Arama

Para ve Paranın Tarihçesi - Sayfa 2

Güncelleme: 22 Şubat 2020 Gösterim: 372.129 Cevap: 14
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
17 Şubat 2018       Mesaj #11
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Para borcu


kural olarak, ulusal parayla ödenir. Borçlu, başka bir para ile ödeme yapmaya zorlanamaz. Alacaklı da başka bir para ile yapılmak istenen ödemeyi kabul etmek zorunda değildir. Türk parasından, Türkiye'de dolaşımda olan metal ve kâğıt paralar anlaşılır. Metal paraların ödeme gücü sınırlıdır; alacaklı yüksek tutardaki bir alacağın tümünün metal parayla ödenmesini kabul etmek zorunda değildir. Ancak, Hazine’ nin veznedarlığını yapan bankalar getirilen metal paranın tümünü kabul etmek zorundadırlar Bazı durumlarda, para borcunun, sözleşmenin yapıldığı sırada kararlaştırılan belli bir yabancı para ile ödeneceği koşul olarak konmuş olabilir. Bu durumda borcun kararlaştırılan türden parayla ödenmesi gerekir (Borçlar k. md. 83). Ancak bu konuda Türk parasının kıymetini koruma kanunu ile bazı sınırlamalar getirilmiştir. Yabancı parayla ödeme, resmi makamların izniyle geçerli olur. Turistler ve yabancı uyruklular dövizle borç ödeyebilirler. Bunlar dışında kalan kişilerse sözleşmede aynen ödeme kaydı bulunsa bile, yabancı para olarak belirlenen borçlarını, ödeme tarihindeki değerinin türk parası karşılığını öderler. Para borçları, ödeme zamanında alacaklının ikametgâhının bulunduğu yerde ödenir. Yani para borçları, götürülecek borçlardandır. Para borcunun çekle ya da alacaklının bankadaki hesabına para yatırılması biçiminde ödenmesi, ancak alacaklının bunu kabul etmesine bağlıdır. Para borcu, “konutta ödemeli” posta havalesi ile de ödenebilir. Para borçları zamanında yerine getirilmezse borçlu gecikme faizi ödemek zorunda kalır.
Sponsorlu Bağlantılar

Para cezaları.


Türk ceza kanunu'na göre ağır ve hafif para cezaları olmak üzere iki türlüdür. Ağır para cezaları, cürüm diye nitelenen ağır suçlar için verilir. Tutarı üç bin lira ile üç yüz bin lira arasında değişir. Hafif para cezaları ise kabahatlere uygulanır. Bu tür para cezalarının tutarı beş yüz lira ile otuz bin lira arasındadır (para değerinin düşmesi nedeniyle para cezaları 21 ocak 1983 tarih ve 2790 sayılı yasa'yla 3, 9, 30, 90 kat artırılmıştır). Para cezaları 13 temmuz 1965 tarih ve 657 sayılı Cezaların infazı hakkında kanun’un 5. maddesi hükmüne göre yerine getirilir. Bu yasaya göre, en alt ve en üst sınırı gösterilen para cezalarında suçlunun iktisadi durumu, aile sorumluluğu, mesleki yaş ve sağlık durumu, cezanın sosyal etkisi ve uyarma amacı göz önünde tutulur. Mahkeme gerekli görürse, para cezasının belirli sürelerde ve belli taksitlerle ödenmesine karar verebilir. Ancak taksitlerden birinin süresinde ödenmemesi durumunda geri kalan miktarın tamamının alınması gerektiği kararda belirtilir. Taksit süresi iki yılı geçemez ve taksit miktarı dörtten eksik olamaz. Para cezasına ilişkin karar kesinleşince, C. savcılığı bir ay içinde para cezasını ödemesi için hükümlüye ödeme emri gönderir. Hükümlü ödeme emrinde belirlenen sürede para cezasını ödemezse, C. savcısının kararıyla, bir gün üç yüz lira sayılmak üzere hapsedilir. Para cezası yerine çektirilen hapis cezası üç yılı geçemez. Hükümlü isterse para cezasından çevrilen hapis yerine devlet ya da öteki kamu kurumlarında çalıştırılabilir.
Yargı organlarınca verilen ağır ve hafif para cezalarının dışında, idare organlarınca verilen para cezaları da vardır. Bu cezalara "idari para cezaları" denir. Bunları kararlaştırma yetkisi, özel yasalar tarafından, idare organlarına tanınmıştır, idari para cezalarına örnek olarak vergi, belediye, trafik vb. konularda ödenen para cezaları gösterilebilir.

Paranın işlevleri.


1. Para değişim aracıdır. Para, trampayı kaldırarak değişimleri kolaylaştırır. Para, taşıyıcısına, mal ve hizmetler edinmek ya da bir borcu ödemek olanağı sağlayan bir ödeme aracı ve taşıyıcısının toplumdan belli bir miktar alacağı olduğunu gösteren ve bu alacağı maddeleştiren hukuksal bir senettir. Bu senedin başka bir kişiye verilmesi, bu kez de bu kişiyi toplumdan alacaklı duruma getirir ve onun gereksinim duyduğu mal ve hizmetleri elde etmesini sağlar.
2. Para emtia değerlerinin biricik ölçüsüdür. Bu işleviyle para, alışverişleri basitleştirir; kendisi dışındaki bütün metaların fiyatlarını belirlemek olanağını verir ve böylece onların değerlendirilmesini ve birbirleriyle karşılaştırılmasını sağlar.
3. Para değer rezervidir. Para, taşıyıcısına, bir malı para karşılığında sattığı an ile, onu başka bir mal alımı ya da borcun ödenmesi için kullanmaya karar verdiği an arasında bir süre bekleme olanağı sağlar.

Paraya çoğu kez dördüncü bir işlev daha yüklenir: para politikası aracılığı. Para politikası, para yaratımı olanaklarını ayarlamak ve daha genel bazı amaçların (tam istihdam, fiyat istikrarı, dış ticaret dengesi ve para değerinin korunması gibi) gerçekleşmesini sağlamak için paranın miktar ve fiyatını değiştirmeye yönelik eylemlerin tümüdür.

Paranın değeri


ilk paralar, değerlerini çok sık kullanılan metalar olmalarından, yani kullanım değerlerinden alıyorlardı. Bu konuda kıymetli madenlerden (altın, gümüş) yararlanılmaya başlanması, hacimce küçük ama değeri büyük paralar elde edilmesine, bunların kolayca saklanmasına, türdeş ve bölünebilir nitelik taşımasına olanak sağladı.
Paraların bir yerden başka bir yere taşınması zorluğunu ortadan kaldırmak için, zamanla, madeni sikkelerin yerine makbuzlar dolaşıma sokuldu. Bu makbuzlar, banka kaimelerinin ya da banknotların kaynağıdır Başlangıçta banknotlar, sahipleri dilediğinde, olduğu gibi madeni paraya çevrilebiliyordu. XIX. yy.'da, iktisadi etkinliğin gelişmesi ve mal arzının çoğalması, paraya olan gereksinimi artırdı. Banknotların miktarı bankalara yatırılan madeni mevduata oranla daha hızlı arttı. Banknotların gerektiğinde madeni parayla değiştirilememesi tehlikesi, hükümetleri banknot çıkarma ayrıcalığını, kendi denetimlerindeki tek bir bankaya vermeye yöneltti. Böylece para, madeni temelinden ayrılarak, yalnızca güvene dayanan itibari para halini aldı; banknot madeni parayla değiştirilebilir olmaktan çıktı ve zorunlu ve yasal dolaşım düzenine geçildi (yani kâğıt paranın ödeme aracı olarak kabulü zorunlu oldu). Bunun yanı sıra, hesaplara geçirilen alacak kayıtlarıyla ödeme yapılması yöntemi gelişti. Para, bankalarda açılan vadesiz hesaplar arasında alacaklı bakiye transferleri biçimini aldı. Madeni para mevduatı ile kâğıt para emisyonu arasındaki bağın kopması, kaydipara'nın doğmasına yol açtı.
Böylece para, bütün biçimleriyle, itibari bir nitelik kazanmış oldu. Paranın değeri, çeşitli öğelere dayanıyordu; nispi nedreti (kıtlığı), halkın güveni, satın alabildiği mutaların değeri. Her parasal aracın bir nominal değeri vardır. Bu değer madeni ya da kâğıt paranın üzerinde yazılıdır. Eskiden, bu nominal değerin güvencesini kıymetli bir madenin ticari değeri oluştururdu. Günümüzde ise, para biriminin değeri, üretilen ve dolaşıma çıkan metaların değeriyle orantılıdır ve onun alım gücünde ifadesini bulur Paranın değeri düştüğü zaman, fiyatların çoğu yükselir; para birimi değer kazandığı zamansa, tersine, mal fiyatları düşer: fiyatlardaki değişiklikler genellikle para değerindeki değişiklikleri yansıtır.

Paranın özel nitelikleri.


Para bir likit aktiftir: az ya da çok uzun vadeli olarak herhangi bir mala dönüştürülebilir. Verimi sıfırdır. Bu bakımdan, taşıyıcılarına gelir sağlayan öteki aktiflerden (hisse senetleri ve tahviller, tasarruf mevduatı) ayrılır. Para, herhangi bir risk taşımayan (enflasyon dönemlerinde alım gücünü kaybetmesi dışında) bir aktiftir.

