İngiliz Edebiyatı
MsXLabs.org & Temel Britannica
Her yıl birçok kitap, yazı ve şiir yazılıp yayımlanır, ama bunların pek azı insanların yıllar ya da yüzyıllar sonra yeniden okumak isteyecekleri niteliktedir. Bir ülkenin ya da dönemin üstün ve eskimeyen değerdeki yazılı ürünleri edebiyat kapsamına girer. Bu maddede adı geçen yazarların hepsi zamanın yıpratıcılığına karşı başarıyla ayakta durabilmiş, bazılarının görüşlerine bugün katılmasak bile, yazdıkları hâlâ önemli sayılan, coşku ve beğeniyle okunan yazarlardır. Bazılarının iyi öykü anlatma ve canlı kişiler yaratma yeteneği vardır; bazıları ise düşüncelerini, umut ve korkularını çarpıcı, güzel ve anlamlan kadar sesleri için de seçilmiş incelikli sözcüklerle dile getirmişlerdir. Edebiyat şiir, oyun, deneme, roman, mektup gibi birçok değişik yazı türünden oluşur. Ama bu türlerin hepsinde önemli olan, anlamı en açık seçik, en yetkin sözcüklerle dile getirme sanatıdır. Büyük bir yazarı, iyi bir yazardan ayıran da düş gücü, sezgi ve özgünlük olduğu kadar işte bu ustalıktır.
İlk ve Ortaçağlar
İngilizce olarak anlatılan ve söylenen ilk öyküler ve şiirlerle ilgili hiçbir kayıt olmadığı için bu konuda pek az şey biliyoruz. En eski edebiyat örneklerine büyük bir olasılıkla 10. yüzyılda yazılmış olan elyazmalarında rastlanmaktadır. Bu yazmalardaki şiirler de 7. ve 8. yüzyıllardan kalmış örneklerdir. Bunların en önemlisi uzun bir şiir olan Beowulf destanıydı. Öbür şiirler arasında efendisini yitiren bir adamın yalnızlığını anlatan The Wanderer ("Gezgin") ile denizciliğin zorluklarını dile getiren The Seafarer ("Gemici") sayılabilir. Bunların dışında, Northumberland manastırlarında yazılmış bazı dinsel şiirler de vardır. Adı bilinen ilk İngiliz şairi Caedmon 7. yüzyılda yaşamış, kuzeyli, kendi halinde bir sığırtmaçtı. Onun yapıtlarından kalan tek örnek, düşünde gördüğü bir meleğin isteği üzerine yazdığı "Hymn of Creation" ("Yaratılış İlahisi") adlı kısa şiirdir.
Bütün bu şiirler günümüz İngilizce'sinden çok farklı ve bugün İngilizler'e yabancı bir dil gibi gelen Eski İngilizce ya da Anglosakson dilinde yazılmıştı. O dönemin okuma yazma bilen sayılı insanları olan keşişler ise Latince kullanmayı yeğliyorlardı. İlk İngiltere tarihini de 8. yüzyılın başlarında Aziz Bede adlı bir keşiş Latince olarak yazmıştır. Ama manastırlar Vikingler'ce yıkıldıktan sonra ve Kral Büyük Alfred 871'de tahta çıktığı zaman, bilginlerin sayısının çok azaldığını gördü. Alfred, eğitimin yaygınlaşması konusunda kararlıydı. Ayrıca yurttaşlarının kendi dillerinde okuyup yazmayı öğrenmelerini istiyordu. Bu yüzden Latince yapıtların İngilizce'ye çevrilmesine ve 890'dan başlayarak her yılın olaylarının kaydını tutan Anglo-Saxon Chronicle'm ("Anglosakson Vakayinamesi") yazılmasına ön ayak oldu.
1066'da Norman istilasıyla birlikte İngiltere'ye değişik görüşler, değişik anlatım biçimleri ve "Roland'ın Şarkısı" gibi şövalyelik öyküleri de girmiş oldu. Soylular ve sarayda yaşayanlar Norman Fransızca'sı konuşuyor, Latince bilim dili olarak varlığını sürdürüyor, buna karşılık sıradan insanlar türkülerinde ve öykülerinde İngilizce'yi kullanıyordu. Ne var ki, Fransızca'nın etkisi altında dil de değişmeye başladı. 1100 ile 1500 yılları arasında kullanılan İngilizce'ye "Orta İngilizce" denir. Bu dönemde genellikle koşuk diliyle yazılan ve Kral Arthur ile şövalyelerinin başlarından geçen olaylarla ilgili romanslar büyük bir yaygınlık kazandı. Bunların bazıları uyaklıydı; bazılarında da ritim için aynı harf ya da aynı sesin yinelenmesi anlamına gelen aliterasyon kullanılıyordu. Eski İngilizce'de bütün şiirler aliterasyondan yararlanarak yazılırdı. Orta İngilizce döneminde bu eski üslubu sürdüren iki başyapıt kaleme alındı: Kral Arthur'un şövalyelerinden birinin serüvenlerini anlatan ve 1375-1400 yılları arasında yazılan Sir Gawain and the Greene Knight ("Sir Gawain ve Yeşil Şövalye") ve William Langland'ın yazdığı Piers Plowman ("Rençper Piers"). Langland bu şiiri 1367'de yazmaya başlamış, 20 yıl boyunca da gözden geçirmişti. Şiir, anlatıcının uyuyakalıp düş görmesiyle başlar. Şair düşünde tarlada çalışan bir sürü insan görür. Ne var ki, bunlardan birçoğu sahtekârlık etmektedir. Langland bu ahlakdışı davranışları sergileyerek insanları daha erdemli bir yola yöneltmek istemiş ve ortaçağ yaşayışının canlı bir tablosunu çizmiştir.
Orta İngilizce dönemi edebiyatının en büyük yaratıcısı Geoffrey Chaucer'dı. Troilus and Criseyde (1385; "Troilos ve Khryseis") ve Canterbury Tales (1387-1400; "Canterbury Öyküleri") gibi uzun şiirlerinde Chaucer her türden insanın çok canlı portrelerini çizmiş, en acıklısından en gülüncüne kadar değişik dokuda birçok öyküyü dile getirmiştir. Böylece İngiliz dilinin anlatım olanaklarını da benzersiz bir biçimde kullanmıştır.
14. ve 15. yüzyıllarda daha çok sayıda insanın okuma yazma öğrenmesiyle İngilizce' nin kullanımı da yaygınlaştı. Bu dönemde, aralarında John Wycliffe'in 1380'de yaptığı çeviri de olmak üzere Kutsal Kitap çevirileri yapıldı, düzyazı vakayinameler, romanslar, dinsel ve siyasal yapıtlar kaleme alındı. O yıllarda bütün kitaplar el yazısı ile çoğaltılıyordu. Bu yüzden William Caxton'un 1476'da basım yöntemini Londra'ya getirmesiyle önemli bir adım atılmış oldu. Caxton, bilginler için olduğu kadar sıradan okurlar için de kitap basmak istiyordu. Bastığı ilk kitaplardan biri de Sir Thomas Malory'nin, Kral Arthur'la ilgili serüvenleri konu alan Arthur' un Ölümü (Morte d'Arthur; 1485) adlı öykü derlemesiydi.
14. yüzyıldaki ilginç gelişmelerden biri de İngiliz tiyatrosunun başlamasıydı. Bu dönemde şeytanın cennetten kovuluşundan kıyamet gününe kadar insanın başından geçenleri canlandıran bir dizi kısa oyun sahnelendi. Bunlara mucize oyunları deniyordu. Bir başka oyun türü de kişilerin iyi ve kötü değerleri temsil ettikleri ibret oyunuydu. İbret oyunları içinde en ünlüsü olan Everymande (1509-19; "Herhangi Biri"), "ölüm" insanı çağırdığında, yalnızca insanın yaptığı iyilikler onunla birlikte gitmeyi göze alıyordu.
