Arama

Friedrich Hegel

Güncelleme: 10 Aralık 2015 Gösterim: 52.034 Cevap: 9
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
7 Nisan 2006       Mesaj #1
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

Büyük bir sistem kurarak, Kant'ın imkansız olduğunu söylediği şeyi gerçekleştirmiş, yani rasyonel bir metafizik kurmuş olan ünlü Alman filozofu. 1770-1831 yılları arasında yaşamış olan Hegel'in temel eserleri: Phanomenologie des Geistes (Tinin Fenomenolojisi), Wissenschaft der Logik (Mantık Bilimi), Enzyklopadie der Philosophischen Wissenschaften im Grundrisse (Felsefi Bilimler Ansiklopedisi), Grundlinien der Philosophie des Rechts (Hukuk Felsefesinin İlkeleri).
Sponsorlu Bağlantılar

Metafiziği: Alman idealizminin kurucusu olan Kant, aklın kendisinin a priori kategorileri ve bilginin formlarını, kalıplarını sağladığı için, bilginin mümkün olduğunu söylemişti. O bilginin, bu a priori kalıplarının insandan, içeriğinin ise dış dünyadan, insanın dışındaki gerçeklikten geldiğini savunmuştu. Buna göre, insan zihni, bilgiye a priori, deneyden bağımsız olan formları, kategorileri sağlar, bu formların malzemesi, içeriği ise insandan bağımsızdır, dışarıdan gelir. Hegel, işte bu noktada bilginin formları kadar içeriğinin de zihnin eseri, ürünü olması gerektiğini savunur. Demek ki, bilginin tüm ögeleri zihnin eseridir.

Hegel'e göre, insan, bilgide kendisinin dışında olan, kendisinin yaratmadığı ve insandan bağımsız olan bir dünyayı tecrübe etmektedir. Bu doğal dünya bütünüyle zihnin eseridir, fakat biz insanların zihinlerinin eseri değildir; bilgimizin nesneleri bizim zihinlerimiz tarafından yaratılmamıştır. Bundan Hegel'e göre, şu sonuç çikar: Bu dünya, bu dünyayı meydana getiren ve bilgimizin konusu olan nesneler, sonlu bireyin, insanın zihninden başka bir zihnin eseri olmalıdır. Bilginin nesneleri ve dolayısıyla bütün bir evren mutlak bir öznenin, mutlak bir Zihin, Akıl ya da Tinin ürünüdür. Hegel'in Tin, Geist, İde, Mutlak, Mutlak Zihin adını verdiği bu tinsel varlık, tüm bireysel, sonlu insan ruhlarının dışındaki nesnel bir varlık olup, Tanrı'dan başka bir şey değildir. Hegel, Mutlak Zihnin, Geist'in özüne, insan aklı tarafından nüfuz edildiğine inanır, çünkü Mutlak Zihin, insan aklının işleyişinde olduğu kadar, doğada da açığa çikar.

Yani, Geist kendisini Hegel'e göre, doğada ve insan aklında ifade eder. Ona göre, gerçekliğin tümü yalnızca bir İde, Mutlak ya da Nesnel Akıl, bir Mutlak Tin aracılığıyla anlaşilabilir. Bu Mutlak Akıl, dünya tarihi boyunca bir evrim süreci içinde olmuştur. Mutlak Akıl aşkın, kendi kendisine yeten, kendi kendisinin mutlak olarak bilincinde olan, tam olarak bağımsız bir varlık olmaya çalismaktadir. Söz konusu evrim süreci, mutlak Aklın tam olarak rasyonel ve anlaşilır bir varlık haline gelme çabasidir.

Düşünce ile varlığın, mantık ile metafiziğin bir ve aynı gerçekliğin iki farklı yüzü olduğunu söyleyen Hegel'de Mutlak Zihin statik bir varlık değil, fakat dinamik bir süreçtir. Bu Mutlak Zihin, dünyadan ayrı bir varlık değil, fakat özel bir bakış açısından görüldüğünde, dünyadır. Hegel'in dinamik bir süreç olarak betimlediği bu mutlak varlık, onun diyalektik adını verdiği üçlü adımlardan oluşan hareketlerle değişir ve gelişir. İşte dünya, varlık, kültür ve uygarlık dediğimiz herşey, Mutlak Zihnin üçlü adımlarından oluşan diyalektik hareketlerinden meydana gelir. Evren, kendisinde mutlak Aklın amaçları ya da hedeflerinin gerçekleştiği bir evrim sürecidir.

Hegel'in bu anlayışı, teleolojik ya da organik bir anlayıştır. Evrimde en önemli şey, başlangıçta varolandan ziyade, sonuçta ortaya çikandir. Hakikat bütündedir, ama bütün yalnızca evrim süreci tamamlandığında gerçekleşir. Mutlak olan özü itibariyle bir sonuç, bir tamamlanmadır. Felsefe, buna göre, sonuçlarla ilgilenir; o, bir evrenin başka bir evreden nasıl zorunlu olarak çiktigini göstermek durumundadır. Bu hareket doğada ve hatta tarihte bilinçsiz olarak gerçekleşir. Hegel'e göre, düşünür bu sürecin bilincinde olabilir; o bu süreci betimleyebilir. Düşünür evrenin anlamını bildiği, evrensel dinamik aklın kategorilerini, işlemlerini yakaladığı zaman, en yüksek bilgi düzeyine yükselir. Filozofun zihnindeki kavramların diyalektik evrimi, dünyanın nesnel evrimiyle çakisi; öznel düşüncenin evrimi ve kategorileri, evrenin kategorileriyle bir ve aynıdır. Düşünce ve varlık özdestir.

Yöntem: Mutlak varlığın bilgi ya da düşünce süreciyle doğal süreci kapsayan gelişme süreci, Hegel'e göre, diyalektik yoluyla gerçekleşir. Diyalektik, hem düşünmenin hem de bütün varlığın gelişme biçimidir. Düşünme de varlık da hep karşitların içinden geçerek, karşitları uzlaştırarak gelişir. Felsefenin görevi şeylerin doğasını anlamak, şeylerin doğasının, varoluşunun, özünün ve amacının ne olduğunu bildirmek ise eğer, felsefenin yöntemi bu amaca uygun bir yöntem olmak durumundadır. Yöntem, evrendeki rasyonel süreci yeniden yaratıp ifade etmelidir. Bu amaca ise, Hegel'e göre, gizemli bir biçimde, dahinin sezgileriyle veya daha özel bir yolla ulaşilamaz.

Hegel felsefenin, Kant'ın da belirtmiş olduğu gibi, kavramsal bilgi olduğunu öne sürer. Fakat biz gerçekliği soyut kavramlarla tüketemeyiz; zira gerçeklik, soyut kavramların gereği gibi yansıtamayacağı, hareket halindeki dinamik bir süreçtir. Çünkü gerçeklik olumsuzlamalarla, çeliskilerle ve karşitlıklarla doludur. Bir şeyi gerçekte olduğu şekliyle anlatabilmek için, Hegel'e göre, onun hakkındaki tüm doğruları ifade etmemiz, onun tüm çeliskilerini belirtmemiz ve bu çeliskilerin nasıl uzlaştırıldığını göstermemiz gerekir. Bu ise, diyalektik yöntemle olur.

Buna göre, düşünce diyalektik olarak ilerlediğinde, en basit, en soyut ve içerik bakımından en boş olan kavramlardan daha kompleks, daha somut ve daha zengin kavramlara doğru ilerler. Hegel'in diyalektik yöntem adını verdiği bu yönteme göre, biz işe soyut ve tümel bir kavramla başlarız (tez); bu kavram bir çeliskiye yol açar (antitez); birbirlerine çelisik olan bu iki fikir, ilk iki kavramın bir birliğini ifade eden üçüncü bir kavramda uzlaştırılır (sentez). Yeni kavram da yeni birtakım problem ve çeliskilere yol açar, öyle ki bunların da başka kavramlarda çözümlenmesi gerekir. Diyalektik süreç, bundan dolayı kendisinde tüm karşitlıkların hem barındığı ve hem de çözüldügü, nihai ve en yüksek kavrama ulaşilıncaya kadar sürer.

Bununla birlikte, tek bir kavram, en yüksek kavram bile olsa, bütün bir gerçekliği göstermez. Tüm kavramlar yalnızca kısmi doğrulardır. Bilgi bütün bir kavramlar sisteminden meydana gelir. Doğruluk ve bilgi, tıpkı rasyonel gerçekliğin kendisi gibi, canlı bir mantıksal süreçtir. Buna göre, bir düşünce zorunlu olarak başka bir düşünceden çikar; bir düşünce, başka bir düşünce meydana getirmek üzere kendisiyle birleşeceği düşüncede, bir çeliskiye yol açar. Diyalektik hareket düşüncenin mantıksal olarak kendi kendisini açmasıdır.

Hegel'e göre, filozofun yapması gereken şey, düşüncenin tanımlanan şekilde kendi mantıksal akışını izlemesine izin vermektir. Bu süreç tam olarak ve gereği gibi gerçekleştirildiğinde, dünyadaki süreçle bir ve aynı olan bir süreçtir. Hegel'e göre, Mutlak'ın, Geist'in diyalektik hareketinin birinci adımında O, kendisindedir. Burada Geist, henüz bir imkanlar ülkesidir. O, kuvve halinde olan gücünün henüz gerçekleştirmemiştir (Tez). Bununla birlikte, onun kendisini bilmesi, tanıması için, Geist'in kendisine bir gerçeklik kazandırması gerekir.

Geist, Mutlak Zihin bu amaçla kendisini ilk olarak doğada gerçekleştirir (Antitez). Doğa, dünya dediğimiz şey, Hegel'e göre, karşitlaşmış, farklılaşmış hale gelen mutlak varlıktır. Soyut ve farklılaşmamış halde bulunan İde'nin tek tek varlıklar haline gelerek kendi dışında bir varlık haline dönüşmesidir. O, şimdi kendisinden başka bir şey olmuş, özüne aykırı düşmüştür. Geist, Mutlak Zihin doğada kendisine yabancılaşmış, kendi özü ile çelisik bir duruma düşmüştür. Bu çeliski, diyalektik sürecin üçüncü basamağında, kültür dünyasında ortadan kalkar (Sentez). Bununla da, Geist yeniden kendini bulur, kendine döner, ancak o, bu kez bilincine tam olarak varmış, özgürlüge kavuşmuş durumdadır. Çünkü, Geist'in yasası, doğal dünyada zorunluluk, buna karşin kültür dünyasında özgürlüktür.

Kültür felsefesi: Geist, kendisini kültür dünyasında diyalektiğin üçlü hareketi gereğince, Sübjektif Geist (Öznel Ruh), Objektif Geist (Nesnel Ruh) ve Mutlak Geist (Mutlak Ruh) olarak açar. Buna göre, subjektif Geist en alt düzeyinden en üst düzeyine kadar insan ruhunu meydana getirir. Geist, kendisine yönelmiş özgür bir varlık, kendisini bilip tanıyan bağımsız bir gerçeklik haline gelmek için, doğadan yavaş yavaş sıyrılır. O, henüz gelişmemiş bir ruh halindedir ve bu haliyle antropoloji biliminin araştırma ve inceleme konusu olur. Ruhun henüz doğadan tümüyle sıyrılamadığı bu aşamada, ona karşilık gelen kavrayış biçimi duyumdur. Ruh, daha sonraki aşamada 'duygu' ya da hissetmeye geçer. Hissetmenin en gelişmiş ve tamamlanmış şekli 'kendini hissetme'dir ve bu bilince giden bir ara basamaktır. Bilinç, böylelikle duyum, algı ve anlayış aşamalarından geçerek kendini özgür bir Ben (Ruh, Zihin) olarak tanır.

O, bundan sonra başka benleri de tanır ve kabul eder. Böylelikle, Geist kendisini Nesnel Ruh olarak gerçekleştirir ve ortaya ahlaklılık ve Devlet çikar. Bu durum benin kendi içinde kalmaktan kurtularak genel kurallara ve öznellikten nesnelliğe yükselmesi demektir. Böylece, herkes için geçerli olan, herkesi kavrayan nesnel Ruh ortaya çikmis olur. Tarih dediğimiz şey, Hegel'e göre, halklarda beliren Ruhun gelişmesinden başka bir şey değildir. Tarihin belli bir anında, belli bir halk, Ruhun gelişmesini üzerine alır. Ruhun hukuk, devlet, ahlak ve tarih alanındaki bu nesnelleşmesi boyunca kendine dönmesi, kendini tanıması, mutlak Ruhun bilincine varması söz konusudur. Özel isteklerin, tutkuların ve eğilimlerin alanında, herkes işçin geçerli nesnel ilkeleri ortaya koyarak, onları hukuk, ahlak, devlet şeklinde kabul eden Ruh, bütün koşullardan sıyrılarak kendini tanımaya, kendi özünü farketmeye başlar. Böylelikle, Mutlak Ruh haline gelir.

Mutlak Ruh da üç adımlı bir hareketle gerçekleşir. Onun birinci aşaması sanat (tez), ikinci aşaması ise dindir (antitez). Buna karşin, onun üçüncü aşaması felsefedir (sentez). Felsefe, Hegel'e göre, hem sanatın hem de dinin aşilması ve onların içlerinde taşidıkları hakikatin daha üst bir düzeyde kavranmasıdır. Felsefe, Geist'ı, mutlak varlık olarak kavrar ve onu hem maddi olmayan bir düşünce, hem de elle tutulup gözle görülebilen bütün varlıkların birliği olarak kavrar.

