Arama

Semercilik

Güncelleme: 19 Ağustos 2013 Gösterim: 3.601 Cevap: 2
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
1 Ağustos 2013       Mesaj #1
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Semercilik
MsXLabs.org
Sponsorlu Bağlantılar

Sakarya’da 30-40 yıl öncesine kadar “At” ve “Eşek” gibi hayvanların binek ve yük taşıyıcı olarak önemli bir yeri vardı. Tarlalardaki ürünler eşeklerle ile kente getirilirdi. Tarlada el ile biçilen buğday sapları, diğer ürünler eşeğin üzerinde toparlanıp bağlanarak harman yerine getirilirdi.

Önceden şehir içerisinde her çeşit yük taşımacılığı da “Eşeklerle” ya da “At Arabaları” ile yapılırdı. Günümüzde taşımacılığın motorlu araçlarla yapılması, yani traktörlerle kente ulaştırılması neticesinde at ve eşek gibi hayvanlar önemini yitirmiş, dolayısıyla “Semercilik” zenaatı 3-5 dükkan dışında hemen hemen terkedilmiştir. Bu sanat günümüzde Geyve, Taraklı ve Pamukova’daki 2-3 dükkanda yaşatılmaktadır.

Yük ve binek hayvanı olarak kullanılan at, eşek ve katır gibi hayvanların taşıyacaklar yükün hayvanın sırtına zarar vermemesi için ağaç iskelet üzerine deri ile keçe arası kamış otları ile doldurulup sarılarak dikilen semer çok özen isteyen bir sanat dalıdır. Dengesiz yapılmış bir semer hayvanın sırtının yaralanmasına neden olur.

Taraklı, Geyve ve Pamukova ilçelerinde eski geleneksel anlayışla (usta-çırak ilişkisiyle) yetişmiş birkaç usta tarafından halen sürdürülen semer yapımı; günümüzde turistik amaç kapsamında minyatür biçimde de üretilmektedir.



BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
Efulim - avatarı
Efulim
VIP VIP Üye
1 Ağustos 2013       Mesaj #2
Efulim - avatarı
VIP VIP Üye
Hayvan Sevgisiyle Yapılan Meslek Semercilik
MsXLabs.org
Ben hayvanların duasıyla yaşıyorum.”
Sponsorlu Bağlantılar
Kemal Ağyaroğlu
Safranbolu’nun dar sokaklarının, dik bayırlarının toplandığı çanağın dibindeki Çarşı’nın en özel insanı elbette Mustafa Kemal Ağyaroğlu’dur. Çünkü onun yaşı, ustalığı, bilgeliği ve çalışkanlığı kadar yaptığı işin artık ömrünün son döneminde olduğunu kendisiyle birlikte bütün Çarşı esnafı hatta bütün Safranbolu biliyor. İlçenin son semercisi olarak kendisine ve mesleğine hak ettiği saygıyı kimse esirgemiyor. Çarşı’nın lokumcuları, helvacıları, hediyelik eşya satıcıları, bakırcıları, demircileri, halıcıları, kilimcileri, bakkalları, manavları, marketçileri ve gazete bayileri, Semerci Mustafa Kemal Usta’nın Çarşı’nın alt girişindeki dükkânının önünden geçerlerken mutlaka açık kapıdan içeri uzanıp Çarşı’nın yaşayan efsanesini saygıyla selamlayıp, sevgilerini sunuyorlar:
-Günaydın, hayırlı işler Kemal Ağabey bir isteğin, emrin var mı?
-Sağol evladım, giderken bak bakalım, kahveci çayı demlendiyse bana bir bardak açık çay söyleyiver.
Kemal Usta’nın çay siparişi onun kapısından erken geçenlerin alacağı bir yakınlık işareti olabilir. Sonradan gelenler ise Usta’nın “Sağol evladım, sana da hayırlı işler” karşılığıyla yetinmek zorunda kalıyorlar. Nedenini ise kendisi iyi biliyor, sorunlar olursa söylemekten geri durmuyor:
-Biraz yaşlandım, “Demli çay çarpıntı yapar.” diyorlar, onun için az içmeye dikkat ediyorum!
Kemal Usta, Cumhuriyet’ten 1 yaş büyük, 1922 yılında Safranbolu’da dünyaya geliyor. Aralıksız 75 yıldır yaptığı semercilik mesleğini yanında yetiştiği ustası ve babası Ahmet Tevfik’ten öğreniyor. Semercilikte yüzyılı aşan geleneğin son temsilcisi, ailesiyle mesleği arasında öncelik sıralaması yaparken, semerciliği öne koyuyor:
-Ustam ve babam…

