Arama

Ağıtlar

Güncelleme: 4 Ocak 2012 Gösterim: 43.565 Cevap: 73
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
4 Kasım 2006       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Ağıtlar

Sponsorlu Bağlantılar

AĞIT

Doğal afetler,ölüm,hastalık vb.çaresizlikler karşısında korku,heyecan,üzüntü,isyan gibi duyguları ifade eden ezgili ürünlerdir.Ağıt söyleme işine ağıt yakma,ağıt söyleyenlere ise ağıtçı denilmektedir.

Ağıt Örnekleri:





Hacı Bey Ağıtı:

Ayvalıktan indim yayan
Dayan hey dizlerim dayan
Ödemişten gelin geldi
Uyan Hacı Beyim uyan

Evlerinin önü kavak
Kavaktan dökülür yaprak
Uyan Hacı Beyim uyan
Elim kına, başım duvak

Az giderim, uz giderim
Dere tepe düz giderim
Uyan Hacı Beyim uyan
Gelin geldim kız giderim

Odasında yanar ışık
Sofrasında gümüş kaşık
Atlayupta geçemedim
Ar ettim kaçamadım

Hizarına hizarına
Kuşlar konmuş mezarına
Hacı Beyin kır atını
Çekin sultan pazarına

Anam ağlar başın diye
Gelin ağlar aşım diye
Küçük kızlar pek ağlıyor
Meclisi güzel kardeşim diye




Viran Erzincan

Sana dedik cansın can,
Enkaz altında nice taze kan,
Sızlar yara akar, damarda kan,
Viran oldu o güzel canım Erzincan...

Gözümde yaşlar oluk, oluk,
Döküldü sokağa hep çoluk, çocuk.
Çığlıklar acı, hava çok soğuk,
Titreme dik dur koca Erzincan...

Bakardım dörtyola mutlu, gururlu,
Nerdesin Selimoğlu, Vakıflar, Urartu.
Burası çiçekler, meyveler, güzeller yurdu,
Bahçede güllerin soldu Erzincan...

Fırat hüzünlü, bülbüller suskun,
On üç Mart doksanikide kırıldı çarkın.
Sendeleyen sarhoştan kalmadı farkın,
Deli olma kendine gel gülüm Erzincan...

Kiminin geliyor boğuk sesleri,
Boşlukta titriyor güzel elleri,
Ezilmiş başları, kırık belleri,
Cani olamazsın vefa Erzincan...

Sana can dedik, can alamazsın,
Bize hep böyle küs kalamazsın.
Umarız bir daha hiç sallanmazsın,
Baharın güz oldu viran Erzincan...

Kar üstünde ateş yanmaz mı sandın.
Bu günlerde ben işte bunu anladım
Allah'ıma dua edip çok yalvardım,
Tanrı aşkına bizi koru Erzincan...

Bu memleket geniş, dar sanmazdık,
Koca dairelere hiç sığmazdık.
Düşman yapsa asla aldırmazdık,
Bir çadıra mahkum ettin Erzincan...

Ayrıldık dostlardan bağrımız yanar,
Kalbimiz hüzünlü, yürekler kan ağlar.
Durdurun bu göçü ağlar, beyler,
Kovma diyarından bizi Erzincan...

Kırkbini verdik karnın doymadı,
Seksen üçte fidyeye asla kanmadı.
Bu İlkbaharda bize hiç acımadı,
Yüzlerce canı rehin aldı Erzincan...

Bu topraklar hasta, içten inliyor,
Kulaklar pür dikkat nabzın dinliyor.
Zamanla ne olacak kimse bilmiyor,
Kadersiz, güvensiz kalan Erzincan...

Dertli Kemal söyler, söyler ağlarım,
Güzel canlara ateş olur yanarım.
Elbet açar gazel döken bağlarım,
Olmadı baharın mutlu Erzincan,

Kara bayramların kutlu Erzincan...
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
14 Kasım 2006       Mesaj #2
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Genellikle acı verici, üzücü bir olayın ardından söylenen halk türküsüdür. Burada söz konusu edilen acı verici, üzücü olayın en yaygın biçimi ölümdür. Ancak ağıtın doğal afet ya da hastalık gibi çaresizlikler karşısında söylendiği de olur. Ağıtın söylenme amacı genellikle korku, heyecan, üzüntü, isyan gibi duyguları dile getirmektir. Ağıt söyleme işine ağıt yakma, ağıt söyleyenlere ise ağıtçı denilir.
Ağıtlar, ölen ya da başından acı bir olay geçen kişinin iyiliklerini, yiğitçe davranışlarını ve görüp geçirdiği önemli olayları konu edinir. Belli geleneksel hareketler eşliğinde kendine özgü ölçü ve uyaklarla söylenir.
Sponsorlu Bağlantılar
Türklerde ağıt geleneği çok eskidir. Anadolu’nun hemen her yerinde ağıt geleneğinin izlerine raslanır. Ağıtlar yarı anonim folklor ürünleri sayılır. Türkçe’de 7, 8 ve 10 heceli ağıtlar yaygındır. En çok 8 hecelilere raslanır.
Erkeklerin de söylediği olur, ancak ağıt daha çok kadınlar tarafından söylenir.
Bu sanat ürünü gösteri özellikleriyle tiyatroya, söyleyiş özellikleriyle de şiire benzer.
Ağıtlar türkü ve destanla yakın ilişki içindedir.

Ağıt - Doğu Anadolu yöresi

Can evimden vurdu felek neyleyim
Ben ağlarım çelik teller iniler
Ben almadım toprak aldı koynuna
Yarim diyen bülbül diller iniler


Gider oldum Avşar ili yoluna
Bakmam gayrı bu diyarın gülüne
Karaları taksın çapar koluna
Yağız atlı nice kollar iniler

Varayım da mezarına varayım
Yürü bre Dadaloğlu'm yürü git
Baş ucunda el kavşurup durayım
Dertli dertli Çukurova yolunu tut

Dadaloğlu

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Kasım 2006       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
AĞITLAR ve TARİHİ OLAYLAR
Dr. Ömer Faruk YALDIZKAYA

Tarihin herhangi bir döneminde yaşanmış olaylar hem iyi, hem de kötü yönleriyle bu olayları yaşayan toplumun veya milletin kültür ürünleri içinde yansıtılır. Mitik dönemde insanoğlunun dünyayı ve evreni kavramaya çalışması ve bu çerçevede oluşturulan düşünce ve olaylar mitik anlatmalarda yer bulmuş, epik dönem adını verdiğimiz dönemde yaşanmış olaylar bir kahraman etrafında bütün bir milletin başarısını ve ideallerini gösterecek şekilde aktarılmıştır. Roman dönemine gelindiğinde ise, daha bireysel olaylar etrafında yoğunlaşma olduğu ve bu çerçevede iki kişi arasında yaşanan duygusal ilişkiler konu edilmiştir. Gerek epik ve gerekse roman döneminden itibaren toplumların üzüntü, gam ve kederlerini dile getirdikleri daha kısa halk yaratmaları da vardır. Bunlarda hem tarihte yaşanmış olaylar yer alırken hem de bireysel üzüntü ve sıkıntılar da dile getirilmiştir.

