Soğuk Gece
Bu gün son noktaya geldin. Herkesle kavga ettin. Onlardan bir kez daha nefret ettin, ve son kez.. Gece uyuyamıyorsun. Onlardan nefret ediyorsun. Gözlerini karanlık tavana dikiyorsun, ve titreyen ellerin ve dudaklarından başka hiçbir yerini kıpırdatmıyorsun. Gözlerin dolmuş. Hırs ve nefret son haddine geliyor. Birkaç saniyede bir, birkaç saniyeliğine, kendini delirmiş ve avazı çıktığı kadar bağırır bir şekilde odandaki eşyaları parçalarken görüyorsun. Sonra birkaç saniyede bir, birkaç saniyeliğine, her şey duruluyor... Yaşadığın bütün kötü olayları, teker teker en baştan en sona, bir film gibi kafanda kuruyorsun. Uyumadan kabus görüyorsun... Sonra, son noktaya geliyorsun. Her şey kopuyor. Yerinden fırlıyorsun ve üzerine bir şeyler kapıp sokağa kendini sokağa atıyor, o çok sevdiğin şehrin karanlık kollarına bırakıyorsun. Fakat hiçbir şey hayal ettiğin gibi değil. Ne şehir senin istediğin sıcaklığı veriyor, ne sen rahatlıyorsun. Hava buz gibi, kabus devam ediyor. Artık ağlıyorsun, ama yüzünden akan, seni rahatlatması gereken gözyaşları, yüzünde donuyor. Dondukça ağlıyor, ağladıkça donuyorsun. Eve dönmeyi düşünüyorsun, ama orada seni neyin beklediğini biliyorsun. Ve şehir.. O senden bile yalnız. Omuzlarında ağladığını hissediyorsun. Sen de onun omuzlarına yaslanıyorsun, ve ağlıyorsun. Bir umut var mı? Her şey geçecek mi? diye soruyorsun dostuna. Ama sesi çıkmıyor.. Sadece yanından esen soğuk esintiyle yüzünü okşuyor. İliklerin donmakta. Öksürüyorsun. Burnun, gözlerin sel olmuş. Berbat hissediyorsun. Bir insan nasıl daha kötü hissedebilir tanrım diyorsun. Yine ses yok.. Orada, o karanlıkta, yalnızlığını kendinle paylaşıyorsun.. Ve her şeyi kabullenip yürüyorsun. Aklına bir şarkı geliyor. Bu bir ayrılık şarkısı. Çok hüzünlü ve çok güzel.. Ama sen kimseden ayrılmadın. Bu yüzden şarkı seni mutlu edemiyor. Allah kahretsin.. İçinden küfrediyorsun. Hiçbir şey seni mutlu etmiyor.Ve donuyorsun.. Ve şimdi, bu en yalnız anında, hazır şehir seni terk etmişken, ölmek istiyorsun.. Her şeye başladığın o yere geri dönmek istiyorsun. Aklını daha o odadan çıkmış olduğun andan beri kaybetmiş olduğundan, yaşamak umurunda bile değil. Karar veriyorsun. Tereddüt ederek sokağın sonunda başlayan yüksek köprüye çıkıyorsun. Her şey şaka gibi geliyor, ama oraya vardığında, Tekrar tereddüt ediyorsun. Saçmaladığını düşünüyorsun. Kendini iyi hissetmek için bunu yaptığını düşünüyorsun bir an. Çok yüksek zaten, oradan nasıl atlayacaksın ki? Bir an, bir saniyeliğine aklın başına geliyor.. Sonra; Geri gidiyor.. Yüzünü ekşitiyorsun, gözlerin irileşiyor, dudakların büzülüyor, ellerin titriyor, daha çok üşüyorsun, ve daha kötü ağlıyorsun. Acemice köprünün kenarına çıkıyorsun. Evet çok korkuyorsun. Biraz bekliyorsun. Belki biri gelir, dur yapma der, son anda seni atlamaktan kurtarır, sen de ona avazın çıktığı kadar bağırırsın, "aptal kim yardım istedi senden" diye. Ama etrafına bakıyorsun; kimsecikler