Arama

Matematik Felsefesi

Güncelleme: 30 Ağustos 2012 Gösterim: 12.653 Cevap: 3
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
18 Şubat 2007       Mesaj #1
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Matematik felsefesi, matematiği anlama çabalarını sınıflandırmaya çalışan bir felsefe dalıdır.
Başlıca soruları matematik ve matematiğin konusu olan nesnelerin kaynağı ile ilgilidir. Özellikle doğru bir önermenin özelliklerini inceler. Platonizmin, örneğin Kurt Gödel tarafından kabul edilen şekli, konuya bu yönden yaklaşmaktadır.
Sponsorlu Bağlantılar
Diğer önemli bir konu matematiksel bir kuramın gerçekliğidir. Matematik (Doğa Bilimlerinden farklı olarak) deneysel olarak sınanamadığı için belirli bir matematik kuramını gerçek bulmak için nedenler aranmaktadır . Luitzen Brouwer’in temellerini attığı Sezgici Matematik bu görüşün bilenen temsilcilerindedir. Mantıkçı Matematik yaklaşımı ise Bertrand Russell ve Gottlob Frege tarafından savunulmuştur. David Hilbert, biçimcilik akımının temsilcilerinden sayılmaktadır. Gelenekselcilik mantıkçı görgücüler (Rudolf Carnap, Alfred Jules Ayer, Carl Hempel) tarafından temsil edilmiştir.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 31 Ekim 2011 13:09 Sebep: Sayfa Düzeni
maipoem - avatarı
maipoem
Ziyaretçi
8 Nisan 2007       Mesaj #2
maipoem - avatarı
Ziyaretçi

Matematik Ve Firavunlar
Sponsorlu Bağlantılar

Mısır bilimciler, bulunmuş olan birkaç matematik papirüsü sayesinde antik Mısırlılar'ın hesaplama ve ölçümleme sistemleri hakkında bazı şeyler bilmektedirler. Bunlar, o zaman ortaya çıkan bazı sorunların nasıl çözüldüklerini göstermektedir.

En ünlülerinden biri, bugün British Museum'da sergilenen Rhind Matematik Papirüsü'dür. Bu sorunlara gelirsek, Mısır bilimcileri antik Mısırlılar'ın ağırlık, ölçü ve hacim hesaplamalarından ortaya çıkan farklı miktarlarla nasıl baş ettiklerini keşfetmişlerdir. Bunlar aynı zamanda açıları nasıl ayarladıklarını da göstermektedir.

Bugünün modern dünyasında bir açıyı ölçmek için bir daireyi 360 dereceye tamamlayan iletkiler kullanmaktayız. Her derece 60 dakikaya ve her dakika da 60 saniyeye bölünmüştür. Antik Mısırlılar ise, açıları hesaplamak için oldukça farklı bir yöntem kullanıyorlardı. Bu, dik açılı bir üçgenin uzun kenar oranı üzerine dayanıyordu. Sonuç olarak her türlü açıyı eğim olarak hesaplayabiliyorlardı. Benzer bir sistem, otoyollarda tepe eğimini gösteren eski tip tabelalarda görülebilir. Bunlar bir tepenin eğimini l :6 gibi sayısal oranlarla gösterirlerdi. Bunun anlamı, ufuk çizgisinden dikeye doğru açının altı eşit parçaya bölünmüş olduğudur.

Aynı şekilde antik Mısır'da da bir eğimin açısı seked olarak bilinen tam bir oran sayısıyla ifade edilirdi.

Anlaşıldığı gibi, bu teknikler Marlborough Downs'daki antik İngilizler'de de gözlem yapmak için hayati önem taşımaktadır.

Antik Mısırlılar'ın kullandığı yöntemi anladığımızda, Büyük Piramit'detci 51 derece-51 dakika gibi "garip" eğim açılarının oluştuğu da ortaya çıkmaktadır. Bu, piramidin yüksekliği ve tabanı arasındaki sayısal orandan kaynaklanmaktadır. Bu da Büyük Piramit'de 7:11'dir. Bu, piramitler hakkında okuduğum hiçbir kitapta bulamadığım basit bir gerçektir ve bütün piramitler için geçerlidir. Piramitlerin sayısal anahtarı, tabanlarının yüksekliklerine olan orantısında yatmaktadır.

Pratik açıdan -ki, antik Mısırlılar kesinlikle pratik insanlardı- bu yöntem, piramit yapılırken doğru eğim açısının korunup korunmadığını sürekli olarak kontrol etmek için en kolay yoldu.

Ama burada cevaplanması gereken soru, Giza Platosu'ndaki piramitlerde antik Mısırlılar'ın neden farklı eğim açıları kullandıklarıdır. Farklı oranlar neden önemliydi? Formül oluşturulduktan sonra diğer hepsinin Büyük Piramit'le aynı oranla yapılması daha pratik ve kolay olmaz mıydı?

