Arama

Çeşitli Efsaneler

Güncelleme: 29 Haziran 2011 Gösterim: 51.783 Cevap: 42
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
17 Eylül 2006       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
İstanbul Üzerine Efsaneler

isa peygamberi çarmıhtan indiren havarilerinden biri, el ve ayaklarındaki çivileri söktükten sonra saklamış. Bu çiviler daha sonraki yıllarda Bizans İmparatorluğu'na teslim edilmiş. Bizans imparatorlarından biri, sonsuza kadar korunabilmesi için Hz İsa'nın çivilerini Çemberlitaş'ın temeline gömdürtmüş. Bu paha biçilmez çiviler hala Çemberlitaş'ın temelinde gömülüymüş.
Sponsorlu Bağlantılar


Beşiktaş'taki sütuna benzeyen ne idüğü belirsiz anıt, aslında bir füze rampasıymış. O yüzden silindir şeklinde yapılmış. Nüfus sayımı yapılırken, sabaha karşı kimsenin göremeyeceği bir saatte içine füze yerleştirilmiş. Füze yerleştirme harekatı çok gizli yapılmış ama bir şekilde bu bilgi sızdırılmış. Bu dedikodunun doğruluğunu araştırmak isteyen iki kafadar, anıtı incelemeye karar vermiş. Ancak anıtın etrafında dolanırlarken iki sivil polis tarafından anında gözaltına alınmışlar.

-------------------------------------------------

4. Murat devri. Padişah tarafından, mey (şarap), afyon ve fal bakmak yasaklanmış. İstanbul'da bütün meyhaneler ve keşhaneler "underground" takılmaya başlamış. 4. Murat bi gece, tebdil-i kıyafet İstanbul'a indiğinde, karşıya geçmeye karar verip bi sandal kiralamış.

Sandalcı müşterisinin sultan olduğunu bilmiyomuş tabii. Bi ara, sandalın yanından sarkan bi ipi çekmiş. İpin ucunda bi testi! Sultan, "Ne var o testinin içinde?" diye sormuş. Sandalcı "Ne olacak, mey işte" diye gülerek müşterisine ikram etmiş. Her ne kadar yasaklamış olsa da, 4. Murat'ın alkolle arasının iyi olduğu bilinir. İkramı kabul etmiş ama yine de, "Mey yasak. Hünkarımız görse kafanı vurdurtur diye korkmuyo musun?" diye sormaktan da geri kalmamış. Sandalcı da haliyle, "Yahu hünkar ner'den görecek bizi denizin ortasında" demiş.

Aradan biraz zaman geçmiş. Sandalcı bu kez de, teknenin tahtalarından birini kaldırıp aradan afyon çıkarmış ve nargilesine atarak körüklemeye başlamış. Gönlü zengin adam, hemen müşterisine de ikram etmiş. Sultan yine kabul etmiş ama yasağı gene hatırlatmış. Sandalcı aynı şekilde, "Kim görecek ki bizi denizin ortasında" demiş. Biraz daha vakit geçmiş. Bizim sandalcı cebinden fal taşlarını çıkarmış. Hünkara, "Ver 5 akçe de falına bakayım" demiş. Fal 4. Murat'ın en kızdığı şeymiş, ama "Hadi biraz daha sabredeyim" diye düşünüp, "Bak bari" demiş.

Fal taşlarını elinde çalkalayıp atan sandalcı, "Efendi, sorunu sor bakalım" demiş. Padişah, "Hünkar şu anda nerededir?" diye sormuş. Sandalcı taşlara bakıp "Hünkar şu an denizdedir" demiş. 4. Murat güya endişelenmiş havalarına girip, "Sakın yakınımızda bi yerde olmasın" diye sormuş sandalcıya ve tekrar iyice bakmasını söylemiş. Sandalcı taşlara tekrar bakmış ve birden, 4. Murat'ın ayaklarına kapanıp, "Affet beni hünkarım " diye yalvarmaya başlamış. Kıyıya dönene kadar yalvarmaya devam etmiş. Padişah dayanamayıp, "Sana bi soru sorucam. Eğer bilirsen seni affederim. Bilemezsen boynunu anında vurduracam" demiş. Sandalcı sevinçle, "Padişahım çok yaşa" demiş ve merakla soruyu beklemye başlamış.