Biz bu bildirimizde yakın dönemde Türk insanının yaşadığı önemli tarihi olaylar ve bunların halk yaratmalarından ağıtlara nasıl yansıdığını ele alacak ve yazılı tarih yanında, ağıtların da yazılı olmayan tarihi belgeler şeklinde halkın yaşanan olaylar karşısındaki üzüntü ve tepkisinin nasıl dile getirildiğini tartışacağız.

Bildirimizin asıl konusuna geçmeden önce, ağıt ve ağıt söyleme geleneğinin kültürel derinliği ile coğrafi boyutları hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum. İnsanlar, başta ölüm olmak üzere çeşitli sebeplerle sevdiklerinden ayrılmak durumunda kalırlar. Kişilerin hastalanması, kızın gelin olması, delikanlının askere gitmesi, vatan toprağının kaybedilmesi, sevgilinin gidip de geri dönmemesi, sel baskını, zelzele, yangın, salgın hastalık gibi büyük felaketlerin meydana gelmesi, sevilen hayvanların kaybı ve ölümü üzerine söylenen ezgili şiirler ağıt türünden eserlerdir. Bütün bunlardan hareketle ağıt; İnsanoğlunun ölüm karşısında veya canlı - cansız bir varlığını kaybetme, korku, telaş ve heyecan anındaki üzüntülerini, feryatlarını, talihsizliklerini, düzenli - düzensiz söz ve ezgilerle ifade eden türküler olarak tarif edilmiştir. (Elçin 1990: 1).

Başka bir ifadeyle ağıtları şöyle tanımlamak mümkündür: "Yüreğin titreyişi sonucu söylenilen ve milli şiirlerimizin en dokunaklısı olarak adlandırdığımız ağıtlar, ölenin ardından dökülen gözyaşları ve çekilen gönül ıstırabının acı dolu terennümleridir."(Yaldızkaya 1992:11).

Türk kültüründe oldukça köklü bir maziye sahip olan ağıt ve ağıt söyleme veya ağıtçılık geleneği, çeşitli Türk boyları tarafından günümüze kadar yaşatılan ortak en eski geleneklerden birisidir.

Orhun Âbideleri'nde "Sıgıt" ve "Sıgıtçı" olarak gördüğümüz ağıt ve ağıt söyleme geleneği, Türk boylarındaki dil ve gelenek farklılaşması ile geniş bir coğrafyaya dağılma sebebiyle çeşitli kelimelerle adlandırılmıştır. Bazı Türk boylarında, bugün, ağıt ve ağıt söyleme geleneğiyle ilgili şu kelimelere rastlamaktayız.

Çin Halk Cumhuruyeti' ne bağlı Doğu Türkistan' da yaşayan Uygurlar ağıt türü şiirlere "Mersiye koşukları", Kuzey Kafkasya' da yaşayan Kıpçak lehçesiyle konuşan Karaçay - Malkar Türkleri; "Küv", Kerkük Türkleri; "Sazlamağ", Kırım Tatarları; "Taqmaq" adını vermektedirler.

Ağıda, Özbekler; "Matemname", Kazak ve Kırgızlar; "Coktav", Azeriler; "Ağı", Batı Türkistan sahasında yaşayan Türkmenler; "Ağı", "Tavs", "Tavşa", Kuzey Kafkasya'da ve Dobruca'da yaşayan Nogaylar; "Bozlau/Bozlaw", Başkurtlar; "Märsiya äytiv", Kumuklar; "yas", Gagauzlar; "dizmek" adını verirler (Yaldızkaya 1992:11; Kaya 1999: 245; Özkan, Horata 1999: 319 ).

Ağıt kelimesinin Almanca'da karşılığı "totenlage", Fransızca'da "élégie", Rusça'da "plaç, priçitaniya", İngilizce'de "lament" kelimeleridir.

Geçmişi anlamak için tarihi bilmek yeterli olmayabilir. Bunun yanı sıra halk yaratmalarını anlamak ve halkın yarattığı bu değerlerden faydalanarak doğrulara varmak, geçmişimizi daha iyi değerlendirmemizi sağlar. Tarihçiler, tarihi olayları bulabildikleri belgelerle yorumlayarak yazar, ancak, o tarihi olayları bir de halkın gözüyle görmek, bizim konuya daha farklı bir açıdan bakmamızı sağlar. Çünkü, her olayda, özellikle de savaşlarda sevinci de acıyı da yaşayan halktır. Tabii olarak, bunun yansımaları da halk yaratmalarında görülecektir.

Halkın duyduğu üzüntü, keder ve sıkıntıları en iyi şekilde yansıtan halk yaratmaları içinde belki de en önemlisi ağıtlardır. Çünkü, yaşanan olaylar tüm gerçekliğiyle ağıtlarda gözler önüne serilir. Bildirimizde sözlerini vereceğimiz ağıtlar; tarafımızdan derlenen ve bir bölümü "Türkmen Ağıtları" adlı eserimizde, bir bölümü de "Erciyes Dergisi"nde yayınlanan ağıtlardır.
Türkiye Türklerini en fazla etkileyen ve hemen her aileden bir veya birkaç bireyin kaybedildiği önemli tarihi olaylardan biri de Türk Kurtuluş Savaşı'dır. Bu savaşta kaybedilen yüz binlerce Türk evladı için pek çok ağıt yakılmıştır. Bu durumu, Kurtuluş Savaşı'nda şehit olan Bayat'tan Ali Osman'a bacısı Şerife Aydın'ın yaktığı ağıtta açıkça görmekteyiz.

Şafak söktü tan yerleri atıyor,
Tren gelmiş acı acı ötüyor,
Kardeşim şehit olmuş yerde yatıyor,
Ak elleri kızıl kana batıyor.

Ağıdın devam eden aşağıdaki mısraları, kardeşinin şehit olmasıyla kendisinin kimsesiz ve yalnız kaldığını düşünen ağıtçı kadının sözleri "feleğe sitem" ile doludur.

İlkbaharda her çiçekler bezeri,
Sonbaharda döker yaprak gazeli,
Kardeşim şehit olmuş nerde mezarı?
Felek beni taşa çaldı neyleyim.

Felek sille vurdu ben oldum sersem,
İyi olmaz dediler her kime sorsam,
Varsamda hekime muayene olsam,
İyi olmadık derdi hekim neylesin.

Ben gurbeti geze geze yoruldum,
Evvel altın idi şimdi pul oldum,
Değer bilmez kötülere kul oldum,
Felek beni taşa çaldı neyleyim.

