Arama

Karl Marx

Güncelleme: 11 Aralık 2015 Gösterim: 38.246 Cevap: 5
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Aralık 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Karl Marx
Ad:  karl_marx.jpg
Gösterim: 1054
Boyut:  7.2 KB
Sponsorlu Bağlantılar

5 Mayıs 1818 günü Almanya'nın Rhine Eyaleti'nin Trier kasabasında doğdu. Orta öğrenimini Trier'de tamamladı. Bonn ve Berlin üniversitelerinde hukuk öğrenimi görürken tarih ve felsefeyle ilgilendi, Hegelci E. Gans'ın derslerini izledi. 1841 yılında "Demokritos'un ve Epikuros'un Doğa Felsefelerinin Farklılıkları" adlı doktora tezinde, dinin maddecilik açısından eleştirisini yaptı. Bir yandan sol Hegelcilere katılarak Bauer kardeşlerle dostluk kurarken, bir yandan da Feuerbach'ın etkisinde kalıp 1842 yılında, muhalefetteki radikal burjuvalar tarafından kurulan Rheinische Zeitung gazetesinin yazı işleri yöneticiliğini yaptı.
Saint-Simon, Fourier, Proudhon gibi yazarları okuyarak Fransız sosyalizmini tanımaya çalıştı. 1843 yılında çocukluk arkadaşı Jenny von Westphalenle evlendi. Aynı yıl Rheinische Zeitung gazetesi kapatıldıktan sonra Paris'e yerleşti. Fransız-Alman Yıllıkları'nı yayımladı (1844). Derginin ilk ve tek sayısında, Yahudi Sorunu adlı yazısıyla siyasal mücadele konusundaki görüşlerini ilk kez açıkladı. Aynı yıl Friedrich Engelsle dostluk kuran Marx, okurken tuttuğu notlardan oluşan 1844 El Yazmaları'nda, ana temasını yabancılaşmanın oluşturduğu insancıl (humanist) bir felsefe geliştirdi.
Friedrich Engelsle ilk ortak metninde Kutsal Aile'de (1845) tarih felsefesini materyalist (maddeci) bakış açısıyla eleştirdi. 1845 yılında Vorwarts gazetesi yazı kurulu üyeleriyle birlikte sürülünce Brüksel'e yerleşti. Friedrich Engels'in de birkaç ay sonra Brüksel'e gitmesiyle Friedrich Engelsle ortak eserlerinin ikincisini (Feuerbach Üzerine Savlar, 1845) ve üçüncüsünü (Alman İdeolojisi, 1845-1846) yayımladı. Kuramsal çalışmalarının yanısıra, sosyalist işçilerle ve Alman göçmenlerle ilişkilerini sıklaştırdı. Brüksel Alman İşçileri Derneği'ni kurdu ve Friedrich Engelsle birlikte komünist bir yazışma ağı oluşturdu. Komünistler Birliği'nin isteği üzerine Komünist Manifesto'yu yazdıkları bu yıllar, ikisi için de geçmişteki felsefi bilinçleriyle hesaplaşma ve tarihsel materyalizmi (maddeciliği) geliştirme yılları oldu: Bu yüzden, geçmişten kopuşları hem siyasal hem de kuramsal nitelikteydi.
1848 İhtilali patlak verince, Belçika'dan sınır dışı edilen Marx, Köln'e yerleşerek, Neue Rheinische Zeitung gazetesini çıkarmaya başladı. Neue Rheinische Zeitung gazetesin Bu gazetede işçilere yönelik makaleler yayımladı.
Önce Almanya'dan, hemen sonra da yeniden Fransa'dan sınırdışı edilince, 1849 yılında -ömrünün sonuna kadar kalacağı- Londra'ya yerleşti. Karl Marx, yoksulluk içinde yaşadığı bu dönemde iktisat incelemelerine ağırlık verdi. Temel eseri olan Kapital'i hazırlamaya başladı. 1851-1861 yılları arasında New York Daily Tribune gazetesinin Avrupa muhabirliğini yaptı.
1864 yılında Uluslararası İşçiler Derneği'nin kurucuları arasında yer aldı. Birinci Enternasyonal'in açılış konuşmasını ve tüzüğünü yazdıktan sonra, Kapital'in birinci cildini Almanya'da yayımlattı (1867). Kızını görmek için gittiği Paris'te Paris Komünü'ne tanık oldu. İngiltere'ye dönünce Fransa'da İç Savaş (1871) adlı eserinde bu devrim denemesini değerlendirdi. Kapital'in yazımını sürdürürken, bir yandan da işçi partililerinin programlarının oluşturulmasına etkili biçimde katıldı. Dühring'e karşı kalem tartışmasında Friedrich Engels'i destekledi. Anti-Dühring'in (1878) bir bölümünün yazımında Friedrich Engels'le çalıştıktan sonra hastalanarak çalışmalarını büyük ölçüde yavaşlatmak zorunda kalan Karl Marx 14 Mart 1883 günü Londra'da öldü.

Eserleri
  • El yazmaları (1844)
  • Kutsal Aile (1845)
  • Feuerbach Üzerine Tezler ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu (1845)
  • Alman İdeolojisi (1845-1846)
  • Felsefenin Sefaleti (1847)
  • Komünist Manifesto (1847-1848)
  • Ücretli Emek ve Sermaye (1848-1849)
  • Fransa'da Sınıf Savaşımları (1850)
  • Louis Bonaparte'in 18 Brumaire'i (1852)
  • Grundrisse (1857-1858) (Marx'ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı ve daha sonra Kapital'i oluşturacak ön çalışmalarını ve taslak notlarını içeren defterlerinden oluşan bu eser ilk kez 1939 yılında yayımlanmıştır)
  • Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı (1859)
  • Artı-Değer Teorileri (1862-1863) (Yine Marx'ın el yazmalarından oluşan ve Kapital'in dördüncü cildi diyebileceğimiz bu eser 1905-1910 yıllarında Kautsky tarafından yayımlanmıştır)
  • Kapital I. cilt (1867) (ikinci cilt 1885'te ve üçüncü cilt 1894'de Marx'ın taslaklarına uygun olarak onun ölümünden sonra Engels tarafından düzenlenerek yayımlanmıştır)
  • Fransa'da İç Savaş (1871)
  • Gotha Programının Eleştirisi (1875)

Son düzenleyen Safi; 11 Aralık 2015 00:46
Biyografi Konusu: Karl Marx nereli hayatı kimdir.
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
3 Ağustos 2007       Mesaj #2
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Sosyal bilimci, tarihçi ve devrimci olarak Marx, hiç kuşku yok ki en etkili sosyalist düşünürdür. Her ne kadar yaşadığı dönemde bilim adamlarınca pek fazla dikkate alınmamış ise de, geliştirmiş olduğu sosyal ve siyasal düşünceler bütünü, 1883’deki ölümünden sonra sosyalist hareket içinde büyük kabul görmüştür. Düne kadar dünyanın hemen hemen yarısı Marksist olduğunu iddia eden rejimler altında yaşamaktaydı. Bununla birlikte, bu başarının kendisi bile, Marx’ın özgün fikirlerinin, çok değişik siyasal koşullara uyarlanabilmelerini sağlayacak şekilde muğlaklaştırılmış olduğunu da göstermektedir. Ayrıca yazılarının pek çoğunun gecikmiş yayını, Marx’ın entellektüel konumunun adil bir değerlendirmesi için fırsatın ancak oldukça yakın zamanlarda elde edilmiş olduğunu da ortaya koymaktadır.

Sponsorlu Bağlantılar

Marx, Almanya’da Moselle rmağı üzerindeki Trier’de rahatı yerinde orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Ana ve baba tarafın dan bir dizi hahamın soyundan geliyordu ve babası Voltaire ve Lessing’i ezbere bilen akılcı bir Aydınlanma adamı olmakla birlikte, Trier’in en saygıdeğer avukatlarından bin olarak işini kaybetme tehlikesi karşısında bir Protestan olarak vaftiz olmayı istemeyerek kabul etmişti. Marx, on yedi yaşında iken Bonn Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu ve orada egemen olan ve özellikle de Trier sosyetesinin önde gelen kişilerinden birisi olan Baron von Westphalen’in kızı Jenny von Westphalen’le henüz nişanlandığı ve onun tarafından romantik edebiyat ve Saint-Simoncu siyasete yönlendirildiği günlerde romantizme kendini kaptırdı. Bir yıl sonra babası onu daha ciddi ve daha büyük bir yer olan Berlin Üniversitesi’ne yolladı ve burada kaldığı dört yıl boyunca Marx romantizmi bırakarak Berlin’de egemen olan Hegelciliğe yöneldi

Marx, Genç Hegelci harekete derinden ilgi duydu. Bauer, Strauss gibi kişileri de içeren bu grup Hıristiyanlığın radikal bir eleştirisini ortaya koyuyor ve dolaylı olarak da Prusya otokrasisine liberal bir muhalefet oluşturuyordu. Prusya hükümeti tarafından üniversite kariyennin kendisine çok görüldüğünü anlayan Marx gazeteciliğe geçti ve Ekim 1842’de Köln’deki etkili Rheinische Zeitung’un editörü oldu. Bu liberal gazete Renli endüstriciler tarafından destekleniyordu. Marx’ın özellikle ekonomik sorunlar üzerine keskin makaleleri hükümetin gazeteyi kapatmasına yol açtı ve Marx Fransa’ya göç etmeye karar verdi.

1843 yılı sonlarında Paris’e vardığında Marx, göçmen Alman işçileri ve Fransız sosyalistlerinin çeşitli kesimleriyle kısa sürede ilişkiye geçti. Marx aynı zamanda, Alman radikal Hegelcilerle doğuş halinde bulunan Fransız sosyalizmi arasında bir köprü kurmak amacıyla çıkarılmış kısa ömürlü Deutsch-französische Jahrbücher’in editörlüğünü yaptı. Paris’te bulunuşunun ilk birkaç ayında Marx inanmış bir komünist oldu ve görüşlerini Ekonomik ve Felsefi Elyazmaları diye bilinen ve 1930 yılına kadar yayımlanmayan bir dizi yazıda ortaya koydu. Burada, Feuerbach felsefesinden etkilenen ve kapitalizm altında emeğin yabancılaşmış niteliği ile komünist bir toplumda insanların ortaklaşa üretim içinde doğalarını özgürce geliştirmeleri karşılaştırılıyor ve insancıl bir komün kavramının ana çizgileri ortaya konuyordu. Ve yine Paris’te Engels’le bir ömür boyu sürecek ortaklığını kuruyordu.
KisukE UraharA - avatarı
KisukE UraharA
VIP !..............!
9 Ocak 2008       Mesaj #3
KisukE UraharA - avatarı
VIP !..............!
Karl Marx
Karl Marx
Gerçekçi ol imkansızı iste...
CrasHofCinneT - avatarı
CrasHofCinneT
VIP Pragmatist Çılgın Zat...
30 Ekim 2008       Mesaj #4
CrasHofCinneT - avatarı
VIP Pragmatist Çılgın Zat...
MARX, Karl (1818-1883). Karl Marx 19. yüzyılda felsefe, ekonomi ve siyaset alanların­daki kuramlarıyla, yalnız kendi döneminde değil, tüm 20. yüzyıl boyunca etkili olmuş bir düşünür ve devrimcidir. Kendi adıyla anı­lan Markisizm kuramını, arkadaşı Friedrich Engels ile birlikte oluşturmuştur (bak. EN­gels, Friedrich). Marksizm, tarihi, toplum­ların gelişim kurallarını ve toplumun dönüştü­rülmesini inceleyen bir kuramdır. Hedeflediği komünizm ya da bilimsel sosyalizm düşüncesi 150 yıllık bir siyasal akım yaratmıştır (bak. komünizm; sosyalizm).

