Arama

Mimarlık Tarihi

Güncelleme: 9 Haziran 2009 Gösterim: 13.051 Cevap: 2
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
3 Haziran 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Mimarlık Tarihi
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar

İnsanlar yüzyıllardan beri barın­mak, eğitim, kültür, sağlık, yönetim, savun­ma, alışveriş türünden işlerini' görebilmek, dinsel etkinliklerini sürdürebilmek için uygun yapılara gereksinme duymuşlardır. Bu yapıla­rı kullanışlı, sağlam ve güzel görünümlü yapma sanatına mimarlık denir. "Mimar" ise bunları tasarlayan ve yapımını yöneten kişi­dir. Mimarlık dünyanın değişik bölgelerinde­ki yaşam koşullarına, ekonomik, teknik ve kültürel oluşumlara göre biçimlenerek gelişti. Bu bakımdan günümüze ulaşabilen yapılar, üslupları ve yapı gereçleriyle, geçmişte insan­ların nasıl yaşadıklarına ve kurmuş oldukları uygarlıklara ilişkin önemli bilgiler sağlar.
Mimar, bir yapının yeri belirlendikten, türüne karar verildikten ve maliyeti kabaca hesaplandıktan sonra işe başlar. Mimarlığın en önemli üç temel ilkesi sağlamlık, işlevsellik ve güzelliktir. Bu bakımdan mimar, tasarımı­na başlarken kullanılacak gereçlerin türünü, iklim, çevre ve ulaşım koşullarını düşünmek zorundadır. Çalışmaları sırasında, yapım tek­nikleri konusunda bilgi ve deneyimleri olan uzmanlara gereksinim duyar. Örneğin, inşaat yöntemleri ve gereçleri konusunda inşaat mühendislerine danışır. Yapının çevre ve iklim koşullarına uygun ve korunaklı olması, daha tasarım aşamasında düşünülmesi gere­ken konulardır.

Mimarlığın Gelişimi
İnsanlar avcılık ve toplayıcılıkla geçindikleri eskiçağlarda ağaç kovuklarında, mağaralarda ya da otlardan ve ağaç dallarından yaptıkları ilkel barınaklarda yaşardı. Göçebe topluluk­lar ise nereyi uygun bulurlarsa orada barınır ya da kolay taşınabilen çadır türünde barınak­larını yanlarına alırlardı. Gerçek anlamda ilk mimari yapılar, tarımsal üretime geçişle bir­likte başlayan yerleşik yaşam düzeninde orta­ya çıktı. İnsanlar sadece ev yapmakla kalma­yıp anıtlar, tanrıları için tapınaklar ve ölüleri için mezarlar da yaptılar.

Eski Mısır ve Mezopotamya
İÖ 3000'lerde insanlar daha kalabalık gruplar halinde yaşamaya başladı. Bunun sonucunda kasaba ve kentler ortaya çıktı. Nil Irmağı kıyısında yerleşmiş olan Eski Mısırlılar evle­rin yanı sıra bir anıtmezar türü olan piramit ve tapınak yapımında da son derece ustaydı. Kerpiçten evler, kireçtaşı ve granitten tapı­naklar, piramitler ve mastaba adı verilen mezarlar yaptılar. İÖ yaklaşık 2700'lerde 3. hanedan döneminde Mısır Kralı Zoser, Sakkara'da ilk kez taştan, basamaklı bir piramit yaptırdı. Dünyanın ilk basamaklı piramidi olan bu yapıt Eski Mısır'ın ünlü mimarı ve bilge kişisi İmhotep tarafından tasarlanmıştı. Luksor'daki yapıların ustası ve kutsal kitapla­rın yazarı olarak kabul edilen İmhotep taş mi­marlığının başlatıcısıydı. Luksor yakınların­daki Krallar Vadisi'nde kayalara oyulmuş me­zar odaları İÖ 16. ve 13. yüzyıllardan kalma­dır. Eski Mısır'dan günümüze ulaşabilen bu yapıların görkemli güzelliği, kusursuz mimari­si ve gizemli havası bugün bile uzmanlar ara­sında şaşkınlık yaratmaktadır.
Mezopotamya'da, Dicle ve Fırat ırmakları­nın suladığı bereketli topraklardaysa Eski Mısır'dakinden çok değişik bir mimarlık geliş­ti. Sümerler merdivenler ya da eğimli yollarla çıkılan ve yüksek bir kuleyle son bulan, Babilliler ise genellikle tuğladan, merdiven­lerle döne döne tırmanılan ziggurat denilen tapınaklar yaptılar.
Mezopotamya'da yaşamış eski devletlerden biri olan Asurlular'dan kalan en önemli yapıt­lar ise İÖ 700'lerde Horsâbad'da, İmparator II. Sargon'un yaptırdığı 14 metre yüksekliğin­de, tuğladan bir taban üzerine oturtulmuş kalesiyle Ninova yakınlarındaki saraydır. Sa­rayın girişinde kanatlı ve insan başlı boğa kabartmaları vardır. Daha o dönemde, dar ve uzun odaların çatılarında taşıyıcı olarak ke­merlerden yararlanılmış, atık suların boşaltı-labilmesi için suyolları yapılmıştı.
İÖ 6. yüzyılda Pers İmparatorluğu döne­minde de görkemli saraylar yapıldı. Bunlar­dan birisi, İÖ 522–486 arasında hüküm süren Kral Darius'un başkent Persepolis'te yaptırdı­ğı saraydır. 12 metre yüksekliğinde bir taba­nın üzerine oturtulmuş olan bu sarayın dev boyutlu, içinde yaklaşık 100 sütunun bulun­duğu büyük bir taht salonu vardı. Oymalı başlıkları olan sütunların 13'ü günümüze ula­şabildi.
O yıllarda savaşlar ve akınlar yoluyla başka uygarlıkları da tanıyan halklar ele geçirdikleri ülkelerin inanç, görenek ve yaşama biçimle­rinden büyük ölçüde etkilendiler. Bu bakım­dan Ortadoğu'da yaşamış ve karşılıklı etkile­şim içinde bulunmuş olan eski uygarlıkların kültürleri ve sanat anlayışları ilginç benzerlik­ler gösterir.

