Arama

Teknolojiye Yenik Düşen Meslekler (Eski Meslekler)

Güncelleme: 6 Mayıs 2019 Gösterim: 29.095 Cevap: 3
AndThe_BlackSky - avatarı
AndThe_BlackSky
VIP VIP Üye
20 Ekim 2011       Mesaj #1
AndThe_BlackSky - avatarı
VIP VIP Üye

Teknolojiye Yenik Düşen Meslekler (Eski Meslekler)


MsXLabs.org
Ad:  meslek.JPG
Gösterim: 713
Boyut:  58.8 KB
Geçmişin en gözde meslekleri artık sadece birer resim olarak duvarları süslüyor. Acaba tamir ettirecek eşyamız mı olmuyor, yoksa hızla üretilenleri tüketmek için mi yarışıyoruz?
Toplumda ne değişti ki tamir devri kapandı, kullan at devri başladı? Teknolojik gelişmeler insanları işsiz bırakmakla kalmıyor, bazı meslek dallarını da yok ediyor.
Sponsorlu Bağlantılar

Çocuğunuz "Ben büyüyünce külekçi olacağım" dese tepkiniz ne olurdu? Mekatronik mühendisi, nükleer fizik mühendisi, nano teknoloji mühendisi, astronot, pilot veya bilim insanı olmak varken nereden çıktı şimdi bu "külekçilik" ve nedir, ne yapar bu "külekçi"?

Birçoğumuzun adını bile duymadığı, ne işe yaradığını bile bilmediği birçok meslek dalı teknolojinin gelişmesiyle birlikte tarih oldu, isimlerine ancak ansiklopedilerde rastlanıyor. Ancak şunu unutmamak lazım ki isimlerini bile duymadığımız küfecilik, kutnuculuk, külekçilik, çerçilik, sapçılık, keçecilik ve daha birçok meslek bir zamanlar bu topraklar üzerinde en gözde ve revaçta olan mesleklerdi.

Uygulama sahası kalmayan bu meslekler teknolojinin geldiği noktayı göstermesi açısından bir referans kaynağı olabilir. Bugün revaçta olan mesleklerin bir gün gelip eski mesleklerin akıbetine uğramayacağını kimse garanti edemez. İşte sizlere geçmişin gözde mesleklerinden bir demet…

Külekçi

Külek; bal, yoğurt, yağ, pekmez, süt gibi gıda maddelerini saklamaya ve taşımaya yarayan kulplu veya kulpsuz mutfak aleti olarak kullanılır. Külekler sayesinde çabuk bozulabilecek yiyecek ve içecekler köylerden kasabalara, kasabalardan şehirlere taşınır. Bozulmadan her şeyi muhafaza edebilen küleklere ekmek ve tuz da konulur, hatta bunların kendine özgü bir şekli olurdu. "Külekçiler çarşıları"nın kurulması, küleklerin önemini gösterir.
Külek yapımında beyaz dut, siyah dut, sultani söğüt ve ceviz ağacından elde edilen keresteler seçilir. Testerelerle pürüzsüzce kesilen tahtalar marangoz boyası ile boyanır. Boyanan tahtalar iyice ıslatılır ve ısıtılır. Böylece yumuşatılan ahşap kırılmadan hazır hale getirilir. Kol gücüyle çalışan merdaneli ilkel makineden geçirilerek kıvrık hale getirilir ve çivilenerek kuruması beklenir. Kuruyan tahtalar birleştirilerek perçinlenir. Daha sonra istenirse sap ve kapak takılır.

Sepetçi

Sepet genellikle sorgun, saz, kamış, kestane ağacı, fındık ağacı, saman sapı, böğürtlen dalı, ince ve esnek Hint hurması gibi bitkilerin dallarının yarılıp örülmesi yoluyla yiyecek veya eşya taşımak için üretilir. Sepetler kulplu ya da kulpsuz taşıma veya saklama kabıdır. Sepetin yapılacağı malzeme, sepetçi ustası tarafından "yarma demiri" adı verilen bir alet ile düz ve uzunlamasına yarılır. Elde edilen yassı şeritler aralarına yontulmamış çubuklar konularak, bir alttan bir üstten geçirilerek örgü yapılır. Bu örgü hasır örgüsüne benzer. Kullanım alanına göre çeşitli boy ve şekillerde üretilen sepetler genellikle ince, uzun ve koni şeklinde olur.
Ambalaj ve paket sanayinin gelişmediği dönemlerde sepetler, tarlada, bağda, bahçede, çiçekçilikte, zeytincilikte, balıkçılıkta, meyve ve sebzelerin taşınmasında ve daha akla gelmeyen pek çok alanda kullanılır.

Sapçılık


Sap bir aletin, bir kabın elle tutularak kullanılan kısmıdır. Sapı yapanlara da "sap ustası" denir. Kazma, bel, kürek, balta, keser, çekiç ve benzeri gibi aletlerin sapları aletlerin boylarına ve kullanılacakları amaca göre seçilir. Saplar eğer balta, kazma gibi fazla güç gerektiren işlerde kullanılacaksa bunlar için meşe, gürgen, kavlak (çınar), dut gibi sağlam keresteli ağaçlar tercih edilir. İstiflenen saplar istenilen boyutlarda kesilerek ortalama on gün kadar güneşte bekletilerek sağlamlığı ölçülür ve fırınlanır. Daha sonra da istenilen aletlerde kullanılmak üzere ayrılır. Ne yazık ki günümüzde benzer işlerle uğraşan esnafa rastlamak oldukça zordur.

Çerçicilik


Çerçi, boncuk, iğne, lastik, makas gibi tuhafiye eşyaları yanında akla gelebilecek birçok eşyayı içerir. Çerçicilik de bu tuhafiye eşyalarını köy, pazar ve benzeri yerlerde dolaşarak satan gezginci esnaftır. Çerçiliğin ortaya çıkış sebeplerinden en önemlisi ulaşımın zor olduğu, alışveriş yapmanın kolay olmadığı yerlerde yaşayanların ihtiyaçlarını karşılanmasıdır. Bu nedenle de çerçiler şehirlerdeki pazarlardan, çarşılardan çeşitli ürünleri kasabalara ve köylere getirir. Çerçi yaklaştığında mutlaka üzerindeki eşyalar birbirine çarpar ve değişik sesler çıkarır.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 6 Mayıs 2019 14:28
Salça - avatarı
Salça
Ziyaretçi
9 Ocak 2012       Mesaj #2
Salça - avatarı
Ziyaretçi

Basmacı


Eskilerin en yaygın kullanılan kumaş olan basma olup; dar gelirli ve orta halli ailelerin kadın ve kızları basma kumaş giyerlerdi. Ayrıca dar gelirli erkekler ile amele, ırgat, yanaşma ve uşak boyundan erkeklerin mintanları da basmadan olurdu.. Halen kısmen Anadolu kırsalında kullanılan basma; dükkanlarda satıldığı gibi, çoğunlukla seyyar basmacılar tarafından mahalle aralarında satılırdı. Yelken bezinden büyükçe bir bohçayı sırtına atıp, elde demir arşın sokak sokak dolaşıp, güzel nağmelerle bunları satan seyyar bohçacı kadınları günümüzde de nadir de olsa zaman zaman görebiliriz.
Sponsorlu Bağlantılar

Bacacı


Başta İstanbul olmak üzere kışın çıkan yangınların önemli nedenlerinden birisi soba borusu takılı bacaların temizliğinin hiç yapılmaması veya yeterli yapılmamasıydı. Özellikle ahşap binaların yaygınlığı ve yakınlığının yangını büyüterek yayması da söz konusu olduğu için bacaların temiz tutulması ve belirli periyotlarla temizlenmesi oydukça önemli ve ciddi bir işti. Ayrıca yönetimlerce ev ve özellikle fırınlarda bu temizliğin belirli periyotlarla yapılması zorunlu kılındığı için; bu işi ciddiye alanların ihtiyacı üzerine doğmuş bir meslek olup, halen de çok nadir dahi olsa devam etmektedir.

