Arama

Divan Edebiyatı - Sayfa 3

Güncelleme: 29 Kasım 2016 Gösterim: 80.005 Cevap: 25
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Eylül 2008       Mesaj #21
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Divan Edebiyatı,

Türklerin İslam dinini benimsedikten sonra, Arap ve İran edebiyatı­nın da etkisiyle oluşturdukları edebiyattır. İs­lam dini Türklerin yaşamında da değişime yol açtı. Bu değişim dil ve edebiyat alanında Arapça ve Farsça sözcüklerin dile girmesi ya­nında bu dillerin anlatım biçimlerinin benim­senmesiyle de kendini gösterdi. Osmanlı Dev­leti döneminde Anadolu'da biçimlenen Divan edebiyatı 20. yüzyıl başlarına kadar varlığını sürdürdü. Bu edebiyata Divan edebiyatı den­mesinde, şairlerin şiirlerini belirli bir düzen içinde toplayarak "divan"' denen bir kitap oluşturmalarının etkisi vardır.

Türkler, Müslüman olmadan önce, Uzak­doğu ve Orta Asya'da birçok devlet kurmuş, başta Göktürk ve Uygur alfabeleriyle olmak üzere, konuşulan dili yazıya geçirmiş ve bir yazı dili geliştirmişti. 8. yüzyıldan sonra, İs­lam dinini benimsemeye başlayan Türklerin İslam kültürü ile tanışmalarında Araplardan çok İranlıların etkisi olmuştu. İranlı­lar ise önceleri yalnızca İslam dinini değil, Arap dili ve edebiyatını da benimsemişti.
Sponsorlu Bağlantılar
Ad:  Divan Edebiyatı.jpg
Gösterim: 394
Boyut:  55.1 KB
Divan Edebiyatında Dil
Ortaçağda Avrupa'da Hıristiyanların ortak dili Latince olduğu gibi, İslam toplumlarında da ortak dil Arapçaydı. Çünkü Kuran dili Arapçaydı. İranlılar, Abbasilerin egemenliği altında yaşarken kültür ve edebiyatla başla­yan canlanmanın sonunda yeni bir dil oluştur­dular ve Yeni Farsça diye adlandırılan bir dil­le 9. yüzyılda kendi edebiyat ürünlerini ver­meye başladılar. Türk edebiyatını etkileyen de özellikle bu ürünler oldu.
Anadolu'da kurulan Türk devletlerinin res­mi yazışma dili Arapça ve Farsça olmaya baş­ladıktan sonra, bu durum edebiyatı da etkile­di ve özellikle devlet adamları çevresinde, on­ların koruduğu şairler ve yazarlar, Arapça ve Farsçayı, Türkçeye yeğlemeye başladılar. Selçuklu sultanlarının ve şehzadelerinin İran kültürünü iyi bilen ve onunla yakından ilgile­nen kişiler oldukları, saraylarını şairlere aç­tıkları, onları özendirerek birçok yapıtın orta­ya çıkmasına yardımcı oldukları bilinmektedir. Osmanlı Devleti döneminde de bü­tün bu dillerin karışımıyla Osmanlıca denen dil ortaya çıktı. Divan edebiyatı ürünleri de bu dille veriliyordu.

Divan Edebiyatında Nazım
Nazım sözlük anlamıyla "sıra", "düzen" de­mektir. Ama genel olarak şiir anlamında kul­lanılır. Divan edebiyatı, özellikle şiir türünde yoğunluk kazanmış bir edebiyattır. Bu neden­le daha çok Divan şiirinin yapısı üzerinde durmak gerekir. Divan şairine göre söz düzgün, kusursuz, yerinde ve sanatsal bir hüner taşıya­cak biçimde söylendiğinde şiir olur. Bunun da kuralları vardır. Divan şairi şiir kurallarını Arap ve İran edebiyatından almıştır. Aruz öl­çülerinden Türkçenin yapısına en uygun olanları seçmiştir. Bütün İslam toplumları için geçerli olan konular, Divan şa­irinin esin kaynağı olmuştur. Divan şairi daha çok Kuran, Hz. Muhammed'in sözlerini içe­ren hadisler, peygamber ve kutsal kişilere iliş­kin öyküler, tasavvufun ortaya attığı konular, ünlü bir İran efsanesini ko­nu alan Şehname adlı yapıt ile Türk kültürü­ne ilişkin öğelerden yararlanmıştır.
Divan şairi bu konulardan aldığı esinleri aruz ölçüleri içinde ve çok yaygın biçimiyle beyitlerle yazar. Şiirde her satıra dize ya da mısra denir. Şiirde en küçük birim dize ol­makla birlikte Divan şiirinde en küçük birim beyittir. Sözcük olarak "ev" anlamına gelen beyit, iki mısradan (dize) oluşur. Mısra da çift kanatlı bir kapının kanatlarından birine veri­len addır. Beytin bir anlam taşıması gerekir. Şair de bu iki dize içinde anlamlı bir söz orta­ya çıkarmaya çalışan kişidir.

Divan Şiirinin Nazım Biçimleri
Ölçülü ve uyaklı söz ya da yazıya "manzum", "manzume" denir. Şiirde dize sayısı, dörtlük sayısı, sıralanış düzeni, uyak yapısı gibi dış özelliklerin tümüne de nazım biçimi denir.
Divan şiirinde en çok kullanılan nazım bi­çimleri şunlardır:
Kıta, dört dizeden oluşur. Yalnız ikinci ve dördüncü dizeleri birbiriyle uyaklı olan iki beyitlik nazım biçimidir. İki beyitten daha fazla (10, 15 beyit kadar) olan­ları da vardır; bunlara da kıta-i kebire (büyük kıta) denir.

Rubai, aynı vezinle söylenen dört dizelik bağımsız nazım biçimidir. Birinci, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklıdır.
Murabba, bent adı verilen dört dizelik kıta­lardan oluşur. Genellikle ilk dörtlüğün bütün dizeleri aynı uyakla, öteki dörtlüklerin son di­zeleri, ilk dizenin uyağıyla, öbür dizeler ayrı uyakla yazılır (aaaa-bbba... gibi).
Şarkı, biçim bakımından murabbanın aynı­dır. Şarkıda genellikle ilk dörtlüğün ikinci ve dördüncü dizeleri, öteki dörtlüklerin dördün­cü dizesi olarak yinelenir. Buna nakarat de­nir. Şarkı biçimi Türk edebiyatına özgüdür. Bestelenmek için yazılır. Bu nedenle müziğe uygun kalıplar kullanılır. Nedim, Divan şiiri­nin en güzel şarkılarını yazmıştır.
Muhammes, bent denilen her bölümü beş dizeden oluşan nazım biçimidir. İlk bendinin dördüncü ve beşinci dizeleri ya da yalnızca beşinci dizesi, öteki bentlerin sonunda yinele­niyorsa buna tekrarlı muhammes anlamına gelen muhammes-i mütekerrir denir. Uyak düzeni ise genellikle "aaaaa-bbbaa-cccaa" bi­çimindedir.
Müseddes, her bendi altışar dizeden oluşan nazım biçimidir. Altı dizenin son iki dizesinin nakarat olarak yazıldığı müseddesler de vardır.
Terciibent ve terkibibent, bentlerden (bölümlerden) oluşan uzun şiirlerdir. Her bent kendi içinde iki bölümlüdür. Bent sayısı 5 ile 10 arasında değişir. Bentlerin dizeleri kendi aralarında uyaklıdır. Uyak düzeni şöy­ledir: "aa xa xa xa bb cc xc xc xc xc dd" şeklindedir. Burada­ki bb ve dd dizelerine vasıta beyti denir. Ter­ciibentlerde bu vasıta beyti, her bendin so­nunda nakarat olarak kullanılır. Bu nazım bi­çimiyle yazılan şiirlerin konusu genellikle, şai­rin yaşamdan, yazgısından şikâyeti, din ve fel­sefe ile ilgili düşünceleri ve toplumsal yergile­ridir.
Gazel, Divan şiirinde en çok kullanılan na­zım biçimidir. İlk beytin dizeleri kendi ara­sında uyaklı, öteki beyitlerden birinin dizeleri serbest, ikinci dizeleri ilk beytin uyağına göre yazılır.
Taştir, başka bir şairin gazelinin iki dizesi arasına başka bir beytin eklenmesidir. Taştir yaparken gazelin konusuna uymak gerekir. Şair bir gazel beytinin üstüne üç dize daha eklemişse buna da tahmis (beşleme) denir.
Müstezat, sözcük anlamıyla "artırılmış, ço­ğaltılmış" demektir. Gazelin özel bir biçimi­dir. Uzun dizelere "ziyade" denilen kısa bir dize ekleyerek yazılır.
Örnek:
Sen kim gelesin meclise bir yer mi bu­lunmaz
Baş üzre yerin var.
Nedim
Kaside, Divan şiirinin en çok kullanılan na­zım biçimidir. Musammat, murabba, şarkı, muhammes, terkibibent ve terciibent gibi nazım biçimleri­nin ortak adıdır.
Mesnevi, Divan şiirinin en sık kullanılan nazım biçimlerindendir. Beş mesneviden olu­şan yapıta ise hamse denir.

