Arama

Yalnızlığıma (Yalnızlık) - Sayfa 78

Güncelleme: 21 Ekim 2014 Gösterim: 303.529 Cevap: 1.891
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
28 Mart 2007       Mesaj #771
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Sen mi Geldin

Sponsorlu Bağlantılar
Akşam olunca evine
Dönse karıncalar
Dönse turnalar katar katar
Bir kuş vursa pencereme
Sen mi geldin

Sinan Gedik

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
28 Mart 2007       Mesaj #772
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Bir gün yenik düşmesin yine sevdamız siyaha,
Gözyaşıyla anlatılmasın yalanlar bir daha.
Sponsorlu Bağlantılar

Bir ikindi serinliğinde ömrümüzü gölgeler sarmasın,
Gecenin en karanlık yerinde yine sen varsın.

Hiçbir zaman sonu gelmesin bu düşüncelerin,
Kimse olmasa da ben dostu kalayım gecelerin.

Biliyorsun gözyaşına sığmaz ayrılık inleyişlerde,
Kavuşmak tutsaktır sabırsız bekleyişlerde.

Zamanın ellerinde yalnızlıklar ateş, ayrılıklar kor,
Aynalardaki yorgun benim, istersen yüreğine sor...


-Ayrılık Gözyaşına Sığmaz isimli kitabından

Ahmet Beltekin

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
29 Mart 2007       Mesaj #773
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Seni "" Sana "" Yazdım
ismail sarıgene

Yalnızlığıma (Yalnızlık)
Zamanın gözbebeklerinden yuvarlanıp seni " sana " yazdım dün gece. Oysa yarın erken kalkacaktım. Göğsünde dikenleri taşıyan rüzgarların saçlarını yıkayacaktım gözyaşlarımla. Sütten yeni kesilmiş dağ ceylanlarını sabah ezanında uyandıracaktım. Uyumalıydım aslında. Kirpiklerim, uykuya hazırdı oysa. Ama ben seni düşündüm yıldızların siyahı giyindiği gecenin dar vakitlerde. Uykusuzluğumu taş dibeklerde dövüp ben seni " sana " yazdım dün gece. Yüreğimi kalem bilip sevdamı bıraktım mürekkebin sıcak koynuna. Yürek luğatindeki tüm kelimelerimle bir bir seni anlatmaya çalıştım. Seni " sana " yazdıkça , gözlerin parmak uçlarımı okşuyordu sanki. Dur durak bilmiyordum. Kalemin ucundan mürekkep değil bembeyaz yüreğinin mavi denizlerine " ben " akıyordum sanki...

Hatırlar mısın gülüm, seni sevdiğim zamanları. Gözlerini ilk gördüğümde; güneş, nadasa bırakılmış toprağa ekiliyordu. Yıldızlar, gecelere bir gelin edasıyla birer birer seriliyordu " seni" yüreğime ördüğümde. Güneş, toprağa; gece, karanlığa; kelebekler, bahara ve ben sana sevdalıydım. Utangaç yanaklarına uzanıp gözlerimi pamuksu düşlere kapatmıştım. Sesin, hoyrat meltemlerin sarıldığı deniz kadar ılıktı. Dokunmaya bile kıyamadığım bir yürektin sen. Her gece uyurken gözlerine cicekleri taşırken gözbebeklerini inciteyeceğim diye korkardım. Gözlerinin içine bakmaktan çekinirdim. Her baktığımda buz dağının güneşin karşısındaki erimesi gibi gözlerindeki umut tanelerinin de erimesinden korkardım.

Bilirsin, ellerim küçüktür benim. Küçük ellerime düşleri giydirip yüreğinin resmini çizdim gökyüzüne. Alnındaki ince cizgileri işledim bulutların narin gözlerine.. Oysa irin toplamış acıları soğuk kaldırımlarda dövmekte usta olan ellerim, yüreğinin resimini gökyüzü tuvaline yapamayacak kadar acemiydi. Oysa alnındaki ince çizgileri bulutların gözlerine işlemekten aciz ve bir o kadar kabaydı...Gözlerini, suya; yüreğini semaya yazdım.Küçük ellerimle nasıl çizdim bilmiyorum ama dün gece seni " sana " yazdım.