Elizabeth Dönemi
15. yüzyıl sonunda İngiltere'ye birçok yeni düşünce girmiş, edebiyat ve sanat kiliseden çok, sarayla bağ kurmaya başlamıştı. Uyaksız koşuk ve sone gibi yeni şiir biçimlerini kullanan, Sir Thomas Wyat ve Surrey Dükü Henry Howard saraylıydılar. Bu iki şairin 1557'de Songs and Sonnets ("Şarkılar ve Soneler") ya da Tottel's Miscellany ("Tottel'in Derlemesi") başlığıyla basılan şiirleri yeni ve oldukça yaygın bir okur kitlesi bulmuştu. Protestanlık'ın doğmasıyla Katolik Kilisesi'nden ayrılma da bu dönemde dindışı konularda oyunlar yazma olanağını yaratmıştı.
1579-1603 arasındaki Elizabeth döneminde yeni görüşlerin etkisi doruğuna ulaştı. Bu yıllar İngiliz edebiyatının altın çağı oldu. Bu başarının esin kaynağı Kraliçe I. Elizabeth ve çevresindeki saraylılardı. Kraliçenin kendisi de şiir yazıyor, saray çevresindeki birçok genç de şiirleriyle aşk ve yaşamın tadını sınırsızca çıkarmanın önemini dile getiriyordu. Bunlardan biri Sir Philip Sidney'di. Aynı zamanda bilgin, diplomat, asker ve saray adamı olan Sidney, 108 sone ve 11 şarkıdan oluşan Astrophel and Stella (1591) adlı şiir dizisinde mutsuz bir aşkı anlatır. Çoğu zaman dilde büyük bir müzik duygusuna sahip olduğu ve öbür şairleri etkilediği için "şairlerin şairi" olarak anılan Edmund Spenser de, Sidney'in etkisinde kaldı. Spenser ülkesini ve kraliçeyi yüceltmek için yazdığı The Faerie Queen (1590; "Periler Kraliçesi") adlı uzun şiirinde Kral Arthur'la ilgili söylenceleri alegorik bir anlatımla bir araya getirdi.
Düzyazı artık Sidney'in Arcadia'sı ve John Lyly'nin özentili ve süslü bir dille kaleme almış olduğu Euphues gibi sevgiyi konu alan öykülerinde kullanılıyordu. Ayrıca bir dizi kitapçıkta Londra'nın yeraltı dünyasındaki yasadışı insanlarla ilgili daha gerçekçi öyküler kaleme alındı. 1580'ler ve 1590'larda Richard Hakluyt'un, dünyanın çeşitli bölgelerine yolculuklar yapan serüvenci İngiliz denizcileriyle ilgili yazıları da İngiltere'deki okurlar için yepyeni ufuklar açtı.
Elizabeth dönemi tiyatrosu çağın coşku ve serüven dolu ruhunu yansıtan bir tiyatroydu. Thomas Kyd'in The Spanish Tragedy (1592; "İspanyol Trajedisi") adlı oyunu öç almayla ilgili oyunlar modasını başlattı. Christopher Marlowe ise acımasız kahramanlarla ilgili oyunlar yazdı ve uyaksız koşuk dilini trajedi türünün görkemli, müzik tadı veren diline dönüştürdü. Onu bu yolda izleyen ve aşan çağdaşı, İngiltere'nin en ünlü, en büyük şair ve oyun yazarı William Shakespeare'di. Shakespeare On İkinci Gece (Twelfth Night; 1599-1600) ve Beğendiğiniz Gibi (As You Like it; 1599-1600) adlı romantik komediler, Othello (1604-05), Macbeth (1605-06) ve Kral Lear (King Lear; 1605-06) gibi güçlü trajediler ve İngiliz dilindeki en yurtsever dizeleri içeren V. Henry (1598-09) gibi tarihsel oyunlar yazdı. Shakespeare, insanların duygularını ve düşüncelerini olağanüstü bir anlayışla yansıttı. Arkadaşı Ben Johnson ise çok daha değişik yapıtlarında, yaşadığı topluma karşı çıkarak Volpone (1607) ve The Alchemist (1610; "Simyacı") adlı oyunlarında insanları kendini beğenmiş, açgözlü ve kolayca alda-nan kimseler olarak gösterdi. Buna karşılık, Francis Beaumont ve John Fletcher The Knight of the Burning Pestle (1613; "Tutuşmuş Havaneli Şövalyesi") gibi birçok hafif komedi yazdılar.
Dinsel Etkiler ve İç Savaş Yılları
Elizabeth dönemi kendine güvenen, serüven seven insanlar toplumuydu. Bunu izleyen dönemde ise siyasal, dinsel kaygı ve bölünmelerle ilgili sorunlar ortaya çıktı. Kutsal Kitap'ın 1611'deki "Kral James Baskısı" adıyla anılan ilk resmi çevirisi İngiliz edebiyatını uzun süre etkileyen bir kaynak oluşturdu. Yalın ve canlı diliyle hem aydınların, hem de sıradan insanların ilgi ve sevgiyle okudukları bu çeviri günümüzde konuşulan İngilizce'ye de katkıda bulundu. Kutsal Kitap'ı okuyup inceleyen yazarlardan biri de Bedfordshire'li bir lehimci olan John Bünyan'dı. 1678'de yayımlanan Hac Yolunda (The Pilgrim's Progress) adlı ünlü yapıtı, Kutsal Kitap'ın onu ne ölçüde etkilediğini gösterir.
17. yüzyıl şairleri dinsel şiirler yazmaktan hoşlanıyorlardı. Londra'daki St. Paul Katedrali'nin başpapazı John Donne, aralarında George Herbert ve Henry Vaughan'nın da olduğu Metafizik Şairler diye bilinen bir grup yazarın önderiydi. Bu dönemde Sir Francis Bacon'un denemeleri ve bilimsel yazıları aracılığıyla felsefe ve bilime duyulan ilgi artmıştı. Dolayısıyla Donne gerek dinsel, gerek sevgiyi konu alan şiirlerinde bu yeni ilgiyi yansıtan bir dil ve benzetmeler kullanmıştır. Oysa bu olağandışı ve ince imge anlayışını Robert Herrick paylaşmıyordu. Ama onun 1648'de yayımlanan Hesperides ("Hesperidler") adlı yapıtı İngiliz dilinin en güzel kısa, lirik şiirlerini içerir.
Oliver Cromwell'i tutan parlamento yanlıları ve Püritenler ile Kral I. Charles'tan yana olan Kralcılar arasındaki büyük kavga ve bunun yol açtığı 1642-52 İngiliz İç Savaşı o dönemin yazarlarınca da ele alındı. Püriten olan John Milton bir yandan siyasal yazılar, bir yandan da görkemli şiirler yazıyordu. Adem ile Havva'nın cennette şeytana uymalarını, şeytanın sonunda Tanrı'ya yenilerek cennetten kovuluşunu anlatan Paradise Lost ("Kayıp Cennet") 1667'de yayımlandı.
Püritenler, tiyatroları 18 yıl süreyle kapalı tuttular, ama krallığın 1660'ta yeniden kurulmasıyla eğlence düşkünü Kral II. Charles ve saray çevresindeki soylular, tiyatroların açılarak yeniden canlanmasını sağladılar. Restorasyon döneminde ortaya çıkan töre komedisinin özellikleri, aşk ve cinsellik konularını hafife alması, aşırı alaycılığı ve yeni zenginleri taşlamasıydı. Sir George Etherege'in The Man of Mode (1676; "Prensip Sahibi") ve William Congreve'in başyapıtı The W ay of the World (1700; "Dünyanın Gidişi") gibi oyunları kıvrak bir oyun diliyle toplumu alaya alıyordu. Abartılı romanslarıyla trajedileride epik şiire özgü beyitler kullanma ustası olan John Dryden da değişik türlerde oyunlar yazdı. Tiyatro konusunda bazı önemli denemeler de yazan Dryden, aynı zamanda bu dönemin önemli şairlerinden biriydi. Güncel olaylardan esinlenerek oldukça sert yergiler yazdı.