Mısır bilimciler, bizi firavunların her birinin kendi bireyselliklerini ifade etmek için bu yönteme başvurduklarına inandırabilir. Ama başka bir neden daha olabilir. Belki de kullandıkları oranlarda farklı sembolik bağlantılara yönelmek istiyorlardı.

7:11 oranına dayanan en azından bir piramit daha vardır. Giza'nın 160 kilometre güneyinde kalan Meidum'da bulunan bu piramit, Keops'un babası Senefru'ya adanmıştır. 5. Hanedanlık'dan Sahure'ye adanmış olan ve Abusir'de bulunan başka bir piramidin de eğim açısı 51 derece 42 dakika olarak hesaplanmıştır. Bu, Büyük Piramit'in açısının kesiridir ve aynı şekilde 7:11 oranını kullanmaktadır. Diğer birçok Mısır'da olduğu gibi Sahure Piramidi'nin de sorunu, dış yüzeyi çok fazla zarar gördüğü için doğru açının tam olarak hesaplanamamasıdır.

Kefren Piramidi'nin eğim açısı, M.Ö. 2278'den 2184'e kadar hüküm sürmüş olan 6. Hanedanlık'dan II. Pepi'ninkiyle aynıdır. Bu piramit şu anda kalıntı halindedir ama kalıntılardan eğim açısını hesaplamak mümkün olmuştur. Daha sonraki Mısır piramitlerinin yapısı, Giza Platosu'ndakilere göre daha basittir ve zaman içinde çok fazla zarar görmüşlerdir. Birçoğu şu anda moloz halindedir. Ama Kefren'deki eğim açısı (3:4:5 üçgenini temel almaktadır), Rhind Matematik Papirüsü'nde açığa kavuşmuştur. Buna göre, antik Mısırlılar'da bu oran iyi biliniyordu.

Antik Mısırlılar'ın 3:4:5 üçgenini bilmediklerini savunan Mısır bilimcilerinin hatırına hipotenüs uzunluğu (5) hiç verilmemiştir. Ama piramitleri de içine alan matematiksel sorunlar, yüksekliğin taban uzunluğuyla orantısı olarak açının "seked"i şeklinde açıklanmıştır. 3:4:5 üçgeninde seked, 3:4 orantısıdır. Ama hipotenüsün uzunluğu hiç verilmezken, bunun nedeni Mısırlılar'ın bu uzunlukla hiç ilgilenmemiş olmalarıdır.

Büyük Piramit veya Kefren Piramidi gibi kesin ölçüm becerileri gerektiren muhteşem anıtları tasarlayabilen ve inşa edebilen insanların kullandıkları üçgenlerin hipotenüs uzunluklarıyla ilgilenmediklerine inanabilir miyiz? Ölçümlerinde tutarlılık arayan her insan, sayı, biçim ve geometri arayışlarında her türlü uzunluk ölçülerini elbette ki hesaplayacaklardır. Bu, çalışma yöntemlerinin temelidir. O halde, üçüncü kenarın uzunluğunu gizliden gizliye bildiklerine dayanarak sadece 3:4 oranını kullanmaya devam edeceğiz.

Giza piramitlerinde kullanılan taban-yükseklik orantısı, antik Mısırlılar tarafından kesinlikle biliniyordu. Birçok matematik metninde verilen örneklerde bu açıktır. Tabii ki piramitlerde kullanılan oranların keyfi olarak seçilmiş olması da mümkündür. Ancak bu özellikler, Mısırlılar'ın sanatsal ifade biçimlerinin hepsinde ortaya çıkmakta ve sayı sembolizmine verdikleri önemi vurgulamaktadır.

Bu oranların belli dini kavramları ifade eden anlamlar taşımaları yüksek olasılıktır. Diğer bir deyişle, Giza'daki yapıların tamamı kasıtlı bir şekilde ruhsal bir konuyu ifade etmek için yapılmıştı. Bu, piramit tasarımcılarının üç piramidin her birinde neden farklı eğim açılarını seçtiklerini açıklamaktadır.

The Orion Mystery'de Bauval ve Gilbert, Giza piramitlerini Orion takımyıldızına ve özellikle Orion kuşağındaki yıldızlara bağlayan kanıtlar göstermişlerdir. Bu takımyıldız aynı zamanda İsis ve Osiris mitinde de karşımıza çıkmaktadır ve daha önce de söylediğimiz gibi, bu piramitler üç temel ilah grubunu temsil etmek için yapılmış da olabilir; Osiris, İsis ve Horus'u.