Kanatlarım yoktur çırpınıp uçmaya,
Dizlerim tutmuyor karlı dağlar aşmaya,
Ellerim ermedi helallaşmaya,
Felek beni taşa çaldı neyleyim. ( Yaldızkaya1992: 36)

Çanakkale Savaşı'nda; birçok eli kalem tutan, okur-yazar Türk genci şehit olmuş, niceleri sakat kalmıştır. Ağabeyi Çanakkale Savaşı'nda şehit olan bir kız tarafından yakılan aşağıdaki ağıt bunu ne güzel ifâde etmektedir:

Çanakkale derler yeşil gavaklı,
Mollaların mürekkebi boyaklı,
Neçe gulların var ağaç ayaklı,
Ağaç ayağınan gelsen n'olurdu.

Çanakkale derler yeşil söğütlü,
Neçe molla getti eli divitli,
Bi mektup atayım üstü tahütlü,
Mektubum ordunu bulur m'ola.

Ağılıdır Çanakkale goyağı,
Babamoğlu dizlerimin dayağı,
İrengide bana benzer bayağı,
Gurbanlar olurum babamoğluna.

Edem gözelidi gıyıdan getmiş,
Sürek öküz gibi boynunu bükmüş,
Şu gevur dinsizi denklemiş atmış,
Acep babamoğlun yudular m'ola.
Yumadan gabire godular m'ola. (Yaldızkaya 1992: 39)

Derlediğim bir başka Çanakkale ağıdı da, Suvermez köyünden Devecioğulları sülâlesinden, Macar Lâkaplı Salih'in Çanakkale'de şehit olmasıyla, annesi tarafından yakılan ağıttır. Ağıtta, yoğunlukla şehidin geride bıraktığı eşi ve çocuğunun ne olacağı endişesi vurgulanmaktadır:

Hucûm demiş Alamanın zabiti,
Yavrumun kefeni asker kabutu,
Salına girmeye yoktur tabutu,
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola,
Kefensiz gabire goydular m'ola.

Topun dumanı da ağmış havaya,
Gözlerim yavrumu dönmez sılaya,
Goltuğuna girmiş çifte sıhhıya,
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola,
Kefensiz gabire goydular m'ola.

Çanakkale nerde, Suvermez nerde?
Her ana dayanmaz bu zalim derde,
Ahmed'in babasız eğlenmez evde,
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola,
Kefensiz gabire goydular m'ola

Derinimiş Çanakkale deresi,
Goygunumuş şehidimin yarası,
Acıya dayanamaz garip garısı,
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola,
Kefensiz gabire goydular m'ola.

Senin yavrum beşik ile belede,
Yâdigarın galdı yavrum geride,
Bir gelin eğlenmez ıssız bir evde,
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola,
Kefensiz gabire goydular m'ola.

Bir günüm doğarda bir günüm batmaz,
Şu ıssız evlerde bir gelin yatmaz,
Oğlumun yerini kimseler tutmaz,
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola,
Kefensiz gabire goydular m'ola. (Yaldızkaya 1992: 37)

Öyle ağıtlarımız var ki; Edirne'de, Yemen'de, Kudüs'te kalanları anlatır. Yedi kardeşinden bazılarının şehit düşmesiyle yüreği yanan Ahmet Çavuş (Urfalı)'un yaktığı ağıt, işte böyle bir ağıttır:

Yedi gardaşıdık gazada ünlü,
Hep gara bıyıklı yüzleri benli,
Zeybek şalvarlı da hep çuha donlu,

Ben bu derdin hangisine yanayım,
Zencirler zapdetmez benim gönlümü.

Halil yoğun güder içi guzulu
Ali haba geyer golu sızılı,
Gadir'in çocuklar gara yazılı

Ben bu derdin hangisine yanayım,
Zencirler zapdetmez benim gönlümü.

Ali ağam Edirne'de oldu şehit,
Garabıyık Yemen'de ünlendi yiğit,
İbik Ağam Kudüs'te kaldı bi büyük,

Ben bu derdin hangisine yanayım,
Zencirler zapdetmez benim gönlümü.

Âşık olsam ağır ağır söylesem,
El kaldırsam şu gönlümü eğlesem,
Şu gönlümü gıl ipinen bağlasam,

Ben bu derdin hangisine yanayım,
Zencirler zapdetmez benim gönlüm. (Yaldızkaya 1992: 41)

Birleşmiş Milletler Kararıyla; 1950 Yılında, Güney Kore'ye yardım amacıyla, General Tahsin Yazıcı komutasında 5.000 kişilik Türk Tugayı da Kore'ye gönderilmiştir.Kore'ye ulaşan Türk askeri kendini çatışmanın içinde buldu. Mançurya sınırına yakın bir yer olan Kunuri'de, süngü muharebesi ile, bölgenin yabancısı olmasına rağmen efsâneler yarattı. Şehitler verildi, yaralananlar oldu. Üç yıl süren Kore Savaşı sonunda evlerine dönemeyenlere ağıtlar yakılmıştır.

Anadolu'nun birçok yöresinden olduğu gibi, Emirdağ'dan da Kore'ye gidip de dönemeyenlerden birisi de Balişoğlu Eyüp Can'dır. Eyüp Can'ın şehit olması üzerine bir yakını aşağıdaki ağıdı yakar. Ağıtta, Türk askerinin Kore'ye gitmesini anlâmsız bulan Anadolu kadını, bunu "Kore senin vatanın mı, yurdun mu?" şeklinde ifâde ederken, O'na "Kırk belikli gelin almaya" ve "Yerine kardeşi Abdil'i göndermeye râzı olacağını" belirtir.

İzmir'den mi kalktı Kore'ye gemi,
Gemi gurban olam getir Eyüb'ü,
Çok ağlattın anan ile Baliş'i,
Kore senin vatanın mı, yurdun mu?
Gayıbıdın oğlum şehit oldun mu?

Şubeye vardım da künyen okundu,
Emirdağ'ı başımıza yıkıldı,
Dostumuz ağladı, düşman bakındı,
Dön gel oğlum dön gel kurban oluyum,
Sana kırk belikli gelin alıyım.

Köprüden ağrında gel bir görüyüm,
Görüyüm de gadın oğlum ölüyüm,
Apdil'i yerine vesek veriyim,
Bir günüm doğar da bir günüm batar.
Kore dağlarında aslanım yatar.

Kardeşinin şehit olması üzerine bacısı Zehra'da uzunca bir ağıt yakar. Ancak, ağıdın aşağıdaki mısraları hâfızada kalmıştır. Ağıtta; günlerce süren Kore yolculuğu "çığra yola" yani bir kişinin ancak geçebileceği ve kısa mesafelerde kullanılan yola benzetilirken, Kore evlerinin ufaklığı ve insanının küçük boylu oluşu Anadolu kadınının ağzından şöyle dile getirilir.