Divan Şiirinin Konuları ve Özellikleri
Bir şairin divanında işlediği konular da belli bir düzene göre sıralanır. Genellikle bütün di­vanlar aynı sırayı izler. Önsöz (mukadde­me) besmele ile başlar, yer yer şiirlerle süs­lenmiş düzyazı ile yazılırdı. İkinci bölümde kasideler yer alır. Tanrı sevgisini dile getiren kasideler (münacat), Hz. Muhammed'i öven kasideler (naat), zamanın din büyüklerini, padişahları ve devlet büyüklerini öven kasideler art arda dizilir. Üçüncü bölüm tarihlerdir. Arap alfa­besinde her harfe sayısal bir karşılık düşünül­müş ve bundan yararlanarak harflerle sayı be­lirtme yoluna gidilmiştir. Harflerin sayısal de­ğerlerini hesaplamaya da "ebced hesabı" de­nir. Ebced hesabına göre ünlü kişilerin doğum ve ölüm tarihleri, bazı anıt ve yapıların yapı­mının bitirildiği günlerin tarihleri ya da önem­li olayların tarihleri ebced hesabıyla şiirlere geçer. Dördüncü bölümde musammatlar yer alır. Beşinci bölümde gazeller; altıncı bölüm­de rubailer; yedinci bölümde ise müfret de­nen tek tek beyitler ve mısrai azade denen tek tek dizeler olur. Şair divanını bu düzende ha­zırladıktan sonra yapıtı kitap haline getirmek üzere hattatlara (güzel yazı ustası) verirdi. Henüz baskı makineleri geliştirilmeden önce kitaplar elle yazılarak çoğaltılırdı. Yapıtın sayfaları çoğu zaman çeşitli desenlerle süsle­nir ve kitap ciltlenirdi. Böylece elyazması bir kitap biçimine dönüşen divan, çoğu kez döne­min önde gelen devlet adamına ya da padişa­ha sunulurdu. Padişah, saray şairlerine yapıtı incelettirir, beğenirse şairi "huzuruna" çağı­rır, onunla görüşür ve şaire para ya da çeşitli armağanlar verirdi.
Ortaya çıkan yapıt, döneminin özellikleri­ni, zevklerini, sanat anlayışını, inançlarını ve bilgilerini taşırdı; ama yaşam pek çok biçimiy­le yansımazdı. Divan şairi kendisini sürekli acı çeken bir âşık olarak tanıtır ve dünyaya o gözle bakardı. Divan şairinin sevgilisi ay gibi yuvarlak yüzlü ve güzeldir. O hem aydır, hem de güneş. Boyu mızrak gibi uzun ve düzdür. Yürürken servi gibi salınır. Saçları sümbül, yanakları lale ya da gül, gözleri nergis, kaşları yay, kirpikleri ok, dişleri inci, çene çukuru kuyudur. Beli kıldan incedir. Sevgilinin duda­ğı ölümsüzlük suyu (abıhayat) niteliğinde­dir. Ayağının tozu âşığın gözüne sürme yerine geçer. Âşığının gözyaşı Nil ya da Fırat ırmak­ları gibi akar. Bir yandan rakibi, bir yandan acı çektiren sevgilisi nedeniyle beladan kurtu­lamaz. Bu tür benzetmeleri hemen hemen her Divan şairi kullanmıştır. Bu kalıplaşmış ben­zetmelere "mazmun" denir. Hangi şair bu mazmunları yerli yerinde ve başarılı bir biçim­de kullanmışsa o iyi bir şair sayılırdı.
Divan şiirinde doğa öğeleri de bol bol kul­lanılmıştır. Şair için doğa, şiirdeki hünerini göstermek için bir araçtır. Ama şair, doğayı gerçek görünümüyle, kendi gözü ile görmek­ten çok, kendinden önce gelen usta şairlerin gözü ile görmeye çalışır. Divan şiirinde doğa daha çok kasidelerde ve mesnevilerde yer alır. Doğada iki mevsim çok işlenmiştir; ba­har ve kış. Baharı anlatan şiirlere bahariye, kışı anlatanlara da şuaiye denir. Bahar, şair için sevinç kaynağıdır. Baharı bir sultana ben­zetir. Bahar sultanı ordusunu toplamış, kış sultanına hücum ederek onu yenmiştir. Bâkî'nin "Bahar Kasidesi", bahariye türünün en güzel örneğidir. Bahar betimlemelerinde en çok gül, bülbül, lale, sümbül, çimen gibi söz­cükler kullanılır. Divan şairine göre Dahar ya­şam, canlılık demektir. Kış ise can sıkıcıdır, bunaltıcıdır ve zalim bir padişaha benzetilir.
Belli doğa öğelerinin çokça kullanılmasına karşın orman, dağ, ova, rüzgâr, yağmur gibi doğanın öteki öğeleri Divan şiirinde hemen hemen hiç kullanılmamıştır. Örneğin Divan şiirinde kayıklar vardır ama deniz hiç yoktur. Divan şiirinde anlatılanlar, gerçek olmaktan çok bilerek yapaylaştırılmıştır. Örneğin Di­van şairi, bağış beklediği kişileri nasıl abartılı bir biçimde övmüşse, sevmediği ya da zarar gördüğü kişiyi de o oranda yermiştir.

Divan Şiirinde Söz Sanatları

Divan şairinin başarılı olabilmesi için dilin in­celiklerini bilmesi ve pek çok şiiri ezberinde bulundurması, ayrıca söz sanatlarına da önem vermesi gerekiyordu. Bu amaçla hüsn-i ca'lil ve teşbih sanatını çok sık kullandı. "Güzel ne­den bulma" anlamına gelen hüsn-ü ta'lil, ne­deni bilinen bir olayı, daha güzel biçimde açıklamak ve anlamlandırmak sanatıdır "Benzetme" anlamına teşbih ise, bir du­rumu, bir oluşu, bir varlığı daha güzel bir oluşa, bir varlığa benzetmekti. Ama bunu yaparken, benzeyenle benzetilen arasındaki ortak özellik çok önemlidir Bir anlam bulunduktan sonra, aruz ölçüsüne göre sıralanan sözcükler, bu anlamı içermeli, hem de doğal söyleniş biçimini yitirmemelidir. Bu­nun için güzel söz söyleme sanatı demek olan belagat ve şiir sanatını iyi bilmek gerekiyor­du. Divan şairi için benzetilenler, daha doğru­su neyin neye benzetileceği iyice belliydi ve kalıplaşmıştı; çünkü şiirde yararlanılan öğeler yüzyıllar boyunca birikmişti. Halta, acemi şa­irler güçlük çekmesin diye, benzetme sözcük­lerini, sözcüğün birkaç anlamını, mecaz deni­len, kendi anlamıyla kullanılmayıp, benzetme yoluyla başka anlamda kullanılan sözcükleri ve şiirlerde geçen efsaneleri, kahramanları içeren kitaplar hazırlanmış, kafiye (uyak) lis­telen düzenlenmişti. Yeni bir şiirde benzetme yönü biraz farklı olsa, o değerli bir şiir olarak nitelendirilirdi. Buna karşın, asıl yenilik hüsn-i ta'lil sanatıyla sağlanırdı. Bunun dışında öte­ki söz hüneriyle şiirin çağrışım alanı genişleti­lir ve anlam güçlendirilirdi. Böylece bir sözcü­ğe ya da deyime, şairin kullandığı dili iyi bil­mesi oranında anan anlamlar yüklenmiş oluyordu.

Divan Edebiyatında Düzyazı
Divan edebiyatında düzyazı (nesir) şiir kadar yer tutmaz. Bununla birlikte tezkire, tarih, seyahatname, siyasetname (siyasal konuları içeren kitap), münşeat, sefaretname (elçilerin yazdığı kitap) gibi düzyazıyla yazılmış çok çe­şitli türler vardı. Düzyazıda da tıpkı şiirde ol­duğu gibi, anlatılanlardan çok anlatma biçimi­ne özen gösterilmiş, ses ve söz oyunlarına sık sık başvurulmuştur. Bu nedenle Divan edebi­yatında düzyazıya "kurma, yapma, düzenle­me" anlamına gelen inşa adı verilmiştir.
Resmi ve özel mektuplardan, çeşitli yazılar­dan oluşan yapıtlara münşeat denir. Tezkire­ler ise şair, yazar ve hattatların yaşam öykülerini içeren yapıtlardır. Bu yapıtlarda bilgi vermenin yanı sıra, tezkire yazarı düzyazıdaki üstünlüğünü göstermek için çeşitli söz sanat­larına başvurur. Söz sanatlarına önem veren tarih kitapları da Divan edebiyatı ürünleri arasındadır.
Tarih yazımında, olayların nedenlerini ve sonuçlarını irdelemekten çok, olduğu gibi an­latması yeğlenmiştir.

Yüzyıllara Göre Divan Edebiyatı
Eldeki yazılı kaynaklara göre. Divan edebiyatının Anadolu'daki ilk ürünlerinin ortaya çıkışı 13. yüzyıl başlarındadır. Anadolu'da bu edebiyatın ilk ürünleri olan Mevlana Celaled-din Rumi'nin yapıtları tümüyle Farsça yazıl­mıştı. Buna karşın bu yapıtlar Divan edebiya­tını derinden etkileyen yapıtlardır. Divan edebiyatının bu yüzyıldaki bir büyük şairi de Hoca Dehhani'dir.
13. yüzyılda Horasan'dan gelip Konya'ya yerleşen Dehhani, İran edebiyatında özellikle Firdevsi'ye öykünen şiirler yazmıştır. Şiirlerinde dili yalın ve benzetmeleri basittir.

14. yüzyılda Divan edebiyatı büyük ilerle­me gösterdi. Her biri birer kültür merkezi olan Konya, Niğde, Kastamonu, Sinop, Si­vas, Kırşehir, İznik, Bursa gibi kentlerde şairler, yazarlar birçok yapıt yazdılar. Bunla­rın çoğu kahramanlık hikâyeleri, öğretici, eğitici ve dinsel yapıtlardı.
15. yüzyılda İran edebiyatındaki konular da Türk edebiyatına girmeye başladı. Mesud bin Ahmed ile yeğeni İzzeddin'in 1350'de yazdık­ları Süheyl ü Nevbahar, Şeyhoğlu Mustafa'nın 1387'de yazdığı Hurşidnâme, Süleyman Çele-bi'nin (1351–1422) Vesiletü'n-Necât başlığını taşımakla birlikte "Mevlid" adıyla bilinen ün­lü yapıtı, İran edebiyatının etkisiyle yazılmış­tır.
16. yüzyıl, Divan edebiyatının özellikle şiir alanında en parlak dönemi oldu; büyük şair­ler yetişti. Bâkî'nin ünü Osmanlı ülkesinde yaygınlaştı (bak. bâki). Anadolu toprakları dışında da Fuzuli gibi bir şairin varlığı ile Divan şiiri, etkisinde kaldığı İran şiiri ile boy ölçüşebilecek duruma geldi.
17. yüzyılda da Divan edebiyatında sanatsal üstünlük, İran edebiyatından geri değildir. Divan şairleri, şiirlerinde "fahriye" denen ve kendilerini övdükleri bölümlerde şiir ustalığı­nın doruğuna çıkarlardı. Bu yüzyılda Nabi ve Türk edebiyatının en güçlü yergi şairi Nef i yaşadı.
18. yüzyılda Divan edebiyatı en özgün şairlerinden olan Nedim'i ve Şeyh Galib'i (1758–99), yetiştirdikten sonra bir duraklama dönemine girdi. Daha sonraki şairler özellikle Nedim ve Nabi'nin etkisinde kalmışlar, yeni ve özgün yapıtlar ortaya koyamamışlardır.
19. yüzyılda, Divan edebiyatına dili ve sanatsal özellikleri açısından ilk eleştiriyi geti­ren Namık Kemal'den sonra, bu edebiyat önemini yitirdi. Tanzimat'la birlikte gelişen batı etkisinde Türk edebiyatında yeni biçim­ler, konular denenmeye başlandı. Dilde yeni­leşme, Türkçeyi öbür dillerden arındırma çabaları ile ulusal bir edebiyat akımı güç kazanmaya başladı.


MsXLabs.org & Temel Britannica

Son düzenleyen perlina; 29 Kasım 2016 12:56
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Temmuz 2009       Mesaj #22
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  divanedebiyati_b336-370x500.jpg
Gösterim: 405
Boyut:  76.0 KB
ŞEYHİ:
15. yüzyılda yaşamıştır. “Harnâme” adlı eseri edebiyatımızda ilk fabl türü eser olarak bilinmektedir. Mesnevi alanında başarılı olmuştur.

Sponsorlu Bağlantılar
SÜLEYMAN ÇELEBİ: 15. yüzyılda yaşamıştır. Hz. Muhammed için yazdığı Vesilet-ün-Necat (mevlit) adlı mesnevisiyle tanınmış bir şairdir. (İslam edebiyatında Hz. Muhammed”in hayatını anlatan eserlere SİYER denir).