Seni " sana " yazdığımda sen uyuyordun. Ay ışığı saçlarına beyazları giydirmişti..Kangren gece, kirpiklerine yaslanıp delicesine umudu soluyordu.. Avuç içlerinde, rüzgarla olan kavgalarını bir türlü bitiremeyen hayırsız fırtınalar sabahın geceden ayrılışını bekliyordu . Oysa senin olan bitenden haberin yoktu. Sen, gül kokulu Melek'lerin omuzlarına göğsünü dayayıp sanki Cenneti soluyordun yatağında. Mavi denizler, karakışlara gelin gitmiş baharların tozlu dudaklarını yıkıyorlardı o masum gözlerinde. Önünde eğilip yüreğinin soluk alışını izledim.. Öyle duruydu ki gözlerin, öyle ılıktı ki nefesin; senden habersiz her nefes alışında nice yetim kırlangıçlar sıcak iklimlere kanatlanıyordu. Yağmurun toprağa düşerken nabzı atmıyordu..Çünkü sen uyuyordun .Sen hulyalarda Cenneti soluyor ve huzur şehirlerini bulutların üzerinde izliyordun..Hiçbir sey bu güzelliği bozmamalıydı..Ve karanlık sırf sen uyanmayasın diye cığlıklarını yüreğine gömüp dudaklarını kanatarak yeni günün doğumuna sessizce tanıklık ediyordu...

Birazdan zaman; yeni doğacak sabahın, arsız karanlığın esaretinden kurtulup özgürlüğüne kavuşma çığlıklarına gebe kalacaktı. Güneş, perdelerine eğilip baharın umutlarını fısıldayacak. Saçların, bir karanfil kadar güzel kokacak. Ve ben bir nefes kadar yakında seni izliyor olacağım. Zannetme ki, yanındayım. Ben, senin tarafından sevilmenin verdiği güçle, yeni filizlenmiş ciceklerin dallarını kıran fırtınalara kafa tutacağım. Uykusunu almış ceylanları uyandırıp senin gül desenli yanaklarına salacağım. Ve avuç içlerinin terine kıyamadığım için rüzgarın peşine düşüp yüreğine ılık meltemleri yollayacağım. Ve akşam olup sen uyuduğunda ben senin yüreğine geleceğim. Dün gece kaldığım yerden seni " sana " yazmaya devam edeceğim..
maipoem - avatarı
maipoem
Ziyaretçi
29 Mart 2007       Mesaj #774
maipoem - avatarı
Ziyaretçi
Yalnızlığın Farkındalığı

'Benimle saatlerce herhangi bir konuda
farklılıkların kıymetini bilerek konuşan
ve tartışarak sohbet edilebileceğini hissettirenlere...
Utanmayıp, adlarını yazabilseydim keşke...'

"Tek başınayken her şey sana aittir, yanında biri varsa, sadece yarısı sana aittir" dediğinden Leonardo da Vinci, haklı bulunur muhtemelen. Onun tek başınalığından insanlık neler kazandı... Ama tek başına kalmadan, ortaya çık(a)mayacak olanları bil(e)meden kendimize haksızlık etmesek?!