Kore'ye gidiyor bir uzun çığra,
Allah'ın aşkına Eyüb'e uğra,

Eyüp bize biz Eyüb'e doymadık,
Gelin alıp çeyizini dökemedik,

Ufacıktır şu Kore'nin evleri,
Benim gardaşımdır küçük beyleri. (Yaldızkaya1996: 6)

Millî Kahraman Gâzi Mustafa Kemâl Atatürk'ün mezarının İstanbul- Dolmabahçe sarayından Ankara'ya nakledilmesi sırasında, Emirdağ yöresinin ünlü ağıtçı kadını Döne Öksüz (Halide'nin Döne) tarafından aşağıdaki ağıt yakılmıştır. Okuma - yazması olmayan ama ehl-i dil olan Anadolu kadını yaktığı ağıtta; "Anan kızı olsaydı yanarıdı derdine" mısrasında Atatürk'ün kız kardeşinin hayatta olmayışını, "Ne bir kızı kalmış ne de bir oğlu" mısrasında ise ulu önderin çocuksuz oluşunu etkileyici bir şekilde ortaya koymaktadır.

Sana diyom sana Mustafa Kemâl,
Riyakâr kulların yalandan yanar,
Bu dünyada senin başına döner,

Saraya gel Gâzi baba saraya,
Sen düşürdün bir soğukluk araya.

Işık dünya başımıza dar geldi,
Gâzi baba hepisinden zor geldi,
…………………………………….
İstanbul'dan Ankara'ya yürüdü tren,
Moskof'un kralı Sal'ına duran,
……………………………………

Saraya gel Gâzi baba saraya,
Sen düşürdün bir soğukluk araya.

Paşalar içinde Gâzi'dir süslü,
İresmi geçitte de milleti yaslı,
Sarayın içinde kılıcı paslı,

Saraya gel Gâzi baba saraya,
Sen düşürdün bir soğukluk araya.

İsmet gondu sarayına yurduna,
Ağladı askerin düştü ardına,
Anan kızı olsaydı yanarıdı derdine,

Saraya gel Gâzi baba saraya,
Sen düşürdün bir soğukluk araya.

İstanbul'un etirafi denizden avlu,
Ne bir kızı kalmış ne de bir oğlu,
Sarayda eğlenmez Paşa'mın göynü,

Saraya gel Gâzi baba saraya,
Sen düşürdün bir soğukluk araya. (Yaldızkaya 1992: 44)

1947 Yılında, Emirdağ'ın Başkonak (Kolanşam) köyünün Arzılı mahallesine bir askerî uçak düşer. Hava Kuvvetleri tarihine geçen bu olayda iki pilot subay şehit olur. Şehit olan pilot subaylara, yörenin ünlü ağıtçı kadını Topakkız (Gülsüm Köse) uzun bir ağıt yakar. Konar-göçer Türkmen kültüründen motifler de taşıyan bu ağıdın derleyebildiğimiz mısralarında, ağıtçı kadının "yol (y)ıramış varamış köyüne" mısrasında söz ettiği "köy" "Hava üssü", "Haber verin âşiretinin beyine" mısrasında kastedilen "âşiret bey"i ise "Filo komutanı, Paşa"dır.

Duman durmuş Arzılı'nın dağına,
Yol (y)ıramış varamamış köyüne,
Haber verin âşiretinin beyine,
Gurbanlar olurum yaralı beyim,
Arzılı buraya aralı beyim.

Yeni çıkmış subayın da birisi,
Telde galmış saçların derisi,
Duydum'ola anasıynan garısı,
Gurbanlar olurum yaralı beyim,
Tayyare buraya aralı beyim. (Yaldızkaya 1992: 88)

Sonuç olarak; ağıtlar kişilerin özgeçmişleri olduğu gibi, bir bakıma toplumların da özgeçmişidir. Zira, bir milletin tarihi serüvenini ağıtlardan izleyebiliriz. Cephede, düşmana karşı verdikleri mücadelede çektikleri sıkıntıları, şehit ya da gâzi oluşlarını, cephe gerisindeki açlığı, kıtlığı, hastalığı ve içindeki ihaneti; bunlara karşı verilen mücadeleyi ağıtlarımızda görürüz. Şehit düşen ve gâzi olanların isimlerini belki tarih kitaplarında göremeyiz. Ama bunların analarının, bacılarının, yavukluları ve bu milletin hislerine tercüman olan âşıklarının söylemiş olduğu ağıtlarda isim isim bulabiliriz.Sözlerimi şâir Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun dizeleriyle bitirmek istiyorum.

Kitaplarda değil türkülerde ara Yemen'i,
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Kasım 2006       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ağıt
Dün gece seyrimde gördüm cerenim.
Kızlar ne kadar çok seviyorlarmış ki seni
Mosmor olmuş gülyazısı bedenin

Mosmor olmuş gülyazısı bedenin
Düşmüş sanki erguvanlar içinde
..........
Can Yücel
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Mart 2007       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
siir10182
En sevdiğin elbisemi giydim bu gece
Kokunu sürdüm, solgun yüzünü okşadım
Sessizce saçlarından öptüm.
Yazdığın mektupları okudum, kana kana su içer gibi
Plâklarını çaldım.
Ah! En çok o şarkıda özledim seni...
siir10182 2
Issızlık kapıyı çaldı,
Açmaya korktum gece yarısı.
Şehir uykuya daldı,
Baktım dışarıya; katran karası.
Rüzgâr telaşla kokunu getirdi bana
Aldım koynuma.
Buseni hafızamdan koparıp iliştirdim dudaklarıma
Üşüdüm karanlıkta.
Tenine dokundum beni hissetsin diye
Ellerimi tut, ısıt diye.
Aç gözlerini...

siir10182 2
Erguvanlarına su verdim
İçerken benimle konuştular
Yastığını okşadım, kokladım
Anılar uçuştular.
Soluğun saçlarımı yaladı, sanki bir meltem gibi
Teninin kokusu karıştı kokuma.
Yakıştılar...

siir10182 2
Boğuldum karanlıkta.
Yanı başımdasın benden çok uzaklarda
Ellerimi tut, dokun bana
Aç gözlerini...

siir10182 2
Attım kendimi caddelere,
yeşil ceketin sardı beni.
Yürüdüm üstüne karanlığın, korkusuz.
Tuttum elini...

Can Dündar

siir10182 1siir10182 1
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
15 Mart 2007       Mesaj #6
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Ağıt

Çılgın bir şelalenin
Çağıldayan sularında
Kayboldu
Yürek çığlıklarım....
Kimseler duyamadı...
Sen de...

Sonsuz bir sahilde bıraktım
Tüm umutlarımı geleceğe dair
Kalbimi taş yaptım ve parçaladım.
Tüm sahil çakıl taşı dolu
Göz alabildiğine
Her yerde benden bir parça..

Tuzlu ve bulanık bir deniz suyunda
Yıkadım gözyaşlarımı.
Dertlerimse, umarsızca insanların
Üzerlerine bastıkları kum taneleri.
En üsttekiler kaynarken,
Alttakiler tutuşmaya hazır...

Bir yokoluşun feryadı bu..
Bir kayboluşun...
Bir umutsuzluk ağıdı
Yürek yarasına dokunuşun...
Ahh!!Yine hüznü sardı,
Pervasızca unutuluşun..
Artık, evet artık sevmeyeceğim!!..