Çin ve Hindistan
Çin'in kendine özgü geleneksel mimarisi yüz­yıllar boyunca değişmemiştir. Çin mimarisi­nin, Çinliler'in doğayla uyum içinde olmaya gösterdikleri özeni yansıttığı söylenebilir. Mi­marlığın gelişmesinde Çinliler'in dinsel ina­nışlarının ve felsefelerinin de etkisi olmuştur. Pagoda denen, cennete doğru uzanıyormuş izlenimi veren tapınakları buna örnektir. Çin' de tapınaklar ve evler genellikle ahşaptan yapılır ve çinilerle süslenirdi. Çatı çatıldıktan sonra, ahşap iskeletin arasına duvarlar örülür­dü. Song (960–1279), Ming (1368–1644) ve Mançu (1644–1911) hanedanları dönemlerin­de sanat ve mimarlık alanlarında önemli gelişmeler oldu. Song hanedanının başkenti olan Hangzhou'da dört beş katlı konutlar, tapınaklar ve teraslar, yüksekliği 110 metreyi bulan pagodalar yapıldı. Ming hanedanı im­paratorlarından Yanglo, başkenti Pekin'e ta­şıyarak orada Cennet Tapınağı ile imparato­run oturduğu "Yasak Kenf'te saraylar yaptır­dı. İÖ 214'te yapılan 2.400 km uzunluğunda, 9 metre yüksekliğinde bir koruma duvarı olan Çin Şeddi, dünyanın en ilginç mimarlık yapıtlarındandır.
Hindistan'daki yapıların birçok yabancı öğeyi özümsediği görülür. İlk Buda tapınakları mezarların üzerini örten ve tümülüs adı verilen toprak yığınlarından oluşuyordu. Da­ha sonra çoğu kayalara oyularak yapılmış tapınaklar ortaya çıktı. 10. yüzyılda Müslü­manların gelişiyle camileri örten kubbelerin çatı örtüsü olarak kullanımı yaygınlaştı. Tapı­nakların çok sayıda kubbesi olabiliyor, bazen de piramit biçiminde görkemli kuleler yapılı­yordu. Buda heykellerine ve kabartmalara yapının kendisinden daha çok özen gösterili­yordu. İndus Irmağı vadisinde yapılan kazı­larda İÖ 2000'lerden kalma ızgara planlı, merkezi ısıtması ve kanalizasyon sistemi bulu­nan Mohenco-daro ve Harappa kentleri orta­ya çıkarıldı.
Hint mimarlığının tipik özelliklerini taşıyan örneklerden biri Agra kentindeki Tac Mahal'dir.