4. Murat, sandalcıya, "Dönüşte İstanbul'a hangi kapıdan giricem?" diye sormuş. Tabii sandalcı hemen itiraz etmiş, "Hünkarım, şimdi ben hangi kapıyı söylesem, siz başka kapıdan girersiniz. Affinıza sığınarak, gireceğiniz kapıyı bi kağıda yazsam ve size versem; kapıdan geçtikten sonra okusanız olur mu?" demiş. Hünkar başını "Olur" anlamında sallayınca, sandalcı tahminini yazıp kağıdı vermiş.

Padişah kağıdı alır almaz, daha bakmadan, yanındaki fedaisine, "Hemen boynunu vur şu kafirin" emrini vermiş. Sonra da, "Surlara yeni bir kapı açıla! İstanbul'a oradan giricem" demiş çevresindekilere. Kapı 5-10 dakikada açılıp, padişah ve erkanı şehre girmiş. 4. Murat bi ara, sandalcının kağıda hangi kapıyı yazdığını merak etmiş. Kendinden çok eminmiş, laf olsun diye cebindeki kağıda bakmış. Ama okuyunca hayretler içinde kalmış. Sandalcı kağıda şunları yazmışmış: "Hünkarım, yeni kapınız vatana millete hayırlı uğurlu olsun"

O gün bugündür de işte o kapı, "Yenikapı" olarak anılıyormuş.



Efsaneye göre, İstanbul’un altı birbirine bağlı tünellerle kaplıymış. Hatta bu dehlizlere Yerebatan Sarayı’nın gizli bi yerinden de giriliyomuş ve tünel denizin dibinden devam edip taaa Kınalıada’ya kadar gidiyomuş. Tüneller Kapalıçarşının altından da geçiyomuş taabi. Hatta şu an, Çarşı’nın gizli tutulan bi yerinden girilebiliyomuş bu tünellere. Buralarda yemek takımı üzerine çalışan gümüş kaplama atölyeleri varmış. Yerin dibindeki yere ruhsat verir mi belediye? Heepsi kaçakmış bunların. Çalışanlara da işe başladıkları gün, dehlizlerden kimseye bahsetmeyeceğine dair Kur’an’a el bastırılıyomuş.
Tüneller çarşının altından başka yerlere doğru da gidiyomuş ama buraları kullanmak kesinkes yasakmış. Bi keresinde biraz Kolomb ruhlarından, çokça da hazine meraklarından, (çünkü hep, “ilerler hazinelerle dolu o’lum” geyiği yapılırmış bu atölyelerde) üç-dört işçi çocuk denemiş ilerilere gitmeyi.
Dehlizler labirent gibiymiş. Çocuklardan sadece biri geri dönmeyi başarmış, diğerleri yollarını bulamayıp tünellerde kaybolmuş. Dönen çocuk da (Allah muhafaza) aklını oynatmış. Çünkü ileriki kısımlar, iskeletlerle, insan boyunda böceklerle, farelerle filan doluymuş. Bu çocuk bi daha hiç “yeryüzüne” çıkmamış. Büttün gün dehlizlerdeki atölyelerde filan dolaşıyomuş, kim ne verirse onu yiyip, gece de artık ner’de sızarsa or’da uyuyomuş. Arada da yine tünellerin ilerilerine gidip bi’kaç gün kayboluyomuş ortalıktan. Döndükten sonra hiç bi’şey yiyip içmeden ööyle bi noktaya bakıp duruyomuş günlerce.

Caponlar zamanın Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’a gelip “Bey’fendicim bizim için Haliç’i temizlemek çoook çok kolay. Bi aylık iş. He deyin, hemen başlayalım. Sizden bi kuruş da istemeyiz” teklifini yapmış. Ama karşılığında da “Haliç’in dibinden çıkan büttüün çamur bizim olacak, Caponya’ya götüreceğiz” demişler. Teklif çok cazip ama Dalan deyip geçme, akıllı adam, hemen atlar mı hiç öyle? “Siz bana 2 gün müsaade edin, biraz düşüneyim, sonra size kararımı bildiririm” demiş. Abicim Dalan accayip pirelenmiş taabi. “Yahu bu işin içinde bi bit yeniği var. Elin Caponu napıcak bu balçığı?” diye diye kafayı sıyırmış. O ara nerden aklına geldiyse bizim Güzel Sanatlar’ı aramış. “Hocalara bi danışayım bakayım ne diy’cekler?” diye düşünmüş. Üstadım hocalar daha mevzuyu duyar duymaz, “Amman sayın Dalan hemmmen bu teklifi reddedin. Haliç’in dibindeki çamur dünyanın en değerli seramik çamurudur. Bunun 100 gramı havada karada enn az 10 bin dolar eder. Bu Caponlar sizi kazıklamaya çalışıyo” diye feryat etmiş. Dalan ertesi gün sınırdışı ettirmiş Capon grubu. Teresler avuçlarını yalaya yalaya binmişler uçağa. Valla bu Caponlardan korkulur abicim. Adamlar neyin hesabını yapıp gelmiş taa buralara...