Para değişik biçimler gösterebilir:
1. elden ele dolaşan para, bir ödeme aracının bilfiil devir yoluyla dolaşıma girmesi: madeni (ya da ufaklık) paralar ve kâğıt paralar;
2. kaydi para, hesaptan hesaba kayıt yoluyla devredilen ve çeşitli öğelere (çek, virman, kredi kartı vb.) dayanan para.

Para konusunda Merkez bankası (Türkiye) şöyle bir sınıflandırma yapar:
  • parasal disponibiliteler (M1): kâğıt ve madeni paralar, bankalardaki vadesiz mevduat, Merkez bankası’ndaki serbest mevduat.
  • Para kitlesi (M2): M1 ile mevduat bankalarındaki ticari hesapların ve vadeli tasarruf mevduatının toplamı.
  • Ekonominin likiditesi (M3): mevduat bankalarındaki resmi mevduat ile Merkez bankası'ndaki öteki mevduatın M2'yle toplamı.
Merkez bankası tarafından basılan ve banknotlardan (kâğıt para) oluşan para ile bütün bankaların Merkez bankası’nda bulundurmakla yükümlü oldukları alacaklı hesaplara ait bakiyelere merkezi para adı verilir. Bunlar, para politikasının aracını oluşturan zorunlu rezervlerdir.

Para yaratımı.


Para yaratımı, alacakları ödeme aracı durumuna dönüştürmekten oluşan işlemler sayesinde gerçekleşir Demek ki para, iktisadi karar birimlerinden gelen bir “para talebi ”ni karşılamak amacıyla yaratılmaktadır. Bu tür paranın karşılığı, para yaratımında bulunan birimlerin (bankalar, Hazine, TC Merkez bankası) ellerindeki, çeşitli iktisadi karar birimlerine ait alacaklardır. Para talebinde bulunanlar arasında, önce, talepleri karşılığında döviz getiren yabancı iktisadi birimler sayılabilir; bunları, giderlerini karşılamak için bankalardan ödünç para ve avanslar alan devlet izler; son olarak da, ekonomik etkinliklerini finanse etmek için istikrazda bulunan işletmeler ve kişiler gelir.

Bankalar en önemli para yaratımcılarıdır. Banka tarafından verilen kredi, onun bilançosunun aktifinde yer alır ve pasifteki karşılığı da müşteri disponibilitelerinde bir artışla dengelenir. Banka para yaratımını sınırlı tutmak zorundadır, çünkü kredilerden yararlananların hesapları mutlaka kredi veren bankada değil, başka bankada da olabilir. Banka, mevduatı artmadığı takdirde, kredi vermeyi sınırsızca sürdüremez. Bankaların para yaratımını engelleyen ikinci bir sınır da yaratılan paradan kaynaklanan bir bölüm mevduatın kâğıt paraya dönüşmesi ve böylece banka sistemi mevduatından merkez bankası parasına doğru bir kaçış olmasıdır. Bununla birlikte, bütünüyle ele alındığında sistem dengeli bir durum gösterir: bankaların nakit durumları, para piyasası aracılığıyla birbirini karşılar; faiz oranı, piyasada uygulanan fiyattır ve banka sisteminin para gereksinimlerini dile getirir. Merkez bankası, likiditeyi artırmak ve bankaların nakit durumlannı kolaylaştırmak için ya da tersine, dolaşımdaki paranın hacmini daraltmak amacıyla piyasaya müdahale yetkisini elinde bulundurur. Merkez bankası, faiz oranı üzerinde etkili olabileceği gibi, dolaşımdaki para miktarı üzerinde de etkili olabilir.

Paranın doğası


Bazıları parayı, değeri “bonitas intrinseca"sından kaynaklanan bir meta saydılar. Başka bazı iktisatçılar ise onu, değerini genel uyuşmadan alan hukuksal bir senet ya da bir işaret, bir simge olarak gördüler. Günümüzde paranın açıklanmasıyla ilgili araştırmalar, daha çok, paranın miktarıyla fiyat hareketleri ve genel iktisadi etkinlik arasındaki ilişkiler üzerinde toplanmaktadır.

1. Klasik ve yeniklasik çözümleme’ye (XVIII. yy. sonu - XIX. yy.)
göre (Cambridge okulunu [i. Fisher, A. C. Pigou] da buna katabiliriz) para “nötr"dür; ancak değişimleri kolaylaştıran bir "örtü”, bir değer biçme ve basit bir ödeme aracı olarak iş görür Bu kuram, mahreçler yasasına dayanır.
Buna karşılık, paranın fiyatlar genel düzeyi üstünde etkisi vardır. Gerçekten de, en basit biçimiyle irving Fisher tarafından formülleştirilen (MV=PT) niceliksel para kuramına göre (genellikle Jean Bodin [1568] bu kuramın babası olarak gösterilir), banka sistemince piyasaya sunulan ve belli bir sabit hızla (V) [her birim paranın bir yıl içindeki kullanılış sayısı] dolaştığı varsayılan para miktan (bu para stoku [M], egzojen, yani para otoritelerince kararlaştırılmış sayılır), fiyatlar genel düzeyinde (P) aynı oranda bir yükselişe yol açar; çünkü işlemlerin hacmi (T), tam istihdam durumunda, para etkenlerinden bağımsız olarak belirlenen bir veridir.
A. Marshall'i izleyen Cambridge okulundan iktisatçılar (A. C. Pigou), parayla fiyat arasında bir ilişkinin varlığını da ileri sürdüler, ama bu ilişki iktisadi karar birimlerinden gelen para ankesleri talebi kavramına dayanıyordu.

2. Keynesçi kuram (1936),
zamanı, yani belirsizliği de işin içine sokarak paranın kendi kendisi için istendiğini ve likiditesinden gelme kendine özgü bir yararı olduğu fikrini ileri sürdü (para böylece nötr olmaktan çıkıyordu). Dolayısıyla, geleceğin taşıdığı risklerin tahmini ne kadar zorsa, "likidite tercihi" (Keynes para talebine bu adı veriyordu) o kadar güçlü olur. Bunun için, iktisadi birey, bu likiditeyi elden çıkarmak için, belirsizliğin büyüklüğü ölçüsünde yüksek bir faiz oranı talep edecektir. Keynesçi kuram, para talebini üç ayrı nedene dayandırır: muamele güdüsü, ihtiyat güdüsü ve spekülasyon güdüsü (aynı zamanda hem faiz oranına hem de iktisadi karar birimlerinin öngörülerine bağlıdır).
Bu para talebi istikrarsız bir taleptir ve motor rolü oynar; para arzı ise, keynesçi kuramda, kendini para talebine uydurur. Buna göre, para stoku, önceki kuramlardan farklı olarak burada endojen karakterdedir. Öte yandan James Tobin, karar birimlerinin, riske girmek istemedikleri takdirde, portföylerini çeşitlendirdiklerini, yani aynı zamanda hem para hem de kıymetli evrak bulundurduklarını gösterdi (1958).

3. Monetarist kuram
adı verilen ve özellikle Milton Friedman (1956) tarafından temsil edilen Çağdaş yeniklasik çözümleme, niceliksel para kuramını yeniden ele aldı. Salt parasal enflasyon tezi ile para stokunun egzojenliği tezini benimsemekle birlikte, monetaristler, para talebi hareketiyle öteki iktisadi olaylar arasında bir bağlantı olduğunu göstermeye çalıştılar. Çünkü, iktisadi karar birimlerinin ellerinde bulundurdukları para ankeslerindeki egzojen bir artış, kıymetli evrak (hisse senetleri ve tahviller) alımlarıyla mal ve hizmet alımlarını özendirmekte ve böylece bir talep canlanmasına, ama aynı zamanda fiyatların yükselmesi tehlikesine yol açmaktaydı.
Bu görüş açısından bakıldığında, parasal dürtülerin "gerçek" kesime geçişi, faiz oranlan aracılığıyla değil, mal varlığı aracılığıyla olur. Ayrıca, para talebi bu kuramda istikrarlı (faiz oranlarına göre hafifçe esnek) olarak düşünülmüştür, çünkü sürekli gelir adı verilen ve uzun bir dönemi kapsadığı varsayılan bir gelir temeline dayandırılmıştır.