Eski Yunan
Günümüzden 3000–2000 yıl önce Girit'te, Makedonya'da ve Doğu Akdeniz kıyılarında gelişen Eski Yunan uygarlığı Ortadoğu ülke­lerinden Güney italya'ya kadar geniş bir alanda etkili oldu. Girit'te Minos uygarlığı döneminde, Tunç Çağı'nın kültür merkezi olan Knossos kentinde Knossos Sarayı yapıl­dı. Canlı duvar resimleri, salonları, iç avlula­rı, merdivenleri ve sütunlarıyla yer yer dört, beş katlı olan bu saray o zamana kadar yapılanların en büyüğü ve görkemlisiydi. İÖ 1300'lerde güçlü bir krallık kuran Mikenler'in Minos uygarlığına son vermesinden sonra da Mora Yanmadası'nda sarp kayalıklara kurul­muş Tiryns ve Miken kentlerinin kalıntıları parlak bir uygarlığın izlerini taşır. Eski Yunan uygarlığının doruğu sayılan Atina'da İÖ 5. yüzyılda büyük yazarlar ve filozoflar yetişti; görkemli tapınaklar, saraylar yapıldı, yeni kentler kuruldu. Mimarlar, Eski Mısır'da olduğu gibi düz kirişlerden ve sütunlardan yararlanarak, yapılarda kusursuz bir uyum ve bütünlük yarattılar.
En özenli yapılar tapınaklardı. Dikdörtgen biçimli Eski Yunan tapınaklarında tanrı ve tanrıça heykellerinin bulunduğu özel bir oda, onun arkasında hazine odası adı verilen daha küçük bir bölüm olurdu. Yapının iki ucunda da dışa doğru uzanan, "revak" adı verilen geniş bir çıkma bulunurdu. Tapınak basamaklarla çıkılan bir tabana oturtulur, çevresi çatıyı taşıyan sütunlarla donatılırdı. Eski Yunan mimarlığında İÖ yaklaşık 750–500 arasında Dor ve İyon mimari üslupları egemendi.
Dor düzenindeki yapılar basık ve sağlam görünüşlü, yukarı doğru daralan sütunları kalın, sade ve sık aralıklıydı. Sütun gövdesin­de keskin kenarlı ve çok derin olmayan yivler vardı. Dor düzeninde yapılmış tapınakların ve anıtsal yapıların en yoğun olduğu bölgeler Yunanistan Yarımadası, Sicilya ve Güney İtalya'dır. Bu üslubun en güzel örneklerinden biri Atina'daki Parthenon Tapınağı'dır. Bil­gelik, beceri ve savaş tanrıçası Athena için yapılan bu tapınak, eski kentin (Akropolis) ortasında yükselen bir tepenin üzerindedir. Tapınaktaki en güzel yapıtlardan biri de hey­kelci Pheidias'ın altın ve fildişinden oyduğu, yaklaşık 12 metre yüksekliğindeki Athena heykelidir. Tepenin eteğinde toplantıların ya­pıldığı agora adı verilen geniş alan, kentin si­yasal ve ticari etkinlikleri açısından son dere­ce önemliydi.
Anadolu kıyılarında ise İyon düzeni ege­mendi. İyon düzeninde sütunlar düz, Dor sütunlarından daha yüksek, yivleri daha derin ve sık aralıklı, sütun başlıkları kıvrımlı ve daha zariftir. Efes (Ephesos) kentindeki Dün­yanın Yedi Harikası'ndan biri olan Artemis Tapınağı İyon düzeninde yapılmıştır. Arkeo­lojik kazılardan anlaşıldığına göre bu mermer tapınağın iki sıra dizilmiş 127 sütunu vardı. 13 basamakla çıkılan bir taban üzerinde yükselen sütunlar 18 metre yüksekliğindeydi. Sütun taba­nı, sütun başlıkları, friz kuşağı olağanüstü güzel­likte oymalar ve kabartmalarla süslenmişti.
Eski Yunan mimarlığında, İyon düzenin­den yalnızca sütun başlığının biçimiyle ayrılan Korint düzeninde başlık, devedikeni yapraklarıyla donatılmıştır.
Eski Yunan yapıları daha sonraki çağlarda özellikle Romalılar'ca taklit edildi. Bu etkinin belirgin olduğu çağdaş yapıların en ünlüleri ABD'nin başkenti Washington'daki Beyaz Saray ile Londra'daki British Museum'dur.