Bekereci:


Bekere, çıkrık iğinin dip kısmındaki ağaçtan yapılan yivli ve setli bir malzemedir. Çıkrık tekerleği bir kol vasıtasıyla döner ve bekere ile tekerlek arasındaki ipler bekereyi döndürür. Bekereyi yapan ve satan kişiye de bekereci denir. K.Maraş ilinde bu ismi almış olan bir köy bulunmaktadır.

Bileyci


Bıçak, bıçkı, testere vb. şeylerin çark tabir edilen zımpara taşına tutularak keskinlenmesi işini sabit veya seyyar olarak yapan esnaflara Bileyci denirdi ve eskiden bu esnafların büyük çoğunluğu seyyar olarak bu işi yapardı. Demirden yapılmış ev aletleri; yapımının zorluğu nedeniyle eskilerde değer olarak diğer eşyalara göre kıymetli ve pahalıydı. Özel ustalık gerektiren bu mesleği İstanbul’ da icra edenlerin çoğunluğu Karadenizli veya Buharalı olup; herhangi bir mahalleye belirli aralıklarla ve belirli yerlere giderlerdi; ve mesleği icra edenler tarafından bölge taksimi yapılmıştı.

Berber


Günümüzde sadece saç, sakal kesimi, epilasyon vb. işleri yapan bu esnaf; bu işler dışında de geçmişte diş çekimi, erkek çocuklarının sünneti, hacamatçılık denilen kan alınması gibi tıbbi ve cerrahi işlemlerle de uğraşırlardı. Bu işlemlerin temiz yapıldığını göstermek içinde beyaz renkli giysiler giyerler ve vücut temizliğin göstermek içinde ayakları çıplak ve kolları sıvalı olarak çalışma yaparlardı. .

Bezzaz


Eskiden kumaş vb. malzeme satan ve günümüzde manifaturacı olarak adlandırılan esnafa eskiden Bezzaz ve bunların yoğun olarak bulunduğu çarşı veya iş hanlarına ise Bezzazistan denilirdi. Zaman içerisinde Bezzazistan tanımı Bedestan/Bedesten şeklini almış olup; burada çalışan esnaf ise ürün türlerine göre farklı lakaplar almışlardır. Bezzaz olarak çalışan esnaftan kıymetli kumaş satanlara Üstüfeci Dibacı veya Kadifeci, Atlasçı” denirdi. Osmanlılar zaman içerisinde gerilemeye ve borçlanmaya başlayıp; bu bağlamda Kapitülasyonlar ortaya çıkınca bez ticareti, 19. yüzyılda büyük ölçüde İngilizlerin eline geçmiştir..

Celep


Koyun, keçi, sığır, deve gibi büyükbaş hayvanı üreterek doğrudan veya üreticiden alarak kent ve kasabalara götürüp, pazarlayan esnafa celep denirdi. Celeplik büyük sermaye gerektiren ve ciddi riski olan bir iş olup; geçmişte bu iş ancak belirli kesimlerce ve belirli yörelerin insanları tarafından yapılırdı. Sürülerin çobanlar tarafından uzak mesafelerden kente yaya getirilirken yaşanan zorluklar bir yana hırsızlık veya hastalıklar nedeniyle hayvan telefi gibi bir çok tehlike de günümüzde halen devam eden meslek riskleridir.

Ciğerci


Halen de devam eden bu meslek omuza koyulu sırığa takılı ciğer, böbrek, dalak, paça gibi sakatat olarak tanımlanan eti ve seyyar olarak satan kişilere denirdi. En çok sokak köpekleri ve kedilerin heyecanlı davranışından mahalleye geldiği belli olan ciğerciler sakatat denilen etleri güzel namelerle satarlardı. Ancak ciğerciler nadiren de olsa normal eti de bu şekilde satarlardı..

Çıracı


Kömür ancak 19.yüzyılda gündemimize gelmiş olup, geçmişte enerji kaynağı olarak en çok odun kullanmıştır ve bu odunların, kömürün yakılması için de çıra denilen reçineli ağaçların . çabuk yanabilen kesimleri ile reçineli ağaçların yağı kullanılmıştır. Genellikle belirli yörelerin insanlarının yaptığı çıracılık işi; tartıyla alınan uygun reçineli ağaçların kalem gib kesilip sokakta satılmasıdır. Özellikle kış aylarında rağbet gören, halen az da olsa varlığını devam ettiren ve Çıracılık mesleği, genellikle seyyar olarak icra edilmiş ve edilmektedir.

Çömlekçi


Geçmişte orta ve üst gelir grupları genellikle kalaylanmış bakırdan yapılmış mutfak eşyaları kullanırken; alt gelir grupları çoğunlukla topraktan yapılmış eşyalar kullanırlardı. Kil vb. topraktan yapılmış çanak, çömlek, tepsi, testi, sürahi, bardak, kase, küp ve saksı gibi eşyalar satan esnafa çömlekçi denirdi. .

Değirmenci


Günümüzde çok azalmış olup, kırsal yörelerde varlığını sürdürmeye çalışan Değirmencilik; tahıldan un elde edilmesi işidir. İnsanların tahıllarını götürüp ezici taş ve eleklerle una çeviren değirmencilik geçmişte büyük girişimcilik sayılırdı. Tahıl dışında mahalle aralarında kahveyi öğütmek içinde değirmen denilen basit aparatlarda kullanılır ve bunları satan kişilere de Değirmenci denilirdi..

Dondurmacı


Günümüzde ciddi bir sektör haline gelmiş olan dondurmacılık; halende kısmen devam ettiği üzere evlerde, atelyelerde el yordamıyla yapılan bir işti. Bu şekilde üretilmiş olan dondurmayı el arabasıyla veya sırtındaki özel kabı içinde taşıyarak ve satan kişilere dondurmacı denir. Şu anda tamamen mekanik olarak yapılan soğutma ve üretim işlemi önceleri dağlarda toprak altına stoklanarak bekletilen kar kullanılarak ve tamamen el kol yordamıyla yapılır ve üretim yapacak kişilerin bedenen güçlü olması gerekirdi.

