Arama

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında - Sayfa 10

Güncelleme: 25 Eylül 2013 Gösterim: 252.339 Cevap: 158
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
26 Haziran 2006       Mesaj #91
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN ZORLUKLAR KARŞISINDAKİ GÜZEL TAVRI

Sponsorlu Bağlantılar
Hz. Muhammed (sav), peygamberliği boyunca daha önce de belirtildiği gibi, türlü zorluklarla karşılaşmıştır. Kavminden inkar edenler ve müşrikler ona karşı son derece incitici sözler söylemişler, hatta büyücü veya delidir demişler, bazıları da Peygamberimiz (sav)'i öldürmek dahi istemiş ve bunun için planlar kurmuştur. Buna rağmen, Peygamberimiz (sav) her kültürden ve karakterden insanı eğitmeye, onlara Kuran'ı, dolayısıyla güzel ahlakı, güzel tavrı öğretmeye çalışmıştır.

Kuran ayetlerinde bildirildiği gibi, bazı kişiler en temel görgü kurallarından dahi habersiz olduğu için Peygamberimiz (sav) gibi ince düşünceli, üstün ahlaklı bir insana sıkıntı verebileceklerini düşünmemişlerdir. Peygamberimiz (sav) ise tüm bunlara karşı büyük bir sabır göstermiş, her durumda Allah'a yönelerek Allah'ın yardımını istemiş ve müminlere de sabrı ve tevekkülü tavsiye etmiştir.

Allah, Kuran'da Peygamber Efendimize birçok ayeti ile, inkar edenlerin söylediklerine karşı sabırlı olmasını şöyle tavsiye etmektedir:

Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin doğuşundan önce ve batışından önce hamd ile tesbih et. (Kaf Suresi, 39)

Onların sözleri seni üzmesin. Şüphesiz 'izzet ve gücün' tümü Allah'ındır. O, işitendir, bilendir. (Yunus Suresi, 65)

Andolsun, onların söylemekte olduklarına karşı senin göğsünün daraldığını biliyoruz. (Hicr Suresi, 97)

Şimdi onların: "Ona bir hazine indirilmeli veya onunla birlikte bir melek gelmeli değil miydi?" demeleri dolayısıyla göğsün daralıp sana vahyolunanlardan bir kısmını terk mi edeceksin? Sen yalnızca bir uyarıcısın. Allah herşeye vekildir. (Hud Suresi, 12)



kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
29 Haziran 2006       Mesaj #92
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
EFENDİMİZ (S.A.V) ve ŞEYTAN ARASINDAKİ DİYALOG

İbn-i Abbas (r.a.) Hz.'inden naklen Muaz b.Cebel rivayet ediyor:

Sponsorlu Bağlantılar
-Bir gün Resululah (s.a.v.) ile beraberdik. Ansardan birinin evinde toplanmıştık... Tam bir cemaat olmuştuk.
Sohbete dalmıştık. Bu arada, dışarıdan bir ses geldi:
-Ev sahibi, içeridekiler, eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var. Görülecek işim var.
Bunun üzerine, herkes Resülullah (s.a.v.) Efendimizin yüzüne bakmaya başladı. Orada ve her zaman büyük oydu,
izin ondan çıkacaktı. Resülullah (s.a.v.) Efendimiz, du-ruma vakıf oldu ve:

-"Bu seslenen kimdir, bilir misiniz?" Buyurdu. Biz hep birden şöyle dedik:
-En iyi bilen Allah Resulüdür. Bunun üzerine Resülullah (s.a.v.) Efendimiz:

-"O, lain İblistir.
-Şeytandır. Allah'ın làneti onun üzerine olsun" Buyurunca; hemen Hz. Ömer:
-Ya Resülullah, bana izin veriniz onu öldüreyim.

Resülullah (s.a.v.) Efendimiz bu izni vermedi; şöyle buyurdu:
-"Dur ya Ömer, bilmiyor musun ki; Ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir, öldürmeyi bırak." Sonra şöyle buyurdu:
-"Kapıyı ona açın gelsin... O, buraya gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalışınız. Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz..."

-Kapıyı ona açtılar, İçeri girdi ve bize göründü. Bir de baktık ki, şekli şu: Bir ihtiyar. Şaşı. Aynı zamanda köse. Çenesinde altı veya yedi kadar kıl sallanıyor. At kılı gibi. Gözleri yukarı doğru açılmış. Kafası, büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da, bir manda dudağına benziyordu. Sonra, şöyle bir selam verdi:
-Selàm sana ya Muhammed; Selàm sizlere ey cemaat-ı müslimin. Onun bu selàmına Resülullah (s.a.v.) şu mukabelede bulundu:
- "Selàm Allah'ındır ya lain.." Şeytan şöyle anlatmaya başladı:
-Benim buraya gelişim, kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim.
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:
-"Nedir o mecburiyet?" Şeytan anlattı:
- İzzet sahibi Rabbın katından bana bir melek geldi: ve dedi ki: Allah-ü Teàlà sana emir veriyor: Muhammed'e gideceksin. Ama düşük ve zelil bir halde. Tevazu ile.
Ona gideceksin ve àdemoğullarını nasıl kandırdığını söyleyeceksin bir bir ona. Sonra O; sana ne sorarsa doğrusunu diye-ceksin. Sonra Allah-ü Teàlà buyurdu ki:
-Söylediklerine bir yalan katarsan, doğruyu söylemezsen, seni kül ederim; rüzgàr savurur, düşmanların önünde, seni rüsvay ederim.

İşte böyle; ya Muhammed, o emir üzerine sana geldim. Arzu ettiğini bana sor. Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem; düşmanlarım benimle eğlenecek.

Şu muhakkak ki, düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor bir şey yoktur. Bundan sonra,
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle sordu:
-"Madem ki, sözlerinde doğru olacaksın. O halde bana anlat: Halk arasında en çok sevmediğin kimdir ?"
Şeytan şu cevabı verdi:
-Sensin ya Muhammed... Allah'ın yarattıkları arasında senden daha çok sevmediğim kimse yoktur.
Sonra senin gibi kim olabilir?

Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:
-"Benden sonra, en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?" Şeytan anlattı:
-Muttaki bir gence ki... varlığını Allah yoluna vermiştir.

Bundan sonra, sual cevap aşağıdaki şekilde devam etti. Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sordu; şeytan anlattı:
-"Sonra kimi sevmezsin?"
-Kendisini sabırlı bildiğim, şüpheli işlerden sakınan âlimi...
-"Sonra?.."
-Temizlik işinde... yıkadığı yerleri üç defa yıkamaya devam eden kimseyi.
-"Sonra?.."
-Sabırlı olan bir fakiri ki; ihtiyacını hiç kimseye anlatmaz...
Halinden şikayet etmez.
-"Peki, bu fakirin sabırlı olduğunu nereden bilirsin?.."
Ya Muhammed, ihtiyacını kendi gibi birine açmaz.
Her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah onu sabredenlerden yazmaz.
Sabırlı kimselerin işi buna benzemez.
-Hasılı, onun sabrını; halinden, tavrından ve şikayet etmeyişinden anlarım.
-"Sonra kim?.."
İblisin cevabı: -Şükreden zengin.
-"Peki, ama o zenginin şükreden olduğunu nasıl anlarsın?.."
-Onu görürsem ki, aldığını helâl yoldan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki: O şükreden bir zengindir.

Resülullah (s.a.v.)Efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sordu:
-"Pe ki, ümmetim namaza kalkınca, senin halin nice olur?.."
-Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar. Titrerim.
-"Neden öyle olursun; ya lain?.."
-Çünkü bir kul, Allah için secde edince bir derece yükselir.
-"Peki ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun?.."
-O zaman da bağlanırım. Taa, onlar iftar edinceye kadar.
-"Peki, ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun?.."
-O zaman da çıldırırım.
-"Peki, ya Kur'an okudukları zaman nasıl olursun?.."
-O zaman da, eririm. Tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi.
-"Peki, ya sadaka verdikleri zaman halin nasıldır?.."
-Ha işte... o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir testere alır eline ve beni ikiye böler.
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sebebini sordu:

-"Neden öyle testere ile ikiye biçilirsin, yâ Ebamürre?.."
-Bunun üzerine İblis:
-Onu da anlatayım... dedikten sonra:
-Çünkü sadakada dört güzellik vardır.

Şöyle ki:
1-Allah-ü Teâlâ, sadaka verenin malına ihsan eyler.
2-O, sadaka veren kimseyi halkına sevdirir.
3-Allah-ü Teâlâ, onun verdiği sadakayı, cehennemle arasında bir perde yapar.
4-Allah-ü Teâlâ, belâyı, sıkıntıyı ve ahları ondan defeder.

Bundan sonra, Resülullah (s.a.v.) Efendimiz ashabı hakkında ona bazı sorular sordu:
-"Ebubekir için ne dersin?.."
İblis buna şu cevabı verdi:
-O bana, cahiliyet devrinde bile itaat etmedi... İslâm'a girdikten sonra nasıl bana itaat eder?
-"Peki, Ömer b. Hattab için ne dersin?." İblis'in buna cevabı:
-Allah'a yemin ederim ki, her gördüğüm yerde ondan kaçtım.
-"Peki Osman b.Affan için nedersin?.."
-Ondan Utanırım... hem de çok... nasıl ki, Rahman'ın melekleri de ondan utanırlar...
-"Peki, Ali b. Ebütalib için ne dersin..."

İblis onun için de şöyle dedi:
-Ah, onun elinden bir kurtulsam... O, kendi başına kalsa; ben de kendi başıma kalsam...
O, beni bıraksa... ben de onu bıraksam... Ben onu bırakırım; ama o beni bırakmaz.

Resülullah (s.a.v.) Efendimiz, soruları sorduktan ve şeytanın verdiği cevaplar da kısmen bittikten sonra, şöyle buyurdu:
-"Ümmetime saadet ihsan eden; seni de taa, belli bir vakte kadar şaki kılan Allah'a hamd olsun."
Resülullah (s.a.v.) Efendimizin o cüm-lesini duyan lain İblis şöyle dedi:
-Heyhat, heyhat... Ümmetin saadeti nerede? Ben, o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın?
Ben, onların kan mecralarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar, benim bu halimi göremez ve bilemezler.
Beni yaratan ve baas gününe kadar bana mühlet veren Allah'a yemin ederim ki: Onların tümünü azdırırım.
Cahillerini ve âlimlerini...Ümmilerini ve okumuşlarını.. Facirlerini ve âbidlerini...Hasılı, bunların hiçbiri elimden kurtulamaz.
Fakat, Allah'ın hâlis kullarını... Evet, bunları azdıramam.

Bunun üzerine Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:
-"Sana göre ihlâs sahibi olan muhlis kullar kimdir?..."
Bu suale İblis şu cevabı verdi:
-Bilmez misin? Yâ Muhammed, bir kimse ki, dirhemini ve dinarını sever...
O, Allah için bir ihlâsa sahip değildir.
Bir kimseyi görürsem ki; dirhemini ve dinarını sevmez; övülmekten, methedilmekten hoşlanmaz... bilirim ki o:
İhlâs sahibidir... Hemen onu bırakır kaçarım.

