Arama

Çerkez Kültürü ve Yaşam Tarzı - Sayfa 5

Güncelleme: 25 Temmuz 2018 Gösterim: 109.806 Cevap: 55
DreamLiKe - avatarı
DreamLiKe
Ziyaretçi
7 Ocak 2009       Mesaj #41
DreamLiKe - avatarı
Ziyaretçi
ADIGE BAYRAĞI

Sponsorlu Bağlantılar
Çerkez Kültürü ve Yaşam Tarzı

ADIGE BAYRAĞININ TARİHÇESİ

Adıgeler ve tüm Kuzey Kafkasyalılar, 19. yüzyıl başlarına kadar milli bir bayraktan yoksun ve bir devlet anlayışına sahip olmadan yasamlarını sürdürdüler. Ancak, eski zamanlardan beri bayrak niteliği taşımamakla birlikte her kabile ve aile çeşitli renk ve biçimlerde bezden yapılmış değişik flamalara yaşamlarında yer veriyorlardı. Özellikle düğünlerde ve at yarışlarında, derece alan delikanlılara, ödül olarak verilmek üzere, genç kızların kendilerinin hazırladıkları bu flamaları armağan ediyorlardı. Büyük yarışmalarda ise bu ödüllere ilaveten her kabile başkanı, o kabileyi temsilen derece alan gençlere, kendi sembolleri olan flamayı veriyorlardı. Sürgün sonrası Anadolu'ya yerleşen Çerkes ailelerinin kızlarının pek çoğunda o günlerin anısına dikilmiş, bu tip flamalar yıllar boyu sandıklarda saklanmış, hatta bu yüzden 1920'li yıllardan sonra gizledikleri bu flamalar yüzünden, dönemin yöneticileri tarafindan, "Çerkes Bayrağı taşımak, Çerkeslik yapmak" suçlamalarıyla çeşitli baskılara maruz kalmışlardı.

Adıgelerin ilk bayrakları hakkında somut ve yazılı hiçbir belgeye rastlanamıyor. Bu konuda 19.yüzyıl başlarından itibaren Avrupalıların, genellikle, İngilizlerin ortaya koydukları bazı yazılı belgelerden bilgi ediniyoruz. Diplomat, tüccar, yazar, gezgin ve hatta ajan olarak Kafkasya'ya gönderilen kişilerin Çerkesler hakkında yazdıkları eserlerde, Adıge Bayrağı hakkında da bilgilere rastlıyoruz. Bazı kitapların kapaklarında yer alan Adıge Bayrağı'nın önceleri 7 yıldızlı, daha sonraları da 9 yıldızlı olanlarına rastlanıyor. Bayrakların ortak özellği ise renklerinin yeşil ve üzerlerine serpiştirilen yıldızların da sarı renkli olması. Fakat bu bayrakların hangi kabileyi veya kabileleri temsil ettiği ve de hangi tarihte kullanıldığı belirtilmemiş. 1830'lu yıllardan sonradır ki Adıge Bayrağı'nın doğuşuna ait detaylı bilgilere erişebiliyoruz. İngiliz politikacılarından, fakat o dönemde küçük bir devlet memuru olan, gerçek bir Çerkes dostu David Urquhart; İngiltere Hükümeti'nin de yardım ve isteklendirilmesi sonucu 1834 yılının Haziran ayında Kafkasya'ya gelir. Amacı Çerkesleri tanımak, gerekirse ve mümkün olduğu nispette Çerkeslerin Ruslara karşı sürdürdüğü özgürlük savaşımında onlara politik ve somut askeri yardımları sağlamada yardımcı olmaktır. Tsemez'de (Novorossisk) karaya çıkan, oradan da Anapa'ya giden Urquhart, Adıgeler tarafından çok büyük bir ilgi ve sevgi gösterisiyle karşılanır. Anapa'da onuruna düzenlenen bir kurultayda -ki bu kurultay Aguy ovasında düzenlenmiştir- tüm Çerkeslere seslenerek, Ruslara karşı başarılı olmak için tek bir bayrak altında, Çerkes birliğinin kesinlikle kurulmasının gerekliliğini önerir. Urquhart bayrağın rengi, amblemi vs. hakkında Çerkeslere bilgi aktardığını, sonradan yazdığı anılarında dile getirir. Bu arada o dönemde Adıgelerin lideri durumunda olan Zaniko Sefer Bey'in de onayı ile 12 kabileyi temsilen 12 kişilik geçici bir hükümet kurulur.

Urquhart'ın Kafkasya'dan ayrılmasından 3 yıl sonra 6 Mayıs 1837 tarihinde, bu kez, yine İngiliz S.James Bell ve gözlemci Longworth'un hazır bulunduğuu ünlü Adhanekum (Adakum, Atakum, Atakhum diye de geçer) kurultayında, ipekten yeşil renkli, siyah iki ok ve üzerinde 10 kabileyi temsil eden 10 adet sarı yıldızın yer aldığı Adıge Bayrağı dalgalanmaktadır. Havidko Mensur'un (Havdiko, Havudukue diye de geçer) liderilğinde ve bütün Adıge kabilelerinin temsil edildiği, 1000 delegenin katıldığı bu Adıge tarihinin büyük kurultayinda bilinen ilk resmi bayrak kullanılmıştır. Bundan bir yıl sonra ise 1838 yılında, Batı Kafkasya'daki 12 kabile, 3 liderin başkanlığında birleşir ve yeşil yüzey üzerinde 3 siyah ok ve 12 yıldızlı tarihi Adıge Bayrağı'nı milli bayrak olarak kabul ederler. İşte bugün Adıge Cumhuriyeti'nin Maykop'taki Parlamento binasında dalgalanan bayrak budur.


Adıge Bayrağı'nda yer alan renkler, yıldızlar ve oklara gelince: ipek kumaşın yeşil rengi Kafkasyanın dağ ve ovalarını; siyah 3 ok dönemin en yetenekli ve ünlü üç ailesini (Zaniko, Aytekçiko, Boleteko aileleri), siyah renk ise düşmana ölümü, sarı yıldızlar da bütün yaşamları açık havada, kır ve dağlarda geçen ve gökyüzündeki yıldızlara bakarak uyuyan kahramanların yer aldığı 12 bölgeyi temsil ediyordu. Bu 12 bölge; Natukhay(Nathkoç), Şapsuğ, Abedzah, Ubıh, Bjedugh, Temirgoy, Abhaz, Hatukay, Mahoş, Besleney, Brakiy, Karaçay, ve Kabardey'den oluşur.

Bu 12 bölgeden Abedzah, Mahoş ve Bjedughlar Ruslarla barış antlaşması imzalamış olduklarından, Kabardey ve Abhazya da Rus işgalinde bulunduğundan, birliğe ancak o bölgelerden, diğer Adıge kabileleri arasına sığınanların temsilcileri ile birlik antlaşmasına katılmışlardır. Kabardey'in temsilcisi Besleniyko Aslan, Abhazya'nın ise Rustem Pe idiler. Her bölgenin genel kurulları sonucu seçilen delegeleri Zaniko Sefer'in yanında yer alıyor, bunlar arasından da askeri komutanlar, elçiler ve hakimler seçilerek işbaşına getiriliyorlardı. Zaniko Sefer hem genel başkan, hem de dışişleri ile diplomatik çalışmaları yürütüyordu.

İzzet Aydemir Çuşha'nın bu yazısı Nart Dergisi'nin 4. sayısından alınmıştır.

DreamLiKe - avatarı
DreamLiKe
Ziyaretçi
7 Ocak 2009       Mesaj #42
DreamLiKe - avatarı
Ziyaretçi
Kaşenlik Nedir?
Önsöz
Sponsorlu Bağlantılar

Çerkeslerin günümüze kadar devamlılığını sürdüren geleneklerin birisi de "kaşenlik adetidir. Bu adet bekar genç kız ve erkekler arasında evlilik öncesi dönemde gerçekleşmektedir. Diğer geleneklerde olduğu gibi habze adı verilen kurallarla sınırlıdır. Kaşenlik birbirinden hoşlanan genç kız ve erkekler arasındaki arkadaşlık ilişkisine denmektedir.


Çerkes kız ve erkekleri birbirleri ile düğünlerde, toplantılarda, muhabbet ortamlarında birlikte olurlar. Bu toplantılar en yaygın olarak köylerde görülür. Bu tür toplantılarda genellikle bir kaç köyün gençleri biraraya gelir. Sabahlara kadar süren sohbetler, oyunlar ve eğlenceler yapılır. Bu geceler gençlerin birbirlerini tanımalarına yardımcı olmaktadır. Muhabbet geceleri bir eğlence kaynağı olduğu kadar aynı zamanda eğitim yereri de sayılmaktadır. Kızlar ve erkekler belirli bir yaştan başlayarak bu tip toplantılarda Çerkes adet ve görenekleri çerçevesinde eğitilirler. Bütün eğlence, düğün ve toplantılarda "thamate" adı verilen bir kişi bulunur.



Kim Kimle Kaşen Olabilir?

Aynı sülaleden olan kişiler kaşen olamazlar. Akrabalık derecesi ne kadar uzak olursa olsun yasaktır. Aynı köyden kişilerin kaşen olmaları hoş karşılanmaz. Bu kural günümüzde biraz yumuşamıştır. Artık aynı sülaleden olmamak koşuluyla kaşenliğe fazla tepki duyulmamaktadır. Muhabbet toplantılarında kızlar ve erkekler karşılıklı otururlar.



Birden Fazla Kaşen

Gençlerin her toplantıda farklı kaşeni olabildiği için bir Çerkez kızının ya da erkeğinin evleninceye kadar çok fazla kaşeni olabilmektedir. Toplantıda amaç tanışmak, eğlenmek ve kendine uygun bir eş seçmek olduğu için kaşenlik bazen ciddi bazen de şaka şekliyle ortaya çıkmaktadır. Sayısı fazla olan şaka kaşenliğinin çok fazla bir ciddiyeti yoktur.


Kız ya da erkek birbirlerinin daha önceki kaşenlerine karşı herhangi bir olumsuz tavır takınmazlar. Eski kaşenlerle sosyal ilişkiler kesilmez. Çünkü daha önceki kaşenlerin şaka olduğunu her iki tarafta kabullenmiştir. Kadın ya da erkek eski kaşenleriyle bu benim eski kaşenim diye espri yapabilir. Dolayısıyla kızın ya da erkeğin birden fazla kaşeni olması yadırganmamaktadır.



Evlenmeye Aracı Olan Kaşenlik

Pseluk ile başlayıp daha sonra da devam eden kaşenlik iki bölümü ayrılmaktadır. Bunlardan birisi şaka diğeri ise ciddi kaşenliktir.

Şaka kaşenliğine semerko denmektedir. Bu durumda kişiler ciddi olmasalar bile yalnız o geceye ya da bir kaç geceye mahsus kaşen olabilirler. Burada amaç eğlenmek, birbirlerini tanımak bunu yaparken de hoş zaman geçirmektir. Şaka kaşenliğinde kız ve erkek birbirlerine sanki evleneceklermiş gibi övgü dolu sözler söyler.



Kaşenliğin bir de ciddi boyutu vardır. Bu durumda birbirlerini beğenen kız ya da erkek evlenmek için arkadaşlık kurmak isterler. Eğer karşı taraf kabul etmişse diğer toplantılarda da görüşerek bu ilişkiyi devam ettirirler. Ancak ciddi kaşenlikte daha çok pisehluk ile başlamaktadır. Erkek bir kaç arkadaşını alarak kızın ya da onun herhangi bir akrabasının evine gider. Kızın da mutlaka yanında bir ya da bir kaç arkadaşı bulunmak durumundadır. Burada kıza kaşenlik teklifini sunar. Bu durumda kız ve erkek arkadaşlarının yanında teklifi değerlendirirler. Birbirlerinden beklentilerini ve isteklerini söylerler. Kaşenliğin her iki boyutunun da kendine özgü kuralları vardır. Kaşenlik eğer ciddi ise ve sonuçta evlilik düşüncesi ile kişiler birbirlerini tanımaya çalışıyorsa bu durumda toplantılarda şaka kaşenliği gibi ulu orta gündeme getirilmez. Bu durumda bir çok muhabbette bir araya gelebilirler, bir çok konudan konuşarak birbirlerini daha iyi tanımaya çalışırlar. Ancak ilişkileri diğer kaşenliğe göre resmiyet kazanır. Diğeri kadar serbest değildir. Her ne kadar bu kişiler evlilik kararıyla birbirlerini tanımaya çalışsalar da mutlaka evlenecekler diye bir koşul yoktur. Eğer bir engel söz konusu ise her iki taraf bu durumdan vazgeçebilir.



Evlenme Sözü ve Euç

Kişiler evlenmeye karar verirlerse bu kez kendi aralarında sözleşirler. Bu durumda da euç denilen bir armağan verilir. Euç söz karşılığı verilen maddi bir armağandır. Söz verdi anlamına gelir. Kaşenlik sonucunda evlenmeyi kabul etti demektir. Bu armağanı erkek bayandan ister. Bayan da kendi insiyatifinde bir armağan verir. Bu armağan bir boyun bağı, mendil, yüzük, bilezik olabilir. Erkek de bunun karşılığında kıza bir yüzük vermektedir.
Bu karşılıklı amağan verme durumu yalnız kız ve erkek arasında olmaz. Kızın ve erkeğin yanında arkadaşlarından ya da akrabalarından birkaç kişi bulunmak durumundadır. Söz verme ve armağan verme olayı onların tanıklığında olmaktadır.