Son düzenleyen Safi; 10 Aralık 2015 22:16
Biyografi Konusu: Friedrich Hegel nereli hayatı kimdir.
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
5 Ekim 2006       Mesaj #2
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Alman idealist düşüncesine son ve kesin biçimini kazandırmış olan Hegel, tamamen kendi içine kapalı, yöntem bakımından birliği olan, kendisinden öncekilerle kıyaslanamayacak derecede geniş bir içerik ve düşünce zenginliğini taşıyan bir sistem kurar.

Sponsorlu Bağlantılar
Ona göre; tarih boyunca ortaya çıkmış bütün felsefe akımları, evrensel bir felsefenin parçaları ve aşamalarıdır. Kendi sistemi de bu evrensel felsefenin bir parçası, fakat bu felsefenin en son ve tamamlanmış aşamasıdır. Önceki tüm düşünceler, kendi sisteminde içerilmiş, düzenlenmiş, aşılmış ve tamamlanmıştır.

Hegel’in felsefesinin temelinde ‘ide’ bulunur. İde, bütün varlığın kaynağı olan doğaüstü, evrensel bir ilkedir. Tarih, doğa ve toplum, idenin kendini açıp yaymasının evrelerinden başka birşey değildir. Bu açılıp yayılma, raslantısal değil, mantıksal bir sıra içinde, zorunlulukla ilerler.

Doğadaki, toplumdaki ve düşüncedeki tüm gelişme evreleri, bu mantıksal ve bağıntılı bütünün tikel görünümleridir. Dolayısıyla idenin hareketi ile doğa ve toplumun hareketi, aynı yasalara dayanır. Her iki alandaki bu hareket diyalektiktir. Tüm bu hareket, idenin kendini tanıması ve gerçekleştirmesi içindir. Bu süreçte ide, diyalektiğin tez-antitez-sentez üçlemesine uygun olarak üç aşamadan geçer. Ama her aşamanın içindeki hareketlerde diyalektiğin bu üçlüsüne uygundur.

Hegel’in diyalektiği, bir kavramlar diyalektiğidir. Nesnel dünyanın öncülüğünün, kavramların hareketi olduğunu ileri süren, kavramların hareketinin diyalektiğini keşfetmekle dış dünyanın hareketinin yasalarını da içeren bir bütünlüğe ulaşacağını iddia eden idealist bir diyalektir bu.

O, kendi felsefesinin, felsefenin tamamlanmamış son hali olduğunu düşünmekle, kendi diyalektiğinin inkârına ulaşır. Zengin bir içerik taşıyan Hegel sisteminin, marksizmin oluşmasında önemli bir rolü olmuştur. Bu, özellikle diyalektik konusunda böyledir.

Marx, diyalektiğin genel işleyiş biçimini ilk kez Hegel’in sunmuş olduğunu, kendisinin, başaşağı olan Hegel’in diyalektiğini yeniden ayakları üzerine oturttuğunu belirtir. Lenin ise Hegel felsefesinin iyice incelenmeksizin ve anlaşılmaksızın Marx’ın ‘Kapital’inin anlaşılamayacağını belirtir.

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
23 Kasım 2006       Mesaj #3
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Friedrich Hegel

Alman filozof. Stuttgat'ta doğdu. Bir memurun oğluydu. Tübingen'de ilahiyat okuduktan sonra BernFrankfurt'ta felsefe öğretmenliğine başladı. 1805'te Jena üniversitesine profesör oldu. Başlangıçta Schelling'in öznel idealizm felsefesine inanmış görünüyordu, sonradan kendine ayrı bir sistem kurup onun savunmasını yapmaya başladı. Kurduğu bu felsefe sistemini 'phanomenologie de Geiste' adındaki eserinde anlatmıştır. Bir süre Nürnberg'de kaldıktan sonra Berlin ve Heidelberg üniversitesinde profesörlük yaptı. Bu devrede yazdığı eserler arasında 'Mantık Bilimi' ve 'Felsefe Ansiklopedisi' dikkati çekti. ve
Hegel'in kurduğu sisteme 'diyaletik mantık' denilir. Buna göre bir fikir(yani tez), karşısındaki başka bir tezle(anti-tezle) karışır, bundan yeni bir anlayış doğar ki buna sentez denilir.
Hegel, Kant'ın felsefesine inanmakla beraber onun fikirlerini yetersiz buluyordu. Kant'ın aksine insanların her şeyi öğrenebilceklerine inanmıştı. Hegel'e göre dünya demek mantık demekti. İnsanlar mantığın sınırlarını çözdükleri anda beşerin sınırlarını da çözmüş olacaklardı. Hegel'e göre, biricik, canlı felsefe, çelişmelerin -daha doğrusu karşıtların- felsefesidir; çiçek, meyvanın ortaya çıkmasına yol açar, ama meyvenin ortaya çıkması için de, çiçeğin ortadan kalkması gereklidir. Demek ki üremenin gerçeği, hem çiçek hem meyva olmaktır. Ölüm hem ortadan kaldırmadır, hem yeniden doğuşu sağlayan koşuldur.
Hegel ömrünün son yıllarını Berlin'de geçirdi. 1831 yazı ve sonbaharı boyunca süren kolera salgınının son kurbanlarında biri oldu. 14 Kasım'da kısa süren bir hastalıktan sonra aniden ölmüştür.


  • 1 Mutlak idealizm sistemi
    • 1.1 Ansiklopedi projesi
    • 1.2 Tarih felsefesi
    • 1.3 Kültür felsefesi
    • 1.4 Devlet
    Mutlak idealizm sistemi

    Hegel felsefesi her şeyden önce bireylerin kendi kendilerine ilişkin olarak özgür bir bilince ulaştıkları bir insanlık tarihi felsefesidir. Ama bilinç kendi başına özgür değildir; bilincin özgürleşmesi 'Tinin fenolojisinde'nde betimlenen karmaşık bir süreçle gerçekleşir.
    Bu eserde Hegel, bilincin bütün dünya ölçeğinde kendi kendini nasıl sınadığını ve yalın bir öznel kesinlik ile kendi kendinin nesnel bilgisine nasıl ulaştığını ortaya koyar. Bilinç, dünyanın bilincine vararak, kendi kendisinin bilincine de, 'efendi ile köle arasındaki diyalektik olarak adlandıralan yolla' varacaktır. Gerçekte bu diyalektik, herbiri kendisini olduğu gibi tanıtmak isteyen iki bilinç biçimi arasındaki kölelik ve egemenlik ilişkilerini insanlık içinde -çünkü insanlık hayvanlardan kesinlikle farklı olarak, yaşamı aşma yeteğine sahiptir- betimler. Her biri bunu bir ölüm kalım savaşımı içinde, hem kendisi hem öteki için yapacaktır. Köle kaybedecek, yaşam önünde diz çökecek ve efendi için çalışarak ona hizmet edecektir. Ancak köle (Marx'ta proleter) esaretinden de bu çalışma içinde ve bunun sayesinde kurtulacaktır; çünkü dünyayı dönüştürerek, kendi kendisine bağımsızlığa ulaşmanın somut araçlarını verecektir.
    Bu süreç sonunda, bilinç Akıl'a ulaşır. Dünya ona yabancı olmaktan çıkar; dünyaya ilişkin bilgisi onun gerçek bilgisidir, ve onun gerçek bilgisi de dünyaya ilişkin bilgisidir. Ama bilinç artık sadece bireyin bilinci değildir; bilinç, içinde 'ben'in biz olduğu, biz'in ben olduğu' tinsel bir topluluğun bilincidir. ve bu da Tin'den başka bir şey değildir. Tin, tarihsel gelişim kilit anları olan belli sayıda 'figures' aracılığla tarih boyunca kendini ortaya koymuştur. Bu kilit anlar yunan etiğinden, Hegel in dönemindeki çağdaş Prusya'ya kadar uzanır. Bu süreç sonunda ancak bilinç, Tinin kendi bilinci haline gelerek mutlak bilgiye ulaşır; filozofda böyle bir bilginin yorumcusu olur.

    Ansiklopedi projesi

    Mutlak, kendi kendini temsil eden öznedir ve kendisine ilişkin bilgisini de felsefe aracığıyla elde eder. Bu nedenle felsefi düşüncenin kendisi mutlak bilgidir. Felsefi Bilimler Ansiklopedisi bu bilgiyi oluşturan kavramların nasıl eklendiklerini ve Doğru'ya ulaşmasına nasıl olanak sağladıklarını göstercektir. Tarih olarak felsefe, önceki bütün felsefeleri kendi içinde bütünleştirir ve aşar. Ancak bunu ytalın bir toplama işlemi biçiminde değil. Doğru'nun kendisine ulşamak üzere gerçekleştirdiği eyleme göre yapar. Felsefenin her parçası bir bütündür, her felsefe bir dairededir ve ansiklopedi dairelerin dairesidir; bunun sonunda ideye ulaşılır ve orada felsefe gerçekleşir.

    Tarih felsefesi

    Demek ki kendini tarihte gerçekleştirerek ancak kendine varır. İde tarihte aklın olmasını sağlayandır (Hegel'in öğrencilerinin tuttukları ders notları bu ad altında yayınlanmıştır). Bu akıl doğa içine nüfuz ederek olumsuzu sağlayacaktır. İnsan çalışarak bu olumsuzluğu yadsır ve maddeyi tine dönüştürür, onu kendi arzusuna tabi kılar ve diğer insanlarla oluşturduğu topluluk aracılığıyla onu daha yüksek bir tinselliğin tamamlayıcı unsuru haline getirir. Ama insanlar çoğu zaman akılcı olmayan bir şekilde ve ihtirasların egemenliği altında hareket ederler. Akıl amaçlarına ulaşmak için işte bu ihtirastan (örneğin onu somutlaştıran 'büyük adamlar'dan) yararlanacaktır; buna aklın hilesi denir.

    Kültür felsefesi

    Geist, kendisini kültür dünyasında diyalektiğin üçlü hareketi gereğince, Sübjektif Geist (Öznel Tin), Objektif Geist (Nesnel Tin) ve Mutlak Geist (Mutlak Tin) olarak açar. Buna göre, subjektif Geist en alt düzeyinden en üst düzeyine kadar insan ruhunu meydana getirir. Geist, kendisine yönelmiş özgür bir varlık, kendisini bilip tanıyan bağımsız bir gerçeklik haline gelmek için, doğadan yavaş yavaş sıyrılır. O, henüz gelişmemiş bir ruh halindedir ve bu haliyle antropoloji biliminin araştırma ve inceleme konusu olur. Ruhun henüz doğadan tümüyle sıyrılamadığı bu aşamada, ona karşilık gelen kavrayış biçimi duyumdur. Ruh, daha sonraki aşamada 'duygu' ya da hissetmeye geçer. Hissetmenin en gelişmiş ve tamamlanmış şekli 'kendini hissetme'dir ve bu bilince giden bir ara basamaktır. Bilinç, böylelikle duyum, algı ve anlayış aşamalarından geçerek kendini özgür bir Ben (Ruh, Zihin) olarak tanır.
    O, bundan sonra başka benleri de tanır ve kabul eder. Böylelikle, Geist kendisini Nesnel Ruh olarak gerçekleştirir ve ortaya ahlaklılık ve Devlet çikar. Bu durum benin kendi içinde kalmaktan kurtularak genel kurallara ve öznellikten nesnelliğe yükselmesi demektir. Böylece, herkes için geçerli olan, herkesi kavrayan nesnel Ruh ortaya çikmis olur. Tarih dediğimiz şey, Hegel'e göre, halklarda beliren Ruhun gelişmesinden başka bir şey değildir. Tarihin belli bir anında, belli bir halk, Ruhun gelişmesini üzerine alır. Ruhun hukuk, devlet, ahlak ve tarih alanındaki bu nesnelleşmesi boyunca kendine dönmesi, kendini tanıması, mutlak Ruhun bilincine varması söz konusudur. Özel isteklerin, tutkuların ve eğilimlerin alanında, herkes işçin geçerli nesnel ilkeleri ortaya koyarak, onları hukuk, ahlak, devlet şeklinde kabul eden Ruh, bütün koşullardan sıyrılarak kendini tanımaya, kendi özünü farketmeye başlar. Böylelikle, Mutlak Ruh haline gelir.
    Mutlak Ruh da üç adımlı bir hareketle gerçekleşir. Onun birinci aşaması sanat (tez), ikinci aşaması ise dindir (antitez). Buna karşin, onun üçüncü aşaması felsefedir (sentez). Felsefe, Hegel'e göre, hem sanatın hem de dinin aşilması ve onların içlerinde taşidıkları hakikatin daha üst bir düzeyde kavranmasıdır. Felsefe, Geist'ı, mutlak varlık olarak kavrar ve onu hem maddi olmayan bir düşünce, hem de elle tutulup gözle görülebilen bütün varlıkların birliği olarak kavrar.