Darıcı


Buğday, arpa, yulaf gibi bir tahıl türü olan mısırdan; hem buğday gibi un elde edildiği gibi, hem de ayçiçeği gibi yağ elde edilmektedir. Ülkemizin çoğu yöresinde mısırın yaygın ismi darıdır ve ateşte patlatılan darının ufak taneli olanları ise cin darısı adlandırılır. Cin darısını, patlatarak imal eden ve bunu seyyar olarak satan kişilere darıcı denirdi. Oldukça azalmış olan bu meslek halen Anadolu’ da yer yer devam etmektedir.

Deveci


Eskilerde kara ulaşımı at, eşek, deve, ren geyiği, köpek gibi hayvanlarla yapılırdı ve uzun mesafelerde karayolu ulaşımında en çok develer kullanılırdı. Yol emniyeti ve yardımlaşma için deve yolculukları kervan denilen birden çok sayıdaki deveyle yapılırdı. Kişisel veya konvoy ihtiyaçları için develeri besleyip, büyüten veya bunları yürüten kişilere deveci denirdi ki; bunlar daha ziyade Yörük denilen konar-göçer Türkmenler’ di. Giysi olarak kırmızı renkli sivri külah ve sarı renkli çizme giyen deveciler, devlet içinde de önemli yere sahiptiler. Osmanlı sarayında sürre alaylarında kullanılan ve padişah ağırlığını taşıyan hasa develeri kullanılır ve devecilere Şütürban Ağa denirdi. Baş Deveci; Yeniçeri Ocağı'nın cemaat ortalarındaki deveci ortalarının en kıdemlisine verilen addır ve Deveci ortası kumandanlığı mevkiine Yayabaşılık mevkiinden sonra terfi edilirdi geçilirdi

Demirci


Buharın icadıyla başlayan sanayi devrimi öncesinde önemli bir el sanatı demirin işlenip, dövülmesi ve bu surette belirli bir şekle sokulması olup; pek çok eşya ve alet, insan eliyle demirden yapılırdı ve demirden eşya imal eden veya demir eşyalara şekil veren kişilere demirci denirdi. Çok yorucu, ağır bir mesleği icra eden demirciler; sürekli ateş karşısında, kömür ve demir tozlarına maruz kalarak, örs üzerinde demiri ağır balyozla döverek sürekli güç harcarlardı. Güçlü ve dayanıklı beden ve titiz, dikkatli çalışma gerektiren bu meslek; uzun sürede, disiplinli çalışılarak öğrenilebilirdi. Büyük ölçüde ortadan kalkmış olsa da demircilik mesleği, yer yer kırsal yörelerde icra edilmektedir.

Erikçi


Önceleri günümüzde olduğu gibi fazla sayıda meyve üretilmez ve ulaşım da zor olduğu için insanlar kendilerine ait alanlarda yetiştirdikleri meyveleri tüketirlerdi. Zaman içerisinde kentleşme ve üretim ilişkilerine bağlı olarak bazı meyveler pazara çıkmaya veya seyyar satıcılar yardımıyla sokaklarda satılmaya başlandı. Pazarda ve sokak satıcıları vasıtasıyla satılan ve yazın geldiğini gösteren önemli bir gösterge erik olup, eriği sokaklarda seyyar olarak ve bağırarak satan kişilere erikçi denirdi.

Fotoğrafçı


İslam dininin resim cevaz vermemesi nedeniyle Osmanlı’ da resim sanatı ve ressamlık gelişmediği gibi fotoğraf da ancak 19. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı’ya ulaşmış ve bu iş ağırlıkla seyyar olarak icra edilmiştir. Ayak fotoğrafçısı, şipşakçı ve dakikacı gibi kategorilere ayrılan bu mesleği yapanlara fotoğrafçı denirdi.

Fesçi


Fes, II. Mahmud devrinde resmi serpuş olarak kabul edilmiş, Cumhuriyet’in başlarına kadar Osmanlı erkeğinin kimliğini oluşturan fes; padişah II.Mahmut döneminde resmi giysi olarak kabul edilmiştir. Çoğunlukla Avusturya’ dan ithal edilmesine karşım Osmanlı döneminde yerli esnaf tarafından da fes üretilirdi. Özellikle İstanbul’ da Feshane denilen yerin isim yaptığı yer olmak üzere değişik yerlerde fes imal eden ve bunun ticaretini, ithalatını yapan kişilere Fesçi denirdi.

Hallaç


Giderek azalmış olsa da Anadolu’ da halen devam eden Hallaçlık evlerde veya işyerlerinde hanesinde kullanılan yatak, yorgan, döşek gibi ev eşyasında dolgu malzemesi olarak pamuk ya da yünün kiriş ve tokmakla dövülerek kabartılmasıdır. Hallaç denilen kişilerce yürütülen bu meslek daha ziyade yaz başlangıcında yapılan mevsimlik çalışmalardan birisidir.

İncirci


İnsanlar geçmişte şeker ihtiyaçlarını önemli ölçüde üzüm, incir, dut gibi meyveler ile bunlardan elde edilen ürünlerden sağlarlardı ve insanlar bu ihtiyaçlarını kendilerine ait bağ, bahçelerden elde ederlerdi. İncir yaş olarak yenildiği gibi, kurutularak da tüketilen bir meyve olup; İncirci denilen kişiler inciri kurutup satan kişilere verilen isimdir.

Kalaycı


Temizlendikten sonra körükte ısı verilerek tavına getirilen kapların sıcaklıktan dolayı çubuk halinde bulunan kalayın sürülmesi ile kolay şekilde kaygan hale gelmesine kalaylama denir. Kalayın kalaycı pamuğu ve nişadır yardımı ile zemine düzenli şekilde dağıtılması işlemini yapan kişiye ise kalaycı denir. Büyük ölçüde kaybolsa da bu meslek özellikle kırsal yöreler olmak üzere bir çok yörede devam etmektedir.e kalaylama denir.

Karcı


Eskiden soğutucular olmadığı için karcı denilen kişilerin kışın hazırladıkları kar yığınlarından getirilen kar parçaları soğutma ve dondurma yapımında kullanılırdı. Oldukça zor olan bu iş yapılırken önce dağda kayaların dibinde veya oyuğunda güneşten fazla etkilenmeyen bir yerinde yer seçilir ve seçilen yer taşı ve toprağı atılıp temizlenir ve düzeltilir. Üzerine saman ve tuz serpildikten sonra bu düzeltilen yerin üzerine bir kat kar, bir kat tuz atılır ve küreğin tersiyle veya loğla sıkıştırılır. Sıkıştırılmış kar yığınının üzerine bir kat daha kar atılıp, üzerine tuz serpilip, sıkıştırılır ve her kar atımında işlem yinelenir. Hacım dolana kadar devam eden bu işlemlerden sonra daha kalın tuzlama ve saman serimi yapılarak kar yığını hazırlanır. Yaz geldiğinde bıçkılarla kesilerek ve hayvanlara yüklenerek getirilen sıkıştırılmış kar parçaları pazarlarda veya sokaklarda satılır.

