Arama

Anlayana - Sayfa 38

Güncelleme: 26 Kasım 2018 Gösterim: 623.747 Cevap: 3.995
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Kasım 2006       Mesaj #371
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Adı yok bunun

Sponsorlu Bağlantılar
Bundan böyle
Gökyüzüne bakmam gayrı..
Ne bir yıldız seçerim
Ne beyaz çalarım buluttan...
Başım önde usuldan geçerim
Düşlerimde yer bulan sokağından...
Sildim masum yüzünü
Bütün günahlarımdan...
Artık konuşmam gayrı
Doldurup cebime özlemleri
Sigaramda çektiğim nefes olursun..
Arada bir aklıma düşer gözlerin
Keskin bıçak gibi değer de sözlerin
O vakit gelir, yüreğime dokunursun...
Bıraktığım izler kaybolur
Hüznün yağmurda boğulur,
Beni göz yaşında bulursun
Adı yok bunun
Zamansız bir sorgunun
Cevapsız, halsiz, yorgun
Mahkumuyum ben...
Usulca, kayıp düştüm gözlerinden
Bulma beni...
Bulduğun gün...
Bende yorulursun...
feather

the_pretty - avatarı
the_pretty
Ziyaretçi
6 Kasım 2006       Mesaj #372
the_pretty - avatarı
Ziyaretçi
Ne Yapsam

Sponsorlu Bağlantılar
o siyah gozlerin aklimda eser
inanki ruhum seninle gezer
gurbet ellerri oldu bak mezar
ne yapsam ne etsem donemiyorum

bak resmimde gozlerimin derinliklerine
birazcik umidi cok gorme benim sevgime
umitsiz bir asktan sevgi beklenmez
ne yapsam ne etsem diyemiyorum

sevgi dolu bir askla kisat yolunu
allahim yalvaririm uzme kulunu
goster bana goster sevgi yolunu
ne yapsam ne etsem gidemiyorum

Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
6 Kasım 2006       Mesaj #373
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Gelinciğim kızıl yüreklim
Yanmdayken bile özlediğim
Sevgilim , sevdiceğim...

Korkuyormum anlasana
Ya benim gözlerimle bakan olursa sana
Ya gül tenine başkası dokunursa...

Korkuyorum anlasana
Birisi çeliverirse aklını
Bir deli rüzgar savurursa uzaklarıma...

Korkuyorum anlasana
Başını yaslarsan başka omuzlara
Başka eller düşerse avuçlarına...

Korkuyorum anlasana
Kabuslarım olur başka dudaklar değse dudaklarına
Ölümüm olur yabancı kollar bedenini sarsa...

Korkuyorum anlasana
Sana ben kadar yakın
Sana sen kadar yakın
Sadece ben olayım yanında
Bütün saçmalamalarım korkumdan anlsana...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Kasım 2006       Mesaj #374
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
afrika
djfun_krbtk - avatarı
djfun_krbtk
Ziyaretçi
6 Kasım 2006       Mesaj #375
djfun_krbtk - avatarı
Ziyaretçi
Üzerine
Gün doğmamış düşler,
Sayıkladığında kırık rüzgar baladlarını
Kaç aşk boyudur zaman
Bilir misin?


Sessizliğime saklanıp
Dolaşırken kuytularımda
Hayat yalınayak bir öpücük,
Baharsa düşmekte saçlarından.

Kahküllerinde damıttığım gözyaşlarım
Ruhunda imbiklenişler ,
Hayallerimi yatırışlarım!!!
Sonrası bir dala tutunma arzusuyla
Goncalarında jale olmak.

O gecenin sabahında
Sen daha gözlerini açmadan,
Süren rüyalarının bir yerinden
Sokuluvereceğim irem bahçelerine.


Biliyorsun ki
Dünden kalan ve de yarına ait
Her şeyi yaktım gözlerinde...

Şimdi senle sarılıp sımsıkı
Poz vereceğiz güneşe ve
Ölümsüz kılmak için zamanı
Tâb olacağız gökyüzüne.

Odanın bir yerlerinde unutulmuş
Bir zamanların şaşaalı Müzik Dolabından
Bir kırkbeşlik sarıverecek sevdayı.
Ardından
Sana yazdığım o şarkının
La minör çırpınışları aksedecek
Şöminenin alaz senkromlarında.