Yalnız kalmayı düşünüyorum...
Aslında kalabilmeyi...
Etraftaki insanlar -daha yakın kelimeleri kullanamadım nedense- yalnız kalmaktan korkuyorlar! Çok olmalı, çoğul için yaşamalı! Bu kadar kesin. Ben değilim öyle...Tuhaf olan başka bir tarafı var mevzunun, kendilerine benzetmeye çalışıyorlar beni. Farklılıklar törpülenmeli illa ki! Halbuki sevmiyorum ben törpüleri ya da tırnak makaslarını... Ve makasları... Hayatın "doğal" akışını bozuyor bunlar... Ayaklı törpüler istemiyorum hayatımda! Gecelerce düşünüp, günlerce var etmeye çalıştığım farklılıklarıma dokunulsun, onlar "düzeltilsin", onların bir kısmı alınsın istemiyorum... Zaten hiç mi hiç anlamıyorum: Neden kendilerinden olmayan her bir kimseye ama gerçekten her bir kimseye engel koyuyorlar ya da yani misal olarak "Ben yumurtayı rafadan severim" cümlesine, "Ayy, hayatta öyle yemem!" gibi bir karşılık verme ihtiyacında oluyorlar...
Ya da: Limon mu, nar ekşisi mi alırsınız? "Hayır, limon." İlla hayır der bunlar.Seçenekler batar bunlara. İyi de nar ekşisi gelip, seni ekşitmeyecek ki... İnan bana! Ama seçenekli soruların karşılığı HAYIR ile başlamalıdır... "Karşıya" ilk darbedir, belki daha burda başlar köprüler kurulmamaya... Hani o "Niye benden hoşlanmadı ki" diye sormaya başlamadan önce...
Oysa ki Irene Peter demiş vaktizamanında, "İnsanların size karşı olmaları diye bir şey yoktur, onlar kendilerinden yanadır, hepsi bu!" Limon ve nar ekşisi pek tabii ki de buzdolabında yan yana durabilirler ama zihinlerde hayır. Biri diğerini yok etmez- muhtemelen bunu istemez- ama insanlar düşünceler arasındaki farklılıkları -özellikle de sevdiklerinin düşüncelerinidekini (yine nedense!)- sindirmeye çalışırlar...
Hep aynı şeyleri sevelim... (Aynı filme gitmeyi tercih edelim!)
Hep aynı şeyleri söyleyelim... ( Birbirimizin cümlelerini tamamlıyoruz, ne güzel!!!)
Hep aynı olalım... (Nasıl fark edeceksin ki bunu?!)
Biri iyi ki söylemiş o lafı, yoksa nasıl bitecekti tartışmalar: Zevkler ve renkler tartışılmaz!
Aynı zevkler, aynı hırslar, aynı işler, aynı vaad edilmiş gelecekler, aynı çabucak köşe dönmeceler, aynı bana neler, aynı saç renkleri, aynı "Beykoz kunduraları", aynı makyajlar, aynı ruhlar, aynı röntgenler... Yakında o hormonlu domatesler gibi yürüyor olacağız sokaklarda... Kokumuz aynı, rengimiz, biçimimiz... (Aslında onların kokuları yoktur ya, neyse...) Yıllar sonra, "Her şey, domateslerle başlamıştı" deriz artık...
Fark etmeyeceğiz aynı olduğumuzu. Aynı olduğumuzdan. Ve aynı olduğumuzdan hayatın neden sıkıcı olduğunu da... O zaman okunmayacak mesela bu satırlar...
Ama ben şu an hormonlu bir domates değilim. Kokulu, büyükçe, yaylalarda yetişen, birazcık ekşi pembe domateslerdenim... Nasıl farkına vardığımı sorarsanız; yalnız kalarak...

Yalnızlık iyi geliyor bana. Sakinleşiyorum. Nötrleşiyorum. Kızmıyorum artık. Anlıyorum olup biteni, sanki! Hatta bazen gülümsemeye başlıyorum. Arınıyorum; günah çıkarıyorum. Çınarlar gibi kendi kendimi buduyorum kabuk atarak... Gerekirse yapraklarımı döküyorum, hafifliyorum... Buluyorum kendimi. Farklılıklarım belirginleşiyor ama sivrilmiyor karşıya batmak için. Seviyorum kendimi. Ve herkesi sevmeyeyazıyorum... Anlayamadıklarıma üzülüyorum. Hak veriyorum farklara ve anlıyorum meselenin özünü, olduğu gibi, farklarıyla kabul ediyorum. Su berraklaşıyor... Merhaba demeyi özlüyorum. Ve bu sayede merhaba sözcüğü anlamını yeniden buluyor, iyi de oluyor. Bir çiçek yetiyor. İyimserliğin egemenliği için!