Keçeci


Günümüzde çok az kişi tarafından bazı bölgelerde yürütülen en eski Türk el sanatlarından birisi olan keçecilik, kaybolmaya yüz tutan mesleklerden birisidir. Yapağı veya keçi kılının dokunmadan, yalnızca dövülmesiyle elde edilen kaba bir kumaş olan keçeyi yapan ve bunu pazarlayan kişilere keçeci denir.

Kilimci


Tarihi araştırmalara göre Türk düz dokumalarının bilinen en eski örneği XIV ve XV. yüzyıl tarihli Osmanlı kilimleridir. İki iplik sistemine göre dokunmuş yünden yapılan havsız bir dokuma olan kilim; yer sergisi, duvar örtüsü, yük örtüsü, perde, yastık kaplaması vb. yerlerde kullanılır. Türkçe bir kelime olan ve diğer dillere dilimizden geçen kilim;hem madde olarak hem de boyanması ve eğrilmesi yönünden halı ile aynıdır.

Kolancı


Kelime anlamı hayvanın semerini ya da eyerini bağlamak için kullanılan örme ya da kayış bağ olan kolan; imalatıyla uğraşan kişilere Kolancı denirdi. Eskiden taşımacılıkta ekseri yük hayvanları kullanıldığından dolayı ortaya çıkan mesleklerden birisi olan bu mesleği icra eden kişiler daha ziyade yol güzergahlarında dükkan açarlardı.

Kozacı


Daha çok üst gelir gruplarınca İpekli kumaş üst gelir gruplarınca tüketilen Osmanlı ipekli kumaşlarının imalatı ve satışı en önemli bir sektördü. İpekli üretiminin ham maddesi ipek böceği kozası, dokuma sektörünün temel girdilerinden biriydi ve özellikle Bursa ve çevresinde yaygındı. Koza üretenler ile ipekli kumaş imalatçıları arasında ticaret yürüten ve iozacı, olarak adlandırılan kişiler halende azalmış olsa da bulunmaktadır.

Kavuncu


İstanbul’ un civarındaki çevre bostanlarda yetişenler ile Anadolu’ dan getirilmiş olan kavun ve karpuz seyyar satıcılar aracılığıyla tüketiciye ulaştırılıyordu. Anadolu’ dan göç etmiş veya mevsimlik olarak İstanbul’ a gelmiş kişilerce bu faaliyeti yürüten kişilere kavuncu denirdi.

Kazaz:


Şu anda büyük ölçüde makinalaşmış olan ipek ipliği ve ibrişim imalatı eskiden elle yapılırdı ve elle ham ipeği iplik ve ibrişim durumuna getiren kimselere kazaz denirdi.
Son düzenleyen Safi; 6 Mayıs 2019 14:23
zafer can - avatarı
zafer can
Ziyaretçi
17 Ocak 2013       Mesaj #3
zafer can - avatarı
Ziyaretçi
TENEKECİ
Tenekeleri keserek ve şekillendirerek çeşitli eşyalar yapma işidir.
Tenekeciler, çatı oluğu, soba, boru, huni, fıskiye, yağ ve peynir kapları gibi pek çok şey yaparlar.

MACUNCU
“Macun” adı verilen baharatlı, tarçınlı, yumuşak ve yapışkan şekerlemeyi yapma işidir.
Macuncular, tepsileriyle ya da arabalarıyla sokaklarda dolaşırlar. Macun tahta bir çubuğa dolanarak satılır.
Macunun çilekli, limonlu, portakallı, naneli gibi farklı çeşitleri vardır.

KALAYCILIK
Bakır kapların kalayla kaplanması işidir.
Kalaycılar, kalaylanacak kabın ezik yerleri varsa bunları örs ve çekiç yardımıyla düzeltirler.
Ardından kum ve kömür kullanarak kapları temizler, parlatır ve sonra kalayla kaplarlar.
Kalaylanmamış bakır kaplarda pişirilen yemekler zehirlenmelere yol açabilir.

SEPİCİLİK
Hayvan derilerini bazı işlemlerden geçirerek kullanılabilecek hale getirme işidir.
Sepicilerin hazırladığı deri, genellikle ayakkabı, çanta, ceket, semer gibi eşyaların yapımında kullanılır.
Sepicilik, “debbağlık” ve “tabaklık” olarak da adlandırılır.

ŞERBETÇİLİK
Meyve suyuyla şekerli suyu karıştırarak “şerbet” adı verilen içeceği yapma işidir.
Şerbetçiler, şerbeti “şerbet güğümü” ya da “tuluk” adı verilen özel kaplarda ve soğuk
olarak satarlar.

DEMİRCİLİK
Tarım işlerinde kullanılan tırpan, orak, çapa, kazma, balta, keser gibi çeşitli araç ve gereçleri yapma işidir. Demirciler ayrıca çekiç, balyoz, nal, çivi, kapı kilidi gibi pek çok şey yaparlar.
Demirciler demiri, kızgın ateşte ısıtıp yumuşatırlar. Sonra “örs” adı verilen bir çelik parçasının üzerine koyup çekiçle döverek şekil verirler.

DEĞİRMENCİLİK
Buğday, arpa, mısır ve benzeri tahılların parçalanıp eleklerden geçirilerek yani öğütülerek un haline getirilmesi işidir. Bu işin yapıldığı yerlere “değirmen” denir.
Değirmenler insan yerine hayvan ya da su gücü gibi farklı bir güç kaynağından yararlanılan ilk yerlerden biridir.

YORGANCILIK
Yorgan dikme işidir.
Yorgancılar, pamuk ya da yün gibi bir dolgu malzemesini iki kumaş arasına yerleştirirler. Sonra elde dikerek bunu yorgan haline getirirler. Yorgan dikilirken, üzerine çeşitli motifler de yapılabilir.

BASMACILIK
Basmacılık, üzerine kabartma şekiller oyulmuş kalıpların boyaya batırılıp kumaşa bastırılarak kumaşın desenlendirilmesi işidir.
Basmacılar, genellikle masa örtüsü, nevresim ve yazma gibi eşyaların üzerine desen yaparlar.
Basmacılıkta kullanılan kalıplar genellikle ıhlamur ağacından yapılır.

SEPETÇİLİK
Bitkilerin saplarını ve ağaçların genç dallarını örerek eşya yapma işidir.
Sepet yapımında genellikle mısır ve saz bitkilerinin sapları ve söğüt, kestane, fındık ağaçlarının genç dalları kullanılır.

ÇERÇİCİLİK
Sokaklarda ve pazar yerlerinde dolaşarak ufak tefek eşyalar satma işidir.
Çerçiler çorap, eldiven gibi giysiler; kumaş, makara, boncuk, iğne, dantel gibi malzemeler; çaydanlık, tava, cezve benzeri mutfak eşyaları ve plastik eşyalar
satarlar.

ÇÖMLEKÇİLİK
Toprak ya da kili şekillendirip fırınlayarak eşya yapma işidir.
Çömlekçiler çanak, çömlek, testi, sürahi, bardak, vazo, küp gibi çeşitli eşyalar yaparlar.
Çömlekçilik ilk olarak MÖ 7000’li yıllarda ortaya çıkmış.