Mehmet Kızılkaya
HayLaZ61 - avatarı
HayLaZ61
VIP BuGS_BuNNY
16 Mart 2007       Mesaj #7
HayLaZ61 - avatarı
VIP BuGS_BuNNY
Can evimden vurdu felek neyleyim
Ben ağlarım çelik teller iniler
Ben almadım toprak aldı koynuna
Yarim diyen bülbül diller iniler


Gider oldum Avşar ili yoluna
Bakmam gayrı bu diyarın gülüne
Karaları taksın çapar koluna
Yağız atlı nice kollar iniler

Varayım da mezarına varayım
Yürü bre Dadaloğlu'm yürü git
Baş ucunda el kavşurup durayım
Dertli dertli Çukurova yolunu tut
Pirana Kovalayan Çılgın Hamsi...
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
9 Nisan 2007       Mesaj #8
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
EMİRDAĞ YÖRESİ AĞITLAR

Dr. Ömer Faruk YALDIZKAYA



Bu bildiride sizlere, manevi yapımız gevher taşı, millî şiirlerimizin en dokunaklısı olan, tesiri yüreğimizi kaynatarak damarlarımızı yakan Emirdağ yöresi ağıtlarını çeşitli yönlerden incelemeye çalışacağım.

Bilindiği gibi, ağıtlar çoğu kez kaleme alınıp yazıya dökülmezler ve onları söyleyen kişilerin ölümüyle de silinip giderler. Onlardan geriye bölük, pörçük birkaç dörtlükten başka birşey kalmaz. Bu bildiriyle az da olsa bu değerlerin saklanmasına katkıda bulunursam mutluluk duyacağım.

Ege Bölgesi'nin iç Batı Anadolu bölümünde yer alan Emirdağ ilçesi Afyonkarahisar iline bağlıdır. İlçenin doğusunda Konya'nın Yunak, güneyinde Afyonkarahisar'ın Bolvadin, Kuzeyinde Eskişehir'in Çifteler ve Sivrihisar ilçeleri, batısında ise Afyonkarahisar il merkezi yer alır. Tarih boyunca birçok medeniyetin yaşadığı Emirdağ yöresine son olarak Oğuzlar'ın Bayat, Bayındır, Çepni, Döğer, Karaevli, Kayı, Peçenek, Yıva ve Yüreğir boylarına bağlı âşiretler yerleşmiştir. Emirdağ'ın ilk adı yöreye yerleşen Muslucalu Türkmenlerinden dolayı "MUSLUCALU" dur. 1866'da devrin hükümdarı Sultan Abdülaziz'den dolayı "AZİZİYE" adını alan ilçe, 1932 yılında güneyinde yükselen Emirdağlarına atfen "EMİRDAĞ" adını almıştır. Zengin bir tarih ve folklor hazinesine sahip olan ilçenin bugüne kadar üzerinde en az durulmuş konularından birisi de ağıtlardır.

İnsanoğlu, hayatın en büyük gerçeği ölüm karşısında uysal, teslimkâr, az isyancı fakat olabildiğince üzüntülüdür. Ölüm karşısındaki bu üzüntüsünü düzenli düzensiz söz ve ezgilerle ifade edilmiştir. İşte, insanoğlunun yüreğinin titreyişi sonucu söylediği bu şiirlere "AĞIT" adı verilmiştir. Şu halde ağıtlar, ölen kişinin ardından dökülen gözyaşları ve çekilen gönül ızdırabının acı dolu terennümleridir.

Bugüne kadar birçok araştırmacı ağıtlar konusunda çeşitli görüşler ortaya atmıştır. Bu konuda Sadettin NÜZHET şöyle diyor: "İhanet eden, sadakâtsizlik gösteren aşk, tatmin edilemeyen muhabbet, gençliğin geçişi, ömrün kısalığı, cihanın fâniliği, feleğin sitemleri, talak mak'ussiyeti, iftiraklar, tahassürler… ilk insanları ağlatmışlar veya onlara ağıtlar söyletmişlerdir. Şu halde ağıt denilen manzumeler beşeriyetle beraber doğmuştur. Eşlerinden, yavrularından, yurt ve yuvalarından ayrılan hayvanlar nasıl üzüntülerini hazin seslerle, feryâd ve figânlarla ilân ederlerse beşerde mustarihane nevhalarını düzdüğü sözlerle kâinata haykırmıştır "1

İslamiyet'ten önceki devirlerde "sagu" deyimi ile karşılanan ve hiç şüphesiz "sıgtamak" ağlamak" fiilinden türemiş ağıta bugün Azerbaycan'da "ağı" Kerkük Türklerinde "sazlamağ", Türkmence'de "ağı" yanında "tavs", "tavşa" adları verilmektedir.2 Fransızca'da " èlègie" kelimesiyle ifade olunan ağıda, Çağatayca'da "yığlamak", Kırgız-Kazaklarda "coktav" denilmektedir.

Ağıt-ağıtçı kelimesine ilk defa "sıgıt-sıgıtçı" olarak Orhun Kitâbelerinde rastlıyoruz. Kültigin öldüğü zaman, kardeşi Bilge Kağan'ın ağzından Yulığ Tigin onun cenaze merasimini şöyle anlatıyor: "Yugcı, sıgıtçı, Kıtay, Tatabı budun başlayu Udar Sengün kelti" yani "Ağlayıcı ve sızlayıcı olarak Hıtay Tatabı milletlerinden Udar-Sengün geldi" denilmektedir. (Birinci âbide, şimâl ciheti)3
gösteren ifâdelere rastlamak mümkündür.

Oğuz destanlarında da anlatıldığına göre, Basat da ağabeyi Kıyan Selçuk'un Tepe-Göz tarafından öldürüldüğünü öğrenince hüzün verici bir ağıt söyleyerek uzun uzun ağlamıştı.4

Kaşgarlı Mahmud'un Alp Er Tunga'nın yoğ törenindeki ağıttan aldığı şu beyitte tören şöyle tasvif ediliyor:

Herkes kurt gibi uluşuyor
Yakasını yırtarak bağırıyor
Ünü çıkınca haykırıyor
Gözü örtülesiye kadar ağlıyor 5

Türkmen töresinin anlâm ve özelliğini kaybetmeden günümüze kadar geldiği Emirdağ yöresinde, ölenin ardından ağıt söyleme geleneği yıllardır sürdürülmektedir. Ağıt söyleme "ağıt yakma" olarak tanımlanır. Bu gelenek Emirdağ toplumunda o kadar yer etmiştir ki, ardından ağıt yakılmayan kişiler için "ölüsü garip oldu" denilmekte ve böyle kişiler toplumda sevilmeyen kişiler olarak görülmektedir. Bu nedenle, Emirdağ yöresinde ardından ağıt yakılmayan ölü yoktur.