Para politikası


Keynesçilere göre para politikası ikinci derecede bir önem taşır. Bunun için keynesçiler bütçe politikasını ona yeğ tutarlar. Nitekim keynesçilikte, paranın ekonominin gereklerine uymakla yükümlü olduğu düşünülür ve onun yalnızca, paranın fiyatı, yani faiz oranı aracılığıyla konjonktür üzerinde dolaylı bir etkisi olabileceği kabul edilir: para kitlesinin artırılmasıyla elde edilecek bir faiz oranı düşüşü, yatırımları hızlandırır ve çarpan etkisiyle ulusal geliri ve dolayısıyla istihdamı artırır (gerçek kesimle para kesimi arasındaki tek geçiş yolu faiz oranı değişikliğidir). Dolaşımdaki para miktarını kısıtlayıcı bir işlem, iktisadi etkinlikte gerilemeye yol açar.
Monetaristlere göre, para politikası, ekonominin düzenlenmesi konusunda belirleyici bir rol oynar. Bu politika, dolaşıma sunulan paranın miktarı aracılığıyla (monetaristlere göre para stoku doğrudan doğruya ve yalnızca para otoritelerine bağlıdır) en başta fiyatlar üzerinde etkili olur: para kitlesindeki genişleme, ulusal gelirdeki artışa uygun olmalıdır; para kitlesine düşük ve sabit bir yıllık artış temposu verilmelidir.
Hükümetler, para politikalarını yürütmek için çeşitli araçlar kullanırlar. Ekonominin likiditesi üzerinde etkili olmak için, Merkez bankası tarafından öteki bankalara uygulanan finansman yenilemeleri politikasına (öpen market politikası giderek senet reeskontu işlemlerinin yerini almaktadır), zorunlu rezervler politikasına ya da faiz oranları politikasına başvurulabilir. Para kitlesi karşılıkları üzerinde de etkili olunabilir. Bu etki, kredilerin denetlenmesi (faiz oranları, kredilerin Süresi genel çerçevelendirme vb), para değerinin ve dış durumun korunmasr (faiz oranları ayarlamaları, borçlanma politikası, kambiyo denetimleri vb.), bütçe "farklarının gözetilmesi ve finanse edilmesi yoluyla gerçekleştirilir.

Çift maden para sistemi


Kusursuz bir çift maden para sisteminde iki maden de ölçü ayarı olarak kullanılır, başka bir deyişle, serbest basım'dan (herhangi bir kişinin isteği üzerine külçe, madeni para haline getirilebilir) ve sınırsız bir ödeme gücünden yararlanılır (miktarı ne olursa olsun, bir borcun ödenmesinde gerek altın gerekse gümüş para kullanılabilir). Öte yandan, yasa, her iki tür para arasında sabit bir değişim ilişkisi öngörmektedir. Kusurlu ya da topal bir çift maden sisteminde (topal ölçek) ise, yalnız bir maden ölçü ayarıdır. Örneğin, sınırsız ödeme olanağı altın ve bazı gümüş paralar için tanınmış olsa bile serbest para basımı yalnız altınla sınırlıdır.
XIX. yy’ın ilk yarısında İtalya, Fransa, İsviçre, Belçika, Yunanistan, ispanya gibi birçok Avrupa ülkesinde çift maden para sistemi altın çağını yaşadı: her iki tür paranın ticari ve yasal ilişkilerinin yakınlığı nedeniyle sistem kolaylıkla işledi. 1848’de Kaliforniya'da ve 1851'de Avustralya'da altın madenlerinin bulunması, bu madenin pazarlarda bollaşmasına yol açtı. Dolayısıyla altın-gümüş ilişkisi gümüşten yana ağırlık kazandı ve Gresham yasası kurallarına göre "iyi para” durumunda olan gümüş dolaşımdan kalktı. Gümüşün ortadan kaybolmasını önlemek amacıyla, 1865'te, Fransa, Belçika, İtalya ve İsviçre arasında Latin para birliği'nin temeli oluşturuldu ve bir parasal anlaşma imzalandı 1868'de Yunanistan da bu anlaşmaya katıldı.
1870'ten başlayarak durum, altından yana döndü. Nevada'daki gümüş madenleri gümüş stoklarını bir hayli yüksek düzeye çıkardı. 1871'de, Almanya altın esasını kabul etti. Bu arada, ticari değer ilişkisi gümüşün aleyhine döndü, altından paralar aranır oldu ve bu kez de altın dolaşımdan kalkma durumuna girdi. Altına oranla gümüşün değer yitirmesi, çift maden para sistemi uygulayan devletlerin serbest gümüş para basımını yasaklamalarına yol açtı. Bu da çift maden para sisteminin sonu oldu.

1878'de, hükümetler için bile olsa, 5 franklık gümüş paranın serbest basımını durduran ikinci Latin para birliği anlaşması imzalandı; ancak, gümüş yine de sınırsız ödeme gücünü korudu. Böylece, tam çift maden para sistemi yerini topal çift maden sistemine bırakmış oldu. ABD'nin ön ayak olması sonucunda, uluslararası görüşmeler yoluyla altın-gümüş ilişkisinin saptanmasından ve uluslararası bir çift maden para sisteminin kurulmasından yana girişimler yapıldı. 1878,1881,1892 yıllarında bu amaçla toplanan konferanslar hiçbir sonuç alınmadan dağıldı. 1816'dan beri altın standardına sadık kalan İngiltere'den sonra birçok devlet daha bu uygulamaya katıldı: 1892'de Avusturya-Macaristan, 1893'te Hindistan, 1897'de Rusya ve Japonya, 1900'de Gold specie Standard ya da Gold Standard Act ile ABD.
Bu durumda, XIX. yy.'ın sonunda tek maden para sistemi zafere ulaştı. 1914'ten sonra bu tek ve çift maden para sistemlerinin yararlılık ve yararsızlıkları ile ilgili tartışmalar önemini yitirdi ve Birinci Dünya savaşı, madeni para saltanatına son verdi. 1927’de Latin para birliği dağıldı.
Kaynak: Büyük Larousse

SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
17 Şubat 2018       Mesaj #12
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Osmanlı devletinin kuruluşundan önce, Anadolu ve Yakındoğu'da kurulmuş olan türk devlet ve beyliklerinin hemen hepsinde hem altından hem de gümüşten sikke basılıyordu. O dönemlerde altın gümüşten çok daha değerli olduğu için sikkelerin ayar, vezin ve değerleri altına göre belirleniyordu, ilk osmanlı sikkesi ise, 1328'de Orhan Bey zamanında, % 90 ayarında 6 kıratlık (1 203 g) gümüş sikkeler olarak kestirilerek akça-i osmani (osmanlı akçesi) adıyla piyasaya sürüldü. OsmanlI akçesi için, Selçukluların ve özellikle de ilhanlılar'ın 6 kırat ağırlığındaki gümüş sikkeleri örnek alınmıştı. Akçe, "kuruş”un temel para birimi olarak alınmasına değin (1724), Osmanlı devleti ülkelerinde günlük alışverişlerde kullanılan esas sikke olarak kaldı. Eşya fiyatları, vergilerin tümü özellikle tımar, zeamet, has, vakıf topraklar üzerine konan öşürler ve resimler, memurların maaşları, askerlerin ulufeleri vb. akçe hesabıyla ödenirdi. Yani akçe hem nakitle yapılan ödemelerde kullanılan sikke hem de bu ödemelerde değer ölçme birimi olarak kullanılıyordu.

Sponsorlu Bağlantılar
Sonraları akçenin ayar ve vezninde birçok değişiklikler yapılmış, devletin mali durumu bozuldukça akçe ayarının indirilmesine gidilmiştir; akçe ayarının indirilmesine ilk kez Mehmet II (Fatih) döneminde başlandı; mali sıkıntı içinde olan devlet, askerlere verdiği gündelikleri doğrudan doğruya azaltmaktan çekindiği için, gündeliklerin miktarına dokunmadan akçelerin ağırlığını 6 kırattan 5 kırata düşürdü. Daha sonra askerin isyanı üzerine gündelikler 3 akçeden, 3,5 akçeye çıkarıldıysa da 5 kıratlık sikkeler dolaşımdan çekilmediği gibi 4,5 ve 4 kıratlık sikkeler de basıldı. Böylece, her yeni para basımında eski ve daha değerli akçeler dolaşımdan kaldırılıyor ve piyasaya eksik vezinli akçeler sürülüyordu Bayezit II döneminde (1481-1512) mali durum daha da bozulunca yeniden akçe tahsisine gidilerek, 160 yıldan beri % 90 olan akçe ayarı da % 85'e düşürüldü. Bundan sonra da akçe ağırlığının indirilmesi sürdürülerek, Murat İli döneminde (1574-1595) üç kırata, Murat IV döneminde (1623-1640) 11/4 kırata düşürüldü. Bu arada, akçenin değeri düştükçe, yabancı sikkelere karşı bir talep başladı, bu ise, avrupalı tüccarların kendi ülkelerinden daha ucuza aldıkları sikkeleri osmanlı topraklarında daha pahalıya satarak kolay bir kazanç yolu bulmalarını sağladı. XVII. yy. ortalarına doğru yabancı paralar (riyal, esedi [Hollanda] kuruşu, zolota vb.) osmanlı piyasasında geniş ölçüde yayılmaya başladı.