Eski Roma
Eskiçağdaki imparatorlukların sonuncusu ve en büyüğü Roma İmparatorluğu'nda uçsuz bucaksız toprakların korunabilmesi, ordula­rın hızla ilerleyebilmesi, kentlere ve çiftliklere su sağlanabilmesi için çok sayıda yol, köprü, sukemeri ve kale yapılmıştı. Ama Eski Yu­nanlıların geliştirdiği sütun-kiriş sistemi bu dev boyutlu yapılar için elverişli değildi. Bu yüzden Romalılar daha güçlü yapım teknikle­ri geliştirdi. Geniş köprülerin yapımında düz kiriş yerine kemer kullandılar. Yapım gereci olarak tüf adı verilen volkanik çökelti taşları, traverten (pamuktaşı) ve kendi buluşları olan özel bir tür betondan yararlandılar.
Eski Yunan'da toplantı yeri ve alışveriş merkezi olarak kullanılan "agora"ya karşılık, Eski Roma kentlerinde "forum" adı verilen, çevresi yönetim yapıları ve dükkânlarla çevrili geniş toplantı alanları vardı. İmparatorluk merkezi olan Roma'da bazıları eski impara­torların adıyla anılan yedi forum bulunuyor­du. Romalılar imparatorlar, generaller, dev­let adamları ve savaşlarda kazanılan zaferler adına çok sayıda heykel ve anıt diktiler. Roma tapınakları, Yunan tapınakları gibi ya dikdörtgen ya da daire biçiminde ve kubbe çatılıydı. Kubbeli tapınaklardan en büyüğü Pantheon Tapınağı'dır. İÖ 27'de yapılan bu tapınak, İS 118–128 arasında İmparator Had-rianus tarafından baştanbaşa değiştirilerek yeniden yaptırıldı. 43 metrelik çapıyla o güne kadar yapılan daire biçimindeki en büyük tapınak olan Pantheon, camı olmayan tek bir tepe penceresinden ışık alıyordu. Girişi dev sütunlar üzerinde yükselen üçgen biçimli bir alınlıktan oluşuyordu. Tapınak tunç ve mer­mer heykellerle donatılmıştı.
Romalılar gelişkin yapım teknikleriyle dev boyutlu hamamlar ve tiyatrolar da yaptılar. Roma'daki halk hamamları İS 211'de İmpara­tor Caracalla tarafından yaptırıldı. Gladyatör­lerin ve yırtıcı hayvanların kanlı gösterilerine sahne olan ve çok büyük olduğu için sonradan Colosseum adı verilen Flavius Amfitiyatrosu İS 80'lerde yapıldı. Kent ve kasabalardaki yapılar genellikle tek katlıydı. Roma'da ve Ostia'da birkaç katlı olanları da vardı. Eski Romahlar'ın günümüzdeki gibi çok katlı yapı­lara yönelmelerinin amacı, kalabalık kentler­de yer kazanmaktı.
Eski Roma'da mahkeme salonu olarak kullanılan dikdörtgen planlı bazilikalardan sonradan işyeri ve toplantı salonu olarak da yararlanıldı. İS 313'te, Roma İmparatorlu­ğumda Hıristiyanlık kabul edildikten sonra tapınakların çoğu kiliseye dönüştürüldü. Ba­zilika planlı yapılar zamanla tüm Avrupa'da benimsendi. İlk Hıristiyan kiliselerinde Eski Roma bazilikalarında olduğu gibi ortada nef denen geniş bir alan, yanlarda sütunlarla ayrılmış birer yan nef, ayrıca girişin karşısında mihrap ya da ahar denen yuvarlak bir alan bulunuyordu. Roma'daki San Pietro Katedra­li bazilika planlı kiliselerin ilk örneklerinden­dir. Tarihin ilk mimarlık kitabı İÖ 1. yüzyılda yaşamış olan Romalı mimar ve mühendis Vitruvius'un yazdığı, 10 ciltten oluşan De architectura'ydı ("Mimarlık Üzerine"). Bu kitap sonradan, klasik sanata duyulan ilginin canlandığı dönemlerde mimarlar için önemli bir bilgi kaynağı ve yol gösterici oldu.

Bizans
İS 330'da Roma İmparatoru Constantinus İÖ 7. yüzyılda Yunanlılar'ca kurulmuş olan Byzantion (Bizans) kentine Konstantinopolis (bugün İstanbul) adını vererek başkent ilan etti. Zamanla imparatorluğun yönetsel, eko­nomik ve kültürel merkezi durumuna gelen kentte özgün bir mimari üslup gelişti. İlk ba­kışta doğu ile batının bir bireşimi olarak görü­nen bu üslubun en belirgin özelliği bazilika planlı yapıların üzerini örten dev boyutlu kub­belerdi. Bizans mimarlıksanatının güzel ve en önemli örneği, 532–537 arasında Konstantino-polis'te İmparator Jüstinyen tarafından yaptı­rılan Ayasofya'dır (Hagia Sophia Kilisesi). 15. yüzyılda Osmanlılar'ın Bizans'ı almasın­dan sonra camiye dönüştürülen bu yapı, dün­ya mimarlık tarihinin başyapıtlarından biri sa­yılmaktadır.
Bizans mimarlığının bir başka özelliği de, mozaik resim sanatı ve duvar bezemeciliğidir. İstanbul'da Khora Kilisesi'nin (bugün Kariye Camisi) duvarlarında Kutsal Kitap'tan alınma sahneler, mozaikle canlı ve duygulu bir biçim­de işlenmiştir. Ortodoksluk'un egemen oldu­ğu Doğu Avrupa, Anadolu ve Ortadoğu'da daha çok, kubbeli bir orta nefin dört yanına eşit uzunlukta dört kolonun eklenmesiyle oluşturulmuş, Yunan ya da Latin haçı biçi­minde kiliseler yaygındı.

Romanesk Üslup
11. yüzyıl ortalarında manastırlar Eski Roma mimarlığının özelliklerini taşıyan romanesk üslupla yapılmaya başlandı. Sağlam, ağır ve etkileyici bir görünümü olan bu yapılar ortada geniş bir nef ve onu çevreleyen uzun geçitler­den oluşuyordu. Romanesk üslubun en belir­gin özelliği ana kubbeyi taşımak için oluşturu­lan, kemer biçimli forozlarıydı.
Romanesk yapıların en çok rastlandığı yer­ler İtalya, Almanya ve Fransa'nın kuzeyinde­ki Normandiya bölgesidir. İngiltere'de 1093'te yapılmış olan Durham Katedrali bu üslubun en güzel örneklerinden biridir.

