Arama

Medya ve Şiddet

Güncelleme: 5 Ekim 2008 Gösterim: 18.630 Cevap: 3
karayel - avatarı
karayel
Ziyaretçi
22 Ağustos 2008       Mesaj #1
karayel - avatarı
Ziyaretçi
Medya ve Şiddet

Medyadaki şiddet içeren yayınların olumsuz etkileriyle ilgili gözlem ve araştırmalar uzun yıllardır süregelmektedir. Yapılan araştırmalar, medyada yayınlanan, özellikle de televizyonda yer alan şiddet olaylarının, toplum genelindeki saldırganlık oranları üzerinde istatistiksel olarak anlamlı düzeyde bir artışı tetiklediğini ortaya koymaktadır.
Sponsorlu Bağlantılar

Bu olumsuz etki özellikle, işsizlik, ekonomik kriz ve politik belirsizliklerin olduğu az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde daha belirgindir. Bireysel boyutta ise, 0-6 yaşlar arası çocuklar ve 13-21 yaşları arasındaki ergenler bu yayınlardan ve olumsuz modellerden en fazla etkilenen, yüksek risk grubunda yer almaktadırlar. Gerek bireysel gerekse toplumsal boyutta, söz konusu olumsuz etkileri minimuma indirgeyebilmek adına; medya mensupları, aileler ve uzmanların bilinçli ve sağduyulu bir işbirliği içinde olabilmesi önemlidir.

Medyanın değerlerimizi, tutum ve davranışlarımızı şekillendirmede ne denli bir etkileyici güç olduğunu, son yıllarda basına ve klinik ortamlarımıza yansıyan birçok vaka örneği ile daha da net bir biçimde gördük. İçinde “bu akşam ölürüm, beni kimse tutamaz” sözleri geçen bir şarkının ardından köprüden atlayan ergenleri, “temel içgüdü” ve “testere” filmlerinin ardından gördüklerinin aynısını uygulayan genç insanları, tecavüz sahnelerini oyun zannedip arkadaşları üzerinde uygulamaya kalkan çocukları, “erkekliğin kitabını yeniden yazan” delikanlıları ve onlara hayranlık duymayı öğrenen, adeta tokat yemeyi hayal eden genç kızları, ve tabii ki “kurtlar vadisi” ile birlikta mafya olmaya iyiden iyiye öykünen ”Polat”ları, “Çakır”ları sanırım hepimiz farkediyoruz.

Günümüzde televizyon, tüm kitle iletişim araçları içerisinde belki de en kolay erişilen ve en yaygın kullanılan araç olması nedeniyle, en etkili öğrenme kanalı olarak da dikkat çeker. Çocuklar ve ergenler gittikçe daha fazla vakitlerini televizyon ve bilgisayar karşısında geçirmeye başladılar. Başta televizyon programları, filmler, çizgifilmler, diziler ve bilgisayar oyunları olmak üzere, tüm kitle iletişim araçlarında yer alan şiddet, vahşet ve saldırganlık son yıllarda dikkat çekici ve düşündürücü bir hal almıştır. Buna paralel artan ve özellikle çocuklar ve gençler arasında yaygınlaşan, öldürme, yaralama, kavga, taciz, tecavüz ve tehdit gibi şiddet olayları; medyada yer alan şiddetin çocuklar ve ergenler üzerindeki etkisini araştırmanın gerekliliğinin altını çizmiştir. Doğrudan nedensel bir ilişkiden söz etmek zor olmakla birlikte, yapılan bilimsel araştırmalar; televizyon ve medyada izlenen şiddetin, gerek kısa gerekse uzun vadede, çocukların duygu, düşünce, değer, tutum ve davranışları üzerinde, tetikleyici, hızlandırıcı ve özendirici bir etki gösterdiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Televizyondaki şiddet 4 açıdan dikkat çeker ;

1. Şiddetin sıklığı ve süresi
2. Şiddetin ayrıntıları, canlılığı
3. Şiddetin sunuluş biçimi, hikaye örüntüsü
4. Şiddetin sonuç ve etkilerinin gösterilip gösterilmediği

Medyanın sorumlulukları ;

Araştırmaların ortaya koyduğu gerçekler ışığında, medya mensuplarıyla, ailelerin ve uzmanların yapıcı bir işbirliği içinde olması gerek bireysel gerekse toplumsal açıdan olumlu sonuçlar vermektedir.