Bir kul, malı ve övülmeyi sevdiği süre, kalbi ve dünya arzularına bağlı kaldığı müddet, o
size vasfını yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir.Bilmez misin ki; mal sevgisi, büyük günahların en büyüğüdür. Bilmez misin ki; yâ Muhammed, baş olma sevgisi yine büyük günahların en büyükleri arasındadır.

İblis anlatmaya devam etti:
-Yâ Muhammed, bilmez misin?.. Benim yetmişbin tane çocuğum var. Bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir. Sonra... o her çocuğumla birlikte yine yetmişbin tane şeytan vardır.

Onların bir kısmını ulemaya gönderdim. Bir kısmını gençlere yolladım. Bir kısmını da, meşayihe saldım. Bir kısmını da, ihtiyar kadınlara musallat ettim. Gençlere gelince; aramızda hiçbir anlaşmazlık yoktur. Onlarla gayet iyi geçiniriz.

Çocuklara gelince...onlarla da, bizimkiler istedikleri gibi birlikte oynarlar. Bizimkilerin bir kısmını da, âbidlerin başına dert ettim. Bir tepeden öbürüne... hep dolaştırıp dururlar. Öyle bir hal alırlar ki; başlarlar,
sebeplerden herhangi birine sövmeye....

İşte... böylece, onlardan ihlâsı alırım... Onlar, bu haller ile, yaptıkları ibadeti, ihlâssız yaparlar gayrı... Ama,
bu hallerinin farkında olmazlar.

İblis, bundan sonra aldattığı bir rahibin hikâyesini anlatmaya geçti. Ve şöyle dedi:
-Bilmez misin, yâ Muhammed, Rahip Barsisa; tam yetmiş yıl ihlâs ile Allah'a ibadet etti. Bu ibadetleri sonunda, ona öyle bir hal ihsan edilmişti ki: Her dua ettiği hasta, duası bereketi ile şifa buluyordu.
Onun peşine takıldım; hiç bırakmadım... Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küfre girdi. Bu o kimsedir ki; Allah-ü Teâlâ aziz kitabında, onu şöyle anlatır:
-"....Şeytanın hali gibidir ki; o insana:
- Kâfir ol...Dedi. Vaktaki o kâfir oldu; bu defa ona şöyle dedi:
-Ben, senden uzağım...Ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."(59/16).
YALAN

Bilmez misin ya Muhammed, yalan bendedir ve ilk yalan söyleyen de benim. Her kim yalan söylerse... o benim dostumdur. Her kim yalan yere yemin ederse... o benim sevgilimdir.
Bilmez misin yâ Muhammed, ben Adem'e ve Havva'ya yalan yere Allah adına and içtim.
-"Muhakkak, ben size nasihat ediyorum." (7/16). Dedim...
Bunu yaparım; çünkü yalan yere yemin gönlümün eğlencesidir.

GIYBET-KOĞUCULUK
Gıybet ve koğuculuğa gelince...Onlar da, benim meyvelerim ve şenliğimdir.

NİKAH ÜZERİNE YEMİN ETMEK
-Her kim, telâk üzerine yemin ederse... günahkâr olacağından endişe edilir İsterse bir defa olsun. İsterse doğru bir şey üzerine olsun.
Her kim, talâkı ağzına alırsa... taa, hakikat belli oluncaya kadar karısı ona haram olur. Onlar bu halleri ile, kıyamete kadar meydana getirecekleri çocuklar, hep zina çocuğu olur. Ağza alınan o talâk kelimesi yüzünden, hepsi cehenneme girer.

NAMAZ
-Yâ Muhammed, namazı an bean tehir edene gelince... onu da anlatayım. O, her ne zaman ki, namaza kalkmak ister; tutarım. Ona vesvese veririm. Derim ki:
-Henüz vakit var. Sen de meşgulsün. Hele şimdilik işine bak. Sonra kılarsın.
Böylece o: Vaktinin dışında namazını kılar...Ve bu sebepten onun kıldığı namaz yüzüne atılır.

Şayet o kimse, beni mağlup ederse..bu sefer onun hesabını namazından görmeye bakarım. O namazın içinde iken:
-Sağa bak... sola bak... Derim... O da, bakar... O ki böyle yaptı... yüzünü okşar alnından öperim. Bundan sonra ona:
-Sen, ebedi yaramaz bir iş yaptın. Derim ve böylece onun huzurunu bozarım. Sen de bilirsin ki yâ Muhammed, her kim namazda sağa ve sola çokça bakarsa, Allah onun namazını kabul etmez.
Bundan da ona mağlup olursam. Yalnız başına namaz kıldığı zaman yanına giderim. Ve ona: Çabuk namaz kılmasını emrederim. O da, başlar; namazını çabuk çabuk kılmaya. Tıpkı horozun, gagası ile yerden bir şeyler topladığı gibi...

Bu işi, ona yaptırmakta da, başarı kazanamazsam; bu sefer cemaatle namaz kılarken onun yanına varırım.
Orada onun başına bir gem takarım...Başını imamdan evvel secdeden ve rükûdan kaldırırım...
İmamdan evvel de, secde ve rükû yaptırırım. İşte... o böyle yaptığı için, kıyamet günü Allah onun başını eşek başına çevirir.

O kimse, bunda da beni yenerse... Bu defa, ona namazda parmaklarını çıtlatma-sını emrederim. Böylece o;
Beni tesbih
edenlerden olur. Ama bu işi ona namaz içinde yaptırmaya muvaffak olursam.

Bunda da, ona mağlup olursam. Bu sefer ona tekrar giderim. Namaz içinde iken burnuna üflerim.
Ben üfleyince, o esnemeye başlar.
Şayet o, bu esneme esnasında elini ağzına kapamazsa... onun içine küçük bir şeytan girer,
dünya hırsını ve dünyevi bağlarını çoğaltır.
İşte... bundan sonra o kimse: Hep bize itaat eder, Sözümüzü dinler. Dediklerimizi yapar.

Şeytan bundan sonra, konuşmasına şöyle devam etti:
-Sen, ümmetin hangi saadetinden ferah duyarsın ki?..
Ben onlara, ne tuzaklar kurarım... ne tuzaklar.
Miskinlerine, çaresizlerine ve zavallılarına giderim. Namazı bırakmalarını emrederim. Ve onlara derim ki:
-Namaz size göre değil... O, Allah'ın âfiyet ihsan ettiği ve bolluk verdiği kimseler içindir. Sonra da hastalara giderim:
-Namaz kılmayı bırak. Derim... Çünkü Allah-ü Teâlâ: -"Hastalara zorluk yok...." (24/61) Buyurdu...İyi olduğun zaman çokça kılarsın. Ve böylece o, namazını bırakır. Hatta küfre degidebilir.
Şayet o, hastalığında namazını terk ederek ölüp giderse...Allah'ın huzuruna çıkarken, Allah-ü Teâlâ'yı öfkeli bulur.

Sonra şöyle dedi:
-Yâ Muhammed, eğer bu sözlerime yalan kattımsa, beni akrep soksun... Sonra eğer yalan varsa...
Allah'tan dile; beni kül eylesin.

İblis bundan sonra, konuşmalarına devam etti ve şöyle dedi:
-Yâ Muhammed, sen ümmetin için ferah mı duyuyorsun? Halbuki ben onların altıda birini dininden çıkardım.

Bundan sonra... Resülullah (s.a.v.) Efendimiz ona, yani İblis'e kısa kısa bazı sorular sordu:
O da bunlara cevap verdi:
-"Ya lain, senin oturma arkadaşın kimdir?"
-Faiz yiyen.
-"Dostun kim?"
-Zina eden.
-"Yatak arkadaşın kim?"
-Sarhoş.
-"Misafirin kim?"
-Hırsız.
-"Elçin kim?"
-Sihirbazlar.
-"Gözün nuru nedir?"
-Kadın boşamak.
-"Sevgilin kim?"
-Cuma namazı bırakanlar.
Resülullah /s.a.v.) Efendimiz bu defa başka bir mevzua geçti ve şöyle sordu:

-"Ya lain, senin kalbini ne kırar?"
-Allah yolunda cihada koşan atların kişnemesi...
-"Peki, senin cismini ne eritir?"
-Tövbe edenlerin tövbesi.
-"Peki, ciğerini ne parçalar, ne çürütür?"
-Gece ve gündüz, Allah'a yapılan bol bol istiğfar.
-"Peki, yüzünü ne buruşturur?"
-Gizli sadaka.
-"Peki, gözlerini kör eden nedir?"
-Gece namazı.
-"Peki, başını eğdiren nedir?"
-Çokça kılınan cemaatle namaz.
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz tekrar bir başka mevzua geçti ve şöy-le sordu:
-"Sana göre insanların en saadet-lisi kimdir?"
-Namazlarını bilerek kasten bırakanlar.

-"Peki, sana göre insanların en şa-kisi kim?"
-Cimriler.
-"Peki, seni işinden ne alıkoyar?"
-Ulema meclisleri.
-"Peki, yemeğini nasıl yersin?"
-Sol elimle parmaklarımın ucu ile.
-"Peki, sam yeli estiği zaman ve ortalığı sıcaklık bastığı zaman çocuklarını nerede gölgelendirirsin?"
-İnsanların tırnakları arasında.

Resülullah (s.a.v.) Efendimiz bundan sonra, bir başka mevzuu sordu.
İblis de cevap verdi.
-"Rabbından neler talep ettin?"
-On şey talep ettim.
-"Nedir onlar, ya lain?"

1- Allah'tan diledim ki, beni âdemoğullarının malına ve evlâdına ortak ede... Bu, ortaklık talebimi yerine getirdi. Ki bu: -"Onlara ortak ol... Mallarına ve çocuklarına. Onlara vaad et. Halbuki şeytan onlara en çok gurur vaad eder" (17/64) Ayet-i Celilesi ile sabittir.
Her besmelesiz kesilen hayvan etinden yerim faiz ve haram karışan yemekten de yerim.
Şeytandan Allah'a sığınılmayan malın da ortağıyım.
Cinsi münasebet anında; Allah'a şeytandan sığınmayan kimse ile birlikte hanımı ile birleşirim.
...Ve o birleşmeden hasıl olan çocuk, bize itaat eder. Sözümüzü dinler.
Her kim hayvana binerken, helâl yola gitmeyi değil de, aksini isteyerek binerse, ben de onunla beraber binerim.
Yol arkadaşı ve binek arkadaşı olurum.
Bu da Ayet-i Kerime ile sabittir. Allah-ü Teâlâ bana şu emri verdi:
-"Onlar üzerine süvarilerinde, piyadelerinde yaygara çıkart...." (17(64)

2- Allah-ü Teâlâ'dan diledim ki: Bana bir ev vere... Bu dilediğim üzerine hamamları bana ev olarak verdi.