    Devlet

    Hegel'in devletinin totaliter devletin atası olduğunu söylemek yanlıştır. 'Devlet, der Hegel, ahlakî idenin gerçekleşmesidir' Bu anlamda devlet, bilinçlerin karşılık birbirlerini kavramlarını olanaklı kılan akılcı bir örgüt içinde ussal bir biçimde hareket ettikleri takdirde özgür olan bireylerin özgürlüğünün gerçekleşmesi olarak tasarlanır. Öyleyse bu böyle bir işleyişi garanti altına alan ve bireyleri öznel özgürlüğünün keyfiline karşı koruyan özgürlüğün yaşam geçirilmesine olanak tanıyan devlettir. Eric Weil'in gösterdiği gibi Hegel et l'Etat ('Hegel ve Devlet) bu, herhangi devletin mükemmel olduğu anlamına değil, insnaın özgür olarak ancak devlet içinde gerçekleşebileceği anlamına gelir.
Son düzenleyen KisukE UraharA; 22 Aralık 2007 17:29
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
3 Ağustos 2007       Mesaj #4
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Georg Wilhelm Friedrich Hegel

(1770-1831) XIX. yüzyılın ilk yansında temelde Kant 'ın felsefesine tepki olarak gelişen Alman İdealizmi diye bilinen felsefe akımının bir yanda Fichte öbür yanda Schelling ile birlikte en büyük kurucularından; çoklarının gözünde fetsefe tarihinin son büyük dizgeci fılozofu.

Alman İdealizmi XIX. yüzyılin sonlarına gelinene değin Almanya'daki felsefe gündemini büyük ölçüde belirlemiş olması bakımından son derece önemli bir "felsefe okulu"dur. Kant sonrası felsefenin en büyük dizgeci idealist fılozofu olan Hegel , gerek yayımlanmış yazılarında gerekse de derslerinde "mantıksal" bakış açısından kapsamlı ve dizgeli bir varlık- bilgisi kurmaya çalışmıştır. Hegel en çok, kendisinden sonra Marx 'ın başaşağı çevirerek komünist topluma doğru evrilen maddeci bir tarih anlayışı olarak yeniden yapılandırdığı "erekbilgisel tarih" anlayışıyla öne çıkmıştır. Nitekim XX. yüzyılda Hegel düşüncesinin mantıksal yönü büyük ölçüde gözdeliğini yitirmiş, düşünürün daha çok siyaset ve toplum felsefesi üzerine söyledikleri ilgi ve destek görmüştür. Bununla birlikte yakın dönemlerde Hegel 'in pek değinilmemiş yönlerine giderek artan bir ilgi eşliğinde Hegel Felsefesinin yeniden canlandırılmaya çalışıldığı görülmektedir.

Bütün felsefesi boyunca insanın özünde tarihsel bir varoluşu bulunduğunu, tarihinse özgürlük bilincinin gelişimiyle özdeş olduğunu savunan Hegel , gerçek özgürlüğün üyelerinin birbirlerinin varlığını aynı ölçüde karşılıklı olarak tanıdığı, birbirlerine eşit derecede saygı gösterdiği bir toplumda yaşamak ile edinilebileceğini ileri sürmüştür. İnsanın tarihselliği ile özgürlüğü üstüne yapağı çok önemli vurgular yanında, başta "yabancılaşma" ile "diyalektik" kavramları olmak üzere birtakım felsefe kavramlarına getirdiği açımlamalarla Marxçılıktan varoluşçuluğa, yorumbilgisinden yapısöküme değin çok çeşitli felsefe anlayışlarını derinden etkilemiştir. Felsefe akımları üzerinde yol açtığı alabildiğine geniş etkilere ek olarak, modern toplum kuramları, tarih, siyasetbilim, Protestan tanrıbilimi gibi başka başka alanlarda da Hegelci yaklaşımların izlerini görmek olanaklıdır.

Öteki Alman idealistleri gibi Hegel de tek başına Kantçı ilkelerle kendi içinde bütünlüklü bir "gerçeklik kuramı" oluşturmanın olanaksız olduğu düşüncesiyle Kant'ın eleştirel felsefesinin felsefe sorularına son noktayı koyamadığı inancındadır. Kendinden önceki iki idealist öncelinde olduğu gibi Hegel için de kendi içinde bütünlüklü bir gerçeklik kuramı, tek bir ilkeden ya da tek bir konudan başlayarak bütün gerçeklik biçimlerini dizgeli bir biçimde açıklayabilen kuramdır.. Hegel 'e göre gerçeklik biçimleri güneş sistemindeki gezegenlerle, fıziksel maddelerle, bitkiler, hayvanlar, insanlar gibi organik yaşam biçimleriyle sınırlı değildir yalnızca. Nitekim gerçektik biçimleri arasında tinsel görüngüler, toplumsal ve siyasal örgütlenme biçimleri, sanatsal yaratılar, felsefe ile din gibi kültürel örüntüler de yer almaktadır.. Dolayısıyla Hegel , felsefesini bina etmeye koyulurken, felsefenin başlıca ödevinin bütün bu çeşitli gerçeklik biçimlerini tek bir ilkeden yola çıkarak açıklayacak bir düşünce dizgesi kurmaktan geçtiğini öngörmektedir.

Bu öngörünün alanda yatan temel öncüllerden biri, hiç kuşkusuz Hegel 'in ancak böylesi bir dizgeli doğaya konu bir kuramın inancın yerini bilginin almasına olanak tanıyacağını düşünmesidir. Çoğu felsefe tarihçisinin gözünde bu düşünüşüyle Hegel , inanç ile bilgi arasındaki ikilik karşısında bilgiden yana aldığı tutumla, genelde Alman Aydınlanması bağlamına, daha özeldeyse Alman İdealizminin usçu çerçevesine yerleştirilmektedir. Hegel 'e göre bütün gerçekliği açıklayan temel ilke 'tur. Hegel'in "us" denilenden en genel anlamda anladığı, belli bir insan tekine ya da tek bir özneye yüklenebilecek belli türden bir nitelik ya da yeti değildir. Tam tersine bütün gerçekliğin toplamıdır us.

Bu düşünce uyarınca Hegel , us ile gerçekliğin bir ve özdeş olduğunu, birbirlerinden şu ya da bu biçimde ayrılarak düşünülmelerinin olanaksız olduğunu ileri sürer: "Ussal olan gerçek, gerçek olan da ussaldır." Hegel, Us'u gerçekliğin toplamı olarak tanımlamakla birlikte, bu us anlayışının Spinoza 'nın töz tasarımı doğrultusunda anlaşılmaması gerektiğini özellikle belirtir. Buna göre usun, Spinozâ nın tözünden ayrı olarak, enson amacı usun kendisini tanıması olan, diyalektik anlamda aşamalanmış bir gelişim süreci olarak anlaşılması gerekmektedir. Us gerçekliğin bütünü olduğu için bu enson amaç ancak us kendisini bütün gerçeklik olarak tanıdığında gerçekleşmiş olacaktır. İşte felsefenin temel amacı da usu kendi bilgisine taşıyan bu sürece ilişkin, bu sürecin uğraklarına, usun hangi aşamalardan nasıl geçtiğine ilişkin tutarlı bir açıklama sunmaktır. Açıkça görüldüğü üzere Hegel daha düşünüşünün başında us kavramı ile bu kavramın gerçekleşme süreci arasında kesin çizgilerle bir ayrım yapmaktadır..

Hegel, "us" kavramını ayrıntılarıyla açıklama ödevini kurduğu felsefe dizgesinin "Mantık Bilimi" adını verdiği bölümünde gerçekleştirmektedir. Dizgesinin bu ilk bölümünde "us" kavramının çeşitli ögeleri tartışılarak dizgeli bir bağlama yerleştirilmektedir. Öte yanda bu kavramın gerçekleşme sürecini Hegel, dizgesinin öteki iki bölümünü oluşturan "Doğa Felsefesi" ile "Tin Felsefesi" bölümlerinde kapsamlı bir biçimde incelemektedir. Hegelci anlamda Us'u bütün gerçeklik olarak tanıtlamayı amaçlayan dizgesel işlevleri bir yana, her iki bölüm de kendi içinde ayrıca başka amaçlan da yerine getirmek amacıyla tasarlanmış dizgelerdir. Nitekim "Doğa Felsefesi" temelde doğal görüngüleri bütün yönleriyle gittikçe karmaşıklaşan bir olgular dizgesi olarak betimleme amacı üstüne kurumuştur. Burada kurulan dizge en yalınkat kavramlar olan uzay, zaman ve madde kavramlarıyla başlayıp, en sonda geliştirilen hayvan organizması kuramıyla kapanmaktadır. Buna karşı "T'ın Felsefesi" çeşitli ruhbilimsel, toplumsal ve kültürel biçimler üzerine odaklanmaktadır. Burada temelde tanıtlanmaya çalışılan ana düşünce, tinsel olgular gibi ideal şeylerin varlığın kişilerin bireysel bilinçlerinin öznel yaşantılarına bağlı olarak tanımlanamayacağı, bunun için bağımsız, nesnel bir varlığın gerekli olduğudur.

Hegel 'in tinsel olgular için verdiği belli başlı örnekler devlet, sanat, din ve tarihtir. Jena Üniversitesi'nde çalışmalarını yürüttüğü, Jena Dönemi" diye bilinen dönem boyunca Hegel, eleştirdiği felsefe tutumlarına karşı Schelling 'in izinden yürüyerek "öznellik" ile "nesnellik" arasındaki karşıtlığın üstesinden ancak bir "özdeşlik felsefesi" kurmak yoluyla gelinebileceğini öne sürmüştür. Bu bağlamda Hegel söz konusu özdeşlik felsefesi için iki önkoşul belirlemektedir: (ı) her karşıtlık için birbirine karşıt olan etmenlerin birliği olarak görülecek bir birlik olmalıdır;

(ıı) karşıt etmenler birlikte oluşturdukları birlikten daha fazla bir şey olarak görülmemelidir. Hegel bu iki önkoşulu belirledikten sonra özdeşlik Felsefesinde yeniden kurulacak birliği "özne-nesne" diye tanımlarken, özne ile nesnenin kendilerini birbirleriyle karşılıklı ilişkileri temelinde "öznel özne-nesne" ile "nesnel özne-nesne" diye ikiye ayırmıştır. Hegel bu terimceyi çok uzun bir süre kullanmamakla birlikte, Jena Dönemi boyunca karşıt öğeler arasında bir birlik geliştirme izlencesi doğrultusunda hep aynı terimceyle düşünmüştür. Hegel'in dizgeci Felsefesi gerçekliği usun bütün yönleriyle birlikte kendi kendini temsili olarak kavramaya çalışır. Burada sözü edilen usun hem bilgikuramsal hem de varlıkbilgisel bir temeli bulunmaktadır. Bir başka deyişle Hegel için us, özel bir yolla bilgi edinmemize katkıda bulunan özel bir insan yetisi değildir.

Hegel için usun varlıkbilgisel bir temeli olduğunu açık seçik bir biçimde gösteren en azından üç ayrı dayanak bulunmaktadır.Bunlardan ilki, gerçek olan bütünlüğün varolan bütün olguları oluşturan, onların gerçekleşimini olanakli kılan temel bir yapı olarak düşünülmek zorunda oluşudur. Hegel bu temel yapıyı "Saltık" ya da "Us" diye adlandırmaktadır. Bu dayanağı, yani Saltık diye adlandırdığı temel bir yapının varlığını baştan varsayarken, Hegel açıkça `Birci" yaklaşımları özünde bu varsayım ile belirlenen Kant sonrası idealizm akımının Fichte, Schelling, Hölderlin gibi üyeleriyle aynı düşünmektedir. Hegel'e göre, söz konusu dayanak ayrıntılı bir felsefi temellendirme gerektirmektedir.Çünkü ancak böyle bir dayanağın varlığı felsefı düşünceleri, dolayısıyla da felsefe etkinliğini olanaklı kılmaktadır. Bu yüzden Hegel, dünyayı eksiksiz bir yetkinlikte, tam bir bütünlük içinde "temsil etme" savıyla yola çıkan kendinden önceki bütün felsefe çabalarının baştan başarısızlığa mahkûm olduklarını dile getirir.

Hegel 'in Us'un varlikbilgisel bir temelinin olması gerektiği düşüncesi için gösterdiği ikinci dayanak, bir bakıma birinci dayanağın neliğini de daha açık bir hale getirmektedir. Bu ikinci dayanak her şeyi yapılandıran temel yapının iç yapısının us olduğu düşüncesiyle temellendirilmektedir. Hegel söz konusu iç yapıyı düşünme ile varolmanın kavraması son derece güç birliği olarak anlamaktadır. İkinci dayanağın gösterilmesinin ardında yatan temel neden, yalnızca Felsefı bir yaklaşımın bütün gerçekliği kendi içinde tutarlı ve bütünlüklü bir biçimde düzenleyip bilgiye açabileceğidir. Bir başka deyişle, ikinci dayanağın varliğı, gerçek olan her şeyin ancak usun birtakım özgül öğelerinin gerçekleşiminin us ile kavranması koşuluyla gerçek olabilecekleri düşüncesine dayandırılmaktadır. Bütün varlıkların özce düşünülebilir oldukları varsayımı, temel bir yapıyı baştan koyutlamanın zorunluluğu varsayımıyla birlikte, Hegel 'e göre bizi doğrudan doğruya "düşünce ile varlığın bittiği" olarak temel yapı tasarımına, yani düşünce ile varlığın bir ve aynı olduğu sonucuna götürür.