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 26 Aralık 2008 04:01 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
18 Eylül 2006       Mesaj #2
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Amerika'da katolik kilisesinin yöneticileri, "Madem ki devir bilgisayar devri, o zaman çoook güçlü bi bilgisayar yaptırıp elimizde dinlerle ilgili ne kadar bilgi varsa yükleyelim, sonra da soralım bakalım, 'En iyi din hangisi?" Amerikalılar bu deney sonunda bilgisayarın kesinlikle hıristiyanlığı seçeceğinden eminmişler. Dertleri de, sonucu Dünya'ya açıklayıp hava atmakmış. IBM firmasına accayip güçlü bi bilgisayar ısmarlanmış ve bütün kutsal kitaplar, peygamberlerin hayatı, işte ne bileyim, dine dair ellerinde ne varsa yüklemişler hard diske. Sonra da "En iyi din hangisi?" diye yazıp "start" düğmesine basmışlar.

Sponsorlu Bağlantılar
O dev bilgisayar tuhaf sesler çıkarıp haldır huldur günlerce çalışmış. Çalışmış, çalışmış, çalışmış... Sonunda da hoparlöründen tok bi ses gelmiş: "Laaaaa ilahe illallahhh..."


----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Kaptan Kusto’yla ekibi Cebelitarık’ta araştırma yapıyomuş. Bi de görmüşler ki boğazda iki akıntı karşı karşıya geliyo; biri tatlı, biri tuzlu ama bunlar hiç karışmadan, tatlısı alttan, tuzlusu üstten paşa paşa akıyomuş. Kafayı yemiş adamlar. Ulan nasıl olur, nasıl olur? Koca koca kitapları karıştırmışlar açıklaması yok! Böyle bi’şey litetatüre geçmiş değil. Kalipso’da da Müslüman bi tayfa varmış. Faslı mı ne? Unuttum şimdi. “Niye şaşırıyonuz ki, bu Kur’an’da da yazıyo zaten’” demiş. Kusto “Olmaz öyle şey” deyip terslemiş tayfayı. Adam koyu hıristiyan. En fanatiklerinden. Kabullenir hiç böyle bi’şeyi. Yine de içine bi şüphe düşmüş taabi. O Faslı’ya, “Sen de vardır, ver bakalım şu Kur’an’ı da bi bakayım” demiş. O gece sabaha kadar Kur’an okumuş. Güneş doğarken gemi mürettabatı bi sese uyanmış. “Allahu ekber, Allahu ekberrrr” Hepsi güverteye toplanmış, noluya falan? Bakmışlar ki Kusto kaptan köşkünün önünde ezan okuyo. Ezanı bitirince bunlara, “Hepiniz saf tutun, söylediklerimi tekrarlayın” demiş. “Eşhedü Ennaaa...” “Eşhedü Ennaaaa...” İşte o sabah Kusto’yla Kalipso’nun mürettebatı böylece müslüman olmuş abicim.

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 26 Aralık 2008 04:01
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
18 Eylül 2006       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Birkaç yıl önce, Süleymaniye Camii'sinin yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı anlaşılmış. Eğer çözüm bulunamazsa, koca cami kısa bir zaman içinde yıkılacakmış. Caminin tüm taşıyıcı yükü kemerlerindeymiş. Bu kemerlerin ortalarında bulunan kilit taşları zamanla aşınmış. Ama elde yazılı bir proje olmadığı için nasıl değiştirileceği bilinmiyormuş.