3- Diledim ki; bana bir mescid vere. Pazar yerlerini bana birer mescid yaptı.

4- Benim için bir okuma kitabı vermesini istedim. Şiirleri bana okuma kitabı yaptı.

5- İstedim ki; benim için bir ezan vere. Mezmurları verdi.

6- Diledim ki; bana bir yatak arkadaşı vere...sarhoşu verdi.

7- Diledim ki; bana yardımcılar vere... Bunun için de kaderiye mensuplarını verdi.

8- İstedim ki; bana kardeşler vere. Mallarını boş yere israf edenleri verdi. Bir de masiyet yoluna para harcayanları.
Bunlar da şu Ayet-i kerime ile sabittir:
-"O kimseler ki; mallarını boş yere harcarlar... Onlar şeytanın kardeşleri olmuşlardır..." (17/27)
Bir ara Resülullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:
-"Eğer söylediklerini, Allah'ın kitabındaki âyetlerle ispat etmeseydin. Seni tasdik etmezdim."

Bundan sonra iblis şöyle devam etti:
9- Yâ Muhammed, Allah'tan diledim ki, âdemoğullarını ben göreyim; ama onlar beni görmeyeler.
Bu dileğimi de yerine getirdi.

10- Diledim ki; âdemoğullarının kan mecralarını bana yol yapa... Bu da oldu. Böylece ben, onlar arasında akıp giderim... gezerim... hem nasıl istersem... Bütün bu isteklerimi verdi.

-"Hepsi sana verildi." Buyurdu... Ve ben bu hallerimle iftihar ederim. Sonra... Şunu da ekleyeyim ki; benimle beraber olanlar, seninle beraber olanlardan daha çoktur.
-İşte...böylece kıyamete kadar. Âdemoğullarının ekserisi benimle beraber olurlar.

Bundan sonra İblis şöyle anlattı:
-Benim bir oğulum vardır...
Adı: ATEME'dir. Bir kul, yatsı namazını kılmadan uyursa... gider; onun kulağına bevleder...
Eğer böyle olmasaydı; imkân yok, insanlar, amazlarını eda etmeden uyuyamazlardı.

Benim bir oğulum daha vardır ki; onun adı da; MÜTEKAZİ'dir... Bunu vazifesi de; yapılan gizli amelleri yaymaya çalışmaktır. Meselâ: Bir kul, gizli bir taat işlerse... ve bu yaptığını da gizlemeye çalışırsa... MÜTEKAZİ onu dürter...
En sonunda o gizli amelin yayılmasına ve açığa çıkarmaya muvaffak olur.
Böylece: Allah-ü Teâlâ o amel sahibinin yüz sevabının doksan dokuzunu imha eder... biri kalır.
Çünkü, bir kulun yaptığı gizli bir amel için tam yüz sevap verilir.

Sonra... benim bir oğlum daha vardır ki; onun adı da KÜHAYL'dir.
Bunu işi de insanların gözlerini sürmelemektir. Bilhassa, ulema meclisinde ve hatip hutbe okurken.
Bu sürme onların gözüne çekildi mi uyuklamaya başlarlar. Ulemanın sözlerini işitemezler. Böylece hiç sevap alamazlar.

Bundan sonra İblis şöyle anlattı:
- Hangi kadın olursa olsun... Onun kalktığı yere şeytan oturur... Sonra her kadının kucağında mutlaka bir şeytan durur... Ve onu, bakanlara güzel gösterir. Sonra o kadına bazı emirler verir.
Meselâ:
- Elini kolunu dışarı çıkar; göster. Der... O da, bu emri tutar... Elini, kolunu açar, gösterir.
Bundan sonra, o kadının haya perdesini tırnakları ile yırtar.

İblis, bundan sonra; Resülullah (s.a.v.) Efendimize kendi durumunu anlatmaya başladı:
-Yâ Muhammed, bir kimseyi delâlete sürüklemek içim elimde bir imkân yoktur.
Ben, ancak vesvese veririm ve bir şeyi güzel gösteririm... o kadar.
Eğer delâlete sürüklemek elimde olsaydı; yeryüzünde:
- Allah'tan başka ilâh yoktur ve Muhammed Allah'ın Resülüdür. Diyen herkesi, oruç tutanı ve namaz kılanı hiç bırakmazdım. Hepsini delâlete düşürürdüm.
Nasıl ki; senin elinde de, hidayet nevinden bir şey yoktur. Sen ancak Allah'ın tebliğ eden Resulüsün.

Şayet hidayet elinde olsaydı; yeryüzünde tek kâfir bırakmazdın. Sen, Allah'ın halkı üzerine bir hüccetsin... ben de,
kendisi için ezelde şekavey yazılan kimselere
bir sebebim. Said olan kimse, taa, ana karnında iken saiddir. Şaki olan da, yine ana karnında iken şakidir.
Saadet ehli kılan Allah... Şekavet ehli kılan da Allah.

Bundan sonra... Resülullah (s.a.v.) Efendimiz şu Ayet-i Kerimeyi okudu:
-"Bunlar, taa, sonuna kadar böyle değişik şekilde devam eecek... Ancak Rabbın esirgedikleri hariç..." (11/119)
-"Allah'ın emri behemehal yerini bulan bir kaderdir..." (33/3

Bundan sonra, Resülullah (s.a.v.) Efendi-miz, İblis'e şöyle buyurdu:
-"Ya Ebamürre, acaba senin bir tövbe etmen ve Allah'a dönmen mümkün değil mi? Cennete girmene kefil olurum...
Söz veririm..." Bunun üzerine İblis şöyle dedi:
-Yâ Resülullah, iş verilen hükme göre oldu... Kararı yazan kalem de kurudu... Kıyamete kadar olacak işler olacaktır.

Seni Peygamberlerin efendisi kılan, cennet ehlinin hatibi eyleyen ve seni halkı içinden seçen ve halkı arasında bir gözde yapan, beni de şakilerin efendisi kılan ve cehennem ehlinin hatibi eyleyen Allah'tır. Ve O: Bütün noksan sıfatlardan münezzehtir.

Ve İblis, cümlelerini şöyle tamamladı:
-İşte... bu söylediklerim, sana son sözümdür... Ve bütün söylediklerimi de doğru söyledim.
Evvel, âhir, zahir, batın, âlemlerin Rabbı olan Allah'a hamd olsun. Efendimiz Muhammed Nebiye Allah selât eylesin.
Keza onun âline de... ashabına da... Amin!


(Okumanızı tavsiye ederim)
Son düzenleyen Blue Blood; 29 Eylül 2006 12:53
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
29 Haziran 2006       Mesaj #93
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Peygamberimiz (sav)'in nelere sabır göstererek üstün bir ahlak sergilediğini düşünen müminlerin karşılaştıkları olaylarda kendilerine onu örnek almaları gerekir. Nefislerine ters düşen en küçük bir olayda ümitsizliğe kapılanlar, en küçük bir itirazda tahammülsüzlük gösterenler, Allah'ın dinini anlatmaktan vazgeçenler ya da yaptıkları ticarette başarısız olunca mutsuz olanlar, bu tavırlarının Allah'ın Kitabı'na ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetine uygun olmadığını bilmelidirler. İman edenler, her olayda sabır gösterip, Allah'ı vekil tutup O'na hamd ederek, Peygamberimiz (sav) gibi üstün bir ahlak göstermeli ve Rabbimizin rızasını, rahmetini ve cennetini ummalıdırlar.



PEYGAMBERİMİZ (SAV) YANINDAKİLERE DAİMA HOŞGÖRÜLÜ DAVRANMIŞTIR

Daha önce de belirtildiği gibi Peygamberimiz (sav)'in yanında her karakterden, her düşünceden insan vardı. Ancak Peygamberimiz (sav) hayatı boyunca her biri ile tek tek ilgilenmiş, her birinin eksiklerini ve hatalarını düzeltmek için onları uyarmış, temizliklerinden imanlarına kadar onları her türlü konuda eğitmeye çalışmıştır. Onun bu şefkatli, hoşgörülü, anlayışlı ve sabırlı tavrı, birçok insanın kalbinin dine ısınmasına ve Peygamberimiz (sav)'e büyük bir içtenlik ve sevgi ile bağlanmalarına vesile olmuştur. Allah, Peygamber Efendimizin çevresindekilere gösterdiği bu güzel tavrını Kuran'da şöyle bildirmektedir:

Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile (Al-i İmran Suresi, 159)

Allah bir başka ayetinde ise Peygamberimiz (sav)'e çevresindekilere karşı nasıl davranması gerektiğini şöyle bildirmiştir:

Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; şu halde, Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver. (Kaf Suresi, 45)

G. Mesara Koleksiyonu, Hat, Esma-i Nebi, Kuran'dan bir ayet; "Biz seni alemler için yalnızca bir rahmet olarak gönderdik." (Enbiya Suresi, 107)

Peygamberimiz (sav), çevresindekilere dini zor kullanarak veya şart koşarak kabul ettirmeye çalışmamış her türlü durumda güzellikle anlatmıştır.

Peygamberimiz (sav) güçlü vicdanı ile ümmetini her yönüyle sahiplenmiş, onlara her konuda bir velinimet olmuştur. Bu özelliklerinden dolayı Peygamberimiz (sav) Kuran'ın birçok ayetinde "sahibiniz" (arkadaş, sıkı dost, sahip) olarak zikredilir. (Sebe Suresi, 46/Necm Suresi, 2/ Tekvir Suresi, 22)

Peygamberimiz (sav)'in bu vicdanlı tavrını takdir edip anlayabilen müminler de, onu kendilerine herkesten çok daha yakın görmüşler ve onu kendi nefislerinden çok daha üstün tutmuşlardır. Bir ayette Allah bunu şöyle bildirir:

Peygamber, mü'minler için kendi nefislerinden daha evladır ve onun zevceleri de onların anneleridir (Ahzap Suresi, 6)

Büyük İslam alimi İmam Gazali, hadis alimlerinden derlediği bilgiler ile Peygamber Efendimizin çevresindekilere karşı tutumunu şöyle özetlemiştir:

"... Huzurunda oturan herkese mübarek yüzünden nasibini verir, iltifat buyururdu. Bu yüzden huzurundaki herkes onun nezdinde kendisinden daha değerlisi olmadığı düşüncesine kapılırdı. Evet onun oturuşu, dinleyişi, sözleri, güzel latifeleri ve teveccühü hep nezdinde oturanlar içindi. Bununla birlikte onun meclisi haya, tevazu ve emniyet meclisiydi.

... Kendilerine ikram ve gönüllerini hoş tutmak için sahabelerini künyeleri ile çağırır, künyesi olmayanlara künye bularak onunla hitap ederdi.