Bu sonuç aynı zamanda usun varlıkbilgisel temeli olduğunu tanıtlayan üçüncü dayanağa karşılik gelmektedir: yalnızca düşünenin varlığı vardır. Gösterdiği dayanaklarda sürekli birci bir felsefe konumu doğrultusunda us yürütüyor oluşu, Hegel'in bütün felsefe anlayışının çoğunluk "Us Birciliği" diye adlandırılmasının da başlica nedenidir. Bunun yanında Hegel felsefesinin kimi başka belirgin özellikleri de bulunmaktadır. Bunlardan biri, sözgelimi Hegel 'in ortaya koymaya çalıştığı "Saltık Tin" anlayışında evren ile Tanrı'yı özdeşleştirecek denli tümtanrıcı bir temellendirme mantığıyla hareket etmiş olmasında gözlenmektedir. Bunun yanında Tanrı'nın kendi bilincinde olmasının zorunlu olduğu yönündeki Hegelci sav, tanrıbilimci düşüncelerin Hegelin felsefesine ne denli egemen olduğunu göstermesi bakımından ayrıca önemlidir. Bu bağlamda özellikle Tanrı'nın saltık zihninin ancak kendi yaratacağı varlıkların zihinleri aracılığıyla kendini gerçekleştirebileceği düşüncesi bunun açık bir kamadır.

Dolayısıyla Hegel 'in Felsefesinin, en genel anlamda Kant, Fichte ve Schelling tarafından ortaya konmuş "aşkınsal idealizm" anlayışlarını dizgeli bir yolla bireşimsel bit birliğe indirgeme çabası olduğu söylenebilir. Şeylerin görünüşleri dışında hiçbir şeyin bilinemeyeceğini, şeylerin özünü bize veren "kendinde şey alanı"nın bilgiye kapali olduğunu ileri süren Kant'ın bütün yolları tıkayın olumsuz kuramsal deneyim eleştirisine karşı Hegel , ilerletici, felsefeye yeni bir yol açan içkin anlamda olumlu bir eleştiri sunduğunu ileri sürer. Buna göre, kendinde şeyin gerçekliği görünüşler bakımından bilinemez bir şey olarak değil, gerek düşüncede gerek gerçeklikte daha yüksek, daha zengin bir biçimde geri dönmek üzere karşıtlara bölünerek ilerlemekte olan etkin bir süreç olarak anlaşılmalıdır. Hegel'e göre bu süreç en yalınkat biçimiyle varlık iken, en yetkin, en olgun, en zengin biçimlerinde kendisini tin, saltık zihin, devlet, din ve felsefe olarak gerçekleştirmektedir. Felsefenin başlıca ödevi de bu sürecin geçtiği bütün aşamaların, bulunduğu bütün uğrakların dizgeli bir biçimde izini sürmektir. Bu ödev uyarınca Hegel'in izlediği yöntem her bir kavramda ve her bir şeyde kendisini gösteren üç aşamalı gelişimi (Entwicklung) izlemekten oluşmaktadır ("Diyalektik": Sav [Tez]-Karşısav [Antitez]- Bireşim [Sentez). Bu anlamda Hegel, Kant 'ın söylediği gibi felsefenin deneyimle çelişmeyip, tam tersine eldeki deneyim verilerini bütünüyle felsefı kılarak onlara enson anlamda doğru bir açıklama sunmuş olacağım savunmaktadır. Hegel'in yöntemine göre, sözgelimi "özgürlük" kavramını bilmek istediğimizde, öncelikle yapmamız gereken, hiçbir davranışını bastırma gereği duymayan, düşünmeyen, en önemlisi de hiçbir zaman bu amaçlarla eyleme geçmeyen yabanılların hiçbir sınırlamaya konu olmayan özgürlük kavramlarına bakmaktır. Bundan sonraki ikinci aşamada, bu tür bir özgürlüğün karşıtıyla değiştirilmesi için yabanılların bırakaklan yerdeki uygarlığın ya da yaşamın tiranlığa dönüşmesi gerekecektir. Hukukun kuralları alanda yaşayan yurttaşın konu olduğu üçüncü ve son aşamada, yabanılların tasavvur dahi edemeyeceği kendi özgürlüklerinden çok daha yetkin, çok daha zengin bir özgürlük kavramının ortaya çıkağı duruma yoğunlaşılacaktır. Bu üç aşamalı süreçte açıkça görüleceği üzere, ikinci aşama bütünüyle birinci aşamanın karşın olarak onun ortadan kaldırılmasına karşılık gelirken, buna karşı üçüncü aşama bidrıci aşamaya çok daha yüksek, zengin ve doğru biçimde dönüşü anlatmaktadır.

Hegel bu üç aşamayı sırasıyla

(i) kendinde şey (Ansich);

(ii) kendi dışındaki şey (Anderrsein);

(iii) kendinde ve kendisi için şey (An-und-für.sich) biçiminde adlandırmıştır. Hegel 'e göre bu üç aşama bütün bir düşünce ve varlık alanı boyunca birbirlerini sürekli olarak izleyegelmişlerdir. En soyut mantıksal süreçlerden tutun da zihnin en somut etkinliğine değin bu üç aşamanın peş peşe gelme durumlarını bütün her yerde açıklıkla görmek olanaklıdır. Bu durum Hegel'in gözünde felsefe tarihindeki felsefe dizgelerinin birbirleri peşi sıra gelişleri için de aynen böyledir. Hegel 'e göre söz konusu diyalektik ilişki en iyi felsefi anlatımına varlık ile hiçlik kavramları arasındaki ilişkide bulur. Buna göre "varlık", her zaman için kendi karşıtına, yani "hiçlik" olma yönelimindedir; dolayısıyla bu birbirinin karşıtı iki kavram "oluş" kavramı içerisinde bütünleşmektedirler. Aristotdes mantığına göre, "şurada olan ağaç" için söylenebilecek doğru, "orada olanın ağaç olduğu"dur. Ne var ki Hegel mantığı açısından orada olan ağacın masa ya da kâğıt olabilecek olmasını söylemek de aynı derece doğrudur-söz konusu ağacın gerçekliğinin eksiksiz bilgisini edinmek bakımından. Bu anlamda Hegel gerçekliğin en üst anlatımının "varlık'ta değil "oluş" ta bulunduğunu belirterek, bunun aynı biçimde düşünce için de geçerli olduğunu söylemektedir. Çünkü bir şeyin gerçek bilgisine ulaşabilmek için salt o anki halini ya da durumunu bilmek yetmez, geçmişte ne olduğunu ve gelecekte ne olacağını da bilmek, yani o şeyi bütün bir tarihsel gelişimi içinde bilmek, bir şeyi eksiksiz bilme ediminin ayrılmaz bileşenleridir. Varlık ile hiçliğin, her ikisinden de daha yetkin bir kavram olan "oluş" içerisinde bütünleşik halde içeriliyor olmalarına bağlı olarak, yaşam ite zihin de yine aynı mantık uyarınca "süreç" içerisinde kendilerinden daha yetkin bir kavrama dönüşeceklerdir. Hegel bu noktada en yalınkat biçimin "varlık", ondan sonra gelenin "yaşam", onlardan daha yetkin olarak ortaya çıkanuı da "zihin" olduğunu yineledikten sonra, bu süreci tin (Geist) ya da idea (Begrif) olarak adlandırmaktadır. Kimi Hegel yorucuları Hegel felsefesindeki bütün üç aşamalı süreçlerin Tanrı ile özdeş olduğu gerçeğine dayanarak, bu sürecin de son çözümlemede Tanrı olarak anlaşılması gerektiğini öne sürmektedirler. T'ın, Tanrı ya da Saltık Düşünce sürecine ilişkin bu en temel düşüncelerin ışığı alanda Hegel, her biri farklı bir alanı ele alacak biçimde felsefeyi bölümlere ayırmıştır :

(1) mantık ya da metafıziğin temel araştırma konusu olarak kendinde şey alanı;

(2) doğa felsefesinin temel araştırma konusu olarak kendi dışındaki şey alanı;

(3) tin felsefesinin (Geistesphilosophie) temel araştırma konusu olarak kendinde ve kendisi için şey alanı.

Hegel 'in devlet felsefesi, tarih felsefesi ve Saltık Tin kuramı, felsefesinin görece daha kolay anlaşılır bölümlerini oluşturduklarından çoğunlukla çok daha büyük bir ilgi çekmişlerdir. Devlet'in nesnelleşmiş zihin olduğunu ileri süren Hegel , buna karşı tutkuların, önyargıların, kör itkilerin egemenliği altındaki bireysel zihnin ancak belli ölçülerde özgür olabileceğini savunmaktadır. Bu yüzden yetkin anlamda özgür olmayan bireysel zihin, yurttaş olarak kendisine ait olan tam özgürlüğüne kavuşabilmek için kendisini özgürlüğün karşı olan zorunluluğun boyunduruğu altına sokmaktadır. Söz konusu zorunluluğun boyunduruğu ile karşılaşılması öncelikle ötekilerin haklarının tanınmasında, sonra ahlâkta, en sonunda da temel kurumu aile olan toplumsal ahlâkta kendisini göstermektedir. Ailelerin biraradalığı sivil toplumu oluşturmakla birlikte, bu örgütlenme biçimi Devlet ile karşılaştırıldığında son derece büyük eksikleri olan bir yapılanmadır. Devlet bu noktada Hegel 'e göre düşüncenin en yetkin biçimiyle gövdelenmiş halidir; buna bağli olarak da Tanrı'nın kendisinin gelişiminin aşamalanışında çok önemli bir yer atmaktadır. Devlet' in kendi içinde araştırılmasının bir yerde anayasanın yapılması ile eş anlama geldiğini belirten Hegel, Devlet'in öteki devletler ile ilişkisinin araştırılmasının ise uluslararası hukukun yazılmasına karşılık geldiğini dile getirmektedir. Hegel ayrıca anayasanın ulusun ortak tinini oluşturduğunu, hükümetin ise bu ortak tinin gövdelenmesi olduğunun altını çizdikten sonra, tarihe bakıldığında her ulusun kendisine özgü bir tini bulunduğunu, en büyük suçların bir ulusun tinini hiçe sayan tiranlar ile imparatorlar tarafından işlendiği saptamasında bulunmaktadır. Savaş bu bağlamda Hegel 'e göre siyaset ilerleme için kaçınılmaz bir olgu, daha da önemlisi vazgeçilmez bir araçtır. Bir başka deyişle, savaşın kaçınılmazlığı farklı devletler arasında baş gösteren uyuşmazlığın derinleşerek bunalıma dönüşmesinin doğal bir sonucudur. Bu anlamda tarihsel gelişimin "temeli", Devlet usun tin olarak gövdelenişi olduğundan her zaman için ussaldır. İlk bakışta olumsalmış gibi görünen bütün tarihsel olaylar da gerçekte Devlet'te gövdelenen egemen usun mantıksal açılımından başka bir şey değildir. Hegel'e göre tutkular, itkiler, çıkarlar, karakter yapıları, kişilikler... bunların hepsi ya usun dışavurumudurlar ya da usun kendisini ortaya koyabilmesine olarak tanıyan araçlardır. Bu nedenle tarihsel olayların hep usun kendisini gerçekleştirerek yetkinlik kazanma süreci doğrultusunda anlaşılan gerekmektedir. Bu temel düşüncelerin tuttuğu ışık uyarınca tarihin baştan sona ussal terimler ile kavranması gerektiğini ileri süren Hegel, bütün tarihsel olayların mantıksal kategorilerle enson anlamda açıklığa kavuşturulabileceği düşüncesine sarsılmaz bir inanç duymaktadır.

Hegel 'in tarih felsefesinde, tarihin en genel anlamda üç aşamadan geçerek ussal tinin gerçekliğine yetkinlik kazandırması söz konusudur:

(ı) tek kişinin kayıtsız koşulsuz egemenliğinin doğal sonucu olarak özgürlüğün bastırılması aşaması olan "Oryantal Monarşi";

(ıı)özgürlüğün dengesiz bir demagoji içinde yayılım göstermesi aşaması olan "Eski Yunan Demokrasisi";

(ııı) anayasaya bağlı olarak özgürlüğün yeniden bütünleşme aşaması olan "Hıristiyan Anayasa Monarşisi".

Hegel 'e göre Devlet'te dahi zihin öteki zihinlerin varliğıyla sınırlandırılmış durumdadır. Bu nedenle özgürlüğün edinim sürecinde son bir aşamanın daha katedilmesi gerekmektedir. Bu son aşama saltık zihnin sanatta, dinde ve felsefede salt kendisini kendisi olarak düşünmesidir. Sanatta zihin, ortaya konan sanat yapıtında kendi üzerine sezgisel düşünümünü gerçekleştirir; bu anlamda sanat dallarının gelişimi saltık düşüncenin ya da zihnin sanat yapıtında kendisini ne denli gerçekleştirdiğine bakılarak değerlendirilecek bir konudur.