FUZÛLİ: Fuzuli 16. yüzyılın en güçlü şairlerindendir. Arapca, Farsça, Türkçe divanı olan tek şairdir. Eserlerini Azeri lehçesiyle yazmıştır. Divan edebiyatının en lirik şairi olarak kabul edilmektedir. Ona göre yaşamın anlamı acı çekmekle özdeştir. Platonik bir aşk arayışı vardır. Din dışı konularda yazmakla birlikte tasavvuftan da etkilendiği bilinmektedir. Kendisine bağlanan maaşı almasında güçlük çıkaran memurları şikayet etmek için yazdığı “Şikayetnâme” adlı mektubu edebiyatımızdaki en ünlü yergilerden biridir. Divanlarından başka bir naat olan “Su” kasidesi, Leyla vü Mecnun mesnevisi, Peygamber ailesini anlattığı Hadikat-üs-Süeda”sı Şah İsmail ile II:Bayezid”i karşılaştırdığı Beng ü Bâde”si ve tıp bilgisini sergilediği Sıhhat ve Maraz”ı en tanınmış eserleridir.

BÂKİ: Baki,16. yüzyıl şairlerindendir. Döneminde “şairler sultanı” olarak tanınmış ve saratın bütün olanaklarından yararlanmıştır. İyi bir medrese eğitimi gördüğü bilinmektedir. Dünya nimetlerinin hepsinden yararlanma anlayışındadır. Kanuni”nin ölümü üzerine yazdığı mersiyesi çok tanınmıştır. Divanı vardır.
NÂBİ: 17. yüzyıl şairlerindendir. Divan edebiyatında didaktik şiirler yazmasıyla bir yenilik olarak kabul edilmektedir. Din, töreler ve sosyal yaşamla ilgili öğütler verir. Nâbi”nin Divan“ından başka Hayriye, Hayrâbâd adlı iki didaktik eseri, gezi notlarını içine alan Tuhfet-ül Harameyn”i ve Münşeat adlı eserleri vardır.

NEFİ: Nefi , 17. yüzyıl şairlerindendir. Edebiyatımızdaki en ünlü kaside şairi olarak bilinir. Övgülerindeki ve yergilerindeki aşırılıklarıyla ünlüdür. Yazdığı hicviyelerindeki aşırılık boğdurulmasına neden olmuştur. Hayal gücü çok zengin olan Nefi”nin somut benzetmelerden yararlanması da belirgin bir özelliğidir. Türkçe ve Farsça divanı olan Nefi”nin ayrıca hicviyelerini topladığı Sihamı-ı Kaza adlı bir eseri de vardır.

NEDİM: 18.yüzyıl şairlerinden olan Nedim, Lale Devri”nin şairi olarak bilinir. Eserlerinde aşk, içki, zevk ve sefayı işler. “Mahallileşme akımı”nın önderi olan şairin Halk edebiyatından da etkilendiği bilinmektedir. Şiirlerinde halkın ağzından alınma deyimler olduğu gibi, halkın konuşma diline de oldukça yaklaşmıştır. Samimi ve içten bir söyleyişi olan Nedim, şarkılarıyla tanınmıştır. Divan şiirindeki klişeleri (mazmunları) bir ölçüde yıkmış olan şairin Divan“ı vardır.

ŞEYH GALİP: Divan edebiyatının 18.yüzyılda yaşamış son büyük şairidir. Galatasaray Mevlevihanesinde şeyhlik yapmıştır. Nabi”nin “Hayrâbâd”ına nazire olarak ve Mevlânâ”nın mesnevisinden etkilenerek yazdığı “Hüsn-ü Aşk” adlı meşhur mesnevisinde, tasvvuf konusundaki düşüncelerini ortaya koyar. Bu eserinde allegorik (sembolik) bir anlatım kullanan şair hayal gücünden ve masal ögelerinden de yararlanmıştır.

EVLİYA ÇELEBİ: (17.yy) Edebiyatımızda gezi türünün ilk örneklerini veren yazar, usta bir gözlemcidir. Elli yıllık bir süre içinde gezdiği yerleri konuşma diline yakın bir dille anlatmıştır. Anlatımında abartılı olmakla birlikte, Divan nesrinin kalıplarını da kırmıştır. 10 ciltlik “Seyahatnâme” adlı eseri çok tanınmıştır.

NOT: Divan edebiyatının nesir yazarı olarak tanınan diğer önemli yazarları şunlardır:

SİNAN PAŞA: (15.yy) Tazarrunâme adlı süslü nesri ile tanınır.

MERCİMEK AHMET: (15.yy) Farsça“dan çevirdiği Kabusnâme adlı eseriyle tanınır.

NAİMÂ: (17.yy) Kendi adıyla anılan (”Naima Tarihi”) adlı tarih eserinin yazarıdır.

KATİP ÇELEBİ: (17.yy) Batılıların Hacı Kalfa dedikleri yazar ve düşünürdür. Arapca, Farsça, Fransızca, Latine bilen yazarın tarih, coğrafya, matematik konularında yazılmış eserleri vardır.
alinti...

Son düzenleyen perlina; 28 Kasım 2016 22:37
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
21 Haziran 2011       Mesaj #23
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Divan Edebiyatı


Türklerin, Müslümanlığı benimsemesinden sonra, Arap-Fars kültürünün etkisi altında yarattıkları, öz ve biçim olarak ortak temler, belli ilkeler çevresinde gelişen edebiyata verilen ad.

Şairlerin, şiirlerini divan denilen yazma kitaplarda toplamalarından dolayı bu adı almış, yüksek zümre (havass) edebiyatı, saray edebiyatı, klasik Türk edebiyatı gibi adlarla da anılmıştır. İslâmî Türk edebiyatı, ümmet çağı Türk edebiyatı gibi kavramlar ise yalnız divan edebiyatını değil, zümre-tarikat edebiyatının halk edebiyatı içinde düşünülen ürünlerini de kapsar.

Divan edebiyatı eldeki ilk ürünlere dayanılarak 13. yüzyıldan başlatılmakta, dindışı (lâdini-profane) ve dinî-tasavvufi divan edebiyatı biçiminde ikiye ayrılarak ele alınmaktadır. Bu iki alanda verilen ürünlerden günümüze kalabilenler öz ve biçim açısından belli bir ustalığa erişilmiş olduğunu göstermekte, bu ise divan edebiyatının başlangıcını 13. yüzyıl öncesine götürmek gerektiğinin kanıtı sayılmaktadır. Ama divan edebiyatı kavramının Anadolu'da gelişen Türk edebiyatının bir kolu için kullanıldığı, Batı Türkçesi ile verilen ürünleri kapsadığı belirtilmelidir. Divan edebiyatı, şiir ve düzyazı olarak ikiye ayırdığımız temel anlatım yolları açısından incelendiğinde, divan şiirinin belli dönemlerden geçerek, divan nesrinin ise dönemlere bağlanmaksızın birbirine koşut üç kolda geliştiği görülür. Buna göre divan şiirini beş döneme ayırabiliriz: Kuruluş dönemi, başlangıçtan (1250), Fatih dönemine (1451) kadardır. Geçiş dönemi, Fatih ve II. Bayezit dönemlerini (1451-1512) kapsar. Bu dönemde divan şairleri halk dili geleneğini sürdürürken, divan şiirinin de saray edebiyatı olmasına çalışmışlardır. Klasik dönem, Yavuz Selim'den (1512) I. Ahmet dönemine (1603) kadar sürer. Sebk-i Hindi akımı I. Ahmet, IV. Murat ve IV. Mehmet dönemi şairlerinde görülür. Hint üslubu etkisi olarak nitelenebilecek bu akım bir yüzyıl sonra III. Selim dönemi şairi Şeyh Galip'i de etkileyecektir. Son olarak yerlileşme dönemi, Sabit ve Nabi'den başlayarak III. Ahmet dönemi (1704-1730) şairi Nedim'le yetkinleşir ve Tanzimat'a kadar sürer. Bu bölümlemeye Tanzimat sonrası eklenebilirse de verilen örneklerin sınırlı olduğu, divan şiirine yeni bir boyut getirmediği görülür.

Düzyazı ise başlangıçtan Tanzimat'a kadar birbirine koşut olarak gelişen üç kola ayrılır: Halkın konuştuğu dile dayanan sade nesir, süslü nesir ve orta nesir. Divan nesri ya da inşa terimi süslü nesir için kullanılır. Süslü nesir, Arap ve Fars sözlüklerinden seçilmiş sözcüklerin yine o dillerin gramer kurallarına göre kullanımına, divan şiirinin söz sanatlarına ve "seci"ye dayanır. Amaç, anlatılmak istenenin iletilmesinden çok, hüner göstermektir. Ama divan sanatçılarından birçoğu, genel olarak orta yolu izlemişlerdir. Orta nesirde amaç, anlatılmak istenenin aktarılması olduğundan, söz ve anlam oyunlarından kaçınılmıştır. Yabancı sözcük ve tamlama oranı da yazardan yazara değişir. Secili cümlelerde de kısalık yeğlenmiştir. Divan edebiyatının oluşumunda Arap ve Fars etkisi kaba bir genellemeyle, dil-söyleyiş, biçim-tür, öz-konu açılarından ele alındığında yapılacak döküm, bu edebiyatın belirgin niteliklerini de kapsar. Divan sanatçısının kullandığı dil Türkçe, Arapça ve Farsçadan oluşmuş karma bir dildir. Kimi sanatçılar bütünüyle Arapça ve Farsça ürünler de vermişlerdir. Divan şairlerinin genellikle İran şairlerinin söyleyişini örnek aldıkları, onları aşmaya çalıştıkları görülür. Divan edebiyatında asıl etkinin İran damgasını taşımasının nedeni budur.

Vezin olarak aruz vezni benimsenir. Şiirde nazım birimi beyittir ve gazel, kaside, mesnevi, rubai gibi Arap ya da İran edebiyatından alınma nazım biçimleri kullanılır. Özüyse din, tasavvuf, İran mitolojisi (kaynak olarak Şehname) belirler. Belli başlı temler, motifler, kavramlar, işlenen ortak konular da genellikle Arap-İran kaynaklıdır. Özet olarak, divan edebiyatının serüveninin sarayla atbaşı yürüdüğü, sarayla doğup sarayla büyüyüp sarayla çöktüğü söylenebilir.

Yüzyıllara göre, belli başlı divan şairleri şunlardır:
  • Hoca Dehhani, Kadı Burhanettin (13. yüzyıl);
  • Nesimî, Şeyhî, Ahmedî (14. yüzyıl);
  • Ahmet Paşa, Necati (15. yüzyıl);
  • Zati, Hayali, Fuzuli, Baki, Ruhi (16. yüzyıl);
  • Nef'i, Şeyhülİslâm Yahya, Nailî, Neşatî, Sabit, Nabî, Nevizade Ataî (17. yüzyıl);
  • Nedim, Şeyh Galip, Enderunlu Vasıf (18. yüzyıl);
  • Keçicizade İzzet Molla, Leskofçalı Galip, Yenişehirli Avni (19. yüzyıl).
MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
Son düzenleyen perlina; 28 Kasım 2016 13:47
perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
28 Kasım 2016       Mesaj #24
perlina - avatarı
Ziyaretçi

GÜLŞEHRİ (? - ?)


13. yüzyılın sonları 14. yüzyılın başlannda yaşamıştır. Mutasavvıf bir kişiliğe sahip olan şair, Kırşehir'de bir Mevlevi tekkesi kurmuş, orada şeyhlik yapmıştır. Feridüddin-i Attar'ın "Mantıku't Tayr" adlı yapıtını Türkçeye çevirmesiyle tanınmıştır. Bu çevirisine Attar'ın birçok hikâyesini almamış; onların yerine "Mesnevi"den, "Kelile ve Dimne"den ve "Kabusname"den kıssalar eklemiştir. Ayrıca din ve tasavvuf konularını işleyen "Felekname" adlı bir yapıtı vardır.