Hemen Türkiye'nin en yetkin mühendis ve mimarlarından oluşan bir heyet oluşturulmuş. Ortaya bir sürü fikir atılmış. Her kafadan bir ses çıkmış ama sonuç alınamamış. Tartışmalar sürerken caminin içinde büyük bir karmaşa sürüyormuş. Ülkenin çeşitli bilim kuruluşlarından bir sürü mimar, mühendis kemerleri inceliyormuş. Bu adamlardan biri ortalarda dolanırken, kazara, gizli bir bölme bulmuş. Bölmede, üzerinde eski yazı olan bir not varmış. Uzmanlara inceletilen kağıdın orijinal olduğu belgelenmiş.

Bu kağıt parçası bizzat Mimar Sinan'ın imzasını taşıyan bir mektupmuş. Mektupta yazılanlar tercüme ettirilince ortaya şöyle bir metin çıkmış. "Bu notu bulduğunuza göre kemerlerden birinin kilit taşı aşındı ve nasıl değiştirileceğini bilmiyorsunuz." Koca Sinan, kademe kademe, kilit taşının nasıl değiştirileceğini anlatıyormuş. Heyet Sinan'ın söylediklerini aynen yapmış. Süleymaniye camisi böylelikle kurtarılmış. Bu mektup şu an Topkapı Sarayı'nda saklanıyormuş.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 23 Ocak 2008 18:59
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
18 Eylül 2006       Mesaj #4
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
1950-60 arası bir tarihte inşaat mühendisi, mimar ve jeofizikçilerden oluşan bir Japon heyeti Türkiye'ye gelmiş. Heyet İmar ve İskan Bakanlığı'ndan izin alarak ülkemizdeki tarihi yapıları incelemeye başlamış. Ayasofyayı, Yerebatan Sarnıcını filan gezdikten sonra sıra Sinanın kalfalık eseri Süleymaniye Camisi'yle Sinan'ın öğrencisi Mimar Davut Ağa'nın eseri Sultanahmet Camisi'ne gelmiş.

Japonlar bu camiler üzerinde günlerce inceleme yapmışlar. Her geçen gün şaşkınlıkları daha da artıyormuş. Çünkü Japonlar daha ilk incelemede camilerin gevşek bir zemin üzerine inşa edildiğini anlamışlar. Ama bunca yıl, bu camilerde bir çatlak dahi olmamasına akıl sır erdirememişler. Bunun üzerine Türkiye programının gerisini tamamen iptal edip, bu iki cami üzerine yoğunlaşmışlar.

Araştırmalarının sonucunda herhangi bir sarsıntı sırasında bu iki caminin sabitlenmediğini aksine yerinde oynayarak yıkılmaktan kurtulabildiği ortaya çıkmış. Minareleri incelediklerinde ise dumurları ikiye katlanmış. Minarelerin çok daha gelişmiş bir raylı sistem mekanizması üzerine oturtulduğunu ve her yöne yaklaşık 5 derece yatabildiğini görmüşler.