Ağıt geleneği sadece Emirdağ'da yaşayan Türkmenler arasında değil, Emirdağ'dan çeşitli vesilelerle göç edenler arasında da halen devam etmektedir. Bununla ilgili bir anekdotu sunmak istiyorum. Avrupa ülkelerinde, özellikle Belçika'da 30.000'e yakın Emirdağlı yaşamaktadır. Bunların birçoğu her yıl yaz aylarında yıllık izne gelirler. Benim de çok yakın akrabalarım orada bulunuyor. Kendilerine, Belçika'da ölenler için ağıt yakıp-yakmadıklarını sordum. Ağıtçılığı ile de tanınan dayımın hanımı Gülsüm Tapmaz " ağıt yakılmaz mı hiç? 3-5 kadın birleşir höyküre höyküre ağlarız…" dedi. Hatta, Emirdağ'da ölen yakınları için de toplaşıp ağıt yaktıklarını söyledi.

Emirdağ'da ağıt, ölüm hadisesinin oluş şekline göre, ölü kalkmadan veya kalktıktan sonra yakılıyor. Ama, asıl ağıt yakma âdeti, ölü kalktıktan sonra başlar. Çünkü, ancak o vakit bütün eş, dost ve akrabalar "başsağlığına" gelirler. Fakat bu gelenler ölü sahibini teselli edecekleri yerde onun dertlerini tazeliyorlar. Ölüye gidip de ağlamamak ayıp sayılıyor. Ölü evine gelenlerin kimi "vah tuf"la dizlerini döğer, kimisi de ağıt söyleyerek bir görevi yerine getirmek, ölene fazla yandıklarını göstermek için ağlamaktadır. Kafiye tutturmakta güçlük çeken ağıtçılar bilinçli olarak hıçkırarak ağlarlar. Söyleyişe uygun kafiyeyi bulduktan sonra da kaldıkları yerden devam ederler. Daha da bu yükün altından kalkamayanlar bayılmayı ve kriz geçirmeyi çare olarak görürler. Bayılma olayına "diş kitlenmesi" denir. Birkaç kadın tahta kaşığın sapıyla dişleri açarak bayılan kadını ayıltmaya çalışırlar. Ayılan kadın ağıda kaldığı yerden devam eder.

Emirdağ'da ağıt yakmakla tanınan kadınlar vardır. Topakkız (Gülsüm Köse), Halide'nin Döne (Döne Öksüz), Almalı Hanım (Akın) gibi yörede ünlü ağıtçı kadınların 60-70 yıl önce söylediği ağıtlar günümüze kadar gelmiştir. Emirdağ'da ağıt yakanlara herhangi bir ücret ödenmez. Bu iş dostluk için "hasbi" olarak yapılır.

Ağıt yakan kadınların yanına "soyka" adı verilen ölünün elbisesi getirilir. Tabii ki bu hadise hisleri biraz daha kamçılar. Eğer ölü sahibinde de ağıt yakmak kabiliyeti varsa o vakit ağıt dialog şeklini alır. Bir dörtlük ağıt yakan, bir dörtlük ölü sahibi söyler. Buna orada bulunan başka kadınlarda dörtlüklerle iştirak edebilir. Karşılıklı söylenen dörtlükler bazen soru-cevap, bazen de atışma ve taşlama şeklini almaktadır. 1928 yılında Çıka dayı tarafından öldürülen Cerci(Yusuf Kalender)'ye Bacısı Topakkız(Gülsüm Köse) ile Topakkız'ın kızlarından Fatma Tapmaz, Telli hanım ve Ekiz Türkmen'in karşılıklı söyledikleri ağıdı sunuyorum:

Fatma Tapmaz: Kumaştan işlikte kadife yelek
Beylere düşmemiş boyalı konak
Dilerim dayım da sağlığına dilek
Gurbanlar olurum Cerci Dayıma
Güzel gelinlerin harcı dayıma

Topakkız: Anamın oğlu da çınar ağacı
Beş çobanı vardı üçü deveci
Duymuşda geliyor şu Deli Hacı
Hacı gelmeyince Çıka vurulmaz
Beyime beyime Cerci beyime
Güzel gelinlerin harcı beyime

Fatma Tapmaz: Aşağıdan gelen onun yaylısı
Parıl parıl parıldıyor aynısı
Bir değilidi de iki karısı
Dayımı dayıma Cerci dayımı
Güzel gelinlerin harcı dayıma

Topakkız: Ağam ata biner doğan kuş gibi
Cemalettin ile bir kardeş gibi
Geldi geçti hayalinen düş gibi
Gurbanlar olurum yaralı beyim
Bozhöyük buraya aralı beyim

Fatma Tapmaz: Ayağına giyer parlak ilastik
Yaylısının içi al yeşil yastık
Mahşeremi kaldı şu bizim küslük
Gurbanlar olurum Cerci dayıma
Güzel gelinlerin harcı dayıma

Telli Hanım: Açın pencereyi yeller işlesin
Kürkünde de yaz davarı kışlasın
Karıları istilahhı boşlasın
Gurbanlar olurum Cerci dayıma
Güzel gelinlerin harcı dayıma

Ekiz Türkmen: Sabahleyin kalktım poyraz havası
Gaterlenmiş çaldan gelir devesi
Bu dünyada kalmışımış havası
Gurbanlar olurum Cerci dayıma
Güzel gelinlerin harcı dayıma

Fatma Tapmaz: Topakev tutardı halat urganlı
Karyolada yatar balâ yorganlı
Hocaya da gider önü kurbanlı
Gurbanlar olurum Cerci dayıma
Güzel gelinlerin harcı dayıma

Topakkız: Averen'de kırkılırdı yapağı
Sürüden kıymetli tombul köpeği
Çıka dayı boşmu buldu sokağı
Gurbanlar olurum Cerci dayıma
Güzel gelinlerin harcı dayıma

Emirdağ'da ağıt sadece ölüm olayı ile sınırlı değildir. Bunun en güzel örneği, Millî kahraman Atatürk'ün mezârının İstanbul-Dolmabahçe sarayı'ndan Ankara'ya nakledilmesi sırasında aşağıda sunacağım Halide'nin Döne'nin söylediği ağıttır:

ATATÜRK'E AĞIT

Sana diyom sana Mustafa Kemal
Riyâkâr kulların yalandan yanar
Bu dünyada senin başına döner

Saraya gel Gazi baba saraya
Sen düşürdün bir soğukluk araya

Işık dünya başımıza dar geldi
Gazi baba hepisinden zor geldi

Saraya gel Gazi baba saraya
Sen düşürdün bir soğukluk araya

İstanbul'dan Ankara'ya yürüdü tren
Moskof'un kralı salına duran

Saraya gel Gazi baba saraya
Sen düşürdün bir soğukluk araya

Paşalar içinde Gazi'dir süslü
İresmi geçitte de milleti yaslı
Sarayın içinde kılıcı paslı

Saraya gel Gazi baba saraya
Sen düşürdün bir soğukluk araya

İsmet kondu sarayına yurduna
Ağladı askerin düştü ardına
Anan kızı olsayıdı yanarıdı derdine

Saraya gel Gazi baba saraya
Sen düşürdün bir soğukluk araya

İstanbul'un etirafı denizden avlu
Ne bir kızı kalmış nede bir oğlu
Saraydan eğlenmez Paşa'nın göynü

Saraya gel Gazi baba saraya
Sen düşürdün bir soğukluk araya

Ağıtçı kadının ölenin yakını olması da gerekmez. 1947 yılında, Başkonak köyünün Arzılı mahallesine bir askeri uçak düşer ve kazada iki pilot subay şehit olur. Bunun üzerine ünlü ağıtçı Halide'nin yaktığı ağıdı sunmak istiyorum.