semer2

“Babam ve ustam”
demiyor. Çünkü herkesin bir babası olabilir ama koluna altın bilezik takan bir ustası olamaz. Bu görüş Kemal Usta’ya ait. El sanatlarının anayasa maddesi gibi. Semercilik mesleği aile geleneği olarak babadan oğla geçen bir çizgi izliyor:
-Büyükbabam Ahmet Usta da semerciydi. Bizimkiler bu mesleği Rumlardan öğrenmişler. Bizden evvel hep Rumlar semer yapıp Safranbolu ve civarındaki köylere götürüp satarlarmış.
Kendisi Safranbolulu Rumları hatırlamıyor. Çünkü 30 Ocak 1923 tarihli Mübadele Anlaşması gereği bu bölgede yaşayan Rumlar ile Yunanistan’da yaşayan Türkler karşılıklı olarak yer değiştirdiğinde Kemal Usta henüz 1 yaşını doldurmamıştı. O tarihe kadar sadece mal ve hayvan değiş-tokuşunda kullanılan “mübadele” sözcüğü tarihte ilk kez insanları kapsayacak bir metinde yer almıştı. Hayvanlar için semer yapan usta Rumlar gitmişti ama meslekleri kalmıştı. Usta, babasının ve dedesinin çalışma yöntemlerini biraz ehli keyif buluyor:
-Mesleğim beni mutlu etti. Ama dedem ve babam benim kadar çok kazanmadılar.
-Neden at ve eşek mi azdı o zamanlar?
-Yok canım, onlar yazın çalışırlar, kışı kahvede geçirirlerdi. O da haftanın üç dört günü çalışırlar, geri kalan günlerde yatarlardı!
Kemal Usta bir yandan anlatıyor, bir yandan da önüne aldığı semerin üzerine çuvaldızını saplayıp, öteki tarafından çıkartıyordu. Usta 86 yaşının olanca dinçliğiyle her gün bu işi büyük bir özenle yapıyordu. O zaman bize iyi bir semerin nasıl yapıldığını da anlatsın:
-At için olan semerlerin boyları 78 cm ile 92 cm arasında değişir, merkeplerin (eşek) semerleriyse daha küçük olur 65-75 cm ölçülerini geçmez.
Semerin ana öğelerini önünde ve arkasında bulunan ters V şeklindeki ahşap atkılar oluşturuyor. Bunlara “kaş” deniliyor. Hayvanın boynuna yakın olanı “ön kaş”, kalçalarına yakın belinin üzerine denk gelecek olanı da “arka kaş” adıyla anılıyor. Semerde tekstil malzemesi olarak çuval kullanılıyor. Ustalar bunu kısaca “çul” diyorlar. İki kaş arasında bağlantıyı sağlayan, yanlara konulan ahşap atkılara ise kaburga diyorlar. İnsanların kaburga kemiklerinin işlevini semerde onlar görüyor. En altına denk gelene etek tahtası, üsttekine ise bacak tahtası adı uygun görülmüş. Semerin en üstünde, ön kaşa yaslanacak şekilde monte edilen yastığa da “top” deniliyor. Usta, bu “top” meselesine gelince yanımızda bulunan Safranbolulu muzipler, “Hadi söyle Kemal Ağabey, esas adını söyle!” diye sıkıştırıyorlar. Başını iki yana sallıyor, önce olmazlanıyor, ısrarlar artınca hafif bir mahcubiyet ile fısıltı halinde semer parçasının halk dilinde yaygın olarak bilinen adını açıklıyor.Sanki bütün dükkân bunu bekliyormuş gibi bir anda kahkaha topu patlıyor, Kemal Usta da kendisinden kahramanlık şiiri okuması istenen çocukların ruh haliyle “Yaptım işte!” dercesine tebessüm ediyor. Sonra tekrar semerciliğe dönüyor. Usta hayvan hakları kavramının duyulmadığı dönemlerde bu sevgiyi içinde hissetmiş bir hayvan dostu olduğunu saklamıyor:
-Benim semerim hayvanın tek tüyünü bile dökmemiştir!
Usta sevgisinin karşılıksız olmadığını da düşünüyor:

semer4
-Bana hayvanlar dua ediyor, o sayede bu yaşlara kadar gelebildim. Bak yaşım 86, hâlâ çalışıyorum Allah’a şükür…