Evlenmek amacıyla kaşen olan ve bunu söz altına alan genç kız ve erkekler bu durumda toplumdan ayrı bir yerde yalnız başlarına konuşamazlar. Onların yanlarında mutlaka arkadaşları da olmak durumundadır. Toplumun dışında ve toplumdan habersiz bir yerde konuşmaları yasaktır. Bu durum evleninceye kadar böyle devam eder.



Eş Seçimindeki İncelik

Gerek evlenmeye karar veren gerek yalnız bir kaç toplantıda kaşen olan kişiler birbirlerini aileleri ile tanıştırmazlar. Arkadaşları ve o ortamda bulunan kişiler onların kaşen olduklarını bilir. Anne ve babalarına kaşen olduklarını söyleyip birbirlerini tanıştırmaları ayıp olarak karşılanır. Aileler kızın ya da erkeğin kaşenini toplumlardaki diğer kişilerden öğrenerek haberdar olurlar. Ancak evlenme zamanında ailelere bildirilir. Bu durumdan da yalnız anneye sözedilir. Kaşenlik adeti Çerkez toplumunda kızın ya da erkeğin evleneceği kişi hakkındaki kararı kendilerinin vermesini sağlar. Büyükler müdahale etmezler. Ancak evlenmek üzere kaşen tercihi yapan kişiler daha çok aile yapılarına uygun toplumsal kurallara ve adetlere uyacak kişileri tercih ederler. Bu nedenle birçok toplantıda kız, erkeğin ya da erkek de kızın hal ve hareketlerini kontrol eder.. Evlilik tercihi yaparken bu tip kişilerle yapmayı isterler. Çünkü Çerkes kültüründe toplumsal normlara uygun olarak hareket etmek gerekmektedir. Bireylerden görgü kurallarına gelenek ve göreneklere uygun davranış göstermesi beklenmektedir.



Kız Kaçırma

Kaşenlik ile başlayan evlilik aşamasında nişanlılık ve söz gibi durumlara pek rastlanmaz. Bunun en önemli nedeni kaçırma şeklinde evlenmenin gelenek ve göreneklerinde yer almasıdır. Gençler evlenmeye karar verdikten sonra maddi olanaksızlıklar, kendisinden büyük başka birinin evlenecek olması gibi nedenlerden dolayı kaçırma biçiminde evlenmeyi tercih ederler. Ancak Çerkes kültüründeki kaçırma şekli diğer uluslardan farklı olarak kendine özgü bir nitelik gösterir. Bu şekilde evliliğin olması nişan ve söz gibi törenlerin yapılmasını gerekli kılmamaktadır.
Yine kişiler zaten kaşenlik dönemlerinde birbirlerini yeterince tanıdıkları için ayrıca bu tür dönemlere gerek duymazlar. Ayrıca Çerkeslerde adetler kişilerin ilişkilerine çok fazla sınırlama getirdiği için bu döneme her iki tarafında katlanabilmesi zor olur. Çünkü nişanda büyüklerde işin içine girerler. Onlarla olan iletişimde konuşma ve görüşme yönünden bir takım güçlükler olduğu için kişiler nişanlı olarak kalmayı pek tercih etmezler. Ancak günümüzde söz ve nişanlılık dönemi Çerkesler arasında da yaygınlık kazanmıştır.


Çerkes ulusundaki genç kız ve erkekler genellikle aynı ulustan olan kişilerle evlenmeyi tercih etmektedirler.

DreamLiKe - avatarı
DreamLiKe
Ziyaretçi
7 Ocak 2009       Mesaj #43
DreamLiKe - avatarı
Ziyaretçi
Gelenekler ve Kaşenlik


Eski gelenekler açısından Türklerle Çerkesler arasında birçok benzerlikler vardı. Zaten bütün milletlerin adetlerinin doğuşunda temel aynıdır ''tehlikelere karşı dikkatli ve tedbirli olmak'' Çerkeslerin adetlerini farklılaştıran husus ise bu alınan tedbirleri saygı şemsiyesi altında tutmaktır. Özellikle buraya dikkat çekmek isterim. Saygı ihtiva etmeyen hiçbir davranış, hiçbir hareket ve hiçbir adet Çerkesler'e ait değildir. Çerkesler bütün hayatı en ince teferruatına kadar saygı esasları içerisinde yorumlamışlardır. Hatta beşeri zaafları, sevgiyi bile saygı çerçevesi ile sınırlandırmışlardır.
Flört kelimesini beğenmedim. Bu Çerkesler'de olmadığı gibi, Türklerde de yoktu. Kaşen sözcüğü birçok çağrışımları birden getirir: Espriyi, şakayı, sevgiyi, beğeniyi. Bir topluluk içerisinde, saygılı bir tavır ve nezaketle bir kızın bir erkeğe, bir erkeğinde bir kıza yönelişini, itibar ve iltifat edişini, değerlendirişini, şereflendirişini getirdi. Kaşenlik müessesesi: Ardında kötülükler olmayan, müstehcen çağrışımlar yapmayan bir nevi kadın erkek diyalogu ve zeka eğitimiydi. Konuşulanlar ne kadar ciddi görünse bile içtenliğine inanmak çok zordu. Doğruluğu, ancak güvenilir bir aracı ile anlaşılır, o da saklı kalırdı; yan yana gelinmez, gizli buluşulmaz, beraber olunduğu hallerde bile mutlaka üçüncü şahıs olurdu. Adap dışı herhangi bir harekette bulunulamazdı. Evleninceye kadar bu durum böyle sürer giderdi.


KIZ ve ERKEK İLİŞKİLERİ

''Bizim kız ve erkeklerimiz ilişkilerinde çok rahattır'' ifadesine katılmıyorum. Olsa olsa bu ifade kendini bilmeyenler için geçerlidir. Çerkesler ********liği ölümün bile temizleyemeyeceği idraki içerisinde olageldiler ve ona göre temkinli, tedbirli oldular ve hassasiyet gösterdiler. Herkese itibar etmediler, insanları seçtiler. Güven duydukları kimsenin de hatasını affetmediler. Güç duruma düşürülen, yanıltılan kadının veya bir kızın hatasını, kadında değil daima erkekte aradılar, kadını suçlamadılar. Sizlere Çerkeslerin Uzunyayla' ya ilk yerleştirilmelerinden birkaç yıl sonra meydana gelmiş bir hadiselerini örnek olarak nakledeyim:
iki delikanlı yakın komşu köye arkadaşlarını ziyarete giderler. Evsahipleri, adlarına düğün tertip etmek ister. İki arkadaşta kız kardeşi olanı, diğer arkadaşına köye giderek kız kardeşini getirmesini ve düğüne öyle katılmalarının daha uygun olacağını söylerler. O da giderek, tabiri caizse pencereden çıkararak (evde uyuyanların rahatsız edilmemesi bakımından) yola koyulurlar. Bir müddet yok aldıktan sonra delikanlı kendine hakim olamayarak kıza beraber olma teklifinde bulunur. Bu teklifi yapabilen bir Çerkes delikanlısının kararlılığı veya bu teklifi yapmış olmasının sonradan meydan getireceği rezaletin bilincinde olan kız ne yapsın kabul ederek: ayışığı, yol güzergahı, şöyle bir kuytu yere çekilelim der. Uygun bir yer seçer ve alttan inerler. Kız arkasını dönerek delikanlıya haydi soyun der. Delikanlı kamasını vb. çıkarır ve soyunur. Sonra sende şimdi arkanı bana dön, bende soyunayım deyince ve delikanlı arkasını dönünce kız kamayı kaptığı gibi, delikanlıyı oracıkta öldürür. Ata binerek, abisinin bulunduğu köye gider ve misafir olduğu evi bulur. Durumu abisine anlatır. Abisi evin yaşlısına, O'da duyurulması icap edenlere duyurarak toplanırlar. Aralarında kısa bir istişareden sonra öldürülen delikanlının babasını yanlarına çağırttırırlar. Hadiseyi bir başka yerde olmuş gibi nakleder ve bir Çerkes delikanlısını bu şekilde öldüren bu Çerkes kızına ne ceza verilmesi konusunda fikrini sorarlar. O da böylesi bir kıza ceza verilmez, alnından öpülür ve evlat gibi sevilir deyince, öyleyse öldürülen senin oğlundur derler. Baba bir an için perişan olur ve ardından kısa bir süre sonra toparlanarak ''Eh napalım, ne de olsa evlattır izin verin cenazesini kaldırayım'' der. Bu babanın o kızı ölünceye kadar kızı gibi sevip saydığını söylerler.


ZEHES ve MİSAFİR KIZ

Bir Çerkes kızının, erkeğinin tanışmasıyla ilgili paragraftan itibaren anlatılanların hepsi değilse bile çok hatalıdır. Voerşer, zehes, çapşe, piseluh ayrı ayrı şeylerdir. Düğün de dahil herhangi birisinde, birisinde, birbirini beğenen bir gençle bir kızın o topluluğu terk ederek bir odaya çekilmeleri veya birlikte dışarı çıkmaları resmen terbiyesizliktir. Bunu gizli yapsalar bile, terk ettikleri topluluğu hafife almak, geleneklere karşı çıkmak ve özellikle kızın ailesine hakaret kabul edilirdi.
Kendini bilen hiçbir Çerkes kızı konumu ve mevki ne olursa olsun, beğensin veya beğenmesin hiçbir Çerkes erkeğinin gururunu mecbur bırakılmadıkça kırmak istememiştir. Gayet nazikane bir tavır ve ifadelerle daima kendisinden uzak tutmaya ve aralarındaki mesafeyi muhafazaya çalışmıştır.


KAFKAS BOYLARININ ÖRF VE ADETLERİ
Bugün için bazı yörelerde değişikliklere uğramıştır. Uzunyayla yöresinde bunlara köklü ailelerde kısmen uygulanmaktadır.
Adetlerin en önemli bölümün saygı ve onun uygulanması teşkil eder. Örneğin, herhangi bir kişi bir kimsenin yada topluluğun yanına gidip selam vermesi halinde, o kişi yada topluluk saygı gereği ayağa kalkarak selamını karşılar. Topluluğa giren kişiden daha küçük olanlar yerlerini gelene vermek için adeta yarışır. Bu hareketi onunla yaşıt hatta daha yaşlı olanların da yaptığı her zaman görülür.
Bu halende yaşatılan adetlerin en göze çarpanıdır ve bugüne kadar taviz verilmeden devam ede gelen adetlerin en önemlisidir.
Eşler, kayınpederinin yanında bir arada oturmazlar. Hatta gelin, eşinin ağabeyleri yanında da birlikte bulunmazlar. Tesadüfen eşlerden birisinin bulunması halinde diğeri usulca odayı terk eder. Eşler birlikte evden çıkmazlar, ayrı ayrı çıkarlar ve dışarıda bir araya gelerek yollarına devam ederler.
Anne ve babalarının ya da yaşlı akrabalarının yanında, çocuklarını değil sevmek, kucaklarına dahi alamazlar. Baba herhangi bir yerde misafir veya bir büyüğü ile otururken çocuğu babanın yanına yaklaşmaz, daha doğrusu yaklaştırılmaz. Ancak önemli bir durumda babasının birkaç adım yanına kadar gelir, söyleyeceğini söyler ve hemen uzaklaşır. Baba diye hitap etmek son derece ayıp sayılır. Bu yüzden halen de büyüğüm diye hitap edilmektedir. Anneye de gelin yada kabilesinin adı ile hitap eder.
Gelin kayınpederi ile mümkün olduğunca konuşmamaya dikkat eder. Kayınpeder, gelininden herhangi bir şey isterse, gelin, konuşmadan ya da gerekli ise en azını söyleyerek isteneni yapar. Yine gelin bulunduğu toplulukta sorulanlara kısa ve öz cevaplar vererek oturur. Kayınpederinin bulunduğu toplulukta bulunmaz ve oturmaz. Ancak hizmet amacı ile girerse kusur etmemeye özen göstererek işini yapar ve çıkar. Gelin kayınpederinin ya da kayınvalidenin odasında iken kendiliğinden dışarıya çıkamaz. Ancak büyüklerinin izni ile çıkar. Eşinin yatmaya gitmesi anında da büyüklerin bulunması halinde birlikte yada arkasından gidemez. Ancak kayınvalide yada kayınpederinin ''yerine git'' demesi üzerine gider.
Kızlar evlenmeden önce son derece serbesttirler. Belirli sınırlar içinde istediklerini yaparlar. Sözgelimi, bir erkek arkadaşı ile gidebilir, ev e erken yada geç gelmesi herhangi bir tepki ile karşılanmaz. Zira yanındaki erkek arkadaşa son derece güven duyulur, erkek de bu güvene layık olmak için kusur etmemeye azami derecede özen gösterir. Kızlar evlendikten sonra bunları bırakır ve evinin kadını olur.
Evlenmelerde bazı boylar, erkeğin kadın sayesinde değil, kadının erkek sayesinde refah görmesini daha tabii görür ve erkeğin mevki ve serveti, daha altta olan kızlardan eş seçmesi uygun görülür. Bu kızlara verilen önemi gösteren bir görüştür.
Toplantılarda gençler varsa misafirleri ağırlamak onların görevidir. Bu toplantılarda yapılan şaka ve eğitici konuşmalar bazen aşırıya da kaçabilir. Ancak bütün bunlar orada kalır, asla dışarıda dedikodu edilmez. Bu gibi toplantılarda bir baş (Thamate) bulunur. Konuşmaları ve toplantıyı yöneten thamate'dir. Oyun esnasında gençlere bir istekleri olup olmadığını sorar ve görüşlerini açıklar, gerekirse gördüğü eksiklikleri açıklıkla dile getirir ve kimse alınmaz. Yeri daima bellidir ya giriş kapısının karşısına gelen yerde ya da ocak varsa onun yanında oturur. Nedeni ise yeni gelenleri rahatlıkla seçebilmeleri içindir. Toplantıdan en geç sabah namazı vaktinden önce çıkılır. Zira evin büyüğü namaza kalktığı zaman hala oturduklarını görmesi ayıp ve kusur sayılır.
Evlenme yaşı erkek için 25 - 35 arasıdır. Zira aile sorumluluğunun bilineceği yaş olarak o yaşlar görülür. Akraba evliliği kesinlikle yoktur.
Evlenmeler; Gençler kendi aralarında anlaşarak evlenme kararı alırlar. Ancak bu aralarındaki karar büyüklerden birinin aracılığı ile olur. Bazen de evlenmeler ''kaçırma'' şeklinde cereyan eder. Kaçırma ayıp sayılmaz. Zira, kaçıran delikanlı kızı akrabalarının evine götürür ya da kaçırdığı kızın yanında akrabalarından biri bulunur.
Söz alma; Birbirini beğenen gençler evlenme kararı aldıklarında nasıl hareket edeceklerini kararlaştırırlar. Bu duruma göre ya kaçırma yada isteme şeklinde tercih edilir. Söz alma ve verme gizli tutulur. Ancak birkaç kişi bilebilir. Genellikle söz veren kız kendisine ait bir şeyi erkek arkadaşına verir. Bunlar yüzük, mendil yada toka gibi şeylerdir. Bu bir nevi manevi teminat gibidir. Böyle bir şey veren kız şayet cayarsa, erkek onu zorla kaçırsa bile suçlu sayılmaz ve kınanmaz. Zira bu bir gurur sorunudur.
Hiçbir delikanlı isteksiz bir kızı zorla kaçırıp küçük düşmek istemez. Böyle bir hareketi şerefine yedirmez.
Kaçırma; anlaşan iki genç arasında gerçekleşir. Kaçırılan kız ya erkeğin evine yada bir akraba evine götürülür. Kaçırılan kızın evi önünde, kaçırıldığının anlatılabilmesi için kıza ait herhangi bir eşya bırakılır. Kaçırılan kız bir akraba yada erkeğin evine götürülünce evin büyükleri, köyün ileri gelenleri ile görüşerek kız evine gider ve akrabalık teklifinde bulunurlar. Kız tarafı kararlarını kızları ile görüştükten sonra (şüphesiz bu görüşme, kız tarafının güvendiği bir aracı ile yapılır) bildirilir. Aracılar genellikle kızın rahatlıkla konuşabileceği kimselerden oluşur. Görüşmede baskı yapılmaması için erkek tarafından da biri bulunur.
Başlık; Kafkasya'da evlenecek gencin hududu aşıp Ruslardan bir at çalıp getirmesi ve atı kızın dayısı, amcası ya da oğullarından birine vermesi ve böylece yiğitliğini ispat etmesi şekli ile başlamış, yaşam koşulları değişince kız ailesine bir miktar para ve verme şekline dönüşmüştür. Bu para kızın ailesine verilen ''süt hakkı'' sayılan bir gelenektir.
DreamLiKe - avatarı
DreamLiKe
Ziyaretçi
7 Ocak 2009       Mesaj #44
DreamLiKe - avatarı
Ziyaretçi
S ü r g ü n