Kaynak: tarihsayfam.com
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
16 Temmuz 2012       Mesaj #3
Avatarı yok
Yasaklı
Matematik Felsefesi Nedir? / Matematik Felsefesi'nin İçeriği

Matematik felsefesinde çözüm aranan en önemli sorunlardan biri, matematikte kullanılan bağıntıların, simgelerin, sayıların ve öteki kendiliklerin varlık bilgisel değergesini açıklığa kavuşturmaktır.


*En genel anlamda, geleneksel olarak aritmetik, cebir, geometri gibi kolları bulunan matematiğin doğasını, özünü, amaçlarını, kapsamını ve içeriğini araştıran;

*Matematikte kullanılan ilkelerin, bağıntıların, kavramların, dizgelerin, simgelerin ve işlemlerin varlıkbilgisel değergelerini soruşturan;

*Matematik önermelerinin ne üzerine oldukları sorusunun ışığı altında matematikteki soyut varlıkların varlıkbilgisel ve bilgikuramsal konumlarını açıklığa kavuşturan;

*Matematiksel bilginin değerini, öteki bilgilerden farklarını ortaya koymaya çalışan;

*Özellikle felsefe tarihinde sıkça kendisine vurguda bulunulan matematik ile felsefe arasındaki yakınlık ilişkisinin ana nedenlerini matematiğin felsefeye ilişkin içerimleri üstüne yoğunlaşarak irdeleyen;Matematiğin neliğini ve değerini bütün yönleriyle dizgeli bir biçimde ele alan felsefe alanıdır.

Matematik Platon’dan Spinoza’ya, Spinoza’dan Frege ile Russell’a değin felsefe tarihinin hemen her döneminde filozofların yakın ilgisini çekmiştir. Hiç kuşkusuz bu ilginin başlıca nedeni, matematiğin gözlem ile deneye dayanmaksızın, zaman ile uzamın üstünde bilgi sunabilme yetisidir. Özellikle usçuluk açısından bakıldığında matematik yetkin bilginin eşsiz bir örneği olarak değerlendirilmiş,bütün bilgilerin deneyden çıkması gerektiği düşüncesiyle usçuluğa karşı çıkan deneysel felsefeyi çürütecek denli önemli bir karşı-örnek oluşturduğundan vazgeçilmez bir inceleme konusu olmuştur. Buna ek olarak, matematik felsefenin başlangıcında ortaya atılan pek çok sorunun dile getirilişi bağlamında bulunduğu önemli katkılarla felsefenin gözünde ayrıcalıklı bir yer edinmiştir.

Nitekim felsefesinde matematiğe büyük önem veren ilk büyük dizgeci filozof Platon, matematik nesnelerinin nelikleri sorusu karşısında “gerçekçi” tutumu benimsemiştir. Ona göre matematikte adı geçen bütün her şeyin bildiğimiz dış dünyadan bağımsız, somut, gerçek birer varlıkları vardır. Daha açık söylemek gerekirse, Platon matematiğin ancak us yoluyla kavranabilir bir gerçekliği olduğunu ama bu gerçekliğin ustan (akıldan) ya da zihinden bağımsız olarak da varolduğunu düşünmüştür. En genel anlamda “gerçekçilik diye adlandırılan bu matematik felsefesi konumu, bilginin yetkin bir örneği olarak gördüğü matematiğin felsefenin bütün soruşturma alanları için örnek oluşturması gerektiğini savunmaktadır. Felsefe tarihinde başlı başına bir gelenek olan gerçekçilik, daha yakın zamanlara gelindiğinde ünlü İngiliz matematikçisi ve felsefecisi Russell’ın çalışmalarında kendisini göstermektedir.

Matematiğin varlıkbilgisel yeri sorununa değin gerçekçiliğe karşı geliştirilen bir başka önemli konum Alman filozof Kant’ın felsefesinde yerini bulmuştur. Kant bütün matematik önermelerinin, daha doğru bir anlatımla matematikte geçen bütün “ilksavlar” ile “kanıtsavlar”ın sentetik apriori yargılar olduğunu belirtmiştir. Kant ünlü Kantçı soru sorma yapısının ışığı altında sorduğu “Matematik nasıl olanaklıdır?” sorusunu yanıtlamaya yönelik kapsamlı bir açıklama sunmuştur. Buna göre matematik, içduyu formu zaman ile dışduyu formu uzamın hem apriori hem de tikel olmasından ötürü olanaklıdır. Anlaşılacağı üzere Kant’ın temelde getirdiği yenilik, gerek Platon’un gerekse gerçekçiliğin matematiğe yüklediği metafiziği ve metafizik varsayımları çürütmek olmuştur.

Bu amaçla Kant, matematiği açıklamaya çalışırken, matematiksel doğruların apriori olma özelliklerini açıklarken, insanın anlama yetisinin zamandışı ile uzamdışı boyutuna, kendi başına varolan bir matematiksel nesneler dünyasına başvurmamaya ayrı bir özen göstermiştir. Böyle ayrı bir dünya tasarlamaksızın matematiksel bilgilere ulaşabilir olmamızı olanaklı kılan ise doğrudan kendi insan doğamızdan başka bir şey değildir.