Öfkelenmekten son derece uzak ve bir şeye çabucak rıza gösterendi. İnsanlara karşı insanların en şefkatlisiydi. Öyle ya, insanların en hayırlısı insanlara hayrı dokunan, insanların en yararlısı da insanlara faydalı olandır."9



PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN TÜM İNSANLIĞA ÖRNEK ADALETİ

Allah Kuran'da müminlere "Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın" (Nisa Suresi, 135) şeklinde buyurmaktadır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), hem Müslümanlar arasında verdiği hükümler, hem diğer din, dil, ırk ve kavimlerden olan kişilere karşı adil ve hoşgörülü tutumu, hem de Allah'ın ayetinde bildirdiği gibi zengin, fakir ayırmaksızın herkese eşit davranmasıyla tüm insanlar için çok büyük bir örnektir.

Allah bir ayetinde Resulüne şöyle buyurmaktadır:

Onlar, yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiçbir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever. (Maide Suresi, 42)
Son düzenleyen GusinapsE; 14 Temmuz 2006 00:58
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
1 Temmuz 2006       Mesaj #94
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
Ey on sekiz bin âlemin Mustafâ’sı,

Sen kâinâtın gözbebeği, varlığın iftihar kaynağı, peygamberlerin sultanısın… Senin kıymetini en iyi bilen, seni eşsiz güzellikte yaratandır… Seni herkesten çok seven ve sana habibim diyendir… Sana verdiği değeri anlatmak için “Ey Peygamber! Hayatına yemin olsun” diye ömrüne yemin eden Kâinâtın Rabbidir (Hicr 15/72) …

Ey Canların Canı, Gönüllerin Sultanı,

Sen, sevgilerin en değerlisine lâyıksın… Bunun için Cenâb-ı Mevlâ, seni “canımızdan çok sevmemizi” emretti (Ahzâb 33/6)… Sana itaat etmeyi, kendine itaat etmekle bir tuttu ve “Peygambere itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur” buyurdu (Nisâ 4/80)… Ümmetinin en büyük emeli sana itaat etmek ve seni canından da çok sevmektir, Efendim…

Ey Rahmet Pınarı Efendimiz,

Kâinâtın Rabbi sana “Resûlüm! Seni bütün kâinata rahmet olarak gönderdim” diye hitap ettiği halde (Enbiyâ 21/107), kendilerini kurtarmaya geldiğin kimseler, sana olmadık hakaretler etti… Canını yaktı, dişini kırdı, kalbini incitti ver seni defalarca öldürmek istedi… Buna rağmen sen onların kurtuluşu için dua ettin… Onların soyundan hayırlı nesiller gelmesini diledin… Onların haline onlar için gözyaşı döktün… Ve böylece rahmet peygamberi olduğunu defalarca gösterdin…

Ey Allah’ın Habibi,

Kâinâtın Rabbi sana büyük değer verdiğini her vesileyle gösterir, gönlünü incitmemeye çalışırdı… Tebük seferine çıkılacağı sırada, savaştan kaçmak için bahane uyduran münafıklara izin vermiştin… Allah Teâlâ, onlara izin vermemen gerektiğini sana hatırlatırken bile, gönlünü incitmemek için, “Allah seni affetsin” diye söze başlamış, ardından da, “Neden kimin doğru söylediğini, kimin yalancı olduğunu anlayıncaya kadar beklemedin de onlara izin verdin?” buyurmuştu (Tevbe 9/43).

Ey Peygamberler Sultanı,

En son gönderilen peygamber sen olduğun halde, Cenâb-ı Hak senin adını hep en başta andı ve şöyle buyurdu: “Biz vaktiyle peygamberlerimizden bir söz almıştık; senden, Nuh’tan, İbrahim’den, Mûsâ’dan, Meryem oğlu İsa’dan. Onların hepsinden sağlam bir söz aldık” (Ahzâb 33/7)… Senin herkesin baş tacı olduğunu Allah Teâlâ her fırsatta böyle hatırlatırdı…

Ey eşsiz mi’râcın sahibi,

Allah Teâlâ rüzgârı Süleyman peygamberin emrine vermişti… Bu sayede o, sabah bir aylık, öğleden sonra bir aylık yol giderdi (Sebe’ 34/12)… Kâinâtın Rabbi Senin emrine ise Burâk’ı verdi… Sen de ona binip gecenin bir kısmında yedi kat gökleri dolaşıp geldin… O gün sabah namazını Mescidinde ashâb-ı kirâmınla birlikte kıldın… Çünkü sen Cenâb-ı Hakk’ın Habib-i Ekrem’isin… Büyüklüğünü ve güzelliğini hayal bile edemediğimiz âlemleri Kâinâtın Sahibi senin önüne serdi… Sana cennetini, cehennemini gezdirdi… Hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı olağanüstü halleri ve manzaraları sana gösterdi…

Salâtü selâm sana olsun ey Nebî,

Hz. Mûsâ, çölün kavurucu sıcağında susuzluktan perişan olan kavmine su aradığı zaman, Allah Teâlâ ona “Asânı taşa vur” buyurmuştu… O da asâsını kayaya vurunca, oradan on iki pınar fışkırmaya başlamıştı (Bakara 2/60)… Senin sahâbîlerin susuzluk çektiği zamanlarda ise Allah Teâlâ mübarek parmaklarından suları fışkırtmıştı… Yüzlerce insan o sudan içmiş, hayvanlarını sulamış, kaplarını doldurmuştu (Buhârî, Vudû’ 32, 46; Menâkıb 25)...Elbette suyun kayadan fışkırması da bir mucize, parmaklardan fışkırması da… Ama iki mucize arasında kıyas edilemeyecek kadar fark var… šüphesiz sen Cenâb-ı Mevlâ’nın özel ikrâmlarına mazhar olmuş yüce bir Peygambersin…


Ey benim şefkat çağlayanı Efendim,

Sen şefkat ve merhametin timsâlisin… Hz. Nuh insanları yıllarca Allah’ın dinine davet etmiş, fakat sözlerine pek az kimse kulak vermişti… Sonunda o büyük peygamberin sabrı tükenmiş, “Yâ Rabbi! Yeryüzünde dolaşan tek bir kâfir bırakma” diye beddua etmişti (Nuh 71/26)… Senin kavmin sana olmadık kötülükleri yaptıkları halde “Allah’ım kavmimi bağışla! Çünkü onlar doğruyu bilmiyorlar” diye onlara hayır dua etmiştin (Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Cihâd 105)… Sen Allah’ın habibi sıfatıyla Hz. Nuh gibi dua etseydin, belki şimdi yeryüzünde hiçbirimiz olmazdık… Ama sen hiç kimseye benzemezsin, ey sevgili Efendim… Hz. Nuh “kavminin arasında 950 yıl kaldığı” halde (Ankebût 29/14) ona sadece birkaç kişi inanmıştı… Yirmi üç yıllık peygamberlik hayatı boyunca sana yüz binden fazla insan iman etmişti… Çünkü sen Cenâb-ı Hakk’ın mücessem rahmetiydin…

Ey bizim eşsiz tevazu sahibi Efendimiz,

şeref ve mertebe itibariyle sana denk olmayanlarla oturmak istemeseydin, hiç kimseyle oturmazdın… Sana denk olmayan biriyle evlenmeyecek olsaydın, seninle evlenecek bir kimse bulunmazdı… Ama sen tevazuun emsalsiz örneklerini gösterdin… İpekli kumaşlara iltifat etmeyip yünden dokunmuş kaba kumaşlar giydin… En güzel Arap atlarına binme imkânı varken merkebe ve katıra binmekten çekinmedin… En mükellef sofralarda en güzel yemekleri yiyebilecekken, köleler gibi yere oturup yemek yedin… Sahip olduğun her şeyi ihtiyaç sahiplerine dağıttın ve aç kalmaktan hiç korkmadın…

Ey gözümüzün nuru,

Hz. Îsâ ölüleri diriltirdi… Seninle ise ölüler konuşurdu… Hayber yahudisi bir kadın, âlemlere rahmet olan mübarek vücudunu yok etmek istemiş, kızartıp zehirlediği bir koyun kebabını sana ikrâm etmişti… Daha ilk lokmayı ağzına attığında o koyun dile gelmiş, “Beni yeme zehirliyim” diye seni uyarmıştı (Ebû Dâvûd, Diyât 6; Dârimî, Mukaddime 11)… Dağlar, taşlar bile senin yüce kadrini bilir, sana selâm verir ve kendilerince seni severlerdi…