Bu işte önemli kârlılıkların ortaya çıkması üzerine yavaş yavaş bu paraların yerine kalp paralar bastırılarak osmanlı topraklarına getiriliyordu. Osmanlılar'ın “sümn" adını verdikleri bu kalp paralar 1667'de en çok kullanılan para oldu. Birçok sarraf devlet memurlarıyla anlaşarak hâzineden değerli gümüş paraları alıp kalp paralarla değiştirmeye başladı. Böylece osmanlı ülkesine 1656'dan 1669'a kadar 13 yıl boyunca büyük bir kalp para akını sürdü. 1669'da kalp paraların ülkeye girmesi yasaklandı; elinde sümn bulunan herkesin bunları hâzineye teslim etmesi için ferman çıktı. Ancak, bunlara pek düşük olan gerçek değeri kadar tazminat verildiği için halk büyük zarar gördü. Kalp para girişi yasaklandıktan sonra kalp para kaçakçılığı başladı ve bu durum XIX. yy.'a kadar sürdü. Öte yandan, osmanlı ülkesi genişledikçe, çeşitli yerlerde yeni darphaneler Ahmet lll’ün "Onluk Eşrefi” kuruluyor, biçimleri ve vezinleri birbirinden altın parası farklı sayıda akçe bastırılıyordu. Çeşitli değer ve nitelikteki bu sikkelerin kullanımı ise önemli güçlükler doğuruyordu. Ayrıca, para ayarının sürekli olarak indirilmesi, ülkeye giren yabancı malların fiyatlarını yükseltiyor ve bu da yerli malların fiyatlarını etkileyerek genel bir pahalılığa yol açıyordu. Hiçbir köklü önlem alı- namayışı yüzünden ülke ekonomisindeki bu olumsuz gidiş sürerek Mahmut II dönemine gelindiğinde (1806-1839) ilk kuruluşunda 6 kırat olan akçe 1/2 kırata kadar inmişti. Nihayet 1820’de akçe basımına son verildi. Mahmut II döneminde, Yeniçeri ocağı’nın kaldırılması, Nizamicedir in kuruluşu ve çeşitli savaşlar yüzünden bozulan devlet mâliyesini düzeltmek, bazı yenilikler yapmak amacıyla çok sayıda metal sikkenin dolaşıma sokulmasının yanında bunların taklitlerinin de yapılması bu tür sikkelerin sayısını daha da artırmıştı. Dönemin sonuna gelindiğinde OsmanlI devletinde yalnız gümüş paraların sayısı 35 türdü.

Altın sikkeler


OsmanlI devletinde ilk altın sikke Fatih döneminde basıldı (1477). döneme kadar dolaşımda yabancı altın paraları kullanılıyordu. Bunlar arasında florin adı verilen venedik dukası altın parası resmen kabul edilerek üzerlerine "sah" damgası basılmış ve bütün ödemelerde geçerli kılınmıştı, ilk osmanlı altın sikkesinin basımında venedik duka altınları esas alındı. Bu sikkelerin ayarları binde 993 ve vezinleri de bir dirhem 1 kırat ve 2 1/2 buğdaydı. Osmanlı altınları aynı ayar ve ağırlığı sürdürerek yüzyıl kadar dolaşımda kalmış ve ayarları çok yüksek olduğu için bunlara iki yüzyıl sonra "yaldız altın" adı verilmiştir. Ahmet III zamanında 1 000 ayarlı bir altın sikke daha basıldı. Ancak, bundan sonra altın paraların ayarı ve ağırlıkları değişerek Mahmut II ve Abdülmecit zamanlarında basılan altın paraların ayarı 830 ve 800'e düşürüldü. 1807 ile 1839 yılları arasında basılmış olan altın paraların biçimlerine, basıldıkları yerlere vb. göre çeşitli adları ve ayar ile ağırlıkları vardı. Başlangıçta osmanlı altını 100 kuruştan, gümüş mecidiye 20 kuruştan ve altın-gümüş 1/16 oranı üzerinden hesaplanıyordu. Ancak, daha sonra gümüşün altın karşısında değer kaybetmesi, altın paraların ağırlık ve ayarlarını da etkilemiş ve hükümet gümüşün değerinin düşmesi ile birlikte altın paraların ayar ve ağırlıklarını da değiştirmek ve her altının ne kadar gümüş kuruş edeceğini saptamak zorunda kalmıştı. Buna rağmen piyasada altın ve gümüş sikkeler arasında bir fark oluşmasının önüne geçilemedi.

Ayrıca yeni paralar çıkarılırken eski paraların dolaşımdan kaldırılmaması piyasada çürük para sağ para sorununu çıkardı. Bunun üzerine, 1844 yılından başlayarak altın para sorunu daha ciddi bir biçimde ele alındı. Nitekim, 1846'da kurulan İstanbul bankası dış ödemeler için altın karşılığı poliçe işlemlerine girişince hükümetten altın paraların bir düzene sokulmasını istedi ve hükümetin yayımladığı bir tarifeyle para darbı artık devlet tekeline verildi. Bu tarihe kadar Anadolu’da ve imparatorluğun altına ve gümüş elde edilen çeşitli yörelerinde basılan altın ve gümüş paralar, bu tarihten sonra yalnızca İstanbul darphanesinde basılmaya başlandı. Paranın değeri onluk (desimal) sisteme çevrildi ve altın, gümüş paralar yanında öteki metal paralar da çıkarıldı. Altın paralar beşibiryerde, ikibuçukluk, yüzlük ve yarım liralık olarak bastırıldı. Ayrıca 1, 2, 5, 10 ve 20 kuruşluk gümüş paralarla 5, 10, 20 paralık nikel ve bronz paralar vardı. 1873'te altın sikkenin gümüş sikke karşılığı 101,5 kuruş, 1879’da 107 kuruş ve yıl sonunda 108 kuruşa kadar çıktı. Bunun üzerine, devlet, gümüş para basımını durdurdu ve çıkartılan bir kararnameyle altın lira para birimi olarak kabul edildi; bir altın liranın gümüş para ile 100 kuruş olduğu belirtildi. Ayrıca halkın devlete yapacağı ödemelerde gümüş paralar da kabul edilmeye başlandı. Ancak, piyasada bir altın liranın karşılığı 100 gümüş kuruştan fazla değerde işlem gördüğü için halk ödemelerini, yalnızca, piyasadan daha ucuza topladığı gümüş paralarla yapmaya başladı. Bu durum 1909'a kadar sürdü ve altın para gümüş mecidiye karşısında zaman zaman % 5'e varan bir prim yaptı. 1909'da bir altın liranın, devlete gümüş para olarak ödenmesinde 202,60 kuruşun esas alınmasına karar verildi.

Kâğıt para


Mahmut II döneminin sonunda paranın değerinin iyice düşmesi alaşımı düşük para çıkarılmasını ve halkın son derece yoksullaşması yeni vergiler konmasını olanaksız hale getirmesi üzerine hükümet kâğıt para basmaya karar vererek OsmanlI devletinin ilk kâğıt parası (kaime) 1839'da basılarak dolaşıma çıkarıldı. "Kaime-i mutebere-i nakdiye" adıyla çıkartılan bu paraya 8 yıllık süre sonunda % 8 faizle ödeme güvencesi verildi. ilk kez 32 000 kese tutarında en çok 500, en az 10 kuruşluk olarak çıkarılan paraların numaralanmamış olması, biçim ve yazılarının (el yazısı) çok sade olması kısa sürede sahtelerinin yapılmasına yol açtı. Hükümet, bunun üzerine, basılmış (matbu) kâğıt para çıkardı, ne var ki bu önlem de sahte para basımını önleyemedi. Ayrıca eski paraların da piyasadan çekilmemesi önemli ölçüde bir karmaşa yarattı. İkinci kez para basımında 48 000 kese (50,100 ve 250 kuruşluklar biçiminde) daha dolaşıma sürüldü. Üçüncü seri kâğıt para 1840'ta 50, 100, 250, 500 ve 1 000 kuruşluk olarak basıldı. Bu arada hükümet kâğıt para miktarı arttıkça faiz oranını düşürüyordu (faiz oranı % 8’den % 3'e indi). Kâğıt paraların numarasız olması hükümetin piyasaya istediği kadar para sürebilmesini kolaylaştırıyordu. Böylece, dolaşımdaki para miktarı önemli ölçüde arttı. 1852'de, öncekilerden daha küçük birimde kâğıt paralar basıldı. Önce 20, sonra 10 kuruş olarak basılan bu paralar çabuk eskiyor, kolay taklit edilebiliyordu. Kırım savaşı (1853-1856) nedeniyle çıkartılan kâğıt para yalnızca İstanbul'da değil ordunun bulunduğu yerlerde de kullanıldığı için “ordu kaimesi” adıyla tanındı. 1860'ta kâğıt para miktarı 1,1 milyar kuruşu bulmuştu. Bu paralar karşılıksız basıldığı için değerini hızla yitirdi. Hükümet, taşıyanlara % 40’ını nakit, kalanını bonoyla ödeyerek bu paraları dolaşımdan kaldırdı. 1863'te kâğıt para basma yetkisi OsmanlI bankası'na (Bank-ı osmani-i şahane) verildi. Bu bankanın çıkarttığı paralar daha çok İstanbul’da kullanıldı, genel bir kabul görmedi. Osmanlı bankası’nın 1914'e kadar bastığı kâğıt paralar ancak 1,27 milyar kuruştu. 1914'te “Tecil-i düyunu kanunu muvakkati” adıyla çıkartılan bir yasayla bankalardaki vadeli ve vadesiz mevduat da içinde olmak üzere bütün borç ve taahhütlerin vadeleri bir ay süreyle ertelendi. Bu durumda bankalardan para çekilmesi önlenmiş oluyordu.