Peki, neden yalnız kalabilmeyi düşünüyorum? Çok mu zor yalnız kalmak? Zaten yalnız geliyoruz ve gidiyoruz, neden yalnız kalabilme derdine düştüm? (Yalnızlık demişken, düşünüyorum da ikna edici bir sözcük bulamıyorum bir türlü yalnızlığın karşıtı için. Adaylar, kötünün iyisinin ötesine geçemiyor. Belki de yoktur, yalnızlığın karşıtı. Karşıtı olmadığından yalnızdır... "En" yalnızdır...) Yalnızlık için en çabuk yol, aynalardır aslında. Bir odanın kapısını kapatmak değil. Uzaklara kaçmak değil. Dağ başında, yanı başınızda nefessiz kalabilmek değil!

Bir aynanın karşısında ya da bu tuhaf geliyorsa, yalnızlığınızın şehrinde veyahut mevsiminde veya sesinde yaşatın onu. Yaşayın. Yalnız yaşayın değil bu, yalnız kalın. Yalnız yaşlanmayın zaten.

"Yalnız insan merdivendir, hiçbir yere ulaşmayan
Sürülür yabancı diye dayandığı kapılardan
Yalnız insan deli rüzgar, ne zevk alır, ne haz verir
Dokunduğu küldür uçar, sunduğu tozdur silinir
Yalnız insan yok ki yüzü, yağmur çarpan bir camekan
Ve gözünden sızan yaşlar, bir parçadır manzaradan
Yalnız insan kayıp mektup, adresi mi yanlış nedir
Sevgiler der fırlatılır, kim bilir kim tarafından"

Ama anlayın başka yalnızlıkları, paylaşmasanız da... Yalnızlıklarımızdan -en yumuşak karnımızdan- anlayalım birbirimizi.

"Anladım sonu yok yalnızlığın, her gün çoğalacak
Her zaman böyle miydi, bilmiyorum
Sanki dokunulmazdı çocukken ağlamak
Alışır her insan, alışır zamanla kırılıp incinmeye
Çünkü olan yıkılıp yıkılıp, yeniden ayağa kalkmak
Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette
Bekliyorum bekliyorum bekliyorum
Hadi gelin üstüme korkmuyorum
Bulutlar yüklü ha yağdı ha yağacak üstümüze hasret
Yokluğunla ben başbaşayız nihayet"

Yalnızlık yıkıldığımız yerse, ayağa kalkabilmek için aslında yalnızlık! Niye düşeriz ki? Kabul, ekşidir yalnızlık, mayhoştur tadı, yakar insanın genzini, içine oturur insanın, duvar örer etrafla arasına. "Yalnızlık ömür boyu" lakin o da fani! Yalnızlık, belki de tam olarak bize ait olan tek şey. Bu yüzden sarılsak yalnızlığımıza. Örtmesek üstünü. Kilitlemesek onu. İçimize çeksek derin bir nefesle yalnızlığımızı, içimizdeki yaralara pansuman niyetine. Sökükleri yamasak onunla... O yokmuş gibi yapmasak ve yanında en kederli pişmanlıklarla kapıyı çalıyormuş gibi sanmasak... Yalnızlıkla sevgilinin yokluğunu birbirine karıştırmasak...

İster yalnızlık deyin, ister tek başınalık, "Yalnızlığım, kanımsın, canımsın, sen benim çaresizliğimsin, yalnızlığım, bugünüm, yarınım, sen benim hüzünlerimsin, yalnızlığım, tek bilebildiğim sen benim vazgeçilmezimsin" eşliğinde...

İsterim ki şu yalnızlık kokan ya da yalnızlığın ta kendisi olan şarkılara gitsin elleriniz ve art arda dinleyebilin onları bu sözcükler sonrası...