HALLAÇ
Yünü ve pamuğu, yay ve tokmak gibi özel aletlerle kabartma işidir.
Hallaç tarafından kabartılan yün ve pamuk, yastık, yorgan, şilte yapımında kullanılır.
Hallaçlara, işlerini yaparken yünü ve pamuğu bir yerden bir yere attıkları için “atımcı” da
denir.

URGANCILIK
Keten, kenevir, pamuk gibi bitkilerin liflerinden “urgan” adı verilen ince halat yapma işidir.
Halı, kilim ve benzeri dokumaların üretiminde urgan kullanılır.

ARZUHALCİLİK
Mektup, dilekçe ve benzeri resmi yazıları bir başkası için yazma işidir. Arzuhal sözcüğü
“dilekçe” anlamına gelir.
Arzuhalciler, çeşitli devlet kuruluşlarının yakınında, sokakta çalışırlar.

NALBANTLIK
1700’lü yıllarda Osmanlı İmparatorluğu döneminde ortaya çıkmış bir meslektir.
At, eşek, katır ve benzeri hayvanların tırnaklarına nal çakma işidir.
Nalbantlar, nal çakarken “nal tokmağı” adı verilen tahta tokmaklar ve “nallama” adı verilen özel bir çekiç kullanırlar. Hayvanların tırnak bakımını da yaparlar.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
_AERYU_ - avatarı
_AERYU_
Ziyaretçi
30 Ocak 2013       Mesaj #4
_AERYU_ - avatarı
Ziyaretçi

Eski Meslekler Nelerdir?


Eski Meslekler Otomasyon teknolojileri, modern hayat, talebin ortadan kalkması, bazı durumlarda da mesleğin inceliklerini öğretecek insanların yok olması nedeniyle artık bazı meslekler Eski Meslekler olarak anılmaktadır. Eski Meslekler her ne kadar eski olarak anılsa bile ihtiyaçların tekrar hasıl olması nedeniyle zaman zaman birden ortaya çıkabiliyor. Hipodromda görev alacaklara yonelik Nalbantlık ve Koşumculuk gibi.Aşağıda çeşitli Eski Mesleklerin listesi verilmektedir. Ayrıntıya ilgili bağlantıdan erişebilirsiniz. Burada asıl konumuz eski mesleklerin tanıtılmasından ziyade Kaybolan eski Meslekler hakkında bir değerlendirme yazısıdır.

Eski Meslekler
  • Bakırcı
  • Bıçakçılık
  • Çarıkçılık
  • Çömlekçi
  • Esansçılık
  • Nalbantlık
  • Hasırcılık
  • Kaşıkçılık
  • Keçecilik
  • Kesecilik
  • Koşumculuk
  • Saraçlık
  • Sedefkarlık veya Sedefçilik
  • Semercilik
  • Tabaklık
  • Taş İşçiliği
  • Urgancılık
  • Zembilcilik

Eski Mesleklere Ne oldu?


Meslekler vardı eskiden aile boyu çoluk çocuğun bile çalıştığı işleri yetiştirebilmek için. Yedi nesline geçim temin edeceği düşünülürdü meslek erbabının. Çuvalla para kazanırlardı. Çok zaman konu komşusu takılırdı “nereye koyacaksın bu kadar parayı” diye. Sonra zaman geldi işleri azalmaya başladı. Çoluk çocukla birlikte bütün ailenin çalıştığı halde müşterilerinden işleri bitiremediği için şikâyetler alan emektar sanatkârlar, müşteri beklemeye başladılar. Gözleri yollara bakar oldu. Her sabah hevesle duayla açtılar ekmek kapılarını, sağı solu süpürdüler ama gözleri yollarda kaldı hep… Akşamları boynu bükük döndüler evlerine günlerce haftalarca. Önce çocuklar terk etti güzide meslekleri. İnatla direndiler ayakta kalabilmek için. Bu yaştan sonra da ne iş değişirdi, ne de ömre bedel meslek. Çoğu yerde dünya ile birlikte terk edildi meslekler, bir bir kapandı ekmek kapıları.

Hepsi gözünüzün önüne gelmiştir. Nalbantlar, Tabakçılar, Semerciler, Kalaycılar, Bakırcılar, Sepetçiler, Değirmenciler, Kispetçiler, daha pek çok meslek dalı en önemli geçim kaynakları iken, birer birer gösterilir hale geldi. Teknolojiye, değişen ihtiyaçlara yenildiler çaresiz…


Köylerimizde her kapıda bir çift öküz, manda, at ya da eşek bulunurdu çeki gücünden yararlanılan. Her çift sezonunda hayvanların nalları yenilenir, çift sürerken düşen nalların yerine yenileri takılırdı. Çift sezonunda, hasat harman dönemlerinde nalbantlar gece gündüz çalışır işlerini bitiremezlerdi. Daha önceleri nakliye işleri de çeki hayvanlarıyla yapılırken, yol boylarında da şimdiki lastikçiler gibi nalbantlar bulunurdu. Köylerimizde ne öküz kaldı ne manda gücünden yararlanılan. Yerini traktörler aldı kısa zamanda. Hızla makineleştik. Nalbantların yapacakları pek bir şey kalmadı ve bir bir kapandı dükkanların kapıları.
Nalbantlık, günümüzde gereksiz gibi görünse de, aslında geçmişteki kadar ihtiyaç var bu mesleğe ve meslek erbaplarına. Kapalı sistem süt sığırcılığında, hayvanlar gezdirilmediği için sürekli tırnak sorunları ortaya çıkmaktadır. Hayvanların tırnak bakımlarının yapılması, hatta nallanması önemli yararlar sağlamakta, ancak bu işleri yapacak nalbant bulunamamaktadır.

Deri işleme tabakhanelerde yapılırdı. Hemen her ilçede onlarca tabakhane bulunurdu. Ailece çalışılır, herkes bir işin ucundan tutardı. Neredeyse hiç masrafsız deriler temizlenir, debağlanır, kösele haline getirilirdi. Her bir tabakhanede usta, kalfa, çırak 5-6 kişi çalışır, bu meslekten geçim temin eder, aynı zamanda bu mesleği öğrenirdi. Sırayla kapanmaya başladı bu emeğe, alın terine dayalı ekmek kapıları. Kapanmalarında en önemli etken petrol ürünleri oldu. Suni deri ve köseleler yırtıksız, çiziksiz olduğu gibi ucuz olmasıyla deri işlemeyi tüketti yavaşça. Önceleri ekonomik olmadığı, sürdürülebilir bir geçim kaynağı olmadığı iddia edildi. Aslında ikinci önemli sebebi de çalışacak eleman bulamadı bu sektörümüz, işsizliğin diz boyu olduğu ülkemizde. Kolay hayat rahat yaşam felsefesi içinde maalesef birçok mesleğimizin geleceğini sanki kendimiz daraltıyoruz.

