Arama

Sanal Mimarlık (E-Mimarlık)

Güncelleme: 1 Nisan 2009 Gösterim: 3.917 Cevap: 0
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
1 Nisan 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Sanal Mimarlık (E-Mimarlık)

Sponsorlu Bağlantılar
Sanallık, gerçekliğin en ilginç katmanlarından biridir. Bu ifade insanı şaşırtabilir, çünkü sanallık genelde gerçekliğin karşısında bir kavram olarak görülür. Aslında “sanal” kavramı, gerçek olan ama somut olmayanı tanımlar.
Sanal mimarlık bu nedenle gerçek mimarlıktır ve aynı zamanda “potansiyel” mimarlıktır. Bu tanımlamayı Toyo İto, en iyi 1997 yılında Berlin’deki Alman Mimarlık Merkezi yarışmasına erken dönemine ait ve meslektaşlarından farklı olarak, uygulanmış bir örnek sunduğunda anlamıştır: White U (Beyaz U). İto bu konutu, yetmişli yılların ortasında, dul kız kardeşi ve onun iki kızı için inşa ettirmişti. Yapının ana mekanını, hortuma benzeyen, U biçimli bir kıvrım oluşturuyordu. Bu mekan, kullanıcılarının yaşam “sahnesi” idi. Yirmi yıl sonra, aile evi yıkmaya karar verdi; çünkü kullanım amacı sona ermişti. Böylece İto’nun ifadesiyle yapı, “içinde hiçbir şeyin varolmadığı bir hacim”e dönüşmüştü.
Bugünkü kullanımıyla sanal sözcüğü, “bilgisayar kökenli” ile aynı anlamdadır ve yanlış anlamalara neden olan “sanal gerçeklik” tanımlaması ile bağlantılı durumlarda dikkat çekmektedir. Özellikle talihsiz bir gelişme, “bilgisayar mimarisi”nde (çizim mimarisinin günümüzdeki varyasyonu) illüzyon ve gerçeklik, korunmasızca birbiri üstüne yıkılmakta ve sanallığın mimarlık için anlamının görülebilmesini engellemektedir: Bir şeyin içinde varolan özü gerçekte -yani nesneye dönüşmeden- ortaya koyabilme olanağı.
Kabaca bir çerçeve çizersek, bilgisayar mimarisi ile; bir yandan bilgisayarın -daha detaylı ifade etmek gerekirse, en yeni biçimsel olanakları sunan yazılım sistemlerinin- yardımı olmadan ortaya çıkması mümkün olmayan, ama bu bağımlılık nedeniyle asla korunaklı dijital dünyadan, inşa edilen gerçekliğe zarar görmeden dönüşemeyecek tüm tasarımlar kastedilmektedir. Bu tasarımlarla uğraşanlar, radikal söylemlerle şunu savunmaktadır: Onlar yeni toplumun mimarları olmak istemektedir; bilişim ve medya ağı (burada medya kendi kendine referans vermektedir) toplumunun, esneklik ve değişimin, sürekli bir ivmenin yaşandığı, mekandan bağımsız bir toplumun mimarları. Kendilerini “siber” askerler olarak ortaya koymakta ve sanal çağın mimarlığını “elektro-mimarlık” (electrotecture) olarak tanımlamaktadırlar. Tasarımlarında, yapım sürecinin süregelen ilkelerini sorgulamaktadırlar.Yerçekimini göz ardı edip, aşağı ve yukarı, iç ve dış, özel ve kamusal arasındaki ayrımı reddetmektedirler. Yapı kütlelerini ve yapı elemanlarını isteklerine göre çevirip katlamakta, eğip bükerek şekillendirmekte, üzerlerine şekiller yapıştırmakta ve dış yüzeylerini her çeşit bilgi türüyle donatmaktadırlar. Mimarilerinin en etkileyici olduğu an, bilgisayarın zaman dizgesini oluşturma ve yıkma özelliğine sıra geldiğinde yaşanmaktadır. Bu, yapıların sözcük anlamıyla nefes almaya, hareket etmeye, ileri geri sallanmaya ve dalgalar oluşturmaya başladığında ortaya çıkar. Bu durum sadece radikal bir yenilik olarak algılanmamalıdır; film teknolojisinin teknik olanakları uzun süredir mimarlar için, hareketli mimariyi, daha doğrusu hareketli mimari resim oluşturmayı olanaklı kılmıştır. Ancak bu, asla modern bilgi teknolojisinin sunduğu kadar basit ve kolay olmamıştır.