Düzyazının kullanımı 17. yüzyılda önemli ölçüde arttı. Bu dönemin yetenekli düzyazı ustaları arasında din ile bilimin ilişkisine değinen Norfolk'lu hekim Sir Thomas Browne ve şairler ile din adamlarının yaşamöykülerini içeren bir kitabın yanı sıra balıkçılıkla ilgili eğlenceli bir kitap yazan Izaak Walton sayılabilir. Gene bu dönemde yazılmış, ama ancak 19. yüzyılda yayımlanmış iki ünlü günlükten de söz etmek gerekir. Bunlar, John Evelyn ile Samuel Pepys'in saray çevresindeki yaşamın ve 1666'daki Büyük Londra Yangını'nın ayrıntılarını canlı bir dille anlatan günlükleridir.
İç savaş sonunda I. Charles'ın 1649'da idamı, halkı hükümetin ve kilisenin görevlerini düşünmeye ve ortaçağ felsefesini sorgulamaya yöneltmişti. Thomas Hobbes, Leviathan (1651) adlı yapıtında hükümdarların halkı yönetme konusunda tanrısal bir yetki taşımadıkları görüşünü savundu. Hobbes'un matematik bilgisinin de etkisini taşıyan bu görüşlerine özellikle kralı ve kiliseyi destekleyenler karşı çıkıyorlardı. Dönemin en önemli düşüncelerini dile getiren ve kendisinden sonraki yazarları etkileyen öbür büyük düşünür ise, en ünlü yapıtı Essay Concerning Human Understanding (1690; "İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme") olan John Locke'tu.
Akıl Çağı
17. yüzyılın çalkantılarından sonra halk, sorunların akıl ve düzenle çözüme kavuşabileceğini düşünmeye başladı. İngiltere zengin ve kendine güvenen bir ülkeydi. Sayıca çoğalan varlıklı insanların edebiyat ve güncel olaylarla ilgilenecek zamanları vardı. Bu durum ve 1694'te sansür yasalarının yumuşamasıyla basın özgürlüğünün artması, süreli yayınların, özellikle de The Tatler (1709-11) ile The Spectator (1711-12) gibi gazetelerin ortaya çıkmasını sağladı. Joseph Addison ile Rıchard Steele bu gazetelerde ahlak ve töreler konusunda kesin görüşleri olan birtakım düşsel kişilerle ilgili yazılar yazıyorlardı.
Toplumu yergi yoluyla değiştirme isteği, İrlanda'da yaşayan İngiliz yazan Jonathan Svvift' in kalemiyle çok daha güçlü bir biçimde kendini duyurdu. O dönemin adaletsizliğini ve çılgınlığını açığa çıkarmak için ince bir alay ve yergiden yararlanan Swift en ünlü kitabı Gülliver'in Gezileri'nde (Gulliver's Travels; 1726) insanlığı ahmaklık, aşırı gurur ve akıldışı davranışlarla suçladı. Alexander Pope koşuk diliyle yazdığı mektuplarında ve uzun şiiri Dunciad'da (1728) beyitlerini etkili bir silah gibi kullandı. Pope'un şiiri, nükteli düşünceleri ince bir anlatımla dile getirdi.
18. yüzyılın en ünlü edebiyatçısı sözcüklerin yalnızca anlamlarını değil, kullanışlarını da veren Dictionary of the English Language (1755; "İngilizce Sözlük") adlı yapıtıyla tanınan Dr. Samuel Johnson'du. Dr. Johnson bu kullanım örneklerini çok zengin bir okuma birikimine borçluydu. Kendisi ayrıca birçok deneme, şiir ve bir de roman yazdı. Dr. Johnson' un canlı ve eğlendirici konuşmalarıyla ilgili birçok öykü vardır. Arkadaşı James Bosvvell onun söylediği zekice sözlerin çoğunu kaydetmiş, daha sonra bunları dünyanın en ünlü ya-şamöykülerinden biri olan Life of Samuel Johnson (1791; "Samuel Johnson'un Yaşamı") adlı kitabında yayımlamıştır.
İlk sözü edilmeye değer İngiliz romancısı Daniel Defoe gazeteciydi. Defoe, Robinson Crusoe (1719) romanında ıssız bir adadaki yaşamı adeta bir muhabir gibi canlı bir anlatımla betimledi. Yosma, Moll Flanders (The Fortunes and Misfortunes of Moll Flanders; 1722) ve Roxana (1724) adlı romanlarında ise o dönemin yaşamını ayrıntılı bir biçimde sergiledi. Roman, o dönemdeki yeni orta sınıfın en çok ilgi duyduğu edebiyat türü olmaya adaydı. Samuel Richardson'un Pamela (1740) ve Clarissa (1747-48) gibi mektup biçiminde yazılmış uzun romanları da bu dönemde ilgi gördü. Richardson'un ahlak sorunlarıyla ilgilenmesini, Henry Fielding Tom Jones (1749) adlı romanında erdemleri kadar kusurları da olan bir kahraman yaratarak alaya aldı. Tobias Smollett, yolculuk ve serüven konularını işleyen, kaba ve şiddet olaylarına yer veren romanlar yazarken, Laurence Sterne olay örgüsünden çok, yazarın görüşleri ve kişiliğinin ön plana çıktığı yeni bir roman türü yarattı. Büyük romanı Tristram Shandy'de (1760) zamanı, anlatıcının zihnindeki bir dizi geriye dönüşler olarak kullanması 20. yüzyıla kadar denenmeyen bir anlatım özelliğiydi.
18. yüzyılda Pope'un dediği gibi, "insanlığın incelenmeye değer konusu insandır" görüşü genellikle benimsendiyse de, bazı şairler esin kaynağı olarak doğayı seçti. Bunlar arasında The Seasons'm (1726-30; "Mevsimler") şairi James Thomson, ünlü "Elegy Written in a Country Churchyard" (1751; "Bir Köy Mezarlığında Yazılan Ağıt") şiirini yazan Thomas Gray de vardı. Pope'un üslubunu beğenmeyen ve yapay bulan bir başka şair de şiirlerinde büyük bir doğa ve insan sevgisini dile getiren William Cowper'di. Romancı, oyun yazarı ve şair olarak ün yapan Oliver Goldsmith Wakefield Papazı (The Vicar of vVakefi-eld; 1766) adlı sevimli bir roman ile Yanlışlıklar Gecesi (She Stoops to Conquer; 1773) adlı eğlenceli güldürünün yazarıdır. The Rivals (1775; "Rakipler") ve The School for Scandal (1777; "Skandal Okulu") gibi güldürülerin yazan Richard Brinsley Sheridan ise 18. yüzyılın en yetenekli oyun yazarıdır. Bu oyunlar İngiltere'de o dönemde olduğu gibi, günümüzde de çok sevilen tiyatro yapıtları arasındadır.
Romantik Dönem
18. yüzyılın sonu büyük bir karışıklık dönemiydi. 1776'daki Amerikan Bağımsızlık Savaşı ile 1789'daki Fransız Devrimi insanlara yön veren eski düşünceleri temelinden sarstı. Bu arada yazarlar, özellikle de şairler, daha adaletli bir geleceğin coşkusunu ve umutlarını paylaşıyorlardı. William Wordsworth ile Samuel Taylor Coleridge, Lyrical Ballads (1800; "Lirik Baladlar") adlı gündelik dille yazılmış ve 18. yüzyılın biçimsel şiirine benzemeyen değişik şiirleriyle bir yenilik başlatmak istediler. Wordsworth bu şiirlerin yanı sıra en uzun ve en büyük şiiri olan "The Prelude"da (1850; "Başlangıç") doğa sevgisini ve İngiltere'deki Göller Bölgesi'nin güzelliklerinin kendisi üzerindeki derin etkisini dile getirdi. Coleridge'in "The Ancient Mariner" (1797-98; "İhtiyar Denizcinin Türküsü") gibi şiirleri ise değişik ve gizemliydi.