Daha derin araştırma yapmak için Edirne'ye, Sinan'ın ustalık eseri Selimiye Camisi'ne gitmişler. Ordaki olağanüstü sistemleri görünce iyice dumur olmuşlar. Selimiye'nin tüm sırlarını aylarını harcayarak çözmüşler. Japonya'ya döndüklerinde ise Sinan'ın sırlarını uygulamaya sokarak şehirlerini Sinan'ın kullandığı sistemlerle kurup muazzam gökdelenler dikmişler. Yani şuan gelişmiş ülkelerin gökdelen yapımında kullanıldıkları çoğu sistem, yüzyıllar önce Sinanın geliştirdiği mekanizmalarmış.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 26 Aralık 2008 04:01
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
20 Eylül 2006       Mesaj #5
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Aslında dünyanın ilk metrosu bizim Karaköy’deki tünelmiş. İstanbul’un işgalinde Fransızlar, İngilizler falan tüneli görüp fikrimizi çalmışlar. “Biz bari bunun büyüğünü yapalım” deyip şimdiki metroları kurmuşlar. Zamanında metronun telif hakkını alabilseymişiz bugün Avrupalının, Amarikalının ayağındaki donu bile alabilirmişiz. Çarlık döneminde Rusya’da yamyamlık serbestmiş. Hatta Leningrad’da vitrinlerinde kancalara asılı çocukların olduğu onlarca kasap varmış.
Eski zamanlarda çift sayılar uğursuz diye bilinirmiş. Aslında 1001 gece masalları normalde 1000 taneymiş ama uğursuz sayı olmasın diye bi tane daha ekleyip 1001 yapmışlar.
Külkedisi masalının orjinalinde kızın ayakkabısı camdan değil tahtadanmış. Ama Fransızca’dan İngilizce’ye ilk çevrildiğinde yanlışlıkla cam diye çevrilince öyle kalmış ve bütün dünyaya da öyle yayılmış.
“Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” (Kimin söylediği belli değil ama bilinen şu ki; Marie Antoinette hayatı boyunca böyle bir laf etmedi.)
Bodrum kalesinde (müzesinde) sergilenen paha biçilmez Karya Prensesi tacını zamanında Barlar Sokağı'na su borusu döşeyen ameleler bulup müzeye teslim etmiş.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 26 Aralık 2008 04:01
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
20 Eylül 2006       Mesaj #6
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Marlboro firması ilk kurulduğunda işleri çok kötü gidiyomuş. Şirket iflasın eşiğindeyken bi adam gelmiş, “Satışları bir ayda 3 katına çıkarırım ama bunun karşılığında da şirketin yarısına ortak olurum. Yok çıkaramazsam ömrümün sonuna kadar fabrikada bedava tütün sararım” demiş. Malbora’nın sahipleri zaten çıkmaz sokaktaymış, “Bi haftaya kalmaz batıcaz, kaybedicek neyimiz var ki” diyerek kabul etmişler teklifi. Adamın bunlardan tek isteği binlerce boş Malbora kutusuymuş. Zaten depoda milyonlarcası varmış, talebini karşılamışlar hemen. Sonra bizimki bütün paketleri tek tek ezmiş ayağıyla, gece 12’den sonra da hepsini uçaktan bütün Amarika’nın üstüne atmış.
Sabah millet uyanınca bi bakmış ki her tarafta boş malbuş kutuları. “Yav, bu sigara bu kadar çok içildiğine göre vardır bi hikmeti” diyerek tekel bayilerine akın etmişler. Şirket o ay 3 değil 5 katı satış yapmış. Taabi bizim adam da şirketin yarısına ortak olmuş. O kişi de Philip Morris’in ta kendisiymiş.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 23 Ocak 2008 19:02
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
21 Eylül 2006       Mesaj #7
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Balıkesir'deki bi kız lisesinde yatakhanenin birinde, kızları gece uyku tutmayınca birbirlerine hikayeler anlatmaya başlamışlar. Bunların çoğu da okullarına ait korkunç olaylarmış. Güya şeytan çok eski zamanlarda burada yaşayan bi ailenin fertlerine dadanmış ve onların ruhlarına giriyomuş. İnanışa göre şeytanın ayakları terstir ya, o insana da şeytan girince doğal olarak ayakları ters dönüyomuş. Aradan bi kaç saat geçmiş. Gruptakilerin uykusu gelince herkes yatağına gitmiş. Kızlardan biri accayip sıkışmış. Tuvalete gidecek ama anlatılanlardan epey bi korktuğu için gidemiyomuş. Alt ranzada yatan arkadaşını dürtüp uyandırmış. Diğer kız da bu hikayelerden en çok etkileneniymiş. Zaten zar zor uyuduğundan hiç kalkmak istememiş. Ancak arkadaşı ısrar edince onunla tuvalete gitmek zorunda kalmış. Arkadaşı tuvalete girince o da kapının önünde beklemeye başlamış.