PİLOTLARIN AĞIDI

Zabitlerin gözünd(e) olur gözlüğü
Yanmış tayyaresi kalmış tozluğu
Tükenmiş mi yiğitlerin azığı

Dumanlı dağlardan geçemedin mi?
Kırıldı kanadın uçamadın mı?

Hava sisli görmemiş yolunu
Kapmışda koyvermiş direksiyonu
Bunlar ölmüş ölümlerin zorunu

Dumanlı dağlardan geçemedin mi?
Kırıldı kanadın uçamadın mı?

Kanadım kırıldı "uçamam" demiş
Dumanlı dağları "aşamam" demiş
"Vay anam" demiş de yanmış can vermiş

Dumanlı dağlardan geçemedin mi?
Kırıldı kanadın uçamadın mı?

Öyle ağıtlarımız var ki, gidipde dönmeyenlerin, vatan için can, bayrak için kan verenlerin ağıdı. Plevne'de, Yemen'de, Sarıkamış'ta, Çanakkale'de kalanların ağıdı. Suvermez köyünden Devecioğulları sülâlesinden Macar lâkaplı Salih'in Çanakkale'de şehit düşmesiyle, anası tarafından yakılan ağıt böyle bir ağıttır.

ÇANAKKALE AĞIDI

"Hücûm" demiş Alamanın zabiti
Yavrumun kefeni asker kabutu
Salına girmeye yoktur tabutu
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola
Kefensiz gabire goydular m'ola

Topun dumanı da ağmış havaya
Gözlerim yavrumu dönmez sılaya
Goltuğuna girmiş çifte sıhhıya
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola
Kefensiz garibe goydular m'ola

Çanakkale nerde, suvermez nerde?
Her ana dayanmaz bu zalim derde
Ahmed'in babasız eğlenmez evde
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola
Kefensiz garibe goydular m'ola

Derinimiş Çanakkale deresi
Goygunumuş şehidimin yarası
Acıya dayanmaz garip anası
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola
Kefensiz garibe goydular m'ola

Senin yavrum beşik ile belede
Yadigârın galdı yavrum geride
Bir gelin eğlenmez ıssız bir evde
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola
Kefensiz garibe goydular m'ola

Bir günüm doğarda, bir günüm batmaz
Şu ıssız evlerde bir gelin yatmaz
Oğlumun yerini kimseler tutmaz
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola
Kefensiz gabire goydular m'ola

Emirdağ yöresi ağıtlarında, değişik bir anlatım tarzı kullanarak ölenin iyi yönlerini anlatır. Nasıl öldüğü, ölümünün ne gibi sonuçlar doğuracağı anlatılır. Kocası öldükten sonra çocukları ile birlikte evden çıkarılacağından korkan kadın bu endişesini ne güzel ifade ediyor:

Abdil ağam hatırıma değerse
İzzet ağam dükkanından kovarsa
Beş tane guzumda boyun eğerse
Kapıdan kovsalar ben yine gitmem
Beş tane guzumu ben öksüz etmem
( Bayram beyin ağıdından )

Bir başka ağıtta da buna benzer ifadelere rastlıyoruz:

Dayım öğkecektir beni kovarsa
Abdil ağam hatırıma değerse
Nuri'm de kapıdan boyun eğerse
Üç tane guzuyu ben öküz etmem
( Emir ağanın ağıdından )

Bazı ağıtlarda ölü sanki konuşuyormuş gibi bir hava vardır. Adi bir suçtan dolayı hapse düşen bir süre sonra hapisten kaçan Demircili köyünden Gıldolak lâkaplı Mehmet Kantar, Emirdağlıların Karataş mevkiinde müfreze tarafından vurulur. Vurulması üzerine yakılan ağıtta :

Gıldolak demeyin Mehemmet deyin
İşte ben ölüyom adımı goyun
Gınamam komşular sizler de duyun
Alınan avlandım ona yanarım

Ceviz dalı gibi sallanamadım
Mavzer omuzumda davranamadım
Dostum düşman imiş ben bilemedim
Ben bin elâ gözlü yârden ayrıldım

Yöremizde, ölmeden önce kendi ağıdını söyleyenlere de rastlanmaktadır. Ailesi tarafından sevdiği gençle evlendirilmeyen ve zorla amcasının oğluna verilmek istenen Hamzahacılı köyünden Rabia adlı genç kız, intihar etmeden önce kendi ağıdını yazmıştır.

Altınıma ben boynuma dizerim
Ağlayı ağlayı destan yazarım
Zorunan kötüye veriyor babam
Ölümünen olsa gene bozarım

Keşif geldi kapımıza dayandı
Sarı saçlar fışkılara boyandı
Sana diyom sana ey zalim baba
Biricik kızına nasıl dayandı

Evimizin önü üç dallı kiraz
Bir yanı kırmızı, bir yanı beyaz
Kutnu yorganlarda yatmaz iken
Fışkının içinde ne aman ayaz

Ağıtlarda halk şairlerinin eserlerinden, daha evvelki ağıtlardan parçalar bulunabiliyor. Bunların mevzu ile en çok alâkalı ve ağıt haline gelmeye elverişlilerinden mısralar, beyitler, hatta bazen ufak değişikliklerle kıt'alar alınıyor. Bir ağıttaki,

Ağam ata biner bağrı yukarı
Silah takınır da gümüş tokalı
Babanız oldu da öte yakalı
Babasız kızımı gelin ediyom
( Esad ağanın ağıdından )

mısraları ile bir başka ağıttaki,

Dayım ata biner uyru yukarı
Sim kılıç takınır altın tokalı
Acısı burada öte yakalı

Niye godun gittin allı gelini
İleri durdunda verdin serini
( Atağ beyin ağıdından )

1981 yılında, Karacalar köyünden " sini " çalıp, türkü söylemesiyle tanınan Kepaze'nin Nuri ( Nuri İN )'den derlediğim türkünün bir dörtlüğündeki:

Karacalar derler derenin içi
Gıyak gelinlerin sallanır saçı
Gelin arkadaşlar yanıma gelin
Yüklenmiş gidiyor gelinin göçü

mısraları, Hamzahacılı köyünden Rabia'nın ağıtı'nda şöyledir:

Hamzahacılı derler derenin içi
Yârden ayrılanın sallanır saçı
Ne sen bana doydun nede ben sana
Yüklendim gidiyom ardıma göçü

Türküde yer alan Karacalar köyü dere içinde, çukur bir arazide kurulmuştur. Oysa, Hamzahacılı köyü düz, ovalık bir arazidedir. Bu nedenle, ağıttaki ilk iki mısranın kafiye tutturmak, ağıda ahenk kazandırmak için doldurma mısralar olarak kullanıldığını görüyoruz.