Örnekse, İsviçre ve Avusturya´da medya ile işbirliği, hem şiddet içeren yayınların azalmasını hem de yayınların içeriklerinin olumlu ve yapıcı yönde değişimini sağlamıştır.

Öncelikle şiddet içeren yayınların etkileri konusunda başta medya mensupları olmak üzere; anne ve babaların, eğitimcilerin, çocukların, ergenlerin ve genç erişkinlerin bilgilendirilmesi gereklidir. Ebeveynlerin, bu konuda bilinçlendirilmesi ile çocuk ve ergenlerin bu tür yayın veya filmleri izlemesi sınırlandırılmalıdır.

Yayınlanan film, dizi, çizgifilm, haber bültenleri ya da şov programlarında, şiddetin yöntemiyle ilgili tanımlardan, detaylı görüntüler ve canlandırmalardan mümkün olduğunca kaçınılmalıdır. Şiddet içeren olay, kurgu, haber veya intihar sahnelerinin, çocuklar ve ergenlerin seyretmesini engelleyecek ölçüde, yayın öncesinde uyarılara yer verilmelidir. Bu uyarılar anne babalar tarafından hassasiyetle dikkate alınmalıdır.

Şiddet içeren durum, olay ve temaları mümkün olduğunca görselleştirmemek ve tekrar tekrar vermemek oldukça önemlidir. Bu tür görüntüler, başta çocukları, ergenleri ve genç erişkinleri olmak üzere tüm insanları travmatize edici özellikte olup, kaygı, korku ve gerilim yaratmakta, buna paralel olarak da insanları şiddete, ölüme, acıya, kana ve kayıplara karşı duyarsızlaştırmaktadır. Aynı zamanda yine bu görüntüler, çocuklar ve gençler için çarpık ve yanlış davranış modelleri oluşturarak, sağlıksız değer, tutum ve davranışlar benimsemelerine zemin hazırlamaktadır.

Serap Alptekin

karayel - avatarı
karayel
Ziyaretçi
22 Ağustos 2008       Mesaj #2
karayel - avatarı
Ziyaretçi
MEDYA ŞİDDET DOĞURUR MU?

Sponsorlu Bağlantılar


Okullarda şiddeti önlemeye yönelik olarak son günlerde çeşitli kampanyalar düzenleniyor. Şiddet eylemlerinin yaygınlaşmasının birçok nedeni arasında medyadaki şiddet gösteriminin de önemli bir payı olduğundan söz ediliyor. İletişim biliminde ise medyada şiddet gösteriminin insan davranışı üzerine etkileri konusunda üç farklı hipotez mevcut. Ancak resmi raporlar televizyondaki şiddetin, şiddeti artırdığını söylüyor.



ARINDIRIYOR MU, ARTIRIYOR MU?

Medyada şiddet gösterimine ilişkin hipotezlerden ilki “arındırma” yani katarsis hipotezi. Buna göre, televizyonda şiddet izlemek, saldırganlığın başkası tarafından açığa vurulması yoluyla, saldırganlığı azaltmaktadır. Dolayısıyla kişiler televizyonda şiddet görüntülerini izledikçe, içlerindeki saldırganlık başkası tarafından açığa vurulduğu ya da eyleme getirildiği için bu tür davranışlar azalmaktadır.

