Arama

Dünyaya egemen olan batıl inançlarla aranız nasıl?

Güncelleme: 1 Ağustos 2009 Gösterim: 55.578 Cevap: 14
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
25 Nisan 2006       Mesaj #1
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Batıl inançlar Türkiye'de yaygın. Peki dünyanın nelere inandığını biliyor musunuz?
Dünyaya egemen olan batıl inançlarla aranız nasıl?
Sponsorlu Bağlantılar
Hadi canım sen de! Bırakın bu saçmalıkları. Şey ama inanıyorum... Yan cebime koy...
İtiraf edenler var, utananlar var. Kendi kendine kızıp yine de inananlar var. Göğsünü gere gere batıl inançla yaşadığını söyleyenler de var...
Amerikalılar şanssızlık genini bulma yolundalar. Az kalmış, yakında açıklayacaklarmış. Ama şanssızlık geni bulunana dek batıl inançlar egemenliğini mutlak sürdürecek...
Masala benzese, bilime meydan okusa bile, insanların günlük yaşamının bir parçası bu inançlar... Büyüler, numaralar, hayvanlar, madenler, yerleşen sabit fikirler. Periler, melekler, vampirler, şeytanlar. Bugün dünyada her yedi kişiden biri yaşamını batıl inanç üzerine kuruyor.

Batıl inançların en olumsuzu kara kedi
İnanışa göre yedi yıl mutsuzluk, ve ölüm tehlikesi getiriyor. En iyisi ise nal. Ve bunun gibi her toplumun inandığı, oyalandığı binlerce inanç var. Kimisi geleneklere dayanıyor, kimisine bireysel olarak inanılıyor. Aktör Paul Newman yeni bir filme başlamadan keçi sütü içermiş. Bir kez unutmuş, durduğu yerde ayağı bükülüp kırılınca altı ay çalışamamış. John Wayne ise filmlerde her bindiği atın bir nalını toplarmış. Luciano Pavarotti, sahneye cebinde çivi ile çıkarmış. Rahmetli Safiye Ayla için cebinde Atatürk'ün fotoğrafı ile şarkı okuduğu söylenir. İtalyan havayolları uçaklarında ‘‘17’’ numaralı koltuk sırası yoktur. 16'dan 18'e atlar... Sokak numarası hane numarası da yoktur. Her ayın 17'si cumaya gelirse, yaşam durur. Uzakdoğu'da pirinç mutluluğun ve refahın simgesidir. Düğünlerde evli çiftin üzerine bol pirinç atılır. Bizde ise sanki çok zenginmişiz, enflasyon hiç yaşanmıyormuş gibi bol keseden döviz, para, altın atılır, batıl inanç cömertçe dile getirilir.

Sizlere dünyanın etkilendiği batıl inançlardan bir demet sunuyoruz...
Her ne kadar teoloji uzmanları karşı gelse bile, batıl inanç, Tanrı'dan sonra insanların sığındığı ikinci güç...


AMBER
Büyüye ve uğursuzluğa karşı kullanılır.
AYAK
Geçmişte özellikle tavşan ayağı taşımanın şans getirdiğine inanılırdı. Sonraları bu sevimli hayvanlara kıyılması şanssızlık getirebilir görüşü ağır bastı. Yataktan sağ tarafa basarak inmek günün iyi geçmesini sağlar. Mekândan sağ ayakla çıkmak da aynı inançtır.
AYAKKABI
Sabahları yanlış ayağa yanlış ayakkabıyı giymek bütün gününün ters geçeceğine işaret!
AY Ay çıktığında görünce değerli bir maden veya taşa bakılırsa refah ve zenginlik getirir.
AYNA
Ayna kırmak yedi yıl belaya eşdeğerdir. Bekârsan yedi yıl evlenememekle karşı karşıya kalınır.
BUKET
Anglosaksonların inancına göre gelinin arkasını dönerek attığı buketi kapan kız en kısa zamanda koca bulur.
BIÇAK Ucu sivri bir şey armağan etmek, karşı tarafa şanssızlık getirir. Bunun için özellikle bıçak armağan ederken karşılığında sembolik bir para almak uğursuzluğu kovar. Ayrıca bıçağı doğrudan başkasının eline vermek kavgayı simgeler.
BAYKUŞ
Gece baykuş sesi duymak, kötüye sinyaldir. Ses sol taraftan geliyorsa, daha kötü alamettir. Damda öterse evden cenaze çıkacak yakıştırması yapılır.
BOYNUZ
Nazara karşı birebirdir. Ancak erkeğin aşk maceralarında düş kırıklığı ve başarısızlığına karşı kullanılır.
ÇATLAK
Duvar çatlağı olumsuz bir haberi simgeler. Taş çatlağı şans getirir. Mercan çatlağı evliliğin simgesidir.
ÇİVİ Yolda paslanmış bir çivi bulmak ve bunu alıp saklamak şans getirir.
DÖRT YAPRAKLI YONCA
Çok zor bulunur. Hıristiyan aleminde kutsal bir yaprak olarak anılır. Kurutup defter arasında saklamak ömür boyu şans getirir. İrlandalılara göre vatanı kem gözlerden korur.
DÜĞME
Ceketin düğmesini yanlış iliklemek şanssızlık. Birisine doğru iliklemek uğursuzluk sayılır.
EL
Tılsımlı bir nazar gidericidir. İslam dünyasında yaygındır.
FİL
Evde yedi adet biblo fil bulundurmak refaha ve şansa kapıyı açmaktır.
GÖKKUŞAĞI İnsanın içini rahatlatır. Bakmak kötülüklerden korur. Ancak elle işaret etmek uğursuzluk sayılır.
İĞNE
Bir şey dikerken kırılırsa şans getirir. Hediye etmek kavga nedeni sayılır.
KAMBUR
Erkek kamburun sırtına dokunmak uğur getirir. Kambur kadınsa, dokunmak uğursuzluktur.
KARASİNEK
Öğleden sonra veya akşamüstü vızlarsa, tez haber demektir. Sabahları duyulan ses beklenen haberi geciktirir.
KEDİ
Cadı ve şeytanı simgeleyen kara kedi Ortaçağ'ın en uğursuz batıl inancı sayılırdı. Kara kedi önünüzden geçerse tam yedi yıl bir uğursuzluk süreci başlar.
KIRMIZI BİBER
Aşırı acı olduğundan kötü ruhları kovar. Ucu sivri olanlar şans kovalar kem gözleri yakalar.
KÖPEKBALIĞI DİŞİ
Boyuna takılırsa, en büyük şans çekicidir.
MAKAS
Elde ikiye bölünürse aşkta hüsrandır. Elden ele verilirse kavgayı simgeler.
MANTAR TIPA
Özellikle şampanya patlatılırken, tıpanın isabet ettiği bekâr kişi için evlilik haberidir.
MERDİVEN Altından geçmek uğursuzluk sayılır. Geçmek zorunda kalınırsa seksek atlayarak geçilir. Altında elle boynuz işareti yapılarak uğursuzluktan kurtulunur.
MENDİL
Armağan etmek kötü şans getirebilir. Karşılığında bir madeni para almak gerekir. Ayrılığı çabuklaştırır.
MUSKA Nazara ve kem gözlere karşı ‘‘hoca’’ yazar.
NAZAR BONCUĞU Ülkemizde nazara karşı bir simgedir. Kem gözlere karşı birebirdir. Batıda yeni yeni öğreniliyor.
NAL
Dünyamızda en tanınmış uğurdur. Batıl inanca karşı olanları bile etkiler. İngiliz atasözüne göre fırtınaya, şimşek çakmasına, yangına karşı nazara karşı, büyüye karşı ilaç gibidir. Dikkat, satın alınmaz. Bulunması gerekir.
ONÜÇ RAKAMI
ABD'de uğurlu bir rakamdır. Ancak Avrupa'da uğursuzluk kabul edilir. İstanbul'un fethinin yılının rakamlarının toplamıdır: 1+4+5+3= 13. Özellikle sofraya 13 kişi oturmak, bir araca 13 kişi binmek uğursuzluktur.
ONYEDİ RAKAMI
En kötü rakam sayılır. Hele cuma gününe gelirse beterdir. Akdeniz ülkelerinde ve özellikle İtalya'da 17 numaralı hane veya kapı numarası bulunmaz. Uçaklarda, otobüslerde 17 sıra atlanır. Romalılar zamanından kalmadır. Romen rakamlarının yer değiştirmesi ile ‘‘VIVI’’ yani ‘‘Yaşadım o halde öldüm’’ anlamına gelir. Kara kedi kadar uğursuzdur.
ÖRÜMCEK Sabah sabah örümcek görmek tüm günün kötü geçeceğinin habercisidir.
PİRİNÇ
Uzakdoğu'da refahın, mutluluğun simgesidir. Bunun için yeni evlilerin üzerine pirinç taneleri atılır.
SARMISAK Vampirlere birebir olarak yüzyıllarca evlerin duvarlarına asılmıştır. Nazardan saklar. Mutluluğu getirir.
SIPA Özellikle Güney İtalya'da mafyaya karşı bir koruyucu sayılır. Her köy evinde mutlak bulunur.
SÜPÜRGE Süpürgeyi süpürürken birisinin ayağına değdirmek o kişinin kısmetini kapatır.
ŞAPKA Şapkayı yatağın üzerine koymak ölümü simgeler. Bunun nedeni ortaçağda ölen askerlerin miğferlerinin mezar üzerine konması ve doktorların şapkalarını hasta yatağının üzerine bırakmasından kaynaklanmaktadır.
ŞEMSİYE
Evlerde, kapalı yerlerde gerekmediği için açmak şanssızlık getirir.
TAHTAYA VURMAK
Tahtaya üç kez vurmak nazarı karşılamak, engellemektir. Üç kez kulak memesini çekmek de ‘‘başa gelmesin, nazardan saklasın’’ anlamını taşır.
TERLİK
Terliğin tekinin ters dönmesi uğursuzluk sayılır. Hemen düzeltmek veya diğerini de ters çevirmek gerekir.
TIRNAK Gece tırnak kesmek şeytanı çağırır inancı vardır.
TUZ Masaya tuz dökülürse, uğursuzluk sayılır. Hemen omuz üzerinden üç kez arkaya doğru dökülürse tılsım bozulur.
TÜKÜRÜK
Üç kez arka arkaya tükürmek nazarı kovar.
UĞUR BÖCEĞİ
Üzerine konarsa yıl boyu uğur sayılır. Adı üzerinde. Ancak hiçbir zaman öldürmek ve ezmemek gerekir. O zaman uğursuzluğa dönüşür.
YAKUT
Mutluluğun simgesidir. Şans zenginidir. Rengini kaybetmemesi gerekir.
YARASA
Ortaçağda gece yarasanın çarptığı kişinin yedi zamanda vampirin tecavüzüne uğrayacağına inanılırdı.
YÜZÜK Genç kızlara armağan etmek bekâr ve evde kalması tehlikesini yaşatır. Hiçbir şekilde hediye edilmez. Serçe parmakta taşımak büyüyü uzaklaştırır. Orta parmakta taşımak çağırır.
ZEYTİN DALI
Evlere asılırsa barışı, berraklığı, temizliği simgeler.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Nisan 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türkiye’deki batıl inançlar
Yüzyıllardır süregelen batıl inançlar hayatın her noktasında etkisini gösteriyor.
Sponsorlu Bağlantılar
Dünyaya egemen olan batıl inançlarla aranız nasıl?
Bazı inanışlara göre: Baş sağlığına gelen kişilerin ayakkabıları ters çevrilmez. İlk yaylaya çıkışta sığırların ortasından bir yabancı geçerse sığırlar hamile kalmaz, doğum yapmazlar. Ateşin çıkardığı ses ateşi yakan kişi hakkında dedikodu yapıldığına işarettir. Kapı eşiğinde oturulmaz, insan bekar kalır...
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Güler, birlikte yaşayan insanlar arasında kimizaman korkudan, kimi zaman çaresizlikten, kimi zaman da rastlantılardan doğan bir takım inanışlar olduğunu belirtti.
Prof. Dr. Güler, bu tür inanışların, ilk insanın var oluşundan günümüze kadar sürüp geldiğini ifade ederek, “Bu tür inanışların çoğunun bilimsellikle, akılla, çağdaşlıkla bir ilgisi yoktur. İnanışlar kişiden kişiye değişmekle birlikte ortak yanları vardır. Bu tür inanışların insan üzerinde negatif etkisi de bulunmaktadır” dedi.