İsterim ki farklılıklarımıza saygı duymak değil de onların kabul görmesi, yalnızlıklarımızdan geçen yolların teğet geçtiği değil keşistiği meydanda çiçek açsın. İsterim.
Böylelikle farklılıklarımız, sebebi olmaz bariyerlerimizin ya da tehditlerimizin...
Zenginliğimiz olur belki yalnızlığın ucuna tutunmuş uçurtma edasıyla... Birbirimize dokunuruz, dokununca hissederiz ve -umarım- anlarız! Bozmayız karşımızdakinin ya da yanı başımızdakinin dengesini yalnızlıkdışı adımlarımızda...
Bozuluyor ama benim dengem!
İlk önce duvarlarına çarpıyorum yalnızsızların ya da filtrelerine sıkışıyorum.
İzin verin, yalnızken bahçemi sulayayım yaşlarımla, çatlaklarından enkazın yaseminler çıksın.
Belki anlatabilirim yok olmadan, var olamayacağımızı...
Tek olmadan, çok olunamayacağını...
Yalnız kalmadan anlayamayacağımızı bir çiçek açışının esrarını...
Anlayamadıklarımızı yalnızlığımızdan geçirsek, insana dairle harmanlasak ve yüreğimizde demlesek...
İnce belli bardaklarda gülümseyerek, hep beraber içsek...
Yalnızlığımız sayesinde, hep beraber!
Olmaz mı?

Bi dakka, yalnız mı okudunuz bu satırları?
O halde, artık sizindir bu yazı.
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
29 Mart 2007       Mesaj #775
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Sensizim


uyanıp sensizliğin damarlarımda yarattığı korkunç baskıyı kaldıracağımı hiç sanmıyorum,
uyanıpta seni göremeyeceğimi bilmektense uyanmasamda olur,sonsuz bir uykuya dalmak isterim
hayallerimin hep kahramanısın oysa sen..
gerçek olmayacak kadar kurgu, sahte olmayacak kadar etkileyiciydin
gözlerimi kapadığımda başka bir boyutta
teninin tenime değişini çılgınca hissettiğim an benim için o andır,yaşamaktır, nefes almaktır. kahretsin yine başladı gözlerim kamaşıyor
yükselen güneş koparmaya başladı yine seni benden benliğimden,
gerçekler yine canımı acıtacak biliyorum,belki varoluşun gerçekliğine uyanıyorum.
ya hayal kurmaya devam edeceğim yada ....


yazarı bilinmiyor
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Mart 2007       Mesaj #776
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SENİ DÜŞÜNMEK (46055 Hit)

Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum.

sair NAZIM HİKMET
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
29 Mart 2007       Mesaj #777
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Uçuyor, duran bir anın havasında
Işıktan kuşları bir akşam seherinin;
Gündüzün geceyle buluşan noktasında
Yaklaşıyor musikisi eteklerinin.

Ve sanki ufkuma baştanbaşa gül rengi
Kanatlarını açmada bir altın devir.
Başlıyor ömrün ve ölümün güzelliği,
Söyleyecek şimdi zaferlerini şiir;

Selam, sonsuzluğun aydınlık bahçesinden
Selam, senelerce,senelerce evvele,
Hatırası kalbe ışıklarla dökülen
En sevgiliye,en iyiye,en güzele.

Geçmiş bir zamanı kalbim bulmak üzredir,
Tamamlanacaktır yarım kalmış rüyalar;
Ey hafıza cömert memenden beni emzir,
Zengin renklerini ufkuma dök, ey bahar!

Uzattığımız bu tası dolduracak mı
Yine bol sularla akarak o çeşmeler?
Yoksa , hiç bulunmayacak kadar uzak mı
Dudakları öpüşlerle dolu geceler?

Ey pembe akşamların karasevdaları!
Güzelliklerine doyulmamış zamanlar!
Ergen yastığının ateşten rüyaları!
Ey, saf kalbimizde doğmuş ve ömüş anlar!...