Onlar bilmezler....ALLAH C.C. NİCE KAVİMLERİ NASIL HELAK ETTİĞİNİ.....Onların gözü kör,kulakları sağır ve kalpleri mühürlüdür...
DefectEd - avatarı
DefectEd
Ziyaretçi
1 Temmuz 2006       Mesaj #95
DefectEd - avatarı
Ziyaretçi
Hz.Peygamber Sevgisinin Alametleri
Hz.Peygamber (sav)’i gerçekten seven bir müminde bulunması gereken bazı vasıflar vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1. Hz.Peygamber (sav)’in sünnet-i seniyyesine uymak; O’nun hayat tarzına hayatımızı uydurmak. Nitekim Cenab-ı Allah:
Andolsun ki Allah’ın Resulünde sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 33/21.) buyurmaktadır.
Allah’ın rızası ve sevgisi Hz.Peygamber (sav)’in sünnetine uymakla elde edilebilir. Bir müminin en büyük ideali, kendisini Allah’a sevdirmektir. Yani O’nun rızasını kazanmak, gazabından korunmaktır.
Allah’ı sevenler, “Ben özümü Allah’a teslim ettim, bana uyanlar da öyle.” (Al-i İmran, 3/20.) diyen ve bu ilahî emri tebliğ eyleyen Resulullah’a karşı gelmemek ve onun gibi ihlas ve samimiyetle, “Ben özümü Allah’a teslim ettim.” deyip dininde ve şeriatında ona ve onun öğretim ve bildirilerine uymak ve onu örnek almak lazım gelir. Bunun zıddı, “Ben Allah’ı severim, ama emrini dinlemem, O’nun sevdiğini sevmem, O’nu sevenleri, O’nun yolunu gösterenleri, O’nun seçip gönderdiklerini sevmem, onlara benzemek istemem.” demektir ki, bu da, “Ben kendimden başka bir şey sevmem, tevhid yolunda yürümek istemem.” demektir. Allah’ın Resulüne uymak istememek, Allah’ı sevmemek ve rahmetinden mahrum olmaktır.
Allah’ın veli kullarından olan Sehl b.Abdullah et-Tüsterî şöyle demektedir: “Allah’ı sevmenin alameti, Kur’an’ı sevip anlamaktır. Kur’an’ı sevmenin alameti, Rasulullah Efendimizi sevmektir. Rasulullah’ı sevmenin alameti, O’nun sünnetini severek yerine getirmektir.”
“Allah’ı, Kur’an’ı, Peygamberi ve Sünnetini sevmenin alameti ise, ahireti sevmek ve ona hazırlanmaktır. Ahireti sevmenin alameti, kendini bilip sevmektir. Kendini sevmenin alameti, dünyanın aldatıcı, oyalayıcı yanlarını sevmemektir. Bunun da alameti, insanı amaca ulaştıracak kadar rızkı helâl yoldan elde etmektir.” (Yıldırım, Celal, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yay., İzmir, trs, II, 884.)
2. Hz.Peygamber (sav)’in sözünü kabul edip, hükmüne razı olmak. Bir ayet-i kerimede Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Hayır; Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükme karşı, içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olamazlar.” (Nisâ, 4/65.)
Yüce Allah bu ayette şu üç noktaya dikkatimizi çekiyor:
a. Her meselede Rasulullah’ın hakemliğine başvurmak.
b. O’nun verdiği hükümden dolayı içimizde hiçbir sıkıntı ve rahatsızlık duymamak.
c. Tam bir teslimiyetle O’na boyun eğmek.
Kur’an-ı Kerim, müminlerin mutlak teslimiyetten öte başka bir tercih haklarının da olmadığını kesin bir ifade ile haber veriyor:
Mümin bir erkek ve kadın için, Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, artık onlar için hiç bir tercih hakkı yoktur...” (Ahzab, 33/36.)
3. İnsanlar arasında O’nun dini olan İslamı yaymak, tevhid bayrağını yükseltmek ve Yüce Allah’ın kesinlikle izin vermediği putperestliği ortadan kaldırmak.
4. İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, Allah için, kitabı için, Peygamberi için ve bütün Müslümanlar için nasihatte bulunmak. Nitekim Ümmet-i Muhammed’in en hayırlı ümmet olmasının sebeplerinden birinin, iyiliği emretmeleri ve kötülükten sakındırmaları olduğunu Yüce Allah şöyle açıklamaktadır:
Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah’a iman edersiniz...” (Al-i İmrân, 3/110.)
5. Hz.Peygamber (sav)’in güzel ahlâkıyla ahlâklanmak ve bütün kötü ahlâk ve davranışlardan sakınmak. Çünkü Sevgili Peygamberimiz; “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”buyurmaktadır. (Tirmîzî, Hüsnü'l-Huluk, 8.)
Hz.Peygamber’in yolundan gitmek, onun ahlâkıyla ahlâklanmakla olacağına göre, herkesin kendisini, yaptıklarını ve kimin yolundan gittiğini ve kimin ahlâkıyla ahlâklandığını bilmesi ve kontrol etmesi lazımdır.
İstiklal Marşı Şairimiz:
Ey dipdiri meyyit! İki el bir baş içindir,
Davransana eller de senin, baş da senindir. (Ersoy, Mehmet Akif, Safahat, İst, trs, I, 400.) demektedir. Gerçekten, eller bizim elimizse ve taşıdığımız baş da bizim diyebiliyorsak, başımızı iki elimizin arasına alıp, biz neyiz ve kimin yolundayız diye düşünmemiz lazımdır.
6. Hz.Peygamber (sav)’e saygı ve hürmet göstermek. Sahâbîler (Allah onlardan razı olsun) Hz.Peygamber (sav)’e saygılarından dolayı seslerini O’nun sesinden fazla yükseltmezlerdi. Hz. Peygamber (sav)’e bu derece saygı ve hürmet gösterirlerdi. Nitekim Yüce Allah: “Ey inananlar, seslerinizi, Peygamberin sesinin üstüne çıkarmayın, birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öyle yüksek sesle konuşmayın, yoksa siz farkında olmadan, amelleriniz boşa gider.” (Hucurât, 49/2.) buyurmaktadır.
7. Hz.Peygamber (sav)’e daima salat ve selamda bulunmak. Zîrâ Yüce Allah bu hususta şöyle buyurmaktadır:
Allah ve Melekleri, Peygambere salât etmekte (onun şerefini gözetmeye, şânını yüceltmeye özen göstermekte) dir. Ey inanlar! siz de O’na salât edin, (O’nun şânını yüceltmeye özen gösterin) içtenlikle selam edin (O’na esenlik dileyin.)” (Ahzâb, 33/56.)
Yüce Allah, bu ayet-i kerimede bütün müminlere Peygamberine salât ve selâm etmelerini emretmekte ve O’na saygı göstermelerini istemektedir. “Allahümme Salli alâ Muhammed.” demek salât, “Esselâmü aleyke eyyühen-nebiy.” demek selamdır. Hz. Peygamber (sav)’den rivayet edilen çok sayıda Salavât-ı Şerife vardır. Bunları okumak, mümkün olduğu kadar çok salãt ve selâm getirmek, Peygamber (sav)’in sevgisini celb eder, şefaatine sebep olur.
İşte Hz.Peygamber (sav)’i gerçekten seven her Müslümanda bu vasıfların bulunması gerekir. Aksi halde insan tam manasıyla imanın meyvesinden istifade edemez ve Hz. Peygamber (sav)’in şefaatine nâil olamaz
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
6 Temmuz 2006       Mesaj #96
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
Peygamber Efendimiz [s.a.v.] ve Bizler

''Andolsun, sizin sıkıntılarınızın, problemlerinizin en güzel çözümü, çaresi, kurtuluşunuzun şifalı reçetesi, Allah'ın Resûlü'nde. O'nun yiğitliklerle, fedakârlıklarla, sabırla, mücadelelerle dolu örnek hayatındadır. Allah'ın rızasını, ahiret hayatındaki mutluluğu umanlar, Allah'ı çok zikredenler, devamlı Allah'ın dininin tebliği ile uğraşanlar için O'nda vardır." Ahzab Sûresi/21 (Tefsirli meal)

Yeryüzü insanının tek örneği ve tek lideri olan Peygamberimiz, bir resûl olarak, bir insan olarak, baba ve kayınpeder olarak, damat ve ev reisi olarak insanlığın hayatında boşluk bırakmamıştır. Peygamberimiz'in hayatından özet olarak bir demet sunmak istiyor ve özet olarak sunacağımız özelliklerle, kendi hayatımızı bir test yapmak istiyoruz. Işte örnek alacağımız, ders alacağımız ve paylaşacağımız bazı güzellikler ve özellikler:

1. Efendimiz; kapı komşusu olan Yahudi'nin hasta oğlunu ziyaret etmişlerdir. Bizler de zaman ve mekân şartlarımız oluştuğunda, hasta olanları ziyaret etsek, hiç ayırım yapmasak nasıl olur acaba?

2. Efendimiz; kızı eve geldiğinde onu ayakta karşılar, iltifat eder ve yanaklarından öperlerdi. Bizler de çocuklarımızı çarşıdan, okuldan, iş yerinden eve geldiklerinde bazen kapılarını açsak, hatta ayağa kalkarak karşılasak ve yanaklarını öpsek ne olur? Babalık otoritemiz sarsılır mı dersiniz?

3. Efendimiz; ayakları acıdığında, uzatması icap ettiğinde, yanındakilerden izin alırlardı. Kızı veya hanımı olsun fark etmezdi. Bizler de beraber olduğumuz zaman ve mekânlarda her türlü tavır ve hareketlerimize biraz dikkat etsek, edep ve terbiyemiz azalır mı acaba?

4. Önderimiz; yatsı namazından sonra lüzumsuz dünya bağlantılı konuşmaları sevmez, hatta yasaklardı. Bizlerin, geç vakitlere dayanan TV izleme oturumlarımıza bir çekidüzen versek diyorum, acaba medenî kimliğimizi ihlal etmiş olur muyuz?

5. Önderimiz; bazen elbiselerini diker ve bazen ev işlerinde hanımlarına yardım ederlerdi. Biz kocalar, ihtiyaç hissedildiğine ev işlerinde hanımlarımıza yardımcı olsak, erkekliğimiz, reisliğimiz buharlaşır mı acaba?

6. Önderimiz; kuduz köpeğin dahi işkenceye tabi tutulmamasını istemişlerdir. Çağdaş dünya, insanlara yapılan işkenceleri parlamenter sistemlerin gündeminden hiç düşürmüyor. Mutlak Örneğimiz'in yaşadığı asrı çağdışı ilan edenlerin, kendileri mi çağdışında yaşıyor acaba?

7. Rehberimiz; kendilerini çağıran herkese "buyur" diye karşılık verirlerdi. Bir amir memuruna, bir patron işçisine, bir müftü müezzinine acaba ömrü boyunca bir defa da olsa "buyur" dediler mi?

8. Rehberimiz; insanın yüzüne vurmayı yasaklamıştır. Günümüz dünyasında
hanımının, kız ve oğlunun yüzüne vurarak döven anne ve babalar, şefaatlerini istediği Peygamberimiz'in neresinde olduklarını hesap ediyorlar mı acaba?

9. Örneğimiz; kahkaha ile gülmemiş, "böyle gülmenin kalpleri öldürdüğünü" buyurmuştu. Günümüz insanı, ekran başlarında, "Şakacı", "Çocuklar duymasın" programlarında gözleri yaşarırcasına gülmemizin, hangi terazide tartılacağını tahmin ediyor muyuz acaba?

10. Örneğimiz; üzüldüğü zamanlarda namaz kılarlardı. Üzüntü ve sıkıntılarımızda namazdan değil de, sövmeden, küfretmeden, sigaradan yardım istemenin, dinin neresine konulacağını biliyor muyuz acaba?

Her şeye rağmen, Peygamberimiz'den, Rehber ve Örneğimiz'den 1400 sene sonra dünyaya gelmemize rağmen, 1400 sene önceki hayatı benimsemiş, bunun ötesinde o hayata, hayatımız demiş, getirdiği ve tebliğ ettiği tüm gerçeklere müsbet yönde cevap vermiş, kınayanların kınamalarından korkmaksızın dinimizden, ibadetlerimizden, ahlâk ve edebimizden dolayı aşağılık duygusuna kapılmamış olmamızı terazinin bir tarafına; hata,
günah ve isyanlarımızı da diğer tarafına koyup, elimizi Rabbimiz'e açtığımızda öyle ümit ediyoruz ki, rahmet kapısından kovulmayacağımıza inanıyoruz.

Allah hepimizi O’nun (s.a.v) şefaatine nasip eylesin.

Amin.
Son düzenleyen Blue Blood; 29 Eylül 2006 12:54
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
9 Temmuz 2006       Mesaj #97
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN DUALARI

Hafız Halil Efendi. Tezhip. Fatiha Suresi 1-7. ayetler: "Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla, Hamd Alemlerin Rabbi'nedir. Rahman ve Rahimdir. Din gününün malikidir. Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Sen'den yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet; Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğrayanların ve sapmışlarınkine değil."

Kuran'da Peygamberimiz (sav)'in gece dua için kalktığı bildirilir.