İki hafta önce ortaokulda okurken Debağlama işinde çalışmaya başlayan Sayın Necdet KURT beyefendiyle kaybolan mesleklerle ilgili kısa bir sohbetimiz olmuştu. Bize sağ olsun mesleğin inceliklerini, zamanında altın bir bilezik olduğunu anlattı deri işlemenin. İyi de gelir getirdiğini ancak, suni deriye yenildiklerini ifade etti. Gerçekten bundan 4-5 yıl öncesi deri çok pahalıydı. Hatta Kurban Bayramlarında deri toplamayla ilgili THK, vakıflar, dernekler, camiler, bazı köy okulları ciddi faaliyetlerde bulunurlardı. Geçtiğimiz hafta Kurban Bayramını kutladık. Şahit olduğum bir ifadeyi paylaşmak istiyorum. Deriler toplama masrafını bile karşılamıyor diyordu bir dernek yöneticisi. Koyun derisi 3-5 YTL’yi geçmiyor. Dört sene önce 16-17 YTL olan koyun derisinin yüzüne bile bakılmıyor artık. O halde şimdi sorgulamak gerekiyor. Deriler bu kadar ucuzlamış iken, tabakhanelerin çalıştırılması, eski ekonomik güçlerine ulaştırılması mümkün değil midir acaba?

Aslında hedeflenen, eskiye iyisiyle kötüsüyle sorgulamadan sahip çıkmak değil, yeniliği yakalayabilmek adına, yenileşebilmek için, gözden çıkardığımız gerekli değerlerimizi korumak. Maddi olsun, manevi olsun, ne değerlerimiz var yitirdiğimiz, yitirirken gözümüzü kırpmaya bile zaman bulamadığımız. İyi düşünmek gerekiyor, değişmeyen tek şey değişimdir diye bakarken, bu değişimin getirdikleri, götürdüklerinin yerine daha güzelini bırakabiliyor mu? Bunların hesabını doğru yapıp, yaşanılanları hazmederek çıkılmadıktan sonra bir yola, yoldaki engellerden daha çok şikayet ederiz.

Prof. Dr. Harun Baytekin

Eskiden Yapılan Meslekler


Keçecilik,


Keçe, yün, kil ya da pamugun islak ortamda çignenip dövülerek liflerinin birbirine kaynasmasiyla elde edilen ve örtü, yaygi, çadir, giysi yapiminda kullanilan kaba kumastir. Keçe Orta Asya’dan beri Türkler tarafindan bilinmektedir. Osmanlilarda Konya, Diyarbakir, Afyon, Isparta, Usak, Urfa, Bursa keçe üretim merkezleri olarak tanindi. Ahilik örgütleri içinde yer alan esnaf loncalarinda keçecilik, önemli bir yer tutuyordu. Kalfa ve ustalar 6-7 yil süren hairlik dönemlerinde yün ditme, yün atma, ayakla yün tepme, kaliba yün hazirlama, hamamda keçe pisirme gibi yöntemleri ögreniyorlardi.

Kosumculuk


Kosum, bir kosum hayvaninin araba, kagni gibi araçlara ya da saban, pulluk gibi aletlere kosulmasini saglayan kayis takimidir. Kosumcu, cesitli kosum parçalarini yapan kimsedir. Ilk kosum takimlarina M.O. 4 yy’da Mezopotamya’da rastlanmaktadir. Günlük hayatinda ve meydana getirdigi uygarliklarda atin büyük yeri olan Türkler kosum takimlarini Orta Asya’dan beri kullanmaktaydilar. Bugün kosumculuk, kosum hayvanlarinin önemini kaybetmesiyle birlikte kaybolmaya yüz tutan bir meslek haline gelmistir.

Hasircılık


Hasir, kurumus bitki saplari ve saz gövdelerinin birbirine geçirilmesiyle örülen, genellikle taban dösemesi bazen duvar ve tavan kaplamasi olarak kullanilan bir cins yaygidir. Hasirlar, yapildigi sazin incelik, kalinlik ve türüne göre Trablus hasiri, Misir hasiri, Kaba hasir vb.adlar alirdi. Boyanmis sazlarla hasirlara desenler yapilirdi.Osmanlilarda hasircilik, XVII.yy’dan baslayarak önemli zanaat kollarindan biri durumuna geldi. Istanbul’da Hasircilar Çarsisi adiyla çarsisi bile vardi.Günümüzde hasircilik sadece kirsal kesimde belli oranda devam etmektedir.

Nalbantlik


Nalbantlik, At, essek, katir gibi binek ve hizmet hayvanlarinin toynaklarina koruma amaciyla nal çakma zanaatina nalbantlik denir. Nallar hayvanin toynagina “nal tokmagi”denen tahta tokmaklar ya da nallama adi verilen özel çekiçle çakilir.Geçmiste ulasim, tasimacilik ve çesitli hizmetlerde hayvanlarin yaygin olarak kullanilmasi nedeniyle, nalbantlik 20.yüzyilin ilk yarisina kadar önemini korudu.Osmanli ordusunda nalbant ihtiyacini karsilamak üzere,bir Askeri Baytar Mektebi’nin kuruldugu biliniyor.

Esanscilik


Esanscilik, iki kapakli dört tarafi cam bir kutu içine yerlestirilmis küçük siselerde esans satma isidir.Esancilar genellikle köy, kasaba ve sehirlerin pazar yerlerinde, kahvehane, lokanta gibi toplu yasama mekanlarinda dolasir; belli ücret karsiliginda bir miktar esansi bir enjektör araciliyla müsterilerin üzerine püskürtürlerdi. Esansciligin dev bir sektöre dönüstügü günümüzde, eski tip esanslara ve esanscilara çok çok az rastlanmaktadir.

Semercilik


Semer = Beygir,katir,esek gibi hayvanlarin sirtina yük baglamak bazende binmek için kullanilan, agaç bir iskeletin sazla doldurulmus “yatak”tan olusan üstlügüdür. Semer genellikle agaç, çuval ve sazdan yapilir.Yük baglamak ve binek hayvanina rahat binmek için kullanilir. Semerler boyunlu ve çatal semer olarak ikiye ayrilir. Ilk kez Araplar ve Iranlilar tarafindan kullanildigi söylenir. Türklere de onlardan geçmistir.

Kasikcilik


Kasikcilik, Anadolu’da, ilk kasiga, Çatalhöyük ve Hacilar’da rastlanmistir.(M.Ö. 7-6 binyil). Kasiklar Anadolu’da yapildiklari malzemeye göre adlandirilir. Önce topraktan yapilan kasiklar daha sonra tahtadan ve madenden yapilmaya baslandi. Tahta kasiklar daha çok simsir, ardiç, gürgen, mese, armut, karaagaç, gibi agaçlardan, metal kasiklar ,demir, bakir, pirinç, gümüs ve altindan yapilir. Anadolu’da kasiklari ile ünlü merkezler arasinda Konya, Akseki, Kas, Gedi, Gevye tarakli, Bolu, Kastamonu, Bergama, Bursa, Eskisehir, Anamur, Silifke özellikle anilabilir.

Sedefkarlik


Sedefkarlik , sedef üzerinde çalisma, sedef kakma esya yapimidir. Bu isi yapan ustalara da sedefkar denirdi. Sedefkarlik Osmanlilar’da önemli bir meslekti. Özellikle 16.yy’da kendine özgü bir üslup kazanmisti. Osmanli Sarayinda sedefkarlarin çalistigi özel atölyeler vardi. Bunlar, tahtlardan saltanat kayiklarina kadar, padisahlarin pek çok esyasi üzerinde bu ince sanati uygulama imkani buluyorlardi. Bugün önemini büyük ölçüde kaybeden sedefkarlik konusunda Topkapi Sarayi’nda sedef kakmali esyalarin restorasyonuyla ilgilenen bir bölüm bulunmaktadir.