Romantizm Akımı'na katılmamakla birlikte bu akımın bazı özelliklerini benimseyen bir şair de William Blake'ti. Gelecekten haber veren ve başkaldıran bir şair olan Blake'in uzun şiirleri kendi iç dünyasına yönelen kişisel, bu yüzden de anlaşılması güç şiirlerdir. Blake "Jerusalem" (1820;"Kudüs") şiiri ve bazı duygulu lirik şiirleriyle ün yapmış, bunların çoğunu da resimleyerek kendisi basmıştır.
Güzellik, gerçek ve özgürlük daha genç bir şairler grubunun da esin kaynağı oldu. Öldüğü zaman ancak 26 yaşında olan John Keats, ardında İngiliz dilinde yazılmış en güzel şiirlerden bazılarını bıraktı. Percy Bysshe Shelley, şiirin insanların dünyayı düzeltmeleri için bir esin kaynağı olduğuna inanıyordu. Arkadaşı Lord Byron'nın tedirgin duyarlığı ise Childe Harold (1812-18) ve Don Juan (1819-24) gibi şiir kitaplarında yankılandı.
18. yüzyılın sonunda ve 19. yüzyılın başında ortaya çıkan önemli bir gelişme de romana karşı artan ilgiydi. Doğaya ve insan duygularına yönelen ilgi "gotik roman" adı verilen korku ve heyecan dolu öykülerde doruğa çıktı. Mary Shelley'nin Frankeştayn (Frankestein; 1818) adlı romanı buna örnekti.
Gerçek anlamıyla ilk çağdaş romancı Jane Austen'dir. Kişilerini orta sınıfın sıradan insanları arasından seçen Austen, çağının törelerini ve değer yargılarını ince bir güldürü anlayışıyla sergiler. Dili ve olaylar dizisi basit gibi görünen bu romanların, yazıldıkları dönemden beri yazarlar ve okurlarda hayranlık uyandıran bir derinliği ve karmaşıklığı vardır.
Victoria Döneminin Büyük Yazarları
İngiliz halkı 19. yüzyılın ortasında yeniden bir güven ve bolluk dönemi yaşadı. Ne var ki, ilerlemeyle, özellikle de Sanayi Devrimi'yle birçok olumsuz toplumsal değişiklikle de yüz yüze gelinmişti.. Her gün daha çok sayıda insan, çoğu zaman çok kötü koşullarda yaşamayı göze alarak, fabrikalarda çalışmak için kentlere akın ediyordu. Evrim kuramıyla, Tanrı'nın yeryüzünü ve tüm canlıları bugünkü biçimiyle yaratmış olduğu inancına karşı çıkarak, canlıların çok uzun bir süreç içinde doğada kendiliğinden değişime uğradığını öne süren Charles Darwin'in görüşleri de giderek insanların kendilerini yeniden değerlendirmelerinde etkili oldu.
Victoria döneminin belki de en büyük ve kuşkusuz en sevilen romancısı bu dönemin adaletsizliklerini çarpıcı bir biçimde çizerken, pek çok canlı roman kahramanı yaratan Charles Dickens'dı. Yazarın tanınmış romanları arasında David Copperfield (1850) ve Büyük Ümitler (1861; The Great Expectations) gibi yapıtları vardır. Gurur Dünyası (Vanity Fair; 1847) romanının yazan William Makepeace Thackeray ise orta sınıfı iğneli bir dille eleştirdi. Bayan Gaskell fabrika sahipleri ile işçiler arasındaki çekişmeyi yazarken, George Eliot (Marian Evans'ın yazarlık adı) Middlemarch (1871-72) gibi romanlarında sıradan insanların yaşamlarındaki acıklı olayları işledi.
Bronte Kardeşler yüzyılın iki büyük tutkulu aşk romanını yazdılar. Charlotte Bronte'nin Jane Eyre'i (1847) hemen başarı kazandıysa da, Emily Bronte'nin Uğultulu Tepelerdi (Wuthering Heights; 1847) ancak onun 1850'de ölümünden sonra bir başyapıt olarak ün kazandı.
Yüzyılın sonunda ortaya çıkan üç büyük romancı George Meredith, Anthony Trollope ve Thomas Hardy'di. Hardy'nin bütün romanları doğup büyüdüğü kırsal çevrede geçer ve ele aldığı olaylarda çoğu zaman doğa önemli bir rol oynar. Hardy günümüzde şiirleri de önemsenen bir yazardır.
Victoria döneminde şiir de oldukça geniş bir okur kitlesinin ilgisini çekiyordu. Dönemin en sevilen şairi Lord Alfred Tennyson' du; en ünlü şiiri In Memoriam (1850; "Anısına"), bir arkadaşının ölümü üzerine yazılmıştır. Tennyson'nın şiir dili, gücünü ses güzelliğinden alır ve şiirlerinde olağanüstü kişileri canlandıran Robert Browning'in dramatik şiir dilinden değişik bir nitelik gösterir. Rudyard Kipling'in şiirleri İngiltere'nin, imparatorluk gururunu coşkuyla yansıtırken, Gerard Manley Hopkins'in dinsel konulan içtenlikle işlediği, sözcükleri ve ritmi yepyeni ve çarpıcı bir biçimde kullandığı görülür.
İnsanların "dünyada bilinen ve düşünülen en iyi şeyleri" öğrenip değerlendirmeleri gerektiğine inanan Mathevv Arnold, şiirden eleştiriye geçmiştir. Ününü parlak bir sanat eleştirmeni olarak yapan John Ruskin ise yaşı ilerledikçe sanatın, insanların yaşama ve çalışma biçimiyle doğrudan doğruya ilgili olduğunu anlamış ve çalışmanın insan çabasına değer bir uğraş olması için ilginç görüşler öne sürmüştü.
19. yüzyılda sahnelenen oyunlardan çoğu bugün bize artık önemli ya da ilginç gelmiyor. Bu kuralın dışına çıkabilen tek yazar, oyunları bugün de ince bir güldürü anlayışıyla parıldayan Oscar Wilde'dır. Başyapıtı The Importance of Being Earnest (1895; "Ciddi Olmanın Önemi") hafif güldürülerin en yetkinlerinden biridir.
20. Yüzyıl
20. yüzyılın ilk yarısındaki yazarlar iki dünya savaşından, İspanya İç Savaşı'ndan ve 1930'ların dünya çapında büyük ekonomik bunalımı ile toplumsal sorunlarından etkilendiler. Yüzyılın ilk döneminin önde gelen romancıları arasında Joseph Conrad, E. M. Forster, H. G. Wells, D. H. Lawrence ve Virginia Woolf'u sayabiliriz. Önemli öbür 20. yüzyıl yazarlarından George Orwell Hayvan Çiftliği (Animal Farm; 1945) adlı toplumsal yergisi ve 1984 adlı karamsar romanıyla; Aldous Huxley ise dünyanın geleceğine ilişkin ürkütücü romanı Yeni Dünya'yla (Brave New World; 1932) büyük ilgi gördüler. Ayrıca Ford Madox Ford, Somerset Maugham, J. B Priestly, Rebecca West, Evelyn Waugh ve Graham Greene de bu dönemin ünlü yazarlarıdır.
20. yüzyılın daha sonraki döneminde yazarlar kişisel duygulara ve yaşantılara ağırlık veren bir içedönüklük eğilimi göstermiş ve kadın hakları hareketinden etkilenmişlerdir. Çağdaş İngiliz romancıları arasında William Golding, John Fovvles, Iris Murdoch, Muriel Spark, J. T. Farrell, Kingsley Amis, Anthony Burgess, William Boyd, V. S. Naipul ve Fay Weldon sayılabilir.