Gülşehri Eserleri:


-Mantıku't Tayr (Kuşların dili): Mesnevi tarzında yazılmıştır. Tasavvufi hikâyeler içermektedir.
-Felekname: Ahlaki, tasavvufi ve didaktik bir yapıttır.
Ad:  IMG_20161128_225742-700x340.jpg
Gösterim: 472
Boyut:  44.0 KB

MEVLANA (1207 -1273)


30 Eylül 1207'de Horasan yöresindeki Belh şehrinde doğmuştur. Alaaddin Keykubat'ın daveti üzerine ailesiyle Konya'ya gelmiş ve oraya yerleşmiştir. Burada, Şems-i Tebrizi ile tanışarak ondan tasavvuf eğitimi almıştır. Şems'in ölümünden sonra inzivaya çekilmiş; yaşamını "Hamdım, piştim, yandım." sözleri ile özetlemiş, 17 Aralık 1273'te ölmüştür. Büyük bir hoşgörü sahibidir. Ona göre kâinatın temeli, insanı olgunlaştıracak ve Allah'a yaklaştıracak şey sevgidir. Bu felsefesiyle yüzyıllardan beri bütün insanlığın ilgisini çekmektedir. En önemli yapıtı "Mesnevi" adlı mesnevisidir.

Mevlana Celaleddin-i Rumi Eserleri:

-Mesnevi: Küçük manzum hikâyelerle dini ve tasavvufi öğütler yer almaktadır. Mesnevi biçiminde yazılmıştır.
-Divan-ı Kebir: Sanat gücünü ortaya koyan gazel, kaside, müstezat ve rubailerinden oluşur.
-Fihi Mafih : Dini ve tasavvufi sohbetleri yer almaktadır.
-Mektubat: Devrin ileri gelenlerine nasihat için veya kendisine sorulan sorulara yanıt olarak yazdığı mektuplar yer almaktadır.
-Mecalis-i Seba (Yedi meclis): Çeşitli zamanlarda verdiği yedi vaazı yer almaktadır.

NESİMİ ( ? -1404)


Doğum tarihi ve yeri kesin olarak belli değildir. Halep'teyken şeriata aykırı sayılan bazı fikirleri nedeniyle öldürülmüştür. Mutasavvıf bir şairdir. Şiirlerinde Azeri Türkçesini ve Farsçayı kullanmıştır. Dili oldukça düzgün ve ahenklidir. Coşkun ve pervasız bir üslubu vardır. Şiirlerini "Divanında toplamıştır. Tuyuğ türünde yazdığı şiirleriyle tanınmıştır.

ÂŞIK PAŞA (1272-1334)


Tasavvufla ilgili görüşlerini çevresindekilere telkin ederek gerek yapıtları gerek şeyhliği ile dönemini derinden etkilemiş mutasavvıf bir şairdir. Yapıtlarını sade bir dille yazmış ve Türkçenin Anadolu'da bir edebiyat dili olarak yerleşmesinde önemli katkılarda bulunmuştur. Halka tasavvufu öğretmek amacıyla, aruz ve hece ölçüsüyle şiirler yazmış, özellikle didaktik tarzda yapıtlar ortaya koymuştur. En önemli yapıtı mesnevi biçiminde yazdığı "Garipname"dir.

Âşık Paşa Eserleri:

-Garipname: Ahlaki, tasavvufi ve didaktik bir mesnevidir. Sanatsal yönden zayıf bir yapıttır. Yaklaşık 12000 beyitten oluşmaktadır.
-Fakrname, Vasf-ı Hâl, Kimya Risalesi:
Edebi yönden zayıf manzum ve mensur küçük hacimli yapıtlardır.

AHMEDİ (1334 - 1413)


Bursa ve Edime sarayları çevresinde rahat bir yaşam sürmüştür. Aşk, eğlence, tarih ve tabiat temalı şiirler yazmıştır. Tasavvufu çok iyi bilmesine rağmen, şiirlerinde tasavvufa az yer vermiştir. Türkçeyi iyi kullanan, şiir tekniğine hâkim kudretli bir şairdir. Gazel ve kasidelerinde İran şiirinin özelliklerini gösterdiği gibi, Türk ruhunun inceliklerini ve Türkçenin gücünü de aksettirmiştir. İran şiirinin konu ve biçim özelliklerini şiirimize kazandırmaya çalışmıştır. "İskendername" ve "Cemşid ü Hurşid" adlı mesnevileri önemli yapıtlarıdır.

Ahmedî Eserleri:

-Divan
-İskendername: Büyük İskender'in yaşamının ve savaşlarının anlatıldığı mesnevidir. Yapıtta ayrıca; astronomi, fen, matematik ve toplumbilim ile ilgili bilgiler yer almaktadır.
-Cemşid ü Hurşid: Çin hükümdarı Cemşid'in Rum kayserinin kızı Hurşid'e aşkını anlatan yapıt, Fars-çadan çevrilerek mesnevi biçiminde yazılmıştır.
-Tervihü'l Ervah: Manzum bir tıp kitabı.
-Mirkatü'l Edeb: Arapça-Farsça manzum sözlük.

KADI BURHANEDDİN(1344 -1398)


İslami bilimlerin yanı sıra astronomi ve tıp eğitimi görmüştür. Yaprtlannda aşk ve kahramanlık konularının yanında tasavvufa da yer vermiştir. Tuyuğ türündeki şiirleriyle tanınmıştır.

ALİ ŞİR NEVAİ (1441 -1501)


Türk dil birliğini kurmaya çalışmış ve bu amaçla birçok yapıt ortaya koymuştur. Türk dilinin güzelliklerini görmüş, bunun üzerine yazdığı «Muhakemetü'l Lügateyn» adlı, yapıtında onun Farsçadan daha zengin bir dil olduğunu söylemiştir. Çağatay dilinin gelişmesinde etkin rolü olan sanatçının şiir ve düzyazı türünde birçok yapıtı vardır. Edebiyatımızda ilk "hamse" sahibidir. Ayrıca edebiyatımızda ilk tezkire olan "Mecalisü'n Nefais" adlı yapıtı kaleme almıştır.

Ali Şir Nevai Eserleri

-Divan (Türkçe)
-Divan (Farsça)
-Muhakemetü'l Lügateyn: Farsça ile Türkçe karşılaştırılarak Türkçenin daha üstün bir dil olduğu ortaya konur.
-Mecalisü'n Nefais: Edebiyatımızda, şairlerin hayatlarının yer aldığı ilk tezkiredir.
-Mizanü'l Evzan: Aruz ölçüsü ve nazım biçimleriyle ilgili bilgiler yer almaktadır

ŞEYHİ (1371-1431?)


Zengin bir tasavvuf bilgisinin yanı sıra tıp da öğregi8ştir. İnce bir dile, zengin bir düş evrenine, canlı bir tasvir yeteneğine sahiptir. Osmanlı saraylarında bulunmuş, devlet büyüklerine kasideler sunmuştur. Hacı Bayram Veliden etkilenmiş, mutasavvıf ve şair kimliğiyle kendinden sonraki şairleri de etkilemiştir. Aralarında Fuzuli ve Baki'nin de bulunduğu birçok şairin sanatçıya nazire yazması bu görüşü doğrular. Edebiyatın yanı sıra, tıpla da ilgilenmiş; bu alanda yapıtlar ortaya koymuştur. Divan edebiyatının önde gelen hiciv şairlerindendir. "Harname" adlı mesnevisi hiciv türünün en çarpıcı örneklerindendir. Ayrıca "Hüsrev ile Şirin" adlı bir de mesnevisi vardır.

Şeyhi Eserleri:

-Divan
-Harname: Yergi tarzında, yazılmış bir mesnevidir. Hiciv edebiyatının en güzel örneklerinden biridir. Çelebi Mehmet'in kendisine armağan ettiği köye gitmiş, burada köylüler tarafından dövülmesi üzerine bu mesneviyi kaleme almıştır.
-Hüsrev İle Şirin: Mesnevi biçiminde yazılmış bir aşk hikâyesidir.

FUZULİ (?-1556)


Kerbela'da doğmuş ve yaşamıştır. İyi bir eğitim görmüş, Arapça ve Farsçayı çok İyi öğrenmiştir. Şiirlerinde Azeri Türkçesinin etkileri görülür. Dönemine göre oldukça sade bir dille yapıtlar vermiştir. Divan edebiyatının birçok türünde yapıt vermesine rağmen "gazel şairi" olarak tanınmıştır. Şiirlerinde en önemli öğeler tasavvuf ve aşktır."Leyla ile Mecnun" adlı mesnevisinde bu konuyu ustaca dile getirmiştir. Şiirin temelinin İlim, özünün sevgi olduğuna inanmıştır. Sevilen insan bir araç, onun varlığında görünür hale gelen Tanrı İse tek amaçtır. Ona göre gerçek varlık Tanrı'dır. Bütün nesneler ve evren, Tanı'nın bir görünüş alanıdır.

Fuzuli Eserleri

Ad:  fuzuli-385x550.jpg
Gösterim: 770
Boyut:  46.9 KB
-Divan (Türkçe)
-Divan (Farsça)
-Divan (Arapça)
-Leyla İle Mecnun: Sevgiliden ayrılmanın acısının, sevgiliye duyulan aşktan ilahi aşka geçişin işlendiği, mesnevi biçiminde yazılmış bir hikâyedir.
-Şikâyetname: Hiciv türünün çok çarpıcı bir örneği olan, maaşını alamadığı için Nişancı Mehmet Paşa'ya yazmış olduğu, edebiyatımızda önemli bir mektup örneğidir.
-Hadikatu's Süeda: Kerbela olayının yer yer manzum parçalarla anlatıldığı mensur bir yapıttır.
-Şah ü Geda, Beng ü Bade,Sakiname: Mesnevi

NEFİ (1575 ?-1635)


İstanbul'da iyi bir öğrenim görmüş, bazı memurluklarda bulunmuştur. IV. Murat döneminde sanatının ve ününün zirvesine ulaşmıştır. Padişahlara ve devrin ileri gelenlerine yazdığı kasidelerle, ayrıca hicivleriyle tanınmıştır. Padişahın, hiciv yazmasını yasaklamasına rağmen Sadrazam Bayram Paşa'yı hicvedince öldürülür. Sağlam bir üslubu, ağır bir dili, cesur bir söyleyişi vardır. Ölçüsüz bir şairdir övdüğünü göklere çıkarır, yerdiğini ise yerin dibine geçirir. Babasına bile hiciv yazmıştır. Hicivleri bazen yumuşak takılmalar şeklindedir; kimi zaman ise oldukça ağır, hatta küfürlüdür. Hiciv türündeki şiirlerini "Sİham-ı Kaza" adlı yapıtında toplamıştır.

Nef'i Eserleri:

-Divan (Türkçe)
-Divan (Farsça)
-Siham-ı Kaza: Hicivlerinin yer aldığı yapıtıdır.