“Gözlerine uygun renk bulamadım
Hangisi olsa içim yanıyor
Tenine uygun çiçek bulamadım
Hepsi kokusunu senden alıyor…” ***

Bittiğinde Şarkımız ;
Uzanıp söyleyen dudaklara,
Kaydedeceğim Veda buselerini
Sevda demirbaşlarına.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Kasım 2006       Mesaj #376
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
çamurlu kaplı duraklar
çökerim karalara ayça
erişilmek istenmez
başka bir dünya.
kirli camlar ardında…
göremediğimiz, görmek istemediğimiz
toprak, gözyaşı , harç
gecekondu dünya.
gözpınarı çavlan
yıkar geceleri…
çıkmaz sokaklar
kuytusundaki dünya !
çehreler hevenk hevenk çığlık
mor menekşe
alaz…
aslı zalim dünya !
geldikleri gibi sessiz…
melul gidişler… iz bırakmadan hiç !
Bebeğin adı bile yok !
Kime mavi bu dünya ?
feather
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Kasım 2006       Mesaj #377
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
PAYIMA DÜŞÜNMEK YİNE..DÜŞE DÜŞMEK KALDI…

Payıma Düşünmek Yine… Düşe Düşmek Kaldı…
Astım hislerimi saçlarından, çırpınışları değiştirmez fikrimi
Yaşam, ölürken derin çizgiler bıraktı yüzlerinde; buruşuk ve kederli…
Paylarına her dem yıkım düştü de, yar oldular yine de cümlelerime

Diyorum ki konuşurken kendimle;
Yaşarken derinlere inmeseydim böyle
Kaybolur muydum bulunmak ümidiyle…

Herkesten başka türlü sevmeseydim,
Unutulur muydum vefanın alnından vurulduğu kalplerde.
Her an yakacak bir ateş topu gibi yürüseydim üstüne üstüne
Yanar mıydım hiç?

Diyorum ki;
Peşimi bırakmayan içimdeki;
Sen! Suçlusun…
Suçun; mikrobik bir ortama steril bir çocuk olarak yetiştirilmek.
Kirli elleri mavilerine dokundurtmamaya yemin et
Sana düşen bunu baştan kabullenmek

Sürgünsün gülüşünün yara açtığı yüzlere.
Mahkumsun, hitabı bir kelam olsun yüreğine akan
hayalet sevgilere…

Bil ki avunacağın bir serap bile yok,
Hiç kimse senli zamanlarını senin kadar biriktirmeyecek
güncesinde, senin kadar dillendirmeyecek her halini, sözlerini,
gülüşlerini; varlıklarına, can vermek özlemiyle…
Hıı! Ahde vefa kalmadı unutmaya müptela gönüllerde…

Yakıp küllerini savurmak bu kadar mı zor?
Terk edip kalplerini…
Sana reva gördükleri karanlıklara; onları,
onların yaptığı gibi gömmek bu kadar mı zor?

Yalnızız… Yalnızsın!
Onlar kadar sen barınmaz, yüzeyselliğe vurgun beyinlerin
mertlikten arınmış yüreklerinde…

Geçit vermez sarp dağlarından, soğuk ve sığ denizlerinden,
beynine bir yığın cevapsız soru, kalbine bitimsiz bir sızı, ruhuna bezgin ve her bahar gibi mutsuz bir mevsim emanet eden iklimlerinden kurtulamadın,
ders alamadın ihanetlerinden…

Uslanmadın mı? Yine akladın mı onları
Kelimelerin kırık… Bırak ellerini kendinden kaçanların…
Yüzüne kapanan kapıların ardındaki muammaların matemini yükleme,
ağırlığından yorgun düşmüş omuzlarına böyle

Bak!
Yine izledin aynı filmi…
Yaşam sanki her dem korur senden sevdiklerini,
Sevilmeyi aslında hiç, hak etmeyenleri…
Nedeni basit ama yüzyıllardır çözülemedi…

Yaşam; sen önemsedikçe pamuk ipliğine bağlı ilişkileri
Ayakta tutmaya çalıştığın ölçüde sakınır senden;
seni ayakta tutan her şeyi

İşte sırf bu yüzden, sen bir dala tutundun diye kırılabilir.
Nehirler kuruyabilir susuzluğuna inat.
Muhtaç olduğun bir can; tanışan kalplerinizden dolayı var olan gönül bağınızı,
sana hiç sormadan koparabilir.
Bu gönül bağının birbirinizin üzerinde varettiği doğal hakkınızı,
sana sırtını çevirerek ödeyebilir…
Neden diye sorma hiç, arkasına saklanır yaşamın çocuklar gibi…

Haksızlığı bağırarak kanıtlayamazsın;
Sevgi, vefa, özlem, masumiyet fısıldar haykıramazsın…
Erdemlerini yaşatma hevesi solsa da her defasında yüreğinin ellerinde,
Onları küflü duvarlara yazamazsın…
Kendinle bu kadar acımasız ve haksızca savaşamazsın.
Anlasana! Sen mutlu etmeden mutlu olamazsın…

Enkazların yıkık köşe taşlarıyken
Parçası olduğun bütünden kaçamazsın
Kaçtığın her kuytuda ona rastlarsın,
Her sabah aynaya yansıyan karanlık pencerelerin gibi…

Hem yaralayan, hem yaralarını saran ve her yolun sonunda
karşına çıkması kaçınılmaz olan yaşamdan soyutlanamazsın…
İçinde olduğunun dışına çıkamazsın.