yok. Sonra, bir şey oluyor; Ben aklına geliyorum.. Neden bilmiyorsun. O kadar kişi varken hayatında, yüzünü bile görmediğin biri; Ben.Sadece seninle konuşmuşum, ve aşk sözcükleri fısıldamışım kulağına, ve yalnızca o daracık ekranda, ve rüyalarında.. Neden ben? Çocuğumuz aklına geliyor; adı Selen.. Uzun kıvırcık saçları, mavi gözleri var. Ve inanılmaz biçimli dudakları.. Ama ben yanında değilim. Sana anlattığım hikayeler saçma geliyor şimdi sana. Dediğim şeylerin hiçbirini yapmıyorum o anda. Ne sorunlarına yardım ediyorum, ne de seni o köprünün kenarından kurtarıyorum. Ben sadece bir ışığım şu an aklında. Gözlerini alıyorum. Kamaşmış gözlerinle bir an gökyüzüne bakıyorsun. Yıldızları görüyorsun.. Ve aklın o anda orada benim resmimi çiziyor yıldızlara, ve adımı yazıyor altına. Adımı okuyorsun, sesini duyuyorsun, kendine geliyorsun.. Birden ısınıyorsun. Vücudun uyuşmuş olmalı soğuktan. Soğuğu hissetmiyorsun artık muhtemelen. Bu yüzden ısındığını sanıyor olmalısın. O harika dudakların mosmor olmuş, Ama o ani sıcaklıkla beraber kızarıyorlar yeniden. Ve yüzün.. Yüzün kızarıyor. Isınıyorsun. Ve birden neden böyle ısındığının farkına varıyorsun; Adımı andığın anda, bir süre önce sana sorduğum o masum olmayan soru aklına gelmiş, ve utanmışsın. Çocukça geliyor sana, ve gülümsüyorsun tekrar utanarak. Evet, sana saçma gelen bu soruya gülümsüyorsun.. Belki de saatlerden beri ilk defa gülümsüyorsun. İnanamıyorsun. Sonra etrafına bakıyorsun. Caddedeki binaları görüyorsun; sokak lambalarını, park etmiş arabaları. Hayır; Şehir seni hiç terketmedi. O hep oradaydı. Ve onu göremediğin için pişmanlık duyuyorsun. Yavaşça geri çekiliyorsun.
Bir an dengeni kaybediyorsun, bir yerden tutunmaya çalışıyorsun... fakat elin havayı tutuyor..
Düşeceksin...
Her şey o anda, orada son bulacak...
Bu senin kaderin olmalı...
Fakat bulmuyor..
Bir şey seni tutuyor gibi hissediyorsun. Hayal mi görüyorsun? Tekrar dengeni sağlayıp bir yere tutunuyorsun. Çok korktun, titriyorsun. Etrafına bakınıyorsun. Kim var orada? Kimse.. Şaşkın ve pişman bir şekilde koşar adımlarla evin yolunu tutuyorsun. Rüzgar esiyor, şehir saçını okşuyor, ve yanağından öpüyor…
Çok uzaklardaki güneş yavaş yavaş yıldızları siliyor. Sen de sıcak yatağına dönüp her şeyi unutuyorsun. Ertesi gün sana güzel şeyler getirmeyecek belki; Her şey bir anda düzelmeyecek. Ama hiç yoktan var olacağına hiç inanmadığın umut, hiç yoktan içine doğuyor. Ve kalkarken yalnız kalktığın yatağında, şimdi birisinin daha varlığını hissediyorsun; Çok uzaklardaki bir gölge, hemen yanı başında yatıyor, ve sana sıkı sıkı sarılıyor. Artık biliyorsun; Bu gece o yatakta hiç üşümeyeceksin. Ve o yataktan aşağı hiç düşmeyeceksin.. Bir an aklına garip bir şey geliyor; Ben gerçekten her an yanındayım.. Sen köprüdeyken; az önce; ve şu anda... Gülümsüyorsun. Saçmaladığını düşünüyorsun, ve uyuyorsun..
O anda, seni yavaşça kendime çekiyorum, ve narince,
Öpüyorum...
Ayşe. Nezih