Zembilcilik


Hasirdan ya da sazdan örülerek yapilmis kulplu torbaya zembil denir. Selçuklular’in ve Osmanlilar’in günlük hayatinda zembil esyalarinin büyük önemi vardi. Sanayilesmenin gelismesiyle birlikte zembil esyalarin günlük hayat içindeki önemi büyük ölçüde kaybolmustur. Bugün zembil esyalari, daha çok kentlerin varoslarinda ve kirsal kesimde üretilmekte ve kullanilmaktadir.

Urgancilik


Urgancilik, urgan yapim ve satis isidir.Urgan kenevir, keten, jut, pamuk gibi dogal liften yada poliamid, polyester gibi sentetik liften yapilr. Insanlik tarihinde önemli bir yere sahip olan urgancilik mesleginin geçmisi Antikçaga kadar uzanmaktadir. Sanayilesmenin gelismesi, sicim ve urganlarin mekanik olarak üretilmesiyle birlikte günümüzde urgancilik meslegi, kaybolan meslekler arasina katilmistir.

Taş İşçiliği


TAS ISÇILIGI, Yerlesik hayata geçmeleriyle birlikte Türklerin hayatinda tasin önemli bir yeri olmustur. Selçuklular’dan baslayarak Türkler, tasi sanatkarane bir sekilde islemeye, kemer ve nakis süslemeye büyük önem vermislerdir. Han, hamam ve kervansaraylarda, bugün bile hayranlikla izlenen benzersiz örnekler ortaya koymuslardir. Günümüzde hem tasin öneminin azalmasi hem de “sanatkar” bakisin kaybolmasiyla birlikte tas isçiligi de giderek azalmaktadir.

Cömlekcilik


Cömlekcilik Cömlekcilik Çömlek,topraktan yapilan ve pisirilerek saglamlastirilan kap, tenceredir.Çömlekcilik, Anadolu’da cilalitas devrinden beri bilinmektedir. Özellikle Mersin, Çatalhöyük, Hacilar, kültepe ve Bogazköy çömlekleriyle ünlüdür. Günümüzde bilinen en eski çanak çömlek örnekleri, Anadolu’da çatalhöyük’te ele geçen ve yaklasik 9000 yil önceye ait seramiklerdir. 12.yy’da Ortadogu’da islam çanak çömlekçileri sir maddesini kil hamuruyla karistirip saydam yumusak porselen yapimini denemislerdir.

Diğer Eski Meslekler ve Görevleri


Attarlar (Eczanelerden önce onlar vardı)


Osmanlı döneminde, usta-çırak usulüyle yetişen attarlar, ilaç yapımında kullanılan hammaddeleri satan ve ilaç hazırlayan esnaf topluluğuydu.
Bu meslek erbabı, dış ülkelerden getirilen nebati, hayvani ve cemadi hammaddeleri kökçü denilen esnaftan aldıkları maddeleri ve kendilerince hazırlanan ilaç tertiplerini satıyorlardı. Bunların arasında amel, basur, öksürük hapları, pehlivan yakısı, çocuk macunu ve yara merhemini saymak mümkün.
Kimi İstanbul attarları ise kaliteli hammadde elde etmek için bahçelerinde adaçayı, biberiye, boruçiçeği, hatmi, kekik, kudret narı, oğulotu, reyhan ve zater gibi tıbbi bitkiler yetiştirip yaprak ve köklerini zamanında toplayıp kurutarak tezgaha koyarlardı.
İstanbulâ?? da 17. yüzyılda ilgili maddeler satan 300 macuncu, 41 gülsucu, sekiz ilaç yağı satıcısı, 70 dekçi attar, iki bin hoca attar, 35 amberci, 25 buhurcu, üç bademyağcı dükkanı vardı. Ancak 1850â??lerde bu sayılarda düşüş başladı. Bunda bugünkü eczanelerin çoğalması ve hazır ilaçların ülkeye girmesi etkili oldu.

Ayvazlar (Her biri emre amade)


Avrupa malikanelerindeki servantların bir benzeri olan ayvazlar, XVIII. Yüzyılda Osmanlı yaşantısına katıldı.
İşe koyulmuş, hazır bekleyen anlamına gelen bu kelime, çoğu Van yöresinden gelen ve konaklarda çalışma imkanı bulan Ermeni gençlerine deniyordu. Kimi zaman Kürtler'den de ayvazlık yapan oluyordu. Tercih sebepleri ise beden gücüne sahip işlerde becerikli olmalarıydı. Ayvaz istihdamı, Osmanlı'nın batıya açılışıyla birlikte yazın sayfiyelere kışın konakları arası ilişkilerin artmasıyla yaygınlaştı.
Konaklardaki ayvazlar bekçilik yapar, geleni karşılar, oda kapılarında emir için bekler, yemek servisi yapar, odun kırar, su taşır, çarşı Pazar işlerine bakar ve gerektiğinde kayıkçılık bile yapardı. Ayvazların ahır ya da ambara bitişik olan kaldıkları yere ise ayvaz evi denirdi. Ayvazlar kalıpsız fes, hem Ermeni hem de ayvaz olduklarını gösteren mor veya mavi bir puşi, sırtlarında sarta yada omuzdan iliklenen kapalı yelek, siyah şalvar, kaba kundura, renkli çorap ve siyah kuşak giyerlerdi. II. Meşrutiyet döneminde yaşanan kıtlıkla birlikte varlıkları sona erdi.

Cezzarlar (Seyyar kasaplar)


Şehirlere yerleşimin artmasıyla birlikte pek çok esnaf gibi cezzarlar da yerleşik düzene geçti.
Esnafın henüz yerleşik hayata geçmediği eski dönemlerde cezzarlar, tıpkı ciğerciler gibi omuzlarında üzerine etler dizilmiş bir sırık, ellerinde etleri kesecek büyük bir bıçak ve bellerine bağlı bir peştemalla sokaklarda dolaşırlardı.
Mallarını satabilmek için de semiz ya da semiz etlerim var diye bağırırlardı. En çok satışı pazarlarda yaparlardı. Şehirlere yerleşimin artmasıyla birlikte pek çok esnaf gibi cezzarlar da yerleşik düzene geçti.

Çığırtkanlar (Olmazsa olmazlar)


Herhangi bir şey üzerine ilgi toplamak, müşteri çekmek için yüksek sesle bağırtılan adamlardı.
Herhangi bir şey üzerine ilgi toplamak, müşteri çekmek için yüksek sesle bağırtılan adamlardı. İstanbulâ??da çarşı Pazar boylarında kendilerine mahsus edebiyatı olan bir tabakaydı.
Sokaklarda seyyar dolaşan satıcıların her birinde bir çığırtan çalışması zorunlu gibiydi. Bunların başında da Mahmutpaşa çarşısı ve Büyük Kapalıçarşı dükkanlarının çığırtkanları geliyordu.