Öte yanda dinde zihin, sonlu şeylerin sınırlılıkları karşısında kendi üstünlüğünü duyumsayarak gerçekleştirmektedir kendisini. Aynı felsefe tarihinde olduğu gibi, dinler tarihinde de tinin gelişim sürecinde belirleyici olan üç aşama söz konusudur:

(ı) sonsuzluk düşüncesinin alabildiğine abartılış aşaması olan "Oryantal Din";

(ıı) sonluya verilen yakışıksız ve yersiz önem aşaması olan "Eski Yunan Dini"

(ııı) sonlu ile sonsuzluğun bütünleşme aşaması olan "Hıristiyanlık Dini".

Felsefe olarak salak zihnin kendisini gerçekleştirmesi, hem dinsel duygulardaki sınırlanmışlıkları aşması bakımından hem de sezgisel düşünümü yetkinleştirmesi bakımından bütün doğruluğu Us yoluyla edinebilmenin olanakli tek yoludur. En yüksek Us ve kendisinin en yetkin biçimde gerçekleştirmiş Tin biçimi olması nedeniyle felsefe, sanatın ve dinin konu olduğu sınırlanmışlıkların hiçbirine konu değildir. Felsefe bu anlamda Hegel ‘e göre "öznel zihin ile nesnel zihnin en yüksek, en özgür, en ussal bütünleşimidir; daha açık bir deyişle Saltık Tin in bütün gelişim tarihinin enson ve en üstün amacıdır." Hegel'in, bu "son" büyük dizgecinin belli başlı yapıtları arasında ;

Phenomenologie des Geistes Tinin Görüngübilimi , 1807

Wissenschaft der Logik (Mantık Bilimi , l816),

Ana Çizgileriyle Felsefe Bilimleri Ansiklopedisi , 1817 ile

Hukuk Felsefesinin İlkeleri , 1821 sayılabilir.

Ayrıca Hegel'in ölümünden hemen sonra (1832'den itibaren) ders notları ayıklanarak kitaplaştırılmıştır:

(Estetik Üzerine Dersler ),

(Din Felsefesi Dersleri ),

(
Felsefe Tarihi)

(
Dünya Tarihi Felsefesi
KisukE UraharA - avatarı
KisukE UraharA
VIP !..............!
3 Ocak 2008       Mesaj #5
KisukE UraharA - avatarı
VIP !..............!
Georg Wilhelm Friedrich Hegel
Hegel portrait by Schlesinger 1831

Georg Wilhelm Friedrich Hegel (27 Ağustos1770, Stuttgart - 14 Kasım1831), Almanfilozof.
Günümüzde Almanya'nın güneybatısında yer alan Stuttgart, Württemberg'de doğan idealistAlmanfilozof. Etkisi , hem onu takdir edenler ( Bradley, Sartre, Küng, Bauer, Stirner, Marx ) hem de acımasızca eleştirenler ( Kierkegaard, Schopenhauer, Nietzsche, Heiddegger, Schelling) gibi çok farklı konumlardaki insanlar üzerinde çok geniş bir yelpazede olmuştur. Felsefenin sürekli tartışılan sorunlarının fasit dairesinin dışına çıkmak için, muhtemelen felsefede ilk kez, tarih ve yapının önemli olduğunu ileri sürdü. Efendi-köle diyalektiği nin kavramsallaştırması öz farkındalık oluşması için ötekinin öneminin altını çizdi.
Bir memurun oğluydu. Tübingen'de ilahiyat okuduktan sonra Bern ve Frankfurt'ta felsefe öğretmenliğine başladı. 1805'te Jena üniversitesine profesör oldu. Başlangıçta Schelling'in öznel idealizm felsefesine inanmış görünüyordu, sonradan kendine ayrı bir sistem kurup onun savunmasını yapmaya başladı. Kurduğu bu felsefe sistemini 'phanomenologie des Geistes' adındaki eserinde anlatmıştır. Bir süre Nürnberg'de kaldıktan sonra Berlin ve Heidelberg üniversitesinde profesörlük yaptı. Bu devrede yazdığı eserler arasında 'Mantık Bilimi' ve 'Felsefe Ansiklopedisi' dikkati çekti.

Hegel'in kurduğu sisteme 'diyalektik mantık' denilir. Buna göre bir fikir(yani tez), karşısındaki başka bir tezle(anti-tezle) karışır, bundan yeni bir anlayış doğar ki buna sentez denilir.

Hegel, Kant'ın felsefesine inanmakla beraber onun fikirlerini yetersiz buluyordu. Kant'ın aksine insanların her şeyi öğrenebilceklerine inanmıştı. Hegel'e göre dünya demek mantık demekti. İnsanlar mantığın sınırlarını çözdükleri anda beşerin sınırlarını da çözmüş olacaklardı. Hegel'e göre, biricik, canlı felsefe, çelişmelerin -daha doğrusu karşıtların- felsefesidir; çiçek, meyvanın ortaya çıkmasına yol açar, ama meyvenin ortaya çıkması için de, çiçeğin ortadan kalkması gereklidir. Demek ki üremenin gerçeği, hem çiçek hem meyva olmaktır. Ölüm hem ortadan kaldırmadır, hem yeniden doğuşu sağlayan koşuldur.

Hegel ömrünün son yıllarını Berlin'de geçirdi. 1831 yazı ve sonbaharı boyunca süren kolera salgınının son kurbanlarında biri oldu. 14 Kasım'da kısa süren bir hastalıktan sonra aniden ölmüştür.

Mutlak idealizm sistemi

Hegel felsefesi her şeyden önce bireylerin kendi kendilerine ilişkin olarak özgür bir bilince ulaştıkları bir insanlık tarihi felsefesidir. Ama bilinç kendi başına özgür değildir; bilincin özgürleşmesi 'Tinin fenolojisinde'nde betimlenen karmaşık bir süreçle gerçekleşir.

Bu eserde Hegel, bilincin bütün dünya ölçeğinde kendi kendini nasıl sınadığını ve yalın bir öznel kesinlik ile kendi kendinin nesnel bilgisine nasıl ulaştığını ortaya koyar. Bilinç, dünyanın bilincine vararak, kendi kendisinin bilincine de, 'efendi ile köle arasındaki diyalektik olarak adlandıralan yolla' varacaktır. Gerçekte bu diyalektik, herbiri kendisini olduğu gibi tanıtmak isteyen iki bilinç biçimi arasındaki kölelik ve egemenlik ierini insanlık içinde -çünkü insanlık hayvanlardan kesinlikle farklı olarak, yaşamı aşma yeteğine sahiptir- betimler. Her biri bunu bir ölüm kalım savaşı içinde, hem kendisi hem öteki için yapacaktır. Köle kaybedecek, yaşam önünde diz çökecek ve efendi için çalışarak ona hizmet edecektir. Ancak köle (Marx'ta proleter) esaretinden de bu çalışma içinde ve bunun sayesinde kurtulacaktır; çünkü dünyayı dönüştürerek, kendi kendisine bağımsızlığa ulaşmanın somut araçlarını verecektir.

Bu süreç sonunda, bilinç Akıl'a ulaşır. Dünya ona yabancı olmaktan çıkar; dünyaya ilişkin bilgisi onun gerçek bilgisidir, ve onun gerçek bilgisi de dünyaya ilişkin bilgisidir. Ama bilinç artık sadece bireyin bilinci değildir; bilinç, içinde 'ben'in biz olduğu, biz'in ben olduğu' tinsel bir topluluğun bilincidir. ve bu da Tin'den başka bir şey değildir. Tin, tarihsel gelişim kilit anları olan belli sayıda 'figures' aracılığla tarih boyunca kendini ortaya koymuştur. Bu kilit anlar yunan etiğinden, Hegel in dönemindeki çağdaş Prusya'ya kadar uzanır. Bu süreç sonunda ancak bilinç, Tinin kendi bilinci haline gelerek mutlak bilgiye ulaşır; filozofda böyle bir bilginin yorumcusu olur.

Ansiklopedi projesi

Mutlak, kendi kendini temsil eden öznedir ve kendisine ilişkin bilgisini de felsefe aracığıyla elde eder. Bu nedenle felsefi düşüncenin kendisi mutlak bilgidir. Felsefi Bilimler Ansiklopedisi bu bilgiyi oluşturan kavramların nasıl eklendiklerini ve Doğru'ya ulaşmasına nasıl olanak sağladıklarını göstercektir. Tarih olarak felsefe, önceki bütün felsefeleri kendi içinde bütünleştirir ve aşar. Ancak bunu yalın bir toplama işlemi biçiminde değil. Doğru'nun kendisine ulaşmak üzere gerçekleştirdiği eyleme göre yapar. Felsefenin her parçası bir bütündür, her felsefe bir dairededir ve ansiklopedi dairelerin dairesidir; bunun sonunda ideye ulaşılır ve orada felsefe gerçekleşir.

Kültür felsefesi

Geist, kendisini kültür dünyasında diyalektiğin üçlü hareketi gereğince, Sübjektif Geist (Öznel Tin), Objektif Geist (Nesnel Tin) ve Mutlak Geist (Mutlak Tin) olarak açar. Buna göre, subjektif Geist en alt düzeyinden en üst düzeyine kadar insan ruhunu meydana getirir. Geist, kendisine yönelmiş özgür bir varlık, kendisini bilip tanıyan bağımsız bir gerçeklik haline gelmek için, doğadan yavaş yavaş sıyrılır. O, henüz gelişmemiş bir ruh halindedir ve bu haliyle antropoloji biliminin araştırma ve inceleme konusu olur. Ruhun henüz doğadan tümüyle sıyrılamadığı bu aşamada, ona karşilık gelen kavrayış biçimi duyumdur. Ruh, daha sonraki aşamada 'duygu' ya da hissetmeye geçer. Hissetmenin en gelişmiş ve tamamlanmış şekli 'kendini hissetme'dir ve bu bilince giden bir ara basamaktır. Bilinç, böylelikle duyum, algı ve anlayış aşamalarından geçerek kendini özgür bir Ben (Ruh, Zihin) olarak tanır.
O, bundan sonra başka benleri de tanır ve kabul eder. Böylelikle, Geist kendisini Nesnel Ruh olarak gerçekleştirir ve ortaya ahlaklılık ve Devlet çikar. Bu durum benin kendi içinde kalmaktan kurtularak genel kurallara ve öznellikten nesnelliğe yükselmesi demektir. Böylece, herkes için geçerli olan, herkesi kavrayan nesnel Ruh ortaya çikmis olur. Tarih dediğimiz şey, Hegel'e göre, halklarda beliren Ruhun gelişmesinden başka bir şey değildir. Tarihin belli bir anında, belli bir halk, Ruhun gelişmesini üzerine alır. Ruhun hukuk, devlet, ahlak ve tarih alanındaki bu nesnelleşmesi boyunca kendine dönmesi, kendini tanıması, mutlak Ruhun bilincine varması söz konusudur. Özel isteklerin, tutkuların ve eğilimlerin alanında, herkes için geçerli nesnel ilkeleri ortaya koyarak, onları hukuk, ahlak, devlet şeklinde kabul eden Ruh, bütün koşullardan sıyrılarak kendini tanımaya, kendi özünü farketmeye başlar. Böylelikle, Mutlak Ruh haline gelir.

Mutlak Ruh da üç adımlı bir hareketle gerçekleşir. Onun birinci aşaması sanat (tez), ikinci aşaması ise dindir (antitez). Buna karşin, onun üçüncü aşaması felsefedir (sentez). Felsefe, Hegel'e göre, hem sanatın hem de dinin aşilması ve onların içlerinde taşidıkları hakikatin daha üst bir düzeyde kavranmasıdır. Felsefe, Geist'ı, mutlak varlık olarak kavrar ve onu hem maddi olmayan bir düşünce, hem de elle tutulup gözle görülebilen bütün varlıkların birliği olarak kavrar.
Gerçekçi ol imkansızı iste...
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
27 Ekim 2008       Mesaj #6
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın


(1770-1831). 19. yüzyılda Almanya'da gelişen ve Alman İdealizmi adıyla anılan felsefe çığırının başlıca filozofları Fichte, Schelling, Hegel ve Schleiermacher'di. Bu filozoflar arasında Georg Wilhelm Friedrich Hegel yöntem ve içerik bakımından ötekilerden ayrılır ve "di­yalektik" yönteme kazandırdığı içerikle önem kazanır.
Bir vergi memurunun oğlu olan Hegel Stuttgart'ta dünyaya geldi. Tübingen Üniversitesi'nde felsefe, edebiyat ve ilahiyat oku­du. Burada Hölderlin ve Schelling ile arkadaş oldu. Din ağırlıklı bir öğrenim görmesine karşılık kuşağının bütün Alman aydınları gibi Eski Yunan felsefe ve edebiyatından, Fransız Devrimi'nden etkilendi. Üniversiteyi bitirdik­ten sonra din adamı olmak yerine eğitimciliği seçerek Bern'de ve Frankfurt'ta özel öğret­menlik yaptı. Bu yıllarda Hegel için temel sorun dindi. Gene de tarih ve öteki bilimlerle ilgileniyor, Kant felsefesi üzerine çalışmaları­nı derinleştiriyordu. 1800'de, dostu Schelling' in de görevli olduğu Jena Üniversitesi'nde çalışmaya başladı. 1801'de Fichte ile Schelling' in düşünceleri arasındaki ayrımı anlatan çalış­ması yayımlandı. 1805'te doçent oldu ve Schelling ile düşünsel açıdan koptuğunu gös­teren Tinin Görüngübilimi (Die Phânomeno- logie des Geistes; 1807) adlı yapıtını yayımla­dı. Geçim sıkıntıları nedeniyle üniversiteden ayrılarak bir süre Bamberg'de gazetecilik yaptıktan sonra, 1808-16 yılları arasında Nürn-berg'de bir ortaöğretim kurumunda öğretmen ve yönetici olarak çalıştı. Bu arada 1811 yılında evlenen Hegel 1816'da Heidelberg Üniversitesi'nde, Fichte'nin ölümünden sonra boşalan kürsüde ders vermeye başladı. 1830'da aynı üniversitenin rektörü oldu ve 1831'de koleradan öldü. Hegel bu son döne­minde felsefe alanında olduğu kadar siyasal alanda da etkiliydi ve Prusya Devleti'nin resmi filozofu görünümündeydi.
Hegel'in ilk çalışmaları Hıristiyanlık ve Yahudilik ile ilgilidir. Zamanla düşüncesini geliştirdi; varoluşu düşünce temeline daya­narak açıklayan idealist felsefenin temsilcisi durumuna geldi. Tarihin ve düşüncenin gelişiminin, varlıkların birbirle­riyle karşılıklı etkileşimi anlamına gelen diya­lektik süreç içinde geliştiğini savundu. He­gel bu sürece "diyalektik yürüyüş" adını verir. Diyalektik yürüyüş biri olumlu, biri olumsuz iki kavramın çatışmasından olumlu bir kavramın elde edilme sürecidir. Bu He­gel'in tez-antitez (karşıtez)sentezden oluşan üçlü basamaklandırmasıdır. Hegel bu sürece şu örneği verir: "Düşünce" bir tez olarak alınırsa, henüz gerçekleşmemiş bir olanaktır. Kendini gerçekleştirmesi için kendi dışında ikinci bir alan olmalıdır. Bu ikinci alan doğadır. Doğa aynı zamanda düşünce kavra­mının antitezidir. Bu iki zıt kavramın çatışma­sından kültür ürünleri doğar. Bu da sentezdir. Hegel'e göre diyalektik yürüyüş sürecinin en üst basamağında Mutlak Tin ya da zihin (Geist) vardır. Üç basamak Mutlak Tin'in kendini belli bir amaca göre ortaya çıkarması­dır. Buna bir anlamda Mutlak Tin'in özgür­leşme süreci denebilir.
Hegel kendinden sonra gelen filozofları değişik yönlerden etkilemiştir. Hegel'in ve izleyicilerinin felsefe öğretisine Hegelcilik adı verilir. Hegel'in felsefesi üzerine oldukça fazla yorum getirilmiştir. Bazı filozoflar He­gel'in öğretisini değişikliğe uğratmaksızın sür­dürmeye çalışmıştır. "Yeni Hegelciler" adını alan filozoflar ise Hegel'in İdealizm'ini öne çıkarmışlar ve siyasal alanda da devlet anla­yışına ağırlık vermişlerdir. Özellikle diyalektik yöntemine ağırlık verenler arasında Friedrich Engels ve Kari Marx vardır.
Hegel'in öteki önemli yapıtları Wissen-schaft der Logik (1812; "Mantık Bilimi") ve Vorlesungen über die Âsthetik (1832; "Estetik Üzerine Dersler") adını taşır. Bunlardan so­nuncusunun bazı bölümleri Estetik adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir.

MsxLabs & TemelBritannica
Son düzenleyen Safi; 10 Aralık 2015 22:06
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
AeraCura - avatarı
AeraCura
Ziyaretçi
21 Temmuz 2009       Mesaj #7
AeraCura - avatarı
Ziyaretçi
Evrensel Diyalektik Yasaları’nı o ortaya koydu. 1800lü Yıllar’ın Büyük Filozofik Aydınlanması Feuerbach (öd.1804) Maddeciliği’nden geçerek, O’nun Öğretisi’nde temellenir ,denir.
Tarihte Us Başlıklı Konuşması’nda, ‘İnsanca olan her Yer’de, İnsanca olduğu ve Hayvanca olmadığı sürece, Düşünce vardır’ derken, Duyular’ın getirdiği Veriler’den yansıyan Günlük Düşünme’den çok Farklı olarak, birbirinden türeyen Kavramlar Sistemi’yle Düşünme’yi (Filozofik Düşünme’yi) dile getirmektedir.
Hegel, Çağ’ının Aristoteles’in Formel Mantığı ile açıklanamayacağını düşündü. Bilimsel Mantığın 3 Ünlü Yasası, bu Çağ’ın, Hızlı ve Sürekli Değişimler’ine gereken Karşılığı verememektedir. Bu Mantığın 3 Ünlü Yasası’nın Tersi olarak; bir Şey hiçbir Zaman kendisiyle Özdeş değildir .Çünkü Her an ve Sürekli olarak değişmektedir. Bundan dolayı da bir Şey Her Zaman başka bir Şey’dir ve kendisiyle Çelişme Hali’ndedir. Bir Şey aynı Zaman’da hem Kendisi, hem de Başkası’dır ve 3.İmkan içindedir.
Hegel’e göre her Çeşit Hayat’ın, Her Çeşit Hareket’in Kaynağı Çelişme ve bundan Ötürü de Gelişme’dir. Yani İnsan Düşüncesi Soyut bir Kavram ortaya koyar, sonra da buna Karşıt bir Kavram İleri sürerek, Düşünce’sini devindirir, Düşünce bu Karşıt Kavramlar’ın Her birini Üstün bir Sentez’de gerçekleştirerek gelişir. Ve 3. bir Düşünme Evresi’nde kendi Birliğine kavuşur. Böylece Sentez’den Sentez’e yükselerek Soyut’tan Somut’a doğru ilerler. Mutlak İde’nin gelişmesi de Wissenschaft der Logik’de ortaya konduğuna göre bu Yol’u izler. Önce bizzat kendi Bağrında Mantıksal olarak gelişir. (Mantık Filozofisi). Sonra Dışsal Biçimler içinde Doğasal olarak gelişir (Doğa Filozofisi). Doğa Mantık Katagoriler’inin Tezahürler’inden ibarettir ama. Daha sonra Tarih’te (Hegel Terminolojisi’ne göre Zihin’de) Tarihsel olarak gelişir. Bu noktadan sonra Mutlak İdee’in kendi kendisini kavrayarak Gelişmesini tamamladığı söyler. Bu Son Nokta Materyalistlerce eleştirilerek bu Diyalektiğin bizzat kendi Filozofisi’ne Aykırı olduğu söylenir. Dünya’nın ve Bilgi’nin Gelişmesi’nin artık tamamlanmış olduğunu İddia etmekle Diyalektik Mistisizm’i aşılar. Gelişme’yi sadece Düşünce Alanı’nda sınırlamakla Mantık Katagorileri’ni kalıplaştırıp yapaylaştırır.
Materyalizm’e göre Hegel, Diyalektik’ten Tutarlı Toplumsal Sonuçlar çıkarmamış, Prusya Monarşisi’ni Toplumsal Gelişme’nin en Yetkin’i ve Son’u sayarak Kurulu Düzen’le uzlaşmıştır, denir.
Tarihsel ve Diyalektik Materyalizm, bizzat Hegel’in Diyalektiği gereğince, Hegelciliğin aşılmasıyla gerçekleşmiştir. Ama her iki öğretinin terminolojisinde farklıkıklar vardır. Örneğin Hegelci Çelişki (contradiction) Kavramı, Mantıksal’dır. Mantık Alanı’nda işler, Doğa’ya uygulandığı Zaman bile bu Niteliğinde kalır. Çünkü dışlaşıp doğalaşan İdea bir Mantık Kavramı’dır. Objektif Gerçekliği yoktur. Materyalist Çelişme Kavramı ise Tarihsel’dir, Doğa’da ve Toplum’da da işler, Düşünce’nin olduğu kadar Doğa’nın ve Toplum’un da Gelişme Yasası’dır.
Hegelci Çelişme İçsel’dir, her Kavram kendi Karşıt’ını içinde taşır ve onunla çelişerek onu aşar, daha Üstün bir Düzey’e ulaşır, ama bu Yetkinleşme İçsel Çelişmeler’le sürüp gider ve hiçbir Dış Çelişki’yle karşılaşmaz, çünkü Çevre’siyle değil kendisiyle etkileşmektedir. Oysa Tarihsel Matematik Çelişme Dışsal’dır. Çünkü Nesne ve Olaylar birbirleriyle bağlantılıdırlar ve karşılıklı etkileşim içindedirler. (İçsellik tek ve kendi olanı, dışsallık çok ve başka olanı dilegetirir. Öneğin yumurta iç çelişmeleriyle gelişir ve civciv olur, ama bu Hegelci anlamda Tek Sürec’in kendi kendisiyle Çelişmesi değil, Diyalektik ve Tarihsel Anlam’da çok ve Başka Sürecler’in birbirleriyle Çelişmesi’dir, Yumurta’ya Dış Çelişki (Isı) olmadan civcivleşeme. )
3.olarak Hegelci Çelişki Evrimsel’dir, çelişerek gelişen aynı Şey (kendi kendisiyle hep Aynı kalan Şey) dir. Tarihsel Materyalist Çelişme ise Devrimsel’dir, Çelişme’nin Aşılması’yla Meydana gelen Şey Eskisinden büsbütün başka bir Şey’dir.
Karşıtlık (Contraste) Kavramı da iki Öğreti’de Farklı’dır. Hegelci Kullanım’da Karşıtlar Arası’ndaki Ayniyet (idendite)i dile getirir. Materyalistlerce bu Anlayış Çelişme’yi bile ortadan kaldırır bulunur. Çünkü Özdeş olanlar çelişemezler. Hegel’e göre Karşıtlar Özdeş olduklarından hiçbir Zaman Karşıt olarak kalamazlar ve birbirlerine dönerler. Burdan şu Sonuç kırar. Feodalite Kapitalizm’e döner, Kapitalizm de yine Feodalite’ye döner, Savaş Barış’a, Barış Savaş’a döner.
Materyalist Öğreti’deki Karşıtlık Kavramı’ndaysa Karşıtlar Özdeş değil, Birlik Hali’ndedir. Birinin Varlığı Diğerinib Varlığını Şart koşar. Biri olmadan diğeri de olamaz. Hegelci Karşıtlık’ta Köle’yle Efendi Özdeş’tir, aynı Şey’dir, Tarihsel Materyalizm de ise Köle olmadan Efendi olmaz, Efendi olmadan da Köle olmaz.
Hegelci Karşıtlık’ta Karşıtlar’ın Özdeşliği Sürekli ve Kavgaları Geçici’dir. Materyalizm’de ise tam Tersi olarak Karşıtlar’ın Birliği Geçici ve Kavgalar’ı Sürekli’dir. Böyle olmasaydı Sürekli Çelişme Sürekli Gelişme olmazdı.
Nitekim Hegel de, Bütün İdealist Çelişme ve Gelişme Savları’na Karşın Ünlü Mutlak İde’sini bir Nokta’dan öteye geliştiremiyor ve kendi üstüne kıvırarak ‘Gelişme bitti’ diyor.
Bir Diyalektik Usta’nın dediği gibi, ‘Zeki İdealizm, Zeki Maddeciliğine Aptal Maddecilik’ten çok daha Yakın’dır.’
Hegel ‘in devlet felsefesi, tarih felsefesi ve Saltık Tin kuramı, felsefesinin görece daha kolay anlaşılır bölümlerini oluşturduklarından çoğunlukla çok daha büyük bir ilgi çekmişlerdir. Devlet’in nesnelleşmiş zihin olduğunu ileri süren Hegel , buna karşı tutkuların, önyargıların, kör itkilerin egemenliği altındaki bireysel zihnin ancak belli ölçülerde özgür olabileceğini savunmaktadır. Bu yüzden yetkin anlamda özgür olmayan bireysel zihin, yurttaş olarak kendisine ait olan tam özgürlüğüne kavuşabilmek için kendisini özgürlüğün karşı olan zorunluluğun boyunduruğu altına sokmaktadır. Söz konusu zorunluluğun boyunduruğu ile karşılaşılması öncelikle ötekilerin haklarının tanınmasında, sonra ahlâkta, en sonunda da temel kurumu aile olan toplumsal ahlâkta kendisini göstermektedir. Ailelerin biraradalığı sivil toplumu oluşturmakla birlikte, bu örgütlenme biçimi Devlet ile karşılaştırıldığında son derece büyük eksikleri olan bir yapılanmadır. Devlet bu noktada Hegel ‘e göre düşüncenin en yetkin biçimiyle gövdelenmiş halidir; buna bağli olarak da Tanrı’nın kendisinin gelişiminin aşamalanışında çok önemli bir yer atmaktadır. Devlet’ in kendi içinde araştırılmasının bir yerde anayasanın yapılması ile eş anlama geldiğini belirten Hegel, Devlet’in öteki devletler ile ilişkisinin araştırılmasının ise uluslararası hukukun yazılmasına karşılık geldiğini dile getirmektedir. Hegel ayrıca anayasanın ulusun ortak tinini oluşturduğunu, hükümetin ise bu ortak tinin gövdelenmesi olduğunun altını çizdikten sonra, tarihe bakıldığında her ulusun kendisine özgü bir tini bulunduğunu, en büyük suçların bir ulusun tinini hiçe sayan tiranlar ile imparatorlar tarafından işlendiği saptamasında bulunmaktadır. Savaş bu bağlamda Hegel ‘e göre siyaset ilerleme için kaçınılmaz bir olgu, daha da önemlisi vazgeçilmez bir araçtır. Bir başka deyişle, savaşın kaçınılmazlığı farklı devletler arasında baş gösteren uyuşmazlığın derinleşerek bunalıma dönüşmesinin doğal bir sonucudur. Bu anlamda tarihsel gelişimin “temeli”, Devlet usun tin olarak gövdelenişi olduğundan her zaman için ussaldır. İlk bakışta olumsalmış gibi görünen bütün tarihsel olaylar da gerçekte Devlet’te gövdelenen egemen usun mantıksal açılımından başka bir şey değildir. Hegel’e göre tutkular, itkiler, çıkarlar, karakter yapıları, kişilikler… bunların hepsi ya usun dışavurumudurlar ya da usun kendisini ortaya koyabilmesine olarak tanıyan araçlardır. Bu nedenle tarihsel olayların hep usun kendisini gerçekleştirerek yetkinlik kazanma süreci doğrultusunda anlaşılan gerekmektedir. Bu temel düşüncelerin tuttuğu ışık uyarınca tarihin baştan sona ussal terimler ile kavranması gerektiğini ileri süren Hegel, bütün tarihsel olayların mantıksal kategorilerle enson anlamda açıklığa kavuşturulabileceği düşüncesine sarsılmaz bir inanç duymaktadır.
Lise yıllarımda ilk etkilendiğim filozoflardan biridir hegel.Kendisi anlaşılması kolay olmayan bir insandır.Tabi hegel deyince ilk akla diyalektik gelir.Peki diyalektik nedir?Diyalektik kabaca bir şeyin içinde zıttınında var olmasıdır.
Bu bağlamda tez ve onun içindeki çelişki ve yanılgılardan ortaya çıkan antitez bunların birleşmesinden ortaya çıkan sentez.Hegele göre tezin içinde barındırdığı çelişkiler ve zıtlıklar bizi antiteze götürür.
Diyaletik değişim süreçleri çelişkiler sayesinde, tüm doğal ve toplumsal süreçlerin içinde gizli olan farklı unsurlar arasındaki çatışmalar sayesinde ortaya çıkar
Hegel yadsımanın yadsıması diye bir kavram ortaya atmıştır.Burda yadsımadan kastedilen sadece bir şeyin yok olması, başka bir şeye dönüşerek ölmesidir.
Örneğin insanlık tarihinin ilk dönemlerinde sınıflı toplumun gelişmesi, daha önceki sınıfsız toplumun yadsınmasını temsil ediyordu. Ve gelecekte komünizmin gelişimiyle birlikte, bugünkü sınıflı toplumun yadsınması demek olan başka bir sınıfsız toplum ortaya çıkacaktır.