Kemal Usta ile birlikte günü yarılarken ortalığa dağılmış aletlerini yanına topluyor. Hepsinin özel isimleri var. Palandız demiri, Bendeğil (saplı şiş) çekiç, hasa demiri, uzun saplı kerpeten, makas, değişik boylarda falçatalar bir araya gelip, ustanın sağ yanında diziliyor. Öğleden sonra çalışmaya başlarken bulmasının kolay olduğunu söylüyor. Mustafa Kemal Usta’nın çalışma günü 16.00 sıralarında bitiyor. Kısa olduğunu kabul ediyor, ama artık yaşlandım demeyi de ihmal etmiyor. Onun yaşıtları, büyük kentlerdeki bakımevlerinde, hastanelerin yoğun bakım ünitelerinde bir gün daha kalmayı “sağlık” belirtisi olarak kabul ederlerken, Safranbolulu hayvan dostu semerci 86 yaşında günde net 6-8 saat arası çalışmayı “Artık az çalışıyorum.” diye açıklıyor. Farklı zamanların sıra dışı insanı olarak gürültüsüz başarılarına devam ediyor. Ve hayvanlar ona dua ediyorlar.

Hayvanlara saygılı meslek
Semercilerdeki mesleki özeninin sadece atlar ve eşeklerle sınırlı olmadığını görmek için fazla uzağa gitmemiz gerekmiyor. Çarşı planı cetvelle çizilmiş gibi düzenli olan Bolu’ya bağlı Mudurnu’daki son semer ustası İhsan Doğuluer, eli kalem tutan birini görmenin mutluluğuyla en öncelikli derdinin yazılmasını istiyor:
-Köpeklere de birer nüfus kağıdı çıkarılmalı ki bilelim hangi köpek kimindir. Şimdi buralarda başıboş köpekler dolaşıyor. Onları köylerden getirip bırakıyorlar.
-Sizi rahatsız mı ediyorlar?
-Yok canım kimseyi rahatsız ettikleri yok zavallıların, ama başı boş köpek diye zehirliyorlar! Sokaklarda kıvranarak ölüyorlar. İçim paralanıyor be!..
1933 Mudurnu doğumlu semer yapım ustası İhsan Doğuluer, bazı köylerde yeni doğan yavru köpeklerin palalarla öldürüldüğünü de söyleyerek ilk baştaki önerisinin gerekçesini de izah ediyor:
-Eğer her köpeğin bir kimlik belgesi olursa, kimse köpeğini sokağa bırakamaz. Sahipli köpekleri de kimse zehirleyemez.
İhsan Usta, Mudurnu Demirciler Çarşısı No:49’daki dükkânına 1948 yılında girmiş, giriş o giriş… İhsan Usta; “Artık buradan benim cenazem çıkar.” derken Mudurnu’daki semercilik el sanatının final sahnesine “cenaze” demesinin boşuna olmadığını birazdan anlıyoruz. Cenaze kelimesi uzaktan soğuk gibi görünüyor ama İhsan Usta’da bunun son derece yakın bir karşılığı var:
-Biz bu Çarşı’da iki semerciydik. Karşı komşum İbrahim Soyugür bir hafta önce -12 Eylül 2008 cuma günü- 86 yaşında vefat etti. O bizim de ustamızdı. Allah rahmet eylesin, çok hayır duası almıştı, hiç çekmedi. Ölmeden iki gün önce dükkânında semer dikiyordu. Bizim mesleğin sevabı çoktur!
İhsan Usta semer dikmeye 11 yaşında başlıyor. İlkokulu bitirip bir meslek sahibi olma zamanı geldiğinde takvim 1944 yılının aralık ayını gösteriyordu. Ustası, Kadri Özsoy, Mudurnu ve çevresinde şöhreti yayılmış bir semerciydi. Özel müşterileri vardı. Bazıları onun dükkânına kadar geliyorlar, gelemeyenler ise köy pazarlarında Kadri Usta’nın yolunu gözlüyorlardı.