RUH, MEZARLIK, TÜRBE VE ZİYARET YERLERİ İLE İLGİLİ BAZI HALK İNANÇLARI:
  • Ziyaret yerlerindeki ağaçları kesenler çarpılır.
  • Türbeden dışarıya bir şey, bir nesne götüren kişiler çarpılır.
  • Mezarlığı parmağı ile işaret etmek iyi değildir. Parmakları ile işaret eden kişilerin parmakları kurur.
  • Kurban kesilirken hayvan dilini dışarı çıkarırsa kurban sahibi o yıl içerisinde ölür.
  • Bir çocuk sürekli ağlarsa o evde mutlaka ölüm meydana gelir.
  • Ayakkabı çıkarıldığında ters dönerse, ayakkabı sahibinin tez vakitte öleceği düşünülür.
  • Yatarken çorapları baş tarafa koymak iyi değildir, insan çabuk ölür.
  • Ölünün elbiseleri ölü yıkayıcılarına verilir.
  • Mezarlıktan ağaç kesilmez. Ağaçta cin olduğuna inanılır.
  • Gece ölen kişinin üzerine sabaha kadar bıçak konulur.
  • Yoğurdun güzel olması için mezardan çırpı toplanarak, kaynayan sütün altına atılır.
  • Ölünün yıkandığı evde üç gün ışık yanar.
  • Baş sağlığına gelen kişilerin ayakkabıları ters çevrilmez.
  • Mezar kazıcısına para verilmezse ölünün rahatsız olacağına inanılır.

HAYVANLARLA İLGİLİ HALK İNANÇLARI:
  • Yılan öldürülüp, suya atılırsa ve yılan suda kaybolursa yağmur yağar ve durmaz, seller olur.
  • Kurt uluyunca ya ayaz olur ya kar yağar.
  • Bir evin başında baykuş öterse, o evde biri ölür ya da bir yıkım olur.
  • İnek doğurunca eve ağır bir şey alınırsa ya da ağır bir şey kaldırılırsa ineğin sütü kesilir.
  • İneğin sütünü yere sağmak iyi değildir, hayvan hastalanır.
  • İlk yaylaya çıkışta sığırların ortasından bir yabancı geçerse sığırlar hamile kalmaz, doğum yapmazlar.
  • Bir kişinin önüne tavşan çıkması uğursuzluktur, mümkünse gidilen yoldan geri dönülür.
  • Çakal uluyunca yere tükürmek gerekir, yoksa insanın başına bir yıkım gelir.
  • Çakal ulumaya başlayınca hava açacak, günlük güneşlik olacak demektir.

OCAK VE ATEŞLE İLGİLİ HALK İNANÇLARI:
  • Ateşe tükürmek, ateşe sövmek, ateşe tırnak atmak, su dökmek uğursuzluk getirir.
  • Sabah evinden başkasına ateş verenin ocağı söner.
  • Ocağın üstünü boş bırakmak uğursuzluk getirir.
  • Sacayağının birdenbire devrilmesi evin başına bir yıkım geleceğini gösterir.
  • Tencerede su boşu boşuna kaynarsa düşmanlar çoğalır.
  • Lamba yakılmayan evin ocağı her vakit kararır. Aynı zamanda ev sahibinin öldükten sonra mezarı da karanlık olur.
  • Hastalanan hayvanları ateşten geçirmek iyidir.
  • Ateşi söndürmek için su dökülmez, ateş toprakla örtülür.
  • Ateş çok önceden sönmüş olsa dahi külün yanında yatılmaz. Külde cin ve şeytanın oynak yaptığına inanılır.
  • Ateşin çıkardığı ses ateşi yakan kişi hakkında dedikodu yapıldığına işarettir.

TARIM VE BİTKİLERLE İLGİLİ HALK İNANÇLARI:
  • Kara ağaçtan düşen yaşamaz.
  • Kara ağaçtan beşik, sandık yapılmaz.
  • İncir ağacının altında uyuyanları şeytan alır götürür.
  • Ceviz ağacının altında yaşayanları şeytan alır götürür.
  • Tarlada zina yapılırsa bereket olmaz.
  • Üzümün tanesini, karpuzun sap kısmındaki kabuğunun içini yiyenler yetim k Çocuğun bezleri yabani ağaca asılırsa çocuk yabani olur.
  • Nar tanelerini yere dökmek günahtır, nar cennet meyvesidir.

İNSAN VÜCUDUYLA İLGİLİ HALK İNANÇLARI:
  • Diş düşürülünce o diş kimsenin göremeyeceği bir yere saklanmalı ya da gömülmelidir.
  • Elleri diz üzerinde kavuşturmak, parmakları birbirine geçirip el bağlamak iyi değildir, insanın kısmeti kapanır.
  • Parmakların çatırdaması iyidir, insanın sağlıklı olduğunu gösterir.
  • El yıkanırken önce sağ elden başlamalı, önce sol elden başlamak uğursuzluk getirir.
  • Tokalaşırken ya da birisine bir şey verirken sağ el kullanılmalıdır, sol el uğursuzluktur.
  • Baş taranırken dökülen saçları dökmek doğru değildir, bunlar toplanır, ölünce o kişinin kabrine konur. Çünkü bu saçlar kıyamet gününde tekrar bitecektir.
  • Hamile kadın aş eridiği sırada neye bakarsa doğacak çocuk ona benzeyecektir.

KARANLIK VE IŞIKLA İLGİLİ HALK İNANÇLARI:
  • Akşam soğan yenen yere melekler gelmez.
  • Gece aynaya bakanın ömrü kısa olur.
  • Gece acı (biber, soğan, sarımsak) evden dışarıya verilmez.
  • Yoğurt, süt, peynir gece dışarıya verilmez. Vermek gerektiğinde üzerine kömür, üzerlik veya yeşil bir dal konularak verilir.
  • Gece ıslık çalmak günahtır.
  • Gece evden eve tuz verilmez.
  • Akşam kapının önü süpürülmez.
  • Ekmek aktaracağı evden eve verilmez.
  • Çocuklar gece beş taş oynarsa düşman gelecek denir.

BEREKETLE İLGİLİ HALK İNANÇLARI:
  • Değirmenden ilk gelen unla yapılan ilk ekmeği yiyen kişinin karısı ölür.
  • Ekmek kırıntılarını yere atmak, ayakla çiğnemek evin bereketini götürür.
  • Gurbete giden kişinin azığından bir parça ekmek çalınır.
  • Bir kişinin üzerinde dikiş dikilirse o kişinin kısmeti bağlanır.

EVLE İLGİLİ HALK İNANÇLARI:
  • Evin temeline karataş koymak iyi değildir.
  • Kapının önünde oturan kişi iftiraya uğrar.
  • Duvar dibinde uyumak iyi değildir, insan çarpılır.
  • Evin içerisi temiz olmazsa oraya melekler değil şeytanlar gelir. Böylece o evde mutluluk değil geçimsizlik olur.
  • Evden bir kişi gurbete gittiği zaman o gün ev süpürülmez, dışarıdan misafir alınmaz.
  • Eşya taşımak için kullanılan ala iple komşunun evine girilmez. Komşunun başına bir uğursuzluk geleceğine inanılır.
  • Kapı eşiğinde oturulmaz, insan fakir olur.
  • Kapı eşiğinde oturulmaz, insan bekar kalır.
  • Urganla komşunun evine girilmez. Aksi halde komşunun evinde kıtlık olur.
  • Kapı eşiğinde oturulmaz, kapı eşiğinde şeytan bulunur.
  • Yağmur yağarken kapı eşiğinde oturmak günahtır.