Yoruldun mu, bu gün hangi ok yaralayacak bedenimi bekleyişinden?
Sen bütün okları kendine atarsın
Yoruldun payına düşecek kederi, gözlerinin karanlığına hapsetmekten.
Bıktın varlığını anlamlı kılan her şeye seni yabancılaştıranların, bakışlarının, sözlerinin, sevgiye biçtikleri değerin cimriliğinden…

Ah! Uslanmadın ne fayda!
Yüreğini soğutamadın…
Mağlupsun! Başı dik, suçu vefaya verdiği önemden sabit bir mahkumsun?
Harp yenilgileri yıldırabilir mi seni?
Sen yaşamla kavrulmaya, savrulup yeniden varolmaya mecbursun…

İçimdeki sen ve ben… Biz olabilen tek ve en sadık dostlarız.
Ve sen; ardıma düşen, aklıma düşen, öğrendiğim çaresizliklerin takvimisin.
Akrebi içimi zehirleyen…
Dünyamı dar eden de sensin, ruhumu budayan da sensin…
Öğretirken öldüren zamanın ta kendisisin.

Bırakma ellerimi, umutsuzluğa terk edemem seni…
Ya da bırak beni umutlarımı pay etme tükenmişliklere.
Kulak ver yüreğime ve dinle
Düşlerimden payıma; avuçlarımda kırık ümitler kaldı…
Bilirim ki payıma düşünmek yine; düşe düşmek kaldı…

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Kasım 2006       Mesaj #378
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yüreğimde Cam Kırıkları Var