Bu yasanın hemen ardından çıkarılan bir yasayla da OsmanlI bankası'nın çıkarmış olduğu banknotlar karşılığında altın ödemek taahhüdü kaldırıldı ve bankanın kâğıt paralarına sürüm zorunluğu getirildi; birkaç ay sonra altın dışalımı yasaklandı. 1915'te hızla artan devlet giderlerini karşılamak üzere Almanya ve Avusturya hükümetlerinden 150 milyar frank tutarında borç alınarak, bu para Düyunu umumiye yönetimine verildi, karşılığında "birinci tertip evrak-ı nakdiye” adıyla 6 583 094 liralık kâğıt para çıkartıldı. Bu paranın %100 altın karşılıklı olması ve Düyunu umumiye'nin savaş sonunda taşıyıcılarına altın ödemeyi taahhüt etmesi nedeniyle piyasada altın lirayla eşdeğerde işlem gördü. Savaş giderlerinin sürekli artması üzerine yeniden kâğıt para çıkarılmasına karar verildi. Yapılan bir anlaşmayla bu paranın karşılığı olarak alman hazine bonoları kullanıldı. Anlaşmaya göre Almanya, savaşın bitiminden bir yıl sonra karşılığını altın parayla ödeyeceği hazine bonosu vermeyi kabul ediyordu. Bu para Düyunu umumiye’ye yatırılarak karşılığında 6 milyon lira tutarında "ikinci tertip evrak-ı nakdiye” çıkarıldı. Ancak, halkın bu paraya gösterdiği güvensizlik yüzünden altın parayla kâğıt lira arasında değer farkı belirmeye, ödemelerde kâğıt para kullanılmaya, altın para giderek azalmaya ve piyasadan çekilmeye başladı. Onu gümüş mecidiyeler izledi. Bu arada halk kâğıt paralarını metal paralarla bozdurmak istemediğinden bozuk para sıkıntısı baş gösterdi. Buna çözüm olarak çıkartılan bir yasayla 1 ve 5 liralık kâğıt paralar ortadan ikiye bölünerek her biri yarım ve ikibuçuk lira değerle dolaşıma sürüldü, ancak bu da yetmeyince, 1916’da, Düyunu umumiye yönetimiyle anlaşarak çeyrek liralık kâğıt paralar çıkartıldı. Daha sonra bunlar da ikiye bölünerek piyasaya sürüldü. Ama bu önlem de bozuk para sorununa bir çözüm getiremedi, iyice karmaşık bir duruma giren osmanlı para sistemini düzeltebilmek için daha köklü önlemler alınması gerekiyordu. Bu nedenle 8 nisan 1916’da "Tevhid-i meskûkât kanunu” çıkarılarak 1 liranın 100 kuruşa eşit olduğu kabul edildi. Yasaya göre, Osmanlı devleti sikkede altını değer ölçüsü olarak kabul etti; çeşitli sikkelerin ağırlık ve ayarları belirlendi; metal paralardan yalnız gümüş, altın ve nikel paraların dolaşımı serbest bırakıldı ve ülkenin çeşitli yörelerindeki farklı para rayiçleri kaldırıldı. Yasa çıkınca yine Almanya’dan alınan hazine bonosu karşılığında 11 700 400 liralık “üçüncü tertip evrak-ı nakdiye” çıkarıldı. Bunun 1,5 milyon lirası 5 ve 20 kuruşluk olarak basılmıştı. Halk metal paraları toplayıp ödemelerini kâğıt parayla yaptığı için bu paralar da bozuk para sıkıntısını gidermeye yetmeyince, piyasaya 1 ve 2,5 kuruşluk kâğıt paralar ve para işlevi gören 5 ve 10 kuruşluk posta pullan çıkarıldı. Bundan sonra metal paralar tümüyle piyasadan çekildi ve zorunlu olarak kâğıt para sistemine geçildi.

1915-1918 yılları arasında yedi tertipte toplam değeri 192 414 914 lira olan kâğıt para basılmış, bunun 161 018 633 lirası piyasaya sürülmüştü. Daha sonra 2 090 100 lira piyasadan çekilerek altınla değiştirildi. Böylece, sürümde 158 728 533 lira kaldı. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda sürümde bulunan kâğıt para miktarı bu kadardı. Cumhuriyet hükümetine devredilen bu paralar tümüyle karşılıksızdı ve altına oranla değeri sürekli düşüyordu. Bunun yanında, piyasadaki bozuk para kıtlığı ve kâğıt paraların aşırı yıpranmış olması da derhal önlem alınmasını gerektiriyordu. 1924 ve 1925 yıllarında çıkartılan iki yasayla 25 kuruşa kadar çeşitli değerde kâğıt paralarla para yerine kullanılan pulların metal paralarla değiştirilmesi ve 5 milyon liralık yüz paralık ve 5,10, 25 kuruşluk basılması kararlaştırıldı ve böylece dolaşımda büyük zorluklara neden olan küçük değerdeki kâğıt paralar ortadan kaldırıldı. Geriye kalan 153 748 563 liralık evrak-ı nakdiye ise yeni çıkartılan kâğıt paralarla değiştirildi. 1929’da çıkartılan bir yasayla dolaşımdaki kâğıt para miktarı 5 milyon lira artırılarak yeniden 158 748 563 liraya yükseltildi. 1930’da, 1715 sayılı yasayla Türkiye Cumhuriyet merkez bankası kurularak dolaşımdaki kâğıt paralar bu bankaya devredildi. Banka bunları kendi banknotlarıyla değiştirdi ve kendi yasasında belirtilen koşullar altında para çıkarmaya başladı.

—Nümism. Çok erken dönemde başlayan değiştokuşları gerçekleştirebilmek için bir değer ölçüsü gerekti. Erken çağlarda, metaller, işlenmiş parçalar (kazan, sacayak, şiş, bel) ya da külçeler şeklinde bu işte kullanıldı. Dar anlamda, para her zaman aynı ağırlıkta olan ve piyasaya süren yetkili merciin güvencesini taşıyan metal külçedir. Aynı ağırlıkta parçalar biçiminde metal birimlerin üretilmesi düşüncesi, İ.Ö. VII.-VI. yy.’larda Çin’de, Hindistan’da ve Küçük Asya'da ortaya çıktı. Para, bu üç bölgeden dünyaya yayılarak evrensel bir kullanıma kavuştu.
Çin paraları bakır ya da dökme bronzdandı; yuvarlak biçimli olan bu parçaların ortalarında kare bir delik, onun çevresinde de bir yazı bulunurdu. Alt ve üst katları olmayan tek bir birim olarak piyasaya sürülen bu paraların istikran sürekliliklerini de sağladı: bir XII. yy. parası XIX. yy.'da hâlâ kullanılabiliyordu. Bununla birlikte, daha eski bir değiştokuş aracı olan deniz kabuğu (cauris) kullanımı, XIV. yy.’a kadar metal para kullanımıyla birlikte sürdü; zaman zaman mal değişimine de dönüldü.

Hindistan’da altın, gümüş ve bakır paralar basıldı. Bunlar genellikle kare ya da dörtgen biçimindeydi.
Batı’da para kullanımı konusundaysa, arkeolojik alandaki buluntular, paranın Lydia’da ortaya çıkmış olduğunu öne süren geleneği (Herodotos) doğruladı, ilk paralar elektrumdandı (altınla gümüşün doğal alaşımı). Kral Karun'un Lydia’da kurduğu çift metal altın/gümüş sistemi, ardılları Ahemeniler tarafından sürdürüldü. Dara’nın altın dareikos'ları ve gümüş sikfos’lan İskender’in istilalarına kadar kullanıldı. Küçük Asya’daki bazı yunan siteleri de elektrum ve gümüşten para bastılar. Yunanistan’da ilk gümüş paranın İ.Ö. VI. yy.’da Aighina’da ortaya çıktığı sanılır. Büyük bir olasılıkla, Atina, Korinthos, Makedonya, Trakya, Güney İtalya (Sybaris, Crotona, Metaponto) ve Sicilya’da da (Naksos, Agrigento, Siracusa) aynı dönemde gümüş para kullanılıyordu, ilk para basan siteler özgün bir ağırlık ölçüsü biriminden yararlandılar; sitelerin kolonilerinde de yayılan bu ölçü biriminin kullanıldığı coğrafi alanlar, siyasal ve ticari ilişkilerce belirlendi. Örneğin Aighina staterler’i, Peloponisos, Boiotia ve Ege adalarında da kullanıldı; trakya-makedonya ölçüsünün Fenike'de karşılığı vardı; akha ölçüsü denen birim Güney İtalya’da ağır basıyordu. İ.Ö. V. yy.'da Ege’ye egemen olan Atina, ağırlığı attike ölçüsüne göre saptanmış kendi tetradrakhmon ve drahmi'sini yaydı. Başlangıçtan itibaren attike ölçüsünü benimseyen Siracusa, para basımının ilk yıllarında Kartaca'yı etkiledi. Ağırlıkların ve birimlerin çeşitliliğinin yanı sıra siteler paralarında çeşitli tiplerden yararlanıyorlardı. Her site parasını kendi amblemiyle süslüyor, böylece parayı hangi kentin bastığı anlaşılıyordu; ayrıca, bu amblemler çoğu kez paraya adını da verirdi (Korinthos’un tayları, Atina'nın baykuşları, Aighina'nın kaplumbağaları). Yaklaşık 500 kral ya da hükümdarın ve 1 400’e yakın yunan kentinin para bastığı bilinir. Makedonya kralı İskender, Athena ile Zafer’in yer aldığı staterler, Herakles ve Zeus’un yer aldığı gümüş tetradrakhmonlarla attike ölçüsünü tüm imparatorluğa yaydı. İskender’in ölümünden az sonra, ardıllarının portreleri paraların üzerinde yer aldı. Böylece, para üzerinde portre sanatı Hellenistik dönemde başladı ve gelişti.