Genç semerci İhsan, ustasının yanında Göynük, Nallıhan, Beypazarı ve bu coğrafyada bulunun irili ufaklı bütün köylerin pazarlarına atlarla gidip dönüyor. Tabii semer turnesi tek yolculukla bitmiyor, çıktı mı bir hafta on gün sonra Mudurnu’ya dönülüyor. Usta işinden mutlu ama çocukları için bu mesleğin çıkmaz bir sokak olduğunu düşündüğünden onlara Milli Eğitim Bakanlığı’nın sağladığı olanaklardan fazlasını vermiş:
-İki çocuğum oldu, ikisi de okudu. Oğlum Mehmet Doğuluer Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi, Orman Bakanlığında üst düzey yönetici oldu. Kızım Hatice ise Ankara Hukuk mezunu bir avukat olarak hayata atıldı.

semer3

Oğlu Mehmet babasının mesleğine hiç ilgi duymamış ama kızı Hatice semer yapım işini seviyormuş. Öğrenciyken gelip babasının dükkânını süpürüp temizlik falan yapıyormuş. Ama mesleğin tarihinde hiç kadın semerci bulunmadığı için onun tahsil hayatı daha akılcı bir seçim olarak görünmüş! İhsan Usta, “Bir zamanlar bizim bu Çarşı’da tam yedi tane semerci dükkânı vardı.” diyor:

-Hepsi de harıl harıl çalışırdı, çok semer yapardık çok… 1990’lardan itibaren semercilik bizim buralarda gerilemeye başladı.
-Üzülüyor musun?
-Hayır üzülmüyorum, bizim mesleğin normal geleceği böyle. Semerciler azaldıkça memleketin kalkındığını görürsünüz. Hayvanlarla yük taşımak çilelidir ve zaman kaybına sebebiyet verir. Eskiden köylü malını pazara atla, eşekle getirene kadar yolda bozulabiliyordu. Şimdi bir otomobile, kamyonete yükledi mi, yarım saatte pazara iniyor. Domateslerin kokusu üzerlerinde duruyor.
Son semerci Mudurnu’daki meslektaşlarını da sıralamadan edemiyor. Onların da yazılması gerektiğine inanıyor. Çünkü bu mesleğe birer ömür vermişler. Kimler yok ki? En başta Semerci Hakkı Bey geliyor. Sonra Yılankıpranların Mehmet ve Hayri’si… Mudurnu’da bu iki kardeşin ticarete olan yatkınlıkları anlatılırken, yılanın bile tüyünü alabildiklerini ima etmek için “yılankırpan” lakabı takılmış iki usta semerci kardeşe… Altın Kese İsmail Usta’nın bir diğer adı da “Çırık” imiş. Güzel semer yaptığını kimseler inkâr edemiyorlar. Eğer ustalar arasında sayılmadan geçilirse çok ayıp edilecek bir isim de; Ateşlerin Mehmet Ağa’sı… Semerci Eşref Büyüksümer, Mehmet Çavuş da Mudurnu semercilik tarihine altın harflerle geçirilecek ustalar olarak sıralıyor. En sonuna da kendi ustası Kadri Özsoy’u nokta olarak ekliyor.

Semerci kefeni, kefferiye, kef
Denizli’nin Yeşilyuva Beldesi, eskiden dericiliğin Kâbe’si kabul edilebilecek kadar çok tabakhaneye (debbağhane) sahip bir yerleşim merkeziymiş. Yeşilyuva’nın bir deri tabakhaneleri, bir de sokak köpekleri çok ünlüymüş.