Kant’tan sonra XX. yüzyılın ilk yarısında bir yandan Russell ile Whitehead, öbür yandan Frege ile izleyicileri mantıksal bir matematik felsefesi geliştirmişlerdir. Bu yeni konumun ilk göze çarpan özelliği bir bütün olarak matematiği, o son en temel ilkelerini, mantıkla temellendirme düşüncesidir. Bu düşüncenin belkemiğini matematikte geçen bütün tammiann, ilişkilerin, kanıtlamaların ilkece mantık tanımlarına, ilişkilerine, kısıtlamalarına indirgenebilir oldukları ön kabulü oluşturur. Matematiksel doğrulara ilişkin bilgimizin bütünüyle mantık doğrularına ilişkin bilgimizden türetilebileceğini savunan mantıkçı matematik felsefecileri, kalkış noktası olarak Leibniz’ in matematiğin mantık olduğunu öne süren ünlü savını göstermişlerdir.

Daha ayrıntılı bakılacak olursa, mantıkçı matematik felsefecileri savundukları düşüncelerin doğruluğunu tanıtlamak amacıyla çalışmalarında bir yandan bütün matematik önermelerinin mantık dilinin terimcesiyle dile getirilebileceğini tek tek göstermeye çalışırken, öbür yandan matematikteki doğru önermelerin mantıksal bakımdan da geçerli olmaları gerektiği düşüncesiyle söz konusu önermelerin geçerli olduklarını tek tek kanıtlama yoluna gitmişlerdir. Söz konusu çalışmalar, mantığın bütün matematiği kapsayacak denli geniş bir alan olduğunun düşünülmüş olduğunu göstermesi bakımından olduğu kadar, doğru olarak görülen bütün matematik önermelerinin mantıksal akılyürütme yoluyla mantıktan türetilerek kanıtlanabileceğini temellendirmiş olması bakımından da son derece önemlidir.



Kaynak : FelsefeEkibi (Felsefe Dersleri)


eku123 - avatarı
eku123
Ziyaretçi
30 Ağustos 2012       Mesaj #4
eku123 - avatarı
Ziyaretçi
Matematik Felsefesi

Matematik bir çok disiplinin birleşmesidir. Euclides Geometrisi, Cebir, Grup Teorisi, Analiz, Reel Analiz, Karmaşık Analiz, Olasılık, Fonksiyonel Analiz, Diferansiyel Denklemler, Euclides-dışı Geometri ve daha nice disiplinlerin ortak özelliği, tanımsız kavramların kabulü ile başlıyor olmalarıdır. Sonrasında gelen bütün kavramlar başlangıçta kabul edilenler üzerinde tanımlanırlar. Örneğin nokta Euclides geometrisinde pozitif tam sayı, cebirde ise tanımsız kavramdır.

Matematik sadece özenle geliştirilmiş bilimsel bir teori olmayıp, aynı zamanda modern bilimin de temeli olmuştur. Bilimde bir teorinin gerçekten bilimsel olmasını belirleyen ölçütlerden biri matematik kullanımıdır. Matematiğin soyutluğu bir çok insanı korkutur ve uzaklaştırır. İşin ilginci soyut oluş, insanlar tarafından gözlenip aşıklamada zorluk cekişte bir numaralı kurtarıcıdır. B.Russell "Matematik sadece doğruyu söylemekle kalmaz aynı zamanda onun güzelliğini de ortaya çıkartır" der [1]. Matematikteki ahenk veya düzen kimi zaman bazı filozoflara, bilim adamlarına bir resmin renk ahengini, bir müziğin duruluğunu anımsatır. Kimisi bunun karşısında hayranlığını, sevinç ve heyecanını gizleyemez. Her ne kadar başlangıçta matematik doğayı ve insanları ilgilendiren problemlerin çözümü olsa da, matematikçiler matematiği bu alanından alıp, bilinçlerinde oluşan problemlere kavramsal çözümler düşünsel eylemine dönüştürürler. Örneğin Geometri, ilk önce alan hesaplanması ve astronomik çalışmalardaki yıldızların yeri ve hareketlerinin gozlenmesi ile başlamıştır. Olasılık kumar oyunlarında kazanma hırsına kesinliğin nasıl maledileceği ile başlamıştır. Ama bugün bu dallara baktığımızda başlangıçta yarattığımız bu disiplinlerin artık kontrolümüzden çıkıp kendi içinde kendi problemlerini yaratıp onların soyut çözümleri ile uğraştığını görürüz. Bilim içinde üretilmiş problemlerin toplum ve doğadaki problemlerin çözümü ile ilgili olabileceği gibi, hiç bir ilgisi de olmaya bilir demek ki. Onun öz kaynaklarından biri belki de temeli, matematiğin bilim adamına verdiği haz duygusunun ölçütünün olmamasıdır.