CİNSİYETLE İLGİLİ HALK İNANÇLARI:
  • Odanın ışığını evin erkeği yakarsa o ev daima nur içinde ve bereketli olur.
  • Kadının yolda erkeğin önünü kesmesi uğursuzluktur.
  • Bir kadın iki erkeğin arasından geçerse çocuğu olmaz.
  • Bir adam iki kadının arasından geçerse sözü geçmez.
  • Bir erkek iki kız arasından geçerse köse olur.
  • Yarım çay içen kadın dul kalır.
  • Ava gidecek kişinin önünden kadın geçerse avlanamaz. Bundan dolayı o kişi ava gitmekten vazgeçer.
  • Kız çocuğunun ilk kez kesilecek saçını dayısı keserse saçı gür olur.
  • Oğlan çocuğunun saçını ilk kez amcası veya dayısı keser.
  • Kız baba evinden perşembe veya pazar günü çıkar.
  • Koç katımında koçun üzerine kız çocuğu bindirilirse doğacak kuzu dişi, oğlan çocuk bindirilirse erkek olur.

ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
26 Nisan 2006       Mesaj #3
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Batıl İnançların Piskolojisi
“Bir gün gelecek o günün insanları kendilerince bilinen şeylerin daha önce bilinmiyor olduğuna şaşacaklar” demişti Seneca bundan yüzyıllar önce. Gerçekten de özellikle 20. yüzyılda katmerlenerek artan bilimsel gelişmedeki hız; bırakın birkaç yüzyıl önceyi daha yirmi yıl önceki bilgilerin yetersizliği hakkında bile bizi şaşırtıyor; bu hızlı bilimsel gelişim dünyayla ve evrenle ilgili kavram sistemlerimizin sağlıklı ve gerçekçi olabilmesi için yeterli düzeyde bulgular edinilmesine ve yeni bilgiler üretilmesine en büyük katkıyı sağlıyor. Bizler, 21 yüzyıl insanlığı, atalarımızla karşılaştırıldığında artık çok daha fazla şey biliyoruz ve aşağıdaki metnin çerçevesinde konuşacak olursak artık “yere” daha sağlam basıyoruz. 500 yıl önce yaşayan insanlar televizyonu gördüklerinde muhtemelen şoka girecekler ve kumandanın fonksiyonunu anladıklarında muhtemelen şeytan işi olarak nitelendireceklerdi bu uzaktan kanal değiştirebilen aygıtı…"
Gücünü salt meraktan alan bilim kısa bir süre içinde “Ay’a Seyahat”i, “Denizin Dibinde Yirmibin Fersah”ı gerçek kıldı. Artık insanoğlu neredeyse hiçbirşeye imkansız gözüyle bakmıyor.
“Anlamlandırabilmenin” en önemli özelliğimiz olarak kabul edildiği günden beri insanlık çok büyük bir yol katetti. Başlangıçta aklın özgür kullanımıyla ateşlenen bu gelişme döngüsel olarak devam ediyor ve bugün “akıl” kavramını ve bilişsel süreçleri tartışabiliyoruz. Bu da insanoğlunun kendini ve korkularını anlayabilmesi ve kendi-kavramlaştırmasını (self-conceptualization) sağlıklı bir şekilde yapabilmesi için büyük bir katkı sağlıyor. Peki nasıl? Bu sorunun yanıtını, ilkel insanla günümüz insanını karşılaştırarak vermek oldukça yerinde olacak. Süreç ilk insanla başladığına göre önce onun dünyayı algılayışına bir göz atalım. İlk insan yeryüzüne geldiğinde kendisi için sonsuz bir karanlıktan ibaretti içinde yaşadığı sistem. Güneşin batışı ve doğuşu nasıl oluyor anlayamıyordu. Çevresini inceliyor, birçok şeye anlam veremiyor ve bunun sonucu olarak da korkuyordu. En kötüsü de karanlık basınca hissettiği delice korkuydu. Bu korku öyle sıradan bir korku da değildi. En temel korkularımızdan biri olan ölüm korkusunun tadını çok iyi biliyordu ve bundan kaçınmalıydı, en azından akıl sağlığı için. Ve insanoğlu totemleri yarattı! Yüzyıllarca ağaçlara, ineklere, cinsel organlara ve daha birçok sembole taptı, onları kutsal hale getirdi. Çok tanrılı dinler ardından gelen tek tanrılı dinlerin 3-5 bin yıllık tarihi vardır ki bu dinler oldukça yeni sayılır. Birçok teolog karşı da çıksa günümüzde dinden sonra insanoğlunun varoluşsal korku ve endişelerini gideren temel araçlardan birisi de batıl inançlardır.
Günümüzde gerek beşeri, gerekse pozitif bilimlere ilham kaynağı olan Evrim Teorisi, canlıların yaşadıkları ortama daha iyi adapte olabilmeleri ve hayatta kalabilme olasılıklarını arttırabilmeleri amacıyla zaman içerisinde evrilerek değişime uğradıklarını savlar. Bu evrim süreci içerisinde, dış dünyanın temsilinin organizmada en başarılı ve doğru şekilde yapılabilmesi için duyu organlarının gitgide gelişmesi ve duyumun keskinleşmesi şüphesiz önemli bir yere sahiptir. Biyolojik olarak sürekli evrilerek çevreye uyumunu arttıran organizmanın görme, duyma, koklama, hissetme ve tatma duyuları giderek keskinleşecek, bu da karşılaşacağı tehlikeler hakkında öngörüde bulunma olasılığını arttıracaktır. Durumlar karşısında fikirler yürütme ve belleğinde bir takım semboller kullanarak işlem yapma yetisi evrimin son basamaklarında hayvanlara özgüdür. Hayatta kalabilmek için en güçlü silah olan bilişsel süreçler, işte bu “yakın ya da uzak geleceği bilme güdüsü”nü tatmin etmede organizmaya hizmet eder. Öğrenmenin dinamikleri hakkında pek çok deney yaparak alanda kendi büyük teorisini kuran ünlü Amerikalı psikolog Edward L. Thorndike(1874-1949) yaptığı bir deneyde deneklere çift kelimeler verir ve onlardan bunları rahatça dinleyip, içlerinden tekrar etmek için uğraşmamalarını söyler. Daha sonra, bu kelime çiftleri onlara dikte ettirilerek yazdırılır. Deneklere sorulduğunda, birçoğu bu kelime çiftlerini yazarken içlerinden tekrar etmek için sıradaki kelimeyi tahmin etmeye çalıştığını itiraf eder. Bu deney, insanların maruz bırakıldıkları uyarıcılar üzerinde dikkatlerini yoğunlaştırarak onları öğrenmeye ve daha sonra onlar hakkında sınanmayacakları konusunda yönergeler alsalar bile, onları tatmin edebilmek için performans göstermeye eğilimli olduklarını ortaya koymaktadır. Her güdü, tatmin edilmediğinde organizmaya psikolojik ya da fizyolojik olarak bir şekilde zarar verir. Organizma, kendisini bu zarardan koruyabilmek için savunmaya geçecek ve belli mekanizmaları devreye sokacaktır. “Savunma Mekanizmaları” olarak adlandırılan bu istemsiz davranışlar günlük hayat içerisinde farkında olmaksızın kendini herhangi bir anda gösterebilir. Örneğin birine acı veren bir hatıranın, bilinçaltına bastırılarak unutulması, bu hatıranın her seferinde canlandırılarak psikolojik dengeleri bozacak şekilde tekrar tekrar yaşanılmasını engeller. Organizmanın sağlıklı bir şekilde yaşamına devam edebilmesi için bu mekanizmaları geliştirmesi gereklidir. Tüm bunlar göz önüne alındığında, eğitim ve bilimin yaygınlaşmasıyla sayılarında ve etkinliklerinde düşüş görülen hurafelerin de, bilgi noksanlığında olayların bir takım doğaüstü güçlerle açıklanarak geleceği merak etme ve tahmin etme güdüsünün tatmin edilmeye çalışılması olabileceği gündeme gelebilir. Daha açık şekliyle bu, hurafelerin bir tür savunma mekanizması olarak iş görme olasılığıdır. Ancak konu hakkında henüz net bir bulgu yoktur.
Söz konusu bir güdü olan böylesi ilkel ve temel bir mekanizma iken, sadece evrimin son basamaklarındaki gelişmiş hayvanlara özgü bilişsel süreçleri, hurafelerin nasıl doğduğu ve sönmeye uğramadığı konularında tek sorumlu olarak tutmak pek de doğru değildir. Bu soruların yanıtlarını ararken daha basit ve ilkel, ancak çok da temel olan "koşullanma" mekanizmalarına da referans vermek, olayı aydınlatmada büyük paya sahip olabilir. Peki "koşullanma" ile kastettiğimiz süreçler neleri kapsar? İşte bu noktada, Pavlov'un köpekler üzerindeki çalışmaları sonrasında ortaya koyduğu "klasik koşullanma" ile Skinner'in güvercinlerle çalıştığı "edimsel koşullanma"yı konu başlığı olarak incelemeye almak gerekmektedir. Klasik koşullanma organizmanın güdüsel olarak koşulsuz pekiştirece vereceği tepkilerin aynısını, istemdışı koşullu uyaranlara da vermeyi nasıl öğrendiğini açıklar. Ancak elbette istem dışı her refleks, klasik koşullanma yoluyla öğrenilmiş bir davranış değildir. Mesela göze ışık geldiğinde göz bebeğinin daralması gibi hayati önem taşıyan refleksler salt biyolojik süreçlerdir. Klasik koşullanma da benzer şekilde – en azından edimsel koşullanma ile karşılaştırıldığında- görece tüm düşünsel süreçlerden uzak, mekanik bir mekanizmadır. Örneğin, bir yemeğin tadı, organizmada tükürük salgısını koşulsuzca istem dışı nasıl tetikliyorsa, organizmanın sürekli tadıyla beraber olarak deneyimlediği yemeğin görüntüsü de, bir süre sonra onu tükürük salgısı üretmeye koşullayacaktır. Böylesi bir klasik koşullanma tüm düşünme süreçlerinden uzak, mekanik bir mekanizmadır. Biri nötr, diğeriyse koşulsuz olan iki dış uyaran arasında kurulan ve salt zamansal olarak aynı anda varolmalarına dayanan bağ sayesinde nötr uyarıcı, koşullu hale gelerek organizmada koşulsuz uyarıcının uyandırdığı tepkinin az şiddette olanını uyandırmaya başlayacaktır. Nötr ve koşulsuz uyarıcı arasında böylesi bir bağlantının kurulabilmesi için salt zamansal ortaklık yeterli olmaz. Zamansal açıdan birbirine yakın olarak varlık gösteren bu uyaranların birbirlerini takip sırası da oldukça önemlidir. Eğer ki organizma tarafından bir ödül olarak görülen koşulsuz uyarıcı, (ki bu örneğin bir yiyecek maddesi ya da cinsel temas olabilir), nötr uyarıcıdan önce sunulursa, aradaki bağlantı kurulmaz. Çünkü organizmanın nötr uyarıcıda dikkatini yoğunlaştırma gerekçesi kalmayacaktır. Bu nedenle öğrenmenin gerçekleşebilmesi için nötr uyarıcı, koşulsuz uyarıcıdan daha önce gelmelidir. Koşullanma mekanizmaları, öğrenme teorilerinde çok büyük bir yere sahiptir. Edimsel koşullanma ise görece daha karmaşıktır ve istemli olarak yönetilen kas hareketlerini kapsar. Organizma, bu koşullanmada çevredeki uyaranlarla bu uyaranlara verdiği istemli yanıtların doğurduğu sonuçlar arasındaki bağlantıyı öğrenecektir. Organizmayı çevreye belli yanıtlar vermeye koşullayan üç ana etken vardır.