Kanlı yenilgiler üzerine Agustos 1864'de Çar'in kardesi Grandük Misel, yayinladigi fermanla bir ay içinde Kafkasya'nin bosaltilmasini, aksi halde kalan herkesin, harp esiri olarak Rusya'nin muhtelif mintikalarina sürüleceklerini bildirdi. Bunun üzerine vatandan Osmanli topraklarina sürgün basladi. Sürülenler Bulgaristan, Dobrica, Sirbistan, Arnavutluk, Suriye, Irak hatta Ürdün'e, genel olarak, durumu karisik olan yerlere yerlestirildi. Fakat Rusya kendisine sinir olan ve daha sonra kendisinin olabilecek yerlerde Kafkasyalilari istemiyordu. Bu yüzden 1876 Istanbul Konferensinda "Rumelide Çerkes göçmenlerin iskan edilmemesi" kararlastirildi ve en az 175.000 Kafkasyali ikinci sürgüne ugradi. Sürgünden sonra Kafkasyalilar Osmanli için "canla basla" çalistilar. Örnegin, Osmanlilarin (bilhassa Kafkas ordusunun) süvarilerinin büyük bir kismi Kafkasyaliydi ve savaslarda sayisiz yararliliklar gösteriyorlardi. Kafkasyalilarin bu kadar çalismasina ragmen, ne kadarinin sürüldügü kesin olarak söylenememektedir. Sürgün edilen Kafkasyalilar 500.000 ile 2.000.000 arasinda tahmin edilmektedir.Fakat resmi kayitlara göre 1855-1863 yillari arasinda 311.330 ve 1864 yilinda Eylül ayina kadar 283.000 kadar göçmen Varna ve muhtelif Karadeniz limanlarina geldi. Ayni resmi belgelerin (Takvim.-i Vekayi) 1281 tarihli sayisinda kis mevsiminden yaz ortalarina kadar toplam 299.068 kisinin geldigini yazmaktadir. Böylece en az 900.000'e yakin göçmen 1855-1864 yillarinda Psmanli topraklarina gelmistir. Bu yillara önce ve sonra gelen, yollarda ölen ve sayima girmeyenlerle, sürgün edilen Kuzey Kafkasyalilarin sayisinin bir milyonu astigi anlasilmaktadir. Osmanli Devleti ise göçmenlere hiç yardim etmemis, gidasizliktan, iklim degisikliginden ve salgin hastaliklardan binlerce Kafkasyali ölmüstür. Öyleki Trabzon Rus konsolosunun raporunda Batum'da, günde 7, Trabzon'da 180-250, Samsun'da 200 kisinin öldügünü bildirmistir. Çerkes koyleri 20-30 yil sonra "Çerkes Mezarlari" haline gelmistir. Ekonomisi tarima dayali olan Rusya ise Kafkasya, Ukarayna, Ortaasya, Urallar gibi bölgeleri sömürerek kendi kalkinmasini sagladi ve bu bölgelerin geri kalmasina neden oldu.

SÜRGÜNDEN SONRA KAFKAS-RUS-OSMANLI ILISKILERI:

Sürgünden sonra Kafkasya'da, Ruslar, kolonizasyon islerini her sömürgeci ülke gibi, "medenilestirme" olarak gösterdiler. Muhaceretteki Kafkasyalilar ise yurda dönüs isteklerini kaybetmediler ve Osmanli padisahlariyla bir Osmanli - Rus savasinda Kafkasya'da isyan çikartmak için anlastilar. Bu firsat 1877 - 1878 Osmanli - Rus savasinda çikti. Osmanlilar abhazya'da bir sasirtma harekatina girdiler ve kiyiya 3000-4000 Kafkasyaliyi çikarttilar. O sirada Kafkasyalilar bir kurultay toplayarak Abdurrahman Efendi'yi baskan seçtiler. Imamlarinin önderliginde 9 Mayis'ta Dagistan ve Çeçenistan'da, 12 Mayis'ta Kuban'da isyan çikti. Kafkasyalilar 20 yil önce gömdükleri tüfeklerini çikarttilar. Durum Ruslar açisindan ciddilesmisti. Fakat Osmanlilardan gerekli yardim gelmedigi için Adigelerin bir kismi ile Abhazlarin büyük bir çogunlugu Osmanli topraklarina sürüldü.

Bundan sonra 1905'e kadar "medenilestirme" hareketlerine karsi çikan küçük ayaklanmalar disinda önemli birsey olmadi. Bu siralarda dünya siyasetinde önemli degisikler oluyordu. XIX. yy.in sonlarina dogru Osmanlilarin üzerideki Ingiliz etkisi azalmisti. Bunun üzerine Osmanlilarin yeni hamisi gelismekte olan Amanya oldu. 1888'de Deutsche (Doçe) Bank Osmanli Imparatorluguna girdi ve Anadolu Demiryollarinin yapimini eline geçirdi. Osmanli ordusunun teskilatlandirilmasi Alman subaylarina verilmeye baslandi. Bunun üzerine 1907'de Rus-Ingiliz anlasmasi yapildi. 1909'da iktidara geçen Enver, Talat ve Cemal Pasalar Almanlarin hemen her istediklerini yaptilar ve Panslavizm'e karsi Pnaturanizm'i çikardilar. (Panturana Dagistan da giriyordu.)

Bu siralarda Kafkasya'da, 1905 Rus-Japon savasinda Rusya'nin yenilmesi firsat bilinerek bir isyan daha çikarildi ama bu da bastirildi. 1913'de egemenler halka ait genis arazilere el koydular. Bunun üzerine onbini askin Adige "Dzeliko" irmagi mevkiinde feodallerle ve onlari destekleyen çar ordusuyla çarpisti. Ayaklanmanin öndegelenleri Sibirya'ya sürüldü. Bu yillarda, devlet tarafindan "asi, hirsiz, haydut" diye adlandirilan, halkin Abrek dedigi kimseler Çarlik otoritesine karsi koyuyorlardi. Bunlar resmi yerleri ve zenginleri soyup, elde ettiklerini halka dagitiyorlardi.

I. Dünya savasinda Osmanli yöneticileri "romantik" hayalleri gerçeklestirmek üzere (Turan için) IV. Orduyu kurdular, fakat Kafkas cephesinde çesitli yenilgilere ugramaktan kurtulamadilar. Subat 1917'de baslayan devrim üzerine Rus ordusu çözülmeye basladi. Devrim üzerine 3 Mayis 1917'de Terekkale (Vladikafkas) de halk kurultayi toplandi ve bir icra organi (Birlesik Simali Kafkasya ve Dagisatn Daglilari Birligi Merkez Komitesi) kuruldu. 18 Eylül 1917'deki ikinci toplantida kurultay "Kuzey Kafkasya Milli Müessesan Meclisi" adini aldi ve Kuzey Kafkasyalilarin siyasi bir birlik teskil ettigine karar verildi. Kuzey Kafkasya merkez komitesi, 20 Kasmi 1917'de Rusya'dan ayrildigini ve bagimsiz bir devlet oldugunu ilan etti. resmi müesseselere, bankalara, okullara, vs. milli bir sekil verildi. Bundan memnun olmayan Kazaklar ve Ruslarla çestili çatismalar oldu. Güney Kafkasya'da ise Gürcü, Ermeni ve azerilerden olusan Transkafkas federasyonu kuruldu. Bu federasyonun savunmasi (milli kuvvetleri) yok gibiydi.

Brest-Litovsk anlasmasiyla Batum, Ardahan ve Kars'i Sovyetlerden alan Osmanlilar saldiriya geçtiler. Bunun üzerine 22 Nisan'da Transkafkas Federatif Cumhuriyeti bagimsizligini ilan etti. Almanlar ve Ingilizler Bakü'nün Osmanlilar tarafindan isgal edilmesini istemiyorlardi. (Çünkü kendileri Bakü'yü isgal etmek istiyorlardi.25) Bu yüzden Almanlar, kendi istegiyle, Gürcüstan'i "himaye" ettiler ve asker gönderdiler. Osmanlilarin Ermenistani isgali Ingiliz hareketini engelleyecegi için bu hareket Almanlar tarafindan tesvik edildi. Kuzey Kafkasyalilar ise Istanbul'a yardim istemek için bir heyet gönderdiler ve 11 Mayis 1918'de bir nota ile, bütün devletlere Kuzey Kafkasyanin bagimsizligini ilan ettirdiler. Bunu 26 Mayis'ta Gürcüstan, 28 Mayis'ta da Azerbaycan ve Ermenistan'in bagimsizliklarini belirtmeleri takip etti. Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, bu üç devlete çesitli kereler konfederasyon teklif ettiyse de kabul edilmedi. 8 Haziran 1918'de Kafkas devletleri ve Osmanlilar arasinda iyi dostluk ve iyi komsuluk anlasmasi yapildi. Fakat bu sirada Osmanli ordusu Kafkasya'ya girdi. Ismail Berkok, Mithat Pasa ve Muzaffer beyler K. Kafkas yerli kuvvetlerini organizeye basladilar. Gürcüstan üzerinden ilerleyemeyen Osmanlilar, Azerbaycan üzerinden ilerlediler ve 15 Eylül'de Bakü'yü isgal ettiler. Sovyetler, Almanlarin savasi kaybetmeleri üzerine Osmanlilarla aralarindaki Brest-Litovsk anlasmasini feslettiklerine ve Osmanlilarin Kafkasyadan çikmalari gerektigini bildirdiler. Fakat 6 Ekim'de Derbent alindi ve 13 Ekim'de sehre Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti bayragi çekildi. Fakat Osmanlilar savasi kaybettiler ve Mondros antlasmasiyla Kafkasya'dan çikmak zorunda kaldilar. Bunun üzerine 17 Kasim'da Ingilizler Bakü'yü isgal ettiler. Ingilizlerin destegindeki Denikin'in isgal ettigi yerlerde 1919'da Inguslar, 1920'de Dagistanlilar isyan ettiler. Fakat bu isyanlar bastirildi. Sovyetler bu savaslarda Kafkasyalilari destekledi. Mart 1920'de Beyaz ordularin mukavemetleri kirildi ve Kizilordu bütün Kafkasya'yi isgal etti.