Tam adı Karl Heinrich Marx olan bu bilim adamı, Prusya'da Trier'de (bugün Almanya Fe­deral Cumhuriyeti'nde) doğdu. Musevi olan ai­lesi 1824'te Hıristiyanlık'ı kabul etti. Marx, ilk ve ortaöğrenimini Trier'de tamamladıktan son­ra önce Bonn, daha sonra Berlin üniversitele­rinde hukuk, tarih ve felsefe öğrenimi gördü. Bu arada, Hegel'in felsefesinden etkilendi ve üniversitedeki Genç Hegelciler'e katıldı (bak. Hegel, Georg Wilhelm Friedrich). 1841'de felsefe üzerine hazırladığı doktora tezi Jena Üniversitesi'nde onaylandı. Aynı dönemde, maddi dünyanın insan düşüncesi ve zihninden bağımsız olarak var olduğunu, düşünce ve madde arasında belirleyici olanın madde ol­duğunu savunan Alman maddeciliği, özellikle de Ludwig Feuerbach'ın felsefesi üzerinde çalıştı. Sonraki çalışmalarında Hegel'in nesne ve olguları kendi hareketi ve değişmesi içinde inceleyen diyalektik yöntemiyle, maddeci dü­şünceyi kaynaştırmaya yöneldi (bak. madde­cilik).

1842'de Köln'de demokrasiyi savunan bir gazetenin yazarlığını ve daha sonra yayın yönetmenliğini yapmaya başladı. Bu gazeteye ülkenin ekonomik ve toplumsal sorunları üzerine, giderek Genç Hegelciler'den farklı-laşan görüşlerinin yer aldığı yazılar yazdı. Gazete 1843'te Prusya hükümetince yasaklan­dı. Aynı yıl içinde evlenen Marx, Fransız sosyalistleriyle tanıştığı Paris'e gitti. Orada, yaşam boyu dostu olarak kalan arkadaşı Friedrich Engels'le tanıştı.

Benzer düşünceleri paylaşan bu iki insan, birçok siyasal eylemde birlikte yer aldılar ve Marksist kuram üzerinde birlikte çalıştılar. Marx, Paris'te bulunduğu yıllarda ekonomiy­le ilgilendi; Fransız ve Alman işçi örgütleriyle ilişkiye girdi. 1845'te siyasal görüşleri nede­niyle Paris'ten sürülünce Brüksel'e geçti. Bir süre sonra Engels de ona katıldı. Bu dönemde birlikte yazdıkları kitaplarla Marksist kura­mın oluşturulmasında önemli adımlar attılar. 1847'de Komünistler Birliği adlı örgütün ku­rulması çalışmalarına katılan Marx, bu örgüt için Engels ile birlikte yazdığı ünlü Komünist Manifesto'yu (Manifest der kommunistischen Partei) 1848'de tamamladı.

Aynı yıl Avrupa'da, krallıklara karşı eko­nomik çöküşün, işsizliğin ve siyasal baskıların yarattığı devrimler patlak verdi. 1848 devrim­leri sırasında önce Paris'e, ardından Engels île birlikte Almanya'ya geçen Marx, burada bir yıl süreyle bir gazete çıkardı. Bu ülkeden de sürülmesinden sonra önce Paris'e gitti. 1849'da ise yaşamının geri kalan yıllarını geçireceği Londra'ya yerleşti. Marx ve ailesi Londra'daki ilk 14 yıl boyunca yoksulluk içinde yaşadılar. 1864'te Marx'a parasal des­tek veren Engels'in durumunun düzelmesin­den sonra biraz daha rahat bir yaşamları oldu. Jenny ve Karl Marx'in yedi çocuğu olmuştu, ama bunlardan dördü küçük yaşta öldüler.

Marx, Londra'da hemen tüm zamanını, geniş bilgi kaynaklarının bulunduğu British Museum'da geçirdi. Komünistler Birliği'nin dağıldığı 1852'den, değişik ülkelerdeki işçile­rin birliğini hedefleyen I. Enternasyonal'in (Uluslararası Emekçiler Birliği) kurulduğu 1864'e kadar siyasal etkinliklerden uzak dur­du. Günlerini kapitalizmin işleyiş yasalarını incelediği ekonomi çalışmalarıyla geçirdi. İlk cildi 1867'de yayımlanan Kapital (Das Kapi­tal) adlı ünlü yapıtı uzun yıllar süren bu çabanın bir ürünüdür. Fransa-Prusya Savaşı sonrasında, Paris'te emekçi halkın ayaklana­rak kendi yönetimlerini kurduğu Paris Komü­nü (1871) deneyimini sonuna kadar destekle­yen Marx, komünü ilk başarılı işçi devrimi olarak niteledi (bak. Fransa-Prusya Savaşi). Son yıllarında yazdığı çeşitli siyasal yazıların yanı sıra, zamanının önemli bir bölümünü Kapital'in ikinci ve üçüncü ciltlerini hazırla­makla geçirdi. Öldüğünde bu kitaplar henüz tamamlanmamıştı. Kapitalin ikinci ve üçüncü ciltleri Marx'in ölümünden sonra Engels tara­fından yayıma hazırlanarak 1885 ve 1894'te yayımlandı.

Marx'in Öğretisi
Marx'in evreni, dünyayı ve insanlık tarihini açıklamaya yönelik olan öğretisi, felsefe, eko­nomi ve siyaset alanlarını kapsar ve bu alanlar arasında kurduğu sıkı bağlarla bütünsel bir kuram oluşturur. Felsefe alanında, doğanın düşünceden bağımsız olarak varlığım savunan maddeci felsefe ile Hegel'in diyalektik yönte­mini birleştirmiş ve Diyalektik Maddecilik denen yeni bir düşünce sistemi geliştirmiştir. Bu yöntemin tarih ve toplumlara uygulanması Tarihsel Maddecilik olarak adlandırılmıştır.

Diyalektik Maddecilik, doğa ve insana iliş­kin tüm olguların düşünce ve ruhtan bağımsız olarak var olduklarını savunur. Evren ve doğa düşünceden önce de vardı ve var olmak için düşünceye gereksinimi yoktur. Düşünce mad­di bir gerçeklik olan beynin ürünüdür, yani insan, beyni olduğu için düşünür. Diyalektik Maddecilik nesneleri kendi başlarına ve de­ğişmez özellikleri olan varlıklar biçiminde gören "mekanik maddecilik"ten ayrılır. Diya­lektik Maddecilik, nesneleri karşılıklı ilişkileri ve çelişkileri içinde ele alır. Her şey oluşur, sürekli değişir ve yok olur. Hiçbir şey durağan değildir. Bu gelişme ve değişme maddi dünya­nın doğasında vardır. Her şey kendi çelişkisini içinde taşır ve bu çelişki değişimin itici gü­cüdür.

Örneğin bir yumurta, yumurta olarak kala­bilir ya da bir civcive dönüşebilir. Yumurta olarak kalma ya da civcive dönüşme çelişkisi­ni yumurta kendi içinde taşır. Uygun koşullar sağlanırsa, yumurtanın içinde bir civciv olu­şur. Yumurta olarak bırakılırsa, sonunda bozulur. Her iki durumda da yumurta olduğu gibi kalamaz. Değişmiyor gibi göründüğü zaman bile, kendi içinde belirli bir değişim, dönüşüm ve hareket içindedir.

Marx, toplumların gelişmesinin genel yasa­larını Tarihsel Maddecilik yöntemiyle incele­miştir. Tarihsel Maddecilik, toplumsal olayla­rın nedenlerini ve toplum biçimlerinin teme­linde yatan nesnel koşullan inceler ve açıklar. Marx'a göre, toplumlann gelişimi de doğada olduğu gibi kendine özgü nesnel yasalara bağlıdır.

Marx'a göre, toplumun yapısı, insanın ya­şamını sürdürebilmesi için gerekli ürünleri elde etme biçimine, yani üretim biçimine bağlıdır. Maddi üretim değişik dönemlerde değişik koşullar içinde elde edilir. Bu koşulla-n, bir yanda toplumun ulaştığı teknolojik gelişme düzeyi ve insan deneyimleri anlamın­da üretici güçler ile öbür yanda toplumdaki mülkiyet ilişkilerine bağlı olan üretim ilişkileri birlikte oluşturur. Bir toplumdaki üretim iliş­kileri, doğrudan üretimde çalışanlar ile üre­tim araçlarına sahip olanların, yani toplumda­ki sınıfların, karşılıklı konumları tarafından belirlenir.

Marx bu ekonomik temelin, devlet kurum­larının, yasaların, aile biçiminin, sanatın ve toplumsal bilincin oluşmasında belirleyici ol­duğunu söyler. Tarih de, devletler ya da krallar tarafından değil, insanların toplumsal eylemlerince yönlendirilmektedir. Yani, tari­hi kitleler yaratır, kitlelerde toplumsal bilin­cin oluşması da içinde bulundukları üretim biçimine bağlıdır. Marx, tarihin sınıfların oluştuğu ilk toplum biçimi olan köleci top­lumdan, feodal topluma, feodal toplumdan da kapitalist topluma doğru gelişmesini açık­layan genel yasalar ortaya koymuştur. Tarih­sel gelişmenin ekonomik temelini ve tarihin, bu temelin yarattığı sınıflar arasındaki müca­deleye bağlı olarak nasıl değiştiğini açıklamış­tır. Marx, bu genel yasalar çerçevesinde kapitalist toplumun komünist topluma dönüş­türülmesinin kaçınılmaz olduğunu söyle­miştir.

Marx, ekonomi alanında diyalektik ve ta­rihsel maddeci yöntemi kullanarak, başta kapitalist üretim biçimi olmak üzere, tüm sınıflı toplumlarda ekonominin işleyiş biçim­lerini ve sömürü mekanizmalarını açıklamış­tır. Buna göre, sınıflı toplumlarda, doğrudan üretim yapan ve değer yaratan kişiler, yarat­tıkları değerin tümüne sahip olamazlar. Bu değerin bir bölümüne üretime doğrudan kat­kıda bulunmayan sınıflar el koyar. Bu sömürü mekanizması, toplum biçimlerine (köleci, fe­odal, kapitalist) göre değişiklikler gösterir, ama özü değişmez.