İkinci ve üçüncü türdeki hipotezlerde ise bu görüşün tam tersi savunulmakta ve televizyonda şiddet seyretmenin gerçekte saldırgan davranışların artmasına öncülük ettiği ileri sürülmektedir.
“Taklit” hipotezine göre, insanlar saldırgan davranışları televizyondan öğrenmekte ve daha sonra kendi hayatlarında yeniden saldırgan davranışlar üretmektedir. Başka bir deyişle insanlar televizyonda gördükleri şiddet davranışlarını gerçek yaşamda taklit etmekte ve uygulamaktadır.
İlkokul çağındaki çocuklara “büyüyünce ne olacaksın?” diye sorulduğunda “Polat Alemdar” ya da “Memati olacağım” yanıtını vermelerinin nedeni belki de budur. Çocuklar televizyondaki kahramanları rol modeli olarak almakta ve onlara öykünmektedir. Geçmişin Cüneyt Arkın ya da Bruce Lee taklitlerinin yerini günümüzde çoğunlukla mafya türü örgütlenmeler içinde yer alan kanun dışı ve şiddet yanlısı televizyon dizilerinin kahramanları almıştır. Bu dizilerdeki takım elbiseli, beyaz gömlekli, gravatsız erkek giyim tarzı ve bu tarza ait davranış kalıbının sokaktaki gençler arasında giderek yaygınlaştığı görülmektedir. Sınıftaki öğretmeniyle, anne ve babasıyla geçirdiğinden çok, ekran karşısında vakit geçiren çocuk ve gençler, ekrandan duydukları ve gördüklerini tekrarlamakta ya da taklit etmektedir. Sonra da dört yaşındaki bir çocuk, televizyonda izlediği bir sahneden etkilenerek babasına şunu sorabilmektedir: “Annem bir erkek arkadaşı ile lokantada yemek yerse, ne yaparsın?”.

ŞİDDETİN KONTROLÜNÜ KAYBETME

Üçüncü hipotez olan “engellememe” öngörüsü de televizyonun insanların diğerlerine karşı olan saldırganca davranışlarına engel olmasını azalttığını savunmaktadır. Dolayısıyla televizyondaki şiddet, diğer insanlarla ilişkide şiddetin kabul edilebilir bir yol olduğu şeklinde genel bir kural öğretebilmektedir. Eş deyişle televizyonda şiddet gösterimi insanların şiddet davranışlarını yaşamın bir parçasıymış gibi ya da normal bir şeymiş gibi algılamalarına ve şiddetin bu şekilde yayılmasına neden olmaktadır.

Özellikle trafikte insanların sanki gayet normal bir şeymiş gibi giderek daha fazla oranda birbirlerine bağırır çağırır hale gelmeleri, kadına yönelik şiddetin artık kanıksanmış bir hal alması, sesini yükseltmekten, bir insanı öldürmeye kadar tüm şiddet uygulamalarının hayatın bir parçası gibi algılanmaya başlanması sanırım engelleme hipotezi ile açıklanabilecek niteliktedir.
Yurt dışında olduğu gibi ülkemizde de televizyonda şiddet gösterimi üzerine yapılmış içerik analizi çalışmaları mevcuttur ve bu çalışmaların pek çoğunda normal bir insanın gerçek yaşamında tanık olacağından çok daha fazla oranda şiddet gösterisini televizyonda izlediği vurgulanmaktadır. Örneğin bu çalışmalardan biri, bir çocuğun 12 yaşına kadar 13 bin 400 ölüm dahil 101 bin şiddet olayını televizyonda izleyeceğini göstermektedir.

Aynı çocuğun gerçek yaşamda kaç ölüm ya da şiddet olayı ile karşılaşabileceği tahmin edildiğinde ise televizyondaki şiddet gösteriminin boyutları daha kolay anlaşılabilmektedir. Gerçek yaşamda hiçbir ölüme bu kadar yakın tanık olmayan çocuklar, televizyonda her gün onlarca ölüm ve şiddet görüntüsü ile karşı karşıya kalabilmektedir.

RAPORLAR NE DİYOR?

ABD’li bilim insanları Werner Severin ve James Tankard’ın Communication Theories (İletişim Kuramları) adlı kitaplarında belirttiklerine göre bu üç hipotez üzerine yapılan yüzlerce çalışma arasında en çok destek, arındırma hipotezine verilmiştir.

Çoğunlukla laboratuar ortamında deneklere şiddet filmleri gösterilerek yapılan araştırmalara yönelik en önemli eleştiri bunların yapay olduğudur. Çünkü insanların laboratuar ortamında gerçek hayattan farklı olarak saldırgan davranışlar gösteremeye daha gönüllü olabileceği ileri sürülmektedir. Ancak 1959 ve 1960’ta gençler üzerine yapılan saldırganlık araştırması, gerçek yaşamda da televizyonda izlenen şiddetin saldırgan davranışların artmasına yol açtığını ortaya koymuştur.