1917'de Çarlik Rusyasinin, 1923 (24)'de de Osmanli Imparatorlugunun yikilmasiyla, Kafkasyanin bu devletlerle iliskileri sona erdi.
DreamLiKe - avatarı
DreamLiKe
Ziyaretçi
7 Ocak 2009       Mesaj #45
DreamLiKe - avatarı
Ziyaretçi

Abzaxlar


Abzaxlar Çerkes kabilelerinden Adige grubunun içinde yer alırlar. Günümüz Adigeyinde Abzaxlar azalmış ve grubun büyük bölümü muhacerette yaşar.

Abzaxlar günümüzde Adigeyi Taba, Temdaşı, Dawur, Ğutyukho, Nejukho, Ançokho, Bejukho ve Adige köylerinde yoğun olarak yaşarlar 1864 Abzaxlar vatanlarını bırakmak zorunda bırakılınca, onların boşalttığı yerlere Ç,emguylar yerleşti ve dilde Ç,emguy diyalekti kabul edildi. Buna örnek vermek gerekirse benim dedelerimin köyü olan ve Mıyekhuapeye bağlı Pşıj habl'ı gösterebiliriz.

Abzax sözcüğü genelde, abdzax sözcüğüyle karıştırılır. Bu kabile kendilerine Abzax-abzek dediği gibi kendilerinden olmayanlara da Abdzax derler ki anlamı da yabancıdır. Abdza sözcüğü sanırım kendi soydaşlarından olan Abhazlar iç.in ilk dönemlerde kullanıldı. Şunu da unutmamak gerekir ki Adigeler Abhazlar için Azıge, Abhazlar da Adigelere Azuge derler. Her iki anlatımında anlamı güneşin sulu yerdekileridir.

Abzax ismi genel olarak, Abhazların alt kısmında oturanları (ABAZAX) ifade ettiği söylenir. Yalnız Azıge ve Azuge gibi Abzae ve Abhaz isimlerinin kök birliği göz ardı edilir.

Abhaz ismi APSUGA'dan türemedir. Şu halde A-PSU-ĞE şeklinde ve sulu yerde oturan Güneşzader anlamına gelir. Apsuge zamanla Apsıge, apsaxe, abzaxeve, abzaxe şekillerine dönüştü.

Abhazlar kendilerini güneşin neslinden geldiğine inansalar da, Apsuğa isimleriyle suyla yaşama geçtikleri dönemlerden isimlerini alırlar. İsimleri yer ve güneşle birleşmiştir. Abzaxlar da, Abhazlar'dan sonra ova halkı oldular. Abhazlar'ın dili değişirken, Abzaxlar'ın dili fazla bir değişikliğe uğramadı.

İlk dönemlerde Abhazlar'dan hemen sonra ovaya inen Abzaxlar dış baskılar sonunda Kafkas dağlarına çekilirler. Onların dili burada eski Çerkesçe'den ayrılıp Abhazlar gibi yalnız başlarına geliştirdiler. Bu ovadan dönüş ve dağlarda kaç yıl kaldıkları bilinmemektedir. Zamanla dağlardan tekrar ovaya dönen Adıgelerin, ovaya dönüş efsaneleri ilginçtir. Bu efsaneyle ovaya dönenlerden Abzaxları türediği yazılsa da yanlıştır. Çünkü anlatım Kheberdey Adigelerinde de vardır. Hatta bazı isimleri Kheberdey diyalektlidir. Şu halde bu yerleşim efsanelerinden önce Abzaxlar vardı. Bu efsane şöyledir:
Yaklaşık bin yıl evvelinde Adıgeler dağlar arasında, yaylalarda, vadilerde gruplar halinde yaşarlardı. Bu tarihlerde Kuzey Batı Kafkas'ta TUBE-HAS diye bir yer vardı ve Kırım hanlarının sayfiye yeriydi. Bu bölgede hanlardan başka kimselerin oturmasına müsaade edilmezdi.

Adigeler ovaya inmek ve orada yaşamak zorunda kalırlar. Adigeler aralarında seçtikleri heyeti Tube Has'a hanın yanına gönderirler. Heyet hanın sarayına varınca, han evde değildi. Hanın hizmetçileri gelenleri misafir ederler. Saraydan gelen misafirler kendilerine göre çok değişik tiplerde saç ve sakalları birbirine karışmış durumdaydı. Onların bu görünüşlerini acayip bulan hizmetçiler durumu hanın hanımına bildirirler. Hanın hanımı da bunların acayipliğini ağız ve burunlarının olup olmadığını öğrenmek için, tereyağı, bal gibi yiyeceklerle ikramda bulunur. Misafirler elleriyle sakal ve bıyıklarını yana ayırıp yemeklerini yemeye başladıklarında bunların ağız ve burunlarının olduğunu görürler.
Ertesi günü han dönünce gelen misafirlerine bir öküz keser. Misafirler öküzün etini yedikten sonra, derisini isterler ve hana '' sizleri ziyaret etmemizin amacı, bu derinin kapladığı kadar bir yer istemektir'' derler. Han misafirlerinin niyetlerinin ne olduğunu anlamadan, bu kadarcık yeri bunlar ne yapacaklar diye hayretle, misafirlerin istediği kadarını verir. O zaman Adige heyetinin içinde, deri kesmekte usta olan ASTESGUS deriyi alıp kıl kadar kesmeye başlar. Arkadaşlar da kesilen deriyi alıp, hanın arazisini çevirirler. Bunu gören han, bu kadar uyanık olan bu halk bana yaşam hakkını tanımaz der ve bölgeyi Adigelere bırakıp Kırım'a döner.

Bu yere ilk geldiği söylenen Abzax liderleri şunlardır:
1= Yedıcı Hej
2= Astasguses
3= Tsiye Sudin
4= Gut'e Peots'k'u
5= Henter
6= Gubber
7= Zubber

Bu isimler İsanuri Ançugun Kafkasya'da Adigeler 1937 Halep basımlı eserinde anılmaktadır. Bunların dışında 1983 nalçik basımlı Yiz Adigeyski Wonomastiki adındaki eserde de,

1= Tsey
2= K'ube
3= Dzıb
4= Hatukh
5= Suyuza
6= L'şe
7= K'ut
8= Brits'e
9= Ç'etawur
olarak isimlendirilir.

Abzax ismi ilk dönemlerde oluşmuş ve Apsuğa gibi aynı anlamda güneşin sulu yerdekileri anlamında APSUĞA' dan gelir.
DreamLiKe - avatarı
DreamLiKe
Ziyaretçi
7 Ocak 2009       Mesaj #46
DreamLiKe - avatarı
Ziyaretçi
Kafkas Dans Figürleri

ad ge10

ad ge12
ad ge3
ad ge2
ad ge1
dans

DreamLiKe - avatarı
DreamLiKe
Ziyaretçi
7 Ocak 2009       Mesaj #47
DreamLiKe - avatarı
Ziyaretçi
Çerkez Kültürü ve Yaşam Tarzı
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
16 Nisan 2009       Mesaj #48
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Çerkezler

Vikipedi, özgür ansiklopedi

200px Sobranie cherkesskikh knyazey
Abhaza prens ailesi Geçba'ların Toplantısı.(1840)


200px Ibrahim pash cherkess
Çerkez İbrahim Paşa


Çerkesler, Türkiye'ye Kafkasya'dan gelen Türk dili konuşmayan tüm etnik gruplara verilen genel adlandırmadır. Ancak Türkiye'ye göç etmiş Kafkas halkları kendi arasında pekçok alt gruba ayrılır.
Çerkesler diğer isimleriyle Adigeler Kafkas Dağları'nın kuzeybatı eteklerinde, Kuban Irmağı ile güneyde Bzıb (Psıb) ırmakları arasındaki Karadeniz kıyılarında, doğuda Kuban ile Terek ırmakları güney havzalarını kapsayan büyük bir alanda oturmuş olan ve kendilerine Adige adını veren halktır.Ancak Türkiye'de, Kuzey Kafkasya kökenli Adige, Abaza, Çeçen, Oset, Dağıstanlı, vb insanların tümüne verilebilen ortak bir özel addır.Abzah ya da Abadzeh (Абдзах), Bjeduğ (Бжъэдыгъу), Şapsığ, Hak'uç (Хьак1уцу), Natuhay, K'emguy (К1эмгуй), Mahoş, Yegerukay, Mamhığ, Besleney, Hatukay (Хьатикъуай) ve Kabartaylar (Къэбэрдэй), en tanınmış Çerkes topluluklarıdır.Rus resmi literatüründe, Rusya Federasyonu'na bağlı Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti'nde yaşayan, Kabartay ve Besleney kökenli Adige topluluğuna Çerkes, bunların yaşadığı yöreye de özel anlamda ya da bir kısaltma ad olarak Çerkesya denmektedir.Bu yörede 1926-1928 yılları arasında Çerkes Ulusal Okrugu, 1928-1957 arasında, bir üst yönetim birimi statüsüne yükseltilen Çerkes Özerk Oblastı bulunuyordu.Çerkes Özerk Oblastı, 1956'da sürgün cezası kaldırılarak Karaçaylara geri verilen, 1928-1943 yılları arasında varolan Karaçay Özerk Oblastı toprakları ile, 5 Ocak 1957'de birleştirilerek, 1926 öncesinde olduğu gibi, yeniden bir Karaçay-Çerkes Özerk Oblastı kuruldu.

Tarih

Çerkeslerin ataları sayılan Sind-Meot kavimlerinin Kafkasya'daki varlığı, ölü gömme kültüründen gidilerek, M.Ö. 3000'lere değin uzanmaktadır. M.Ö. 2000'lerde tarım ve hayvancılığın yanı sıra bakırı kullandıkları, seramik eşya ve daha sonra da tunçtan aletler yaptıkları bilinmektedir. Meotlar (Adıgece: Mıvıt'; Mıvet'; Mıvt'e; Мыут1э) olarak adlandırılan kavimlerden geldiği kabul edilen Çerkesler, M.Ö. 8. yüzyılda Kimmerlerle, M.Ö. 6. yüzyılda da kuzeyde İskitlerle, Karadeniz kıyısında da Greklerle komşuydular. İskit ve Greklerle kurulan ilişkiler, ekonomik ve kültürel gelişmenin yanı sıra Çerkes kentleri ve yazısının ortaya çıkmasını da sağladı.
  • M.Ö. 5. yüzyılda merkezi Sindika limanı ya da Grekçe Gorgippia (bugünkü Anapa) olmak üzere Bosporos Krallığı'nın yanı başında,Meotların bir topluluğu olan Sindler tarafından kurulan Sind Krallığı ya da Sindika bulunuyordu. Sindika, varlığını en az bir yüzyıl kadar sürdürdükten sonra, dış saldırılardan korunma amacıyla da, M.Ö. 4. yüzyılda, Bosporos kralı Levkon'un hükümdarlığı döneminde (M.Ö. 349-348) Bosporos Krallığı'na katıldı. Bosporos Krallığı'nın, M.Ö. 3. yüzyılda, ucuz Mısır buğdayının rekabeti (1) sonucu, ekonomik ve askeri çöküş sürecine girmesinden yararlanan İskitler'in izleyicileri olan Sarmatlar, M.Ö. 2. yüzyılda Kuzey Kafkasya topraklarını ele geçirdiler. Bu dönemlerde Çerkeslere Zykh (Зихы) ve Kasog gibi adlar verilmeye başlandı. Çerkesler, Sarmatlar'ı ancak M.S. 1. yüzyılda Maniç ırmağının kuzeyine sürmeyi başarabildiler. Sarmatlar'dan sonra 4. ve 5. yüzyıllarda Alanlar ve Hunlar da bölgeye geldiler.Gotlar, ardından Hun saldırıları sonucu kıyı kentleri ve deniz ticareti yok oldu ve Çerkesler verimli topraklarının hemen hepsini yitirdiler. Hunların çekilmesinden sonra Çerkesler eski topraklarını geri aldılar, kuzeyde Ukrayna ve Kırım'a değin yayıldılar.
  • 1223'de Kafkasya'yı istila etmeye başlayan Moğollar Çerkeslerin bir bölümünü ve Alanlar'ın çoğunu yok ettiler. Bunu izleyen Altın Orda saldırıları sırasında topraklarının büyük bir bölümünü yitiren Çerkesler, buna karşılık Alanlar'ın bazı topraklarını ele geçirdiler. Kuban Irmağı boyunca uzanan bu yeni topraklar üzerinde 14. yüzyılda Kabardey bölgesi oluştu. Altın Orda devletinin yıkılmasından sonra daha önce yitirdikleri toprakların bir kısmını geri alan Kabartay Çerkesleri, bu kez de Kırım Hanlığı'nın baskıları ile karşılaştılar.