1) Olumlu Pekiştireç: Duruma dahil edildiğinde, davranışın kazanılıp güç kazanmasını sağlar.
Örneğin bir çocuk her ağladığında çikolata olumlu pekiştireciyle ödüllendirilirse, ağlama davranışı güçlendirilmiş olur.

2) Olumsuz Pekiştireç: Organizma beklenen tepkiyi gösterdiğinde durumdan çekilmesiyle davranışı güçlendiren uyaranlardır.
Örneğin bir köpek zıplamadığı sürece ona elektrik vermek, zıpladığı anda ise elektriği kesmek köpekte zıplama davranışını geliştirecektir.

3) Ceza: Organizmanın tekrarladığı istenmeyen bir davranışın manipüle edilmesi amacıyla, ortamdan organizmanın ihtiyaç duyduğu bir şeyi kaldırma ya da organizmaya hoş olmayan bir uyarıcı sunma olarak tanımlanmıştır. Örneğin dolaptan kurabiye çalan bir çocuğa tokat atılması gibi.

Öyleyse, edimsel koşullanmalarda, organizmanın davranışlarını belirleyen, dış uyaranlara karşı verdiği yanıtların ne şekilde bir tepkiyle karşılık bulduğudur. Çevre ve organizma karşılıklı bir etkileşim içindedir ve organizma, bu etkileşim sırasında hayatta kalmayı öğrenir. Olaylar sırasında kurduğu bağıntılar kimi zaman gerçek ve somut verilere dayanıyorken, organizma kimi zamansa yanlış yorumlamalarda bulunarak gerçekte olmayan bir bağıntıyı varsayabilir. Tıpkı batıl inançların ardında yatan yanılgılarda olduğu gibi…
Batıl inanç tam olarak nedir konusu çok tartışmalı ve açıkçası bu konuda çalışan bir araştırmacı için de zaman zaman tanımı yapılmakta zorlanılan bir kavram. Ancak bu konuda erken psikoloji literatürüne şöyle bir göz atarsak temel olarak birkaç tanımın yapılmış olduğunu görürüz. Warren tarafından 1934’te yapılan tanımda, “bilimsel açıdan yanlışlığı ispatlanmış olsa bile doğadaki olayları doğaüstü güçlere maletme eğilimi” olarak tanımlanan batıl inanç söz öbeği, Maller ve Lundeen (1933) tarafından da “birbiriyle sebep-sonuç ilişkisi olmayan fenomenler ve nesneler arasında böyle bir ilişkinin varlığını iddia etmek” olarak tanımlanmıştır. Sözlük tanımı için Oxford İngilizce Sözlüğe baktığımızda bilimsel ve kültürel bir ortak kabul olmadan ortaya çıkan irrasyonel ve belirsiz bir yapıdan bahsedildiğini görüyoruz. Yine aynı sözlükte, batıl inançların dinsel boyutlarından da bahsediliyor ve mesela “dinle bağlantılı, bilinmeyen, gizemli ya da düşsel şeylerden korku olarak tanımlanıyor” (Oxford İngilizce Sözlük). Psikolojik süreçler ve doğanın içinde yaşam mücadelesi vermeye programlanmış bilişsel mekanizmalar göz önüne alınırsa, insanın hiçbir dayanak olmaksızın, körü körüne bağlanamayacağı, bu inancın ardında yatan bir varsayımın, organizmanın kendi kendine yarattığı bir önermenin olacağı gerçeği netlik kazanır. Zira bilişin duygu organları yoluyla gerçek dünyaya ilişkin bilgi topladıktan sonra algısal süreçlerde bu bilgiyi yorumlaması ve bilginin organizmadaki temsili, bilimsel yöntemle büyük benzerlik gösterir. Bilimin yöntemi; bilgiyi toplama, yorumlama, bir önerme ortaya koyma, bu önermeyi deney yoluyla sınama aşamalarını içerir. Hurafelerde de insanlar dış dünyadan bir takım uyaranları duyumsarlar, bu duyuları dış dünyaya ait bilgi dağarcıklarını devreye katarak kendi önermeleriyle algılarlar ve bir varsayımla yola çıkarlar. Ancak fark şudur ki, hurafelerde organizma tarafından aralarında bir bağıntı olduğu varsayılan elemanlar, gerçekte birbirinden bağımsızdırlar. İnsanlar geleceği bilme ve kontrol altına alma güdülerini, uyaranlar arası yanlış bağlantılar kurarak tatmin ederken; gerçekte var olmayan, “boş” inançlar “yaratma” yanılgısına düşerler. Zaman içerisinde de, bu inançları “öğrenip” onlara gitgide daha fazla kapılırlar. Öğrenmenin gerçekleşebilmesi için ilk koşul motivasyondur. Organizma, çeşitli uyaranlar arasında bir bağıntı kurmak ve daha sonra davranış ya da düşüncelerini buna göre değiştirmek ya da yeni davranış ve düşünceler edinmek için fizyolojik bir ihtiyaç ya da fizyolojik bir ihtiyaçla ilişkilendirilmiş ikincil bir ihtiyaç duymalıdır. Bu motivasyon öğrenme deneylerinde, denek olacak farelerin deneylerden önce bir hafta boyunca serbest bırakıldıklarında, sahip oldukları kilonun % 75’ine inene kadar aç bırakılmalarıyla sağlanır. İşte benzer nedenledir ki; çoğu hurafenin ardında da kaygı, tehlike, üzüntü veren bir durum yatar. Örneğin yağmur duasına inanan bir kabile açlık tehlikesi içindedir ve bir şekilde bu tehlikeyle başa çıkabilmenin gücünün, kabilenin geleceğinin kontrolünün ellerinde olduğuna inanma ihtiyacındadır. Belli bir motivasyon ve kaygı seviyesine ulaşmış olan organizma, doğal olarak dış dünyadaki uyaranlara karşı daha hassas olacaktır. Eğer bilişsel işleyiş, belli bağıntılar kurmaya dayalıysa ve durumları organizma doğru ya da yanlış birtakım önermeler kurarak algılıyorsa, hurafelerin oluşumu da benzer bir nitelik taşımalıdır. Bu çıkarımı destekler şekilde, hurafelerin değişik oluşum biçimleri olduğu görülmektedir. İlki, “Benzerlikler Kuralı”na dayanır. (Law of Similarity). Bu kurala dayanan hurafelerde, istenilen herhangi bir etkinin, onu taklit ederek yaratılabileceğine inanılır. Daha açık şekliyle, birbirine benzeyen uyaranların aynı olduğunu varsayma yanılgısıdır. Sevilmeyen ve düşman olarak görülen birinin bezden, tahtadan ya da herhangi başka bir malzemeden benzerini yaparak, ona bu yapma bebek üzerinden zarar verilebileceğine inanmak böylesi bir yanlış inancın en bilinen örneğidir. Bu, organizmanın içine düştüğü tipik bir “uyarıcı genellemesi” yanılgısı olarak algılanabilir. Uyarıcı genellemesi, bir organizmanın davranımı belli bir uyarıcı mevcutken pekiştirildikten sonra, davranım sıklığının benzer başka uyarıcılar mevcutken de artmasıdır. Basit bir örnekle açıklamak gerekirse, beyaz bir köpek tarafından ısırılan bir çocuk, yalnızca köpeklere karşı fobi geliştirmiş bile olsa, beyaz bir kedi gördüğünde de köpek gördüğünde duyacağı anksiyetenin aynısını deneyimleyebilir. Hayat tecrübeleri sırasında, birine saldırdığında onun zarar gördüğünü edimsel koşullanma yoluyla öğrenen organizma, bu bağıntıyı düşmanına genellediği bez bebeğe de taşır. Büyü adı altında geçen bu tür hurafeler, nadir olarak iyi amaçlar için de kullanılabilir. Hasta birinin iyileştirilmesi ya da ona gelebilecek olası zararın önlenmesi gibi. Bu inançların ardında da, sevilen birini kaybetme korkusunun fitillediği motivasyon yatmaktadır. Hurafelerin oluşumunda etkinlik gösteren ikinci kural ise “Temas Kuralı”dır (Law of Contact). Bu kurala dayanan hurafelerde ise, bir zamanlar herhangi biriyle temasta olan bir nesneye bir etkide bulunulduğunda aradaki temas kopmuş bile olsa, bütünden ayrılan bu parçanın o kişi üzerinde değişime hala yol açabileceğine inanılır. Bu tip hurafelerin tipik örneği olarak birinin saçı ya da herhangi bir giysisini kullanarak ona zarar vermeye çalışma yanılgısı gösterilebilir. Zamansal ve mekansal olarak sürekli bütünle algılanan parça, koşullanma yoluyla organizmayla öyle güçlü bir bağıntı kurmuştur ki, gerçekte parça ve bütün arasındaki bağıntı kopsa bile, organizmanın içindeki temsili varlık göstermeye devam eder. Koşullanma, yalnızca ilkel kabilelere ya da henüz çağdaşlaşma aşamalarına ulaşamamış toplumlara özgü hurafeleri açıklamakta başvurduğumuz bir mekanizma olarak görülmemelidir. Zira bugün, sporcuların şans getirdiğine inandıkları bir takım ritüeller de aynı içeriği taşımaktadır. Topu attıktan sonra eliyle onu hala yönlendirdiğine inanan bir bowling oyuncusunun bu davranışı da yine aynı “İlişkiler Kuralı” ile açıklanabilir. Bu durum, organizmanın birbiriyle hiçbir bağlantısı kalmamış olan iki uyaran arasında “Uyarıcı Ayrımı” yapmakta başarısız olması sonucu ortaya çıkar.
Psikoloji biliminin öncülerinden olan Skinner (1948) batıl davranışı “güvercinlerin verdikleri tepkilerin şans eseri pekiştireçlerle ilişkilendirilmesinden kaynaklanan stereotipik ve yinelenen davranışlar olduğunu” ifade eder. Amerikalı Psikolog Skinner’ın tanımından da anlaşılabileceği gibi batıl inançlar sadece insanlara özgü değildir ve bir batıl inancın ortaya çıkması zaman zaman bahsedilen temel psikolojik öğrenme mekanizmalarıyla açıklanabilmektedir. Skinner tarafından 1948’de yapılan çalışma batıl davranış ile ilgili psikoloji literatüründe ilk deneydir.