Diğer kız tuvaletten çıktığında bi tuhaf bakıyomuş. Bizimki anlatılanların etkisiyle de olsa gerek direkt kızın ayaklarına bakmış. Bi de ne görsün! Arkadaşının ayakları ters dönmüş. Parmakları arka tarafa bakıyomuş. Kızcağız çığlık çığlık kaçmaya başlamış. Koşarken de ara sıra arkasına bakıyomuş. Tam bu sırada koridorda belletmen öğretmenle çarpışmış. Kız nefes nefese başına gelenleri anlatmış. Sonunda, "Hocam inanamıyorum, ayakları resmen ters dönmüştü" demiş. Öğretmen, "Benimkiler gibi mi yani?" diyerek ayaklarını göstermiş. Kız kafasını aşağı indirince belletmenin ayaklarının da 180 derece arkaya baktığını görmüş. Napsın kızcağız, bu manzarayla beraber oracıkta aklını yitirmiş.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 23 Ocak 2008 19:02
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
22 Eylül 2006       Mesaj #8
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Osmanlı’nın ortalığı toz duman ettiği yıllar... Avrupa’da “Arthur oğlum, o tabakta bi köfte kalırsa seni Türklere veririm vallaha” lafının çıkıp da halk arasında deyim olduğu zamanlar yağni.
Bi İngiliz gasteci Türk ordusunun anlatıldığı kadar disiplinli olup olmadığını araştırmak için (Nereye gelmiş? Türkiye’ye mi? Osmanlı’ya mı? Anadolu’ya mı? Ülkemize mi?.. Ne denir bur’da?) şeye gelmiş, eee, gelmiş işte. O sırada çok büyük bi alay Konya Ovası’ndaymış. (Niye?) Gasteciyi de Konya’ya getirmişler. İngiliz bütün gün fotoğraf çekmiş, askerlerle, komutanlarla konuşmuş. Herkese aynı şeyi soruyomuş, “Böyle disiplinli bi ordunun sırrı ne?” Her seferinde de aynı cevabı alıyomuş: “Çünkü biz Türküz!”
Gece olmuş yatılmış. İngiliz gasteci sabah çadırının penceresinden sızan ışıkla uyanmış. Bakmış saat daha sabahın beşi. “Kalkayım da şu nöbet yerlerini gezeyim. Bakarsın uyuyan bi nöbetçi filan yakalarım da heriflerin fiyakalarını bozarım” diye düşünmüş. Fotoğraf makinasını hazırlayıp ayağının ucuna basa basa dışarı çıkmış. Anaaa, bi de ne görsün? Alaydan tek bi Allahın kulu yok! Herrr taraf silme Konya Ovası... Yani o kocca alay, binlerce asker, çıt çıkarmadan, gasteciyi uyandırmadan, atını, topunu, tüfeğini yüklenip, çadırlarını toplayıp gitmiş.
Osmanlı deyince durup beş dak’ka düşünücen taabi. Kolay mı öyle yedi cihana kök söktürmek! İngiliz gasteci ülkesine dönüp bu olayı yazmış da kimse inanmamış adama. “Sana bu masalı anlatman için kaç kese altın verdiler” demişler alay ederek. Adam da o sinirle evini barkını satıp İstanbul’a gelmiş. Topkapı Sarayı’nın muhafız başısına hikayesini anlatıp, Türk ordusuna katılmak istediğini söylemiş. Gavur diye temkinli davranmışlar ama adamın istediği olmuş yine de. Silahhane de namlu yağlama işine vermişler. Orada ömrünün sonuna kadar huzur içinde çalışmış gasteci.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 23 Ocak 2008 19:05
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
24 Eylül 2006       Mesaj #9
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Amerika'da bir baba ve oğlu beraber bir karavan yolcuğuna çıkmışlar. Alternatif bir tatil yapmayı planlıyorlarmış. Belli bir yol güzergahı çizmedikleri için macera olsun diye anayoldan sapıp, dar bir yola girmişler. Bayağı bir yol gittikten sonra çöl gibi bir yere varmışlar. Etrafta in cin top oynuyormuş. Bu sırada adam benzinlerinin azaldığının farkına varmış. Hemen haritayı açıp en yakın yerleşim yerini aramışlar. Karavan bir süre daha gittikten sonra, benzin bittiği için yolda kalmış.