Gotik Mimari
1200'lerde, Roma İmparatorluğu'nun çökü­şünden uzunca bir süre sonra kentler yeniden canlanıp büyümeye başladı; bankacılık ve ti­caret önem kazandı. Bu dönemde sanat ve mimarlıkta kralların ve kiliselerin denetimi azaldı, ticaret yoluyla zenginleşen tüccarların beğenisinin önemi arttı. Kentlerde konut, eği­tim gibi çeşitli gereksinimleri karşılayacak ye­ni yapılar yapılmaya başlandı.
Sivri kuleli büyük kiliseler, bu yeniçağın simgesi durumuna geldi. Yuvarlak kemerlerin yerini sivri kemerler aldı. Sivrilik kapı, pence­re, kemer ve tonoz gibi temel yapı öğelerinin tümüne egemen oldu. Gotik olarak adlandırı­lan bu üslupla birlikte ortaya çıkan bir başka yapı öğesi de çatıyı taşımak ya da bir duvarı desteklemek amacıyla yerleştirilen payanda­lardı (dayanma ayağı). Bu yapı tekniği duvar­ların daha ince, dolayısıyla pencerelerin daha geniş yapılabilmesini sağladı.
Gotik üslup sivri kuleleri, güzel desenler oluşturan rengârenk camlarla bezenmiş pen­cereleri, zarif kemerleri ve payandalarıyla mi­marlık tarihinin en çarpıcı ve ilgi çekici üslup­larından biridir. Gotik üslubun en güzel ör­nekleri Fransa'da Paris'teki Notre-Dame, Chartres, Amiens ve Reims katedralleridir.
Dinsel yapıların yanı sıra Avrupa'nın bir­çok ülkesinde gotik üslupta yapılmış görkemli saraylar, özel ve resmi yapılar vardır. Oxford ve Cambridge üniversitelerine bağlı bazı kolej binaları ve Londra yakınlarındaki Hampton Sarayı bunlara örnektir.

Rönesans
Eski Roma geleneklerinin egemen olduğu İtalya'da gotik üslup öteki Avrupa ülkelerin­deki gibi gelişip yaygınlaşmadı. 15. yüzyılda Eski Yunan ve Roma sanatına duyulan ilginin canlanmasıyla Pantheon ve Colosseum gibi yapılar yeniden önem kazandı. Eski Yunan ve Roma sanatının yani klasik sanatın yeniden canlandığı bu döneme "yeniden doğuş" anla­mına gelen Rönesans adı verildi.
Romalı mimar Vitruvius'un yazdığı mimar­lık kitabı, 1521'de bulunarak İtalyanca'ya çevrildi. Bu yapıt Eski Roma yapım teknikle­rinin uygulanmasında önemli bilgiler sağladı. Bu dönemde Eski Yunan sütunlarının beş ay­rı çeşidi bir arada kullanılmaya başlandı. Bun­lar sırasıyla Dor, İyon ve Korint düzenleriyle. İyon ve Korint düzenlerinin bir karışımı olan kompozit düzen ve Etrüskler'in uyguladığı Toskana düzeniydi.
Bununla birlikte İtalyan mimarlar eski olan her şeyi taklit etmek yerine yeni bir üslup da yarattılar. Rönesans mimarları Leonardo da Vinci, Michelangelo, Bramante ve Raffaello gibi aynı zamanda heykelci, ressam, bilgin ve filozof olan çok yönlü bilge sanatçılardı.
Rönesans döneminde kiliseler, Milano'da Bramante'nin yapıtı olan Santa Maria delle Grazie Manastırı gibi ferah, gösterişten uzak, görkemli yapılardı. Kiliselerin iç duvarları ge­nellikle fresklerle, mihrap, vaftiz kurnası gibi öğeler, zarif oymalar ve heykellerle bezenir-di. Buna karşılık zengin tüccarları rakiplerin­den gelecek saldırılara karşı korumak amacıy­la malikâne ve saraylar kale gibi sağlam yapı­lırdı. Bu tür yapıların en ünlüsü Floransa'da, yapımına 1440'ta başlanan ve 1852'ye kadar çeşitli eklemelerle büyütülen Pitti Sarayı’dır. Rönesans 16. yüzyılda Fransa'da, 17. yüzyıl başlarında İngiltere'de etkili oldu. Paris'te 1546'da yapımına başlanan ve bugün müze olarak kullanılan Louvre Sarayı, Fransız Geç Rönesans üslubunun en güzel örneklerinden­dir. 17. yüzyılda İngiltere'de klasik sanatı di­riltmeye yönelik Yeniklasikçilik Akımı başla­dı. Akımın mimarlık alanında önde gelen ad­larından Inigo Jones'un Eski Yunan, Roma ve İtalyan Rönesans mimarlığından esinlenerek yaptığı binalar arasında Londra yakınlarındaki Kraliçe'nin Evi ve Şölen Evi sayılabilir.
Rönesans üslubu 17. yüzyılda yerini barok üsluba bıraktı. Bu sözcüğün kökeni Portekiz­ce'de özellikle düzgün olmayan inciler için kullanılan ve "düzensiz" anlamına gelen ba­rocco sözcüğüne dayanır. Barok üslûbun en belirgin özelliği son derece ayrıntılı, süslü ve gösterişli olmasıdır. Barok üslubun İtalya'da-ki önde gelen mimarları Vignola ve Gian Lo­renzo Bernini'ydi. Londra'da Christopher Wren tarafından tasarlanan St. Paul Katedrali 17. yüzyıl İngiliz barok mimarlığının önde ge­len örneklerindendir. 18. yüzyıl başlarında barok üslubun yerini Paris'te ortaya çıkan ro­koko aldı. Rokoko üslubun en önemli özelliği iç ve dış bezemelerdeki simetrik olmayan de­senler, bol kıvrımlı çizgiler ve gösterişli süsle­melerdi. Yapıların dış yüzeyleri mermer hey­keller ve çiçek motiflerinden oluşan kabart­malarla bezeniyordu.
18. yüzyılda Rönesans mimarlığı Amerikan kolonilerine kadar uzandı. Philadelphia'daki Independence Hall ile Washington'daki Capi­tol Binası döneme özgü örneklerdir.