Bahsedilen motivasyonel sebeplerden dolayı vücut ağırlığı normalin % 75’ine getirilmiş bir güvercin yiyecek gözü olan bir kutuya konmuştur. Aç güvercin gözün içindeki yiyecekleri görmektedir, fakat hiçbir şekilde yiyeceklere direk olarak ulaşamamaktadır. Yalnız önceden belirlenen sabit bir sıklıkla (30 sn) birkaç parça yiyecek güvercine verilmektedir. Deney sonucunda Skinner, güvercinin yiyecek verilmeden hemen önceki davranışını tekrarladığını bulmuştur: tek ayak üstünde durma, zıplama, etrafında dönme gibi. Oysa bu davranışlarla yiyeceğin verilmesi arasında hiçbir ilişki yoktur. Güvercin tek ayak üstünde dururken yiyeceğin verilmesi tamamen bir rastlantıdır, fakat bu davranış güvercin tarafından tekrar edilmektedir. Bu davranış Skinner tarafından batıl olarak tanımlanmıştır. İnsanlar da batıl inançları benzer şekilde öğrenebilmektedir. Mavi Rotring kalemimizle girdiğimiz ÖSS denemesinde en yüksek puanımızı alırsak, bu rastlantısal olayın kalemin mistik pozitif bir etkisine atfedebiliriz. Başka bir örnek olarak hepimizin hayatımızda en az bir kez yaptığı, en azından aklından geçirdiği, bir davranışı gösterebiliriz: Çalışmayan bir elektronik ya da mekanik aygıta yumruk atmanın onu çalışır hale getireceği inancı… Hiçbir mantıksal olasılık ilişkisi içermeyen böylesine bir inanç taklit ederek öğrenme denen sürecin sonunda ortaya çıkabilmektedir. Elektronik ve mekanik bilgisi olmayan bir kişi yumruk atmanın aygıtı çalışır hale getireceğine nasıl inanabilmektedir? Bu açıdan bakıldığında batıl inançları açıklamak için temel alınabilecek kuramlardan biri de bilgi kuralıdır (law of knowledge) ve temel olarak organizmadaki bilgi seviyesi ile olaylara dair anlayışın ve kontrolün bir sebep sonuç ilişkisi içinde olduğu ifade edilir. Daha net bir ifade ile, organizmanın bilgi seviyesi arttıkça olay üzerindeki kontrolü de artacaktır. Bu açıdan bakıldığında batıl inançlar daha kolay anlaşılır ve batıl davranışlar gösteren insanları yargılamanın pek de doğru olmadığı ortaya çıkar. Pek tabii ki bilgi edinmek uzun bir süreçtir ve bilginin işlenebilmesi de ileri seviyede bilişsel yetenekleri gerekli kılar. Bilişsel yetenekler ise kullanıldıkça ve işlendikçe ileri bir seviyeye gelir. Bu kural en çok da insanlar için uygun düşmektedir. Bilgiye dayanmayan ve irrasyonel olan varsayımların tümünü batıl inanç olarak tanımlamak acımasızlık olarak görünse de uygun düşmektedir. Kendilerini mantıklı tanımlayan insanlar bile yaşamlarında çoğu kez batılın tuzaklarına düşebilmektedirler. Geçersiz hipotezine aşık olmuş bir bilim insanı ve günlük astroloji yorumunu okuyan bir fizik öğretmeninden yağmur duasına çıkan köylülere kadar değişen bir aralıkta batıl inanç kurbanlarına rastlanmaktadır. Bütün vakaların temeli araştırıldığında karşımıza aynı sebepler çıkacaktır: Bilgi ve anlayış eksikliği…
Batıl inançların organizmada nasıl kök yeşerttiğini bilgi kuramıyla açıkladık. Bu köklerin nasıl güçlendiğini ve sökülmez bir hal aldığını ise “fayda kuramıyla” açıklayabiliriz: eğer işe yarıyorsa doğrudur. İnsanlar edindiği batıl inancı sürekli gerçekleme ve denetleme eğilimindedir; fakat bu denemeler ne yazık ki rasyonellikten ve yansızlıktan uzaktır. Kova burcu insanı olduğunu düşünen biri bir süre sonra burcunun kendine uymayan özelliklerini görmezden gelmeye başlayıp kendine uyan özellikleri ön plana çıkartabilir. Günlük falında “bugün insanlarla iletişiminizi kısıtlarsanız başınıza gelecek kötü bir olayı engelleyeceksiniz” tavsiyesini okuyan kişi fala biat edip başına bir şey gelmediğini gördüğünde günlük burç yorumlarına olan inancını arttırabilir. Bu duruma psikolojide kendi kendini gerçekleyen kehanet denmektedir ve bu durum benimsenen tutumun güçlenmesine sebep olabilmektedir. Yapılan boylamsal çalışmalarda gençliklerinde “yaşlanınca hafıza zayıflar” yargısına sahip kişilerin ileri yaşlarda hafıza testlerinde diğer kişilere göre daha az skor yaptıkları görülmüştür.
Arzu edilen bir sonuca ulaşabilmek için, uyarıcılar arasında yanlış bağıntılar kurarak oluşturulan bu tepkisel davranışlar zinciri madalyonun yalnızca bir yüzüdür. Diğer yüzünde ise, “tabular” yani zararlı sonuçlardan kaçınabilmek için yasaklanmış davranışlar bulunur. Ancak tabularla diğer birtakım halk inanışlarını(Common sense) birbirinden ayrı tutmak gerekir. Örneğin, “Ateşe elini uzatma” söylemi bir halk inanışıdır. Elin yanması, eli ateşe uzatmanın değişmez bir sonucudur zaten. Dolayısıyla bu bir tabu olamaz. Çünkü tabularda, yasaklanan davranış ile önlendiği varsayılan olumsuz sonuç arasındaki bağıntı aslında yoktur. Şaşırtıcı değildir ki, tabular da tıpkı diğer hurafeler gibi Benzerlikler ya da İlişkiler Kuralına uygun olarak ortaya çıkmışlardır. Eski İtalya’daki bir tabuyu ele alalım . Kadınların çevresi tarlalık bir yolda yürürken kendi etraflarında dönmeleri kanunlar tarafından yasaklanmıştı. Bunun nedeni, muhtemelen tarladaki mısırların da bu dönme hareketinden etkileneceğine ve mısır saplarının ürünü sıkarak büyümesine engel olacağına dair inançtı.
1952 yılında Festinger tarafından ortaya atılan “bilişsel çelişki” kuramı insanlarda daima tutarlı olma yönünde bir eğilim olduğundan bahseder. Bu kuram özellikle de davranışsal ve tutumsal bileşenlerin birbirine aykırı olduğu durumlarda bilişsel çelişkinin yaşandığını ifade etmektedir. “dissonance” davranışların ve tutumların birbiriyle tutarlı olmasını sağlayan bir motivasyonel durum olarak tanımlanmıştır ve davranış ya da tutumdan biri değişmediği sürece kişinin yaşadığı çelişki devam eder. Bu çelişki de kişide aşılması gereken bir psikolojik gerilim yaratır. Bunu aşmak da ancak ve ancak çelişkinin ortadan kalkmasıyla mümkündür. Bu bağlamda düşünüldüğünde batıl davranışlar gösteren kişilerin sık sık bilişsel çelişki deneyimlemesini bekleriz. Bu da batıl inançların başka bir olumsuz niteliğidir. Bu çelişki kişinin kendi davranışını ya da tutumunu değiştirmesiyle aşılabilir, fakat genelde tutum değişikliğinin daha sık yapıldığını görüyoruz. Diyelim ki hayaliniz bir öğretmen olmaktı, fakat siz şu an aslında hiç de sevmediğiniz avukatlık mesleğini icra ediyorsunuz. Önceleri bu durumun size bir rahatsızlık vermesi kaçınılmaz olacaktır ve bu rahatsızlığı çözmenin tek yolu da bu iki mesleğe karşı tutumunuzu değiştirmenizdir. Görüldüğü üzere davranışın değiştirilmesi -mesleğin bırakılması- oldukça zordur. Bunun yerine bir süre sonra kişide avukatlık mesleğinin olumlu özelliklerinin daha fazla ön plana çıkarılması ve öğretmenlik mesleğinin de olumsuz özelliklerinin ön plana çıkarılması gibi bir durumla karşılaşılabilir. İşte batıl inanç sahipleri de her ne kadar gösterdikleri davranışın mantıksal açıdan yanlış olduğunun ayırdında da olsalar, işe yaradığını düşünmeden edemedikleri davranışlarını değiştirmek istemezler, bunun yerine tutumlarını değiştirmeyi tercih ederler.
Ünlü düşünür, yazar ve eğitim bilimci N.F.S. Grundtvig’nin de (1783-1832) bir keresinde söylediği gibi, hayatı yaşamadan tarif etmek mümkün değildir. Halbuki batıl inançların bir olumsuz fonksiyonu da geleceğe ve yaşamın geneline yönelik doğruluğu şüpheli önermeler kurulmasına zemin hazırlamasıdır. Yaşantımızda deneyimlediğimiz olayları ve dış uyaranları sağlıklı bir şekilde birbirine bağlamak, kurduğumuz anlam sistemlerinin işleyebilirliği açısından muazzam bir önem taşıyor. Gerek zararlı sonuçlardan kaçınabilmek için yasaklanmış davranışlar diğer bir deyişle tabular olsun, gerekse arzu edilen bir sonuca ulaşabilmek adına uygulanan ritüeller, tüm hurafelerin, bilim ve teknoloji bu denli ilerlemiş olsa bile, gerçeklik payı taşımamalarına rağmen halen nasıl varlıklarını sürdürüyor oldukları halen net bir yanıt bulamamıştır. Açıklamayı yine “öğrenme” alanındaki literatürde aramak doğru olabilir.
Öğrenme deneylerinde, ödül farelere kesintisiz olarak da sunulsa, kimi zaman verilip kimi zaman verilmese de, öğrenmenin gerçekleşebildiği ve sönmeye uğramadığı görülmüştür. Ancak bu kesintisiz ve kesintili ödül sunumlarının, öğrenmenin farklı aşamalarında farklı etkileri bulunmaktadır. Öğrenilmemiş bir davranış, organizma bu davranışı her yaptığında ödüllendirilirse, ara sıra ödüllendirildiği duruma göre çok daha hızlı öğrenilecektir. Örneğin, en sevdiği eteğiyle üst üste gittiği tüm iş görüşmeleri olumlu geçen bir kız, bu eteğinin uğurlu olduğunu düşünmeyi hemen öğrenecektir. Oysa görüşmelerin birkaç tanesi olumsuz geçseydi, öğrenme bu kadar hızlı olmazdı. Ancak sönme söz konusu olduğunda dengeler değişir.
Sönme, daha önce pekiştirilen bir davranımın pekiştirilmemeye başlanmasıyla, artık tekrar edilmemesidir. Sönme sonucu öğrenilmiş davranım zayıflar ve en sonunda yok olur. Kesintili ödül sunumu sönmeye daha dayanıklıdır. Aynı etekle gittiği kimi iş görüşmesi olumlu, kimisi olumsuz geçen bir kızın bu eteğin uğurlu olduğunu düşünmesi daha uzun bir süreç içerisinde gerçekleşmesine rağmen, o etek üzerindeyken üst üste pek çok kez “uğursuz” deneyimler yaşasa bile, eteğin uğurlu olduğuna dair inancının zayıflaması ve sonunda yok olması kolay olmaz.
Bireylerin temel ihtiyaçlarından bir tanesi de tutarlı ve işlevsel bir anlam sistemi oluşturabilmektir. Bu sistem oluşturulurken, insanlar özellikle de özel hayatlarıyla ilgili, bilimin yanıtlamakta yetersiz kaldığı soruların yanıtlarını batıl inançlarda arayabilirler. Bu açıdan bakıldığında, günümüz dünyasında batıl inançların nasıl olup da halen yok olmadığı konusunda bir ipucu yakalayabiliriz. Bireyin birincil ihtiyaçları her ne kadar toplumunkinden bağımsız görünse de, toplumun ihtiyaçlarının tatmin edilmesi, birey için dolaylı olarak en az kendi birincil ihtiyaçları kadar hayati önem taşıyabilir. İnsanların geleceği tahmin edebilmek adına kafalarında kurguladıkları teorileri kültürel öğeleri de harmanlayıp ritüeller haline dönüştürmeleri batıl inançlara toplumsal bir nitelik kazandırır. Bu noktada, toplumsal iletişime hizmet eden bilim ve sanatın misyonunu da sekteye uğratabilir. Bu ortaklık, batıl inançlara sahte sanat ve bilim kimliklerini yükler -ki bu, belki de insanlığa yönelik en büyük tehditlerden biridir. Sonuç olarak, yazarların ortak görüşü şu şekilde özetlenebilir: Mantık ve sağduyu arttıkça batıl inançların etkilerinde bir düşüş görülmesi olasıdır.