Hatırası kalbe ışıklarla dökülen
En güzele, en iyiye, en sevgiliye
Selam, sonsuzluğun aydınlık bahçesinden,
Selam,senelerce

Ahmet Muhip Dranas
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
29 Mart 2007       Mesaj #778
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
şimdi yaz yağmuru yağıyor durmadan
gözyaşım gibi sessiz ve durmadan
sen seni kurtarmadan ve evini kurmadan
hem yedi günlük ölüyü bile koymadan
yaz yağmuru yağıyor şaşkın ve durmadan
deniz üzerine gelirken biraz daha doluyor
biraz daha gün yüzüne acı vuruyor
şimdi yaz yağmuru yağıyor durmadan

Ethem Vayvaylı
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Mart 2007       Mesaj #779
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ARMAĞAN SAATİ


Ay suyundan, puslu aynadan, beliren incecik
bir porselen beden.
Ağır, soluk bir vazo. hantallaşan ağaççilekleriyle kanın.
Nasıl dayanabilirsin bu mutsuzluğa, sevgilim, aşkım?

Geç kalma. Ver bana bileğini ve alnını.
Yarın değil.
Bugün yatak odamın duvarları taze,
yumuşak ve örtük bir ekmeğin içi gibi.

Bak, onlar hâlâ parlak beyaz ve lezzetli gecede:
dizlerim. Al onları. Onlar senin. Görmüyorsun onları,
titreyen ve iki kupa süt gibi dopdolu.


Türkçe çevirinin İngilizce orijinali:


GIFT HOUR

From moonwater, from mirror mist, a slender porcelain
Body emerged.
A vase pale and heavy. Ponderous with raspberries
of blood.
How can you stand this sadness, my lover, my love?

Don’t be late. Give me your ankle and forehead.
Not tomorrow.
Today my bedroom walls are fresh,
Tender and concealed like the inside of bread.

Look, they still flash white and deliçious at night:
My knees. Take them. They’re yours. You don’t see them,
Shivering and full like two cups of milk.


ON SEKİZ

Islak caddeler. Yağıyor yağmur iri damlalarla
gümüş paralar gibi, güneşteki altın gibi.
Zihnim saldırıyor dünyaya bir boğa gibi.
Bugün on sekiz yaşındayım.

Güzel yağmur dolduruyor beni çılgın düşüncelerle.
Bak. Damlalar sıcak ve yavaş
Yaylı bir arabadaymışım gibi, sert iğneler batırdı
Kumaş desenlerine, sırılsıklam ıslattı

Ve değişmedi bir saat boyunca.
Evet, yağmur yağdı tıpkı yarınki, geçmişteki, her
zamanki gibi.

Kalp baştan sona kazıyor zamanı, bir kalp.
Şakaklarım daha güçlü zonkluyor zamanın
şakaklarından.

Adi bir serseri gibi içmeyi tasarlıyorum hayatı,
Ama yandım ben, onun içkisinin sıcak tadından bile.
On sekizimdeyim ben.



Türkçe çevirinin İngilizce orijinali:


EIGHTEEN

Wet streets, it has rained drops big as silver coins,
Gold in the sun.
My mind charges the world like a bull.
Today I am eighteen.

The good rain batters me with crazy thoughts.
Look. Drops are warm and slow
As when I was in a carriage. Pinned tight
İn diapers, drenched and unchanged for an hour.

Yes, it rained as tomorrow, in the past, always.
The heart scrapes through time, is one heart.
My temples beat stronger than temples of time.

Like a common bum I think of drinking life,
But I’m burnt, even by the hot stream of its juices.
I am eighteen.
p 0276 o

Ayten MUTLU
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
30 Mart 2007       Mesaj #780
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Derdim sen değilsin.
Dersem gücenme.
Dirhem dirhem gitmiş tutkum,
Farkettirmeden...

Seline kaptırmış hayat,
Sen arkada bırakmış,
Bak başının çaresne,
Derdetmeden...

Havada kar, kuşlar yok,
Yeşil beyazı terketmiş.
Git kuşların peşisıra,
Özgürlüğüne...

Reşide Sarıkavak

Benzer Konular

27 Ekim 2008 / Misafir Genel Galeri
26 Temmuz 2009 / Misafir Genel Galeri
14 Mayıs 2007 / Misafir Genel Galeri
12 Nisan 2012 / Misafir Genel Galeri
17 Eylül 2016 / ThinkerBeLL Genel Galeri