NABİ (1642-1712)


Divan edebiyatında "didaktik (öğretici)- hikemi şiir" çığırını açmıştır. Şiirlerinde heyecan ve duygu öğelerine az yer vermiş; toplum düzensizliklerini, hayatın kişiyi kötülüklere götüren yönlerini göstermeye çalışmış; din, ahlak ve töreyle ilgili öğütler vermiştir. Şiirlerinde hikmetli sözlere, atasözlerine yer vermiştir. Şiiri düşüncelerini anlatmada bir araç olarak görmüştür. Dili devrine göre oldukça sade, üslubu sağlam ve akıcıdır. Oğluna yazdığı nasihatlerden oluşan "Hayriye" ve bir aşk macerasını anlattığı "Hayrabat" adlı iki mesnevisi vardır.

Nabi Eserleri:

-Divan
-Hayriye: Ahlaki ve didaktik bir mesnevidir.
-Hayrabat: Bir aşk macerasını anlatan mesnevidir. ? Tuhfetü'l -Haremeyn: Hac yolculuğu anlatılır. -Münşeat: Mektuplardan oluşur.

NEDİM (?- 1730)


Lale Devri'nin coşkun, aşk, zevk ve neşe şairidir. Edebiyatımızda "mahallileşme akımını" başlatmıştır, istanbul'u ve istanbul Türkçesini, gerçek yaşamı ve dış dünyada gözlemle-nebilen gerçek doğayı şiire getirmiştir. Aşk, şarap, tabiat, hayattan zevk alma şiirlerinin başlıca konularıdır. Şiirlerinde dini ve tasavvufi konulara hiç yer vermemiştir. Kullandığı dil, açık, yalın ve ahenklidir. Edebiyatımızda şarkı türünün en önemli ismidir. Şiirlerini "Divan"ında toplamıştır.

ŞEYH GALİP (1759 - 1799)


Divan edebiyatının son büyük şairidir. Galata Mevlevihanesi'nin şeyhidir, mutasavvıftır. Süslü ve çeşitli söz sanatlarıyla yüklü, ağır bir dili vardır. Divan şiirinin geleneklerine bağlı kalmakla beraber kendine özgü bir şiir havası da oluşturmuştur. Sebk-i Hindi (Hint üslubu) adı verilen üslubun edebiyatımızdaki temsilcisi olmuştur. Şiirlerinde sembolik anlatıma, soyut ve kapalı hayallere, mecazlara bolca yer vermiştir, ilahi aşkın peşinde koşan bir dervişin yaşamını konu edinen "Hüsn ü Aşk" adlı mesnevisi vardır.

Şeyh Galip Eserleri:

-Divan (Türkçe)
-Hüsn ü Aşk: Bir aşk hikâyesi gibi görünse de gerçekte, tasavvuf yoluna düşen ve Allah aşkına ulaşmak isteyen dervişin macerasını anlatan bir mesnevidir. Sembolik bir tarzda yazılmıştır.

Ali Şir Nevai (Herat-1441-1501)


Türkçeyi yüksek bir sanat dili halinde işlemeye çalışan, bu görüşü savunan ve Türk diline değer kazandıran üstün bir bilgin ve devlet adamıdır.
1441'de Herat'ta doğdu. Babası Timur'un meliklerinden Sultan Ebû Said'in veziri Kiçkine Bahşi idi. Ali Şîr Nevâî'nin ilk eğitimini babası verdi. Daha sonraki eğitimine Horasan ve Semerkant'ta devam etti. Sultan Hüseyin Baykara ile okul arkadaşı idi. Hatta okurken unutmamak üzere sözleşmişlerdi.
Sultan Hüseyin Baykara, Herat'ta yönetimin başına geçince, sözleştikleri gibi Ali Şîr Nevâî'yi aradı. Onun Semerkant'ta olduğunu öğrendi ve Maveraünnehir meliki Ahmed Mirza'ya bir mektup yazarak Ali Şîr Nevâî'yi kendisine göndermesini istedi. Ali Şîr Nevâî, Ahmet Mirza'nın adamları tarafından Herat'a götürüldü. Sultan Baykara onu önce mühürdar yaptı. Daha sonra vezirlik görevine tayin etti.
Görevi sırasında bol bol kitap okumak, ilim çevreleriyle sohbet etmek ve araştırma yapmak imkanı bulan Ali Şîr Nevâî, bir süre sonra yaptığı işten sıkılmaya başladı. İstifasını Hüseyin Baykara'ya sunduysa da kabul edilmedi. Aksine Esterebad Valiliği'ne tayin edildi. Ali Şîr Nevâî, valilik görevinde fazla durmadı ve 1490 yılında ayrıldı.
Ali Şîr Nevâî'nin ailesi çok zengindi. Onun için devletten hiç maaş almadığı gibi devlete yardım da etti. Ali Şîr Nevâî topluma ve insanlığa hizmet etmekten büyük sevinç duyardı. Bu düşünceden hareketle çeşitli vakıflar kurdu.
Valilik görevinden ayrıldıktan sonra bilim ve sanat konularında yoğunlaşan Ali Şîr Nevâî, 1501 yılında doğduğu şehir olan Herat'ta vefat etti.
Şiirlerini Türkçe ve Farsça yazan Ali Şîr Nevâî, Arapçayı da çok iyi öğrenmişti. Meşhur ilim adamlarından Molla Cami, onun şiir arkadaşlarındandır. Kaşgarlı Mahmut'tan sonra Türk diline en büyük hizmet eden kişi olarak tanınan Ali Şîr Nevâî, Muhâkemetü'l-Lügateyn adlı kitabında Türkçe ile Farsça'yı karşılaştırarak pek çok yerde Türkçe'nin üstünlüğünü savunmuştur. Ali Şîr Nevâî, bu kitabını Türkçe'yi bırakarak eserlerini Farsça verenlere ithafen yazmıştır. Ali Şîr Nevâî, Türkçe yazdığı şiirlerinde Nevâî, Farsça yazdığı şiirlerinde ise Fanî mahlaslarını kullanmıştır.

Ali Şîr Nevâî'nin dördü Türkçe, biri de Farsça olmak üzere beş ayrı divanı vardır. Türkçe divanlarının genel adı Hazâinü'l Maânî'dir. Türkçe divanlarını, Garâibü's-Sağîr, Nevâdirü'ş Şebâb, Bedâyiü'l-Vasat ve Fevâidü'l-Kiber adları altında yazmıştır.
Beş mesnevisinden meydana gelen Hamse'si ile Türk edebiyatına ilk hamse yazan Ali Şîr Nevâî'nin divanlarından hariç 18 ayrı eseri daha vardır.
Bunlar sırasıyla şunlardır:
Hayretü'l-Ebrâr, Ferhat ve Şirin, Leyla ve Mecnun, Seb'a-i Seyyârem, Sedd-i İskender, Lisânü't-Tayr, Muhâkemetü'l-Lügateyn, Mecâlisü'n-Nefâis, Mîzânü'l-Evzân, Nesâimü'l-Mehabbe, Nazmü'l-Cevâhir, Hamsetü'l-Mütehayyirîn, Tühfetü'lMülûk, Münşeât, Sirâcü'l-Müslimîn, Tarihu'l-Enbiyâ, Mahbûbü'l-Kulûb fi'l-Ahlâk, Seyfü'l-Hâdî ve Rekâbet-ü'l-Münâdî.

Ali Şîr Nevâî'nin eserleri hem yazıldıkları devirde, hem de daha sonra bütün Türk dünyasında zevkle okunmuş, pek çok ünlü Türk şairi onu örnek almış, ona övgü yazmıştır. XV. yüzyılda yaşamış büyük Osmanlı Şairi Ahmet Paşa, XVI. Yüzyılda yaşamış ve Azeri lehçesiyle yazmış ünlü Fuzûlî, Ali Şîr Nevâî'den etkilenmişlerdir.
Bir çok Osmanlı aydını, bu arada Yavuz Sultan Selim, Nevaî'nin hayranı idiler. XVIII. yüzyılda büyük divan şairimiz Nedim bile Ali Şîr Nevâî dilinde (Çağatay lehçesinde) şiirler yazmıştır.
Türkiyeli pek çok şair Ali Şîr Nevâî'nin şiirlerine nazireler söylemişlerdir. Bu tesir Tanzimat sonrasında bile kendini göstermiş, Ziya Paşa'nın Harâbât adını taşıyan üç ciltlik antoloji eserinde Ali Şîr Nevâî'nin şiirlerine önemli bir yer verilmiştir.
Günümüzde yayınlanan bütün edebiyat tarihlerinde de Ali Şîr Nevâî, ilmi, irfanı, sanatı, Türkçülüğü ve olumlu tesirleriyle övülür.

Ali Şir Nevai'nin Eserleri


  • Hazâinü'l Maânî
  • Garâibü's-Sağîr
  • Nevâdirü'ş Şebâb
  • Bedâyiü'l-Vasat
  • Fevâidü'l-Kiber
  • Hayretü'l-Ebrâr
  • Ferhat ve Şirin
  • Leyla ve Mecnun
  • Seb'a-i Seyyârem
  • Sedd-i İskender
  • Lisânü't-Tayr
  • Muhâkemetü'l-Lügateyn
  • Mecâlisü'n-Nefâis
  • Mîzânü'l-Evzân
  • Nesâimü'l-Mehabbe
  • Nazmü'l-Cevâhir
  • Hamsetü'l-Mütehayyirîn
  • Tühfetü'lMülûk
  • Münşeât
  • Sirâcü'l-Müslimîn
  • Tarihu'l-Enbiyâ
  • Mahbûbü'l-Kulûb fi'l-Ahlâk
  • Seyfü'l-Hâdî
  • Rekâbet-ü'l-Münâdî

Bakî (1526-1600)


1526'da İstanbul'da dünyaya geldi.. 1600 yılında İstanbul'da öldü. Osmanlı Divan Edebiyatı'nda şiire biçim ve içerik açısından birçok yenilik getiren ve yaşarken "Sultanü'ş Şuârâ" (şairler sultanı) unvanını alan şairin asıl adı Mahmud Abdülbaki. Fatih Camii müezzinlerinden Mehmed Efendi'nin oğlu. Çocukluğunda bir süre esnaf yanında çıraklık yaptı. Güçlü okuma isteği sonucu medreseye girdi. Zamanının ünlü müderrislerinden Karamanlı Ahmed ve Mehmed efendilerden ders aldı. Birçok ünlü edebiyatçı ile tanıştı. Hocası Mehmed Efendi için yazdığı "Sümbül Kasidesi" ününü artırdı. Dönemin ünlü şairlerinden Zâtî'nin dikkatini çekti. 18-19 yaşlarında ünlü bir şair oldu.
Süleymaniye Medresesi'nde Ahmed Şemseddin Efendi'nin derslerine devam etti. 1955'te Nahçıvan seferinden dönen Kanuni Sultan Süleyman'a sunduğu kasideyle saray çevrelerine girmeyi başardı. Kadılık göreviyle Halep'e gönderilen hocası Ahmed Şemseddin Efendi ile Halep'e gitti. 1560'ta İstanbul'a dönüşünde Şeyhülislam Ebussuud Efendi ile tanıştı. Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümü üzerine düyduğu üzüntüyü "Kanuni Mersiyesi" ile dile getirdi.
2. Selim döneminde Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa'nın korumasına girdi. Saray toplantılarına çağrılmaya başlandı. 3'üncü Murad döneminde de yerini korudu. Süleymaniye Müderrisi oldu. Düşmanlarının bir oyunu ile bir süre gözden düştü. Edirne'ye sürüldü. Medine ve Mekke kadılıkları yaptı. 1581'de İstanbul'a döndü. 1584'te İstanbul Kadısı oldu. 1591'de Rumeli Kazaskerliği görevine getirildi. Şeyhülislam olmak istiyordu ama bu görevi elde edemeden yaşamını yitirdi.