Tarih içinde bilimlere bakıldığında, soyut matematikte bir konu ortaya çıktıktan sonra, zaman içinde bunun başka bir bilim dalında uygulandığına tanık oluyoruz. Veya matematikteki bir problem fiziksel bir olayı açıklamakla ortaya çıksa bile bu problem başka bilim dallarında farklı olayları açıklamak için de kullanılır. Örneğin olasılık artik kumarbazların ihtiyaçlarından çok fizikçi ve matematikçilerin işini görür.


Bir çok bilim dalı, matematiğin dilini kullanır. Ama bu dil bizim bildiğimiz diğer dillerden elbet çok farklıdır, daha sınırlı ve daha katıdır.


Diğer bilimler ile matematik arasındaki temel farklılıklar düşünce sistemlerinde ve ispat-açıklama yöntemlerindedir. Birincisinde olgusal içerik bulunur, yani gözlemin sonucundaki açıklama yeterli olur. Matematiksel düşüncede ise kavramsallık vardır, yani "gözlenen olayı olgusal açıklama yerine ilişkileri teorem olarak ispatlama" [2]. Matematiksel oluşta açıklık ve kesinlik vardır. Doğruluk şüphe götürmez kuru gerçektir. İspat yapılmadığı sürece genelleme yapılmaz. "Her çift sayı iki asal sayının toplamı olarak yazılabilir" hipotezini çürütür tek bir örnek bulunamamış olunsa bile bu yönde bir genelleme yapılmaz. Matematikçiler kanıt toplamaktan çok ispata yönelirler.


Gelişim kaynakları, yaratıcı imge ve sezgilerini, mantıksal yapısını gelecekteki yazılarımda daha ayrıntılı vereceğim matematikselliğin öznel düşünce etkinliklerindeki farklı yaklaşımlarının doğal kaynağı MATEMATİK FELSEFESİ'ni aşağıda ana temaları ile sunmaya çalışacağım.


MATEMATİK FELSEFESİNE GİRİŞ

Matematik felsefesi denildiğinde konu bir çoğunuza belki soğuk ya da anlamsız geliyordur. Oysa konu büyüleyici ve çekici. Bu yazının hedefi bazı okuyucuları büyülemekten çok, çekiciliğin etki alanına insanları toparlayıp neden sonuç ilişkilerinde bilginin kaynağını ve matematiğin temelini sorgulama biçimleri üzerinde birlikte düşünmek.


Soyut matematik daima rasyonel düşüncenin doruğundadır. Matematiksel sonuçlar sayılar teorisinden geometrik şekillere, küme teorisinden fonksiyonel analizin karmaşık yapısına kadar doğruluğun bükülmez en sert örneklerini oluştururlar. Kimi zaman kavramlar çok basit ve sadedir, ama yine de her insan beyni bu doğrulukla barışık değildir. Benim kaygım ya da tasam barışı sağlamak, bağnazlığı bozguna uğratmak. Kaygım düşün ufuklarımızı ÖZGÜR kıldırmanın yöntem ve biçimlerini sorgulamamız üzerine.


Matematik entellektüel yaşantımızın içine girdi mi, modern, ileriye dönük değişimlere açık bir toplumun şekillenmesinde en temel görevi üstlenir. Amacım elbet matematiği bir yana, bilimi bir yana koymak değil, bunu yaptığımızda anarşi ve terör girer günlük yaşama. Bilimi anlamak da mümkün olmaz. Rasyonel düşüncede matematik ve bilim birlikte üretkendirler. Bir köprünün inşasından tutun da, internet bağlantılarına kadar yaşamın her yerinde esrarengiz güçlerini birlikte sergilerler. Yaşamda matematiğin değerini sorguladığınızda karşınızda matematik felsefesini bulursunuz. Sonlu insanın sonsuzluk ile nasıl oynadığını, matematiği nasıl yarattığını düşündükçe karşımıza yine matematik felsefesi çıkar.


Bütün tutarlılığı içinde matematiğin degişik bir niteliği vardır ve bu nitelik oldukça zorludur. Bizi baştan çıkaran matematikteki kesinlik, objektiflik, matematiksel düzendeki sonuçların estetik zihinsel güzelliğidir. İnsanoğlunun bu gerçek ile nasıl bir bağlantı kurduğunu kolaya kaçmadan açıklamamız gerekiyor. Başka bir deyiş ile biçimsel ya da tanımsal semboller ile oynanması, matematiğin bakış açısına ve platonik dünyasına kendimizi tam anlamı ile vermemizi gerektirir. Bu işi uzun yıllar önce temelciler çok iyi yaptılar. Matematiğin nasıl yaratıldığını ince ince çözümlemeye ve sonra dokumaya uğraştılar.