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar
Her yıl birçok kitap, yazı ve şiir yazılıp yayımlanır, ama bunların pek azı insanların yıllar ya da yüzyıllar sonra yeniden okumak isteyecekleri niteliktedir. Bir ülkenin ya da dönemin üstün ve eskimeyen değerdeki yazılı ürünleri edebiyat kapsamına girer. Bu maddede adı geçen yazarların hepsi zamanın yıpratıcılığına karşı başarıyla ayakta durabilmiş, bazılarının görüşlerine bugün katılmasak bile, yazdıkları hâlâ önemli sayılan, coşku ve beğeniyle okunan yazarlardır. Bazılarının iyi öykü anlatma ve canlı kişiler yaratma yeteneği vardır; bazıları ise düşüncelerini, umut ve korkularını çarpıcı, güzel ve anlamlan kadar sesleri için de seçilmiş incelikli sözcüklerle dile getirmişlerdir. Edebiyat şiir, oyun, deneme, roman, mektup gibi birçok değişik yazı türünden oluşur. Ama bu türlerin hepsinde önemli olan, anlamı en açık seçik, en yetkin sözcüklerle dile getirme sanatıdır. Büyük bir yazarı, iyi bir yazardan ayıran da düş gücü, sezgi ve özgünlük olduğu kadar işte bu ustalıktır.
İlk ve Ortaçağlar
İngilizce olarak anlatılan ve söylenen ilk öyküler ve şiirlerle ilgili hiçbir kayıt olmadığı için bu konuda pek az şey biliyoruz. En eski edebiyat örneklerine büyük bir olasılıkla 10. yüzyılda yazılmış olan elyazmalarında rastlanmaktadır. Bu yazmalardaki şiirler de 7. ve 8. yüzyıllardan kalmış örneklerdir. Bunların en önemlisi uzun bir şiir olan Beowulf destanıydı. Öbür şiirler arasında efendisini yitiren bir adamın yalnızlığını anlatan The Wanderer ("Gezgin") ile denizciliğin zorluklarını dile getiren The Seafarer ("Gemici") sayılabilir. Bunların dışında, Northumberland manastırlarında yazılmış bazı dinsel şiirler de vardır. Adı bilinen ilk İngiliz şairi Caedmon 7. yüzyılda yaşamış, kuzeyli, kendi halinde bir sığırtmaçtı. Onun yapıtlarından kalan tek örnek, düşünde gördüğü bir meleğin isteği üzerine yazdığı "Hymn of Creation" ("Yaratılış İlahisi") adlı kısa şiirdir.
Bütün bu şiirler günümüz İngilizce'sinden çok farklı ve bugün İngilizler'e yabancı bir dil gibi gelen Eski İngilizce ya da Anglosakson dilinde yazılmıştı. O dönemin okuma yazma bilen sayılı insanları olan keşişler ise Latince kullanmayı yeğliyorlardı. İlk İngiltere tarihini de 8. yüzyılın başlarında Aziz Bede adlı bir keşiş Latince olarak yazmıştır. Ama manastırlar Vikingler'ce yıkıldıktan sonra ve Kral Büyük Alfred 871'de tahta çıktığı zaman, bilginlerin sayısının çok azaldığını gördü. Alfred, eğitimin yaygınlaşması konusunda kararlıydı. Ayrıca yurttaşlarının kendi dillerinde okuyup yazmayı öğrenmelerini istiyordu. Bu yüzden Latince yapıtların İngilizce'ye çevrilmesine ve 890'dan başlayarak her yılın olaylarının kaydını tutan Anglo-Saxon Chronicle'm ("Anglosakson Vakayinamesi") yazılmasına ön ayak oldu.
1066'da Norman istilasıyla birlikte İngiltere'ye değişik görüşler, değişik anlatım biçimleri ve "Roland'ın Şarkısı" gibi şövalyelik öyküleri de girmiş oldu. Soylular ve sarayda yaşayanlar Norman Fransızca'sı konuşuyor, Latince bilim dili olarak varlığını sürdürüyor, buna karşılık sıradan insanlar türkülerinde ve öykülerinde İngilizce'yi kullanıyordu. Ne var ki, Fransızca'nın etkisi altında dil de değişmeye başladı. 1100 ile 1500 yılları arasında kullanılan İngilizce'ye "Orta İngilizce" denir. Bu dönemde genellikle koşuk diliyle yazılan ve Kral Arthur ile şövalyelerinin başlarından geçen olaylarla ilgili romanslar büyük bir yaygınlık kazandı. Bunların bazıları uyaklıydı; bazılarında da ritim için aynı harf ya da aynı sesin yinelenmesi anlamına gelen aliterasyon kullanılıyordu. Eski İngilizce'de bütün şiirler aliterasyondan yararlanarak yazılırdı. Orta İngilizce döneminde bu eski üslubu sürdüren iki başyapıt kaleme alındı: Kral Arthur'un şövalyelerinden birinin serüvenlerini anlatan ve 1375-1400 yılları arasında yazılan Sir Gawain and the Greene Knight ("Sir Gawain ve Yeşil Şövalye") ve William Langland'ın yazdığı Piers Plowman ("Rençper Piers"). Langland bu şiiri 1367'de yazmaya başlamış, 20 yıl boyunca da gözden geçirmişti. Şiir, anlatıcının uyuyakalıp düş görmesiyle başlar. Şair düşünde tarlada çalışan bir sürü insan görür. Ne var ki, bunlardan birçoğu sahtekârlık etmektedir. Langland bu ahlakdışı davranışları sergileyerek insanları daha erdemli bir yola yöneltmek istemiş ve ortaçağ yaşayışının canlı bir tablosunu çizmiştir.
Orta İngilizce dönemi edebiyatının en büyük yaratıcısı Geoffrey Chaucer'dı. Troilus and Criseyde (1385; "Troilos ve Khryseis") ve Canterbury Tales (1387-1400; "Canterbury Öyküleri") gibi uzun şiirlerinde Chaucer her türden insanın çok canlı portrelerini çizmiş, en acıklısından en gülüncüne kadar değişik dokuda birçok öyküyü dile getirmiştir. Böylece İngiliz dilinin anlatım olanaklarını da benzersiz bir biçimde kullanmıştır.
14. ve 15. yüzyıllarda daha çok sayıda insanın okuma yazma öğrenmesiyle İngilizce' nin kullanımı da yaygınlaştı. Bu dönemde, aralarında John Wycliffe'in 1380'de yaptığı çeviri de olmak üzere Kutsal Kitap çevirileri yapıldı, düzyazı vakayinameler, romanslar, dinsel ve siyasal yapıtlar kaleme alındı. O yıllarda bütün kitaplar el yazısı ile çoğaltılıyordu. Bu yüzden William Caxton'un 1476'da basım yöntemini Londra'ya getirmesiyle önemli bir adım atılmış oldu. Caxton, bilginler için olduğu kadar sıradan okurlar için de kitap basmak istiyordu. Bastığı ilk kitaplardan biri de Sir Thomas Malory'nin, Kral Arthur'la ilgili serüvenleri konu alan Arthur' un Ölümü (Morte d'Arthur; 1485) adlı öykü derlemesiydi.
14. yüzyıldaki ilginç gelişmelerden biri de İngiliz tiyatrosunun başlamasıydı. Bu dönemde şeytanın cennetten kovuluşundan kıyamet gününe kadar insanın başından geçenleri canlandıran bir dizi kısa oyun sahnelendi. Bunlara mucize oyunları deniyordu. Bir başka oyun türü de kişilerin iyi ve kötü değerleri temsil ettikleri ibret oyunuydu. İbret oyunları içinde en ünlüsü olan Everymande (1509-19; "Herhangi Biri"), "ölüm" insanı çağırdığında, yalnızca insanın yaptığı iyilikler onunla birlikte gitmeyi göze alıyordu.
Elizabeth Dönemi
15. yüzyıl sonunda İngiltere'ye birçok yeni düşünce girmiş, edebiyat ve sanat kiliseden çok, sarayla bağ kurmaya başlamıştı. Uyaksız koşuk ve sone gibi yeni şiir biçimlerini kullanan, Sir Thomas Wyat ve Surrey Dükü Henry Howard saraylıydılar. Bu iki şairin 1557'de Songs and Sonnets ("Şarkılar ve Soneler") ya da Tottel's Miscellany ("Tottel'in Derlemesi") başlığıyla basılan şiirleri yeni ve oldukça yaygın bir okur kitlesi bulmuştu. Protestanlık'ın doğmasıyla Katolik Kilisesi'nden ayrılma da bu dönemde dindışı konularda oyunlar yazma olanağını yaratmıştı.