Rus yayılmasının başlaması

Kırım Hanlığı'nın Kabartayları ağır bir vergiye bağlaması Kabartay Çerkeslerinin Rusya'ya yaklaşmasına yol açtı. Rusya, 1556'da Astrahan Hanlığı'nı ilhak etti ve Kabartaylarla komşu oldu. Bundan yararlanan Kabartaylar Kırım egemenliğinden çıkıp 1557'de Rus koruması (egemenliği) altına girdiler. Bu oluşum Terek Irmağı kuzeyinde bulunan toprakların Ruslar tarafından barışçı bir biçimde kolonileştirmesini, Oset, İnguş, Çeçen ve Dağıstanlılar arasında da Rus etkinliğinin artmasına yol açtı.Bu 1557 yılı olgusu,şimdiki Kabartay-Balkar,Karaçay-Çerkes ve Adıgey cumhuriyetlerinde,"Ruslarla Adıgelerin gönüllü birleşmelerinin 450 yılı" adı altında düzenlenen etkinlikler çerçevesinde 2007 yılı boyunca kutlanmıştır.Ama yine tarihsel Adıge (Çerkesya) toprakları olan Krasnodar Kray ve Stavropol Kray kutlama dışı tutulmuştur (Daha geniş bilgi için tıklayın-Adigey).
  • Kabartay-Rus dostluğu 18.yüzyıl ikinci yarısına (1774'te Kabardiya ve Osetya'nın,1783'te de Kırım'ın Rusya'ya ilhak edilmesine) değin sürdü.1774 sonrasında Osmanlı-Rus dengesi,Osmanlılar aleyhine bozuldu,onun yerini Batı-Rus dengesi aldı.Osmanlı Devleti,bu yeni denge içinde zayıf bir tampon devlet konumuma geldi.Dolayısıyla Çerkeslere gerekli yardımlarda bulunamadı.

Osmanlı-Çerkes İttifakı

1739 Belgrad Antlaşması ile Kabardiya'ya, Rus ve Osmanlı devletleri arasında "bağımsız" ya da "tarafsız bölge" statüsü verildi. Rus yayılmacılığından kaygı duyan Çerkesler (Adıgeler), 1768-74 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Osmanlılar'dan yana tavır aldılar, ama savaş Rusların, Osmanlıları yenmeleri, Gürcistan'a girmeleri, Kabardey bölgesi ile şimdiki Kuzey Osetya'yı ilhak etmeleriyle sonuçlandı. Bu arada Kırım'ı ve Kuban Irmağının kuzeyinde, Kuban ve Azak Denizine dökülen Yeya ırmakları arasında bulunan ve Kırım'a ait olan Nogay ve Çerkes nüfuslu toprakları da ilhak eden ve bu bölgede bir etnik temizlik ve soykırım uygulayan Ruslar, 1783'te Gürcistan'ı (Kartlı ve Kaheti) koruma altına aldılar; ayrıca Mozdok'tan başlayıp Kuban Irmağının sağ (kuzey) yakası boyunca batıda Karadeniz'e, doğuda da Terek Irmağının sol (kuzey) yakası boyunca Hazar Denizi'ne uzanan, üzerinde kale, karakol ve gözetleme kuleleri bulunan müstahkem hatlar inşa ettiler. Bu arada Çerkesya'yı doğudan da, Kafkas Sıradağlarına değin uzanan müstahkem hatlarla çember içine aldılar. Bunun üzerine Çerkesler (Adigeler) Türklerden yardım talebinde bulundular, böylece Türk-Çerkes ittifağının ve Anapa kalesinin temeli atılmış oldu (1781). Kuzey Kafkasya halkları (yani Adıge, Çeçen ve Rus korumasındaki hanlık toprakları dışındaki özgür Dağıstanlılar) artan Rus yayılmasına karşı bir tepki olarak İmam Mansur önderliğinde direniş hareketlerini başlattılar, 1787-91 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Osmanlıların yanında savaştılar, ama savaş Ruslar'ın Anapa'yı ve buradaki İmam Mansur'u ele geçirmesiyle sonuçlandı (1791). Anapa, 1792 Yaş Antlaşması ile Osmanlılara geri verildi.
  • 1806-12 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Nisan 1807'de Anapa yeniden Rusların eline geçti. Ama 1812 Bükreş Antlaşması ile, Anapa ile birlikte, kuzeyde Kuban Irmağı ağzından başlayıp güneyde Bzıb (Psıb) Irmağına ulaşan Çerkesya kıyılarının denetimi,Ruslarca Osmanlılara geri verildi. Bzıb Irmağından, daha güneydeki Rion Irmağına (Poti'ye) kadar olan yerlerin denetimi de (Abhazya Prensliği dahil), Ruslara bırakıldı (2). Böylece Ruslar, bağımsız bir ülke olan Çerkesya'yı Osmanlı Devleti ile ilişkilendirip ileride işgal etmenin alt yapısını oluşturmaya çalışıyorlardı.

Çerkesya Kurtuluş Savaşı (1829-1864)

1829 Edirne Antlaşması ile Osmanlılar Çerkesya'nın kıyı, yani Kuban ve Bzıb ırmakları arasında bulunan kıyı kesiminin denetimini Ruslara devrettiler. Ruslar bunu, tüm Çerkesya'nın hukuken kendilerine bırakılmış olduğu biçiminde ilan ettiler. Çerkesler ise, Türklere bağlı olmadıklarını, sadece müttefik olduklarını öne sürerek,1829 Edirne Antlaşması hükümlerini tanımadılar,ama hukuksal anlamda başarısız kaldılar. Ruslar, 1837'de Karadeniz kıyısı boyunca Anapa'dan Sohum'a değin uzanacak bir kıyı hattı kurma çalışmalarını başlattılar. 1838'de Çerkeslerle çarpışarak, Soçi ve Tuapse ırmakları ağızlarını ele geçirip kıyı boyunca kale ve karakollar kurmaya başladılar. Ayrıca, Gelencik limanından başlayıp ülke içinden geçen ve şimdiki Krasnodar kenti batısına (Olginsk) uzanan bir hat daha inşa ettiler. 1839 yılı sonunda Çerkesya hem karadan ve hem de denizden tam bir kuşatma altına alınmış ayrıca ikiye bölünmüş oldu. Ayrıca, doğudan batıya doğru savaşarak ilerleyen Ruslar, Çerkesya'nın Base Ovası'nı işgal ederek Laba Irmağı'na dayandılar. Laba ve Kuban ırmakları arasında bulunan Base Ovası'nı katliam ve etnik temizlikten geçirdiler, buraya stanitsalar yerleştirdiler.
  • Base Ovası'ndan sürülen Adıge ve özellikle Besleney kalıntıları (2 köy), Kabardiya'dan getirilen göçmenler ve güneydeki yüksek dağ vadilerinden indirilen Abazalarla takviye edilerek, Küçük ve Büyük Zelençuk ırmakları vadilerine yerleştirildiler. Bu yerleştirme alanında şimdi RF'ye bağlı Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti bulunmaktadır.
  • Öte yandan egemenlik alanı gitgide daralan Çerkesler, 1840 yılı ilkbaharında Karadeniz kıyı hattı ile ülke içinden geçen Gelencik Hattına saldırarak bu hatları yıktılar ve kalelerin çoğunu ele geçirdiler. Dağıstan ve Çeçenya'da Ruslar'a karşı mücadele eden İmam Şamil, Çerkeslerle birleşmek için 1846'da Kabardey bölgesine yürüdü, ama Rus işbirlikçisi Kabardey derebeylerinin muhalefeti ile karşılaştı ve birleşme girişimi de başarısızlığa uğradı. Şamil, 1848'de Naiplerinden Muhammed Emin, Çerkesya'ya gönderildi. Ama tüm çabalara karşın, Çerkeslerle bir bütünleşme sağlanamadı.

Kırım Savaşı ve sonrasındaki Çerkes sürgünü

1853-56 Kırım Savaşı sırasında Çerkesler, Müttefik baskısı nedeniyle Rusların tahliye ettikleri kıyı kalelerini, bu arada Novorossiysk kenti ile Taman Yarımadası'nın bir bölümünü geri aldılar. Ama Müttefikler'in savaşa son vermeleri, kendi çıkarları ile yetinmeleri sonucu, Çerkesler ve Şamil kuvvetleri, eşitsiz olarak Ruslarla başbaşa kaldılar. İmam Şamil'in 1859'da şartlı teslim olmasından (Eylül 1859) sonra, naibi Muhammed Emin de Ruslara anlaşmaya vardı (Aralık 1859). 1859'da Adıge derebeyi toplulukları (Beduğ, K'emguy, Besleney, Kuban Kabartay, vb) ve 1860'da Anapa yöresindeki demokratik Natuhay topluluğu Ruslara boyun eğdi. Rus Hükümeti, üç önemli demokratik Çerkes topluluğunun (Abadzeh,Şapsığ ve Vıbıh),özellikle Vıbıhlar'ın,takas olarak, Ruslarca gösterilen yerlere yerleşmeyi reddetmesi üzerine, Çerkesleri zorla topraklarından çıkarma kararı aldı ve uygulamaya soktu (1862),böylece insanlık tarihinin en acı sayfalarından birini oluşturan Çerkes sürgünü başladı (3).
  • 1862'de harekete geçen Ruslar, Çerkes köylerini basıp yakmaya, geri dönüşü olanaksızlaştırmak için de tarlaları tahrip ederek, dahası meyve ağaçlarını bile keserek halkı Karadeniz kıyısına doğru sürmeye başladılar. Bu durum karşısısında önce Abadzehler savaştan çekildiler. Şapsığlar da ardından ateşkes imzladılar (Ekim 1863).Bölgelerini boşaltmaları için,Şapsığlara 6 Mart 1864'e kadar süre tanındı. Ruslar, Şubat ve Mart 1864'te, ateşkesin yürürlükte olduğu Şapsığ toprakları üzerinden,ateşkes imzalamamış olan daha güneydeki Vıbıh topraklarına doğru ilerlemeye başladılar; Şapsığ gözlemcilerin eşliğinde,önce Şapsığ yöresi Tuapse'yi,ardından 19 Mart 1864'teki kısa bir drenişten sonra,24 Mart 1864'te ateşkesi imzaladılar.Ruslar 25 Mart 1864'te Soçi'deki eski kaleleri Navaginsk'i,çarpışmasız ele geçirdiler. Nüfuslarının dörtte biri kadarı köle olan Vıbıhlar, Türkiye'ye göç etmek istediklerini Rus komutanlığına bildirdiler ve kölelerini de alarak Türkiye'ye göç ettiler. 1861'de Rusya'da köleliğin kaldırıldığını bilen Osmanlılar, Vıbıh göçünü özendirmek için 1855'te yasaklamış oldukları Çerkes köle ticaretini yeniden serbest bıraktılar. Vıbıhların tesliminden sonra,küçük Abaza toplulukları olan Ciget, Ahçıpsı, Aibga ve Pshulara yönelik harekat başlatıldı. 7-11 Mayıs arasında yürütülen harekat sonucu Aibgalar da 12 Mayıs 1864'te boyun eğdler.21 Mayıs 1864'te Ruslar Kafkas Savaşı'nın sona erdiğini Mzımta Irmağı yukarısındaki Kbaada Yaylasında (şimdiki Krasnaya Polyana) bir dini ayin ve askeri tören düzenleyerek ilan ettiler. Çerkesya bu tarihten başlanarak Çerkes nüfusundan arındırıldı ve Ruslarca ele geçirilen bu yeni topraklar "Kuban Ordusu Yönetim Bölgesi" içine eklendi (4). Bununla birlikte Şapsığ ve Vıbıhların üstündeki dağlarda barınan ve inatçı direnişçiler olarak tanınan Hak'uçlar (Хьак1уцу) Ruslara boyun eğmeyi ve topraklarından ayrılmayı kabul etmediler. Bunu üzerine Ruslar kıyıdaki Aşe, Psezuape, Tuapse, Soçi ve Mzımta Irmakları havzalarını koruma altına almak ve Hak'uçlara boyun eğdirmek için, Haziran 1865'te Hak'uç Hattını kurdular. Dağların iç yamaçlarına ve geçitlere de askeri birlikler yerleştirerek, Hak'uçları çember içine aldılar. Hak'uç direnişi yer yer 1870'li yıllara,direnişçiler direnene dek sürdü. Hak'uç kadın, çocuk ve yaşlıları ise açlık ve soğuk nedeniyle barındıkları mağara ve kuytu köşelerde öldüler.1880'de Hak'uç sayısı 83'e, Vıbıh sayısı da 80'e düşmüştü. 1859 yılı öncesinde Rus işgaline uğramış olan Orta Kuban ve Orta Laba ırmakları solundaki ovalarda küçük bir Çerkes nüfusu, kısmen de iç sürgün (relocation) yoluyla Kuban oblastında bırakıldı. Bu yerlerde bırakılan Çerkes sayısı 1864'te 80 bin dolayında tahmin ediliyordu (5), ülke dışına göç ettirme (deportasyon) politikasının daha sonra da,sürdürülmesi nedeniyle Kuban oblastındaki Çerkes sayısı 1897'de, 30 bini şimdiki Adigey ve Şapsığ (Tuapse ve Soçi) bölgelerinde, ayrıca 13 bini de şimdiki Karaçay-Çerkesya'da olmak üzere 43 bine düşmüştü.