Bilimsel araştırmaların ardından 1972 yılında ABD Halk Sağlığı Başkanlığı danışma komitesi, televizyon ağlarını temsil eden üyelerin de etkisiyle “yumuşatılmış” bir rapor hazırlamıştır. Aynı raporun “güncelleştirilmiş hali” olarak kaydedilen 1982 yılında Akıl Sağlığı Ulusal Enstitüsü’nün raporunda ise şu görüşlere yer verilmiştir:

“10 ya da daha fazla yıldır süren araştırmadan sonra, araştırma komitelerinin pek çoğu arasındaki görüş birliği, televizyonda şiddetin, programı izleyen çocuk ve gençleri saldırgan davranışlara yönelttiğidir. Bu sonuç laboratuar deneyleri ve anket çalışmalarına dayanmaktadır. Tabii bütün çocuklar saldırganlaşmaya başlamaz, ancak şiddet ve saldırganlık arasındaki karşılıklı ilişki pozitiftir. Büyüklük olarak televizyonda şiddetin, ölçülen diğer davranışsal değişkenler kadar saldırgan davranışla da kuvvetle karşılıklı ilişkisi vardır.” Peki, bilimsel veriler ve raporlar bu kadar açık iken acaba televizyon şirketleri, program yapımcıları, reklam verenler ve reklam ajansları, yasama, yürütme ve yargı güçleri, siyasiler, sivil toplum örgütleri ve televizyon programlarını denetlemekle yükümlü kurumlar bu konuda ne yapmaktadır? Bu sorulara da bir sonraki yazıda yanıt vermeye çalışacağım.

Doç. Dr. Erkan Yüksel

karayel - avatarı
karayel
Ziyaretçi
22 Ağustos 2008       Mesaj #3
karayel - avatarı
Ziyaretçi
MEDYA VE ŞİDDET KARŞITI KAMPANYALAR


Medyada şiddet konusunu ele aldığım bu üçüncü yazıda, şiddetin önlenmesine yönelik düzenlenen kampanyalardan söz edecek ve medyanın rolünü sorgulamaya çalışacağım. Bu bağlamda, öncelikle yakın zamanda gerçekleştirilen aile içi şiddetin önlenmesi ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi gibi kampanyalar hatırlanabilir.

“Hatırlanabilir” diyorum, çünkü her şeyin hızla unutulduğu bugünlerde, ancak hatırlanmaya çalışıldığında bu kampanyalar akla gelebiliyor. O nedenle de bunlar hakkında hafızaları fazla zorlamayacağım.



OKULLARDA ŞİDDETİN ÖNLENMESİ

Şimdi ise gündemde, Milli Eğitim Bakanlığı’nın önderliğindeki şiddet karşıtı kampanya bulunuyor. Bakanlığın UNICEF’in teknik desteğiyle hazırladığı “Eğitim Ortamlarında Şiddetin Önlenmesi ve Azaltılması Strateji ve Eylem Planı” mart ayında İstanbul’da gerçekleştirilen üç günlük sempozyumla tanıtıldı.

Bu toplantıda medyanın; aile ve çocukların bilinçlendirilmesi konusunda planlanan ve uygulanan çalışmalara destek vermesi, şiddetle mücadele alanındaki olumlu gelişmeler üzerinde yoğunlaşarak, okullarla ilgili haberlerin yayınlanmasında daha özenli davranması ve okulun faaliyetleri ve başarıları ile ilgili bilgileri kamuoyu ile paylaşarak okulu desteklemesi gerektiği sonucuna varıldı.

Yaklaşık yedi ay sonra, 31 Ekim günü Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, “medya aracılığıyla toplumun dikkatini çekmeye yönelik yapılacak çalışmalara destek için” medya sorumlularının davetli olduğu bir toplantı düzenledi.

Türkiye’de 60 bin okul ve bunlarda yaklaşık 15 milyon öğrenci bulunduğunu belirten Bakan Çelik’in ifadesine göre, okullarda yapılan dört aylık tespit, bir günde 19 olayın meydana geldiğini ortaya koyuyor. Bu sonuç okullardaki şiddetin boyutlarını sergiler nitelikte, ancak Çelik’in yorumuna göre henüz “vahamet” boyutunda değil.