KAYNAK: Ayhan, İ, ve Yarar, F. (2005). Batıl inançların psikolojisi. PiVOLKA, 4(17), 15-19.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Nisan 2006       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Batıl inançlar
Batıl inançlar nerden gelip nasıl toplum içinde yerleştiği belli olmayan ama yüzyıllardan beri belki de değişik inanışların ya da insanların kendi kurgularının sonucu hiçbir temel dayanağı ve mantığı izahı olmadan yerleşmiş inanışlar alarak günümüze kadar süre gelmiş olan inanışlardır. Bugün bile çeşitli şekillerde kendini gösteren bu inanışların temelinin insanlık tarihi kadar eski olduğu bilinmektedir. Yöresel özellikler arzeden bu inanışlara ilimizde de rastlamak mümkündür.

Bazı batıl inançlardan örnekler
  • Saçayak boş olarak yanan ateşte bırakılırsa ölü suyu bekler.
  • Ellerini bağlayanın kısmeti bağlanır.
  • Bir kadın aş ererken birine bakarsa çocuğu ona benzer.
  • Çocuğunun güzel olması için gebe kadına ayva yedirilir.
  • Gece tırnak kesilmez.
  • Yeni gelinin kucağına oğlan çocuk verilirse ilk çocuğu erkek olur.
  • Evde incir ağacı yakılmaz yakılırsa ev ocak söner.
  • Kapı eşiğinde oturan kişi iftiraya uğrar.
  • Geceleyin evde ıslık çalınmaz, çalınırsa eve yılan girer.
  • Kuluçkanın altına yumurta koyan kişi, başını sararsa civcivler gugulli olur.
  • Ay tutulunca havaya ateş edilirse ay kurtulur.
  • Boş beşik sallanırsa çocuğun karnı ağırır.
Kocakarı ya da halk ilaçları
Hastalıkların tedavisinde yararlı olduğuna inanılan kocakarı ya da halk ilaçları, halk hekimliği diye anılan temelde bilimsel değeri olmamasına rağmen doğal tedavi yöntemi olarak ta günümüzde bile tartışılan tedavi yöntemlerinin bir kısmına bütün Anadolu'da olduğu gibi ilimizde de rastlamak mümkündür.
Arı Sokması: Arının ısırdığı yere demir basılır.
Sarılık: Sarılığa yakalanan hastanın ustura ile damak, el ve ayak tırnaklarının dipleri kesilir. Bu işleme sarılık kesme denir.
Çıban: Çıbanların olgunlaşıp boşalmaları için üzerine damar otu denilen geniş yapraklı bir ot sarılır.
Üşütme: Nezle, grip gibi durumlarda bir bardak süte bir parmak bal karıştırılıp hastaya içirilir.
Baş Ağrısı: Başa patates sarılır, ayrca mısır hamuru ayranla karıştırılarak bir çömberle başın ön kısmına bağlanır.
Mide Hastalığı: Yörenin ünlü kestane balı yedirilir.
Karında Kurt: Çocukların ağzından sular akar, çelimsiz olurlar. Şeftali yaprağı ve ham meyvası kaynatılır, hasta iki üç sabah aç karına içer. Kurtçuklar dökülür.
Yanık: Özellikle yoğurt sürülür.
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
26 Nisan 2006       Mesaj #5
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Kediler gizem dolu yaratıklar oldukları için mi yoksa insanoğlunun varoluşundan beri metafizik önemli olduğu için mi bilemiyoruz, ama kediler batıl inançların içinde kendilerine pek de büyük bir yer edinmişlerdir.

Bu şöhrete katkıda bulunan kedilerle ilgili bazı batıl inançları duymak ister misiniz?

• Yüzünü patileri ile temizleyen kedi, yağmurun habercisidir. Başka bir inanca göre ise beklenen sevgilinin yakın zamanda geleceğine yorumlanır.
Mitoloji’de de kedilerin üstün güçleri olduğu düşünülür. İnsanlara kızan tanrıların yeryüzüne gönderdikleri yıldırımlar kedi görünümdedir. Köpekler ise Mitoloji’de rüzgarla özdeşleştirilmiştir. Belki de bu yüzden İngilizce’deki “şakır şakır yağmur yağıyor” anlamında kullanılan “gökten kedi köpek yağıyor” atasözünün kökeninde bu mitolojik inanç vardır.
Eskiden denizciler büyük bir yolculuğa çıkmadan önce güverteye kedi getirirlermiş. Eğer kedi uslu durursa yolculuğu iyi, eğer uzun uzun miyavlarsa yolculuğun çetin geçeceğine inanırlarmış.
• Rüyada kedi görmekle de ilgili onlarca farklı yorum bulunur. Hıristiyan inancında -belki de Ortaçağ’ın etkisi ile- kedi görmek hayra alamet sayılmasa da, Hıristiyanlık öncesi kültürlerden kalma inançlarda ise rüyada kedi görmek iyi anlamdadır. Eğer rüyada üç renkli kedi görülürse aşkta şans, tekir görülürse işte şans, siyah beyaz kedi görülürse bebek sahibi olmak şeklinde yorumlanır. Eski Romalılar ise Eski Mısır’ın kedi kültürünü kendi kültürlerine taşımışlar ve rüyasında kedi tarafından tırmalanan bir kişinin başına kötü şeyler geleceğine inanmışlardır.
• Amerika’ya Hollanda’dan göçenlerin bir kısmı eğer bebek istiyorlarsa bir beşiğe kedi bırakırlarmış.
• İskandinavyalılar ise kedinin bolluk ve bereketi temsil ettiğini düşünürler.
• Hindulara göre kedi, çocukluğun simgesidir.
• Orta Avrupa’da kediye tekme atanın romatizma olacağına, kediyi öldüren çiftçinin hasatının bereketsiz olacağına inanılır.
• İngiltere’de ilköğrenim gören çocuklar arasında hala beyaz kedilerle ilgili bir batıl inanç varlığını sürdürür. Beyaz bir kedi gören öğrenci o günün kötü gideceğini düşünür ve kötü gidişatı tersine çevirmesi için sırtını dönüp çapraz işareti yapması gerekir. Ama İngilizler arasında kedilerin şans getirdiğine inananlar da vardır. Bunların başında 1640 İngiliz Devrimi’nin lideri Cromwell tarafından idam ettirilen I. Charles gelir. Siyah kedisinin uğur getirdiğine inanan I. Charles kedisinin kaybettiği gün tutuklanmıştır.
• Japonlar ise kedilerin öldükten sonra yüce bir ruha dönüştüklerine inanırlar. Hatta yaşayan kedilerin de dilerlerse bir kişinin ruhuna rahatlıkla geçebileceğini düşünürler.