Baba kasabaya gidip benzin alıp geleceğini söylemiş. Ancak çocuk bulundukları yerden hiç hoşlanmamış. Babasına kendisini de götürmesi için yalvarmış. Ancak adam çocuğun onu yavaşlatacağını düşündüğü için, karavanın kapısını kilitleyeceğini ve kısa sürede döneceğini söyleyerek çıkmış. Cep telefonunu da çocuğa bırakmış. Çocuk korku içerisinde beklemeye başlamış. Bir saat geçip babası geri dönmeyince paniğe kapılmış. Bir zaman sonra, karavanın tavanından "pıt pıt pıt" diye sesler gelmeye başlayınca telefona sarılıp, eyalet polisini aramış. On dakika sonra kasaba şerifi karavana ulaşmış. Şerif ve yardımcıları kapıyı kırarak açmışlar. Çocuk dışarıya çıkar çıkmaz babasının kasabaya gittiğini, ama çok geç kaldığını nefes nefese anlatmaya başlamış.

Ama şerif çocuğa bakacağına karavanın altında durduğu ağaca bakıyormuş. Sonra yardımcısına "Çocuğu buradan uzaklaştırın" deyince, çocuk arkasını dönüp ağaca bakmış ve düşüp bayılmış. Meğer karavanın üzerine pıt pıt diye damlayan, ağacın dalına asılmış olan babasının kafasız cesedinden akan kanın sesiymiş.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 26 Aralık 2008 04:02
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
21 Kasım 2006       Mesaj #10
kambis - avatarı
Ziyaretçi
Caine


Bundan yüzyıllar önce, yapraklardaki sakin rüzgar dokunuşu ve kuş cıvıltılarıyla dolu dünyanın sessizliği bir ışıkla bozuldu; bu ışık, barış rüzgarlarını dindirip dünyanın tüm benliğini sömürecek olan olgunun, insanlığın ilk hüzmesiydi. Adem ve Havva adındaki fırtına öncesi sessizliğin ilk fısıltısı, sonraları evlenecek ve 3 tane de oğulları olacaktı; Caine, Abel ve Seth. İlk doğan Caine, bitkileri yetiştirdi. Onları suladı ve büyüttü, hayat verdi. İkinci doğan Abel hayvanlara baktı. Onları besledi ve büyüttü.

Bir gün babaları Adem, iki oğluna keskin bir ses tonuyla; "Caine ve Abel, yukarıdaki için bir kurban getirin. Getirin ki yaratıcınıza olan minnetiniz bilinsin." dedi. Caine, yukarıdaki için en tatlı meyvelerini, en olgun bitkilerini getirdi. Abel ise en genç, en güçlü hayvanını kurban etti.

İki kardeş de kurbanlarını Adem'in ocağına koydular ve ateşe verdiler. Duman onları yavaşça yukarı doğru götürdü. Abel'in kurbanı tatlı bir koku yayıp kabul edilirken, Caine'inki kabul edilmedi ve Caine sert bir şekilde azarlandı.

İlk doğan (Caine) ağlamaya başladı, gece gündüz yukarıdakine dua etti.

Gel zaman git zaman, Adem kurban vaktinin yeniden geldiğini söyledi. Abel yine en güçlü ve genç hayvanlarından birini öldürdü. Caine ise eli boş geldi, çünkü kurbanının istenmeyeceğini biliyordu. "Caine, neden bir kurban getirmedin?" diye sordu Abel. İlk doğan, gözleri yaşlı bir şekilde kardeşinin kalbine mızrak saplayarak onu kurban etti; hayatta en çok sevdiği şeyi.

Bu olayın ardından yukarıdaki onu cennetten attı, ve Nod denilen bir yere sürgün etti.

Caine karanlıkta yalnız kalmıştı. Açtı, üşüyordu ve ağlıyordu... Karanlığın içinden tatlı bir ses geldi. Siyahlar içinde bir kadın Caine'e doğru yaklaştı:

"Hikayeni biliyorum, Nod'lu Caine. Açsın, bende yemek var. Üşüyorsun, bende kıyafetler var. Üzgünsün, bende rahatlık var". Şaşırmış olan Caine: "Benim gibi lanetli birini niye rahatlatasın? Neden giydiresin? Neden besleyesin?" dedi, ve alacağı cevapla daha da şaşıracaktı:

"Ben senin babanın ilk karısıyım. Yukarıdakine karşı geldim ve özgürlüğü karanlıklarda buldum. Ben Lilith'im. Bir zamanlar ben de üşüyordum. Benim için sıcaklık yoktu. Bir zamanlar ben de açtım, benim için yemek yoktu. Bir zamanlar ben de üzgündüm, benim için rahatlık yoktu."

Lilith, Caine'i ağırladı ve onu besledi, rahatlattı. Caine onun evinde bir süre kaldı, ve bir gün ona sordu: "Sadece karanlıktan, bu evi nasıl yaptın? Nasıl kıyafetler yarattın? Yiyeceklerini nasıl yetiştirdin?"

Lilith gülümsedi ve cevap verdi: "Ben uyandım. Bu sayede istediğim gücü yaratıyorum". Gözleri parıldayan Caine: "Beni de uyandır Lilith, benim de güce ihtiyacım var. Ben de kendi evimi, giysilerimi, yiyeceklerimi yaratmalıyım."