Yine Bakan Çelik’in ifadesine göre, öğrenciler ortalama hesapla, bir yılda 1056 saatini okulda geçiriyor. RTÜK’ün izlenme oranlarına göre de aynı öğrenciler, bir yılda 1279 saatini televizyon seyrederek geçiriyor. O halde, televizyonun çocuklar ve gençlerin hayatındaki yeri ve payı azımsanmayacak bir oranda ve bu durumun önemle incelenmesi gerekiyor.
Bakan Çelik, toplantıda beş yıllık bir eylem planı hazırladıklarını ve bu çerçevede sanat, medya, spor çevreleri, öğrenciler ve velilerin de yar aldığı bilgilendirici televizyon spotları hazırlandığını açıkladı.

Televizyondaki şiddet gösteriminin boyutları düşünüldüğünde bu spotların ne kadar etkili olacağı ve düzenlenecek kampanyanın daha başka hangi unsurlarla destekleneceği henüz bilinmiyor.

Bununla birlikte, şiddet konusunun tüm yayın içeriğinde, yani haberler başta olmak üzere, dizi filmler ve diğer programlarda da gözden geçirilmesi gerekiyor. Çünkü şiddet davranışına neden olan unsurların bir bölümü, daha önceki yazılarda da ifade ettiğim gibi televizyondan öğreniliyor.

Yoksa reklam spotlarında “şiddete hayır” denilip, diğer yanda; örneğin filmlerde ve haberlerde, şiddet gösterilmesi çelişkili bir durum yaratacakmış gibi de görünüyor. Aynen “sigara zararlıdır” diyen, ancak teneffüslerde öğrencilerin gözleri önünde sigara içen öğretmenler gibi…

VAZGEÇMEK AMA NE KADAR?

Öte yandan televizyon programcılığı adına şiddet, aynen cinsellik ve korku temaları gibi izleyici garantisi olan cazip temalardan birisi. Bu nedenle de şiddet gösterisi, televizyon programcılığının ilk dönemlerden beri kullandığı vazgeçilmez unsurlar arasında.
Şimdilik şiddet karşıtı kampanyaların haberlerini veren, duyurumunu yapan ve reklam spotlarını yayınlayan medyanın, şiddet sorununun bir parçası olarak, kendi sorumluluk alanı içinde daha farklı neler yapacağı, program içeriklerinde şiddet gösterisinin cazibesinden ne kadar vazgeçebileceği ciddi bir merak konusu.

Çünkü televizyon yayıncılarının sahip oldukları toplumsal sorumluluğun bilincine vararak gerekeni yapmaları bekleniyor. Yani televizyonda her türlü şiddet gösteriminin toplumdaki şiddet davranışını bir şekilde etkilediğinin farkına varmak ve yayınlanan örnekler üzerinde düşünmek gerekiyor.

Ancak bu anlamda; her niye ise, “yapılması gerekenin” ne olduğu ve ne kadarının, ne şekilde yapıldığı ya da yapılmadığı tartışmaya neden oluyor. Çünkü geçen yazıda ifade ettiğim gibi RTÜK’ün zorunlu kıldığı “akıllı işaretler” uygulamasında bile televizyon yöneticileri “uyarı” almak zorunda kalıyor. Dolayısıyla, nerede kaldı gösterilen içeriğin hangi etkiyi ya da sonucu doğuracağını düşünmek?

Elbette toplumdaki şiddet davranışlarının tüm suçunu ve sorumluluğunu medyaya atmak ve başta dünyanın ve ülkenin toplumsal ve ekonomik ortamını dikkate almamak da doğru bir yaklaşım değil.
Bu nedenle; aslında sorunun daha fazla ilerlememesi için sorumluluğun, en temelde, ülkemizdeki tüm duyarlı bireyler tarafından da hissedilmesi ve ona göre davranılması gerekiyor.
Başta televizyon şirketleri, program yapımcıları, reklam verenler, reklam ajansları olmak üzere, toplumdaki tüm bireylere, kurumlara, hükümet güçlerine ve siyasilere de bu anlamda görev düşüyor.

Sivil toplum örgütlerinin ve RTÜK’ün de bu konuda yapması gereken ve yapabileceği daha fazla şeyin olması arzu ediliyor.