Galya'da bağımsızlık döneminde (İ.Ö. III,-I. yy.) basılan paralar kökenlerini doğrudan yunan paralarından alır. Loire’ın kuzeyinde genellikle Makedonya kralı Philippos ll'nin altın staterlerinden türemiş olan paralara rastlanır; güneydeyse tersine Emporion, Rhoda (ispanya), Massalia gibi bazı yunan kolonilerinin gümüş sikkelerinden esinlenmiş paralar yaygındı. Bazı Galya halkları, dökme yöntemiyle yapılmış küçük paralar da kullanıyorlardı.

İ.Ö. IV. yy.'ın sonuna doğru İtalya'da bazı halklar, en az bir Roma livresi (yaklş. 329 g) ağırlığında ve dikdörtgen prizma biçiminde bronz külçeler (aes) döktüler. Ardından İ.Ö. III. yy.’da dökme, ağır bir para olan as" ve bunun basılmış alt birimleri ortaya çıktı. Güney İtalya'da kullanılan yunan paralarından esinlenen ilk gümüş paralar didrahmi'lerdir; daha sonra büyük bir olasılıkla İ.Ö. 211'den itibaren, denarius’iar kullanılmaya başladı. Altın para çok ender olarak ivedi gereksinim durumunda basılırdı. Paraların üzerindeki figürler çok çeşitliydi (ataların, kahramanların, tanrıların portreleri; çeşitli simgeler). Paraları, hayatta olan siyasal önderlerin portreleriyle süsleme uygulamasını ölümünden kısa bir süre önce Sezar başlattı; bu tür portreler daha sonra imparatorluk ikonografisinde en sık rastlanan tema durumuna geldi.

imparatorlukla birlikte Augustus altın/gümüş (aureus ve denarius) çift metal sistemini başlattı. Küçük para birimleri bronzdan, daha sonra orichalcumdan (sestertius, dupondius) ve bakırdan (as) basılırdı, imparatorluğa yayılmış atölyelerde basılan paralar bol miktardaydı ve üzerlerindeki figürlerle imparatorluğun propagandasına hizmet ederlerdi: hüküm süren imparatorların portreleri, hükümdarların yaptıkları işleri anlatan alegorik konular. Gümüş para enflasyonu İ.S. III. yy.'ın sonunda para sisteminin çökmesine yol açtı. Constantinus’un gerçekleştirdiği reformlar, altın solidus (311), bronz nummus (318), gümüş miliarensis (324) ve bunların alt birimleriyle roma paracılığını yeniden düzenledi. Bu sistem Batı Roma imparatorluğu’nun, V. yy.'ın sonunda çöküşüne değin ayakta kaldı.
Germen istilalarından sonra imparatorluk paralarından geriye yalnızca altın solidus ve alt birimleri semissis (yarım) ve tremissis (üçte bir) ile en küçük bronz para olan nummus kaldı. Bu dönemde iki değişik para basımı birbirinden farklılaşmaya başladı: biri, Bizans imparatorluğu'nun çekirdeği olan yunanca konuşulan doğu eyaletlerinde, diğeri latince konuşulan batı eyaletlerinde. Doğu Roma imparatorluğu Constantinus’un kurduğu para sistemini tümüyle dışlamadı. VI. yy.'ın başında altın solidus ve bronz follis'in kullanımı yerleşti; bir süre sonra bunlara gümüş nomisma da eklendi. Hıristiyan simgelerinin (haç, İsa, azizler) kullanılmaya başlanmasıyla para ikonografisinde bir yenilenme görüldü.

Müslüman paraları VII. yy.’da Bizans aracılığıyla antik sistemi örnek aldı. Dinar altın solidustan, fels bronz follisten, dirhem de gümüş drahmiden geliyordu, ilk zamanlar müslüman paralarının üzerinde
yer alan figürler bizans paralarındakilerin aynıydı; bunlara paranın basıldığı atölyeyi gösteren birkaç arap harfi eklenmişti. 696'da emevi halifesi Abdülmelik’in gerçekleştirdiği reformdan sonra müslüman para sistemi kendi özelliklerine kavuşmaya başladı. Bu paraların çevresinde dairesel bir yazı bulunur ve her iki yüzde zemin üzerinde dört satırlık dinsel bir metin yer alırdı.
Batı’da, roma paralarının kullanımı VII. yy.'ın ortasına değin sürdü. Bununla birlikte, VII. yy.'da yalnızca altın tremissis tedavüldeydi. Merkezi iktidarın zayıflaması para basma hakkının yayılmasına neden oldu: piskoposlar, mülk sahipleri, yerel birimler kendi paralarını bastılar. Merovenj döneminde Galya'da para basan 1 500 merkez vardı.

VIII. yy.'da Charlemagne, gerçekleştirdiği reformla, para basma hakkını denetim altına alarak paraya yeniden kamusal bir nitelik kazandırmaya çalıştı. Ayrıca, altın kullanımının yerine gümüş kullanımını getirdi: denarius 1/12 sou (solidus) ve 1/240 livre değerindeydi. Karolenj döneminin sonundan başlayarak feodal paralar, yani para basma hakkını Fransa kralıyla paylaşan büyük tımar sahiplerinin adına basılmış paralar ortaya çıktı. Denarius'un giderek değerini yitirmesi tüm Avrupa’da görülen bir olaydı. Örneğin, Almanya’da para o denli inceldi ki bir yüze basılan portreler öbür yüze de çıkıyordu (bractea türü tekyüzlü paralar), işlemleri kolaylaştırmak için 1222’de Venedik’te, gümüş denarius’un üst katı olan duka piyasaya sürüldü; duka, Fransa’da gros adını aldı. XIII. yy.'a kadar altın, biriktirilen ve ender bulunan bir maden olarak kaldı; Avrupa’ya, Bizans ve müslümanlar ile yapılan ticaret yoluyla geliyordu. Durum XIII. yy.’da değişti. 1231’de Güney İtalya’da (augustale), ardından 1252'de Floransa’da (florin), 1263’te Fransa'da (ekü), 1344'te de İngiltere’de (noble) yeni bir altın para sistemi ortaya çıktı.

XV. ve XVI. yy.’larda, büyük değişiklikler görüldü. Doğu'da ve Batı’da süren altın kıtlığı, daha ağır gümüş paraların kullanılmasına yol açtı. Bu yeni paralar rönesans anlayışının izlerini taşır: paraların üzerine portrelerin basılması bireye verilen yeni değeri ortaya koyar. (Bu anlayış, madalya oyma sanatında doruğuna ulaşmıştır.) Bu tür paralar Batı'da önce XV. yy.’da Kuzey İtalya’da (testone), ardından XVI. yy.’da Saksonya ve Bohemya'da (taler), İngiltere'de (kuron) ortaya çıktı. Amerika kıtasının maden açısından zenginliği,İspanyolların ağır paraları basmasını kolaylaştırdı. Yeni Dünya ve Avrupa'da kullanılan ve uluslararası ticarete egemen olan real, Mexico ve Potosfdeki atölyelerde basılıyordu. Aynı zamanda, değerinden çok kaybeden billonanın, küçük alt birimlerinin yerini, XIV. yy.'dan başlayarak İtalya'da, XVI. yy.'dan başlayarak da Fransa ve Hollanda’da kullanılan bakır paralar aldı.