Marx, geliştirdiği "emek değer", "artıde-ğer" ve "bölüşüm" kuramlarıyla, kapitalist toplumda değerin nasıl yaratıldığını, nasıl bölüşüldüğünü ve sömürünün nasıl gerçekleş­tiğini anlatmıştır. Kapitalizmle birlikte, bir malın üretiminde gerekli olan üretim araçları, hammaddeler ve başka girdiler gibi emek gücü (işgücü) de pazarda alınıp satılan bir mala dönüşmüştür. Emek gücünü satın alan kapitalist, bunu öbür girdilerle birlikte yeni bir malın üretiminde kullanır; üretilen malı sattığında, girdiler ve ücret için ödediği değer­den daha fazla bir gelir elde eder. Bu onun kândır. Kapitalistin kârının kaynağını araştı­ran Marx, artıdeğer kuramını geliştirmiştir.

Buna göre, emek gücünü satan işçi, kapita­list için çalıştığı işgününün bir bölümünde kendisine ödenen ücreti karşılayacak değeri yaratırken, geri kalan sürede kapitalist için üretir. Örneğin, günde 9 saat çalışan ve 10 bin lira ücret alan bir işçi, işgününün ilk 3 saatinde kendisine ücret olarak ödenen 10 bin liraya eşdeğer bir üretim yapar. Kalan 6 saatte yarattığı değer kapitaliste kalır. Kendi ücretinin üzerinde yarattığı bu değer artıde-ğerdir. Bütün üretim girdileri içinde kendisi için ödenenden daha fazla bir değer yaratabi­len, yani yeni üretilen mala kendi değerinden daha fazla bir değer katabilen tek öğe emek gücüdür. Böylece kapitalistin kârının tek kay­nağı da işçinin yarattığı artıdeğer olmaktadır.

Kapitalist üretimin temelindeki sömürü mekanizmasını bu biçimde açıklayan Marx, kapitalist toplumda temel iki sınıf olarak gördüğü proletarya (işçi sınıfı) ile kapitalistler arasındaki çelişkinin uzlaşmaz olduğunu söy­lemiştir. Marx'a göre bu çelişki, kaçınılmaz olarak, kapitalizmin yıkılışına ve işçi sınıfının iktidara geçmesine yol açacaktır. Sınıfsız top­lum olarak öngördüğü komünist toplum biçi­mi de işçi sınıfının iktidarda olacağı belirli bir sürenin sonunda kurulacaktır.

Toplumların diyalektik ve tarihsel maddeci yorumunu yapan ve kapitalizmin işleyiş kural­larının yarattığı sınıflar arası çatışmayı irdele­yen Marx'in kuramı, sonuçta işçi sınıfının sürdüreceği mücadeleyle kapitalizmin yerine sosyalizmin kurulacağı düşüncesine bağlanır.

Marx ve Engels'in toplu yapıtlarının 1955'te Marksizm mi Politiğin Eleştirisine Katkı (Zur Kritik der politischen Ökonomie; 1859), Fransa'da İç Savaş (The Civil War in France; 1871), Ücret, Fiyat ve Kâr (Value, Price and Profit; 1898), Grundrisse, Ekonomi Politiğin Eleştirisi (Grundrisse der Kritik der politischen Ökono­mie; 1939).

Kaynak: MsXLabs.org & Temel Britannica
Ölmediğine sevindim, hala acı çekebiliyorsun...
AeraCura - avatarı
AeraCura
Ziyaretçi
21 Temmuz 2009       Mesaj #5
AeraCura - avatarı
Ziyaretçi
Karl Heinrich Marx (okunuşu: Karl Haynrih Marks)
(5 Mayıs 1818 Trier – 14 Mart 1883 Londra) 19.yy’da yaşamış filozof, politik ekonomist ve devrimci. Komünizmin kuramsal kurucusudur. Birçok politik ve sosyal konuda fikri olmakla beraber, en çok Komünist Manifesto’nun (1848) giriş cümlesinde özetlediği tarih analiziyle tanınır: “Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir.”[1] Marx, bütün eski sosyoekonomik sistemlerde olduğu gibi kapitalizmin de kendini yok etmeye yol açacak içsel dinamikler yaratacağına inanırdı. Nasıl ki kapitalizm eskimiş feodalizmin yerini aldıysa, sınıfsız bir toplum olan komünizm de “devletin proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olmadığı” siyasal geçiş sürecinden sonra onun yerini alacaktır.[2]
Marx, sosyoekonomik değişimlere belirli bir tarihsel zorunluluk perspektifinden bakardı. Kapitalizm, yapısal durumunun dinamiği ve çatışması sonucu yerini komünizme kesin olarak bırakacaktır:
“ Modern sanayiin gelişmesi, burjuvazinin ayaklarının altından bizzat ürünleri ona dayanarak ürettiği ve mülk edindiği temeli çeker alır. Şu halde, burjuvazinin ürettiği, her şeyden önce, kendi mezar kazıcılarıdır. Kendisinin devrilmesi ve proletaryanın zaferi aynı ölçüde kaçınılmazdır. „
—Komünist Manifesto [3]
Öte yandan Marx, bu değişimin organize bir devrimci hareketle geleceğini söylerdi. Bu değişim, ancak uluslararası işçi sınıfının birleşik hareketiyle meydana gelir: “Bize göre komünizm, ne yaratılması gereken bir durum, ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir ülküdür. Biz, bugünkü duruma son verecek gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları, şu anda varolan öncüllerden doğarlar.” (- Alman İdeolojisi)
Marx yaşadığı dönemde dünya çapında ünlü bir isim sayılmasa da, ölümünden kısa bir süre sonra düşünceleri dünya işçi hareketine yön vermiştir. Marksist Bolşeviklerin Rusya’da Ekim Devrimi’ni gerçekleştirmesi bunun en büyük örneğidir. 20.yy’da dünyada Marksist düşüncenin uğramadığı ülke sayısı oldukça azdır. Marksizm, akademik ve politik çevrelerde en çok tartışılmış konudur.Marx3

Yaşamı

Karl Marx,1839,çizim.Prusya Krallığı’na bağlı Trier kentinde yedi çocuklu Yahudi bir ailenin üçüncü çocuğu olarak Karl Heinrich Marx adıyla dünyaya geldi. Babası Heinrich (1777–1838) Aydınlanma düşünürleri Voltaire ve Rousseau’ya hayrandı. Prusya makamları, bir yahudiye hukuk diploması vermeyeceği için Prusya resmi mezhebi Lutherciliği seçti, Hristiyan oldu. Annesi Henrietta (1788–1863), kardeşleri Sophie, Hermann, Henriette, Louise, Emilie ve Caroline ismindeydi.

Eğitimi

Marx, on üç yaşına kadar evde eğitildi. Trier gymnasium’dan mezun olduktan sonra, 17 yaşında hukuk okumak için Bonn Üniversitesi’ne kayıt yaptırdı. Marx’ın edebiyat ve felsefe okuma isteği babasının gelecekte kendisine ekonomik anlamda bakamayacağı gerekçesiyle reddedildi. Sonraki sene babası tarafından daha saygın bir üniversite olan Berlin’deki Friedrich-Wilhelms Üniversitesi’ne yollandı. Bu dönemde Marx birçok şiir ve hayat hakkında deneme yazmıştır, bu yazılarda üniversitedeki Genç Hegelciler’in ateist düşüncesinin de etkisi görülür. 1841′de “Demokritoscu ve Epikürcü Doğa Felsefesi Arasındaki Farklar” isimli teziyle doktorasını verdi.
Marx ve Genç Hegelciler
Genç Hegelciler, Ludwig Feuerbach ve Bruno Bauer etrafında toplanmış hocaları Hegel’i eleştiren bir grup felsefeci ve gazeteciden oluşuyordu. Hegel’in metafizik çıkarımlarını eleştirmelerine karşın, teolojik boyutundan koparttıkları diyalektik metodu dini ve politikayı analiz etmekte kullanıyorlardu. Bu grubun bazı üyeleri post-Aristo felsefesi ve post-hegelci felsefe arasında bir analoji çizer. Bunlardan biri Max Stirner, Feuerbach ve Bauer’i Biricik ve Mülkiyeti (1845, “Der Einzige und sein Eigenthum”) isimli kitabıyla eleştirir, bu ateistlerin soyut kavramları şeyleştirerek dindar bir görünüm kazandığını söyler. Bir Feuerbach takipçisi olan Marx, bu kitaptan etkilenerek Feuerbach materyalizmini terk ederek, daha sonra epistemolojik kopuş denilecek kırılmaya yaklaştı. Bundan sonra Stirner ve Feuerbach’ı eleştirdiği ve tarihsel materyalizm kavramının temellerini attığı Alman İdeolojisini (1846 Die Deutsche Ideologie) yazar, ancak bu kitabı yayımlayamaz.[4]
Marksizm

Proletarier aller Länder, vereinigt Euch!
Marks’ın eserleri
1844 Elyazmaları (1844)
Komünist Manifesto (1847-48)
Das Kapital (I.C 1867, II.C 1885, III.C 1894)
Gotha Programı’nın Eleştirisi (1875)
Sosyoloji ve Antropoloji
Genç Marx
Yabancılaşma
Sınıf bilinci
Burjuva
Proletarya
Meta fetişizmi
Komünizm
Kültürel hegemonya
İnsan doğası
Sömürü
Sosyalizm
Üretim ilişkileri
Ekonomi
Marksist ekonomi-politik
Üretim araçları
Üretici güçler • Meta
Değer yasası • Emek gücü
Artı emek • Artı değer
Değişim Değeri ve Kullanım Değeri
Ücret

Üretim biçimleri

Kapitalist üretim tarzı
Pre-kapitalist üretim biçimleri
Asya tipi üretim tarzı
Tarih
Emperyalizm
Ateizm
Sınıf savaşı
Proletarya diktatörlüğü
Sermayenin ilkel birikim süreci
Proletarya devrimi
Proletarya Enternasyonalizm
Dünya devrimi
Sürekli devrim
Felsefi