Zevke ve eğlenceye düşkün, neşeli, hoş sohbet ve hırslı bir kişiliği vardı. Nükteci ve dedikoducu yapısı yüzünden zaman zaman döneminin önde gelenlerini darıltıp zor durumlara da düştü.
Hicviyeleri ile ünlüdür. Özel yaşamındaki özgürlüğüne ve sınırsızlığına rağmen kadılık görevlerinde adalete düşkünlüğü ile dikkat çekti. Mesnevi yazmadı. Başarılı kasideleri de olmasına rağmen gazel şairi olarak tanınır. Dünyanın geçiciliğinden yakınan, okurları aşk ve şarabın tadını çıkarmaya çağıran gazelleriyle ünlendi.
Şiirlerinde tasavvufi değil, dünyevi aşka önem verdi. Mersiye, methiye ve fahriyelerinde içten ve abartısız bir anlatım kullandı. Edebiyatta geleneklere bağlı kaldı ama şiir diline yeni bir düzen ve akıcılık getirdi. Nazım tekniğini geliştirdi, birçok büyük şairin "kaçınılmaz" olarak gördüğü nazım kusurlarından kurtulmayı bildi. Çağdaşı şairlere göre daha sade ve anlaşılır bir dil seçti. Biçim açısından kusursuz şiirleri, duygu ve anlam bakımından Fuzûlî'ninkiler kadar derin, Nefi'ninkiler kadar içten bulunmaz. Eserleri, 16'ncı Yüzyıl Osmanlı toplumunun beğenisine uygun, sanat incelikleri ve hayal güzellikleri ile doludur. Duru ve temiz bir İstanbul lehçesinin yanı sıra şiirlerinde halk deyimleri ve söyleyişleri de kullandı. Divanı Kanuni Sultan Süleyman döneminde hazırlandı. Ama bu divan bütün şiirlerini kapsamaz. Başında manacaat ve na't bulunmayan divanında 27 kaside, 2 terkib-i bend, 1 terci-i bend, 7 tahmis, 619 gazel, 24 kıta, bir tarih ve 38 müfred yer alır. Çevirileri ve dinsel konularda eserleri de var.

Baki'nin Eserleri


  • Dîvân-(4508 beyitlik, en önemli eseri)
  • Fazâ'ilü'l-Cihad
  • Fazâil'i-Mekke
  • Hadîs-i Erbain Tercümesi
  • Kanuni Mersiyesi

Fuzûlî (1480 -1556)


Mehmed oğlu Süleyman, Fuzûlî (d.Kerbela, 1480 - 90? - ö.Kerbela, Bağdat, 1556) Azeri asıllı Türk divan şairidir. Asıl adı Mehmet oğlu Süleyman'dır.
Öğrenimi hakkında kesin bir bilgi olmayıp, eserlerinden islami bilimler ve dil alanında çok iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Su Kasidesi'nin 2.beytinde "Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su" diyerek astronomi bilgisininde iyi olduğunu ortaya koymuştur.Ayrıca hamse sahibidir.

Türkçe divanının önsözünde,
" Bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir " demektedir.

Türkçe divanındaki şiirlerini Azeri lehçesinde yazmıştır. Aynı zamanda Arapça ve Farsça divanlarından bu dilleri de çok iyi bildiği anlaşılmaktadır. Eserlerinde kullandığı dil dönemindeki divan şairlerine göre daha sade, anlaşılır bir Türkçedir. Halk deyişlerinden bolca yararlanmıştır.

Bedensel zevklerden ziyade tasavvufi bir aşk, ehlibeyte duyulan özlem, ayrılık acısı şiirlerinin konusunu teşkil etmiştir. Duygu ve düşüncelerini çok içten ve lirik bir şekilde ifade etmeyi kolayca başarmıştır. Bu açıdan bakıldığında Türk şiirinde karşılaştırılabileceği tek şair Yunus Emre'dir. Leyla ve Mecnun mesnevisi aynı konuda yazılmış (Arapça ve Farsça dahil) en iyi mesnevilerden biridir.
İran şiirinden Hafız, Türk şiirinden ise Nesimi ve Nevai çizgisini en başarılı şekilde kemale erdirmiştir. Kendisinden sonra gelen bütün divan şairlerini etkilemiştir.
Kanuni'nin Bağdat'ı fethinden sonra (1534) padişaha kasideler sunmuştur. Padişah tarafından beğenilen kasideler karşılığında 9 akçelik maaşla ödüllendirilmiştir. Maaşını alamayınca Şikayetnãme'yi yazmıştır. Şikayetnãme Fuzuli'nin en önemli eserlerinden biridir. Şikayetnamesinde Fuzuli şöyle der:
" Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar.
Hüküm gösterdim faydasızdır diye mültefit olmadılar "

Türkçe manzum eserleri

* Divan,
* Beng ü Bade ( Beng ü Bâde);444 beyitlik Türkçe mesnevi.
* Leyla ile Mecnun (Dâstân-ı Leylî vü Mecnûn);3 bin 96 beyitlik mesnevi.
* Risale-i Muammeyat (Risâle-i Muammeyât)
* Kırk Hadis
* Su kasidesi
* Hz. Ali Divanı
* Şikâyetnâme (Şikâyetnâme) kafiyeli nesir türündedir;Kanuni'nin Bağdat'ı fethinden sonra (1534) padişaha kasideler sunmuştur. Padişah tarafından beğenilen kasideler karşılığında 9 akçelik maaşla ödüllendirilmiştir. Maaşını alamayınca Şikâyetnâme'yi yazmıştır. Şikâyetnâme Fuzuli'nin en önemli eserlerinden biridir.
Türkçe mensur eserleri
* Hadikatü's-Süeda (Hadîkat üs-Süedâ);Kerbela olayını anlatan düzyazı
* Mektuplar (Mektubat)

Farsça manzum eserleri

* Divan
* Enis'ül-Kalb (Anîs ol-qalb)
* Heft Cam (sâkinâme); tasavvuf içerikli, 327 beyitlik Farsça mesnevi.
* Resale-e Muammeyat (Resâle-e Muammeyât)
* Sehhat o Ma'ruz (Sehhat o Ma'ruz, Sıhhat u Maraz) (tıp bilgileri)

Farsça mensur eserleri

* Rind ü Zahid (Rend va Zâhed)
* Risale-i Muamma

Arapça eserleri:


  • Dîvan (manzum)
  • Matlau'l-itikad (mensur)

Nef'i (1572-1635)


Nefi denilince akla gelen ilk şeylerden biri hicivleridir. Hiciv Divan Edebiyatı'nda yermek,eleştirmek anlamında kullanılır. Nefi'nin sadece hicivleriyle ün salmadığını ve kaside alanında da başarılı eserler verdiğini ,hatta ve hatta kaside denilince de akla gelen ilk ismin Nefi olduğunu az çok edebiyat bilgisi olan bir çok insan bilir.Nefi öyle bir yazar ki, övgü ve yergi sanatını yani kaside ve hiciv sanatını bir arada kullanarak büyük bir başarı elde etmiştir. Aslında birbirlerine zıt olan bu sanatları uygulamak her baba yiğidin harcı değildir. Hicivlerinden dolayı ona genç yaşta "Zari" mahlası verilmiştir."Zari" günümüz Türkçesiyle "zararlı, faydası dokunmayan" anlamları taşır.O öyle bir Hiciv sanatı işlemiş ki 1585 Erzurum defterdarı olan Gelibolulu Müverrih Ali, şiirlerini görmüş, beğenmiş ve bu genç şaire Nef'i "Nafi" yararlı" mahlasını vermiştir.Ne kadar yararlı bir şair, orası meçhul tabii.Öyle ki, Nefi yazmış olduğu hicivleriyle dönemin birçok isminin nefretini ve öfkesini üstüne çekmeyi başarmıştır.

Ad:  IMG_20161128_211826.jpg
Gösterim: 778
Boyut:  68.5 KB
Dönemin Müftüsü ile aralarında geçen bir atışma oldum olası beni Nefi'nin büyük bir şair olduğuna inandıran güzel atışmalardan biridir. Aslında güzel bir atışma olduğu söylenemez; bilakis ağır sözlerle kurulmuş,destansı sözler içeriyor. Malum bizim Nefi oturtucu sözlerin adamıdır.Dönemin müftüsü görünüşte Nef'i yi öven, fakat içeriğinde Nef'i ye kâfir diyen bir beyit oluşturup halka sundu. Üstad Nefi'de boş durur mu sanırsınız? Nefi'ye biri kafir diyecek ve Nef'i masum masum, hiçbir şey yokmuş gibi davranacak.Üstad boş durmadı. Hemen bu beyite karşılık bir beyit de o yazdı:
"Müftü efendi bize kâfir demiş.
Tutalım ben O'na diyem müselman.
Lâkin varıldıktan ruz-ı mahşere,
İkimiz de çıkarız orda yalan."
diye cevap vermişdir.Bu öyle oturaklı bir beyitti ki,dönemin müftüsü bu beyite karşılık olarak başka bir beyit yazma cüreti gösterememiştir.Yani kısacası Nefi öyle bir hiciv ustasıydı ki sadece bir hicvinden dolayı bir çok insanın ağlamasına, efkarlanıp dünyadan soğumasına sebep olabiliyordu. Biraz garip ama açıkcası dönemin kabus, sinir bozucu şairlerin en önde geleniydi. Diline,kalemine pek sahip olamadığından ölüm sebebi de yazıp çizdiği, karalayıp durduğu hicivleri yüzünden olmuştur.Ölüme giden bu yolda hicivlerini üstüne basa basa söylemesi beni çok güldürmüştür.

Öyle ki o zamanın sadrazamlarına şiir şeklinde küfür ettiği için bir kez zindana atıldı; ama padişah bunu öğrenince kendisini affetti.1 ay sonra tekrar küfür etti ve yine zindana atıldı ve yine padişah Allah'ın sabrı üç kezdir diyerek, "bir kez daha affediyorum seni" dedi ve tekrardan bizim sivri dilli Nefi'yi affetti. Aradan epey bir zaman geçti.. Bizde bir tabir vardır: "Can çıkar huy çıkmaz" diye, malum bu söz tam bizim Nefi'ye göreydi Nefi dayanamayıp ne de olsa beni tekrardan affedip bırakırlar diye düşündüğünden olsa gerek, tekrardan küfrettiği için nihayetinde boğularak öldürülmüştür.Boğularak öldürülmesinin sebebi de Nefi'nin tamamen kendi isteği dahilinde gerçekleştirilmiştir.Sonuçta bir çok kez affedilmesine karşın, diline sahip çıkmayıp kendi ölüm fermanını yine kendi elleriyle imzalamıştır.