Bize sorarsanız, bizim de kedilerle ilgili batıl bir inancımız var. Sabah kalktığımızda devrilmiş yemek veya su kabı ya da kabından dışarı fırlamış kedi kumları görürsek biz bunun epeyce uzun sürecek bir temizliğin başlayacağına yorumluyoruz.
Kedilerle kalın.

ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Nisan 2006       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Boş inanç ya da batıl inanç, mantıksal bir temele dayanmayan inanç ve davranışlara denir. Bazen, nedenini bilmediğimiz davranışlarda bulunur ya da sözler söyleriz. Yolculuğa çıkan birisinin arkasından yere su dökmeyi, merdiven altından geçmemeyi, gece tırnak kesmemeyi, aksıran birisine "Çok yaşa!" demeyi bunlara örnek olarak verebiliriz.
Boş inaçların kökenini, eski tektanrılı dinlerde aramak gerekir. Bu çağlardan kalma boş inanç dediğimiz alışkanlıklar devam etmiş, oysa bir zamanlar bunları anlamlı kılan inançlar çoktan unutulup gitmiştir.

Boş inançların büyük bir bölümü efsanelere dayanır. Bazıları çok eski tarihlerden gelen boş inançlara ilişkin yalnızca bazı varsayımlarda bulunabiliriz. Günümüzde Ay'ın Dünya'nın bir uydusu olduğunu biliyoruz. Oysa bundan binlerce yıl önce yaşamış insanlar Ay'ın bir tanrıça olduğuna sanıyor, insanlara zenginlik ve uğur getirdiğini inanıyorlardı. Günümüzde yeni ay çıktığında sevdiği kişinin yüzüne bakmak ya da altına el sürmek türünden davranışlar o dönemlerden kalmış olabilir. At nalının uğurlu sayılmasının nedenlerinden biri, belki de eski Avrupa topluluklarından Keltlerin atın kutsallığına inanmalarıdır. Eskiçağlarda topraktan çıkarılan demir cevherinden demir eşya üretme sanatının büyücülük olduğuna inanılması da bu inancı doğurmuş olabilir.

Aksıran bir kimseye "Çok yaşa!" denmesinin, aksırma sırasında ruhun geçici olarak bedenden ayrıldığına ilişkin eski inançlardan doğmuş olduğu düşünülebilir. Aksıran kimseyi bu sözlerle sevindirmek, belki de ruhun esenlikle geri dönmesine yardımcı olma amacını taşır. 13 rakamının uğursuz olduğu boş inancının ise, eski İskandinavların dinlerindeki bir öyküye dayandığı sanılmaktadır. Bu öyküye göre, düzenbaz tanrı Loki, öbür 12 tanrının katıldığı bir şölene 13. olarak gitmiş ve eğlenceyi bozmuştur. Bu olayın yol açtığı kavga, İskandinavların en gözde tanrısı Balder'in ölümüyle sonuçlanmıştır. Bu boş inanç hâlâ öylesine güçlüdür ki, bazı kimseler 13 kişiyi aynı masaya oturtmaktan kaçınır. Bazı ünlü otellerde 13 rakamı taşıyan oda ve kat yoktur.
Anadolu'da halk arasında boş inançlara günümüzde de rastların. Bunlardan birkaç örnek şöyledir: Sabahleyin evden ayrılırken eşikten sağ ayak önce atılarak çıkılır. İlk rastlanılan kişinin toplumsal durumu ve halk arasındaki itibarına göre işlerin rast gidip gitmeyeceği konusunda yorumlar yapılır. Esnaf, o gün işlerin iyi gitmesi için siftah parasını yere atar ya da yüzüne sürer. Birine kesici alet verilirken düşmanlığa yol açmasın diye üzerine tükürülür. Akşam tırnak kesmek iyi sayılmaz. Ay tutulması ve Güneş tutulması sırasında silah atılıp, teneke çalınarak önlerini kapatan cin-peri topluluğun kaçırılabileceğine inanılır.
Boş inançların çoğu çok eskilere dayanmakla birlikte, yenileri de vardır. Örneğin, aynı kibritle art arda üç sigara yakmanın uğursuzluk getireceğine inanılır. Bu inancın 1899-1902 arasında İngilizlerin Güney Afrika'da yaşayan Afrikanerler ile yaptığı Güney Afrika Savaşı'ndan kaynaklandığı söylenmektedir. Söylenceye göre, usta Afrikaner nişancıları üç İngiliz askerinin tek bir kibritle sigaralarını yakmaları sırasında yerlerini saptamış ve yanık kibriti elinde tutan askeri öldürmüştür. Bu yeni bir boş inanç böyle doğmuştur.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
2 Mayıs 2006       Mesaj #7
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Dünyanın her yerinde ve çevremizde türlü dini inançlar, geleneksel davranışlar ve bunlara dayalı uygulamalar tarih boyunca etkili oldular ve hala da olmaktalar. İnsan hayatının önemli bölümünü kapsayan ve yaşayış tarzımızı değiştiren inançlar elbette ki bunlarla sınırlı değildirler. Eski Türkler´den veya Osmanlı´dan kalan veya bazı kör dinsel bilgisizliklerle başlayan inançların hala devam ettiğini günümüzde de görürüz. Oysa batıl inançların büyük bir kısmının ardında sosyal ve doğasal gerçekler saklıdır, bazıları ise bilinmeyen tarih öncesi zamanların izleridirler. Jung batıl inançları yaşamın gerekli parçaları olarak tanımlar ve onlara sığınırak yaşamsal bir bilinç alanında korunduğumuzu düşünür.
Modern çağda bilimin ulaşamadığı ve aydınlatamadığı tedavisi bugünün şartlarıyla mümkün olunmayan hallerde ise, evlilik, sevgi, kısırlık gibi türlü çaresizlikte yatır, türbe, adak adama, okuma gibi inançlara dört elle sarılırız. Bilimin etkisi arttıkça, boş inançlara inanan kafalar yıkandıkça bu tür batıl inançların azalacağı ümit edilebilir.
Bartın ve çevresinde çocuk sümüklü olmasın diye hamile kadınlara kelle, paça, balık yedirmezler. Güzel oğlan çocuklarına ve Ay´a baktırılır. Çocukları bir arada ise biri yerde biri kucakta bıraktırılmaz. Yerdekini hemen kucağa alırlar. Annenin gönlünden "benim çocuğum yerde kaldı, hasta olur" düşüncesi geçerse çocuğu hastalanırmış. Yine Bartın ve çevresinde çekilen dişler atılmaz, duvar kovuğuna konur.

tavşan araç önüne çıkarsa uğursuzluk sayılır. Buğdaydan yapılı başak demeti asılı bir evde yangın çıkmazmış. Oklava elde iken üzerinden atlanmaz. Atlayanın karnı ağrırmış. Gece kül dökülmez ve küle basılmaz. Külün içinde cinlerin olduğuna inanılır. Ayakta pantolon giyilmez, Şeytan ayağını sokar derler. İlk önce sağ ayakla giyilir. Çorap, iç çamaşır ters giyilmez, işlerin ters gideceğine inanılır. Nazar için mavi boncuklar takılır. Kulak çekilerek duvara ve tahtaya vurulur. Siyah matem işaretidir. Rüyada yeşil ve beyaz görülünce sevinilir. Salı ve Cumartesi günleri çamaşır yıkanmaz. Pazartesi, Çarşamba ve Perşembe günleri çamaşır yıkanır. Geceleri örümcek ağı bozulmaz.

Akşam öten horoz uğursuzluğun alametidir. Akşam havakarardıktan sonra komşuya ateş ve tuz verilirse uğursuzluk sayılır. Zaten isteseler de vermezler.

Elazığ´da gelin kapıdan içeri girerken eşiğe konulan kaşığı basıp kırarsa eve bolluk geleceğine inanılır. Yine Elazığ´da gerdek gecesinde kız tarafı tatlı şerbet yapıp geline getirir, ikram eder. Gelin damadın şerbetine sezdirmeden üç kez tükürür gibi yapar. Böylece evliliğin daha muhabbetli geçeceğini düşünürler. Muş, Kars ve Erzurum´da iki bayram arası düğün yapılmaz, gelin getirilmez. Bunun o eve uğursuzluk getireceğine inanırlar.

Su ve yağmur hayatın vazgeçilemez kaynaklarıdır. Bazı zamanlarda yağan yağmurun kutsiyeti hakkında bir inanç bulunmaktadır. Örneğin ilk Nisan yağmurları ile yıkanmak, yemek pişirmek, Çamaşır yıkamak uğur ve bereket getireceğine inanılır. Urfa´da kuraklık olduğu zamanlarda kırk küçük taş okunup Halil İbrahim gölüne atılırsa yağmur yağacağına inanılır.

Hıdırellez ile ilgili birçok rivayet bulunmaktadır. Bir rivayete göre, Hıdır ve İlyas adında iki kardeş ayrı yerde yaşamaktadır. Her yıl Hıdırellez tarihinde bir araya gelip bunu kutladıkları söylenir. Diğer bir rivayet ise şöyledir: Hıdırrellez bir karşılaşma bayramıdır. Evliya olan Hıdır ve İlyas 6 ayda bir buluşup karşılaşırlar. O gün bereket yağdırırlar.

ve Çevresinde ölenin karnının üstüne makas, bıçak gibi demir cinsinden aletler konur. Böylece ölünün şişmeyeceğini düşünürler. Urfa´da ise ölünün üstünden kedinin atlaması uğursuzluk sayılır. Eğer atlarsa ölünün hortlayacağına inanırlar. Gaziantep´te bir evden ölü çıkarsa, ev süpürülmez ve yemek yapılmaz. Onlara göre günah sayılır. Bitlis´te ise evden cenaze çıktıktan sonra evde bulunan tüm sular dökülür. Ölü ev için bunun iyi olacağını düşünürler. Kars´ta çok ağlayan çocuğun, babasının öleceğine inanırlar. Bu nedenle ağlayan çocuğun annesi "yaşın başını yesin" derler. Böylece babalarının ölmelerini önlediklerine inanırlar.