Diyalektik Materyalizm
Marksist felsefe
Tarihsel Materyalizm
Akımlar ve Eğilimler
Marksizm-Leninizm
Sol Komünizm
Troçkizm • Stalinizm
Maoculuk
Marksist hümanizm
Marksist otonomizm
Varoluşçu Marksizm
Yapısalcı Marksizm
Batı Marksizm
Post-Marksizm
Karl Marks’ı etkileyenler
Arthur Schopenhauer
Georg Wilhelm Friedrich Hegel
Christian Johann Heinrich Heine
Ludwig Andreas Feuerbach
Max Stirner
Friedrich Engels
David Ricardo
Rus Devrimi
Georgi Plehanov
Vladimir Lenin
Julius Martov
Vissarion Grigorieviç Belinsky
Aleksandr Ivanoviç Gertsen
Leon Trotsky
Jozef Stalin
Nikolay Buharin
Alexei Rykov
Orta Avrupa
Karl Kautsky • Ferdinand Lassalle
Eduard Bernstein • August Bebel
Willhelm Liebknecht
Rosa Luxemburg • Karl Liebknecht
Franz Mehring • Clara Zetkin
Ernst Thälmann
Georg Lukács • Karl Korsch
Avusturya Marksizmi
Max Adler • Rudolf Hilferding
Karl Renner • Otto Bauer
Batı Avrupa v.s
Georges Sorel • Antonio Labriola
Antonio Gramsci • Palmiro Togliatti
José Carlos Mariátegui
Frankfurt Okulu
Max Horkheimer • Theodor Adorno
Herbert Marcuse • Walter Benjamin
Jürgen Habermas • Axel Honneth
Louis Althusser • Étienne Balibar
Nicos Poulantzas • Ernesto Laclau
Troçkist

Ernest Mandel • Tony Cliff
Praxis Okulu
Gilles Deleuze • Antonio Negri
Fredric Jameson • Alan Thornett
Terry Eagleton • Slavoj Žižek
Perry Anderson
1843 Ekim ayının son günlerinde Marx Paris, Fransa’ya gitti. 28 Ağustos 1844 tarihinde Fransanın ünlü bir kafesinde (Café de la Régence) hayatının ve tarihin en önemli dostluklarından biri kurulur, Marx Friedrich Engels ile tanışır. Engels’in Paris’e gelmesinin en önemli sebebi Marx’la tanışmaktır, daha önce bir sefer 1842 yılında Marx’ın çıkardığı Rheinische Zeitung gazetesinin ofisinde karşılamışlardır. [5] Engels Marx’a en önemli eserlerinden birini gösterir “1844 Yılında İngiltere’de İşçi Sınıfının Koşulları.[6]” Paris o dönemde İngiliz, Alman ve İtalyan devrimcilere ev sahipliği yapıyordu, aynı şekilde Marx da Arnold Ruge ile çalışmak için Paris’e gelmiştir, ikili Deutsch–Französische Jahrbücher gazetesini Şubat 1944′te bir defa çıkarabilir.[7]
Bu gazetenin başarısızlığından sonra Marx, Paris’teki en radikal Alman gazetesine yazar, Vorwärts, hatta bu gazete Avrupa’daki en önemli radikal gazete sayılabilir. Marx genellikle Hegel üzerine yazar, Yahudi Sorunu Üzerine isimli makalesi için çalışır. Fransız Devrimi ve Proudhon’u inceler[8], proleterya üstüne düşünmeye başlar.
Bauer’e bir cevap niteliği taşıyan ve Genç Hegelciler’e olan mesafesini belirlediği Yahudi Sorunu Üzerine yayımlanır. Bu makale sivil haklar ve insan hakları ve politik özgürleşme kavramlarının eleştirisini içermekle birlikte, Yahudilik ve Hristiyanlık’a da sosyal özgürleşme noktasından önemli eleştiriler getirir. Engels, Marx’ın çalışma alanlarını işçi sınıfı nın durumu ve iktisat konularına yoğunlaştırmasında yardımcı olur. 1844 Elyazmaları’nda bunun ilk örnekleri yer alır, ancak bu yazılar 1930′lara kadar yayımlanmadan kalır. Bu elyazmaları temel olarak kapitalizmde insan emeğinin yabancılaşmasının olgusal analizini içerir.
Ocak 1985′te Vorwärts, Prusya Kralı Frederick William IV’e gerçekleştirilen suikast girişimine olan desteğini açıkça belirtince Marx ve arkadaşlarına Paris’i terk etmeleri emredilir. Engels’le birlikte Brüksel,Belçika’ya geçerler.
Marx bundan sonra kendini Alman İdeolojisi’nde temellerini attığı tarih çalışmasına ve tarihsel materyalizm görüşüne adar. Bu görüşün temel savı “İnsanların varlığını belirleyen onların bilinci değil, tersine onların bilincini belirleyen onların toplumsal varlığıdır.” olarak özetlenebilir. Marx artık tarihi “üretim ilişkilerine bağlı olarak” ele almaya başlar ve mevcut endüstriyel kapitalizmin kaçınılmaz çöküşü üstünde çalışır. Bu dönem, daha sonra akademisyenlerin ayırdığı, Feuerbach etkisi görülen Genç Marx’tan kopuş dönemidir.
1847 yılında yazdığı Felsefenin Sefaleti, Pierre-Joseph Proudhon ve Fransız sosyalist düşüncesine bir eleştiri ve cevap niteliği taşır. 21 Şubat 1848 tarihinde, Komünist Birlik ve Avrupa’daki bazı komünist grupların manifestosu olarak Marx ve Engels’in en ünlü çalışması Komünist Manifesto yayımlanır.
1848 yılı Avrupa’da köklü devrimlerin başgösterdiği bir yıldır. Marx yakalanır ve Belçika’dan sınır dışı edilir. Radikal hareketlerin Fransa’da güçlenmesiyle Marx tekrar Paris’e davet edilir, geri dönerek devrimci hareketlere tanıklık eder.
1849 yılında tekrar Almanya’ya (Cologne geri döner ve Neue Rheinische Zeitung gazetesini çıkarmaya başlar. Bulunduğu sürede iki defa mahkemeye verilir, ikisinden de beraat eder. Gazeteye baskının artması sonucu Paris’e döner, buradan da yollanır ve en sonunda Londra’ya iltica eder.
Londra Mayıs 1849′da ömrünün sonuna kadar kalacağı Londra’ya yerleşir. 1851′de New York Herald Tribune gazetesinde muhabir olarak çalışır. 1855′te oğlu Edgar’ı tüberkülozdan kaybeder.[9] Parasızlıktan ve kötü yaşam koşullarından dolayı politik ekonomi üstündeki çalışması çok ağır ilerlemesine rağmen 1857′de sermaye, özel mülkiyet, ücretli emek ve devlet üstünde yazdığı 800 sayfalık çalışma vardır. 1858′de çalışmalarını topladığı Grundrisse ancak 1939 yılında yayımlanacaktır. Yayımlanan ilk ciddi iktisadı çalışması Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı adı altında 1859 yılında olur. Adam Smith ve David Ricardo’nun teorilerini tartıştığı Artı-Değer Teorileri 1862-63 arası el yazmalarından oluşur. Bu çalışma da ancak ölümünden sonra yayımlanır. Bu iki çalışma da Kapital’in ön çalışmalarını ve çeşitli bölümlerini içerir. 1867′de dev çalışması, kapitalist üretim sürecini analiz ettiği Kapital’in ilk cildi yayımlanır. İkinci ve üçüncü cildi üstünde çalışmalarını sürdürür ancak bu ciltler ölümünden sonra Engels tarafından yayımlanabilir.
Karl Marx, 1861.Kapital’in dev bir araştırma ve analiz olması, Marx’ın sürdüğü sefalet bu eserin tamamının yayımlanmasını geciktirmiştir. Bunların dışında zamanının ve enerjisinin önemli bir kısmını Birinci Enternasyonal’e ayırması da yazma sürecinin ağır işlemesine sebep olmuştur. Kongrenin düzenlenmesinde aktif olarak görev alan Marx, kongrede de Mikhail Bakunin önderliğindeki anarşist sol akım ile ciddi fikir ayrılıkları ve çatışmalar yaşamıştır. 1872′de gerçekleşen Lahey Kongresi’nde Bakunin’in Marx’ın fikirlerini otoriter olarak değerlendirmesiyle iki grup arasında büyük çekişmeler yaşanmış, sonunda Bakunin ve anti-otoriter çevreler kongreden ihraç edilmiştir. Paris Komünü sırasında yaşananlar, bu kongredeki fikir ayrılıklarının da önemli bir bölümü buradan kaynaklanır, Marx’ı da derinden etkilemiş ve Fransa’da İç Savaş makalesiyle Paris Komünü’nü savunmuştur.
Marx’ın sağlığı son on yılda gittikçe bozulmaya başlamıştır, bu yüzden önceki yıllarında gösterdiği üretkenliği sağlayamamıştır. 1875′te yayımlanan Gotha Programı’nın Eleştirisi devrim stratejisi, proleterya diktatörlüğü, kapitalizmden komünizme geçiş ve işçi sınıfı partisi konularını ele alır. “Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre” prensibinin komünist toplumunun sloganı olması gerektiği bu kitapta yer alır.
Aile hayatı
Karl Marx, 1882.Karl Marx, bir Prusya baronunun eğitimli kızı Jenny von Westphalen ile evliydi. Marx ve Westphalen ailelerinin istememesi yüzünden bu beraberlik önceleri saklı kalmıştır, ama daha sonra çift 19 Haziran 1843 tarihinde evlenmiştir.
Aile, 1850′li yıllarını yokluk içerisinde Londra’nın Soho semtinde bulunan üç odalı bir evde geçirmiştir. Marx ve Jenny’nin bu yıllarda dört tane çocuğu vardı, daha sonra Jenny üç çocuk daha doğurmuştur, fakat yedi çocuktan sadece üç tanesi hayatta kalarak ergenliğe erişebilmiştir. Manchester’da aile işini yürütmekte olan Engels, bu yıllarda Marx’ın en büyük maddi destekçisidir. New York Daily Tribune’de muhabir olarak çalışan Marx, buradan da bir miktar para almıştır. Aile, Jenny’e 1856 yılında kalan miras sayesinde gene Londra civarında görece sağlıklı bir yere taşınmıştır. Marx hemen hemen bütün hayatını kıt kanaat geçirmiştir, yokluk peşini hiçbir zaman tam olarak bırakmamıştır.
Marx’ın çocuklarının isimleri şunlardır: Jenny Caroline (Longuet; 1844–1883); Jenny Laura (Lafargue; 1846–1911); Edgar (1847–1855); Henry Edward Guy (”Guido”; 1849–1850); Jenny Eveline Frances (”Franziska”; 1851–1852); Jenny Julia Eleanor (1855–1898) ve Temmuz 1857′de henüz ismi konulmadan hayatını kaybeden bir bebek.
Ölümü
Aralık 1881 de karısı Jenny’nin ölümünden hemen sonra Marx’ın da sağlığı bozulmuş, son on beş ayını katar hastalığıyla geçirmiştir. Bu hastalık bronşit ve plöreziye yol açmış, Karl Marx 14 Mart 1883 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Öldüğünde uyruksuzdur[10]. Londra’daki mezartaşının üst bölümünde Komünist Manifesto’nun son cümlesi büyük harflerle yazar[11] :
“ Bütün ülkelerin işçileri, birleşin! ”
Alt bölümünde ise Feuerbach Üzerine Tezler’in 11. bölümünün sonu yer alır:
“ Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir. ”
Highgate Mezarlığı, LondraMezartaşı Büyük Britanya Komünist Partisi tarafından, özgün haline de saygı gösterilerek alçak gönüllü bir mimariyle, 1954 yılında bir anıt haline getirilmiştir[12]. 1970′de el yapımı bir bombayla bu anıtı yok etmek amacıyla başarısız bir girişim olmuştur.[13]
Cenazesinde Wilhelm Liebknecht ve Friedrich Engels gibi Marx’ın yakın arkadaşları konuşma yapmıştır. Engels’in konuşması şu cümleleri içerir[14]:
“ 14 Mart günü, öğleden sonra üçe çeyrek kala, yaşayan düşünürlerin en büyüğü artık düşünmez oldu. Ancak iki dakika yalnız bıraktıktan sonra, odaya girince, onu koltuğunda rahat rahat, ama sonsuzluğa dek, uyumuş bulduk. ”
Engels ve Liebknecht dışında Charles Longuet ve Paul Lafargue de cenazeye katılmıştı. Liebknecht Almanca, Longuet Fransızca birer konuşma yapmış, Fransa ve İspanya’daki işçi partilerinden gelen iki telgraf okunmuştur. Engel’in konuşmasıyla da toplam 11 kişi bulunan cenaze töreni tamamlanmıştır.
Marx’ın kızı Eleanor da babası gibi komünist oldu ve onun çalışmalarının düzenlemesini yaptı.
Marx’ın görüşleri