Öte yandan siber mimarlar, dijital dünyanın laboratuarını ve korunaklı yaşam mekanını terk ettikleri zaman donup kalmaktadır -donup kalmak zorundadır. Maddesel olmayan maddeleşmekte ve dünyevileşmektedir; çünkü inşa edilen ayakta durmalıdır, desteklemelidir, gerilmeli ve ayırmalıdır.Böylece otomatik olarak bir kartezyen sistem ortaya çıkar. Yatay ve düşey, yamuk ve kıvrımlı duvarların etkileyemediği sabit bir yukarı ve aşağı kavramı söz konusudur. Bilgisayarda imleç ile, oluşturulan modelin bir noktasından tutulup çekilebilmesi, yapım gerçekliğine dönüştüğünde, masraflı kırılmalar ve statik oynamalara neden olur. Açıklıklar camla kapatılmalı, cam ise bir çerçeve ile tanımlanmalıdır. Bölücü duvarlar sadece mekansal sınırlamalar getirmez, ısı ve ışınlara karşı yalıtkan olmalıdır. Mimarlık ne yazık ki “düşük teknoloji”li (low-tech) bir disiplin olarak ifadelendirilir. Çelik, beton, taş, ahşap ve camla inşa edilir; olsa olsa uç örneklerde, noktasal olarak egzotik malzemeler veya uzay sistemin metal alaşımları kullanılır. İnşa edilen bilgisayar mimarisi bu nedenle kaba bir şekil almaktadır -tutulmayan bir söz gibi.
Gerçekten de, 1900’lerde aynı düzeyde olan avangart teknoloji ve avangart mimari gittikçe birbirinden daha çok uzaklaşmaktadır. Toplumun kendisi de -örneğin yeni iletişim yolları sayesinde- bir değişim süreci yaşamaktadır. Özellikle mimarlık alanında biçim yaratma isteği ile inşa edebilme becerisi arasındaki mesafe, gittikçe büyümektedir. Ve Batılı, endüstri sonrası hizmet toplumunun yavaş yavaş bir “e-toplum”a dönüşmesi gibi, bunun bir yansıması olan “e-mimarlığı” ufukta yeni yeni belirmeye başlamıştır.
Ancak bu mimarlık için şunu şimdiden söylemek mümkündür: İlk aşamada inşa edilebilen bir mimari olmayacaktır. Taşıyıcı ve bölücülerin mimarlara getirdiği sınırlamalar, elli veya yüz yıl sonra da bugünkü kadar gerçek olacaktır.
Mimarların önünde iki seçenek vardır:
Fiziğin aşılamayacak sınırlarını kabul etmek ya da düşüncenin maddesel olmayan dünyasına sığınmak ve orada ilerlemek. Mimarlığın yeri -mimarlığın uygulandığı mekan- ve bununla birlikte gerçekliğin, yeniden tanımlanması gerekmektedir. Mimarlığın karakteri son otuz yılda değişmiştir ve değişecektir; ve beraberinde mimarlığın temsil ettikleri de. Mimarların etki alanının marjinalleşmesini önlemek amacıyla, mimarlığın varoluş söylemi genişletilmelidir: Tüm dijital dünyada (e-bankacılıktan e-kumara kadar) ve bu dünyanın ötesinde de.
Bu yönelimler sonucu, gelecekte mimarların psiko-etkin maddeler aracılığıyla mekanı algılamada halüsinasyonun arttırılması konusunda rol alabilecekleri düşünülebilir. Daha da heyecan verici bir kurmaca, gelecekte belli “biyonik” (biyolojik-teknik-elektronik) oluşumların doğrudan sinir sistemimize yerleştirilip, etki etmesi olabilir. İnsanın ve makinelerin çözünmesinin ilk denemeleri yapılmaya başlanmıştır. Görsel, işitsel ve dokunsal olarak mekanı doğrudan algılamamızın ve kendi düşgücümüze göre yönlendirme olanağından henüz çok uzağız. Chatres Katedrali game boy kaseti olarak karşımıza çıktığına göre, ileride bunun mümkün olacağı kesin.


Oya Atalay FRANCK
Kaynak

Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!

Benzer Konular

2 Mayıs 2014 / ThinkerBeLL Mimarlık
19 Ocak 2016 / kompetankedi Meslekler
9 Haziran 2009 / ThinkerBeLL Mimarlık
15 Eylül 2008 / Gabriella Mimarlık