Eserleri


  • Sihâm-ı Kazâ (Hiciv şiirleri),
  • Türkçe Dîvân,
  • Farsça Dîvan

Şeyh Galip ( 1757-1799)


Divan Edebiyatımızın son büyük şairi olan Şeyh Galib, 1757'de İstanbul'da doğdu. Asıl adı Mehmed Esad olan Şeyh Galib'in babası Reşid Efendi, annesi Emine Hatun'dur. Babası tasavvuf eğitimi almış, mevleviliğe ve melamiliğe bağlı şiirlerle uğraşmış, kültürlü bir kişidir. Şeyh Galib'in dedesi Mehmed Efendi de mevlevi tarikati aydınlarındandır.
Şeyh Galib ilköğretimini babasından gördü. Hamdi adlı bir bilginden Arapça dersi almış ve kendisine Esad mahlasını veren Süleyman Neşet'ten de öğrenimi sırasında faydalanmıştır.

Galib ilk şiirlerinde Esad mahlasını kullanmıştır. Fakat bu adın başkalarınca kullanıldığını görerek Galib mahlasını almıştır. Yirmi dört yaşındayken Divan'ını yazmıştır. 26 yaşındayken Türk Edebiyatı'nda mesnevi türünün en başarılı örneklerinden biri sayılan "Hüsn ü Aşk" adlı eşsiz eserini yazmıştır. Bir yıl ilimle ve eserlerini yazmakla uğraştı. Bu tarihte Galata Mevlevihanesi sonra Konya'da Mevlana dergahında çileye girmiştir. Fakat babasının isteği üzerine çileyi tamamlamadan İstanbul'a dönmüştür. Yenikapı mevlevihanesinde yeniden çileye girdikten sonra hücreye çıkmıştır. Sütlüce'deki evinde, 1791 yılına kadar şeyhlik yaptı. Sekiz yıl süren dergah şeyhliği sırasında Sultan III. Selim, Valide Sultan, padişahın kız kardeşi Beyhan Sultan'ın yakınları arasında yer aldı. Onların takdirlerini kazandı.

Şeyh Galib 1799 yılında İstanbul'da vefat etti. Mezarı Galata Mevlevihanesi'nin avlusundaki türbededir.
Şeyh Galib'in çevresini derinden etkileyen kuvvetli bir şahsiyeti, kendisine ve sanatına tam güveni olduğu anlaşılıyor.

Çok genç yaştayken güçlü bir şair ve geniş kültürlü bir aydın olarak tanınan Şeyh Galib, iddialı bir şairdir. Divan Edebiyatımızda tasavvufun özellikle Mevlevilik koluna en fazla bağlı olan şairdir. Galib tasavvufun mazmun, çağrışım ve fikir hazinesinden faydalanmıştır. Tasavvufun tek varlık inancını, ilahi aşk, insan yüceliği, hoşgörülülük ilkelerini benimsemiştir.
İran'lı Şevketi Buhari'nin açtığı Sebk-i Hindi çığırının bizdeki en büyük mensubu Şeyh Galib'dir. Sebk-i Hindi'nin son güçlü şairlerini dahi 50 yıl geriden takip etmiştir.
Şeyh Galib bu tarzda örneklerle, içiçe mecazlarla ve birşey söyler görünürken başka birşeyi kastettiğini bazen açıkça söyler. O bizde sembolizme benzeyen şiir çığırını açmıştır.

Sanatta yenilik özlemi duymuştur. Divan şiirinde yapmış olduğu başlıca yenilik, bambaşka bir üslub bulması, kendi deyimiyle bir başka lugat tekellüm etmiş olmasıdır. Kelime hazinesi çok zengindir; üslubu renk anlatan kelimlerle doludur. Şiirleri baştanbaşa mecazlar, görülmemiş kapalı ve karanlık hayallerle örülmüştür. Sembolik şiirlerdir.
Onun en önemli eseri Hüsn ü Aşk mesnevisidir. Bunun haricinde şairin bir Divan'ı, Şerh-i Cezire-i Mesnevi adlı bir mesnevisi, bir de Es-Sohbetü's-Safiyye adlı bir eseri vardır.

Şeyh Galip Eserleri


  • Divan (Şiirler)
  • Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk)
  • Şerh-i Cezîre-i Mesnevî
  • Es-Sohbetü's-Sâfiyye

Nedim (1681-1730)


Nedim, 1681'de İstanbul'da dünyaya geldi. Fatih Sultan Mehmet devrinde yaşayan soylu bir aileden geldiği bilinir. Babası Mehmed Efendidir. Dedesi Musluhiddin Efendi, Sultan İbrahim dönemi kazaskerlerindendir. Nasıl bir eğitim aldığı kesinlikle bilinmiyor. Ancak bazı kaynaklardan öğrendiğimize göre Şeyhülislam Ebezade Abdullah Efendi'nin başkanlık ettiği kurul önünde sınavdan geçerek, hariç müderrisliği payesini aldı. Bir süre sonra Mahmudpaşa mahkemesinde naiplikle görevlendirildi.

Sadrazam Ali Paşa ve Nevşehirli İbrahim Paşa tarafından korundu. Nevşehirli İbrahim Paşa, şiirlerini çok sevdiği Nedim'i muhasipliğe seçti. Daha sonra ise kütüphanesinde hafızı kütüb görevine getirdi. Bütün zevk ve eğlence meclislerinde sadrazamın ve bazı devlet büyüklerinin nedimi oldu. Ramazan aylarında, sadrazam İbrahim Paşa huzurunda verilen tefsir derslerine katıldı. Sadrazam İbrahim Paşa aracılığı ile Sultan Üçüncü Ahmed'in bulunduğu toplantılara katılmaya başladı.
Şiirleri Sultan Üçüncü Ahmed tarafından beğenildi. Bu arada Mollakırımı medresesi (1727), Sadiefendi medresesi (1728) ve aynı yıl Nişancipaşayıatik medresesi müderrisliklerine tayin edildi. Son görevi Sekbanalibey medresesi müderrisliğiydi (1730). İbrahim Paşa'nın giriştiği, doğu dillerinden tercümeler, çalışmasına katıldı. Müneccimbaşı Derviş Ahmed Dede'nin Sahaifü'l Ahbar (Haberlerin Sayfaları), Bedrüddin Avni'nin İkdü'l Cuman (İnci Dizisi) adlı eserlerini Türkçe'ye çeviren kurulda çalıştı.
İçki düşkünlüğü yüzünden irtiaş (titreme) hastalığı ve illeri vahime (korku) hastalığı çeken Nedim'in, Patrona Halil isyanı sırasında bir buhran geçirerek öldüğü ileri sürülür. Müstakimzade'nin, isyanda kaçarken Beşiktaş'daki evinin damından düşerek öldüğünü belirten ifadesi ispatlanmış değildir.
Nedim dinin bazı yasaklarına karşı çıkmış, bu da onu tasavvufi düşüncelerden uzaklaştırmıştır. Nitekim şair de eserlerinde kadın, içki gibi şuhane unsurları işlemiştir. Ona göre yaşamanın temel amacı dünya zevklerini tatmak, eğlenmekti.

Başlıca eseri Nedim Divanı'dır. Mahallileşme akımının öncüsüdür. Divan edebiyatındaki soyut sevgili ve mekanlar Nedim'in şiirlerinde somuta dönüşür. Yani sevgilisi hem beşeri aşkı anlatır hem de gerçektir. Zevk, eğlence, içki şiirlerinin temelini oluşturmuştur. Soğuk ve yapmacı anlatımdan kaçınmış, anlatmak istediklerini içten bir şekilde şiirlerine dökmüştür. Bunları da daha çok gazelleriyle anlatmıştır.
Büyük şair, divan şiirinin katı kurallarına herkes gibi uysa da, bazı yenilikler yapmaktan geri durmamıştır. Örneğin bazı eserlerinde aruz yerine hece ölçüsü kullanmıştır.
Nedim divan şiirinde çığır açmış büyük bir şairdir. Ne var ki onun değeri öldükten çok sonra anlaşılmıştır. Şair ayrıca İstanbul aşkıyla da tanınır. Zaten İstanbul şivesi akımının da öncüsü Nedim'den başkası değildir.
Son düzenleyen perlina; 29 Kasım 2016 01:01
perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
28 Kasım 2016       Mesaj #25
perlina - avatarı
Ziyaretçi

Divan edebiyatı,

Türkler'in müslümanlığı kabul etmelerinden sonra İslam uygarlığının bilim, inanç ve kuralları çerçevesinde, arap ve fars edebiyatlarını örnek tutarak meydana getirdikleri yazılı edebiyat. "Divan edebiyatı” denmesi, şiirlerin toplandığı kitaplara "divan" adının verilmesindendir.

Ad:  mevlana.jpg
Gösterim: 388
Boyut:  31.2 KB
Elimize geçen en eski örneği ilk müslüman türk devleti olan Karahanlılar'ın (832-1212) egemen oldukları bölgede, XI. yy.’ın ikinci yarısında, hakaniye lehçesiyle yazılmış olan bu edebiyat, daha sonra azeri ve Türkiye lehçelerinin yaşadığı bölgelere de yayılarak, XIX. yy. ortalarına kadar sekiz yüzyıl sürmüştür.
Divan edebiyatını şiir ve düzyazı alanında besleyen kaynaklar şunlardır: Kuran ve hadisler, dinsel bilimler (tefsir kelam, fıkıh), İslam tarihi, tasavvuf, Iran mitolojisi (Firdevsi’nin Şehname'si), peygamber ve evliya hikâyeleri, çağın bilimleri (kimya, simya, hikmet, mantık, tıp, astronomi, musiki vb,), türk ulusal kültürü ve yerli malzeme (günlük olaylar, gelenek ve görenekler vb.).

Divan edebiyatının dil, vezin, nazım biçimleri vb. bakımından taşıdığı başlıca özellikler şu temellere dayanır:
Türkler İslam uygarlığı çevresine girdikten sonra, türk dili, İslam âleminde bilim dili olarak kabul edilen arapçanın, sanat dili olarak kabul edilen farsçanın sözcük ve kurallarıyla yüklü hale gelmiştir.
Arap nazmının ölçüsü olan aruz vezni kabul edilmiştir. Dilin yabancı sözcüklerle yüklü hale gelmesinde aruz vezninin de payı vardır. Yapısında uzun ünlü bulunmayan türkçe, uzun ve kısa hecelerin türlü biçimlerde yan yana gelmesinden oluşan aruz veznine uydurulmak için yabancı sözcükler aracı olarak dile girmiş; bunların sayısı, ilk zamanlara oranla, gittikçe çoğalmıştır.

Çoğu arap ve fars edebiyatlarından alınan birtakım nazım biçimleri kullanılmıştır Divan edebiyatının nazım birimi “beyit"tir Beyit, başlı başına bir bütün sayılır. Düşünceleri anlatan cümleler birer beyit içinde tamamlanır; yani, her beyit, kendi sınırları içinde bir anlam bütünlüğü taşır. O bakımdan, divan nazmında beyitler arasında konu birliği aranmaz; yapıtlar beyit beyit yazılır; bu nazımda yapıtların uzunluk ve kısalıkları da beyit sayısıyla ölçülür. Divan nazmında beyit öylesine önemlidir ki, şairler, kimi zaman, yapıt diye bir tek beyit yazarlar; bu yoldaki bağımsız beyitlere "müfred" denir. Hiç değişmeden sürüp giden bu nazım biçimleri üç ana kümede toplanır:

a. beyitlerle kurulan nazım biçimleri;
b. dörtlüklerle kurulan nazım biçimleri;
c. musammatlar.