Çerkesler Osmanlı topraklarında

Asıl Çerkes nüfusu ise deniz yoluyla Osmanlı topraklarına deporte (sürgün) edildi. Gemilere bindirilen Çerkesler, Karadeniz'in Anadolu kıyılarındaki limanlara (Batum, Trabzon, Ordu, Samsun, Sinop ve şimdiki Akçakoca) çıkarıldı. Bir bölümü de Burgaz, Varna ve Köstence'ye götürülerek Balkanlar'a yerleştirildi. Göç sırasında açlık ve salgın hastalıklar yüzünden çok sayıda Çerkes öldü. Balkanlar'a yerleştirilen Çerkesler de,1878 Berlin Antlaşması gereğince,yeniden Osmanlı Asyası ve Afrikası topraklarına göç ettirildiler. Bunlar Anadolu, Kıbrıs, Suriye, Ürdün, İsrail ve Mısır gibi boş yer bulunan hemen her yere dağıtılarak yerleştirildiler. Anadolu'ya göç ettirilenler, yoğun olarak Orta ve Batı Karadeniz, Kuzeybatı, Batı, İç Batı, İç Doğu, Orta Anadolu ve Doğu Akdeniz'e, Bingöl ve Bitlis'e yerleştirildiler. Sürgün ve yerleştirme giderleri Osmanlı Hükümeti'nce karşılandı.

Kafkasya'da kalan Çerkes topluluklarına özerklikler verilmesi

  • 1830'da G.V. Novitski'ye yaptırılan bir Rus askeri araştırmasına göre 1.082.200 tahmin edilen ("Kubanskie oblastnıe vedomosti", No.38, 1884) Kuban oblastındaki (Çerkesya) Çerkes nüfusu (aslında 2 milyon), savaş, etnik temizlik ve deportasyon uygulamaları sonucu,1864'te 80 bine, 1880'de 60 bine, 1897'de de 30 bine düşmüştü.Bu sayıya şimdiki Çerkessk yöresi Adıgeleri (Kabartay, Besleney) ile asıl Kabartaylar da eklendiğinde sayı, 1897'de 145 bini buluyordu.
  • 27 Şubat 1917'de Rusya'da Çarlık rejimi çöktü ve Çar II. Nikola tahttan indirildi. Bundan sonra ilk olarak Kuban ve Terek oblastlarında (il) yönetime katılan Çerkesler özerklik istediler ve 1917 Ekim devriminden sonra Dağıstan ve Terek'te yaşayan Kuzey Kafkas halklarını temsil etmek üzere 1 Aralık 1917'de Vladikavkaz'da kurulan Terek-Dağıstan Bölgesel Hükümeti'nde yer aldılar. Bu hükümetin Sovyetleri tanımayan karşı devrimci Kuban ve Don yerel hükümetleriyle birlikte oluşturduğu 'Güneydoğu Birliği', Mart 1918'de Sovyet güçleri tarafından ortadan kaldırıldı. Sovyetlere karşı çarpışan General Denikin 1919'da Kuban ve Terek oblastlarını ele geçirdiyse de, Sovyetler Mart 1920'de duruma yeniden egemen oldular.
  • Kasım 1920'de Rus SFSC'ye bağlı Dağıstan ÖSSC ve Dağlı ÖSSC kuruldu ve bu kuruluşlar Ocak 1921'de onandı. Dağlı ÖSSC içinde bir ulusal okrug (ilçe) oluşturan Kabardey Çerkesleri, 1 Eylül 1921'de Dağlı ÖSSC'den ayrılarak Kabartay Özerk Oblastı'nı (sancak) oluşturdular. Sırasıyla, 12 Ocak 1922'de, şimdiki Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti yerinde Karaçay-Çerkes, 16 Ocak 1922'de Kabardey-Balkar ve 27 Temmuz 1922'de Adigey özerk oblastları ve en son 23 Eylül 1924'te, Karadeniz kıyısında da Şapsığ Ulusal Rayonu (ilçe) oluşturuldu. 5 Aralık 1936'da Çerkes nüfusunun çoğunluğunun yaşadığı Kabartay-Balkar ÖSSC; 3 Temmuz 1991'de de, daha az sayıda bir Adıge nüfusunu barındıran Adıgey (ya da Adıge) ve Karaçay-Çerkes oblastları da birer cumhuriyet oldular. Bu üç cumhuriyet, şimdi Rusya Federasyonu (RF) içindedir. Şapsığ Ulusal Rayonu ise 24 Mayıs 1945'te kaldırıldı, ancak Şapsığlar'a (toplamı 12 bin) 1999'da, RF içinde koruma altında küçük bir yerli toplum statüsü tanındı, dilleri yerel birimlerde (komponent) kullanılan eğitim (ders) dilleri arasına alındı. 2002'de, Şapsığlar dışında, RF'deki Çerkeslerin toplam sayısı 712.244'e ulaşmıştı (Daha geniş bilgi için tıklayın-Adıge sürgünü, Adigey, Adigece,Anapa, Gagra, Krasnaya Polyana, Krasnodar Kray,Sindika ve Şapsığlar).
Quo vadis?
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
17 Kasım 2009       Mesaj #49
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
İnsan ırkının 300 bin yıl önce ortaya çıktığı ülke, hemen tüm dünya dillerinde yer alan, ulaşılmaz, gizemli, atlas renkli, düşler, mutluluklar ve büyük acıların yaşandığı ülke; Çerkes boylarının kutsal ata yurdu; doğudan batıya, kuzeyden güneye, binlerce yıldır toplumların, uygarlıkların geçtiği tarih kavimleri kapısı...

Kafkasya, değişik etnik kökenli toplumların bir arada barındığı bir bölgedir. İnsan ırkının 300 bin yıl once Kuzeybatı Kafkasya'da ortaya çıktığı savının detaylarına inince, Kuzeybatı Kafkasya'da türeyen insan soyunun öncelikle yakın çevreye, Transkafkasya'ya, kuzey-doğuya ve güney-batıya yayıldıkları görülmektedir. Bu savları bir dereceye kadar dogrulayan bulgular ve kanıtlar vardır. Nitekim, şimdi Krasnodar toprakları içerisinde, Karadeniz kıyıları boyunca çok sayıda palaeolitik yerleşim alanları bulunmuştur. Bunlara ilk yerleşen insanların avcı ve besin toplayıcısı oldukları anlaşılmaktadır.

İnsanoğlunun besin toplayıcı olan ekonomik yapısından, üretim ekonomisine, hayvancılık ve tarıma geçişine kadar binlerce yıl geçmiştir. Bu dönemde üretim araçlarının halen taş ve kemikten yapılmıs olmasına karşın, güçlü bir anaerkil toplum düzeninin de olduğunu biliyoruz. Anaerkil toplum düzeni sürecinin başlangıcında metal henüz bilinmemektedir. Yüzlerce yiı sonra metalle tanışan insanoglu, ilk olarak bakır ve tunçu kullanmaya baslamıştır. Ancak altın, daha çok dekoratif amaçlarla ve takı eşyası üretiminde kullanılmıştır.

Kuzeybatı Kafkasya erken metal çağına M.Ö. 3000 yıllarında, baska bir deyişle, günümüzden 5000 yıl önce ulaşmıştır. Bu dönem yaklaşık olarak, mezar alanları üzerinde mezar tümseklerinin ortaya çıktıgı döneme denk gelmektedir. Arkeologlar, bu dönemde bu bölgede yaşayan insanları ilginç bir sınıflamaya tutmuslardir: Kaya mezar - Katakomp mezar toplumları ve ahşap mezar kabileleri gibi. Baska bir sınıflama, yaşanan topraklara ve bolgelere göre yapılmaktadır. Maykop (Miyekuape) ya da Kuzey Kafkasya boyları sınıflamasının olması gibi.

Anılan mezar örnekleri Krasnodar'da ve özellikle Adigey Cumhuriyeti baskenti olan Maykop'daki müzede sergilenmektedir. Bu maket mezarlarda, mezarların açıldığı andaki durumları, ölülerin gömülüş biçimleri, mezardan çıkan eşyaların özellikleri detaylı bir biçimde belirtilmektedir. Bu mezarları bırakan insanların genelde uğraş alanı hayvancılıktır. Ancak, toprağı işlemeyi de bir ek iş olarak yaptıklari anlaşılmaktadır.

Kuzeybati Kafkasya'nın dağlık bölgelerinde ve Karadeniz kıyılarında ortaya çıkan Dolmen Kültürü, adını alışılmadık neolitik oda mezarlar ya da kayalarda oyulmus mezarlardan almıştır. Kuzeybatı Kafkasya Dolmelerinin geçmisi, M.Ö. 2000'in ortalarından son çeyreğine kadar olan döneme rastlamaktadır. Bu mezarlar, Kuban nehrinin sağ yakasında yer alan bozkır hattındakı kuyu-mezar kültürü topluluklarına ait mezar tepeleri ile yaşıttır. Orada ölüler üzerleri kereste ile kapatılan çukurlara gömülürdü. Bu mezarlar genellikle eşya bakımından çağdışı olan diğer mezarlara göre fakir olmalarına karşın, ölünün kimi zaman dört tekerlekli bir araba ile gömüldüğü de olurdu. Bu mezarlarda altın küpeler dışında metal eşyaya çok az rastlanmıstır.

M.Ö. 3000'de Kuban nehrinin güneyinde Maykop Kültürü doğup gelişmiştir. Bu kültür, giderek etkilerini doğuda Dağistan'a, batıda Novorosissk ve Taman topraklarına dek hissettirmiştir. Bu kültürün en parlak döneminde demir dışındaki tüm metallerin işlendiği anlaşılmaktadır. Bu dönemde Maykop kültürü içerisinde çarklı çömlek tezgahının kullanıldığı anlaşılmaktadır. Uygarlığın özellikleri yakın-doğu ve özellikle Mezopotomya uygarlığı havasını vermektedir. Bu denli erken bir dönemde çömlekçi çarkının bulunmasını, Mezopotomya uygarlığının etkisi olarak değerlendiren araştırmacıar da vardır. Ancak, bu yaklaşım çok gerçekçi değildir. Maykop kültüründe ölüler çok zengin altın ve gümüş eşyalarla dolu mezarlara gömülmektedir. Bu mezar tepeleri içerisinde söz konusu kültüre adını veren Maykop Mezar Tepesi her yönü ile diğer mezar tepelerinden farklıdır.

Günümüzden 4000 yıl önce, M.Ö. 2000'in ilk yarısında, antik Kuzey Kafkasya kültürünün ilk bulguları, Katakomp mezar kabilesinin kültürel ve tarihsel değerleri Kuban steplerine doğru yayılmıştır. Bu kültür diğer Kuzey Kafkasya kabileleri ile yakın bir ilişkiye girmiş ve bu ilişki sonucu kabileler giderek nehrin diğer yakasına sürülmüşlerdir. Bu yer değişikliği ile ilgili olarak bu bölgelere yabancı kabileler kendi ölü gömme yöntemlerini de getirmislerdir. Bu kabilelerin ölülerini, altını açık bıraktıkları çukurun yan tarafına gömerek üzerlerini büyük bir toprak tepecik ile örttiklerini görmekteyiz. Bu döneme ait mezar bölgelerinde çok sayıda metal eşyaya rastlanmıstır. Son yıllarda bu bölgelerde ahşap mezar kültürüne ilişkin ve geçmişi M.Ö. 2000 yıllarının sonlarına uzanan mezarlar bulunmustur. Kuzay Kafkasya'da kabile gelişiminin son aşaması olan Tunç çağı, burada bulunan metal işleme sahasının varlığı ile karakterize olmaktadır. Bakır cevherinin çıkarılıp eritildiği, alaşımlarından, özellikle tunçtan çesitli eşyaların yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu dönemin sonu, demirin ortaya çıkışının tanığı ve yeni bir çağın habercisi olmuştur.

Kuzeybatı Kafkasya'da demir M.Ö. 8.yüzyıldan bu yana bilinmektedir. Engels'e göre demir cevherinin eritilerek demir elde edilmesi, "demir kılıç ile birlikte saban demiri ve balta demiri" dönemini başlatmmıştır. Tarihte devrim yaratma işlevi üstlenen, tüm hammaddelerin sonuncusu ve en önemlisi olan demir insanlığın hizmetine bu çağlarda girmiştir. Demir geniş alanlarda tarım yapmayı ve ormanların temizlenerek tarıma elverişli duruma getirilmesini sağlamıştır. Demir insanoğluna, tasın ve diğer metallerin hiçbirisinin dayanamayacağı sertlik ve keskinlikle araç ve gereçler bağışlamıştır. Demirin tarım araçları haline dönüşmesi, yavaş yavaş besin toplayıcı toplumdan hayvancılık ve tarıma dayalı topluma geçişi sağlamıştır. Bu geçiş, erkek gücüne gereksinim duyduğu için toplumda erkeğin işlevinin ve saygınlığının artmasını da getirerek babaerkil toplum düzeninin de habercisi olmustur.

Üretici güçlerin ve aletlerin gelişmesi hayvancılığı belli ölçüde önemsizleştirmiştir. Daha sonra bu yörelere yerleşenler, yerleşik düzene geçenler, kendi yaşam biçimlerini, topraği işleme yöntemlerini geliştirerek, toprağin sabanla işlendiği daha gelişmiş bir dönemi başlatmış, aynı zamanda sosyal değişimler de yaşatmıştır. Daha gelişmiş bir ekonomi, servetin belirli ailelerde toplanmasını ve zamanla bu ailelerin bir klan aristokrasisi çevresinde toplanarak topluluğun diğer kesimlerinin kendilerine bağlanması sonucunu getirmiştir. Bu dönemde ayrıca geniş kabile birliklerinin biçimlendiği, belirgin hale geldigi dönemdir.