Matematik felsefesindeki temel sorunlardan biri geleneksel yapımcı düşüncenin kavramları ile realistik matematiksel kavramlar arasındaki temel ayrılıktır.


Realizm matematiksel kavramlardan bağımsız bir matematiksel evrenin gerçekliğini kabul eder. Başka bir deyiş ile "realizm: dış dünyanın algı veya bilgimizden bağımsız var olduğu savını"[2] kabul eder. Başka bir felsefi görüş olan yapımcılık ("Belli ilkel nesneler (örneğin doğal sayılar) kullanılarak sonlu adımda inşa edilebilen matematiksel nesneleri yanlızca var veya anlamlı sayan öğreti" [2] ) ise her hangi bir matematiksel gerçeğin, matematikçiler tarafından potansiyel bir yapıya uygun hale getirilmiş olduğunu söyler. İki görüşün de kabul edilebilir yanları olmakla birlikte kendi içlerinde karşılaştıkları ciddi problemleri vardır.


Bugün matematik felsefesi artık felsefe içinde kendi başına bir dal haline gelmiştir. Varlık bilimi ve metafizik gözönüne alındığında bu felsefe dalının doğal gerçeğin özü ile, temel ile ilgili olduğu anlaşılır. Bu konuda tipik bir soru şöyledir: Soyut nesneler var mıdır? Benzer bir soru da şu olabilir: Uzayda var olan bütün nesneler soyut mudur? Var olan somut parçacıkların tümü gerçekten yer-zaman ilintisi içinde mi mevcuttur? Şimdi bu sorulara yanıtlar ne olabilir? Eğer realist görüş matematiğe doğru bakıyorsa, evet soyut nesneler denilen MATEMATİKSEL NESNELER vardır. Yok yanlış ise o zaman bütün nesneler zamana aittir, yani dünyevidir, bu da olsa olsa yapımcı görüşün yanıtı olabilir.


Matematiksel konuşmada anlam ve gerçeğin analizi esastır. Çekiciliğin ve esrarengizliğin perdesi böyle aralanır. Perdeyi aralayanlar farklı yöntemlere başvururlar. Bilim felsefesi gözönüne alındığında, eğer yapımcılığın verdiği yanıt doğru olsaydı o zaman iyi bir bilgi kuramı anlaksal bir iç eylem olarak matematik için bir açıklama oluştururdu. Diğer yandan eğer realizm bir bilgi felsefesi tarafından uzlaştırılırsa onun matematiksel sezginin özel bir yeteneği ile ya da matematiksel dünyanın algısı ile bir bilgi sağlaması gerekirdi. Realizm, matematiğin bir açıklaması olarak, matematiksel dillerin kuramsal bir model olarak yorumlanmasını düzenler ve genelde anlambilim kuramını geliştirir. Matematikteki yapımcılık, anlamları açıklamada daha hesapçıldır; anlambilimi geliştirirken bir yandan da doğabilim ve dilbilim ile bağlantılar kurar.


Matematik felsefesi, matematiğe getirilen felsefi açıklama, Platon ve Pyhtagoras'ların döneminden bugüne kadar gelmiş olup felsefe içinde önemli bir yere sahiptir. Matematik felsefesi kusursuz bir disiplin olmakla birlikte müthiş bir değiştirme gücüne de sahiptir. Kuhn'a göre bu değiştirme gücü "devrimcidir, köktendir, yeni bir olgunun yaratılışıdır". 19. yüzyıl sonlarında matematik felsefesinin temel sorusu 'Matematiğin temeli nedir?' şeklindeydi. Bu soruyu cevaplamak üzere geliştirilen düşün disiplinleri çağ içinde köklü değişimlere neden olurlar. Cevapların birinde temeller matematiksel mantık disiplini ile açıklanır. Bu görüş Cantor'un sonsuzlar analizinde, Frege'nin sayılar analizinde, Russel ve Whilehead'ın büyük eserleri Principia Mathematica'da netleşir. Matematik felsefesi temellerin sorgulanmasıdır. Zira birbiri ile çatışan kuramlara değer biçme, rekabetler arasında hüküm verme felsefenin işlerinden biridir. O dönemde bu hükmün aracı mantıktır.


