Sen belki de bunları sana yazdığımı hiç bilmeyeceksin.
Ben senin yazdıklarımı okurken derinden iç çekişini, gözlerini hafifçe kıstığını, yüzünü avuçladığını hiç görmeyeceğim. Söyler misin geçecek miyim aklından, bütün bunları okurken.
İçim sızlıyor, canım acıyor biliyor musun elimin uzanamadığı sana kelimelerle dokunmak… Ne garip ( ve acı bir tebessüm) beliriyor yüzümde…
Garip olan ne mi sana dokunmak için kelimelerden kırılgan köprüler oluşturmak. Evet, garip olan bu işte.
Ben yalnız mıyım zannediyorsun kelimelerden kırılgan köprüler oluşturan, kim bilir kaç çocuk oluşturuyordur kelimelerden kırılgan köprüleri. Ya da en masum halleriyle kumdan kaleler bile yapanlar vardır.
Ne dersin? Ve ben kumdan kaleler yapmak istemiyorum. Köprüler oluşturmalıyım.
Sana doğru yol almak için. Sana doğru yol alırken böylesine korkmak, korkumu bu yoksa seni kaybedişimin tarifsizliğinden mi kullanıyorum bu kelimeyi…
Aslında sana bunları tek bir bakış ile anlatabilirdim. Baksana kelimelerden köprüler oluşturmakla olmuyor. Duygularımın adını dahi koyamıyorum…
Sana olan özlemim, sevgim… Hı… ! Her şeyin adını korku aldı. Biliyor musun bu iş çok yorucu sana karşı duyduğum her duygunun adını koymak.
Bunun beni nasılda yorup, yaraladığını bilemezsin…
Geçmişte sade ve her adı olan her duygunun kim derdi ki, gün geldiğinde bana böylesine karmakarışık ve anlaşılmaz gözükeceğini. Herhalde sade ve adı olan, her duygudan karmakarışık anlaşılmaz duygulara geçiş dönemimi de anlatamayacağım sana… Aslında bütün karmaşalığı, sadeliğinde gizli olan duygularım o kadar açık ki…
Ben senin dokunuşlarını şefkatinle birlikte özledim… Oysaki senin sadece gülüşümü özlemen yeterli. Özlemedin demi. Özlemedin biliyorum.
Biliyorum. Belki de etrafa çılgınca gülüşler fırlatmam bundandır…
Böylece gülüşlerim saçıyor dört bir yanıma ama paramparça gülüşlerim. Sen yoksun diye paramparça tüm gülüşlerim… Herkes ağlarken özlediklerine, ben yokluğuna ve özlemine çılgınca gülüşler fırlatıyorum. Çünkü özlemim gülüş, gülüşlerim varlığına bin bir umuttur.
Ben sana dair her şeyi özledim didişmelerimizi bile. Her şeye ne de çok kızardın. Olur, olmaz her an öfkelenirdin. Şimdi kızıyor musun bana. Ya da, ne bileyim yokluğuma kızıyor musun yokluğuma. Ben en çok yokluğuna kızıyorum biliyor musun? Eh didişmelerimiz yok artık ne yaparsın. Çünkü sen de yoksun.
Görüyorsun sana kızarken dahi yeniliyorum. Hep yenilgiler ortasında durduğumu hissettiğinde, beni sadece şefkatinle severek iyileştireceğini biliyorsun. Hadi ne olur şefkatinle sev beni…
Nemi istiyorum sana dokunmadığım, seni görmediğim anlarda hissettiğim, şefkatini istiyorum. Yalnızım, kendimi o kadar yalnız hissediyorum ki bu yalnızlıktan da kötü. Ve bunu senden başka anlayacak kimsede yok. Ve sende yoksun. Belki de hiç olmayacaksın…
Söyler misin bana sende gidip te ardına bakamayanlardan mısın? Olurda bir gün bu yazdıklarımı okursan, çılgınca gülüşlerimle red bir bakış fırlatacağım gözlerinin kahvesine…
Bir gün karşılaşırsak, sana bunları yazanın oğlun olduğunu bilmeyeceksin. Ve eğer karşılaşırsak günün birinde sana dair tüm duygularımı özlemi, aşkı, sevgiyi kararlı bir duruşun ardına saklayacağım… Senden korktuğumu zannedeceksin… Yüzümde bu kelimelerden bir iz aradığında, onlar orda olmayacak. Sıradan bir merhaba saklayacak sana karşı tüm yalvarışlarımı…
Ama bütün bunlar bu çılgınca gülüş, bu kararlı duruş, sıradan merhaba sözcüğü içimdeki seni bitirmeyecek. Hep içimde diri, canlı, capcanlı kalacaksın. Tabi ki beni sarmanı beklemeyeceğim. Artık senden korktuğumu görmeyeceksin. Sensiz büyüdüm yokluğunda kocaman oldum ben biliyor musun?
Evet, büyüdüm ben. Ve şimdi kırılgan bir köprüden sana doğru yol alıyorum. Sana ulaşamazsam sesim sana ulaşamazsa ve sen bana şefkatinle dokunmazsan, işte o zaman sonsuz, sınırsız bir kör kuyuya yapayalnız düşerim.
Beni tut. Her şeye rağmen beni tut BABAM...