"Uyanmanın sana ne yapacağını bilmiyorum. Sen baban tarafından lanetlendin. Ölebilirsin, sonsuza kadar değişebilirsin." İçini kemiren heyecanla Caine:

"Güç olmayan bir yaşamın ne önemi var? Sen olmadan ben ölürüm, ama senin kölen olarak yaşayamam." Lilith Caine'i seviyordu. Sonuçlarından emin olmadığı için istemese de Caine'e olan sevgisi, içinden gelen sesin önüne geçti ve onu uyandırdı. Bileğinden gelen kanı bir kaba koydu ve Caine'e içirdi. Caine Abyss'e düştü, o kadar uzun süre düştü ki bu ona sonsuzluk gibi geldi. Gözlerini açtığında karanlık bir yerdeydi.

Karanlığın içinde Caine parlak bir ışık gördü. Gecede parlayan ateş, Michael, Kutsal Ateşin koruyucusu ona gelmişti, ve şöyle dedi. "Adem ve Havva'nın oğlu, suçun büyük ama babamın bağışlayıcılığı daha büyük. O seni affetti."

Kızgın ve kırgın Caine cevap verdi: "yukarıdakinin acımasıyla değil ancak kendi vicdanımla gurur içinde yaşayabilirim." Reddetmişti. Ve Michael ona ilk lanetini verdi:

"Bu diyarlarda gezdiğin sürece, sen ve senin çocukların ateşten korkacak. Ateşim sizin derinizi yakacak ve sizi mahvedecek."

O gecenin sabahında, ufuktan Raphael, güneşin koruyucusu göründü. Caine'e şöyle dedi: "Adem'in oğlu, Havva'nın oğlu, kardeşin Abel cennetten senin günahlarını affetti. Tanrı'nın bağışlamasını kabul etmeyecek misin?"

Caine cevap verdi: "Abel'ın bağışlaması bir şey ifade etmez. Ancak ben kendimi affedebilirsem gerçekten affolmuş sayılırım", ve reddetti. Onun için değişen pek olmamıştı, bir şey dışında; Raphael ona ikinci lanetini vermişti:

"Bu diyarda gezdiğin sürece sen ve çocukların gün doğuşundan korkacak. Güneşin ışınları sizi ateş gibi yakacak. Şimdi git ve karanlık bir yere saklan, saklan ki güneşin gazabını hissetme!" İçini hırs bürüyen Caine kaçtı, kaçtı... ve karanlık bir mağaraya saklanarak derin bir uykuya daldı. Uyandığında ölüm meleği Uriel onu kanatlarının arasında tutuyordu. Caine'e doğru eğilerek kulağına fısıldadı: "Adem'in oğlu, Havva'nın oğlu, Tanrı senin bütün günahlarını bağışladı, kabul et ve bütün lanetlerinden kurtul.."

Büyük bir fırsat gibi görünen bu teklife kırgınlığı dinmeyen Caine cevap verdi: "Tanrının bağışlamasıyla değil, kendi bağışlamamla yaşayacağım. Ben benim. Yaptıklarımı yaptım. Bu asla değişmeyecek".

Ve Tanrının kendisi, Uriel'ın ağzından Caine'e son ve en büyük lanetini verdi:

"Sen ve senin çocukların, bu diyarda gezdiği sürece karanlığa tutunacaklar. Sadece kan içecekler. Sadece kül yiyecekler. Bir ölü gibi yaşayacaklar, fakat ölmeyecekler. Son günlere kadar dokunduğunuz her şey yok olacak!"

Bu lanetle Caine acı bir çığlık attı, gözlerinden kan geliyordu. Kanı bir kabın içine doldurdu ve içti.

Kafasını kaldırdığında Gabriel karşısında duruyordu. Fırtına sonrası sessizliğinin verdiği yankıyla: "Adem'in oğlu, Havva'nın oğlu; babamın bağışlayıcılığı sandığından çok daha büyük. Şimdi bile affedilmeye bir yol açıldı. Bu yola "Golconda" diyeceksin. Çocuklarına ondan bahset, çünkü sadece bu yolla yeniden ışıkta yürüyebileceksiniz."

"http://tr.wikisource.org/wiki/Caine"'dan alındı

Benzer Konular

6 Mayıs 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
7 Kasım 2017 / nötrino Edebiyat
18 Aralık 2011 / Misafir Soru-Cevap
8 Ekim 2013 / Misafir Soru-Cevap
9 Ekim 2008 / asla_asla_deme Mitoloji