Kabile birliklerinin biçimlendiği bu dönemde, bugünkü Çerkes boylarının ataları olan Meot, Sind, Zikhi, Kerket, Pses, Henioch, Zanig ve daha başka boylar bu tarihten başlayarak maddi ve kültürel gelişimlerini, daha baska bir deyimle etnik bütünleşmeyi tamamlamaya başlamıştır.

Bugünkü Kuzey Kafkasya'nın otokton halkı olan Çerkes boyları, kimilerinin savundugu gibi Sami ırkından olmayıp, Orta Dogu'dan kuzeye göç etmemiştir. Tarihin hiçbir çağında sıcak denizlerden, sıcak iklimlerden kuzeye, daha soğuk bölgelere hiç bir göçe rastlanmaz. Başka bir deyişle, İslam dininin etkisi ile Kavm-i Necip olarak anılmaya başlanan Arap halkı ile ya da Sami ırkı ile Kuzey Kafkasya boylarının hiç bir ilgisi bulunmamaktadır.

Dogudan kaynaklanan kimi stilize motiflerin ya da eşyaların benzeşimini dayanak olarak gösteren, Çerkeslerin kökenini Orta Asya steplerine ve Turan illerinde arayanlar da yanılgıya düşmektedirler. Çerkesler Kuzey Kafkasya topraklarında etnik konsolidasyonlarını tamamayan otokton topluluklardır.

Eski Kuzey Kafkasya halkları ve kabilelerinin adlarının bugün bilinmesini, komşuları tarafında bırakılan yazılı anıtlara borçluyuz. Bu yazılı belgelerde adı geçen boylar; Kimmer, İskit, Sarmat, Tauri, Sind, Meot, Kerket, Zikhi, Henioch, Zanig, Pses, Psil ve Kolchi'dir. M.Ö. 1.yüzyilda ve Hıristiyanlık döneminin ilk yıllarında Kuzey Kafkasya nüfusunu Meotlar ile diger Kuzey Kafkasya'lı dağlı kabileler oluşturmaktaydı. Meotlar, Azak Denizi'nin doğu kıyılarında, Kuban nehrinin alt ve orta havzalarında yaşıyordu. Nehrin sağ yakasında kalan toprakları, bugünkü Tamizbekskaya yerleşim bölgesine kadar uzanıyordu. Meotların çağdışı olan Antik Grekler (Yunanlılar); M.Ö. 6.yüzyılda ilk kez Meotlardan söz etmektedirler. Öte yandan Meotların

M.Ö. 8. ve 7.yüzyılın ilk yarısı arasındaki dÖnemde, kökü Tunç Çağı'na kadar uzanan bir kültüre şekil verdikleri gerçeği de arkeolojik bulgulardan anlaşılmaktadır.

"Meot" sözcüğü bir çok küçük kabileyi kapsayan kollektif bir isimdir. Hıristiyanlığın baslangıç döneminde yaşamış olan eski Grek coğrafyacısı Strabo, "Meotlarin; Sind, Dandari, Toreates, Ayres, Arreches, Torpotes, Obicliakenes, Doskhi ve diger bir çok kabileden oluştuğunu" yazar. Yanlız antik edebiyat kaynaklarında değil, bu konuyu işleyen Bosphor Krallığı topraklarından çıkartılan taş tabletlerde de Azak Denizi'nin güney kıyıları ve Kuban havzası antik kabilelerinin isimleri açıklanmaktadır. Bu isimler Meot kabilelerini oluşturan ve Bosphor Krallıgı'nın da unsurları olan Sind, Dandari, Toreatesi Pses ve Sarmat kabileleridir. Bu topluluklar daha kuzeylerde, Don ve Volga ırmakları arasındaki, daha önce Meotlara ait olan toprakları işgal etmiş görünmektedir (özellikle Sarmatlar). Don ve Kuban nehirleri arasında dogal bir sınırın bulunmaması ve Sarmatlariın göçebe bir topluluk olması nedeniyle, bu topluluğu bir kuzeyde bir güneyde, bir Kuban Havzası'nda görebilmekteyiz.

Bugünkü Çerkeslerin ataları olanve M.Ö. 1000 yıllarının ilk yarısında etnik konsolidasyon (pekişme) sürecini tamamlamiş olan Kuban steplerinin bu sahipleri incelendiğinde, devamlı bir yer değişiminin yaşandiığı görülmektedir. Örneğin İskitlerin, bu steplerde yaşayan kabileleri geride bırakarak, steplere geçtikleri ve Kafkas Dağları'ndaki geçitleride aşıp Transkafkasya'ya (bugünkü Gürgüstan, Ermenistan ve Azarbaycan toprakları) gittikleri, bu yöreleri yağmaladıkları, M.Ö. 6.yüzyılın başlariında ise tersi bir akın başlatarak eski topraklarına döndükleri bilinmektedir. Bu yörede sürekli İskit yerleşimi bulunmamaktadir. Dolayisiyle bu bolgede bulunan kalıntılarda İskit yapıtı pek azdır.

Öte yandan Antik Yunan kolonileri (Phanugoria kenti) yaklaşık 2500 yıl önce Sindlerin saldırısı ve işgali ile Taman Yarımadası'ndan çekilmistir. Kuban bölgesinde ve Azak Denizi'nin doğu kıyısında yaşayan Meotlarla çağdaş Yunan kolonilerinin içerisinde en gelişmiş olanı kuşkusuz Phanugoria Site Devleti'ydi. Bu kentin yerleşim yeri bugünkü Seneggo kasabası yakınlarında bulunmaktadır. Bölgedeki diğer Grek kolonileri, Cepi ve Hermonacca'dır. Bu kolonilerin gelişimleri, Kırsak sınırları ile birleşmiş, ayrı birer bağımsız devlet statüsünde ve M.Ö. 6. ve 4.yüzyıllardaki Grek uygarlığının sosyopolitik yapısını belirleyen "polis"ler biçiminde oluşmuştur. Kerç ve Taman yarımadasındaki bu site devletlerin tarihsel gelişimi, giderek Panticapeum'un başkent oldugu Bosphor İmparatorluğu ile birleşme sonucunu getirmistir. Bu imparatorluk köleci bir devletti; hükümdarları sürekli dogu ve güneye inme ağırlıklı bir politika izlemiştir. Bu politikanın sonucu olarak aşağı Kuban bölgesinde yaşayan Meotlarin Sind koluna ait topraklar işgal edilmiştir. Daha sonra diğer Meot boyları da bu krallıgın sınırları içerisine girmiştir. Zamanla bütün bu kabileler imparatorluk sınırları içerisinde birbirlerine bağlandıkları gibi, kültürel olarak da belirli bir yere kadar kaynaşmışlardır.

Yukarıda da belirtildiği gibi bu tür göçler, yer değiştirmeler uzun yıllar sürmüştür. Örneğin, Strabon'a göre bir Sarmat kabilesi olan Sirakisler, M.Ö. 2.yüzyılda Kuban bölgesine gizlice sızarak Kafkas Dağları'nın güneyine dek inmişlerdir. Güçlü göçebe kabilelerden olusan Sarmatlarin yaşam biçimi, üstün tarım yaşamı ve yöntemleri bilen Meotların etkisiyle değişmistir. Strabo Sirakisleri tanımlarken, "kimi grupların çadırda yasayıp toprağı sürdüklerini" anlatmaktadir. Bu tür kültürel değişim, Kuzey Kafkasya'da yerlesik tarım nüfusunun artmasına neden olmustur. M.Ö. 1.yüzyılın sonlarına doğru Sarmat sızmaları arttığı için bölgede güçlü bir "Sarmatlasma" olayı görülmektedir. Ancak kültürel yasamda bir değişme olmamıştır. Sarmat çoğunluğuna karşın Meot Kültürü, dil ve geleneksel yaşam biçimini sürdürerek genişlemiş, yeni gelenleri kendi kültürü içinde asimile etmiştir. Sayıca daha az olan Meot Kültürü bu gücünü M.S. 3.yüzyıla dek sürdürmüş, bu yüzyılda Alan saldırısına uğraması topraklarından (Kuban nehrinin sağ yakasından) sürülmüşlerdir. Yeni gelen Alanlar da aslında Sarmat kökenliydi. Sarmat kabilelerinin bir kolu olan Alanların farklılığı İran dili konuşmalarıydı. İran dili konuşan Sarmat kabilelerinden, yani Alanlardan söz eden kaynaklara M.S. 1.yüzyıla ilişkin belgeler arasında rastlamaktayız. Alanlar doğu Kuban bölgesine

1. ve 2.yüzyıl arasında gelmişlerdir. Diğer kabilelerle yakın bağlar kuran alanlar, Daryal Geçidi ve Hazar Kapısı yolu ile Transkafkasya ve Asya'ya geçmişlerdir.

M.S. 3.yüzyılda Alanlarla Sarmat boyları birleşerek Alan-Sarmat kabile birliğini oluşturmuşlardır. Giderek güçlenen Alan baskısına dayanamayan yerli kabileler Kuban'ın sol yakasına geçip akraba oldukları diğer Meot kabilelerine sığınmıştır. Böylece daha az verimli olan topraklara salt güvenlik nedeniyle yerlesmislerdir. Bu kabileler Kuban'ın sol yakasındaki orman-step alanlarına, Kuban Irmagı'nın taşkın bataklıklar ile kaplı ova ve agaçlık bölgelerine yerleşmiştir.

Alan-Sarmat kabile birliği uzun süre yaşamadı,

M.S. 375 yılında Asya'dan batıya yürüyüse geçen Hun dalgaları, Kuban steplerini aşarak Taman'a doğru ilerlerken, arkalarında harabe, yangın, açlık ve ölüm bırakarak Alan-Sarmat kabile birliğinin yıkılmasına neden olmuştur. Yağmalanıp yıkılan, güçsüz bırakılan Kuban'ın sağ yakası bundan böyle goçebe boylarının yerleşim yeri olmaya başlamıştır. Meotlar ve akrabaları olan Zikhi'ler etnik anlamda pekişmelerini tamamlayarak bugünkü Çerkes toplumunun ataları olarak tarih sahnesinde güçlenmeye başlamıştır
Özdemir Özbay
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Bluesorrow - avatarı
Bluesorrow
Ziyaretçi
17 Şubat 2010       Mesaj #50
Bluesorrow - avatarı
Ziyaretçi
Ürdün'de paslanmayan Çeçen kaması

ARAP ÇÖLÜNE İNAT ÇEÇEN ÇEÇENCE'DEN VAZGEÇMİYOR

Fehim Taştekin

Çerkes ve Çeçenlerin neden Ürdün'de el üstünde tutulduğu hep merak edilir?

Ancak daha fazla merak edilmeyi hak eden bir başka nokta ise nedense gözardı edilir. Peki bu ayrıcılık ne zaman ve nasıl başlamıştır?
Bu sorunun cevabını Amman, Ceraş, Suweyleh, Naur veya Ruseyfa'da aramak yerine Londra'da bir günlük iz sürmenin ardından bulduğum Ürdün'ün ileri gelen Çeçenlerinden birinden almaya çalışıyorum.


Said Beano
Adı Said Beano. Aslen Çeçen. 1976-1979 yılları arasında Ürdün Bayındırlık Bakanı. Ondan önce 1962-1976 arası bakanlık müsteşarı. 1981-1982'de Su İşleri Genel Müdürlüğü görevinde de bulunmuş. Ayrıca 1983'te Danışma Konseyi üyesi. Eşi Suriyeli bir Çeçen.

Tavistock Hotel'in lobisinde "sen sağa otur, o zaman beni daha iyi görebilirim" diyerek oturma düzenini kendisi ayarlıyor. Sol gözünde bir problem olduğunu anlıyorum.

Protokolsüz bir samimiyet içinde sohbetimize başlıyoruz.

Ürdün kabinesinde Çerkeslerin kontenjanı var; Her dönem ya bir Çerkes yada bir Çeçen kabinede bakan koltuğunda. Ayrıca parlamentoda koltuk garantisi… 80 kişilik Ürdün Parlamentosu'nda 2 koltuk kral kontenjanından Çerkeslere tahsis edilmiş durumda. Parlamentoda toplam beş kişiler.
Ürdün kralı kendi güvenliğini Çerkeslerin ellerine bırakmış.

Beano'nun elde ettikleri makamlarda gösterdikleri başarı ve yararlılıklar nedeniyle övünerek sıraladığı çok sayıda insan var.

"Ürdün Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İhsan Şurdum. Arap-İsrail savaşında 4 İsrail uçağını düşürdü."

"Abbas Mirza, 1947-1950 arası İçişleri Bakanlığı yaptı."

"Muhyittin Kandour, müzisyen, yazar…"

Beano'nun listesi kabarık…

Beano, büyük sürgünle başlayan diaspora yaşamının talihsiz bireyleri olarak Ürdün gibi küçük bir ülkede yüzlerini güldüren ve kendilerine gurur veren bu ayrıcalıklı durumu anlatıyor.

Tüm bu ayrıcalıklı dünyanın bir nedeni olmalı?

Kuşkusuz Çerkesler bulundukları yerlerde güven telkin etmiş ve gösterdikleri sadakatle başkalarının davalarını kendi davaları olarak bilmişlerdi. Ürdün bunun tipik bir örneği.

Said Beano, "Ürdün Çerkesleri konusunda benim hafızama fazla güvenme, ben sana bu konuda kesin bilgileri fakla göndereceğim" diyor ama ben İstanbul'a döndükten sonra Beano'dan gelecek bilgileri bekleme sabrını göstermeyip Muhammed Kheir Haghandoqa'nın "The Circassian" adlı kitabına dalıyorum. Bu arada başka kaynakları da karıştırmadan edemiyorum.