1579-1603 arasındaki Elizabeth döneminde yeni görüşlerin etkisi doruğuna ulaştı. Bu yıllar İngiliz edebiyatının altın çağı oldu. Bu başarının esin kaynağı Kraliçe I. Elizabeth ve çevresindeki saraylılardı. Kraliçenin kendisi de şiir yazıyor, saray çevresindeki birçok genç de şiirleriyle aşk ve yaşamın tadını sınırsızca çıkarmanın önemini dile getiriyordu. Bunlardan biri Sir Philip Sidney'di. Aynı zamanda bilgin, diplomat, asker ve saray adamı olan Sidney, 108 sone ve 11 şarkıdan oluşan Astrophel and Stella (1591) adlı şiir dizisinde mutsuz bir aşkı anlatır. Çoğu zaman dilde büyük bir müzik duygusuna sahip olduğu ve öbür şairleri etkilediği için "şairlerin şairi" olarak anılan Edmund Spenser de, Sidney'in etkisinde kaldı. Spenser ülkesini ve kraliçeyi yüceltmek için yazdığı The Faerie Queen (1590; "Periler Kraliçesi") adlı uzun şiirinde Kral Arthur'la ilgili söylenceleri alegorik bir anlatımla bir araya getirdi.
Düzyazı artık Sidney'in Arcadia'sı ve John Lyly'nin özentili ve süslü bir dille kaleme almış olduğu Euphues gibi sevgiyi konu alan öykülerinde kullanılıyordu. Ayrıca bir dizi kitapçıkta Londra'nın yeraltı dünyasındaki yasadışı insanlarla ilgili daha gerçekçi öyküler kaleme alındı. 1580'ler ve 1590'larda Richard Hakluyt'un, dünyanın çeşitli bölgelerine yolculuklar yapan serüvenci İngiliz denizcileriyle ilgili yazıları da İngiltere'deki okurlar için yepyeni ufuklar açtı.
Elizabeth dönemi tiyatrosu çağın coşku ve serüven dolu ruhunu yansıtan bir tiyatroydu. Thomas Kyd'in The Spanish Tragedy (1592; "İspanyol Trajedisi") adlı oyunu öç almayla ilgili oyunlar modasını başlattı. Christopher Marlowe ise acımasız kahramanlarla ilgili oyunlar yazdı ve uyaksız koşuk dilini trajedi türünün görkemli, müzik tadı veren diline dönüştürdü. Onu bu yolda izleyen ve aşan çağdaşı, İngiltere'nin en ünlü, en büyük şair ve oyun yazarı William Shakespeare'di. Shakespeare On İkinci Gece (Twelfth Night; 1599-1600) ve Beğendiğiniz Gibi (As You Like it; 1599-1600) adlı romantik komediler, Othello (1604-05), Macbeth (1605-06) ve Kral Lear (King Lear; 1605-06) gibi güçlü trajediler ve İngiliz dilindeki en yurtsever dizeleri içeren V. Henry (1598-09) gibi tarihsel oyunlar yazdı. Shakespeare, insanların duygularını ve düşüncelerini olağanüstü bir anlayışla yansıttı. Arkadaşı Ben Johnson ise çok daha değişik yapıtlarında, yaşadığı topluma karşı çıkarak Volpone (1607) ve The Alchemist (1610; "Simyacı") adlı oyunlarında insanları kendini beğenmiş, açgözlü ve kolayca alda-nan kimseler olarak gösterdi. Buna karşılık, Francis Beaumont ve John Fletcher The Knight of the Burning Pestle (1613; "Tutuşmuş Havaneli Şövalyesi") gibi birçok hafif komedi yazdılar.
Dinsel Etkiler ve İç Savaş Yılları
Elizabeth dönemi kendine güvenen, serüven seven insanlar toplumuydu. Bunu izleyen dönemde ise siyasal, dinsel kaygı ve bölünmelerle ilgili sorunlar ortaya çıktı. Kutsal Kitap'ın 1611'deki "Kral James Baskısı" adıyla anılan ilk resmi çevirisi İngiliz edebiyatını uzun süre etkileyen bir kaynak oluşturdu. Yalın ve canlı diliyle hem aydınların, hem de sıradan insanların ilgi ve sevgiyle okudukları bu çeviri günümüzde konuşulan İngilizce'ye de katkıda bulundu. Kutsal Kitap'ı okuyup inceleyen yazarlardan biri de Bedfordshire'li bir lehimci olan John Bünyan'dı. 1678'de yayımlanan Hac Yolunda (The Pilgrim's Progress) adlı ünlü yapıtı, Kutsal Kitap'ın onu ne ölçüde etkilediğini gösterir.
17. yüzyıl şairleri dinsel şiirler yazmaktan hoşlanıyorlardı. Londra'daki St. Paul Katedrali'nin başpapazı John Donne, aralarında George Herbert ve Henry Vaughan'nın da olduğu Metafizik Şairler diye bilinen bir grup yazarın önderiydi. Bu dönemde Sir Francis Bacon'un denemeleri ve bilimsel yazıları aracılığıyla felsefe ve bilime duyulan ilgi artmıştı. Dolayısıyla Donne gerek dinsel, gerek sevgiyi konu alan şiirlerinde bu yeni ilgiyi yansıtan bir dil ve benzetmeler kullanmıştır. Oysa bu olağandışı ve ince imge anlayışını Robert Herrick paylaşmıyordu. Ama onun 1648'de yayımlanan Hesperides ("Hesperidler") adlı yapıtı İngiliz dilinin en güzel kısa, lirik şiirlerini içerir.
Oliver Cromwell'i tutan parlamento yanlıları ve Püritenler ile Kral I. Charles'tan yana olan Kralcılar arasındaki büyük kavga ve bunun yol açtığı 1642-52 İngiliz İç Savaşı o dönemin yazarlarınca da ele alındı. Püriten olan John Milton bir yandan siyasal yazılar, bir yandan da görkemli şiirler yazıyordu. Adem ile Havva'nın cennette şeytana uymalarını, şeytanın sonunda Tanrı'ya yenilerek cennetten kovuluşunu anlatan Paradise Lost ("Kayıp Cennet") 1667'de yayımlandı.
Püritenler, tiyatroları 18 yıl süreyle kapalı tuttular, ama krallığın 1660'ta yeniden kurulmasıyla eğlence düşkünü Kral II. Charles ve saray çevresindeki soylular, tiyatroların açılarak yeniden canlanmasını sağladılar. Restorasyon döneminde ortaya çıkan töre komedisinin özellikleri, aşk ve cinsellik konularını hafife alması, aşırı alaycılığı ve yeni zenginleri taşlamasıydı. Sir George Etherege'in The Man of Mode (1676; "Prensip Sahibi") ve William Congreve'in başyapıtı The W ay of the World (1700; "Dünyanın Gidişi") gibi oyunları kıvrak bir oyun diliyle toplumu alaya alıyordu. Abartılı romanslarıyla trajedileride epik şiire özgü beyitler kullanma ustası olan John Dryden da değişik türlerde oyunlar yazdı. Tiyatro konusunda bazı önemli denemeler de yazan Dryden, aynı zamanda bu dönemin önemli şairlerinden biriydi. Güncel olaylardan esinlenerek oldukça sert yergiler yazdı.
Düzyazının kullanımı 17. yüzyılda önemli ölçüde arttı. Bu dönemin yetenekli düzyazı ustaları arasında din ile bilimin ilişkisine değinen Norfolk'lu hekim Sir Thomas Browne ve şairler ile din adamlarının yaşamöykülerini içeren bir kitabın yanı sıra balıkçılıkla ilgili eğlenceli bir kitap yazan Izaak Walton sayılabilir. Gene bu dönemde yazılmış, ama ancak 19. yüzyılda yayımlanmış iki ünlü günlükten de söz etmek gerekir. Bunlar, John Evelyn ile Samuel Pepys'in saray çevresindeki yaşamın ve 1666'daki Büyük Londra Yangını'nın ayrıntılarını canlı bir dille anlatan günlükleridir.