Marksizm aynı zamanda bir praksis felsefedir. Ölümünden sonra Lenin, Mao, Stalin ve Troçki gibi liderler Marksizmi çeşitli şekilde yorumlamışlar ve bu yorumların sonucu ortaya koydukları hareketler Leninizm, Maoizm gibi isimlerle adlandırılmıştır.
Felsefesi
Komünist Manifesto, el yazması.Marx’ın felsefesinin dayanak noktası insanın doğası ve toplum içindeki yeridir. Hegelci diyalektiğin yardımıyla insan doğasının değişmezliği kavramını reddeder. Burada kastedilen insan doğası, fizyolojik ihtiyaçlar değil insanın toplum içinde yarattığı hareket ve davranış biçimidir. Bunu da “tarihsel süreç” ve “doğa” kavramlarını bir arada ele alarak yapar. Sosyal koşulların davranışı belirlemesi, doğanın insanın davranışını belirlemesinden önce gelir. Ama bu insan doğasının varlığını reddetmez, yabancılaşma teorisi bunun üstüne kurulur. İnsan emeği kaçınılmaz olarak doğal bir kapasite kapasite gerektirir ama bu da insan bilincinin aktif rolüne sıkıca bağlıdır:
“ Örümcek, işini dokumacıya benzer şekilde gördüğü gibi, arı da peteğini yapmada pekçok mimarı utandırır. Ne var ki, en kötü mimarı en iyi arıdan ayıran şey, mimarın, yapısını gerçekte kurmadan önce, onu imgesinde kurabilmesidir. „
—Kapital, 1. Cilt, Üçüncü kısım, 7. bölüm, 1. Kesim [15]
Marx’ın tarih analizi, tarım toplumlarında toprak ve kürek, sanayii toplumunda madenler ve fabrikalar olarak sayılabilen yani bir malın üretimi için doğrudan gerekli üretici güçler ve bu üretim araçlarını kullanan insanların kurduğu sosyal ve teknolojik ilişkileri tanımlayan üretim ilişkileri arasındaki ayrıma dayanır. Bu ayrım ve bağ üretim biçimini oluşturur. Marx, Avrupa’da üretim biçiminin değişmesiyle birlikte feodalizmden kapitalist üretim biçimine geçildiğini söyler. Marx üretici güçlerin, üretim ilişkileriden daha önce geldiğini ve daha hızlı değiştiğini söyler. Felsefenin Sefaleti çalışmasında bu durum şöyle yer alır16]
“ Toplumsal ilişkiler, üretici güçlere sıkı sıkıya bağlıdırlar. Yeni üretici güçler sağlamak için, insanlar, kendi üretim biçimlerini değiştirirler; kendi üretim biçimlerini değiştirmek, yaşamlarını kazanma yollarını değiştirmek için de, bütün toplumsal ilişkilerini değiştirirler. Yeldeğirmeni size feodal beyli toplumu verir; buharlı değirmen ise, sınai kapitalistli toplumu. ”
Marx toplumdaki sınıfların bu üretim biçimlerine bağlı olarak oluştuğunu söyler. Bir sınıfı oluşturan insanlar kendi istekleri yahut bilinçleriyle bir araya gelmiş değildir. Her sınıfın da kendi çıkarına farklı bir isteği vardır, bu da toplumda çatışmaya yol açar. İnsanlık tarihinin en kalıtımsal özelliği sosyal sınıfların çatışmasıdır:
“ Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir. ”
Marx insanların kendi emek gücü ve bunla olan ilişkisiyse de ilgilendi. Yabancılaşma sorunu özellikle Genç Marx’ın ilgilendiği bir alandır. Kapitalist sistemde insanın kendi doğasına yabancılaşmasıyla, hem kendi emeğine hem üretim sürecine hem de sosyal ilişkilerine karşı yabancılaşır. Kapital’de yerini daha ayrıntılı biçimde tanımladığı meta fetişizmine bırakır.
Yanlış bilinç de Marksist terminoloji içinde önemli bir yere sahiptir. İdeoloji kavramıyla oldukça yakından bağlantılıdır ve onu olumsuzlar. Üretim araçlarına sahip sınıf, aynı zamanda kendi dünya görüşünü de alt sınıflara pompalar. Böylece proleterya kendi çıkarının nerede olduğunu göremez, düzeni değiştirme şansının olmadığını düşünür. Olayları devrimci bir düşünceden uzak olan din veya insan çerçevesinden görür. Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı’da şöyle der[17].
“ Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı protesto oluyor. Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, tinin dıştalandığı toplumsal koşulların tinini oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor. ”
Tarih anlayışı ]Marx’ın tarihsel materyalizm kuramı toplumun her zaman ana olarak maddi koşullara göre, burada üretim ilişkileri ve buna bağlı olarak ekonomi sistemin dinamiğidir, belirlendiğini iddia eder. İnsanlar ilk olarak birbirleriyle “yaşamak için her şeyden önce içmek, yemek, barınmak ve giyinmek” gibi gereksinmeleri karşılamak için ilişkiye girer.[18] Marx ve Engels, Batı toplumlarının gelişmesini ve geleceğini şu beş zincirleme aşamada tanımlar:
İlkel komünizm: Avcı ve toplayıcı dönemde, paylaşılan mülkiyete ve ilkel demokrasiye dayanan kooperatif aşiretler, kabileler.
Kölelik: Toplumun kabileden şehir devlete geçtiği, köleliğin, özel mülkiyetin ve aristokrasinin doğduğu, tarımın yaygın olduğu dönem.
Feodalizm: Kralın da dahil olduğu aristokrasinin yönetici sınıf haline geldiği, dinin önemli bir yer tuttuğu üçüncü dönem.
Kapitalizm: Burjuva sınıfının yönetici, proletaryanın da ezilen sınıf olduğu, parlamenter demokrasinin yaygın politik sistem, piyasa ekonomisinin işlediği ve üretim araçlarına ağırlıkla özel mülkiyetin sahip olduğu dönem.
Komünizm: İşçilerin devrim yaparak kapitalistleri kovduğu ve devletsiz, sınıfsız, mülkiyetsiz bir toplumun yarattıkları beşinci dönem.
Politik ekonomi
1973 basımı Das Kapital.Marx’a göre, insanın kendi emeğine yabancılaşması (meta fetişizmine dönüşen sürec), kapitalizmin en belirgin niteliğinden biridir. Kapitalizmden önce, Avrupa’da var olan piyasalarda üreticiler ve tüccarlar mal alıp satardı. Kapitalist üretim tarzının gelişmesiyle birlikte emeğin kendisi bir mal (meta) halini almıştır. İnsan artık yaptığı ürünü değil, kendi emek gücünü belirli bir ücret karşılığında anlaşarak satmaktadır. Emek gücü, insan yaratımı özelliğinden bağımsızlaşarak, tamamiyle alınıp satılabilen sistemin devamlılığını sağlayan bir araç haline gelmiştir. Emek gücünü satmak zorunda olanlara proletarya, bu emek gücünü satın alan, genellikle mülk ve üretim teknolojisine sahip kişilere de burjuva denir. Proleterler, kapitalistlerden sayıca ve kaçınılmaz olarak fazladır.
Marx, endüstriyel kapitalistlerin tüccar kapitalistlerden ayrıldığını söyler. Tüccar bir piyasadan bir malı alır ve diğer bir piyasada, piyasadaki arz ve talep kanunlarına bağlı olarak, daha yüksek bir fiyattan satar. Böylece bir arbitraj oluşturur. Öte yandan kapitalistler, üretilen maldan bağımsız olarak emek piyasası ile piyasa arasındaki farklılıktan yararlanır. Marx, her başarılı endüstrinin birim maliyeti girdisi ile birim fiyatı çıkışı arasında fark bulunduğunu söyler. Bu farklılık artı değer olarak adlandırılır ve bu artı değer kaynağını işçinin ürettiği artı emekten alır, bu el konulan artı değer kapitalist karın esas bölümünü oluşturur.
Marx ve Engels, Komünist Manifesto’da burjuvanin tarihte daha önceden görülmemiş devrimci bir rol oynadığını söyler, ama bu kapitalist üretim sürecinin yaşayacağı krizleri bütünüyle engelleyebilecek güçte olduklarını göstermez. Teknolojinin sürekli gelişmesi, ekonominin büyümeye endeksli olması ve karın arttırılması gereği kapitalizmi periyodik krizlere mahkum eder. Bu büyüme, kriz ve tekrar büyüme süreci sonunda ciddi bir krizle karşı karşıya kalacaktır, aynı zamanda bu süreçte kapitalist sürekli zenginleşmeye çalışacak, işçi de gittikçe güçsüzleşecektir (çünkü artı değeri oluşturan artı emektir). Sonunda proletarya üretim araçlarına el koyacak ve herkese eşit biçimde dağıtacaktır. Uzlaşmak ihtimali mümkün değildir, çünkü kapitalist sistemde bu uzlaşmanın sınıf farklılığını ortadan kaldırma şansı yoktur. Aksine kapitalistler önceki avantajlı durumunu devam ettirmek için şiddete başvuracaktır. Bu geçiş sürecinde iyi organize olmuş devrimci bir gücün ortaya çıkıp idareyi ele alması gerekir. Marx Gotha Programı’nın Eleştirisi’nde şöyle yazar [19]
“ Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinden ötekine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna da bir siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki, burada, devlet proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz. ”
Marx’ın etkilendikleri
G.W.F. HegelKarl Marx üzerinde etkili olanlar kısaca şöyle sıralanabilir:
Georg Wilhelm Friedrich Hegel diyalektik metodu ve tarih anlayışı, (Alman felsefesi)
Adam Smith ve David Ricardo politik ekonomisi, (İngiliz iktisadı)
Jean-Jacques Rousseau başta olmak üzere Fransız eşitlikçi ve sosyalist düşünce, (Fransız politikası)
Marx tarih ve toplumun bilimsel bir metodla birlikte ele alınması gerektigine inanırdı. Marx’ın tarih anlayışı, tarihsel materyalizm olarak tanımlanır Engels ve Lenin de bunu diyalektik materyalizm olarak ele alır, Hegel’in gerçeklik ve tarihin diyalektik biçimde ele alınması gerektiği düşüncesinden oldukça etkilenmiştir. Fakat Hegel’in düşüncesi bu diyalektigin temeline idealizmi oturttuğundan dolayı, Marx tarafından eleştirilmiştir, Engels Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’da Marx’a atıfla şöyle yazar 20] “Tarihte bir iç gelişme, zincirleme bir iç bağlantı olduğunu tanıtlamayı deneyen ilk adam Hegel’dir, ve onun tarih felsefesindeki birçok şey, bugün bize ne kadar tuhaf gelirse gelsin, onu izleyenleri, hatta ondan sonra tarih üzerinde genel muhakemeler yürütmeye kalkışanları kendisiyle kıyasladığımızda, temel anlayışının yüce niteliği bugün de hayranlığa layıktır. Phénoménologie’sinde, Estetik’inde, Felsefe Tarihi’nde, her yere tarihin bu yüce anlayışı girer, ve her yerde konu, tarihsel tarzda, soyut olarak baş aşağı edilmiş olsa da, tarih ile belirli ilişkisi içinde incelenir.” Popüler ifadeyle Marx, baş aşağı duran Hegel’i ayakları üstüne koyar.
Marx’ın Hegel’in idealizmini reddetmesinde ve materyalist diyalektiği benimsemesinde Ludwig Feuerbach da etkili olmuştur. Feuerbach ve arkadaşları, Tanrı’nın insan yaratımı olduğunu söyler ve diyalektik metodu teolojik boyutundan kopararak dini ve politikayı analiz etmekte kullanır. Marx da bu dünyanın insanlardan herhangi bir “gerçek” şeyi sakladığına katılmaz, aksine din ve idealizm tarihsel ve sosyal olarak insanların kendi gerçek konumlarını açıkça görmesini engeller. Genç Hegelciler’den koptuktan sonra Feuerbach’ı eleştirir fakat bu etkilenme boyutunun olmadığı anlamına gelmez.
Marx, her ne kadar Jean Jacques Rousseau’ya nadir göndermeler de bulunsa da, Rousseau özel mülkiyete ciddi biçimde ilk saldırıyı yapan ve eşitlikçi düşünceye katkıda bulunan önemli bir filozoftur ve bu konularda Marx’ın düşüncesini oluşturmasında etkili olmadığını söylemek oldukça zordur. Marx ütopik olarak nitelendirmesine rağmen Charles Fourier ve Saint-Simon gibi sosyalist düşünürlerin görüşlerinin önemini de reddetmez: “Ama bu sosyalist ve komünist yayınlar, eleştirel bir öğe de içerirler. Bunlar mevcut toplumun bütün ilkelerine saldırırlar. Bu yüzden işçi sınıfını aydınlatacak en değerli malzemelerle doludurlar.” (Komünist Manifesto)
Marx’ın etkisi [değiştir]Marx ve Engels’in çalışmaları, toplum ve tarihin kompleks analizini sunan birçok başlıktan oluşur. Karl Marx’ın görüşleri, özellikle ölümünden sonra, Marksizm genel başlığı altında incelenir ve tartışılır. Ama Marksistler arasında Marx’ın yazılarının nasıl yorumlanması ve varolan olaylara ve durumlara nasıl uyarlanması gerektiği konusunda çeşitli ciddi tartışmalar vardır. Hatta bu tartışmalar henüz Marx hayattayken ortaya çıkmıştır, Marx 1883 yılındaki ölümünden önce hem Paul Lafargue hem de Fransız işçi lideri Jules Guesde’yi “devrimci deyim tüccarı” olmakla suçlamıştır. Fransa partisi reformist ve devrimci olarak ikiye bölündükten sonra, devrimcinin lideri Jules Guesde Marx’tan emir almakla suçlanmış, Marx da Lafargue’ye “Eğer Marksizm buysa, ben Marksist değilim” demiştir. (”Ce qu’il y a de certain c’est que moi, je ne suis pas Marxiste”, bu söz Engels’in Eduard Bernstein’e yolladığı 2-3 Kasım 1882 tarihli mektubunda geçer.)[21]
Karl Marx ve Friedrich Engels anıtı, Marx-Engels-Forum, BerlinGenel olarak, Marksist sözü Marx’ın kavramsal dilini (”üretim biçimi”, “sınıf savaşı”, “meta fetişizmi” gibi) kapitalist ve diğer toplumları anlamak için kullanan ya da işçi devriminin komünist topluma geçişi sağlayan tek araç olduğuna inanan kişiler için sarfedilir. Marx’ın kuramının genelini ya da bir kısmını kabul edip bütün akıl yürütmelerini kabul etmeyen kişilerin nasıl adlandırılacağı da tartışma konusudur.
Marx’ın ölümünden 6 yıl sonra ilk kongresi yapılan İkinci Enternasyonal, politik hareket için önemli bir merkez oluşturdu. Büyük işçi partilerinin, özellikle Marksist Almanya Sosyal Demokrat Partisi, katılımıyla Birinci Enternasyonal’den daha başarılı oldu. Bazı üyelerin Eduard Bernstein’in ortaya attığı evrimsel sosyalizm teorisine ilgi duymaya başlaması ve patlak veren 1. Dünya Savaşı 1914′te bu Enternasyonalin sona ermesine yol açtı.
Vladimir Lenin önderliğinde Marksist Bolşevikler’in Ekim Devrimi ile Rusya’da iktidarı ele alması dünya çapında büyük bir yankı yarattı. Moskova’da Mart 1919′da kurulan “Üçüncü Enternasyonalin amacı tüm dünyada Komünist partilerin kurularak uluslararası proleter devrimine yahut dünya devrimine yardım etmeleriydi.
Marx, komünist devrimin Fransa, Almanya ve İngiltere gibi ileri derecede sanayileşmiş ülkelerden başlayacağını düşünüyordu. Lenin ise emperyalizm çağında “eşitsiz ekonomik ve siyasal gelişme yasasına” bağlı olarak, Rusya’nın eski bir tarım ülkesi olmasına rağmen aynı zamanda emperyalizmle ilişkili olarak endüstriyel sıkıntıları yaşayan bir ülkede zincirin en zayıf halkasından kopacağını, böylece “geri kalmış” diye tabir edilen bir ülkede devrimin gerçekleşmesinin olanaklı olduğunu, bu toplumun yaktığı devrim ateşinin Avrupa’nın endüstriyel toplumlarına da sıçrayacağını söyledi[22]
Marx ve Engels, Komünist Manifesto’nun 1882 tarihli Rusça baskısına yazdıkları önsöz bu konuda ışık tutucudur:
“ Şimdi sorun şudur: Büyük çapta zayıflamış olsa bile, gene de, ilkel bir ortak toprak sahipliği biçimi olan Rus obşina’sı, doğrudan doğruya komünist ortak mülkiyetin üst biçimine geçebilir mi? Ya da tersine, ilkönce Batının tarihsel evrimini oluşturan aynı çözülme sürecinden mi geçmelidir?
Buna bugün verilebilecek tek yanıt şudur: Eğer Rus Devrimi, Batıdaki bir proleter devriminin habercisi olur, ve bunlar, böylelikle, birbirlerini tamamlarlarsa, Rusya’daki mevcut ortak toprak sahipliği, komünist bir gelişmenin başlangıç noktası olabilir.