Hegele göre bugünkü yaşanılanlar ve yarın yaşanılacak olanlar geçmişin yadsımasıdır..
Yadsımanın yadsınması yasası yalnızca bir sistemin doğarken başka bir sistemi yok olmaya ittiğini söyler. Ama bu yeni sistemin kalıcı veya değişmez olduğu anlamına gelmez. O da toplumda daha sonra görülecek gelişme ve değişim süreçleri sonucunda yadsınır. Nasıl sınıflı toplum sınıfsız toplumun yadsınmasıysa, komünist toplum da sınıflı toplumun yadsınması olacaktır: yadsımanın yadsınması.
Hegele göre devlet yeryüzündeki tanrıdır.Yani tanrının işlevini devlet edinmiştir.
Hegel deyince akla Diyalektik geldiğine göre köle efendi diyalektiğinden bahsetmeden olmaz.Efendi ile köle bilincin ötesinde “kendinin bilincine varmanın” araclarıdırlar. asıl bilincin gelişimi de bu karşıtlıktır.
aslında iki karsıt grubun simgeleridirler kendileri.
Temeli ise güce dayanır cünkü güclü olan her zaman zayıf olanı yok etmekle tehtit eder.
Zayıf olan ona hizmet etmelidir. böylece efendi ve köle diyalektiği de başlamıs olur.
Efendi başlangıcta köleye egemen olur ya da öyle görünür. ama buna rağmen köle efendiden üstündür.
Çünkü köle üretkendir, emek harcayarak doğa ile ilişkiye girer. doğa ile doğrudan doğruya karşılaşır. Oysa efendi böyle değildir..
kölenin üretkenliğine muhtaçtır.
Köle hem efendi ile hem doğa ile ilişkiye girdiği için asıl üstün olan taraftır.
Lakin köle efendinin egemenliğini efendi ise kölenin üretkenliğini bilir..
Bu bir tanınma mücadelesidir
“Çünkü ve dolayısı ile ne şekilde olursa olsun “ben” başkası üzerinden kendimi “biliyorum”. nitekim tanınma bilinme kendini başkası üzerinden var etme kabul etme/ettirmedir.
Tüm insanlık tarihi bir tanınma mücadelesidir, baskasının varlıgını kabul etmesi ile olur.
Bu nedenle “insanlık tarihi kendini bilmenin tanımanın tarihidir”..
Lakin hegele göre bu mücadele son bir noktada aşılmıştır. bu da “insan” kavramında “devlet” kavramında aşılmıştır. (fransız devrimi etkisi ile)
Çünkü “yurttaş” artık ne efendidir ne de köle. tanınma mücadelesi efendi köle şeklinde değil “devlet” ve “yurttaş” ilişkisindedir. devletin yurttaşı yurttaşın devleti tanıması mücadelesine dönüşmüştür.
devlette yurttaş olmak demek herkes birbirine eşittir demektir.

“İnsan” olarak “yurttaş”, artık ne efendi olarak köleye, ne köle olarak efendiye baglı değildir.
Artık,özgürdür…
Mavi Peri - avatarı
Mavi Peri
Ziyaretçi
11 Haziran 2012       Mesaj #8
Mavi Peri - avatarı
Ziyaretçi
Georg Wilhelm Friedrich Hegel

(1770 Stuttgart - 1831 Berlin), Alman filozofu. Tübingen'de dinbilim ve felsefe okudu, orada Hölderlin ve Schelling ile çalıştı. Bern'de ve Frankfurt'ta eğitmenlik yaptı. 1801'de Jena Üniversitesi'ne girdi. Askerlik görevinden sonra 1808'de Nürnberg Klasik Lisesi'nde felsefe öğretmeni oldu. 1816-1818 arasında Heidelberg Üniversitesi'nde dersler verdi, 1818'de Berlin Üniversitesi'ne geçti. Koleradan öldü. Kant'tan sonra Hegel, Yeni Çağ'ın en sistematik filozofu sayılır. Kant'ta az çok belirgin bir biçimde ortaya çıkan ve daha sonra Marx felsefesinin temellerinden birini oluşturacak olan bütünsellik kavrayışı, ilk köklü anlatımını Hegel'de bulur. Hegel'e göre bir bütün vardır, bu bütün, karşıtların oluşturduğu bir bütündür. Heraklitos'un Eskiçağ'da ortaya koymuş olduğu "bir ve çok ilişkisi", yine Heraklitos'ta gördüğümüz çelişki kavrayışıyla bütünleşerek Hegelci felsefenin temeline yerleşir. Hegel, Heraklitos'taki her şeyi mantığına aldığını söylüyordu. Gerçekten her iki filozofta çıkış noktası ortaktır. İkisi de şu görüşten yola çıkarlar: Gerçeklik çelişkilidir, çünkü canlıdır. Bundan sonra Heraklitos'tan uzaklaşır Hegel, daha doğrusu Heraklitos'un diyalektik düşüncede ulaştığı yerden çok daha ötelere gider. Ona göre, evrende olgularıyla ve bireyleriyle tüm çeşitlilikler tek bir gerçekliğin sonsuz "ruh"un açınımlarından başka bir şey değildir. Bu ruh, tam anlamında ussaldır, yani ussal olmayan hiçbir şeyi içermez. Hegel'e göre fikir ussal olanla gerçek olanı, yani varlıkla düşünceyi içerir. Tek ve evrensel ilke olan fikir, varoluşla düşüncenin birleştiği, birbirine kavuştuğu yerdir. Buna göre gerçeklik ussaldır ve ussal da gerçektir. Fikrin ilerlemesi varlığı belirler. Bilimin işi de bu ilerlemeyi incelemektir. Bu incelemenin kurallarını ya da yasalarını mantık belirleyecektir. Söz konusu yasalar çelişkili yasalardır, çelişkilerin uyuşmasıyla ilişkili yasalardır. Fikrin devinimi üç evreli bir devinimdir. Birinci evrede, savda herhangi bir öneri kendini ortaya koyar. İkinci evrede, karşısavda bu önermenin karşıtı belirir. Üçüncü evrede, bileşimde her ikisi aşılır, bu evre karşıtların uyuştuğu evredir. Bileşim buna göre karşıtların yoksanmasıyla değil, uzlaştırılmasıyla belirgindir. Bu üç evreli düşünce devinimi diyalektik diye adlandırılır. Öznel kavramın karşıtı olan nesnel fikir, diyalektik gelişimi içinde doğayı ve ruhu yaratır. Mutlak düşünce olan fikirden doğa ve ruh, diyalektik gelişimle doğmaktadır. Ruh üç bölümde ele alınır: Öznel ruh ya da kendinde ruh insanbilimle, olgubilimle ilgilidir; nesnel ruh ya da kendi için ruh hukuk ve ahlâkla ilgilidir; mutlak ruh ya da kendinde ve kendi için ruh sanatla, dinle, felsefeyle ilgilidir. Ruh, doğanın içselleşmesidir. Fikir, ruh, doğa üçlüsü diyalektiğin yetkin yapısını belirler. Fikir mutlak düşüncedir, arıdır ve madde dışıdır. Doğa, fikrin uzamda ve zamanda eriyişidir. Doğa, gerçekte, fikrin fikirle karşıtlaşan nesnesidir, varlığın karşısavıdır, aynı zamanda fikrin dışlaşmasıdır, üçlü diyalektik oluşumla gelişir. Ruh, mutlakın kendi üstüne dönüşüdür, kendi için varolduğu zaman düşünce olur. Hegel buna göre tarihi "evrensel ruhun zamanda gelişimi" diye belirler. Başlıca yapıtları: "Leben Jesu" (İsa'nın Yaşamı, 1795), "Olumlu Din Fikrinin Eleştirisi" (1807), "Logik" (Mantık Bilimi, 1812-1816), "EnzyklopŠdie der Philosophischen Wissenschaften in Grundriss" (Felsefî Bilimler Ansiklopedisi, 1817), "Grundlinien der Philosophie des Rechts" (Hukuk Felsefesinin İlkeleri, 1818), "Vorlesungen über die Philosophie der Geschichte" (Tarih Felsefesi Üzerine Dersler, 1821), "€sthetik" (Estetik, 1832), "Din Felsefesi" (1832), "Doğa Felsefesi" (1842), "Ruh Felsefesi" (1845).

MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Mira; 11 Haziran 2012 23:55 Sebep: Sayfa düzenlendi.
bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
15 Ocak 2013       Mesaj #9
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
Hegel’in idealist diyalektiğinin kaynağı nedir?