Diğer yandan son tartışmalarda matematiğe temelci yaklaşımlardaki yetersizlikler vurgulanır. Matematiksel kuramların yapısında güçlü bir sınırlama olduğu ileri sürülür. Eğer yüzyıl önceki durum ile kıyaslanırsa doğru temellere çok yakınlaşmış olduğumuz söylenemez. Aynı temel tartışma ve itirazlar hala üst düzeyde sürdürülmekteler. Bununla birlikte yakın zamanın analizlerinde, temelciliğin aşikar sayılan anahtar varsayımlarının bugün hiç de öyle olmadığı ileri sürülmektedir. Ancak temeller üzerine yapılan tartışmalar ilk heyecanını ve gücünü yitirmiş görünüyor. Tartışmalar matematik felsefesinin gündelik kavramlarından uzaklaşıyor, el değmemiş bölgede tek başına haykıran sesin etki alanındaki tartışmanın değeri vurgulanıyor. Zaman temelcilerden sonra gelenlerindir şimdi. Matematik felsefesi ancak matematikçiler ve onun kullanıcılarının üzerinde yoğunlaştıkları konuları yeniden sorgulamaya başladıkları zaman yeniden canlanacaktır. Eğer matematiğe önyargısız bakarsak, sınırlılığın zincirlerini kırabiliriz. Temelciler tarafından ihmal edilen biçimsel olmayan ispatlar, tarihsel gelişim, matematiksel hataların olabilirliliği, matematikçiler arasındaki iletişim, matematiksel yorum ve açiklamalar, modern matematik de bilgisayarların kullanımı vb. birçok nitelikler çıkarımlarda temel etken olur. Temelciler asıl pratiği temel aldıkları için biçimsel ispatların sağlanmasında, kümeler hakkındaki keşiflerde ve diğer temel kavramlarda matematiksel etkinliği esas tutmuş, geri kalan herşeyi üst yapı olarak yorumlamışlardır.


Matematik felsefesinde tartışmaların odak noktasını oluşturan temelcilik üzerinde bilim adamları ve matematikçiler yaklaşık yüz yıl harcadılar. Öyle ki Matematiksel Mantık üzerindeki tartışmalarda da temel dört mantık okulu ortaya çıkmıştır.


1) Platoncular (Realistler - Gerçekçiler)
2) Mantıkçılar - Temelciler
3) Biçimciler - Tanımcılar (Formalistler)
4) Sezgiciler - İnşacılar - Yapımcılar

Doğrusu bu okullararası kavgalar oldukça değerlidir. Ama uzun süren tartışmalar bir döngüye tıkanıp kalınca, kimi düşün insanları bunun dışına çıkmaya yöneldiler. Lakatos'tan oldukça etkilenen R.Hersh bunu açık açık dile getirir; "Bilim adamları hala 20. yüzyılın ilk döneminde başlayan büyük temel tartışmaların etkisinden kurtulamadı gitti. Mantık okulları matematiksel çalışmalarda gerekli izi bırakmıştır. Fakat felsefi programlar için, matematiksel kuramlar için sağlam bir temel kurma girişimlerinin hepsi kendi yollarında koştular ve artık tükendiler, daha doğrusu pilleri bitti. Buna rağmen hala tam tanımlanmamış açık olan yanları var. İlginçliği ve önemi kalmamış temeller üzerine bir calışma bulduğumda felsefe ile kesinlikle ilgilenmiyorum. O yüzden de kendimi, matematiksel belirlilik-kesinlik ile doğa hakkındaki belirsizliklerimin yüzleşme olasılığını ortadan kaldırarak, onlardan mahrum ediyorum."

H.Putnam ise temelci tartışmalara karşı çıkarken, yeni ürkek seslere dikkat çeker; "Çok az ürkek ama cesaretli bir iki ses temellere karşı çıkıyor ve buna ihtiyaç olmadığını söylüyor. Ve ben dikkatlerinizi bu ürkek seslere çekmek istiyorum. Matematiğin belirsizlik, temellerin de bir kriz içine düştüğünü sanmıyorum. Aslına bakarsanız matematiğin temellerinin olduğuna ya da ona ihtiyaç olduğuna inanmıyorum. Kuşkusuz çeşitli sistem yapımcılarının düşüncesi bana içsel problemlermiş gibi geliyor. Bu sistemler entellektüellik gibi ilginçtir. Sistemler üzerine yapılan araştırma ve tartışmalar kuşkusuz devam edecektir, etmelidir de. Ama ben sizi matematik felsefesinin değişik sistemlerine inandırmak istiyorum (bunu hiç süphem yok beceremeyeceğim ama yine de deneyeceğim)."