Almanya, Chemnitz’de bulunan Karl Marx anıtı, bu şehir önceden Karl Marx Şehri adıyla Doğu Almanya’ya bağlıydı.Marx’ın sözleri Lenin için bir başlama noktasını oluşturdu, Troçki ve Eski Bolşevikler ile birlikte yürüttüğü Rus devriminin “Batıdaki bir proleter devriminin habercisi” olması gerektiği düşüncesi Komintern’in de amacıydı (dünya devrimi). Bu bağlamda Komintern’in ilk kongredeki resmi dilinin Almanca olması ve Lenin’in devrim sırasında yoğun olarak Alman ajanlığıyla suçlanması tesadüf değildir.[23] Daha sonra Batı’da devrim hareketlerinin başarısızlığa uğraması ve diğer devletlerin Sovyetler’e cephe almasından sonra Stalin’in öne sürdüğü “tek ülkede sosyalizm” Sovyetler Birliği’nde hakim görüş haline geldi. Stalin yönetimine muhalefetini sürdüren Leon Troçki ve yandaşları Dördüncü Enternasyonal’i 1938 yılında örgütledi.
Çin’de Mao Zedung Marx’a bağlıluğını dile getirmekle beraber komünist devrimde öncü rolü sadece işçilerin değil köylülerin de oynayabileceğini söyledi. Henüz köylü toplumlarda işçi sınıfı tam oluşmadığı için feodalizme karşı gelen köylüler de komünist bir düzenden yana tavır koyabilirdi. Marx’ın temel görüşlerinden farklı olsa da Marksist-Leninist çizgiye daha yakın olan bu düşünceler Yeni Demokratik Devrim teorisiyle dile getirmiştir. Mahir Çayan bu konuda şöyle der: “Mao’nun bu katkısının özlerini ve temel unsurlarını Lenin’de de görmekteyiz. Fakat Marksizm-Leninizmin bu son derece önemli iki ilkesi (milli demokratik devrim ve proleter kültür devrimi), en mükemmel şekillerini Mao’nun siyasi pratiği içinde almışlardır.”[24]
1923 yılında Almanya’da Marksistlerin kurduğu Toplumsal Araştırma Enstitüsü de Marksist disiplininin eleştirisinde önemli bir rol oynamıştır ve bu enstitünün bir düşünce akımı olarak ifade edilmesine Frankfurt Okulu denmiştir. Theodor Adorno, Max Horkheimer, Walter Benjamin, Herbert Marcuse, Jürgen Habermas önde gelen temsilcileri arasında yer alır ve bu okulun genel yaklaşım biçimi eleştirel teori olarak adlandırılır. Bu okul Ortodoks Marksizme karşı çıkmış ve sınıf bilinci ve ekonomik belirlenimcilik konularında çarpıcı eleştiriler getirmiştir. Bazı Marksistler de bu okulu Marksizmi pratiğinden soyutlayıp sadece bir akademik disiplin alanına çekmekle suçlamışlardır. Frankfurt Okulu’yla birlikte olmamakla beraber aynı dönemde yaşayan Antonio Gramsci Marksizm’e önemli açılımlar kazandırmıştır.
Eleştiriler
Karl Marx ve Marksizm konusundaki eleştiriler çoğunlukla Sovyetler Birliği pratiği üzerinde yoğunlaşır. Marx’ın kapitalizm ve ekonomik analizi için yapılan eleştiri oranı komünizm ve Sovyetler Birliği konusunda yapılan eleştiri oranının oldukça altındadır. Marx’ın ortaya koyduğu artı değer, değişim değeri ve sermaye tanımları iktisatta doğru kabul edilir.
Kapitalizm savunucularının birçoğu refahın üretimi ve dağıtımının sosyalizm ya da komünizmden daha etkili ve adil olduğunu savunur. Marx ve Engels’in belirttiği zengin ve fakir arasındaki uçurumun sadece vahşi kapitalizm dönemine ait geçiçi bir sorun olduğu belirtirken, insan doğasının kişisel çıkara ve sermaye biriktirmesine daha yakın olduğunu kapitalizm dışında bir ekonomik sistemin bu duruma uygun olmadığını söyler. Avusturya Okulu iktisatçıları da Marx’ın emek değer kuramını eleştirir. [25]Ayrıca Sovyetler Birliği’nin çöküşü, Berlin Duvarı’nın yıkılışı Marksizmin popülaritesini ve dünya çapındaki marksist görüşlerin etkisini azaltmıştır.
Friedrich Hayek Serfliğe Giden Yol kitabında sosyalist bir ekonomide iletişim problemlerinin oluşacağını, Leninist dönemde de bunların olduğunu ve bu problemlerin üretim sürecinde bir tıkanmaya yol açacağını söyler. Hayek’in takipçileri de Leninist dönemde veya Britanya’da 1939′dan 1951′e kadar olan savaş demokrasisi döneminde oluşan kıtlıklara dikkat çeker ve bunun adaletsizlik yarattığını ekler.
Bazı eleştiriler de tarihsel materyalizm kavramı konusunda toplanır. Yazılı tarihteki olayların ve sınıfların üretim biçimlerinden kaynaklandığını söyleyen bu görüşü eleştirenler “Üretim biçimi nereden gelir?” biçiminde bir soru yöneltir. Murray Rothbard şöyle der “Marx hiçbir zaman bu soruya bir yanıt vermeye çalışmamıştır, aslında veremezdi de çünkü teknolojik değişimleri ya da teknoloji devletini bir insana, bireye atfederse bütün sistemi çöker. Böyle bir durumda insanlık bilinci ya da birey bilinci üretim biçimini belirleyen faktör olur ve başka bir yol da mümkün değildir.” [26] Ancak Marx Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı da şöyle der:”Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder.” [27] Marx burada bu üretim biçimlerinin insanın “kendi iradelerine bağlı olmayan” bir biçimde geliştiğini söyler ve bu gelişmenin sosyal doğasını açıklar.
Son düzenleyen Safi; 11 Aralık 2015 00:48 Sebep: İfadeler silindi.
bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
25 Mart 2013       Mesaj #6
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye

Maddeci diyalektik nedir?Marx’ın tarih görüşü nedir?Marx,doğa bilimleri ve insan bilimleri arasındaki ilişki sorununa nasıl bir çözüm getirmektedir?


“Baş aşağı yürüyen diyalektiğin ayakları üzerine konması’yla diyalektik yöntemin evriminde ilk büyük ilerleme görüldü. Biliyoruz ki Hegel için,nesnel gerçeğin diyalektik süreci,doğada,tarihte.,toplumlarda cisimleşmiş ya da açığa vurulmuş düşüncenin hareketinden başka bir şey değildir. Tersine,Marx için maddesel dünya,her türlü düşüncenin dışında ve bağımsız olarak vardır;ve madde içinde tezler,antitezler,geçici sentezler olarak sonuçlanırlar;bu sentezler de tarihsel evrimin evreleridir. Dolayısıyla ,Marx’a göre düşüncenin diyalektiği,maddenin ya ad maddesel şeylerin diyalektiğinin bir yansımasıdır ancak. Marx’ın kendisi bu durum şöyle açıklıyor: “Fikir adı altında özerk bir süreç olarak gösterdiği düşüncenin süreci, Hegel’e göre,ancak düşüncenin dış bir olayı olan gerçeğin yaratıcısıdır. Bana göre,fikirlerin dünyası,insan düşüncesinde yansımış maddesel dünyadan başka bir şey değildir.” Görülüyor ki baş aşağı yürüyen diyalektiğin ayaklarının üzerine konması”,maddeyi düşünceden üreten Hegel’in idealist diyalektiğine karşı,düşünceyi maddeden üreten maddeci (materyalist) diyalektiğin ortaya çıkması demekti. Aslında bu hem Hegel’den esinlenen ,hem Hegel’e karşı koyan Marksizmin doğuşudur. Hegel’den esinlenen,çünkü ,en başta çelişmelerin önem taşıdığı bütünün hareketi Hegel’den öğrenilmiştir. Hegel’e karşı çıkan,çünkü ,düşünceyi maddenin ya da evrensel ilkeyi doğanın ya da insanların yarattığını ileri süren mekanist maddecilik , Hegel idealizmine karşı çıkmıştır. Böylece ,bir şeyi başka bir şey sanma yanlışlığıyla ya da gizemcilik (mysticisme),diyalektiği yanlış anlatan Hegel’e karşı ‘ayakları üzerine konan’ diyalektik hareketi maddede başlatıyordu.
Hegel’in idealist diyalektiğinin tersine çevrilmesi ,yani idealizmin aşılması ya da ‘idealizmin bütünleşmesi’,mantık bakımından şöyle özetlenebilir: Hegel,soyutluktan yani ‘saf (pur) başlangıç”tan gerçeğe gitmek istemektedir;oysa Hegel’in kuramını inceleyen Marx,bu kuramı tarihsel kılmaktadır. Hegel,gerçekle evrensel düşünce arasındaki ilişkiyi,evrensel düşünceyi kaynak alarak ararken,Marx bu ilişkiyi derinleştirmekte ve ilişkinin yerini değiştirmektedir. Görülüyor ki maddeci diyalektiğe göre düşünce,kurgul bir ilke olmadığı gibi “öznenin ve nesnenin gizemci bir özdeşliği de değildir”;maddeci diyalektiğe göre düşünce doğadan (maddeden) başka bir şeydir,farklı bir şeydir;fakat düşünce doğanın tümünün,dünyanın tümünün yansımasıdır. Başka bir deyişle,”düşünce bilginin sınırıdır”.
Şunu da özellikle belirtmek gerekir ki Hegel,”deneyüstücü idealizmi nesnel idealizme doğru eğmektedir”;çünkü Hegel,hareket noktası olarak ben’i değil varlık ve düşünceyi bir tek ilkede özdeşleştiren ‘düşünce’ kavramını anlamaktadır. “Hegel,ben’in varlığının ve kendi bilincine varmasının,ancak kendini aşarak ve başka şeylere göre gerçekleştiğini göstermektedir. Bu başka şeyler ‘ben değil’dir,dünyadır,yaşayıştır,genel olarak insan düşüncesidir.” Böylece Hegel, “özgürlüğün gerçekleşmesini,siyasal ve toplumsal bir alan içinde olanaklı görmektedir.”Bu, “Hegel’in idealizminin gerçekçi ,somut,tarihsel bir nitelik almaya yöneldiğini göstermektedir”. Bununla beraber biliniyor ki Hegel’e göre hareketin başlangıcı,hep evrensel düşüncedir,ondan itibarendir. Oysa Marx’ın maddeci diyalektiği,düşüncenin ,bilincin koşullarının bir kuramı olarak ortaya çıkmaktadır;düşüncenin ,bilincin temellerini,kaynaklarını arayan bir uygulama istemektedir. Yani maddeci diyalektiğe göre varlık ,bilgiden (bilmekten) önce gelir;bilinç “biyolojik olarak ,fizyolojik olarak ,toplumsal olarak koşullanmıştır.” Böylece Marx,”öznenin ve özelliğin eleştirisini başlatan ilk kişi olmuştur.” Dolayısıyla Marx,somut tarihsel nedenlerin sonucu olarak yanlış bilinçlenmelerin meydana gelebileceğini de ispatlamıştır. Ona göre ,toplumsal belirlemelerle koşullanan bilincin,yani örneğin toplumsal işbölümünün ,sınıf etkisinin,ideolojinin koşullandırdığı bilinç “kendi özel koşullarını ve kendi özel insansal içeriğini eksik olarak yansıtabilir.” Bir bireyin ,bir sınıfın ,bir devrin bilinci olarak bilincin her zaman sınırlandırılmış olduğunu düşünen Marx’a göre ,bu sınırlandırma içinde,aynı zamanda ideolojik yanılsama ve aldatıcılık olanakları vardır. Bu olağan bir şey olabilir de;çünkü “yanlışlık olanağı,daha doğru bir bilincin tarihsel ve mantıksal koşuludur.”
Kral Marx,gerçek dünyayı ya da bütün somutluğu evrensel ilkeden türeten Hegel’in idealist felsefesine karşı çıkarken dayandığı maddeciliğin ifadesini,ilk önceleri Feuerbach’ın (1804-1872) maddeci felsefesinde bulunuyordu. Fransız mekanik maddeciliğinin etkisini taşıyan Feuerbach’a göre ,doğayı ve doğanın bir parçası olan insanı ve toplumu yaratan , Hegel felsefesindeki evrensel ilke değildir;tersine,evrensel ilke,doğa tarafından ya da doğadaki insanlar tarafından yaratılmıştır. Marx, Hegel’in görüşünü eleştirirken Feuerbach’ın bu maddeci görüşünden yararlanmış ,fakat bu görüşün de eksikliğini ve gerçeği açıklamaktaki yetersizliğini ortaya koymuştur. Çünkü Fransız mekanist maddeciliği ve Feuerbach’ın maddeci görüşü,evrende evrende var olan bütün şeyleri ve bu şeyler arasındaki ilişkileri,değişmeleri ve hareketleri ,daha doğrusu tarihleri içinde görüp kabul etmiyorlar;durgun (statik) durumların ve tekrarlı olayların yasaları olan mekanik biliminin yasalarıyla dünya gerçeğini,yaşantı gerçeğini,açıklamak istiyorlardı.
Maddeci diyalektiği bilmedikleri gibi,ilk veri olarak maddeyi gördükleri ve kabul ettikleri halde,madenin düşünceye ya da bilince nasıl dönüştüğünü de açıklayamıyorlardı, ya da yukarıda söylediğimiz gibi,düşüncenin maddeden çıktığını mekanik bir biçimde açıklıyordu,yani ortaya çıkmış,varolan her şey gibi düşüncenin değişmeden süregideceğine inanıyorlardı;dünyayı bir süreç olarak tarihsel gelişme içinde bir madde olarak göremiyorlardı. Başka bir deyişle,mekanist maddeciler,doğayı ve doğadaki şeyleri yalnız mekan içinde görüyorlar,fakat onları zaman içinde,yani tarihsel olarak değerlendiremiyorlardı. Ve mekanist maddeciler ,doğadaki olayları ve biçimleri ,önceden değişmez koşullarla belirlenmiş olarak kabul ettikleri için ,olayların ve biçimlerin sonsuz bir biçimde tekrarlanacağına inanıyorlardı. Doğayı ve olaylarını mekanik bir biçimde açıklayan bu görüş,Marx’a göre eksikti ve yetersizdi. Marx ve Marksizm,bu eksikliği ve bu yetersizliği ,doğayı zaman içinde değerlendirmekle ve ondaki niteliksel değişmeyi görmekle gideriyorlardı. Marksizm diyoruz ,çünkü baş aşağı yürüyen diyalektiği ayakları üzerine koyan Marx’ın bu öğreti,maddeci diyalektikti. Maddeci diyalektik,doğruyu göstermek üzere,yöntem olarak uygulanmaya başlıyordu. Çünkü ,önceki yöntemlerden kiminin yanlışlığı ,kiminin yetersizliği bilimler ilerledikçe meydana çıkıyordu. Fizik,kimya,biyoloji gibi doğa bilimlerinin gelişmesinin ,Marx’ın görüşü olarak maddeci diyalektiğin bulunmasındaki ,belirlenmesindeki etkileri ,bui gün şüphe götürmez bir biçimde bilinmektedir. Ayrıca,klasik Alman felsefesi ,klasik İngiliz ekonomi politiği ve Fransız sosyalizmi gibi değişik üç düşünce akımının Marx’ın düşüncesini hazırladıkları ve bunların yine Marx’ın düşüncesinde birleştikleri ,bunu ilk kez ileri süren Lenin’den bu yana bilinen bir gerçektir.