Düzenlenen kampanyaların ise daha somut sonuçlara ulaşılması bekleniyor. Bir anlamda da “temel atma törenlerinin görkemli açılışlara dönüşmesi” gerekiyor. Ancak inanıyorum ki, bu kampanyalar birer başlangıç ve aynen sigaranın sağlığa zararlarının topluma anlatılması gibi şiddetin de bilinçlendirme yöntemleriyle üzerine gidilebilir. Bu anlamda daha yapılacak çok şey olduğu ortadadır.

Doç. Dr. Erkan Yüksel
karayel - avatarı
karayel
Ziyaretçi
5 Ekim 2008       Mesaj #4
karayel - avatarı
Ziyaretçi
ÇOCUKLAR TELEVİZYONDAKİ ŞİDDETTEN NASIL KORUNUR?

DOÇ. DR. ERKAN YÜKSEL


Önceki yazıda bilimsel araştırmalardan hareketle televizyondaki şiddet gösteriminin şiddet davranışına dönüştüğüne ilişkin önemli veriler üzerinde durmuş ve bu şiddet karşısında kimlerin ne yaptığını sormuştum. Bu yazıda ise Amerika Birleşik Devletleri’nin “uyarı işaretleri” ile ülkemizdeki “akıllı işaretler” uygulamaları üzerinde duracağım. “Çocuklar televizyondaki şiddetten nasıl korunur?” sorusuna bu boyutu ile yanıt vermeye çalışacağım.