Deri çok olunca da ayakkabı yapmak çocuk oyuncağı haline geliyordu. O yüzden Yeşilyuva Türkiye’nin en çok ayakkabı üretilen bölgesi haline gelmişti. Şimdi deri tabakhanelerinden eser kalmamış ama ayakkabıcılık ciddi bir işkolu halinde devam ediyor. Yeşilyuvalı ayakkabıcılardan İbrahim Gökçe, babasının Batı Akdeniz ve İç Ege bölgesine yayılmış şöhreti sayesinde uzun yıllar gezgin ayakkabıcı olarak başarılı bir ticari yaşama ulaşmış. Baba Hüseyin Gökçe’nin, mesleğin diğer ustaları gibi çok fazla hayır duası alan bir semerci usta olarak gezmediği kasaba, girmediği köy, ulaşmadığı belde kalmamış. Hüseyin Gökçe artık seferlerini dondurmuş, anı zengini seyahat uzmanı olarak Yeşilyuva’daki evinde oturup, ayağına gelen semerlerin bakım onarımlarını yapıyor. Eğer tek tük yeni sipariş olursa onu da ortaya çıkarmaktan geri durmuyor. Hüseyin Usta’nın mesleki yaşam alanı Denizli-Antalya-Aydın-Muğla illeri arasında kalıyor. En fazla gittiği yer ise Antalya’nın Korkuteli ilçesi. Usta “Bir seferinde…” diyor:
-Durmaksızın tam 81 gün semer yaptım Korkuteli’nde…
Semercilik bu bölgede seyyar olarak yapılıyor. Usta malzemelerini eşeğinin sırtına yükleyip, evden bir çıkıyor, işin durumuna göre 15 gün sonra da dönebiliyor, 45 gün sonra da, Gökçe Usta “Yolculuk için, iki şey çok önemliydi.” diyor:
-Bir yorganımı yanımdan eksik etmezdim, bir de kefenimi!
-Kefen mi?
-Evet kefen.
-Ölüm tehlikesi mi vardı?
-Yok, senin bildiğin kefen değil bu… Biz semercilerin en lüzumlu aletidir bu kefen!
Usta sonra çıkarıp gösteriyor kefenini… Avuç içine yerleştirilen, deri bağcıklarıyla da parmaklara gerilen küçük bir tunç parça. Ortasında bir yuvası var, oraya çuvaldızın arkası yerleştiriliyor, sonra Usta var gücüyle abanıyor. Çuvaldız semerin bir yanından girip öte tarafından çıkıyor. İşte bu alete kefen deniliyor. Her semercinin hayatı boyunca bir tane kefeni olurmuş. Peki neden kefen? Usta buna açıklama getiremiyor. Küçüklüğünden beri hep bu alete kefen denildiğini biliyor o kadar…

Ege bölgesindeki “Semerci Kefeni”nin sırrını ancak Mardin’de çözebiliyoruz. Mardin Cumhuriyet Çarşısı’ndaki en büyük semerci Ahmet Erbek’e (1924’lü) sorduğumuzda avuç içine yerleştirdiği aletin adının “kefferiye” olduğunu söylüyor. Onun ne anlama geldiğini açıklarken de “Kefferiye der geçeriz.” diyor. Böylece kefen ile kefferiye arasına bir söylem yaklaşımı oluşuyor.

Mardin Çarşı’ndaki ikinci semerci dükkânından içeri girdiğimizde kefenin sırrına bir adım daha yaklaşıyoruz. Mardin’de 1954 yılında dünyaya gelen Mustafa Üzrek, daha önce konuştuğumuz semercilerin “Eski yıllarda…” diye anlattıkları yoğunlukta bir çalışma ortamına bizi buyur ediyor. Dükkânda Mustafa Usta ile birlikte Fikri Doğan da (1977’li) harıl harıl semer dikiyor. Üstelik yanlarında 12 yaşında çırakları bile var, tam eski günlerdeki gibi…

Çırak Halil İbrahim Bilgiç, okul çıkışlarında ve hafta sonlarında ustalarına yardım ediyor. Bizim Denizli Yeşilyuva’dan aldığımız semercinin kefen sırrı, Mardin’deki bu işlek dükkânda aydınlanıyor. Fikri Usta avucunun içinde duran küçük metal parçasını gösterip “Biz buna kef deriz.” diyerek devam ediyor:

semer5
-Kef, Arapça’da avuç demektir. Ahmet Ağabey’in söylediği kefferiye de olsa olsa avuçluk olabilir!
Her şey yerli yerine oturuyor şimdi. Semercinin avucuna yerleştirdiği aletin insan bedeninin sarıldığı son giysi olan kefen ile nasıl bir ilgisi olabilir? Demek ki Güneydoğu’dan “kef” olarak yola çıkan alet, Ege’ye vardığında telaffuz kurbanı halinde ölü giysisiyle paralel ad almıştı. Zaten Mustafa Nihat Özön de Osmanlıca-Türkçe Sözlük’te “Kef: Elin iç tarafı” diyor.

Genç semercilerin yanında büyük bir düğümü çözmüş olmanın huzuru içinde çaylarımızı içerken birden gözüm küçük, uca doğru sivrilen, kemik parçasına takılıyor. Ustalar ellerine aldıkları çuvaldızları semere saplamadan önce onun içine sokup çıkartıyorlar.
-Bu nedir?
-Geyik boynuzu!
-Ne işi var burada?
-Bunun içine kuyruk yağı koyarız, çuvaldızın ucunu yağa batırınca semer üzerinde daha kaygan olur, çalışmamızı kolaylaştırır.
Mustafa Üzrek, elindeki geyik boynuzu parçasının 47 yıldır kendisinin yanında olduğunu söylüyor, ondan önce de Ermeni Ustası Selim Uğurge’ye aitmiş.