Şu bir gerçek ki, Allah'ın kulu (olan Muhammed,) O'na dua (ibadet ve kulluk) için kalktığında, onlar (müşrikler,) neredeyse çevresinde keçeleşeceklerdi. De ki: "Ben gerçekten, yalnızca Rabbime dua ediyorum ve O'na hiç kimseyi (ve hiçbir şeyi) ortak koşmuyorum." (Cin Suresi, 19-20)

Kuran'da birçok ayette Peygamberimiz (sav)'in dualarından bahsedilmektedir. Peygamberimiz (sav) dualarında Allah'ı sıfatları ile anarak O'nu yüceltmiştir. Peygamberimiz (sav)'in Kuran'da bildirilen dualarından biri şöyledir:

De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip-alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen, herşeye güç yetirensin." (Al-i İmran Suresi, 26)

Peygamberimiz (sav) de, tüm diğer peygamberlerde olduğu gibi ins ve cin düşmanlarının tehditi ve baskıları ile karşı karşıya kalmıştır. Onların bu baskılarına karşı sabır ve dayanıklılık gösteren Peygamber Efendimiz'e, şeytanın olumsuz telkinlerine ve manevi saldırılarına karşı Allah'tan şöyle yardım istemesi emredilmiştir:

David Roberts, Muayyad Camii

Ve de ki: "Rabbim şeytanın kışkırtmalarından sana sığınırım. Ve onların benim yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım Rabbim." (Müminun Suresi, 97-98)

Peygamberimiz (sav)'e, dualarında Allah'tan bağışlanma dilemesi ve Rabbimizin merhametini zikretmesi şöyle emredilmiştir:

Ve de ki: "Rabbim bağışla ve merhamet et, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın." (Müminun Suresi, 118)

Rivayetlerde ise, Peygamber Efendimizin Allah'a kendisine güzel bir ahlak ve iyi bir huy vermesi için dua ettiği ve dualarında Allah'a şöyle yalvardığı belirtilir:

"Allah'ım! Yaratılışımı ve ahlakımı güzelleştir. İlahi! Beni ahlakın kötülerinden uzaklaştır."32

Allah'ın, "De ki: "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? " (Fatır Suresi, 77) ayetiyle de bildirdiği gibi dua müminler için çok önemli bir ibadettir. İnsan, acz içinde, Allah dilemedikçe hiçbir şeye güç yetiremeyeceğini bilerek, umarak ve korkup sakınarak, her konuda Allah'a yönelmeli, herşey için O'na dua etmelidir. Peygamber Efendimizin ve Kuran'da duaları zikredilen diğer peygamberlerimizin duaları müminler için en güzel örneklerdir. Onlar dualarında hem Allah'a nasıl teslim olduklarını, Allah'ı tek dost ve yardımcı olarak gördüklerini göstermişler, hem de Rabbimizi en güzel isimleri ile yüceltmişlerdir. Peygamberlerimizin dualarında ayrıca hiç vakit gözetmeden, her an dua ettikleri ve ihtiyaç içinde kaldıklarında hemen Rabbimize yöneldikleri görülmektedir.



PEYGAMBERİMİZ (SAV)'E İTAAT EDEN ALLAH'A İTAAT ETMİŞ OLUR

Allah, tüm insanları gönderdiği elçilere uymakla ve onlara itaat etmekle sorumlu tutmuştur. Elçiler, Allah'ın emirlerini yerine getiren, insanlara Allah'ın vahyini ileten ve hal ve tavırlarıyla, konuşmalarıyla, kısacası tüm hayatlarıyla insanlara Allah'ın en hoşnut olacağı insan modelini ve hayatın nasıl yaşanması gerektiğini gösteren mübarek insanlardır. Allah Kuran'da elçilerine uyanların kurtuluşa ereceklerini bildirmiştir. Bu nedenle Peygamberimiz (sav)'e itaat, önemli bir ibadettir. Allah itaat konusunun önemini Kuran'da şöyle haber verir:

Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. Onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde şayet sana gelip Allah'tan bağışlama dileselerdi ve elçi de onlar için bağışlama dileseydi, elbette Allah'ı tevbeleri kabul eden, esirgeyen olarak bulurlardı. (Nisa Suresi, 64)

Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar? (Nisa Suresi, 69)

Kuran'ın birçok ayetinde ise, peygamberlere itaat edenlerin aslında Allah'a itaat etmiş oldukları bildirilir. Elçilere başkaldıranlar ise, gerçekte Allah'a karşı gelmişlerdir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:

Kim Resul'e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik. (Nisa Suresi, 80)

Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir. (Fetih Suresi, 10)

Peygamberimiz (sav) de, hadis-i şeriflerinde itaatin önemini hatırlatmış ve şöyle buyurmuştur:

"Kim bana itaat ederse, muhakkak ki Allah'a itaat etmiştir. Kim de bana isyan ederse muhakkak ki Allah'a isyan etmiştir."17

Allah, Kuran'da Peygamberimiz (sav)'in müminler için bir koruyucu ve yönetici olduğunu bildirmektedir. Bu nedenle Müslümanlar her konuda Peygamberimiz (sav)'e danışır, onun fikrini ve rızasını alarak bir işe başlarlardı. Ayrıca aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda, çözüm bulamadıklarında veya ümmetin güvenliğine, sağlığına, ekonomik durumuna yönelik bir haber öğrendiklerinde bunları da hemen Peygamberimiz (sav)'e iletir ve ondan en hayırlı ve güvenli çözüm veya yöntemi öğrenerek uygularlardı.

Bu, Allah'ın Kuran'da müminlere emrettiği çok önemli bir ahlaktır. Örneğin Allah bir ayetinde, tüm haberlerin peygambere veya onun kendisine vekil kıldığı kişilere iletilmesini emretmektedir. Ayette şöyle buyrulur:

Kendilerine güven veya korku haberi geldiğinde, onu yaygınlaştırıverirler. Oysa bunu peygambere ve kendilerinden olan emir sahiplerine götürmüş olsalardı, onlardan 'sonuç-çıkarabilenler' onu bilirlerdi. Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, azınız hariç herhalde şeytana uymuştunuz. (Nisa Suresi, 83)

Bu elbette ki birçok hayrı ve hikmeti olan bir emirdir. Herşeyden önce Peygamberimiz (sav)'in her emri ve hükmü Allah'ın koruması altındadır. Dolayısıyla verdiği kararlar daima hayır olur. Ayrıca Peygamberimiz (sav) ümmetin en akıllı ve hikmetli kişisidir. İnsan her işinde doğal olarak en ehil, en yüksek akla ve vicdana sahip olan, en çok güvendiği ve emin olduğu kişiye danışmak, bir haberi sonuç çıkarması için ona götürmek ister.

Peygamberimiz (sav)'in tüm bu özelliklerinin yanında, bütün haberlerin tek bir kişide toplanmasının bir hikmeti de, bu haberlerin bütününden daha akılcı ve sağlıklı yorumlar yapılabilecek olmasıdır. Allah bir başka ayetinde ise, müminlerin aralarındaki anlaşmazlıklarda Peygamberimiz (sav)'i hakem tutmalarını bildirmiştir. Bu tür çözümsüzlüklerin hemen Peygamberimiz (sav)'e iletilmesi Allah'ın emridir ve bu nedenle de akla, vicdana ve adaba uygun olandır. Ayrıca, Peygamberimiz (sav)'in verdiği hükme gönülden ve hiçbir kuşkuya kapılmadan itaat etmek son derece önemlidir. Onun verdiği karar o insanın çıkarları ile çelişse de, gerçekten iman edenler bu durumdan hiçbir burukluk duymaz ve hemen razı olarak peygamberin hükmüne itaat ederler. Allah bu önemli itaat özelliğini Kuran'da şöyle bildirmiştir:

Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar. (Nisa Suresi, 65)
Son düzenleyen GusinapsE; 14 Temmuz 2006 00:59
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
9 Temmuz 2006       Mesaj #98
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
Esmâ-ül Nebi
Peygamberimizin (s.a.v) Mübârek İsimleri ve Mânâları


--------------------------------------------------------------------------------

Abdullah
Allah'ın kulu Âbid
Kulluk eden, ibadet eden Âdil
Adaletli Ahmed
En çok övülmüş, sevilmiş
Ahsen
En güzel Alî
Çok yüce Âlim
Bilgin, bilen Allâme
Çok bilen
Âmil
İş ve aksiyon sahibi Aziz
Çok yüce, çok şerefli olan Beşir
Müjdeleyici Burhan
Sağlam delil
Cebbâr
Kahredici, gâlip Cevâd
Cömert Ecved
En iyi, en cömert Ekrem
En şerefli
Emin
Doğru ve güvenilir kimse Fadlullah
Allah'ın ihsânı, fazlına ulaşan Fâruk
Hakkı ve bâtılı ayıran Fettâh
Yoldaki engelleri kaldıran
Gâlip
Hâkim ve üstün olan Ganî
Zengin Habib
Sevgili, çok sevilen Hâdi
Doğru yola götüren
Hâfız
Muhafaza edici Halîl
Dost Halîm
Yumuşak huylu Hâlis
Saf, temiz
Hâmid
Hamd edici, övücü Hammâd
Çok hamdeden Hanîf
Hakikate sımsıkı sarılan Kamer
Ay
Kayyim
Görüp, gözeten Kerîm
Çok cömert, çok şerefli Mâcid
Yüce ve şerefli Mahmûd
Övülen
Mansûr
Zafere kavuşturulmuş Mâsum
Suçsuz, günahsız Medenî
Şehirli, bilgilive görgülü Mehdî
Hidayet eden
Mekkî
Mekkeli Merhûm
Rahmetle bezenmiş Mes'ûd
Mutlu Metîn
Çok sağlam ve güçlü
Muallim
Öğretici Muktedâ
Peşinden gidilen Mübârek
Uğurlu, hayırlı, bereketli Müctebâ
Seçilmiş
Mükerrem
Şerefli, yüce Müktefî
İktifâ eden, yetinen Münîr
Nurlandıran, aydınlatan Mürsel
Elçilikle görevlendirilmiş
Mürtezâ
Beğenilmiş, seçilmiş Muslih
Islah edeci, düzene koyucu Mustafa
Çok arınmış Müstakîm
Doğru yolda olan
Mutî
Hakka itaat eden Mu'ti
Veren ihsân eden Muzaffer
Zafer kazanan, üstün olan Müşâvir
Kendisine danışılan
Nakî
Çok temiz Nakîb
Halkın iyisi, en seçkini Nâsih
Öğüt veren Nâtık
Konuşan, nutuk veren
Nebî
Peygamber Neciyullah
Allah' ın sırdaşı Necm
Yıldız Nesîb
Asil, temiz soydan gelen
Nezîr
Uyarıcı, korkutucu Nimet
İyilik, dirlik ve mutluluk Nûr
Işık, aydınlık Râfi
Yükselten
Râgıb
Rağbet eden, isteyen Rahîm
Mü'minleri çok seven Râzî
Kabul eden, hoşnut olan Resûl
Elçi
Reşîd
Akıllı, olgun, iyi yola götürücü Saîd
Mutlu Sâbir
Sabreden Sâdullah
Allah' ın mübârek kulu
Sâdık
Doğru olan, gerçekci Saffet
Arınmış, seçkin kişi Sâhib
Mâlik, arkadaş,sohbet edici Sâlih
İyi ve güzel huylu
Selâm
Noksan ve ayıptan emin olan Seyfullah
Allah' ın kılıcı Seyyid
Efendi Şâfi
Şefaat edici
Şâkir
Şükredici Tâhâ
Kur'ân-ı Kerîm' deki ismi Tâhir
Çok temiz Takî
Haramlardan kaçınan
Tayyib
Helal, temiz, güzel, hoş Vâfi
Sözünde duran Vâiz
Nasihat eden Vâsıl
Kulu Rabb'ine ulaştıran
Yâsîn
İnsan-ı kâmil Zâhid
Mâsivadan yüz çeviren Zâkir
Allah' ı çok anan *
Son düzenleyen Blue Blood; 29 Eylül 2006 12:55
evo - avatarı
evo
VIP kirlenmek güseldir : )
13 Temmuz 2006       Mesaj #99
evo - avatarı
VIP kirlenmek güseldir : )
SÜNNET İNKARCILARININ BAHANELERİ

R629501. Bu yazımızda Hz. Peygamber’i (s.a.v.) aradan çıkarmak demek olan sadece bir ‘nakilci’ olduğu iddiasını ele alacağız.