UYARI İŞARETLERİ
Günümüzde ABD’de radyo ve televizyonların yayın düzenini FCC (Federal İletişim Komisyonu) sağlamaktadır. Doğrudan Kongre’ye bağlı, bağımsız bir düzenleyici devlet kurumu olan FCC, 2000 yılında televizyon yayımlarında yer alan şiddetin düzeyine göre uyarıcı işaretler konulması zorunluluğu getirmiştir.
1997 yılından beri televizyon yayıncılarının gönüllü katılımıyla uygulanan Ebeveyn Televizyon Rehberi (TV Parental Guidelines) sisteminin uzantısı olarak V-chip teknolojisini kullanmak artık yasal bir mecburiyettir.
Çocukların şiddet içerikli yayınlardan korunması amacıyla kullanılan bu teknoloji, anne ve babaların televizyonlarını programlayarak çocukların izlemesini istemedikleri programların izlenmesini önlemeyi sağlamaktadır.
Çoğu televizyon programı belirli bir kategori ile kodlanmakta ve program başladığında ilk 15 saniye içinde bu kod televizyon ekranının bir köşesinde yer almaktadır. Ayrıca bu kodlama, televizyon programı rehberlerinde gösterilmektedir. V-chip teknolojisi ise ekranda beliren kodu okuyarak televizyon yayınını engelleyebilmekte ve programın izlenmesini önleyebilmektedir.
ABD’de izleyenlerin yaş gruplarına ilişkin yedi, program içeriklerine ilişkin de dört temel uyarı kodu kullanılmaktadır. İki ve altı yaş çocukları da kapsayan, tüm çocukların izleyebileceği türden programlar, yedi yaş ve üstü çocukların izleyebileceği programlar, tüm izleyiciler için izlenebilir nitelikteki programlar, ebeveynlerin önerisini gerektiren programlar, ailelerin güçlü bir biçimde uyarıldığı ve dikkat etmeleri istenen programlar, erişkin izleyiciler için programlar ve yalnızca yetişkinler için programlar ayrı ayrı sınıflandırılmıştır. Program içeriklerine bağlı olarak ise bu yaş grupları ile birlikte şiddet, cinsel içerik, bayağı dil ve açık-saçık, imalı konuşma içeren programlar da kodlanmaktadır.
Dolayısıyla ABD’de televizyon programlarında belirli kodlar kullanılmakta ve istenirse program türüne göre televizyon yayını teknolojik imkânlar çerçevesinde engellenebilmektedir.
Peki, bu uygulama ne kadar başarı sağlamaktadır? Tartışma götürür. Ancak hiç yapılmıyor ya da kısmen yapılıyor olmasından daha iyi bir uygulama olduğu açıktır.
AKILLI İŞARETLER
Ülkemizde ise Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) 23 Nisan 2006’da başlattığı “Akıllı İşaretler” uygulaması, ilk bakışta ABD’deki örneği çağrıştırmaktadır. Ancak içeriği ve uyguladığı teknoloji bakımından arada kimi farklılıklar dikkati çekmektedir.
Akıllı İşaretler, televizyon yayınlarının içeriğiyle ilgili bilgilendirici bir sınıflandırma sistemidir. Anne ve babalara televizyon programlarının türü konusunda, program yayını başlamadan önce bilgi vererek program tercihinde yardımcı olmayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla teknoloji sayesinde otomatik program tercihi ve denetimi yerine, bir anlamda ebeveynlerin televizyon karşısında, uzaktan kumanda cihazı ile denetimini öngörmektedir.
Programların “zararlı içeriği” ise, şiddet ve korku, cinsellik ve örnek oluşturabilecek olumsuz davranışlar şeklinde tanımlanmıştır. Programlardan etkilenme düzeylerine göre yaş grupları da tüm izleyici, 7 yaş, 13 yaş ve 18 yaş olmak üzere dört kategoride sınıflandırılmıştır.
Her ne kadar bu kategorilerin yeterliliği ve içeriği tartışılabilir olsa da RTÜK, 25 Ekim 2006’da medyaya yansıdığına göre, bu hali ile uygulanan akıllı işaretlerin bazılarının hatalı kullanıldığını açıklamış ve televizyon yöneticilerini uyarmıştır. Dolayısıyla, bir anlamda, akıllı işaretlerin akılsızca ya da “çok akıllıca (!)” kullanıldığını ifade etmiştir.
İKİSİ ARASINDAKİ FARK
ABD’deki ve bizdeki uygulama birbiriyle karşılaştırıldığında öncelikle teknolojik farklılıktan söz etmek gereklidir. ABD’de televizyon izleyicisinin program tercihine fırsat veren bir teknolojik imkândan yararlanılmakta iken bizde bu kontrol ebeveynlere aittir. Ancak her ne kadar teknolojik yardım söz konusu olsa da ABD’deki teknolojinin kullanımı da yine ebeveynlerin sorumluluğundadır.
Televizyon programlarının kodlanması anlamında da bir farklılık dikkati çekmektedir. ABD’deki kodlama bizdekine göre daha fazla çeşitliliğe sahiptir. ABD’de yedi yaşın altına ilişkin bir, ebeveynlerin önerisine ilişkin iki ayrı kategori daha mevcuttur. Ayrıca erişkinler için programlar konusunda da iki ayrı kategori daha vardır.
Program içeriklerine yönelik olarak her iki tarafta da dörder kategori bulunmaktadır. Ancak şiddet ve cinsel içerik dışındaki iki kategori birbirinden farklıdır. ABD’de bayağı dil ve açık-saçık, imalı konuşmalar kategorileri bulunurken bizde korku ve örnek oluşturabilecek olumsuz davranışlara ait iki kategori bulunmaktadır.
Sonuç olarak iki sınıflama sistemi birbiri ile karşılaştırıldığında bizdeki uygulamanın hedef kitle anlamında biraz daha dar kapsamlı olduğu söylenebilmektedir. Ancak bu dar hali ile bile uygulamada ortaya çıkan sorunlar, uygulamayı anlamsız hale dönüştürebilecek tehlikeyi yaratmaktadır. Her ne kadar bizdeki uygulama, geç kalınmış ve sorunlu bir uygulama gibi görünse de önemli bir ilk adımdır ve bu nedenle mutlaka konunun üzerinde ısrarla durmak ve teknolojik alt yapıyı da buna uygun şekilde geliştirmek gereklidir. Bir sonraki yazıda ise şiddet konusunda kimlerin ne yaptığı sorusu ile ilişkili olarak düzenlenen kampanyalardan söz edeceğim.
Son düzenleyen NeutralizeR; 10 Mart 2016 22:59

Benzer Konular

28 Ekim 2016 / ThinkerBeLL İletişim Bilimleri
22 Aralık 2011 / kompetankedi Sağlıklı Yaşam
13 Mayıs 2017 / B.L.A.C.K Psikoloji ve Psikiyatri
7 Eylül 2015 / SiyahLALE X-Sözlük
10 Mart 2016 / Misafir Cevaplanmış