Safranbolu’dan girip, Mardin’den çıktığımız semercilik yolculuğunun, bir kitabın tek bölümüne sığacağını düşünmek mesleğe karşı büyük bir haksızlık olur. En iyisi Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir’in bir yerden ayrılırken veda yerine söylemeyi tercih ettiği selamlama cümlesiyle noktayı koymak:
-Hadi, semerciliğe merhaba!..
Yazan: Nazım Alpman
Fotoğraflar: Tolga Sezgin

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Sen sadece aynasin...
_AERYU_ - avatarı
_AERYU_
Ziyaretçi
19 Ağustos 2013       Mesaj #3
_AERYU_ - avatarı
Ziyaretçi
Semercilik
MsXLabs.org

El sanatları bir toplumun aynası ve geleceğe tuttuğu ışıktır. Günümüzde her ne kadar el sanatları yok olma durumunda olsa da geçmişte büyük bir misyon üstlenmiş ve geleceğe ve modern topluma teknolojiye geçişi sağlamıştır. El sanatları özelliklerini kaybederken toplumda hala tek tük bazı kişiler meslek olarak yaşatmakla beraber, günümüzde el sanatları fabrikasyon olmuş, elektrikle çalışan torna atölyelerinde yapılmaktadır. Günümüz şartlarında fazlada bir ihtiyaç duyulmasa da geçmişimizin bir parçası olan el sanatları bizim öz ve öz değerlerimizdir.

SEMER

Yük bağlamak için hayvanların sırtına yerleşti-rilen yastık tanımlamasını yapıyor Meydan Larousse ansiklopedisi semer için
Semer, at, katır, eşek, deve gibi yük taşıyan hayvanların sırtına konulur. İlk defa Araplar ve İranlılar tarafından kullanıldığı, daha sonra Türklere geçtiği söylenir. Fakat onlardan önce yaşayan Mısır, Mezopotamya ve Anadolu milletlerinin hayvanlarla yük taşımayı bildikleri, bu yüzden hayvanın sırtına yük taşımaya yarayan bir araç yerleştirdikleri, kazılarda çıkan buluntulardan ve duvar kabartmalarından anlaşılıyor.

SEMER YAPIMI

Semer genellikle ağaç, çuval, deri ve sazdan yapılır.

Üçgen çatılıdır ve hayvanın sırtında karnının iki yanına doğru açılan bir biçimdedir. Hayvanın sırtına değen iç tarafı saz doldurulmuş iki kanatlı bir çuvaldır. Yük vurulan üst tarafı da semer ağaçları denilen ahşap küçük direklerle çatılmış ve üstüne hayvan derisi veya çadır bezi dikilmiştir.

Hayvanların omuzları üstüne gelen bölümde, üstte, yükü bağlamaya yarayan öne doğru çıkıntılı, iki kol vardır. Hayvana konulan yük, iple hayvanın sağrısı üstüne gelen bölümdeki kancalara bağlandıktan sonra tekrar omuz başı kollarında düğümlenir.

Semer, hayvanın sırtına kolan, kayış veya kayton denilen sağlam bir şeritle bağlanır. Kolanın iki ucu hayvanın kaburgalarından biri üzerinde tokalanır.Karın altından geçtikten sonra, semerin üzerine dolanan bu kolan, semeri hayvanın sırtında sıkıca tutturmaya ve yükün sallanarak düşmesini önle-meye yarar.

Semerin omuzbaşı kollarında genellikle "kaş" denir. Semerler, hayvan sahibinin mali durumuna göre sade veya süslü olur. Kaşları, kolanları, hayvanın kuyruğu altından geçen ve inişlerde semerin omuzlara düşmesini önleyen "paldım"ı ve üzerine atılan çulu bazen işlemeli, kakmalı olur. Değerli madenlerle işlenen, süslenen semerlerde vardır.

Günümüzde evlerde ve bazı işyerlerinde min-yatür semerler süs aracı ve dekorasyon malzemesi olarak kullanılmakta dolayısıyla bu el sanatımız azda olsa bu şekilde varlığın sürdürmeye çalışmaktadır.