Rize´de Cuma akşamı sarımsak yemek iyi değildir. Geceleri tırnak kesilmez. Kesilen tırnaklar bir kağıda sarılmalı ve "Kıyamet Günü´nde gelip beni bulun" diyerek bir deliğe sokulmalı. Ayağında yarası olan kadın komşu evine getirilir. ıyi olması için gelip geçen kadınlar okuyup, üflerler, dikenle çizerler. Yeni alınan ayakkabılar Çarşamba günü giyilmez, Çabuk yıpranacağına inanırlar. Ölüyü borçlu yatırmak günahtır.

Ölümle ilgili birkaç inanç da mezarla bağlıdır. Erzurum, Erzincan ve Sivas´ta kazma, kürek üst üste gelecek biçimde mezar üzerine bırakılırsa ve evden kaynayan kazan devrilirse başka ölülerin çıkacağına inanılır. Kars, Van, Erzurum, Malatya ve daha birçok yerde ölünün çıktığı yere, odaya bir mum ya da bir gazlambası yakılır. Cenaze o gece evde kalacaksa bu işlem aynı şekilde yapılır. Hastanede olacaksa yine aydınlatılır. Çünkü öldükten sonra ruhunun dolaştığını ve görmek istediği şeyleri bulmasında yardımcı olduğu düşünülür. Ağrı, Bitlis, Hakkari ve çevresinde yas Cuma gününe kadar sürer. Buna "Cumaya teslim etmek" denir. Artık yas tutanların yastan çıkması gerekir. Aksi halde günaha girileceğine inanılır. Erzincan´da yas evinin kadınları ve kızları yasın yedinci gününde hamama çağırılır. Yer, içerler. Birlikte yıkanılır. Böylece yas bitmiş olur.

Tekirdağ´da Hıdırellez günü ele sabun sürülmez, insanın sabun gibi eriyip, zayıflayacağına inanılır. O gün uyku uyunmaz. Uyunursa bütün yıl uyuşuk geçer. Dikiş dikilmez. Dikiş dikenin o yıl çok yılan göreceğine inanılır. Çamaşır yıkanırsa dolu yağar. Un elenirse o yıl çok sinek olacaktır. Hıdırellez akşamı dağlara bakılır. Parlak bir ışık görülürse orada para ya da hazine bulunduğuna inanılır. Hıdırellez Günü gelen leylekler kirli olursa bolluk ve bereket olacaktır. Beyaz kelebek görülürse şans ve kısmetin açık olacağından bahsedilir. Hıdırellez Günü hayvanlara hastalık gelmesin diye ahır kapısının önünde ateş yakılıp üstünden, acı çekmemesi, doğum sırasında tehlikeli durumla karşılaşılmaması için yatır ve evliyaların ziyaret yerlerini gezip, dua edilir. Diyarbakır´da doğan çocuğun yaşaması için Zülküf Peygamber´in türbesini ziyaret ederler. Hakkari´de bir kadın doğum zorluğu çekiyorsa, ezan okutulur. Bu, Ezan-ı Ferah yani kadının feraha kavuşması için okutulan ezandır. Gaziantep´te bir yaşından küçük çocukların saçı ve tırnakları kesilmez. Kesilirse, çocukların ömrünün kısa olacağına inanılır. Kars, Bitlis,Ağrı ve Bingöl çevresinde ebe kadın çocuğun bağı düşünce onu alıp fırlatıp atar. Göbek bağı hangi eşyanın üzerine düştüyse, çocuğun karakteri, büyüyünce yapacağı işi ortaya çıkar. Kars ve Erzurum çevresinde çocuğun çıkan ilk dişini kim görürse, o kişi çocuğun gömleğini yırtar ve böylece acısının geçeceğine inanı
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
2 Mayıs 2006       Mesaj #8
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
DİNİ DEĞERLER ZAYIFLAYINCA,BATIL İNANÇLAR YAYGINLAŞIR
Günümüzdeki hızlı bilimsel gelişmeler, geçmişin birçok bilinmezini aydınlatmıştır. Batıl inanç konusu olan çok sayıda bilinmez de bunlar arasındadır. Ama bu bile insanları batıl inançlara saplanmaktan kurtaramamıştır.
Çağımızda hurafelerin bu kadar yaygın olmasını ünlü ruhbilimci Jung'un "Arsetip" adını verdiği kollektif bilinçaltıyla açıklamak daha tutarlı görünmektedir. Buna göre toplumların ortak bilinçaltı bu hurafeleri geçmişten günümüze taşımıştır. Aslında tarihin derinliklerinde kalması ve unutulmuş olması gereken başka birçok anlayış, inanç ve kanaat de bu yolla günümüze ulaşmıştır. Anlaşılan odur ki, bunları hiçbir devirde insanların kafasından bütünüyle silip atmak mümkün olmayacaktır.
İslam'ın kesin olarak haram kıldığı bazı batıl işler ve hurafeler İslam'a maledilmektedir Birçok ailelerin bilerek veya bilmeyerek bu tür cahiliyye adet ve geleneklerini yaşamaları, hurafelere inanmaları, türbelerin yanında bulunan ağaçlara ip veya bez bağlamaları, yatırların başında mum yakmaları gerçekten üzücüdür. Suya bakıp mukadderatla ilgili bilgiler vermek, burçlara göre gelecekten haber vermek, yıldızlardan hükümler çıkarmak, yıldızname kitaplarını açtırıp sorunları halletmeye çalışmak gibi İslam dini ile yakından ve uzaktan ilgisi olmayan, aksine İslam'ın yasakladığı şeylerdir.
İslam, tüm batıl ve müşrik düşüncelerin karşısındadır. İslam, yıkıcı değil yapıcıdır. Müslümanların başına gelen felaketler dinlerinden değil, dinlerini öğrenmeyi ihmal etmelerindendir; dini bazı çıkarcıların, bağnazların, cahillerin ve İslam'ı anlamamış dar kafalıların elinden kurtaramayışlarındandır.
Batıl inanç ve hurafelerden bazıları şöyle:
*Ay ve güneş tutulursa kıyametin alametidir, o yıl kıtlık olur, savaş çıkar.
*Gece vakitsiz horoz öterse savaş çıkar.
*Tavşan, tilki, kara kedi yol keserse uğursuzluktur.
*Baykuş kimin evinin damında öterse o evden biri ölür veya o eve bela gelir.
*Salı günü uğursuz bir gündür.
* Cuma günü ev süpürülmez, çamaşır yıkanmaz, bunlar yapılırsa fakirlik gelir, meleklerin kanadı kırılır, kıtlık gelir, Allah kızar.
*Gece tırnak kesilmez, değirmen çevrilmez, ev süpürülmez.
*Gece vakti bir evden başka bir eve kazan, tencere ve tava verilirse mutlaka ölüm olur, makasın ağzı açık kalırsa kefen biçmeye yarar.
*Gece sandık açmak kendi mezarını kazmak sayılır.
*Kurbağalar sesini yükseltirse yağmur yağar.
*Çocuklarının, kendinin, malının üzerine nazar boncuğu takmak, kurşun döktürmek, yola çıkan birinin ardından su dökmek, askere uğurlanan bir kişiye ekmek ısırtmak ve ekmeği asker gelene kadar saklamak ve kabirlere kurban adamak, adağı kabir başında kesmek de batıl inanıştır.
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
27 Mayıs 2006       Mesaj #9
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
Anadolu´dan
Bartın ve çevresinde çocuk sümüklü olmasın diye hamile kadınlara kelle, paça, balık yedirmezler. Güzel oğlan çocuklarına ve Ay´a baktırılır. Çocukları bir arada ise biri yerde biri kucakta bıraktırılmaz. Yerdekini hemen kucağa alırlar. Annenin gönlünden "benim çocuğum yerde kaldı, hasta olur" düşüncesi geçerse çocuğu hastalanırmış. Yine Bartın ve çevresinde çekilen dişler atılmaz, duvar kovuğuna konur.
Tavşan araç önüne çıkarsa uğursuzluk sayılır. Buğdaydan yapılı başak demeti asılı bir evde yangın çıkmazmış. Oklava elde iken üzerinden atlanmaz. Atlayanın karnı ağrırmış. Gece kül dökülmez ve küle basılmaz. Külün içinde cinlerin olduğuna inanılır. Ayakta pantolon giyilmez, Şeytan ayağını sokar derler. İlk önce sağ ayakla giyilir. Çorap, iç çamaşır ters giyilmez, işlerin ters gideceğine inanılır. Nazar için mavi boncuklar takılır. Kulak çekilerek duvara ve tahtaya vurulur. Siyah matem işaretidir. Rüyada yeşil ve beyaz görülünce sevinilir. Salı ve Cumartesi günleri çamaşır yıkanmaz. Pazartesi, Çarşamba ve Perşembe günleri çamaşır yıkanır. Geceleri örümcek ağı bozulmaz.
Akşam öten horoz uğursuzluğun alametidir. Akşam havakarardıktan sonra komşuya ateş ve tuz verilirse uğursuzluk sayılır. Zaten isteseler de vermezler.
rooster
*TeoDora* - avatarı
*TeoDora*
Ziyaretçi
2 Temmuz 2006       Mesaj #10
*TeoDora* - avatarı
Ziyaretçi
Teyzemin gelini doğum yaptı, yakın çevresi denilmedik inanç bırakmadılar valla... Msn Wink

"Yok loğusayken kimseye hoşçakal güle güle deme yoksa sütten kesilirsin."


"Kızım sakın bebeği uyurken kimseye gösterme.."


"Loğusayken seni karabasan basar.."


"Hamileliğinin 4. ayında bebek kımıldadığında kimi düşünürsen o çocuk o kişiye benzer.."

gibi astra fistara birçok batıl inanç. Daha saymadıklarım da var.
Bunlar Türkiye'den manzaralar... Msn Grin

Benzer Konular

19 Ekim 2016 / berkceyhan Soru-Cevap
28 Mart 2015 / Misafir Soru-Cevap
16 Şubat 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
23 Mart 2016 / Misafir Soru-Cevap
24 Kasım 2011 / By_Dark Soru-Cevap