Beyitlerle kurulan nazım biçimleri, "gazel tipi" (gazel, müstezat, kaside, kıta) ve "mesnevi tipi" olmak üzere iki kümede toplanır. Gazel tipine giren nazımlar bir "ana kafiye” (tek kafiye) üzerine kurulur. Dize kümelenişi ve kafiye düzeni şöyledir: aa xa xa xa... (Kıtada ilk beyit de xa biçiminde kafiyelidir).
Bu biçimin doğurduğu birtakım sonuçlar vardır:
a. Dilde birbiriyle kafiyeli sözcüklerin sayısı sınırlı olduğu için, nazmın uzunluğu da ister istemez sınırlı olur;
b. Şair, önceden tasarladığı düşünceye göre kafiye bulmak değil, kullanmaya kalkıştığı kafiyeye göre düşünce bulmak zorunda kalır; o yüzden de, bir şiirin baştan sona kadar aynı düşünce çevresinde oluşması, yani “konu birliği"nin sağlanması olanağı azalır; gazel tipiyle yazılan şiirlerde beyitler yalnız kafiyelerle birbirlerine bağlıdır, anlamca her biri kendi başına buyruk, bağımsız birer bütündür. (Pek seyrek de olsa, konu birliği bulunan gazellere "yekâheng" (tek ahenkli) adı verilir.

Mesnevide her beytin dizeleri kendi aralarında kafiyeli olur: aa bb cc dd... Mesnevide kafiye darlığı olmadığı için, uzun yapıtlar bu biçimle yazılır. Beyit sayısı, konunun uzunluğuna bağlıdır. Mesnevi biçimi ile, genellikle anlatı (tahkiye) türüne giren yapıtlar yazılır (destanlar, aşk hikâyeleri vb.). Bir şairin beş mesneviden oluşan yapıt bütününe “hamse” denir.

Dörtlüklerle kurulan nazım biçimleri şunlardır: rubai, tuyug. (Kafiye düzeni: aaxa)
Musammatlar, en az 4, en çok 10 dizeli bentlerden kurulmuş nazım biçimleridir. Her bent bir bütündür. (Kafiye düzeni şöyledir: aaaa bbba ecea...) Başlıca çeşitleri şunlardır: murabba (dörtlü), şarkı,muhammes (beşli), müseddes (altılı), mü- sebba (yedili), müsemmen (sekizli), muaşşer (onlu). Bunlardan başka, 5-10 beyitli bentlerden kurulan terkibibent ve terciibent de musammat kümesi’ne girer.Bu nazım biçimlerinin çoğu Araplar'ın malı olmakla birlikte, Farslar ve Türkler de bunlara birkaç biçim katmışlardır,
Araplar'dan gelen biçimler, kaside, gazel, kıta, musammat.
Farslar’ın kattığı biçimler: mesnevi, rubai.
Türkler'in kattığı biçimler: tuyug, şarkı.

Divan şiirinde her şair tarafından ortaklaşa kullanılan konu ve temalar da sınırlıdır: tevhit (Tanrı'nın birliği), münacat (Tanrı'ya yakarış), naat (Peygamber'e övgü), medhiye (ileri gelen devlet adamlarına övgü), fahriye (kendini övme, övünme), hicviye (yergi), mersiye (ağıt), lugaz (manzum bilmece) tarih düşürme (ebced hesabıyla yıl belirtme), hikmet, tasavvuf, aşk.Çoklukla lirik şiir niteliği gösteren gazel ve musammatlarda aşk ve şarap temaları, dünya nimetlerinden yararlanma istekleri geniş ölçüde işlenmiştir. Bu özelliği dolayısıyla, divan şiiri, Mehmet Akif gibi tutucu kişilerce: "Edebiyyata edepsizliği onlar soktu. / Kıble: tezgâhbaşı, meyhaneci oğlan: mihrap. / Git o divan mı, ne karın ağrısıdır aç da oku. / Kokla bir kerre, kokar mis gibi Sandıkburnu" (Asım) diye eleştirilir. Yukarda sayılanlara, mesnevilerde işlenen konuları da eklemek gerekir: Leyla ve Mecnun, Yusuf ü Züleyha, Ferhad û Şirin vb. gibi aşk hikâyeleri; destanlar, manzum tarihler, din ve tasavvufla ilgili konular, ahlakla ilgili konular, her türlü öğretici konular, evlenme ve sünnet düğünlerini anlatan surnameler, bir şehrin güzelliklerini ve güzellerini anlatan şehrengizler vb.

Düşünceler ve kavramlar, çoğu fars edebiyatından aktarılmış olan ve her şair tarafından ortaklaşa kullanılan birtakım kalıplaşmış "mazmun' larla anlatılır (Göz yerine nerkis, mest, tîg, katil; kaş yerine keman, yay, hançer, hilal; ağız yerine gül, gonca, lal; yüz yerine mah; boy yerine servi vb.
Bunların sonucu olarak, divan şiiri, gerek biçim, gerek öz bakımından eldeki örneklere uymakla yetinen, yaşamla ilgisi kopuk, “kitabi”, soyut bir şiir olarak kalmıştır.
Batı edebiyatı yolundaki yeni edebiyatın kurucu ve coşkulu savunucularından biri olan Namık Kemal, çeşitli yazılarında (Bahar-ı dâniş önsözü, Mukaddime-i Celal, Tahrib-i Harabat, Takıp vb.), divan edebiyatının yukarıda sıralanan özelliklerini şiddetle eleştirmiş; onu, "Gerçek ve doğal dünyanın dışında, vehimler dünyasından alınmış birtakım bağlantısız tasarımlardan ibaret Beyitler hatta dizeler arasındaki anlamın renk başkalıkları, parça bohçalarındaki renk başkalıklarından daha çok” olmakla suçlamıştır.

Divan edebiyatında nesir, sonradan "sade nesir", "süslü nesir” ve "orta nesir" diye adlandırılan üç koldan yürümüştür. Halk için yazılmış olan ve genellikle kolay anlaşılmayı amaç edinen sade nesirle çoklukla ahlaki, dini yazılar, nasihatnameler, peygamber ve evliya hikâyeleri, islami cenk hikâyeleri, bazı tarihler vb. yazılmıştır. Arap ve fars edebiyatlarındaki örneklere uyma özentisiyle XV. yy.'da başlayan süslü nesir, yabancı sözcük ve dil kurallarıyla yüklü, "seci’lerle (nesirde kafiye), anlam ve sözcük sanatlarıyla (teşbih, istiare, tenasüp, cinas vb.) süslü, gereksiz sözlerle doldurulmuş, anlaşılması güç bir nesirdir. Orta nesir ise, her iki yöntemden yararlanan ortalama bir nesirdir; secilere ve zaman zaman yabancı sözcüklere de yer verilen, fakat anlatılan konu ve düşünceyi yazı hüneri göstermeye yeğ sayan bu nesirle tarihler, fetvalar, bilimsel yapıtlar, seyahatnameler, sefaretnameler, tezkireler vb. yazılmıştır

Divan edebiyatının başlıca temsilcileri şunlardır:
Şiir alanında:
XI.-XII. yy.’lar: hakaniye lehçesinde Yusuf Has-Hacib, Edip Ahmet;
XIII. yy.: Türkiye türkçesinde Dehhani, Sultan Veled;
XIV. yy.: azeri lehçesinde Kadı Burhanettin, Seyyit Nesimi; Türkiye türkçesinde Ahmedi, Aşık Paşa;
XV. yy. Çağatay lehçesinde Ali Şir Nevai; Türkiye türkçesinde Şeyhi, Ahmet Paşa, Necati, Süleyman Çelebi vb.;
XVI. yy.: Çağatay lehçesinde Babur Şah: azeri lehçesinde Fuzuli; Türkiye türkçesinde Zati, Hayali, Baki, Nevi, Bağdatlı Ruhi vb.;
XVII. yy: Türkiye türkçesinde Nef'i, Şeyhülislam Yahya, Naili, Nabi vb.;
XVIII. yy.: Türkiye türkçesinde Nedim, Şeyh Galip, Ragıp Paşa vb.;
XIX. yy.: Türkiye türkçesinde Enderunlu Vasıf, İzzet Molla, Leskofçalı Galip, Yenişehirli Avni vb.

Nesir alanında:
XV. yy.: Çağatay lehçesinde Ali Şir Ne- vai; Türkiye türkçesinde, sade nesir yolunda Mercimek Ahmet, Âşıkpaşazade, Neşri; süslü nesir yolunda Sinan Paşa;
XVI. yy.: Çağatay lehçesinde Babur Şah; azeri lehçesinde Fuzuli; Türkiye türkçesinde tarihçi Selanikli Mustafa, Hoca Sadettin, Gelibolulu Mustafa Ali vb., tezkireci Sehi Bey, Lutfi, Âşık Çelebi vb.;
XVII. yy.: süslü nesir yolunda Nergisi, Veysi; orta nesir yolunda seyahatname dalında Evliya Çelebi; bilim dalında Kâtip Çelebi, tarih dalında Peçevi İbrahim, Naima; siyasal yazı dalında Koçi Bey vb.;
XVIII. yy.: orta nesir alanında tarihçi Silahtar Mehmet Ağa, Raşit, sefaretname dalında Yirmisekiz Mehmet Çelebi, Ahmet Resmi Efendi vb.;
XIX. yy.: Mütercim Asım vb.

Divan edebiyatı beyanındadır,Abdülbaki Gölpınarlı"nın divan edebiyatını eleştiren yapıtı (1945). Divan edebiyatının toplumdan uzak, hayallere dayanan, yaşamla ilgisi olmayan bir edebiyat olduğu yolundaki görüşten yer verir. Kafiye ve vezne yer vermeyen yeni şiir anlayışıyla türk edebiyatının bir rüyadan uyandığını vurgular. Akıcı bir üslupla yazılan 21 bölümlük yapıt, yayımlandığı zaman tartışmalara yol açtı. Yazar, daha sonra bir yazısında (Divan edebiyatı müzesi’nin tarihçesi ve divan şiirinden günümüze kalanlar, Milliyet sanat dergisi, sayı 165, İstanbul, 1976) o kitapta söylediklerinin "bir tehevvür sayhasından" (öfke çığlığından) ibaret bulunduğunu belirtir.

Divan edebiyatı müzesi,
İstanbul'da, Galata mevlevihanesi'nde açılan müze. 1965’te onarılan mevlevihane, gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra, 1973'te ziyarete açıldı. Burada tasavvuf, ıslam dini ve edebiyatına ilişkin yazma eserler sergilenmekte, Uluslararası İstanbul festivali sırasında klasik türk müziği konserleri düzenlenmektedir.

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen perlina; 29 Kasım 2016 13:08
perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
29 Kasım 2016       Mesaj #26
perlina - avatarı
Ziyaretçi

Divan Edebiyatı




Benzer Konular

26 Eylül 2014 / Misafir Cevaplanmış
29 Kasım 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
29 Aralık 2013 / Misafir Soru-Cevap
29 Kasım 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
17 Ocak 2008 / yüksel2 Taslak Konular