İç savaş sonunda I. Charles'ın 1649'da idamı, halkı hükümetin ve kilisenin görevlerini düşünmeye ve ortaçağ felsefesini sorgulamaya yöneltmişti. Thomas Hobbes, Leviathan (1651) adlı yapıtında hükümdarların halkı yönetme konusunda tanrısal bir yetki taşımadıkları görüşünü savundu. Hobbes'un matematik bilgisinin de etkisini taşıyan bu görüşlerine özellikle kralı ve kiliseyi destekleyenler karşı çıkıyorlardı. Dönemin en önemli düşüncelerini dile getiren ve kendisinden sonraki yazarları etkileyen öbür büyük düşünür ise, en ünlü yapıtı Essay Concerning Human Understanding (1690; "İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme") olan John Locke'tu.
Akıl Çağı
17. yüzyılın çalkantılarından sonra halk, sorunların akıl ve düzenle çözüme kavuşabileceğini düşünmeye başladı. İngiltere zengin ve kendine güvenen bir ülkeydi. Sayıca çoğalan varlıklı insanların edebiyat ve güncel olaylarla ilgilenecek zamanları vardı. Bu durum ve 1694'te sansür yasalarının yumuşamasıyla basın özgürlüğünün artması, süreli yayınların, özellikle de The Tatler (1709-11) ile The Spectator (1711-12) gibi gazetelerin ortaya çıkmasını sağladı. Joseph Addison ile Rıchard Steele bu gazetelerde ahlak ve töreler konusunda kesin görüşleri olan birtakım düşsel kişilerle ilgili yazılar yazıyorlardı.
Toplumu yergi yoluyla değiştirme isteği, İrlanda'da yaşayan İngiliz yazan Jonathan Svvift' in kalemiyle çok daha güçlü bir biçimde kendini duyurdu. O dönemin adaletsizliğini ve çılgınlığını açığa çıkarmak için ince bir alay ve yergiden yararlanan Swift en ünlü kitabı Gülliver'in Gezileri'nde (Gulliver's Travels; 1726) insanlığı ahmaklık, aşırı gurur ve akıldışı davranışlarla suçladı. Alexander Pope koşuk diliyle yazdığı mektuplarında ve uzun şiiri Dunciad'da (1728) beyitlerini etkili bir silah gibi kullandı. Pope'un şiiri, nükteli düşünceleri ince bir anlatımla dile getirdi.
18. yüzyılın en ünlü edebiyatçısı sözcüklerin yalnızca anlamlarını değil, kullanışlarını da veren Dictionary of the English Language (1755; "İngilizce Sözlük") adlı yapıtıyla tanınan Dr. Samuel Johnson'du. Dr. Johnson bu kullanım örneklerini çok zengin bir okuma birikimine borçluydu. Kendisi ayrıca birçok deneme, şiir ve bir de roman yazdı. Dr. Johnson' un canlı ve eğlendirici konuşmalarıyla ilgili birçok öykü vardır. Arkadaşı James Bosvvell onun söylediği zekice sözlerin çoğunu kaydetmiş, daha sonra bunları dünyanın en ünlü ya-şamöykülerinden biri olan Life of Samuel Johnson (1791; "Samuel Johnson'un Yaşamı") adlı kitabında yayımlamıştır.
İlk sözü edilmeye değer İngiliz romancısı Daniel Defoe gazeteciydi. Defoe, Robinson Crusoe (1719) romanında ıssız bir adadaki yaşamı adeta bir muhabir gibi canlı bir anlatımla betimledi. Yosma, Moll Flanders (The Fortunes and Misfortunes of Moll Flanders; 1722) ve Roxana (1724) adlı romanlarında ise o dönemin yaşamını ayrıntılı bir biçimde sergiledi. Roman, o dönemdeki yeni orta sınıfın en çok ilgi duyduğu edebiyat türü olmaya adaydı. Samuel Richardson'un Pamela (1740) ve Clarissa (1747-48) gibi mektup biçiminde yazılmış uzun romanları da bu dönemde ilgi gördü. Richardson'un ahlak sorunlarıyla ilgilenmesini, Henry Fielding Tom Jones (1749) adlı romanında erdemleri kadar kusurları da olan bir kahraman yaratarak alaya aldı. Tobias Smollett, yolculuk ve serüven konularını işleyen, kaba ve şiddet olaylarına yer veren romanlar yazarken, Laurence Sterne olay örgüsünden çok, yazarın görüşleri ve kişiliğinin ön plana çıktığı yeni bir roman türü yarattı. Büyük romanı Tristram Shandy'de (1760) zamanı, anlatıcının zihnindeki bir dizi geriye dönüşler olarak kullanması 20. yüzyıla kadar denenmeyen bir anlatım özelliğiydi.
18. yüzyılda Pope'un dediği gibi, "insanlığın incelenmeye değer konusu insandır" görüşü genellikle benimsendiyse de, bazı şairler esin kaynağı olarak doğayı seçti. Bunlar arasında The Seasons'm (1726-30; "Mevsimler") şairi James Thomson, ünlü "Elegy Written in a Country Churchyard" (1751; "Bir Köy Mezarlığında Yazılan Ağıt") şiirini yazan Thomas Gray de vardı. Pope'un üslubunu beğenmeyen ve yapay bulan bir başka şair de şiirlerinde büyük bir doğa ve insan sevgisini dile getiren William Cowper'di. Romancı, oyun yazarı ve şair olarak ün yapan Oliver Goldsmith Wakefield Papazı (The Vicar of vVakefi-eld; 1766) adlı sevimli bir roman ile Yanlışlıklar Gecesi (She Stoops to Conquer; 1773) adlı eğlenceli güldürünün yazarıdır. The Rivals (1775; "Rakipler") ve The School for Scandal (1777; "Skandal Okulu") gibi güldürülerin yazan Richard Brinsley Sheridan ise 18. yüzyılın en yetenekli oyun yazarıdır. Bu oyunlar İngiltere'de o dönemde olduğu gibi, günümüzde de çok sevilen tiyatro yapıtları arasındadır.
Romantik Dönem
18. yüzyılın sonu büyük bir karışıklık dönemiydi. 1776'daki Amerikan Bağımsızlık Savaşı ile 1789'daki Fransız Devrimi insanlara yön veren eski düşünceleri temelinden sarstı. Bu arada yazarlar, özellikle de şairler, daha adaletli bir geleceğin coşkusunu ve umutlarını paylaşıyorlardı. William Wordsworth ile Samuel Taylor Coleridge, Lyrical Ballads (1800; "Lirik Baladlar") adlı gündelik dille yazılmış ve 18. yüzyılın biçimsel şiirine benzemeyen değişik şiirleriyle bir yenilik başlatmak istediler. Wordsworth bu şiirlerin yanı sıra en uzun ve en büyük şiiri olan "The Prelude"da (1850; "Başlangıç") doğa sevgisini ve İngiltere'deki Göller Bölgesi'nin güzelliklerinin kendisi üzerindeki derin etkisini dile getirdi. Coleridge'in "The Ancient Mariner" (1797-98; "İhtiyar Denizcinin Türküsü") gibi şiirleri ise değişik ve gizemliydi.
Romantizm Akımı'na katılmamakla birlikte bu akımın bazı özelliklerini benimseyen bir şair de William Blake'ti. Gelecekten haber veren ve başkaldıran bir şair olan Blake'in uzun şiirleri kendi iç dünyasına yönelen kişisel, bu yüzden de anlaşılması güç şiirlerdir. Blake "Jerusalem" (1820;"Kudüs") şiiri ve bazı duygulu lirik şiirleriyle ün yapmış, bunların çoğunu da resimleyerek kendisi basmıştır.