Sanayi Devrimi
18. yüzyılda İngiltere'de başlayan Sanayi Devrimi'nin 19. yüzyılda tüm Avrupa'ya ya­yılmasıyla birlikte iş bulmak umuduyla on binlerce insan kentlere göç etti. Artan konut gereksinimi hızlı bir yapılaşma sürecini başlat­tı. Makinelerle üretilmeye başlanan yapı ge­reçleri artan ulaşım olanakları sayesinde her yere taşınabildiğinden, bölgeler arası mimari farklılıklar ortadan kalktı. Bu dönemde ma­den ocaklarının, demiryollarının ve fabrikala­rın sahipleri çok zengin oldu. Güçleri arttı. Ne var ki, bu işletmelerde çalışan işçiler dü­şük ücretler yüzünden çok yoksuldu. Bol para harcanarak yeni yapı tasarımlarına girişildi. Yapıların görünüşlerine daha çok önem veril­di. Her çeşit üslup denendi. İngiltere'de Par­lamento Binası gotik üslubun, Paris Opera Binası'ysa Eski Roma üslubunun başarılı ör­nekleridir.
Bu güzel yapılar kentleri kara dumanlarıyla kirleten fabrikalar ve yoksul işçi ailelerinin barınmak için sığındığı izbelerle büyük bir çe­lişki yaratıyordu. Makinelerle üretilen ucuz ve niteliksiz yapı gereçlerine, sağlık koşulları­na uygun olmayan konutların yapımına karşı çıkan tasarımcı William Morris aynı düşünce­yi paylaşan arkadaşlarıyla birlikte Güzel Sa­natlar ve El Sanatları Hareketi'ni başlattı. Yalnızca varlıklı kimselerin değil herkesin sa­hip olabileceği sade, rahat, zevkli konut ve mobilya tasarımları yaptı. 19. yüzyılda Al­manya'da ve ABD'de de mimarlar en son tek­nik gelişmeleri yapılara uyguladılar. Alman mimarlar binaların içinde elektrik kullanır­ken, ABD'de William Le Baron Jenney, Henry Hobson Richardson, Dankmar Adler ve Louis Sullivan gibi mimarlar yeni geliştiri­len çelik yapı tekniğiyle dünyanın ilk gökde­lenlerini yaptılar. Bu yapılar asansör, telefon ve havalandırma sistemi gibi yeni buluşlarla donatılmıştı.
Fransa'da betonarme denen ve içine demir ya da çelik çubuklar yerleştirilerek elde edilen donanımlı beton, bina yapımında kullanılmaya başlandı. 20. yüzyılın başında Auguste Perret'nin Paris'te yapmış olduğu apartmanlar bun­ların ilk örnekleridir.
I. Dünya Savaşı'ndan sonra birçok sanatçı ve mimar 19. yüzyılda çirkinleşen kentlerin yeniden planlanarak yaşamaya elverişli, geniş yeşil alanların yer alacağı bir biçimde düzen­lenmesi için çalıştı.