Ceraş aslında bir Roman şehriydi ama Çerkesler 1868'de oraya geldiklerinde tamamen boştu. Amman da öyle. Issızlığının derinliğinde çok kadim bir tarih gizli. Asıl adı Philadelphia. Şehrin en eski medeniyet kalıntılarının gösterdiği tarih milattan önce 5500. Ancak bu ismi Mısır kralı Ptolemaios Philadelphos tarafından ele geçirildikten sonra aldı.
Roma ve Bizanslı yıllarda bu adla varlığını sürdüren şehir, 635'te Emevi ordularının idaresi altında çehresini değiştirerek 1300'te tamamen yerle bir edilinceye kadar insanlığa karşı gizemli şehir rolünü oynadı. Bu metruk şehre hayat verecek olan 1864'te anavatanları Kafkasya'dan sürülen Çerkesler olacaktı.

Amman'a ilk önce 1968'de Türkiye üzerinden Çerkeslerin Şapsıgh kolu geldi. Uzun süre Philadelphia'nın anfitiyatrosunda yaşam savaşı verdiler.

Ardından kardeşleri Kabardey, Abzekhler ve Bıjedughlar çöl diyarının yeni konukları oldular.

Amman, Vadisir, Suweyleh, Ceraş, Rufeysa, Zerka ve Naur Çerkeslerin yeni meskenleriydi.

Naur ve Ruseyfa'da Çerkesler gelinceye kadar insan yaşamı sözkonusu değildi.


1927 deki deprem sonrasında tarihi
Ceraş'tan bir görüntü
Şimdi Beano'ya kulak verelim: "Ürdün'de şimdi 15-20 bin Çeçen yaşıyor. Çeçenler Çerkeslerden çok sonra Ürdün'e ulaştılar. Buraya Çeçenlerin adım attığı gün 20 Mart 1903.

Çeçenler Zerka, Suweyleh, Sukhne, Azrek'e yerleştiler. Ben de Amman'a 12 kilometre mesafede olan Suweyleh doğumluyum. Suriye'de 3-4 bin, Irak'ta 1500-2000 Çeçen var. Kafkasya varlığı olarak Mısır'da daha ziyade Çerkesler bulunuyor."

Beano'nun tahminlerine göre Çerkeslerin bugün Ürdün'deki nüfusu 60 bin civarında. Çerkeslerin Şabsıkh, Kabardey, Bjedugh, Abzakh kolları ağırlıklı olarak burada yaşıyor. Ancak Çeçenlerle birlikte tüm Kafkas kökenlilerin nüfusunun 120 binin üzerinde olduğunu söyleyenler de var.

Osmanlının dağılmasıyla Amman'ı yeni roller bekliyordu. 1921'e kadar Amman kendi halinde küçük bir kasabaydı. Mavera-i Ürdün, birinci dünya savaşının ardından Filistin mandasının bir parçasıydı. İngilizler Ortadoğu'nun haritasını çizerken 1921'de bölgeyi Batı Filistin'den ayırarak, Hicaz Kralı ve Mekke Şerifi Hüseyin Bin Ali'nin oğlu Abdullah'a Mavera-i Ürdün Krallığı'nı bahşetmişti.

Çerkeslerin 570 yıllık ıssızlığın ardından hayatına damar olduğu Amman ise yeni krallığın başkenti olmuştu. Şehrin sahipleri ise Çerkeslerdi. Çerkeslerin sarayda yükselmeleri de böyle başladı.

Şehir batıdan Vadisir ve Sweyleh, kuzeyden Ceraş, doğudan Ruseyfa ve Zerka, güneyden Naur ile çevriliydi. Bu şehirlerin hepsini Çerkesler kurmuştu. Ürdün de hala neredeyse Amman'dan ibaret.

Amman'ın başkent olması Çerkeslerin önünü açtı. Bürokraside, orduda, sarayda nüfuslarıyla kıyaslanamayacak oranda büyük yer edindiler.
Ürdün doğumlu olup da başbakan olan ilk kişi bir Çerkesti. Adı Said El Müfti. 1950'de oturduğu başbakanlık koltuğunu dört kez işgal etti. Mirza Paşa'nın ardından Çerkeslerin lideri oydu. Ürdün'ün ondan önceki başbakanların çoğu Suriye kökenliydi. İlk kadın parlamenter de Çerkeslerden çıktı.

Kültürel telkinliklere gelince…

Diasporada sıkça yakınma konusu olan kültürel asimilasyon ve ana dilin konuşulması oranındaki trajik düşüşün Ürdün cephesini merakla soruyorum.

Çeçenler açısından şaşırtıcı bir durum sözkonusu. Beano "Çeçenlerin yüzde 99'u belki de tamamı kendi anadilini konuşabiliyor. Fakat Çerkeslerde durum biraz farklı. Belki Çerkesler arasında anadilini konuşma oranı yüzde 50 falandır. Hatta Amman'da yaşayan Çerkesler arasında ana dili konuşma oranı bu ortalamanın daha da altındadır. Buna karşılık mesela Naur'da Çerkesçe konuşabilme oranı çok daha fazla" diyor.

Çerkeslerin kendi kültürel değerlerine rağmen değil Çeçeni Çeçen, Çerkes'i Çerkes yapan değerlerle bu ülkede varlıklarını koruyabilmeleri asimilasyon etkisini de azaltan bir etken. Çerkeslerin sahip oldukları imkanlar doğal olarak kültürel faaliyetlerin de hem çeşitlilik kazanmasına hem de artmasına zemin veriyor.
Çerkes ve Çeçenlere ait çok sayıda organizasyon hizmet veriyor.

Beano'nun aktardıklarına göre Çerkes Yardımlaşma Derneği (El Cemiyet-ül Hayriye El Şerakis)'nin Çerkeslerin yaşadığı sekiz yerleşim merkezinde şubesi var. Kültür ve sanat etkinlikleriyle öne çıkan dernek Kral Hüseyin'in dul kalan eşi Aliye ile doğrudan bağlantılı. Aliye derneğin onursal başkanı.



Amman'daki Anfitiyatro
1974'te Amman, Vadisir ve Naur'daki Çerkes Yardımlaşma Derneği'nin kadın kolları Çerkeslere anadillerini öğretmek üzere Prens Hazma Okulu'nu kurmuşlar. Okulda Çerkesçe'nin yanı sıra dersler Arapça ve İngilizce olarak veriliyor. Okulun öğrencileri sadece Çerkeslerden oluşmuyor. İstemeyen öğrenci Çerkesce ders almıyor.

Kültürel aktivitelerle ön plana çıkan Nadi el-Cil adlı kuruluş çok profesyonel bir folklor ekibine sahip.

Çerkeslere ait Nadi Ehli ise spor aktiviteleri ile öne çıkıyor.

Çeçenlerin Zerka'da Nadi el-Kavkazi adında bir kulüpleri var. Bu kuruluş küçük bir askeri şehir olan Suweyleh'de çalışmalara başlamış ancak buranın kalabalıklaşması üzerine merkezini Zerka'ya taşımış. Bu kulüp de Naci Ehli gibi spor aktiviteleri ile öne çıkarıyor. Ayrıca Suweyleh'de bir şubesi olan Çeçen Yardımlaşma Derneği(El-Cemiyye El-Hayriyye Eş Şişaniyye) var. 1932'de kurulmuş.

Merkezi Suweyleh'de olan Çeçen Kadın Yardımlaşma Derneği (El-Cemiyye El-Hayriyye Eş-Şişaniyye En-Nisaiyye)'nin bir de Zerka'da şubesi var.

Beano ayrıca Suweyleh'de Prens Hasan'ın onursal başkanlığını yaptığı Çeçen-İnguş Dostluk Derneği adıyla bir kuruluştan bahsediyor. Kendisi 1989'da kurulan derneğin yönetiminde.

"Bu kuruluş Ürdün'e gelen Çeçen mültecilerin sorunlarıyla ilgileniyor" diyor.

Arap çöllerinde hayat kurmuş bu insanların yaşadıkları kültürel erozyon ne oldu? Araplardan ne aldı, onlara ne verdiler? Eşyanın tabiatı gereği birlikte yaşayan kültürler birbirlerinden zamanla ödünç değerler alıp-veriyorlar. Ürdün'deki Çerkeslerde Araplaşma, Türkiye'deki Çerkeslerde Türkleşme, Rusların egemenliği altındaki Çerkesya'da Ruslaşma tüm dirence rağmen kaçınılmaz olmuş. Çerkeslerde Arap etkisini ve kültürel yabancılaşmanın boyutunu soruyorum. Gülerek "Biz sonuçta Arabız. Çeçen kökenli Arabız" diyor.

"Peki Araplar sizden bir şeyler aldı mı?" sorusuna cevabı "Belki köylerde Çeçen ve Çerkeslerle yaşayan Araplar kültürden etkilendi ama sonuç da bir azınlığız" cevabını veriyor.

Ürdün'de Çerkesçe eğitim veren bir okulun olması çok büyük bir avantaj olmalı.

Çeçenlerin anadile sıkı sıkıya sarılma konusunda takdire şayan bir tutuculukları var. Beano'dan bunun nedenlerini öğrenmeye çalışıyorum ama çok fazla bir şey söylememekle birlikte Suudi asıllı bir Arap'la evlendikten sonra boşanan, bizim de Londra'da tanışma fırsatı bulduğumuz bir
Çeçen bayandan örnek veriyor:

"Raghat Mutabbakani'nin annesi Çeçen, babası Suudi Arabistan'dan bir Arap. Fakat o Çeçenceyi benden çok daha iyi konuşuyor. Ona bunu nasıl başardın diye sordum bana 'Kızlarım benden daha iyi Çeçence konuşuyor' diye cevap verdi. Üstelik bunlar Londra'da yaşıyorlar."

Peki Çeçenler ve Çerkesler Ürdün'de elit ve ayrıcalıklı bir tabaka olarak diğer toplumlar arasında kıskançlık konusu olmuyor mu? Aralarında kültürel çatışmanın da etkisiyle toplumlararası sıkıntılar yaşanmıyor mu?

Beano: "Ürdün çok açık bir topluma sahip. Diğer topluluklarla bir problemimiz yok. Doğru parlamentoda iki Çeçen-Çerkes kontenjanı var. Bu üç koltukta Çeçen yada Çerkesler oturuyor. Ayrıca kabine de genelde bir Çeçen yada Çerkes bulunuyor."


Amman'daki Anfitiyatro'dan bir görüntü
Tabi kabinede bir Kafkas kökenlinin olması kural değil teamül. Beano'nun kuzeni Semih Bey de geçen dönem bakandı. Şu an senatör olarak siyasi yaşamını sürdürüyor.

Beano Ürdünlü Çerkesler olarak Çeçenistan'daki soruna ilişkin görüşlerinin ne olduğunu da anlatıyor. Aslan Mashadov'u yasal bir lider olarak gördüklerini, Kremlin yanlısı yönetici Ahmet Kadirov'un ise Çeçen halkını temsil etmediğini düşündüklerini söylüyor.

Kopenhag'daki Dünya Çeçen Kongresi'nde daha önce Amerika'da yaşayan ve 2 yıldır doğduğu ülke olan Ürdün'de çalışmalarına devam eden Prof. Muhammed Şişani'nin şahsında Ürdün Çeçenlerinin temsil edildiğinin altını çiziyor. Malum bu kongreye katılan diasporanın temsilcileri Aslan Mashadov'un Çeçenistan'ın yasal lideri olduğunu deklare etmişlerdi.

Çeçen mülteciler hakkında Beano'dan bazı bilgiler vermesini istiyorum:

"Ürdün'de 400 Çeçen mülteci var. Birinci savaşta çok azdı. Fakat o zaman da 69 yaralı Çeçen gelmişti tedavi olmak için. Onlara tıbbi operasyonlar yapıldı. Amman'daki Ürdün Üniversitesi'nde anavatandan 30 Çeçen öğrenci var. Bunların eğitim masrafları Kral Abdullah'ın kendi kişisel bütçesinden ayrılan 100 bin dolarlık fondan karşılanıyor. Yine kendi hesabından Çeçen-İnguş Dostluk Derneği'ne Çeçen mültecilere harcanmak üzere 100 bin dolar bağışladı.

Dernek ise her mülteci için aylık 30 Ürdün dinarı vermektedir. Tıbbi yardım ve diğer yardım organizasyonları da sözkonusu. Mültecileri sadece Çeçenler ve Çerkesler değil tüm Ürdün halkı yardım ediyor. Hatta Suudi Arabistan'daki Harameyn İslam Vakfı'nın mültecilere yönelik bir yardım programı var. Gerçi bu yıl sonu itibariyle sözkonusu program sona eriyor. İsrail'deki iki Çerkes köylerinden (Reyhaniye ve Kfar-Kama) de bu mülteciler için yardımlar geliyor."

Yağmurlu bir Londra akşamında kahvemizi yudumlayarak çöle hayat veren Çeçen ve Çerkeslerin dünyasına işte böyle uzanıyoruz…


kaynak: ajans kafkas

Benzer Konular

17 Mayıs 2016 / asla_asla_deme Kültür
20 Eylül 2008 / KisukE UraharA Kültür
30 Aralık 2008 / DreamLiKe Kültür
6 Eylül 2009 / kaf_kef Kültür