Diyalektiğin ‘maddeci diyalektik yöntemi’ olarak belirlenmesinin ilk nedeni,hareketin ve gelişmenin ilk önce maddede gerçekleştiğinin bilinmesidir. Bu yüzden ,diyalektik yöntem ,incelediği konudan ya da incelediği nesneden ayrı bir şey gibi düşünülemez. Ve böylece diyalektik yöntem düşüncenin hareketine bağlı olarak değil ,maddenin hareketine bağlı olarak gerçekliğini bulur ve gösterir.
Doğadaki hareket ve gelişme ,bunların yarattığı yeni olaylar ,yeni biçimler ,daha doğrusu yeni gerçekler ,zaman gerçeğini ortaya çıkarmış ve tarihi meydana getirmiştir.
Görülüyor ki bir ilk doğa diyalektiği vardır. Ve insan bu doğanın bir parçasıdır;maddesel doğa olan insan kendini yansıtan düşünceyi üretir,belirler. Bütün gerçekler gibi düşünce gerçeği de doğar,değişir ve gelişir. İnsan düşüncenin evrimi konusunda antropolojik açıklamak burada bizim konumuz olmayacaktır. Artık insan,Hegel’in yalnız düşünce taşıttırdığı bir soyutluk değil,ihtiyaç ve isteklerini karşılamak için çalışan,üreten doğanın parçası ve bir somut gerçektir. Çünkü Marx’a göre insan ,duyular taşıyıcısı bir varlıktır,yani insanın duyulu duyusal bir yapısı vardır. Ve Marx’a göre maddecilik,insanı ‘duyusal madde olarak görmektedir. Ve bu duyusal madde ,belirli bir toplumsal yaşantı içindedir;insanın üretmesi,bölüşmesi,tüketmesi,bu toplumsal yaşantı içinde gerçekleşmektedir;kısacası insan,doğayı dönüştürmektedir. Dönüştürürken ,soyutlamalar yaratmakta ve onlardan yararlanmaktadır (işaretler,kavramlar,en geniş anlamıyla dil). Böylelikle Marx’tan önce düşüncenin dışında ve düşüncenin karşıtı olarak kabul edilen duyusallık,düşünceye giriyor ve düşünceyle bütünleşiyor;başka bir deyişle ,duyu ve düşünce ,bir bütün halinde toplanıyorlar. İnsan yaşadıkça düşünce yaratıcısı olacaktır;düşünce yaşamın sonucudur. Duyusallık, düşünen insanın maddesi oluyor;hareket noktası duyusallık olan bu görüşle,Marx’ın maddeciliği başlıyor.
Doğa bilimleri ve insan bilimleri arasındaki ilişkide diyalektiği görmeye başlayan Marx,bu diyalektik fikrini Hegel’in doğasız ya da doğaya karşı felsefesine bir tepki olarak oluşturmaya ve geliştirmeye başlamıştır. Hegel’e göre doğanın varlığı ,bir soyutlamanın onaylanmasından ya da madde olarak doğrulanmasından başka bir şey değildir. Hegel’de bu düşünceyi gören Marx’a göre Hegel’in doğa felsefesi ,bağımsız değildir;mantığa bağlıdır;öyleyse mantığın bütünleyen kısmı ve somutlaşmasıdır. “Çünkü Hegel sisteminin yapısı ,evrensel düşüncenin oluşunun kurumsal üretilmesi olarak tasarlanmıştır.” Zaten Hegel’e göre bu felsefe üç bölümden oluşur.
1)Mantık
2)Doğa felsefesi
3)Düşünce felsefesi
Hegel’in bu kurgucu idealizmine karşı bir tepki olarak,doğa bilimleriyle insan bilimleri arasındaki diyalektiği savunmaya başlayan Marx,”bu diyalektiğin kaynaklarını başka düşüncelerde bulmuştur;bunlar antropolojik ve sosyolojik anlayışlardır. Bu anlayışlardan biri Feuerbach’ın antropolojik felsefesidir;öteki Saint-Simon’un sosyolojik kuramı ve ekonomi politik öğretisidir.” Feuerbach,felsefeyi,konusu birleşmiş insan ve doğa olan antropolojiye indirgiyordu. Dolayısıyla o,insan ve doğayla yetiniyordu. Çünkü ,”insanın pratik etkinliğini bilmiyordu;daha doğrusu doğanın,insanın bu etkinliğiyle insan tarihine girdiğini bilmiyordu. Feuerbach için insan,doğal bir varlıktı ve doğa ,insan varlığının hareket noktasıydı. Ve bu yüzden felsefesel antropoloji,Feuerbach’a göre,evrensel bir bilim olabilirdi.”Böyle bir felsefesel antropoloji fikri Feuerbach’ı bütün felsefesel sorunları insan sorunu etrafında toplamaya götürmüştür. Bütün uygarlık eserlerini ,insanın gerçek varlığının göstergeleri olarak kabul eden Feuerbach,sonunda kendi sözleri olan şu yargıya varmıştır:”Sanat,din,felsefe ya da bilim ,yalnız ve yalnız gerçek insan varlığının olaylarıdırlar. Estetik ya da sanatsal,dinsel ya da ahlaksal ,felsefesel ya da bilimsel duyguları olan kimse,gerçek ve hakiki insandır.”
Evrensel bilim olarak antropoloji fikrinden başka , Feuerbach’ta ,felsefeyle doğa bilimlerinin birleştirilmesi düşüncesi de vardır.
İşte Feuerbach’ın bu düşünceleri ,Marx’ın doğa ve insan bilimleri arasındaki ilişkide diyalektiği görebilmesi için “hareket noktası ya da ilk esinleme kaynağı” olmuştur.
Saint-Simon’un sosyolojik kuramına ve ekonomi politiğine gelince,Marx,onlarda “toplumsal çaba olarak tasarlanan toplumsal gerçek fikrini bulmuştu.”
Saint-Simon’a göre toplumsal çaba olan pratik etkinlik,artık yalnız kuramsal ve ideolojik bir şey değil,fakat aynı zamanda ekonomik ve maddesel bir şeydi. Bilimlerin ayrılmasını eleştiren ,insan bilgilerinin sistemleştirilmesini isteyen ve bu sistemin,bilimlerin birleşmesi sonucuna varmasını öneren Saint-Simon’un bu düşüncesi,insanın pratik etkinliğinin tümünü içeren ya da “iş halinde,hareket halinde toplum”u inceleyen toplumsal fizyolojiydi.
Doğa ve insan bilimleri arasındaki ilişkiler konusunda Feuerbach ve Sanit-Simon’dan esinlenen Marx,onlar tarafından ileri sürülen fikirlerle yetinmemiştir. Yaptığı ekonomik incelemelerle,toplumsal ilişkilerdeki pratik etkinliğin önemini görerek,toplumsal ilişkilerin ne derece ve ne denli üretim güçlerine bağlı olduklarını açıklamaya çalıştı. Toplumsal ve ruhsal yaşantıya göre maddesel üretimde gördüğü öncelik ,onu tarihin maddeci anlayışını hazırlamaya götürdü. Böylece Marx,felsefeyle ekonomi politik arasındaki karşıtlığı aşmış oluyordu. Çünkü “Feuerbach’ın soyut insanından somut,tarihsel,toplumsal insana geçtiği için Marx, Feuerbach’ın doğalaştırıcı antropolojisini aşıyordu. Çünkü Marx’a göre Feuerbach’ın ilgilenmediği tarih ,insanvarlığının temeliydi ve insan,insan tarihinin üreticisiydi.”Ayrıca ,toplumsal pratiğin,toplumsal yaşantının ve tarihsel-toplumsal varlık olarak kişinin özü olduğunu ortaya koymakla ,Saint-Simon’un sosyolojik öğretisini aşıyordu.
İnsanların pratik etkinliğinin tümünün ,bütün bilimlerin konusu ve temeli olması gerektiğini ve bütün bilimlerin tarih bilimine indirgendiğini söyleyen Marx,doğa ve insan bilimlerindeki diyalektiği şu sözleriyle açıklamış oluyordu. “Ancak bir tek bilim biliyoruz,o da tarih bilimidir. Tarih iki yanlı olarak düşünülebilir;yani doğa tarihi ve insanlar tarihi olarak ikiye bölünebilir. Ama bu iki yan,zamandan ayrılamaz;insanlar varoldukça doğa tarihi ve insanların tarihi,karşılıklı olarak birbirini etkileyecektir.”

kaynak: 100 soruda sosyoloji

Benzer Konular

15 Ocak 2013 / Misafir Soru-Cevap
3 Haziran 2008 / KisukE UraharA Edebiyat ww
7 Aralık 2015 / _KleopatrA_ Bilim ww
8 Kasım 2015 / Jumong Müzik ww