Teknik bilginin gelişme göstermesi daha hızlı ve daha emin para basma olanakları yarattı. Antikçağ'dan beri metal paralar çekiçle dövülüyordu. XVI. yy.’da Almanya'da keşfedilen sikke presi Fransa' ya da girdi, ancak para basıcıların tepkisine hedef oldu. N. Briot ve J. Varin’in ısrarla yaptıkları denemeler sonucu bu yeni teknik Fransa’ya ancak XVII. yy.’da yerleşti (1643). Kâğıt para XVII. yy.’ın sonunda İngiltere'de ortaya çıktı: ilk banknotları 1694’te İngiltere Merkez bankası bastı. Aynı dönemde fransız hükümeti de kâğıt para kullanımını benimsedi.
Kaynak: Büyük Larousse

SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
17 Şubat 2018       Mesaj #13
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Para yapımı


aşağıdaki işlemleri içerir:
1. döküm. Hammaddeler, orta frekanslı in- düksiyonlu elektrik fırınlarında eritilir, yarı sürekli çalışan bir külçe döküm makinesinde uzun (yaklaşık 5 m) külçeler ya da levhalar halinde dökülür;
2. haddeleme. Kesme işlemiyle elde edilecek sikkelerin istenen ağırlıkta olması için, sikkeler birbirini izleyen hadde silindirleri arasından geçirilerek gerekli kalınlığa getirilir. Haddeleme işlemleri önce sıcakta, oksitlenmiş üst tabakanın frezelenmeşinden sonra da soğukta yapılır. Haddeleme işlemlerine zaman zaman ara verilerek sıcak haddede işlenirken meydana gelen şekil bozukluklarının giderilmesi için maden yeniden ısıtılır;
3. kesme. Şerit ya da levhalar, zımba ve matrislerden oluşan birçok aletle donatılmış preslerde kesilir. Kesme artıklarını oluşturan delikli şeritler, yeniden döküme gönderilir;
4. kordon çekme. Biri doğrusal ve alternatif hareket yapan, birbirine paralel iki takım ya da döner bir tamburla sabit bir yatak arasından pullan geçirmeye dayanan bu işlemin amacı, baskı sırasında arsatanın meydana gelmesi için madeni kenarlardan sıkıştırmaktır;
5. ikinci pişirme, parlatma. Pullar son bir pişirmeden geçirildikten sonra, pişirmeler sırasında meydana gelmiş oksitleri gidererek madenin yüzeyine parlak bir görünüm kazandıran özel bir işlem uygulanır;
6. baskı ya da darp. Kusurlu olanları ayırmak için son bir elemeden geçirilen pullar, baskı işleminden sonra işi bitmiş olarak çıkar.

Duruma göre, yapım evrelerinde çeşitli tamamlayıcı işlemler yer alır:

—altın ya da gümüş paraların ağırlığına tanınan tolerans çok az olduğundan, sikkelerin kalınlığı ayarlanırken bu tolerans sınırlarına kesin olarak uymak zordur; baskıdan önce, pullar otomatik terazilerde tartılır ve ağırlıkları düşük vezinle yüksek vezin arasında olanlar iyi, ağırlıkları tanınan tolerans sınırları dışında kalanlarsa ağır ve hafif olarak ayrılırlar.
—altın ve gümüş paraların ayar kontrolü, önce levhalar üzerinde, sonra basılmış paralar arasından alınan numuneler üzerinde yapılır.

Baskı takımı, iki vurmakalıpla bir bilezikten oluşur. Su verilmiş çelikten yapılan vurmakalıpların üzerinde, paranın yüzüne ve arkasına basılacak kabartıların oyuk şekilleri bulunur; bilezikse, yine su verilmiş çelikten yapılmış halka şeklinde bir parçadır; basılacak paranın çapına göre ayarlanmış ve kenarı yine basılacak para kenarının düz ya da yivli istenmesine göre, düz ya da yivli yapılmıştır. Vurmakalıp- lar, bileziğin içine sıkıca geçecek biçimde hazırlanmıştır; böylece, bileziğin içine iki kalıp arasına yerleştirilen pul, katı halde tam anlamıyla bir kalıplamadan geçer ve kenarlarıyla birlikte son biçimini alır. Kenarlarında kabartma yazılar bulunacak paralar için, bilezik üç parça halinde yapılır ve bir dış halkayla birleştirilen bu parçalar, paranın kalıptan çıkarılması sırasında birbirinden ayrılır. Buna kırık bilezik yöntemi denir Zamanımızda, bilezikli baskının uygulanmaya başlamasıyla para kenarlarının düzgün olması sağlanmış ve yasadışı "paraların kenarlarını tırtıklama” mesleği ortadan kaldırılmıştır.
Madalyaların basımı da aynı genel yöntemlerle bilezikli ya da bileziksiz olarak yapılır; bileziksiz baskıda kenarlar baskıdan sonra tornada biçimlendirilir. Madalya basımı genellikle birkaç kez presten geçirmeyi gerektirir. Her preslemeden sonra maden yeniden ısıtılır ve gerekirse temizlenir. ilke olarak, madalyalara yapay cila verilir. Plaketlerse, her zaman bileziksiz basılır ve kenarlan eğeyle düzeltilip şekillendirilir.

Aletlerin yapımı.


Modern baskı (darp yöntemlerinde, para ve madalyalar için vurmakalıplar, erkekkalıplar kullanılarak hazırlanır. Bu erkekkalıplarsa ya doğrudan doğruya çelik üzerine oyularak ya da daha genel bir uygulamayla, dökme demir, nikelli bakır ya da sert reçineden yapılmış büyük çapta modellere göre, makinede oyularak (indirgeme tornası) elde edilir. Bu modeller, bir sanatkâr tarafından gerçekleştirilen özgün bir yapıttan çıkarılır. Bir vurmakalıp “basmak” için, su verilmiş çelikten yapılmış olan ve elde edilmek istenen sikke ya da madalyanın kabartılarını taşıyan erkekkalıp, preste, usulünce hazırlanmış kızgın bir çelik parçası içine daldırılarak bu çelik parçasının erkekkalıbın şeklini oyuk olarak alması sağlanır. Daha sonra, bu çelik parçası, suverme ve menevişleme işlemlerinden geçirilir. Uygulamada, para basımında, ilk erkekkalıp (anatip), bir emniyet tedbiri olarak, matris yapımında kullanılır. Bu matrislerden, daldırma işlemine benzer işlemlerle başka erkekkalıplar, bunlardan da başka matrisler vb. elde edilir. Û"le ki, sikke preslerine takılan vurmakalıı arı aslında anatip erkekkalıpların üçüncı beşinci kuşaktan ürünlerinden oluşur.

Başlangıçta, para ve madalyaların vurmakalıpları, çelik üzerine doğrudan doğruya oyulmaktaydı. Buysa, özellikle para basımında, basılan paralar arasında farklılıklara yol açabiliyordu. Daha sonra, erkekkalıplar kullanılmaya başlandı. Şekil ve yazılar önce doğrudan doğruya bu erkek- kalıplar üstüne kazınıyordu; ama, bazen bu işin kısmen (örneğin yazılar) vurmakalıpları üstüne yapıldığı da oluyordu. XIX. yy.’ın ikinci yarısında mekanik indirgeme yöntemleri ortaya çıktı ve bu sayede, aynı tipten paralar arasında, yapım dönemlerinin süresi ne olursa olsun, tam bir özdeşlik sağlandı.

—Üluslarar.

Avrupa para sistemi.


Temmuz 1978'de Bremen'de ve aralık 1978'de Brüksel'de yapılan Avrupa konseyi toplantılarında kesin olarak kabul edilen bu sistem, 13 mart 1979 tarihinden başlayarak yürürlüğe girdi. Avrupa para sistemi, “para yılanr'nın yerine kurulmuştur. Bir Avrupa para birimi, yani Ekü (ECU [European Currency Unit]) bu sistemin temel öğesini oluşturur: söz konusu para biriminin değeri, çeşitli topluluk paralarının ağırlıklı olarak saptanan sabit tutarları toplamına eşittir. Ekü'nün bileşiminin belli aralıklarla gözden geçirilmesi öngörülmüştür. Her para bir "temel kur" aracılığıyla Ekü'ye bağlanır (bu "temel kur" ilerde Avrupa Para fonu tarafından bildirilecektir). Temel kurlar, sabit kambiyo oranları sisteminde Uluslararası para fonu'na bildirilen paritelere benzetilebilir. iki para arasında en yüksek dalgalanma farkı % 2,25 olarak saptanmıştır. (Ancak ispanya ve Portekiz için dalgalanma % 6'ya kadar varabilir.) Farklar büyüme tehlikesi gösterdiğinde, temel kurlar değiştirilebilir. Bu da, sözkonusu para için bir tür devalüasyon ya da revalüasyon demektir. En yüksek farkın % 75'i olarak saptanan bir “sapma eşiği”, ülkeleri, kur değişikliği son sınırına varmadan müdahale etmek gerektiği konusunda uyarır. Bu sistem, çok ya da az sapan bir paranın durumunu, “para ytlanı”na oranla daha kolayca saptama olanağını sağlamaktadır.

7 şubat 1992 tarihinde imzalanan Maastricht anlaşmasıyla, Avrupa para sisteminin (APS) tek paraya dönüştürülmesi öngörüldü. Yirmi yılı bulacak olan bu dönüşümün ilk on yılı (1979-1989) yukarıda anlatıldığı biçimde geçti. Maastrich anlaşmasının dayandığı Delors planı son on yıl için üç aşamalı bir geçiş süreci öngörmektedir. 1 temmuz 1990'da başlayan birinci aşamada mali serbesti, yani değişim kontrolünün kaldırılması sağlanacaktır. İkinci aşama 1 ocak 1994'te başlayacak, bir Avrupa para enstitüsü (APE) kurulacak ve bu enstitü Avrupa Merkez bankasfnın (AMB) çekirdeğini oluşturacaktır. Üçüncü aşamaya en erken ocak 1997’de, en geç ocak 1999’da girilecektir. Bu aşamada APE Avrupa Merkez bankası'na dönüşecek, başlangıçta AMB ulusal meclis bankalarıyla birlikte var olacak (rolleri giderek kısıtlanmak koşuluyla), geçiş sürecinde ulusal paralar da var olacak, ama sabit bir değişim oranı uygulanacaktır. Daha sonra ulusal paraların yerini Ekü alacaktır (ne var ki Ingiltere daha bu tek para anlaşmasını onaylamamıştır).