Felsefeciler temelci düşünceye pek düşkündürler: 'Bilginin temeli', 'Fiziğin temeli', 'Matematiğin temeli' gibi. Temeller hakkındaki sıradan bir spekülasyon kuşkusuz akla uygunluğun yaratıcı sürecindeki bir disiplin tarafından dikkate alınmaz. Eğer bir disiplin kriz yaşıyorsa, o zaman felsefi spekülasyon özünde kuvvetlendiricidir. Ondokuzuncu yüzyıl matematikçileri böylesi bir krizi yaşarlar. Dönemin düşünürleri Euclidian olmayan geometriyi özümlemeye, geometriyi analiz ve aritmetikten ayırmaya, kalkülüsü belirli bir temele oturtmaya, sonsuzluğu özümlemeye, kümelerin genel yapısını keşfetmeye ve paradokslardan uzak durmaya calışırlar. Bu çalışmalardan elde edilen bilgi birikimi, gelişimler ve etkileşimler zengindir. Hantal olan bilgilerden arınma, karmaşıklığı basitleştirme girişimleri, bulunan sonuçların temel kavram ya da ilkelere indirgenmesi, onlara açıklık kazandırılması bugünün kuşağına devredilen en büyük mirastır. Matematiksel kavram ve ilkelere ulaşım yorucudur, kimi zaman insan bocalar, sonuca ulaşamamanın bunalımını yaşar, ama zorlu ve bilinçli çalışma kişiyi bilinç altında meşgul eden ilkeyi sonunda gün ışığına, bilinç düzeyine ulaştırır. Böylesi bir değişim döneminin ürünü Gottlob Frege temelciliğin en büyük mimarlarından biridir. Ölümünden sonra büyüklüğü anlaşılan gelmiş geçmiş büyük matematikçilerden biri olan Frege'nin temel eserleri şunlardır:


1) Begriffsschriff (1879) - Formüllerin dili ve aritmetik modelleri
2) Die Grundlogen der Arithmetik (1884) - Matematiksel mantık ve sayılar üzerine temel kavramlar
3) Grundgesetze der Arithmetik,I, II (1893) - Aritmetiğin temel kuralları

Değişken, Küme, Bağıntı, Fonksiyon ve Nicelikler gibi kavramlara mantıksal açıklık getiren Frege, onları aksiyomatik bir yapı içine oturtur. Değişkenlere tanımsız sayıların isimi gibi bakılıp, sonsuzluk fikri sonsuzluk sembolüne tıkanıp kalmış ve elemanı sembolü ile kapsam sembolü karıştırılır iken o bunlara kesinlik getirmiştir. Fregenin ölümünden sonra taraftarları (öğrencileri) ve ondan etkilenmiş olan matematikçiler, mantıkçılar, felsefeciler çok olmuştur. Çalışmaları Cantor, Dedekind, Zermelo, Peano, Russel ve Hilbert tarafından tamamlanmıştır. Matematiksel mantık disiplini ileriye götürülür. Temelci yaklaşımlar doğrudan matematiksel deneyleri etkiler, temellere teorik felsefi bir tanim kazandırılır. Frege'nin çalışmaları bir çok bilim adamını büyülerken o zamanlar genç bir öğrenci olan B.Russel, o güne kadar kimsenin bir araya basit sade bir dil ile getiremediği Fregen'nin temeller üzerine çalışmasını basıma hazırlandığı bir dönemde, kibar ve ince bir dille Frege'nin kurduğu sistemin geçersiz olduğunu yazar. Frege'nin mantıksal sonuç ve gerçek kavramlar üzerine sorgusu ile başlayan tartışma B. Russel ile daha üst bir boyuta sıçrar. Temeller üzerine gelişen bu tartışmalarda temelciler kendi içlerinde de farklı farklı düşünmeye başlar ama ortak görüş matematiğin mantıkla özdeş olduğudur.

Cantor matematiğin özünde zengin bir özgürlüğün olduğunun altını çizer. Onun vurguladığı bu özgürlük inşa etme, varsayımlar oluşturma özgürlüğüdür. Formalizm bu görüşe ayrı bir yaklaşım daha getirir; matematiğin insan zekası ürünü olduğu ve matematiksel nesnelerin sanal nitelikleri olduğunu ileri sürer. Platoncular ise matematiğin bizden bağımsızlığını varsayar ve kendine has yasaları olduğunu söylerler. Sezgiciler matematiğin insan zekası ürünü olduğu iddiası ile Platonculara karşı çıkarlar. Onlara göre ispatlanamayan bir şey doğru değildir.


Matematiksel gerçeklik ve düşünme yapısı incelendiğinde, matematiksel nesnelerin gizemli özellikleri ve bunların büyük zeka uğraşıları sonucunda ispatı göz önüne alındığında MATEMATİĞİN BİR FELSEFİ DÜŞÜNCE sistemi içine sığdırılamayacak kadar sonsuz bir zenginliğe sahip olduğu görülür. K.Popper'in üç dünyasından üçüncüsüne tekabül eden matematiği gelin birlikte inceliyelim.


kadim matematik felsefesi tn


Son düzenleyen Efulim; 30 Ağustos 2012 22:23 Sebep: Mesaj düzeni.

Benzer Konular

23 Aralık 2009 / Misafir Cevaplanmış
28 Aralık 2012 / asla_asla_deme Felsefe
7 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Felsefe
13 Şubat 2008 / Misafir Taslak Konular