Güzellik, gerçek ve özgürlük daha genç bir şairler grubunun da esin kaynağı oldu. Öldüğü zaman ancak 26 yaşında olan John Keats, ardında İngiliz dilinde yazılmış en güzel şiirlerden bazılarını bıraktı. Percy Bysshe Shelley, şiirin insanların dünyayı düzeltmeleri için bir esin kaynağı olduğuna inanıyordu. Arkadaşı Lord Byron'nın tedirgin duyarlığı ise Childe Harold (1812-18) ve Don Juan (1819-24) gibi şiir kitaplarında yankılandı.
18. yüzyılın sonunda ve 19. yüzyılın başında ortaya çıkan önemli bir gelişme de romana karşı artan ilgiydi. Doğaya ve insan duygularına yönelen ilgi "gotik roman" adı verilen korku ve heyecan dolu öykülerde doruğa çıktı. Mary Shelley'nin Frankeştayn (Frankestein; 1818) adlı romanı buna örnekti.
Gerçek anlamıyla ilk çağdaş romancı Jane Austen'dir. Kişilerini orta sınıfın sıradan insanları arasından seçen Austen, çağının törelerini ve değer yargılarını ince bir güldürü anlayışıyla sergiler. Dili ve olaylar dizisi basit gibi görünen bu romanların, yazıldıkları dönemden beri yazarlar ve okurlarda hayranlık uyandıran bir derinliği ve karmaşıklığı vardır.
Victoria Döneminin Büyük Yazarları
İngiliz halkı 19. yüzyılın ortasında yeniden bir güven ve bolluk dönemi yaşadı. Ne var ki, ilerlemeyle, özellikle de Sanayi Devrimi'yle birçok olumsuz toplumsal değişiklikle de yüz yüze gelinmişti.. Her gün daha çok sayıda insan, çoğu zaman çok kötü koşullarda yaşamayı göze alarak, fabrikalarda çalışmak için kentlere akın ediyordu. Evrim kuramıyla, Tanrı'nın yeryüzünü ve tüm canlıları bugünkü biçimiyle yaratmış olduğu inancına karşı çıkarak, canlıların çok uzun bir süreç içinde doğada kendiliğinden değişime uğradığını öne süren Charles Darwin'in görüşleri de giderek insanların kendilerini yeniden değerlendirmelerinde etkili oldu.
Victoria döneminin belki de en büyük ve kuşkusuz en sevilen romancısı bu dönemin adaletsizliklerini çarpıcı bir biçimde çizerken, pek çok canlı roman kahramanı yaratan Charles Dickens'dı. Yazarın tanınmış romanları arasında David Copperfield (1850) ve Büyük Ümitler (1861; The Great Expectations) gibi yapıtları vardır. Gurur Dünyası (Vanity Fair; 1847) romanının yazan William Makepeace Thackeray ise orta sınıfı iğneli bir dille eleştirdi. Bayan Gaskell fabrika sahipleri ile işçiler arasındaki çekişmeyi yazarken, George Eliot (Marian Evans'ın yazarlık adı) Middlemarch (1871-72) gibi romanlarında sıradan insanların yaşamlarındaki acıklı olayları işledi.
Bronte Kardeşler yüzyılın iki büyük tutkulu aşk romanını yazdılar. Charlotte Bronte'nin Jane Eyre'i (1847) hemen başarı kazandıysa da, Emily Bronte'nin Uğultulu Tepelerdi (Wuthering Heights; 1847) ancak onun 1850'de ölümünden sonra bir başyapıt olarak ün kazandı.
Yüzyılın sonunda ortaya çıkan üç büyük romancı George Meredith, Anthony Trollope ve Thomas Hardy'di. Hardy'nin bütün romanları doğup büyüdüğü kırsal çevrede geçer ve ele aldığı olaylarda çoğu zaman doğa önemli bir rol oynar. Hardy günümüzde şiirleri de önemsenen bir yazardır.
Victoria döneminde şiir de oldukça geniş bir okur kitlesinin ilgisini çekiyordu. Dönemin en sevilen şairi Lord Alfred Tennyson' du; en ünlü şiiri In Memoriam (1850; "Anısına"), bir arkadaşının ölümü üzerine yazılmıştır. Tennyson'nın şiir dili, gücünü ses güzelliğinden alır ve şiirlerinde olağanüstü kişileri canlandıran Robert Browning'in dramatik şiir dilinden değişik bir nitelik gösterir. Rudyard Kipling'in şiirleri İngiltere'nin, imparatorluk gururunu coşkuyla yansıtırken, Gerard Manley Hopkins'in dinsel konulan içtenlikle işlediği, sözcükleri ve ritmi yepyeni ve çarpıcı bir biçimde kullandığı görülür.
İnsanların "dünyada bilinen ve düşünülen en iyi şeyleri" öğrenip değerlendirmeleri gerektiğine inanan Mathevv Arnold, şiirden eleştiriye geçmiştir. Ününü parlak bir sanat eleştirmeni olarak yapan John Ruskin ise yaşı ilerledikçe sanatın, insanların yaşama ve çalışma biçimiyle doğrudan doğruya ilgili olduğunu anlamış ve çalışmanın insan çabasına değer bir uğraş olması için ilginç görüşler öne sürmüştü.
19. yüzyılda sahnelenen oyunlardan çoğu bugün bize artık önemli ya da ilginç gelmiyor. Bu kuralın dışına çıkabilen tek yazar, oyunları bugün de ince bir güldürü anlayışıyla parıldayan Oscar Wilde'dır. Başyapıtı The Importance of Being Earnest (1895; "Ciddi Olmanın Önemi") hafif güldürülerin en yetkinlerinden biridir.
20. Yüzyıl
20. yüzyılın ilk yarısındaki yazarlar iki dünya savaşından, İspanya İç Savaşı'ndan ve 1930'ların dünya çapında büyük ekonomik bunalımı ile toplumsal sorunlarından etkilendiler. Yüzyılın ilk döneminin önde gelen romancıları arasında Joseph Conrad, E. M. Forster, H. G. Wells, D. H. Lawrence ve Virginia Woolf'u sayabiliriz. Önemli öbür 20. yüzyıl yazarlarından George Orwell Hayvan Çiftliği (Animal Farm; 1945) adlı toplumsal yergisi ve 1984 adlı karamsar romanıyla; Aldous Huxley ise dünyanın geleceğine ilişkin ürkütücü romanı Yeni Dünya'yla (Brave New World; 1932) büyük ilgi gördüler. Ayrıca Ford Madox Ford, Somerset Maugham, J. B Priestly, Rebecca West, Evelyn Waugh ve Graham Greene de bu dönemin ünlü yazarlarıdır.
20. yüzyılın daha sonraki döneminde yazarlar kişisel duygulara ve yaşantılara ağırlık veren bir içedönüklük eğilimi göstermiş ve kadın hakları hareketinden etkilenmişlerdir. Çağdaş İngiliz romancıları arasında William Golding, John Fovvles, Iris Murdoch, Muriel Spark, J. T. Farrell, Kingsley Amis, Anthony Burgess, William Boyd, V. S. Naipul ve Fay Weldon sayılabilir.
Önde gelen şairler arasında ise ABD asıllı T. S. Eliot ile Galler Bölgesi'nden Dylan Thomas vardır. Eliot'un en önemli şiirleri inanç bunalımlarıyla ilgilidir. Thomas ise unutulmaz güzellikteki şiirlerini Galler'in türkü geleneğinden yararlanarak yazmıştır. Öbür önemli şairler ise W. H. Auden, Stephen Spender, C. Day-Lewis, Robert Graves, Thom Gunn, John Betjeman, Ted Hughes ve Philip Larkin'dir.
20. yüzyılın belki de en ünlü oyun yazan İrlanda doğumlu George Bernard Shavv'dur. Yüzyılın öbür önemli oyun yazarları arasında Noel Covvard, John Osborne, Arnold Wesker, Harold Pinter, Edward Bond, Joe Orton ve Tom Stoppard'ı saymak gerekir.Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!