Resulullah’ın Sadece Kelamı Nakleden Olduğu İddiası

Sünneti inkar edenlerin bir başka iddiası da Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sadece bir nâkil-i kelâm, diğer bir ifâdeyle bir "postacı" olduğu, vazifesinin, sadece Kur'ân'ı tebliğden ibaret bulunduğudur.

Kur'ân'ın dışında hüküm kaynağı tanımamanın idarede büyük sıkıntılar çıkaracağını, yöneticilerin ihtiyaca cevap veremeyeceklerini ifâde eden Hayri Kırbaşlıoğlu, sonraki cümlelerinde bağlayıcı hükümlerin Kur'ân'la sınırlı olduğunu savunanlara, günümüzde Kur'ân'ın temas etmediği konuların nasıl çözüme kavuşturulacağını sorduktan sonra iddia sahiplerinin bu suâle ancak şöyle cevap verebileceklerini söyler:

"Evet, mutlak bağlayıcı olan Kur'ân'dır. Kur'ân'ın Hz. Peygamber dönemiyle mukayese edilemeyecek ölçüde gelişmiş ve karmaşık bir hal almış olan çağımızın toplumsal meselelerine, hazır çözümler sunmasının söz konusu olamayacağı da bir gerçektir. Bu durumda yapılması gereken, bizim Kur'ân'ı yorumlayarak, bu meselelere çözüm getirmemizdir."

Onların tek cevabının ancak bu olacağını yineledikten sonra, şöyle der: "Kur'ân'da, açıkça çözümü bulunmayan meselelerin çözümü için kendimize Kur'ân'ı yorumlama yetkisi tanımak, aslında Kur'ân dışında yeni çözümler ortaya koymak demektir.

Halbuki sünnetin fonksiyonu da bundan farklı değildir. Şimdi bu durumda biz sünneti reddetmekle, kendimize tanıdığımız Kur'ân'ı yorumlama ve Kur'ân'da olmayan yeni çözümler ortaya koyma yetkisinden, Hz. Peygamber'i mahrum bırakmış oluyoruz ki, bunu akla getirmek dahi insaf sınırlarını aşmak anlamına gelir. Bu ise kısaca şudur:

'Hz. Peygamber, naklettiklerini yorumlama ve ondan ilham alıp yeni çözümler ortaya koyma yetkisi olmayan bir nakilci veya postacıdır; onun naklettiklerini yorumlama yetkisi ise onun değil, bizimdir.' Bu tür bir düşünce açıkça haddi aşmaktır ve bu bakımdan ciddiye alınması dahi söz konusu olamaz." (1)

Diğer taraftan, çeşitli âyetlerden, Resulullah’ın sadece "nakilcilik" değil, naklettiğini "öğretme" görevinin de bulunduğu anlaşılmaktadır. Meselâ o âyetlerden birisi şudur:

"Andolsun ki, Allah, onlar arasından, âyetlerini okuyan, kendilerini kötülüklerden arındıran, onlara Kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle, insanlara lütufta bulunmuştur." (2)

Burada bu âyet üzerinde iki noktaya dikkat çekmek istiyoruz:

Birincisi, âyette geçen hikmetin, Kur'ân dışında bir şey olduğu, âyete ilk bakışta açıkça anlaşılmaktadır. Demek ki, Peygamber Efendimiz, ümmetine Kur'ân'ın dışında başka bir şey öğretmektedir. Onun Kur'ân'ın dışında öğrettiği tek şey ise hadis ve sünnet olarak bilinen "hikmet" deryasıdır.

Diğer bir husus, âyette; "Kitap ve hikmeti öğreten" buyurulmaktadır. Demek oluyor ki, Peygamber Efendimizin görevi, iddia edildiği gibi. sadece Kur'ân'ı nakletmek değil, aynı zamanda onu öğretmektir de. Resûlullah (s.a.v.) hem Kur'ân'ı tebliğ, hem de onu Öğretme vazifesini en güzel bir şekilde yaparak, âyetlerin kapalı yerlerini açıklamış, yanlış anlaşılan mânâları düzeltmiştir.

Resûlullah’ın naklettiğini "öğretme" görevinin yanı sıra, bir de açıklama vazifesi vardır. Bunu da şu âyetlen öğreniyoruz: "(Kendilerine indirileni) onlara açıklaması için, Biz her peygamberi mutlaka kendi kavminin diliyle gönderdik." (3)

Bir metni açıklama, o metinde bulunmayan bir takım ek bilgilerle yapılır. Nitekim Peygamberimiz de ümmetine, Kur'ân'ı açıklamıştır. Bu açıklamalar bâzı kelimelerin mânâları ile ilgili olabildiği gibi, Kur'ân'da farz kılınan namazın nasıl kılınacağı, orucun nasıl tutulacağı, zekâtın nasıl verileceği gibi hususlarla da ilgili olabilir.

Netice, Resûlullah (s.a.v.) sadece bir "nakilci" diğer bir ifâdeyle "postacı" değildir. Zaten bir peygamberin tebliğ ettiği hükümleri sadece nakletmekle yetinmesini, onu öğretme ve açıklama görevinin olmamasını düşünmek, mümkün değildir. Onlar tebliğ ettikleri hükümleri öğretmişler, açıklamışlar, uygulamışlar, uygulamaları da kontrol etmişlerdir.

Sünnetin Başlangıçta Yazılmamış Olması



Hadislere şüphe iras etmek isteyenlerin üzerinde durdukları bir husus da, Peygamberimiz zamanında hadislerin yazılmadığı, hadislerin yazıya dökülmesinin çok geç tarihlerde gerçekleştiği iddiasıdır.

Onlara göre hadisler gerçekten önemli olsa idi, Resûlullah (s.a.v.) Kur'ân'ı yazdırdığı gibi, hadislerin yazılmasına da karşı çıkmaz, yazı ile kayda geçirmez miydi?

Mevdudî'nin böylelerine verdiği güzel bir cevabı iktibas etmek istiyoruz: "Hadisi inkar edenler, bu soruyu büyük bir tantana ile sorarlar ve bunun genellikle karşı tarafı cevapsız bırakacağını veya susturacağını sanırlar. Zannediyorlar ki, Kur'ân-ı Kerim, resmen yazdırıldığı için korunmuştur; hadisler ise bizzat Resûlullah (s.a.v.) tarafından kayda geçirilmediği için korunamamıştır. Ama ben kendilerine soruyorum, eğer Resûlullah (s.a.v.) Kur'ân'ı yazdırıp bıraksaydı ve binlerce kişi bunu ezberleyip sonraki kuşaklara aktarmamış olsaydı, yazılı belgeler, daha sonraki kuşaklar için Hz. Peygamber'in yazdırdığının aynısı olduğunun ispatı olabilir miydi? Gerçek şu ki, böyle bir şeyin ispatı, önemli bir problem olarak çıkardı. Çünkü, bir takım insanlar, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) bu kitabı gözlerinin önünde yazdırdığına dair şahitlik etmedikçe, bu yazılı kitabın güvenilir olması şüpheli olurdu…”

"Bugün dünyada, Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) yazdırmış olduğu Kur'ân'ın tek bir nüshası dahi yoktur. Ama bu durum, kutsal kitabın güvenilir ve doğru olmasını zerre kadar etkilemez; zira sürekli ve kesintisiz şifahî rvayetlerden, güvenilir oluşu sabittir.”

“Kaldı ki, Resûlullahın (s.a.v.) Kur'ân'ı bizzat yazdırmış olduğu da rivayetlerden (hadislerden) anlaşılmakta, bununla ilgili herhangi bir belge bulunmamaktadır. Böyle bir belge bulunsa bile, onu Hz. Peygamber'in (s.a.v.) yazdırmış olduğu kesin olarak ispatlanamaz. Onun için bu beylerin yazılı bir belgeye bu kadar önem vermeleri yersizdir, hatta tamamen yanlıştır.”

R629502"Hz. Peygamber, kendi sünnetleri üzerinde bina edilmiş olan koca bir toplum meydana getirmişti. Ki, bu toplumun yaşantısının her yönünde kendi emir ve öğretilerinin damgası vardı. Bu toplumda Resûlullahın (s.a.v.) sözlerini dinlemiş, işlerini görmüş ve talimatına uygun olarak talim ve terbiyeden geçmiş binlerce kişi vardı. Bu toplum daha sonraki kuşaklara bu izleri aktardı ve aşamalı olarak onlardan bize geldi... Kaldı ki, hadislerin bütünüyle, kayda geçirilmediği de doğru değildir..." (4)

Bilhassa, müsteşriklerden (Batılı araştırmacılar, bilim adamları) kaynaklanan bu iddiaya cevap olarak burada Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan'ın da bir değerlendirmesine yer vermek istiyoruz.

Çakan, hadis ve sünnetin bir başka millette eşi ve benzeri görülmeyen bir kesinlikle tespit ve nakledilmiş olması, batılı ilim çevrelerini çok rahatsız ettiğini söyledikten sonra, sözlerine şöyle devam ediyor:

"Hiç şüphesiz, doğru olarak anında kaydedilmiş ve iyi muhafaza edilmiş yazılı metinlere göre, şifahî rivayetler daha az emniyet telkin edecektir. Ancak bu, hiçbir zaman, yazılı beyanların her türlü tehlikeden uzaklığı garantisi olarak yorumlanamaz.”

“Şifahî rivayetler için düşünülen güven kırıcı hususlara eş, yazılı vesikalar için de birçok noktadan endişe belirtmek mümkündür. Nitekim günümüz basını konuya ait duyulabilecek endişenin boyutlarına örnek vermektedir. Bu da göstermektedir ki, mesele rivayetin yazılı yada şifâhi olması değil, o rivayeti nakleden kişinin şahsiyeti, inanç değerleri ve mensup olduğu kültür çevresidir. Bu çok önemli noktalan görmezden gelerek, yada kasten dikkatten kaçırarak güveni, vesikaya bağlamak ve bu noktadan hareketle bir takım sonuçlara varmaya çalışmak ilmî dürüstlük ve ciddiyetle bağdaşmamaktadır."