Çağdaş Mimarlık
SSCB'de gerçekleşen 1917 Ekim Devrimi yoksul zengin ayrımına dayanmayan yeni bir toplum düzeni kurmayı amaçlıyordu. Bu ne­denle başka alanlarda olduğu gibi mimarlık ve tasarımda da yeni gelişmeler gözlendi. Vladi­mir Tatlin, El Lissitzky ve Vesnin Kardeşler gibi mimar ve tasarımcılar, William Morris'in görüşlerinin yeni tekniklerle uygulanmasına dayanan bir anlayış geliştirdiler. Amaçlan bü­yük, bol ışıklı, temiz havalı ve yemyeşil kent­ler kurmaktı.
Fransa'da Le Corbusier, Almanya'da Bauhaus (yapı evi) Akımı'nın öncüsü Walter Gropius ve Ludwig Mies van der Rohe ko­nut tasarımına yeni boyutlar kazandırdılar. 1920'lerde ve 1930'larda rahat, ışıklı ve insan sağlığına uygun betonarme konutlar yapıldı. 1930'larda çıkan dünya ekonomik bunalımı ve II. Dünya Savaşı inşaat sanayisinde durgunlu­ğa yol açtı. Savaştan sonra Avrupa'da yıkılıp zarar gören kentlerin bir an önce yeniden ya­pılması gerekiyordu. Bu nedenle Le Corbu­sier ve Gropius'un tasarımları o dönemde ger­çekleşemedi. Birçok bölümü fabrikalarda üretilen hazır yapı gereçleriyle prefabrik yapı­lar yapılmaya başlandı.
Bununla birlikte bazı güzel ve etkileyici bi­nalar da yapıldı. Örneğin, Fransa'da Le Cor­busier'nin tasanmı olan Ronchamp Kilisesi (Notre Dame-du-Haut), Alvar Aalto'nun Belediye Binası (Finlandiya, Saynatsalo), Frank Lloyd Wright'ın Guggenheim Müzesi (New York), Jorn Utzon'un Opera Binası (Sydney), Richard Rogers ve Renzo Piano' nun tasarımı olan Pompidou Sanat ve Kültür Merkezi (Paris), savaş sonrası dönemin en çarpıcı yapılarındandır. Öte yandan beton ve çelik yerine tuğlayla ahşap gibi geleneksel ya­pı gereçlerini yeğleyen bazı mimarlar yenileri­ni yapmaktansa, eskileri onarma ve koruma yoluna gitti. Bu mimarlar en iyi ve doğru tasa­rımlara ulaşabilmek için yapıların içinde yaşa­yacak olan insanlara danışılması gerektiğini savunuyordu. Günümüzde ise mimarlar mo­dern teknolojinin getirdiği olanakları William Morris'in "mimarlığın bütün insanlar için ol­duğu" yolundaki savına uygun olarak kullan­ma eğilimindedir.

Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
3 Haziran 2009       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Mimarlık Tarihi - Çizelge
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

1750 — Günümüz
  • 250 yıl
mimarlik tarihi 1

1000 İ.S. — Günümüz
  • 1000 yıl - Son 250 yıl yukarıda detaylandı.
mimarlik tarihi 2

6000 İ.Ö. — Günümüz
  • 8000 yıl - Son 1000 yıl yukarıda detaylandı.
mimarlik tarihi 3

Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
EagLesTeaM - avatarı
EagLesTeaM
Ziyaretçi
9 Haziran 2009       Mesaj #3
EagLesTeaM - avatarı
Ziyaretçi
Mimarlık Tarihi

ÜTOPYA
Var olmayan yer anlamındadır. Ütopyalar olumludur. İleriye dönüktür ve geriye dönük ntopyalarda vardır.
Ütopyalar; tekno sosyal ekonomik mimari kent gibi farkli baslıklar altında toplanabilir.
Ütopyalar genelde kriz yada getis dönemlerinde ortaya tıkarlar. Çünkü ntopistler ya?adıkları düzenden memnun değillerdir.
ÜTOPYA
(Thomas Moore) bntnnnyle akılla yürütülen ve ortak mnlkiyete dayanan bir kent devletidir. Ya mevcut durumdan kurtulma yada gelecekte kurtulma yollarıdır.
Ütopya snretle ilgilenmez. +nemli olan sonuttur. Bu nedenle genelde adada geterler. Ütopyalar dura?andır. Geli?me göstermezler. Ütopyalar sıkıcı derece de mnkemmelliyettidir. Ütopyalardaki insanlar olan düzenden memnundur. Ütopyalar mevcut düzeni deği?tirmek yerine yeni bir sistem kurarlar. Ütopyalarda dikdatörlnk söz konusudur. Koyulan kurallara kimse karı? tıkmadan uyarlar. Genellikle tek tip insan dnınnnlnr.
MODERN ÜTOPYACILAR
Saint-Simon(1960-1825) Endnstri devriminin bilincine varmıştır. Toplumun hedefi nretim olmalı diyor. ?stiler sınıf? ve mnhendisler mimarlar bu istilerin komutanı olmalı. Kente su getirilmesi gerekti?ini söylnyor. Militarist (askeri düzen) yaklasım? vardır. Parisin imarından bahseder.