Sonuç olarak, Emirdağ'da ağıt geleneği sürüp gidiyor. Emirdağ'ın köylerinden bir çoğunu gezdim bir çok ağıt dinledim ve derledim. Bunların bir kısmını " Her yönüyle Emirdağ " adlı kitabımda yayınladım. Bu konudaki çalışmam halen devam etmektedir.

Bu çalışmanın bizden sonra yapılacak çalışmalara basamak teşkil etmesi dileğiyle, derlediğim bir kaç ağıdı sunuyorum.


AĞITLARDAN ÖRNEKLER

Ceylan Elmas, bir ailenin tek erkek çocuğudur. Elektrik çarpması sonucu ölür. Ölümü üzerine daysının kızı tarafından aşağıdaki ağıt yakılır.

Direkten tutmuşda yakmış elini
Yetişip de soramadık halini
Neymiş halam da oğluyun suçu
Savcı, polis çevirmişler yanını

Bir bavulda kitapları basılı
Kendi resmi başucunda asılı
Kurbanlar olurum gademsiz halam
Gayri Ceylan'ından ümit kesildi

Hemi berber idi hemi talebe
Düğün mü ediyon başın kalaba
Gurbanlar olurum garip Ceylan'ım
Halamı goyup da gitme mezara


ESAD AĞA'NIN AĞIDI

Ağıt 1963'de karısı Fadime hanım tarafından yakılmıştır.

Göğüs yayla derler sivri kaleli
Yaylaya göçerdik gater develi
Gelir ağaların boynu kefeli
Gurbanlar olurum kibar beyime
Kır atın üstünde kibar beyine

Ahırıma besereğim bağlanır
Ağnağımda çifte gater yağlanır
Kızın gelin olur, oğlun evlenir
O zaman isterim yadın oğlunu

Ağam ata biner bağrı yukarı
Silah takınırda gümüş tokalı
Babanız olduda öte yakalı
Babasız kızımı gelin ediyom

Ağam dayanmadan binerdin ata
Daha yol mu kaldı gabirden öte
Biz bilerek ağamıza yapmadık hata
Gurbanlar olurum aslan beyime

Ağam beygirini çeker bayıra
Öksüz çocukların Allah gayıra
Ben de güvenmiyom işin sonuna
Gözle yavrularım baban gelecek

Bir ıvga geldi de boyumu aştı
Kızın gelin oluyo tebdilim şaştı
Babalı zamanlar aklıma düştü
Gadir mevlâm gediciğin oldu mu?
Kötü gader dediciğin oldu mu?

Hemi ağayıdı, hemi beyidi
Ardımı verdiğim karlı dağıdı
Bir gün evvel kibar beyim sağıdı
Sen ölüp de kalışıma ne dersin?
Benden evvel gidişine ne dersin?

Çıkar çıkar merdiveni dinlenir
Erzurum'da, Kayseri'de söylenir
Feryadıma hep bülbüller dillenir
Gurbanlar olurum kibar beyime


KUBAT OĞLU ABDİL'İN AĞIDI

Karacalar köyünden Abdil Kubat'ın ölümü üzerine, karısı tarafından aşağıdaki ağıt yakılmıştır.

Abdil ağam Kubatların yiğidi
Köyünün içinde sanki beyidi
Dilden dile destan olsun ağıdı

Eşime eşime Abdil eşime
Yârime ağlarım kendi başıma

Aldığı motoru goşulu kaldı
Atlarının alnı poşulu kaldı
Yeni yaptığı ev döşeli kaldı

Eşime eşime Abdil eşime
Yârime ağlarım kendi başıma

Yandım bu ateşe kavruldu özüm
Bir oğlum olsaydı deseydim guzum
Babasız yetimdir üç tane gızım

Eşime eşime Abdil eşime
Yârime ağlarım kendi başıma

Cenazesi geldi Emirdağ'ından
Ciğerlerim sökülüyor bağından
Figân koptu Karacalar köyünden

Eşime eşime Abdil eşime
Yârime ağlarım kendi başıma

Eşi, dostu Karacalar almadı
Gınaman komşular aklım kalmadı
Herkes geldi Abdil ağam gelmedi

Eşime eşime Abdil eşime
Yârime ağlarım kendi başıma

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
19 Nisan 2007       Mesaj #9
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
DÜĞÜN ESNASINDA GELİNLİĞİ BAŞKASINA KAÇAN BİR KADININ SÖYLEDİĞİ AĞIT

YAKLAŞIK 60-65 YIL ÖNCE SÖYLENMİŞTİR

Vur davulcu inilesin yazlığın
Ata binemedi yoktur kızlığın
Duman indi taş ardının düzüne
Baba çıksın Agülük'ün kızına
Ben bir eksik etek noksan akılım
Ambarlarda kurtlanıyor tahılım
Vur davulcu düşünmesin Osman'ım
Sana Elmas aldım yavrum aslanım
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
26 Nisan 2007       Mesaj #10
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Ağıt



Ağıt, genellikle bir ölümün ya da acı, üzücü bir olayın ardından söylenen halk türküsüdür. Doğal afetler, ölüm, hastalık gibi çaresizlikler karşısında korku, heyecan, üzüntü, isyan gibi duyguları ifade eden ezgili ürünlerdir. Ağıt söyleme işine ağıt yakma, ağıt söyleyenlere ise ağıtçı denilmektedir.Ağıtın halk edebiyatındaki adı anonim, divan edebiyatındaki adı ise mersiyedir
Ağıtlar, başından acı bir olay geçen ya da ölen kişinin iyiliklerinden, yiğitçe davranışlarından ve yaşamındaki önemli olaylardan söz eder. Belli geleneksel hareketler eşliğinde kendine özgü ölçü ve uyaklarla söylenir.
Türklerde ağıt geleneği çok eskidir. Anadolu’nun hemen her yerinde söylenir. Ağıtlar yarı anonim folklor ürünleri arasında da sayılabilir. Türkçe’de 7, 8 ve 10 heceli ağıtlar yaygındır. En çok rastlanılanı 8 hecelilerdir. Gösteri bölümüyle tiyatro, söyleniş biçimiyle şiirseldir.
Ağıtlar türkü ve destanla yakın ilişki içindedir. Erkeklerin söylediği ağıtlar varsa da ağıtları daha çok kadınlar söyler.
********************************


Ağıt - Doğu Anadolu yöresi

Can evimden vurdu felek neyleyim
Ben ağlarım çelik teller iniler
Ben almadım toprak aldı koynuna
Yarim diyen bülbül diller iniler


Gider oldum Avşar ili yoluna

Bakmam gayrı bu diyarın gülüne
Karaları taksın çapar koluna
Yağız atlı nice kollar iniler

Varayım da mezarına varayım
Yürü bre Dadaloğlu'm yürü git
Baş ucunda el kavşurup durayım
Dertli dertli Çukurova yolunu tut

İÇ ANADOLUDAN BİR ÖRNEK

Kızılırmak nittin allı gelini

Nasıl aldın allı pullu gelini