Uluslararası para sistemi.


İlk para sistemi XIX. yüzyılda kurulmuştur. Bu sistem. o tarihte uluslararası geçerliğe sahip tek para olan altına dayanıyordu: altın standardı sistemi. Aslında bu, Büyük Britanya tarafından merkezileştirilen ve denetlenen bir sterling standardı sistemiydi ve Birinci Dünya savaşı'ndan sonra ortadan kalktı. 1922'de iki sistemi içeren yeni bir para düzeni kabul edildi: altın külçe sistemi ve altın kambiyo sistemi. ABD ile Büyük Britanya’nın egemenliğindeki bu düzen, sistemin işleyişini bozan para bloklarının (altın, sterling, dolar) kurulmasını engelleyemedi.
ikinci Dünya savaşı'nın bitiminde, yeniden altın standardı sistemine ve paraların konvertibilitesine dönmenin olanaksız olduğu görüldü. Yalnızca ABD, ödemeler bilançosunun alacaklı durumda olması sayesinde, parasını çevrilebilir ve transfer edilebilir duruma getirebilirdi; merkez bankalarında pek az miktarda altın mevcudu bulunan Avrupa ülkelerinin böyle bir uygulamayı öngörmeleri olanaksızdı. Bu durumda, kalkınmaları bakımından ABD' ye bağımlı olan belli başlı Avrupa ülkeleri, doları altınla eşdeğerde bir ödeme aracı olarak kabul etmek zorunda kaldılar. Bretton Woods konferansıyla (temmuz 1944) yürürlüğe giren bu sistem, bir çeyrek yüzyıl boyunca, uygulamada doyurucu bir biçimde işledikten sonra, 1970’li yılların başında büyük bir hızla bozuldu.

1971’den sonra, doların bunalımı şiddetlenerek uluslararası para sisteminin iyi işlemediğini göstermeye başladı. Bu bozukluk, bir yandan iç (enflasyon, bütçe açığı), bir yandan da dış (rekabet gücünün kaybolması, Vietnam savaşı) güçlüklerden ileri gelmekteydi. 15 ağustos 1971'de, Başkan R. Nixon, doların, altına ve başka rezerv araçlarına konvertibilitesini durdurdu ve ABD'nin dışalımı üzerine % 10 oranında ek vergi koydu. AET üyesi allı ülke, Amerikalılar'a karşı ortak bir tutum belirleyemediler. 23 ağustosta, florin ve belçika frangı birlikte, alman markı ise tek başına dalgalanmaya bırakıldı, İtalyan liretiyle İngiliz lirasının dalgalanma marjları genişletildi; Paris ise, ikili bir kambiyo piyasası kurdu. Doların yakın bir gelecekte devalüe edilmesi olasılığı doğdu. 13 eylülde, Altılar, uluslararası para sisteminde bir reform planı önerdiler: dolar da içinde olmak üzere paralarda yeni bir düzenlemeye gidilecek, kambiyo oranlarının dalgalanma marjları genişletilecek, sabit paritelere dönülecek ve ulusal paraların yerine, rezerv aracı olarak, yavaş yavaş özel çekiş haklan konulacaktı.

18 aralık 1971 tarihli VVashington anlaşması, bunalımın birinci evresinin atlatılmasında bir aşama oluşturdu: doların, altına oranla değeri % 7,9'a düşürüldü ve altının resmi fiyatı ons başına 35 dolardan 38 dolara yükseltildi.
26-27 mart 1973'te, yirmiler grubuna (1972 eylülünde kurulan bu grup, Onlar grubu [Almanya Federal Cumhuriyeti, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda, İsveç, Büyük Britanya, ABD, Kanada ve Japonya], yani Fransa'nın ön ayak olmasıyla 1962'de kurulan belli başlı on sanayileşmiş ülkeyi içeren grup ile sonradan bunlara katılan öteki on ülkeden [Arjantin, Avustralya, Brezilya, Etyopya, Hindistan, Endonezya, Irak, Fas, Meksika, Zaire] oluşur ve İMF'ye para sistemi konusunda reform önerileri yapmakla görevlidir) üye ülkelerin maliye bakanları Washington’da toplanarak para sistemi reformunun hangi konuları kapsayacağını belirlemeyi başardılar. İstikrarlı ama ayarlanabilir kambiyo oranları ilkesi aynen korundu; bazı nesnel göstergeler, ilgili ülkelere ödemeler dengesini düzeltmek için önlem almak zorunda olduklarını, gerektiğinde, gösterecekti; bu göstergelerin tanımlanması işi bir uzmanlar grubuna verildi; özel çekiş hakları, yeni sistemin başlıca rezerv aracı durumuna getirildi; nihayet, Amerikan merkez bankası’ndan başka merkez bankalarında birikmiş dolar üzerinden alacakların konsolidasyonu olanaklarının incelenmesi kabul edildi.

Ocak 1976 0a. Jamaika anlaşmaları, uluslararası parasal ilişkileri, temelden değiştirerek istikrara kavuşturmaya çalıştı. Jamaika anlaşması' imzalayanlar, altının para olmaktan çıkarılmasını amaçlıyorlardı Bundan böyle, paraların belli bir miktar altın olarak tanımlanması yasaklanıyordu. Yeni sistem, rezerv aracı ve hesap parası niteliğindeki özel çekiş haklarına dayanıyordu. Özel çekiş hakkının belli bir miktar altınla tanımlanmasından vazgeçilerek, bunun yerine bir para "sepeti"ne göre değerlendirilmesi kabul edildi. Bununla birlikte, merkez bankaları, “başıboş” dalgalanmalar; durdurmak için müdahale yetkisine sahiptirler Uluslararası parasal ilişkiler, günümüzde, onlara göreli bir istikrar veren doların egemenliği altındadır. Aslında, temel sorunlara hiçbir gerçek çözüm getirilmemiştir.

Kaynak: Büyük Larousse
SİLENTİUM EST AURUM
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
17 Mart 2018       Mesaj #14
Avatarı yok
Yasaklı

Değiş-Tokuş Aracı Olarak Para!


Genel bir tarife göre para, alış-verişte değiş-tokuş aracıdır. Bu tarif daha da genişletilerek altın, gümüş, kağıt para ve çekler, banka havaleleri, mevduat, ticari senetler, ortaklık hisse senetleri ve tahviller gibi bir çok değeri içine alır.

Dar tarifiyle ise para, borçların ödenmesinde kullanılan, ödemenin sağlamlığı için 3. kişinin taahhüdüne veya ödemeyi yapanın ayrıca sorumluluğuna gerek duyulmayan değiş-tokuş aracıdır.

Para, bugünkü konumuna gelinceye dek çeşitli gelişme evrelerinden geçmiştir. Eskiden insanlar bir mala ihtiyaç olduğu zaman bunu elde etmek için karşılığında başka bir mal verirlerdi. Bu ilkel alış-veriş sisteminde yeni trampa sistemiyle alınıp verilen mallar arasında değer eşitsizliğini önlemek imkansızdı.

Alış-veriş alanları genişledikçe devletlerin biçim verip, üzerlerine değer veya başka bir işaret koydukları maden parçaları (bakır, bronz, altın parçaları, gümüş, sikkeler) ortaya çıkınca birçok zorluğun önüne geçilmiş oldu. Kısa bir süre sonra altın, bütün madenler arasında para olarak kullanılmaya en uygun maden olarak kabul edildi. 19. yüzyıldan itibaren de banknot (kağıt para) kullanılmaya başlandı.

Kaynak: AnaBritannica
teknikcisefa - avatarı
teknikcisefa
Kayıtlı Üye
22 Şubat 2020       Mesaj #15
teknikcisefa - avatarı
Kayıtlı Üye
Öncelikle paranın olmadığı dönemdeki sorunlara değinelim. Paranın yokluğunda takas sistemi kullanılıyordu. Bu sistem pek de adil değildi.

İnsanlar 1 kilo yiyecek ile çok değerli bir eşyayı takas edebiliyorlardı. Bu döviz kuru eksikliği neticesinde ekonomik olarak sorunlar yaşanıyordu. Paranın icadıyla oluşan bu denge, tüm dünyada kullanılmasını sağladı.

Parayı icat eden Lidyalılar, Sart Çayı (eskiden Paktalos Irmağı) kıyılarından altın çıkartarak ilk adımı attılar. Koyun postlarını dereye serip, tarayarak bu işlemi yapıyorlardı.

Bu yöntemle elde ettikleri altınları satmaya başladılar. Altın ise bu alışveriş sonucunda değer kazandı. Zamanla bu altınlar paraya dönüştü. Paranın bu şekilde doğması ve değer vaat etmesi ile Lidya Kralı Karun tarafından kabul edildi.

Bu olay ile birlikte para ilk kez bir devlet tarafından kabul görülüp garanti altına alınmış oldu. Karun ise dünyanın en zengin lideri olarak tarihe geçti. Buradan para tarihi hakkında diğer tüm bilgileri de öğrenebilirsiniz.

Benzer Konular

20 Nisan 2016 / Misafir Cevaplanmış
28 Kasım 2015 / VerSchL@GeN X-Sözlük
14 Temmuz 2018 / ThinkerBeLL Ekonomi