Daha sonra sünnetin yazılı olarak nakledildiğinin de birçok belgesi bulunduğuna dikkat çeken sayın Çakan, şifâhi rivayetlere güvenmenin sakıncalı taraflarını ortaya koyan Güstav Lö Bon'un bir itirafına yer veriyor. O da şudur:

"Geçmiş zamanlara âit hadiselerin tefsirinde hata menbalarının (sebeplerinin) en mühimlerinden biri, müelliflerin o zamanların vak'alarını bugünün fikriyle izaha tevessül etmeleridir.

Hz. Peygamber'in Kur'ân'dan Başka Mu'cizesi Olma­dığı Düşüncesi

Bir kısım hadisleri kabul etmeyenlerin bir başka gerekçeleri de, Resûlullah’ın (s.a.v.) Kur'ân'dan başka mu'cizesinin olmadı­ğı iddiasıdır. Böyleleri, Allah'ın Peygamber Efendimize ihsan et­tiği yegâne mucizenin Kur'ân olduğunu, dolayısıyla, hadis ki­taplarındaki mu'cize haberlerinin sonradan uydurulduğunu iddia ederler. Bunlar iddialarına gerekçe olarak da şu âyeti gösterirler:

"Kendilerine bir mu'cize geldiğinde ona iman edeceklerine dâir, var güçleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: 'Mu'cizeler Al­lah katındadır.' İstedikleri mu'cize kendilerine geldiğinde, yine iman etmeyeceklerinin siz farkında değil misiniz? (5)

Oysa burada, mucizenin Allah katında olduğu ifâde edilmek­tedir. Elbette mucize, Ancak Allah'ın izni ile gösterilebilir. Bu âyet hiçbir zaman Resûlullah’ın Kur'ân dışında mu'cize göster­mediğine delil olamaz. Kaldı ki, Kur'ân, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Salih, Hz. Mûsâ, Hz. İsâ gibi, önceki peygamberlerin göster­dikleri mucize haberleri ile doludur. Mucize nübüvvetin bir ge­reği olduğuna, önceki peygamberler pek çok mu'cize gösterdik­lerine, Hz. Muhammed (sallahu aleyhi vessellem) Efendimiz de bir peygamber, hem de son peygam­ber olduğuna göre, onun Kur'ân dışında bir mucize göstermedi­ğine hükmederek, Resûlullahın mucizelerini bildiren hadisleri reddetmek, akılla ve insafla bağdaşmaz. Evet, Peygamberimiz bi­ne yakın mucize göstermiştir. Bunların birçoğu hadis kitapların­da manevî mütevatir şeklinde nakledilmiştir.

Kaynaklar:

1- Doç. Dr. Hayri Kırbaşlıoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, 196.

2- Al-i İmran Suresi, 3;164.

3- İbrahim Suresi, 14;4.

4- Mevdudi, Sünnetin Anayasal Değeri, 128, 129.

5- En’am Suresi, 6;109.
evo - avatarı
evo
VIP kirlenmek güseldir : )
13 Temmuz 2006       Mesaj #100
evo - avatarı
VIP kirlenmek güseldir : )
AHİRETİN ZENGİNİ OLMAK

R653102

Efendimizin (sav) güzel kokusu

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem güzel kokuyu çok severdi. Her hangi biri, güzel kokulu bir şeyi hediye gönderdiğinde hiç bir zaman geri çevirmezdi.

Sahabe-i Kiram efendilerimiz radiyallahu anhum şöyle diyorlardı:
“Allah Resulü, hangi sokaktan geçse, orası güzel kokuyla dolardı.” (Tirmizi)

Efendimizin konuşması ve gülümsemesi

Hz. Peygamber (sav)’in konuşması; son derece tatlı ve gönül okşayıcı idi. Tane tane konuşur, her cümlesini dinleyenler tarafından anlaşılması için ayrı ayrı kurgulardı. Vurgulamak istediği bir sözü, üçer kez söyleme adeti vardı. Konuşma sırasında, çoğunlukla gözlerini gökyüzüne çevirirdi. Sesi yüksekti.

Hz. Hatice annemizin önceki kocasından Hind adında bir oğlu vardı. Çok güzel bir üslupta konuşurdu. Bir şeyi gözler önünde canlandırırcasına anlatırdı.

Hz. Hasan bir gün ona: “Hazreti peygamber (sav) nasıl konuşurdu?” diye sorunca, şöyle cevap verdi: “Hz. Peygamber (sav) daima düşünen bir insan olarak görülürdü. Çoğu kez sessiz durur, hiçbir zaman gereksiz yere konuşmazdı. Her cümleyi ayrı ve net söylerdi. Eliyle işaret ederken bütün elini kaldırır, bir şeye hayret ettiğinde avucunun içini çevirir, konuşma sırasında bazen elini elinin üstüne vurur, bazen keyiflenir, sevindiğinde gözlerini yere çevirirdi. Çok az güler, güleceği zaman tebessüm ederdi. İşte bu onun gülmesi idi.” (Tirmizi)

Abdullah b. Haris şöyle demiştir: “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den daha çok tebessüm eden bir kimseyi görmedim.”

Bilindiği gibi tebessüm sessiz olarak gülümsemek anlamına gelir.

Peygamberimiz’in (sav) cömertliği

Hz. Peygamber (sav)’in cömertliği, karakterinin ayrılmaz bir parçasıydı. Cömertlik hususunda Hazreti Peygamber gibisi yoktur. Nitekim, İbni Abbas (ra) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (sav) insanların, en cömerdi idi. Özellikle ramazan aylarında daha cömert olurdu. (Buhari)

Abdullah bin Ömer de şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (sav)’den daha cömert birini görmedim!”

Peygamberimiz de cömertliğin her türlüsü; Allah yolunda, Allah’ın dinini açıklamak, Allah’ın kullarını doğru yola sevketmek, (ademoğlunun) açlarını doyurmak, cahillerini öğütlemek, haceti olanların hacetini görmek, yararlanacakları, her türlü yararlandırmak ve ağırlıklarına tahammül etmek gibi ilim, mal ve nefis cömertliğinin hepsi kendisinde mevcud idi.

Ebu Zer radiyallahu anh şöyle anlatmıştır: Hz. Peygamber (sav)'le beraber Medine'de taşlık yerde dolaşıyorduk. Karşımıza Uhud dağının geldiği bir yerde:

"Ebu Zer!" dedi. "Buyur Ya Resulallah!" dedim. Şöyle buyurdu: "Şu Uhud dağı kadar altınım olsa, borcumu ödemek için ayırttığımdan gerisini üç gün geçmeden, Allah'ın (fakir) kullarına böyle, böyle, böyle dağıtırım." dedi ve bunu derken de sağma, soluna ve arkasına işaret ediyordu. Biraz yürüdükten sonra da şöyle buyurdu: "Bu dünyada zengin olanlar kıyamet gününde fakirlerdir." Sağına, soluna ve arkasına işaret ederek: "Ancak böyle, böyle, böyle (fakirlere ve hayır yerlere) infak edenler, ahirette de zenginlerdir. Onlar da çok azdır." buyurdu. (Buhari, Müslim)

Peygamberimizden bir şey istenildi mi, asla "Yok!" demezdi. Bir gün birkaç Ensarî Hz. Peygamber (sav)'den bir şeyler istemişti. Hz. Peygamber (sav) de verdi. Tekrar istediler. Hz. Peygamber (sav) tekrar verdi. Hz. Peygamber (sav) para bitinceye kadar vermeye devam etti. Ama onlardan biri buna rağmen gelip yine bir şeyler istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav): "Bende bir şeyler kalmış olsaydı, onu senden esirgeyerek yanımda tutmazdım." buyurdu. (Buhari)

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in bunun gibi güzel huyları pek çoktur. Her müslümanın bunları öğrenmesi ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e mutabaat yapması gerekir. Böylece, dünyada ve ahirette felaketlerden, sıkıntılardan kurtulmak ve o iki cihan efendisinin şefaatine kavuşmak nasip olur. Cömertliğin zıddı olan cimrilik; Allah-u Zülcelal'in gazabına sebep olan çirkin bir sıfattır. Bu sıfat, sahibini hem dünyada hem de ahirette perişan eder.

R653101

Efendimiz (sav)'in Allah sevgisi

Sağlam rivayetlerde şöyle bildirilmektedir: "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem geceleri o kadar uzun süre kıyamda dururdu ki, mübarek ayakları şişerdi. Bunu gören bazı sahabe: "Ey Allah Resul’ü, Allah seni zaten bağışlamıştır. Bu kadar eziyete niçin katlanıyorsunuz?" deyince Hz. Peygamber (sav): "Ben de Allah'a çok şükreden bir kul olmayayım mı?" buyurdu. (Buhari, Müslim)

Bazı alimler şöyle demişlerdir: "İnsanlar, Hz. Peygamber (sav)'in o kadar fazla ibadet edişini Allah korkusundan sanıyorlardı. Çoğuna göre O, günahtan arındırılmış olduğu için böylesine ağır ibadetlere katlanmak zorunda değildi.
Hz. Peygamber (sav) verdiği cevapla bu şüpheyi gidererek, bunun sebebinin Allah korkusu olmayıp, Allah sevgisi olduğunu bildirmiştir."

Yine rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) geceleyin kalkar, ara sıra dua ve niyazda bulunur, bazen mezarlığa gider ve: "Gece yarısının sessizliğinde Allah Teala (rahmetiyle) dünya semasına iner." buyururdu. (Buharı, Müslim, İbn Mace)

Hz. Peygamber çoğu zaman şöyle dua ederdi: "Allah'ım! Senden sevgini ve seni sevenlerin sevgisini ve senin sevgine ulaştıracak ameli talep ediyorum. Allah'ım! Senin sevgini nefsimden, ailemden, malımdan, soğuk sudan daha sevimli kıl." (Tirmizi)

İşte Hz, Peygamber (sav) böyle dua etmiş ve Allah-u Teala'dan sevgisini ve Allah'ı sevenlerin sevgisini talep etmiştir. Biz de Hz. Peygamber (sav)'e mutabaat yaparak, Allah-u Zülcelal’den sevgisini ve O'nu sevenlerin sevgisini istersek, inşallahu teala bizlere bu sevgiyi verecektir.

Kaynak: Seyda Muhammed Konyevi (ks), Örnek İnsan ‘Hz. Muhammed (sav); Reyhani Yayınları, Konya.

Benzer Konular

9 Nisan 2009 / ayşe nur Soru-Cevap
15 Ekim 2018 / Şeb-i Yelda Hz. Muhammed
3 Haziran 2014 / Ziyaretç Soru-Cevap
8 Haziran 2014 / Misafir Cevaplanmış
30 Ağustos 2009 / Misafir Soru-Cevap