Aklın alamayacağı kadar masum,
Şiirlere konu olacak kadar duygulu aşklar,
Kalbimi yerle yeksan eden ayrılıklar yaşadım.
Mutlu oldum çoğu zaman. Pamuklara sarıp sarmalayıp yüreğimin başköşesine oturttum aşkı.
Gözümden sakındım. Çocuksu heyecanlar yaşadım. Bir uçurtmanın kanadına takılıp avare deli divane döndüm durdum.
Hayat bana ben hayata daha bir güzel bakar oldum. Yatağına sığmayan nehirler gibi çağladım durdum.
Gözüm görmedi, kulağım duymadı dünya ayağımın altından kaydı gitti de haberim olmadı.
Hasret gelip kapımı çaldığında, sevdiğim yanı başımdayken birlikte nefes almayı,
elleri avuçlarımdayken tenine dokunmayı, gözleri gözlerimdeyken gülüşünü,
araya mesafeler girdiğinde ise varlığında yokluğunu, yokluğunda varlığını özledim.
Kıskançlık, sinsi bir düşman misali damarlarımda dolaşmaya başladığında, çiçekten, böcekten,
dokunduğu her şeyden, söylediği ya da söyleyeceği her sözden, olur olmaz her şeyden kıskandım.
Ve iki ezeli düşman...
Yalan ve ihanet... Beni arkadan vurmaya çalışan çift başlı hançer misali karşımda belirdiğinde, yüreğim yandı.
İçim acıdı. Kırıldım... İncindim... Gözyaşlarımı, mutsuzluğuma katık edip kardeşçe mutluluk oyunları oynadım.
Bir volkan misali kendi içimde yandım durdum, sonunda benden kalanları yine yüreğime savurdum.
Aşk... Öyle hassas, öyle narin, öyle kırılgan ve öyle büyüleyici bir şeydi ki buna inandım.
Ve aşk camdandı ben onu anladım.
Ateş cama nasıl can veriyorsa, aşkta insana can veriyordu.
Sihrini varlığının benzersiz biçiminde taşıyan cam, maddenin halleri içinde nasıl zarafetle dans ediyor,
özverili ve duyarlı insanların ellerinde nasıl bir sanat eserine dönüşüyorsa,
Aşk ta insan doğasının her dalında hizmet verip, kendini ispatlamaya var olmaya çalışıyordu.
Onu biçimlendirmek, korumak da bize kalıyordu.
Derler ki!
Hayatın en hüzünlü anı mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını anladığın an dır.
İşte öylesi anlarda, ister istemez ellerimin arasından kayıp giden,
tuzla buz olan aşk her defasında cam kırıkları misali yüreğime saplanıyordu.
Ayrılıklar,
Hüzünler,
Her seferinde kapımı çalan,
Gözyaşlarım var
Yüreğimde cam kırıkları
Yüreğimde can kırıkları var
Ne yana dönsem o yana batar
Ne yana dönsem o yanım kanar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Kasım 2006       Mesaj #379
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Unutulan izlerdi suyun üstüne yazılan
Sakız kokan ağzımızda acıdı hayat
Renkli şekerlere kanıp yaşadık ömrü
Alnımızın yazısı demek kolay kaçıştı.
Şarap kadehinde kızardı dilimiz
Berduş harfler dökülürken bilinmeze
Her sözcük yeniden dizilir hece hece
Sabır zamanın amansız yansıması.
Kurumaz güneşsiz günde asılan hazlar
Durdukça sabahları kararan...
Kör bir karanlıktı uğrayan özlem
Yıldızlar kaçardı karanlık düşlerden.
Ketum cümlelere düşerdi gece
Dokunulmamış düşler satılırdı rüyalarda
Kimsesiz bakışlar toplardı ertelenen gözler
Ederi, kara sevda heybesinde gizli.
Yanılan baharlar dururdu çiçeğe
Akzambak gölgelerinde uyurdu aşk
Ardıl umutlar gizlenirdi göğsünde
Suspus ifadelerde kıvranırdı söz.
Hep silikti gölgelerin izleri
Yaprak dökümü, kırk ikindi yağmurları
Sıvanırdı göz imlerine bulut
Unutulan baharlara ertelenirdi sevişler.
feather
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
7 Kasım 2006       Mesaj #380
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Güçlü olmak artık beni yoruyor Şiraze,
herkese karşı dimdik olmak...
bir çınar gibi asırlara direnebilecekmişim gibi görünmek...
Liman olmaktan yoruldum Şiraze,
artık ben de ağlamak istiyorum uluorta
susturulmuş hikayelerime ses vermek istiyorum.
haykırmak...
çılgınca bağırmak...
en cart pembeyi giyip yürümek yollarda, kimseyi umursamadan
ve önemsemeden kurulacak cümleleri.
artık ben de ağlamak istiyorum Şiraze; sakınmadan gözlerden, sakınmadan kendimi.
Kurumuş rengi bakıra çalmış, bir bahar sonu kırgınlıklarım var içimde
İçimden içime, düşlerimden gecelerime, gecelerimden gündüzlerime... uçurduğum
turnalarım var
seher vakti kavak yelleriyle salınan, salındıkça cama tık’layan; beni benden alıp bilmediğim diyarlarda bana öyküler yaşatan düş kanatlarım var
turnalar uçarken, başımdan allı yazmalar düşer...
ben düşerim; toprak, kokusunu salar içime; içim ürperir, hasret türküleri yakar
‘bilemedim kıymetini kadrini/hata benim, günah benim, suç benim’
düşer bakışlarım...
sen masal uykularındayken gönderilmiş beyaz güvercinler uçuşur etrafımda
çırp çırp kanat sesleri; çırp çırp... çırp çırp...
ben buralarda bilmem ki hangi uykunun hangi köşesinde beklemedeyim hiç gelmeyecek olanı
bir beyaz kelebek olur umut, avuçlarıma konan biliyor musun, bir zemheri gününde, yine elimde mektuplar yola çıktığımdatam da başımın üzerinde beyaz bir kelebek... hafif kanatları huşu içinde
dönüyor... dönüyor... dönüyor...
işte o gün sonrası Şiraze, ben her bahar beyaz kelebekleri aradım
her güne beyaz kelebek görme umuduyla başladım
uyan Şiraze, doğrul... kelebekler seni bekliyor, düş değil gerçek
kelebekler seni bekliyor...
revnakı güzelliğinin, tüm zamanlarımı doldurduğunda
en onulmaz derdin tam orta yerine düştüğümün idrakinde değildim elbet
kimseye düş bahçelerimden geçen katarların ağırlığını duyurmadım
duymayın da artık beni...
bundan sonrasında mı lâl rengi masallara yelken açacağız Şiraze?
lâl olup lâl’e mi boyanacağız Şiraze?
gözümüzden akan lâl, gönlümüzden taşan lâl...
hepsinin içinde ben de bir lâl...
biryerlerde hep yanlış yapmanın telaşlı kıpırtısını yaşıyorken,
o yanlışın artık sonsuza dek düzeltilemeyeceğini bilmenin kıstırılmışlığı ile
pusuyorum bazen
uzun süre gecelere küsüyorum...
uzun süre kendime küsüyorum...
uzun süre kaleme, kağıda küsüyorum...
denizin en sığ yerinden başladık yol almaya Şiraze, şimdi kara görünmüyor gerimizde
küsmeyi de boşverelim, hep ileri... hep ileri... hep ileri...
bizi bekleyen sahilin taşlarında ışıltı var Şiraze.
denizin dalgalarından anemonları toplayıp dolduralım çıkınımıza
onlar da mor, düşlerimiz gibi...
varacağımız sahilleri mor’a boyayıp, mor uykulara dalalım
biz, denizin en sığ yerinden başladık yol almaya Şiraze.
düş bahçesi ile...