in nüktelerine hayranlık besleyen arkadaştan, şimdi kendisini terketmişti. Hapishane, Wilde'deki ilham gücünü alıp götürmüştü. Bundan sonra, kaleminden sadece iki eser çıktı: Lord Alfred Douglas'a yazdığı ve her şeyi izah eden uzun mektup (De Profundis), ve «Reading Hapishanesi Şarkısı» adlı şiir kitabı.
Wilde, Fransa'da iki sene sefalet içinde yaşadı, hem kendisinin zaaf ve aptallıklarının ve hem de riyakâr ve kinci bir cemiyetin tesiri altında yıkılmış bir adam olarak 30 Aralık 1900'de öldü.
MsXLabs.org & 100 Büyük Roman
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....