Diyalektik ,Yunanca asıllı bir sözcüktür. Ve Hegel’e gelinceye kadar bu sözcüğün “konuşma ve tartışma sanatı” olarak ,”kavramları sınıflama sanatı” olarak ,”duyumlardan fikirlere yükselen düşünce hareketi” olarak “görünüş mantığı” olarak aldığı eski anlamlar ,burada bizim konumuz olmayacaktır. Hegel felsefesinde bu sözcük,etki karşıtlığı olgusunun ya da karşılıklı ilişkiler olgusunun kavramsal karşılığıdır. Başka bir deyişle ,etki-tepki ilişkisi kavramının karşılığı olarak diyalektik ,ilk kez Hegel’de görülmüştür. Ancak diyalektik düşüncenin tarihini Hegel’den başlatmanın kesinlikle doğru olmayacağı herkesçe bilinen bir gerçektir. Eski Yunan filozoflarının Herakleitos’un (MÖ 535-475) ve Platon’un bazı gözlem ve düşünceleri ,diyalektik düşünce tarihinin başlangıcı olarak sayılmaktadır. Herakleitos’ a göre evrende her şey sürekli bir değişim içinde,sürekli bir hareket halinde ve sonsuz bir başkalaşım içindedir. Yine Herakleitos’a göre her şey oluştur,ve çatışma evrenin yasasıdır. Platon’a göre diyalektik şeylerin özüne,yani kavramlara varmak için bir yoldur,bir yöntemdir. Fakat yine Platon’a göre ,her şeyin ya da gerçeğin özü,hareketsiz düşünceler ,bağımsız kavramlar ,evrendeki olaylar ,bu düşüncelerin bu kavramların taklitleri ,izleri cisimleşmiş görünümleridir.
Hegel’e göre evrendeki her şey aynı zamanda kendi içinde kendi karşıtını taşır ve dolayısıyla her şey kendi kendisiyle çatışma halindedir. Hareket karşıtlar arasındaki etki karşıtlığından ya da etki –tepki ilişkilerinden doğar. Başka bir deyişle ,bu karşılıklı ilişkiler ,hareketin kaynağıdır. Her şey ,kendi içindeki karşıtlar yoluyla kendini aşar, Ancak Hegel’in bu düşüncelerinin hangi doğrultuda değerlendirilmesi gerektiğini saptamak için,daha doğrusu Hegel’in bu düşünceleri nerede temellendirdiğini gğörmek için Hegel’in daha önceki görüş ve düşüncelerni açıklamak gerekecektir.
Hegel bilimsel hiçbir nedene dayanmadan ya da bilimsel hiçbir işlemden geçirmeden bir varlık kuramı (ontolojik kuram) geliştirmemiştir. Bu kurama göre Hegel,varlık ve düşünceyi bir tek ilkede görmektedir,yani bu ikisini bir tek ilkede özdeşleştirmektedir. Bu ilke Hegel’e göre doğaüstü evrensel bir ilkedir ve varlığın kaynağıdır. Başka bir deyişle bu evrensel bir akıldır,evrensel bir düşüncedir. Dolayısıyla bu ilke,manevi nitelikte yani maddesel olmayan bir şeydir ve sonunda insan düşüncesi olarak görünecektir. Hegel’e göre,varlığın kaynağı olan bu evrensel ilke diyalektik bir biçimde gelişerek,yani diyalektiğin ‘tez,antitez,sentez’ adımlarına ,bu üçlü aşamasına uygun bir biçimde doğayı,tarihi ve toplumu yaratmıştır;bir başka deyişle doğa,tarih ve toplum ,evrensel düşüncenin gelişmesinin aşamalarından geçerek çeşitli görünümler almışlar ya da çeşitli biçimlerde görünmüşlerdir;bu da evrensel ilkenin ereğinin gerçekleşmesidir. Hegel’e göre ,süreç şöyle açıklanmalıdır. Evrensel düşünce önce (ilk veri olarak) kendi içindedir,kendi kendinedir. ‘Tez dene bu aşamasında evrensel düşce,tek bir var olma tarzı gösterir yani kendisinin var olmasından başka hiçbir belirtide bulunamaz,ancak bu haliyle varoluşu ,bir olanaktır ya da olanakların yeridir. Evrensel düşüncenin kendisini tanıması ,kendisini bilmesi için kendisine bir gerçeklik kazandırması ,kendisini bir gerçekte görmesi gerekir. Ve bu gerçekliği kazanmak için evrensel düşünce,kendini doğa olarak ya da doğada gerçekleşir. Artık o,doğada ‘kendi kendine’ biçiminde değildir;başkalaşmıştır;özüne ters düşerek kendine yabancılaşmıştır;özüyle çelişen yeni bir durum yaratmıştır. Böylece ,’antitez’ denen ikinci aşama sağlanmıştır. Bu çelişme evrensel düşüncenin diyalektik gelişmesinde ‘sentez’ denen üçüncü aşamadaki kültürde ya da kültür yaratıcısı insan düşüncesinde kaybolur. Çünkü kendisini tanımak ve kendisini bilmek için hareket eden evrensel ilke ,evrensel düşünce,kendisini bir gerçeklik kazandırdığı doğadaki yabancılaşmasından sonra ,insan düşüncesinde kendisinin bilincine varır ve böylelikle ereğine ulaşmış olur. Artık o,yeniden kendisini bulmuştur ve bu buluş ,insanın bilincinde olmuştur. Bu ,evrensel düşüncenin ,yabancılaşmasından kurtularak özgürlüğüne kavuşması demektir. Ama bu özgürlük ,tek tek insanlar için öznel bir özgürlük değil,bireyüstü durumlarda yani genel durumlarda gerçekleşmiş ,nesnel bir özgürlüktür;yasaya bağlı bir özgürlüktür: Hukuk ,ahlak ,sanat,devlet gibi gerçeklerde genelleşmiştir ya da genelliğini gösterir. Bütün bunlar .evrensel düşüncedeki olanakların gerçekleşmeleridir. Belli bir ereğe doğru hareket eden evrensel düşüncenin ,doğadaki yasası zorunluluk ,yani zorunlu olarak doğanın yaratılması,kültürdeki yasasıysa özgürlük ,yani yabancılaşmasından kurtulmasıdır. Hegel’in ilk ve en büyük diyalektiği ,evrensel düşünce –doğa-bilinç olarak üç aşamada gelişme sürecini tamamlar. Ayrıca her aşama içinde bir çok başka diyalektik ya da üçlü hareketler vardır;bunlar bir aşamayı geliştirerek bir üst aşamaya götürürler. Görülüyor ki etki karşıtlığı ya ad karşılıklı ilişkiler hareketi olarak diyalektik kavramının ilk kullanıldığı yer, Hegel’in varlık kuramı olmuştur. Ve biliyoruz ki bu kurama göre ,varlığın başlangıcı somut değildir,hareketin somut bir başlangıcı yoktur;dolayısıyla bu kurama göre madde ,düşünceden türemiştir ya da maddi olanlar,manevi olanların görünümleri cisimleşmelridir. Kısacası , Hegel’de ilk diyalektik ,evrensel düşüncenin hareketinin yasası olarak görülür. Ve Hegel’in bu ilk diyalektiğe dayanan varlık kuramı (varlığı düşünceden hareket ederek açıklaması) her şeyden önce teleolojik’tir;yani erek kavramında temellenen bir açıklama biçimidir;çünkü,evrensel düşünce,ereği için,ereğini gerçekleştirmek için harekete geçmiştir. Aynı zamanda , Hegel’in varlık kuramı,varlığın temelinde gördüğü düşünceden dolayı,varlığı düşünceden türetmesinden dolayı,idealist bir varlık kuramıdır. Zaten Hegel,evrensel düşünceyi Tanrı ile bir tutmuştur. Hegel’in yaptığı açıklama ,varlığın diyalektik bir açıklamasıdır,fakat bunu idealist bir bakış açısından yapmıştır. İlk diyalektiği idealist bir diyalektik olan Hegel’in ,diyalektik yöntemi ve onun ilkelerini ,genel olarak hep idealizmde temellendirdiği ,geliştirdiği görülür.

kaynak:100 soruda sosyoloji
bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
25 Mart 2013       Mesaj #10
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
Yöntem olarak Hegel’in idealist diyalektiğinin yasaları nelerdir?

Yöntem kısaca bir yol olarak,bir araştırma planı olarak ,düşüncede bir tutum olarak tanımlanır. Bu tanımları biraz açarak diyebiliriz ki yöntem ,bir bilimin amacına ulaşmasını sağlayan zihinsel tutumların ve düşünsel girişimlerin bütünüdür. Hegel,evrendeki olayları anlamak ve onların oluşlarını açıklamak için ,evrendeki her şeyin karşılıklı ilişkiler içinde bulunduğu düşüncesinden hareket ederek,uygulamasını istediği diyalektik yöntemin yasalarını şöyle sıralamaya ve açıklamaya çalışmıştır: 1)Bütünlük yasası,2)Hareket yasası,3)Çelişme yasası,4)Niteliksel değişme yasası.
Bu yasalar Hegel’in ,idealizminde temellendirdiği ,diyalektik gelişme yasalarıdır. Biliyoruz ki , Hegel’e göre doğa,tarih,toplum, insanlar ve insanların bütün yaptıkları,kısacası,varlık ve varlıktaki her şey,evrensel düşüncenin gelişmesinin tek tek görünümü ya da cisimleşmesidir. Bu Hegel’e göre ,mutlak varlık olan evrensel düşüncenin ,farklılaşarak ve çelişerek ,tek tek gerçekler haline gelmesi demektir ve bu gerçekleşme,diyalektik bir gelişme sonucudur. Her gerçek,gerçekleşinceye kadar tez-antitez-sentez gelişmesinden geçmiştir. Şu halde her sentez ,yeni bir gerçektir;bu yeni gerçek ,nitel bir değişmedir;yani tez ve antitezin nicel bir toplamı,nicel bir çıkarması değildir. Ve her sentez ,yeni bir tezdir ve yine her tez ,içinde karşıtını taşıyan şeydir. Karşıtlıklar hareketin kaynağıdır ve Hegel’in kabul ettiği hareket ,düşünce içinde geçen bir harekettir;o,hareketi soyut olarak ve soyut bir biçimde ele alır. Düşünceden başlayarak bir düşünme ve eylem yöntemi bulmuştur.
1)Bütünlük yasası:
Bu yasaya göre,evren,birbirleriyle ilgisiz ,birbirlerinden ayrı ,birbirlerine bağımlı olmayan nesnelerin ,olayların rastgele bir yığın değil ,organik olarak bağlandıkları ,birbirlerini karşılıklı etkiledikleri,bağıntılı,birleşmiş bir bütündür. Bu yüzden diyalektik yöntem,evrenin hiçbir nesnesini,hiçbir olayını,kendisini çevreleyen nesnelerden,olaylardan ayrı olarak düşünmez.
2)Hareket yasası:
Bu yasaya göre evren ve evrendeki şeyler,bir durgunluk,hareketsizlik ,değişmezlik halinde değildir;tersine ,evren evrendeki şeyler,sürekli bir hareket ve değişme ,durmayan bir yenileşme ve gelişme halindedirler,evrende bir şey doğar ve gelişir ,bir şeyin birliği bozulur ve kaybolur. Bu yüzden ,diyalektik yöntem,evrendeki bütün şeyleri,yalnız birbirleriyle ilişkileri ve birbirlerini karşılıklı olarak etkilemeleri bakımından değil hareketleri, değişmeleri, gelişmeleri, doğmaları ,kaybolmaları bakımından da inceler. Bu ikinci yasaya ,’oluş yasası’ da denebilir. Yine bu yasaya göre önemli olan,şeylerin doğuşu ve gelişmeleridir ve varolan her şeyle birlikte bulunduğu için zaman,diyalektik gelişmenin tarihi olarak değerlendirilecektir; yani tarihsel bir evrim söz konusudur.
3)Gelişme yasası:
Bu yasaya göre evrendeki her şey,kendi karşıtına dönüşmektedir. Ve zaten her şey ,karşıtını kendi içinde taşımaktadır. Başka bir deyişle nesneler ve olaylar ,iç çelişmeler içerirler,çünkü hepsinin bir olumsuz yanı ,bir olumlu yanı vardır;hepsinin bir geçmişi ,bir geleceği vardır,hepsinin kaybolan ya da gelişen öğeleri vardır. Bu karşıtların savaşı,eski ve yeni arasındaki,kaybolan ve doğan arasındaki ,bozulan ve gelişen arasındaki savaş ya da gelişme sürecinin kendi özüdür;niceliksel değişmelerin,niteliksel değişmelere dönüşmesidir. Bu yüzden diyalektik yönteme göre,alttan üste gelişme süreci,olayların ahenkli bir evrimi düzeyinde gerçekleşmez.
4)Niteliksel değişme yasası:
Bu yasaya göre gelişme süreci,niceliksel değişmelerin niteliksel değişmelere dönüşmediği,basit bir büyüme süreci değildir. Gelişmede ,anlamsız ve belirtisiz niceliksel değişmelerden ,görünür ve köklü değişmelere,niteliksel değişmeler derece derece değil,birdenbiredirler ve bir durumdan başka bir duruma sıçramalarla geçerler. Bu değişmeler olumsal değil ,ama zorunludur;farkına varılmayan ve derece derece olan niceliksel değişimlerin birikiminin sonucudurlar. Bu yüzden diyalektik yöntem,gelişme sürecini dairesel bir hareket olarak ,basit bir tekrar olarak değil,ilerleyici ,yükselerek giden bir hareket olarak,eski niteliksel bir durumdan yeni niteliksel bir duruma geçiş olarak,basitten karmaşığa ,alttan üste giden bir gelişme olarak kabul eder.
Yukarıdaki dört yasanın açıklanış biçimi,doğruda doğruya Hegel’in yazdıklarında görülmüş bir açıklama biçimi değildir. Hegel’in açıklamaya çalıştığı ‘düşüncenin gelişme süreci’yle ilgili tutumunun,onun felsefesini inceleyenlerce dört yasada toplanmış,dört yasada açıklığa kavuşturulmuş biçimidir. Yine Hegel diyalektiğinde,bütünlük,hareket,çelişme ve niteliksel değişme yasaları,birbirlerini tamamlar. Çünkü bütünlük yasasından başlayarak,sırasıyla her yasanın kavranabilmesi,öteki yasalara bağlı olmayı gerektirmektedir. Şu halde Hegel diyalektiğinin yasalarının hiçbiri ,tek başına düşünülemez,tek başına ele alınamaz ,hepsi bir bütün içindedirler: Ve Hegel’in dört yasayla belirlenen idealist diyalektiğine göre,bir düşüncenin diyalektik olması için o düşünceye bu dört yasanın da eksiksiz olarak uygulanması zorunludur.

kaynak: 100 soruda sosyoloji

Benzer Konular

15 Ocak 2013 / Misafir Soru-Cevap
6 Haziran 2016 / kompetankedi Siyaset ww
6 Aralık 2009 / Misafir Soru-Cevap
27 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat ww