Kassarlar (Havuzda kuru temizleme)


Eski kayıtlarda kassar şeklinde tesadüf edilen çırpıcı kelimesi Türk diline çırpmak kökünden geldi.
Eski kayıtlarda kassar şeklinde tesadüf edilen çırpıcı kelimesi Türk diline çırpmak kökünden geldi. Boyalı şeyleri çırpıp suya vuran anlamına gelir.
Kassarlar ise özel bir şekilde inşa edilmiş taş havuzlarda halı, kilim, tülbend, keçe ve benzeri şeyleri yıkama yani suda çırparak temizleyen kişilere denirdi.

Kemankeşler (Geçmişin okçuları)


Ok, Türklerâ?? in savaşta en büyük silahları, okçuluk da barışta en büyük sporlarıydı.
Türk boyları dünyanın dört bir yanına dağılırken ok ve yayı da beraberlerinde götürürdü. Osmanoğulları da fethettikleri her diyarda bir okmeydanı inşa ederlerdi. Fetihten sonra İstanbul'da da bir okmeydanı kuruldu. II. Bayezid döneminde buraya bir de okçular tekkesi yapıldı.
Tekkede toplantı ve idman salonlarının yanı sıra hocalar için özel daireler, kemankeş denilen okçulara ücretsiz yemek dağıtan bir aşevi vardı. Ancak okmeydanında ok savurmak için okçu lisansı sayılan kabze alınması şarttı. Bunun için 900 gez (596 m) mesafeye ok düşürmek gerekiyordu.

Mahyacılar (Sadece Ramazan ve bayramlarda çalışırlardı)


Kurulmadan önce kareli bir kağıt üzerine kalıbı hazırlanıp kandillerin yeri belirlenirdi.
Ramazan ve bayram gecelerinde çift minareli camilerde iki minare arasında gerili iplere kandiller asarak yazı yazma ya da şekil yapma geleneği, İslam dünyasında sadece Türklere özel olup özellikle İstanbul'da gelişmiş bir sanattı.
Mahyacılar, çifte minareli camilerin minarelerinin arasında â??dış mahya; Ayasofya, Sultanahmed, Süleymaniye ve Nuruosmaniye camilerine de â??iç mahya kurarlardı. Bir mahya için yaklaşık 8 kg yağ harcanırdı. Kurulmadan önce kareli bir kağıt üzerine kalıbı hazırlanıp kandillerin yeri belirlenirdi.

Sakalar (Günümüzün sucuların yaya hali)


Eski İstanbul evlerinde su ihtiyacı çeşitli şekillerde karşılanırdı.
En basit çözüm tabii ki her evin yakınındaki çeşmelerdi. Fakat onlarda çok kalabalık olurdu. Böylece saka loncası, evlere para karşılığında su taşıyan kişileri bir araya getirdi. Bu 19. yüzyılın sonuna kadar devam etti. Saka, her gün bıraktığı kırba sayısı kadar evin kapısının kenarına tebeşirle işaret koyardı.
Ay sonunda da paralarını toplardı. Fakat hemen hemen her ay müşteriyle saka arasında para toplama zamanı gelince kavga çıkardı. Bazı kesimlerse sakalardan şikayetçiydi çünkü sakalar bazı çeşmeleri kendi mülkleriymiş gibi kullanır buradan su aldıktan sonra çeşmenin suyunu da kesip giderlerdi.

Savatçılar (Modası 150 yıl geçmedi)


Arapça kara anlamına gelen sevad sözcüğünden gelen savar, gümüş üzerine kara nakışlar yapılan bir sanat dalıydı.
Savat yapılmadan önce önce bu işin tatbik edileceği eşyaların; tokaların, kemerlerin, hançer kabzalarının, tütün tabakalarının, muskaların ve dua taslarının yüzeylerine kalemkarlar tarafından çeşitli şekillerin işlenmesi gerekirdi. Bundan sonra savatçılar belirli oranlarda gümüş, bakır, kurşun ve kükürt karışımından elde ettikleri bir alaşımı dövüp tülbentten geçirerek ince siyah bir toz hazırlarlardı.
Bunu söz konusu motif, yazı ve resimlerin üzerine kuru olarak sıvayarak â??ekme savat, toza boraksla karıştırıp macun haline getirdikten sonra sürmek suretiyle de sürme savat yaparlardı. I. Dünya savaşı öncesinde Vanâ??da 120 dükkanda 400 dolayında savatçı ustası ve kalfası vardı. Ayrıca Sivas, Erzincan, Trabzon ve Samsun'da da bu sanat çok gelişmişti. Öyle ki savatlı Türk tabakaları tim Avrupa'da özellikle de Paris kuyumcularında kendine yer edinmişti. Anayurdu Dağıstan olan savatçılık, Osmanlı'da 150 yıl kadar altın devrini yaşadı.

Seleciler (Ruhsatlı dilenciler)


Yünden hırkaları, ellerinde alemleri, başlarında hasırdan destarları olan dilenciler 16. ve 17. yüzyıl Osmanlısı'nda yedi bin taneydi.

Tanzifatçılar (Zamanın çöpçüleri)


Pirleri Verrad Berberi olan tanzifatçılar, 17. yüzyılda 500 nefer kadardı.
Üzerilerinde kırmızı ve siyah meşin kaftanlar vardı. Başlarında teke ve hamid külahları, omuzlarında uzun sırıklar üzerinde çapa demir, arkalarında müdevver ağaç tenekeler, ellerinde kazmalar, süpürge, kürek, omuzlarında zembil, harar ve har ü haşak sepetleri bulunur, ta ki kasıklarına kadar battal siyah çizmeler giyerlerdi.
Çöp çıkaram diye bağırarak sokaklarda dolaşır, evlerin kapılarını çalarak aldıkları çöpleri sırtlarındaki küfelere yükleyerek götürürlerdi. Bu kişiler çoğunlukla ermeniydi. O zamanlar şehrin meydanları gayrımüslimlere temizlettirilir, caddeleri yeniçeriler süpürür, sokakları mahalle halkı süpürürdü. Ama yine de İstanbulâ??un çok temiz bir şehir olduğu söylenemezdi.
O yıllarda bakacak kimsesi olmayan, bir iş yapamayacak kimselere cer kağıdı denilen dilenme ruhsatı verilirdi. Ruhsatı olmayanın dilenme izni yoktu. Ancak bunu pek önemseyen yoktu.
Bunun için Tanzimattan önce hepsini kontrol altına almak amacıyla bir esnaf zümresi kabul edildi. Eyüp Camii merkez kabul edilerek Seele Kethüdalığı adıyla bir kahyalığa bağlandı.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 6 Mayıs 2019 14:26

Benzer Konular

16 Aralık 2012 / ZİYYARETÇİ Soru-Cevap
8 Ocak 2012 / Misafir Cevaplanmış
5 Haziran 2011 / Misafir Cevaplanmış
6 Mayıs 2019 / Misafir Cevaplanmış
22 Aralık 2013 / Misafir Soru-Cevap