Etlenne Cabet (1788-1856)
?karyaya Yolculuk adl? bir ntopya yazmıştır. Ütopik sosyalizm kurucusu. Bu ntopyada bir isti ordusu var ve bntnn vatandasların asker oldugunu atıkca söylnyor. (Buradaki askerlik konulan kurallarla kayıts?z ?arts?z uyulduğu itin söylenmi? olabilir) Dnzensizlik yaratan kafe bar vb. kaldır?yor. Bekar insanları kınıyor. Sanatin foksiyonel olması gerekti?ini ve müzelerden soka?a tıkmasını söylnyor. Cabet önerdi?i ntopyada modernizeme gelememi?. Model ev öneriyor buda yarı?ma sonucunda belirleniyor ve prefabrikasyonla yapılabileceğini öneriyor. Ev esyaları sabit evler arasında deği?ik yapıldı?? zaman sorun yasanm?yor. ?karya da dnkkan yerine büyük ma?azalar var. Kent birbirini dik kesen yollardan olusuyor. Yeğil alanlar gece aydınlatılan yollar ve kanalizasyondan bahseder. Kent içinde mezarlik ve sanayi yerleri yoktur.
Chanes Fourier (1772-1837)
?nsanın 12 ihtiyac? oldu?unu söylnyor. Toplumun geli?me evreleri vardir. Evrensel birlik kavrami söz konusudur. Metefonik ve felsefi bir kuram kent 3 katmanl?. Çekirdektekte ticaret yönetim 2. katmanda endnstri ve son katmanda tarımsal alanlar var. Toplu konut önerisi var ve yemek alanlari mutfaklar ortak buna bfalansterb denir. 1600 ki?ilik bir topluluk öneriyor. Falansterler itin bu kapasite doldu?unda yeni bir falanster kurulacak. Sokak eni 18m ve 2 ev arasında 12m olmalı. Bölgelendirme (zooning); çalışma e?lence dinlenme vardir. Kamusal mekan kentin 18 i kadar ev ynksekliği sokak geni?liğini getmemeli

Victor Considenrant (1808-1893)
Charles Fourier in dnınncelerini geli?tirmek yaymak itin u?rasmiştir. Falansterleri sovunuyor. Lineer bir kent öneriyor. Büyük gemilerde olan kamaralar salonlar gibi düzenin kente de uygulanabileceğini söylnyor. Kentte su ?ebekesi var. Mutfakta olu?an ?s?yla ?sınma var. Sürdnrnlebilirlik olu?turmaya talı??yor.
?NG?L?Z ÜTOPYACILAR
Robert Owen
Ortak yasamı ortak mnlkiyeti öne snrnyor. Ütopyac?lar genelde bireysel olarak bir hayat olu?turdusalar da Robert Owen kurmak istedi?i yasamı halka maletmeye talıs?yor. ?stilerin daha iyi koğullara getirdi?inde daha tok ve iyi i? yapılacagını öne snrnyor. Kareler olu?turarak insanları buraya yerle?tiriyor. Bir tarafta aileler bir tarafta bekarlar gibi yerle?tiriyor. Fourler in falansterlerine ve dnınncelerine yakın olduğu itin Fourier dnınncelerine yakın oldugu itin Fourier dnınncelerini taldıgını iddaa ediyor. K?r-kent ili?kisi kurmaya talı??yor. Makinalara olumlu bak?yor. 500-300 ki?ilik birimler kurmak ortata?da oldu?u gibi bir ovada yer a?iyor. K?r-kent ili?kisi kuruyor.
Bazi ntopyac?lar makınayı istemiyor bazıları istiyor bazıları hem istiyor hem istemiyor. Pis i?leri makinalara yaptırmayı dnınnnyorlar. Owen ve bazı ntopyac?lar sokakların kaldır?lması gerekti?ini dnınnnyor. Owen ntopyalarını gertekle?tirmek itin servetini harc?yor ama ba?arıl? olamıyor.

Dr. BenjaminWord Richardson
Hygeia adı altında bir ntopya yaz?yor. Bu isim ayr?ca sa?lık tanr?sının da adıdır. Nnfus 100.000 ki?ilik evler 4 katı getemiyor. Dogu-batı do?rultusunda cadde var burada tren yoluyla ta??mac?lık yapıl?yor. Yollar hep a?atl?dır. K?r-kent ili?kisi var. Ayr?ca tatılarda da yeğil ortam olu?turuluyor. Mutfaktaki s?cak su banyoda da var. Binalar y?kanabiliyor. Parlak tu?lalardan yapılmıştır. Zoning var. Bir yerde oturup ba?ka yere çalışmaya gidiliyor. Evlerin bacalarında filtreler var. Spor alanları fazladır. Ev ve i? yerleri farkl? bölgelerde ufak hastaneler var.
Euqene Sue
Romanc? Gezgin Yahudi romanında istiler var. Binalar doğuya ve güneye yönelmiştir. Odalar 2.katta salon galerisi ve 10 pencereyle aydınlatılmıştır. ?sti evleri atölyeden a?atli yolarla ayr?lmasını söylnyor.
Gösteri salonları var. Okullar mimarlık öğrencilerine komin projeleri vermeli ve belediye bunu hayata getirmeli fabrika sahipleri fabrikanın yakınına istiler itin ev yapması gerekti?ni söylnyor.
Jules Jerne
Dama tahtası ?eklinde bir plan var. Kentin nnfusu 100.000. Yeğil ihtiyac?nı karı?lamak itin parklar var. Frenceville adl? bir Fransa Kenti kuruyor. Sokaklar snrekli temizleniyor. Hijyen tok önemli. Richardson un yazi?maları hijyene tok benziyor. 1889-2889 lu anlatan yaz?sında Dnnya y? Çin in ele getireceğini söylnyor. Amerika nın ?ngiltere yi ve Canada yi kendine başlami? . Evler 300m ynksekte sokaklar 100m geni?liğinde nnfus 300 milyon Tramway tren talı??yor.
Ütopyaciların bu yaz?larıyla bazı reformların yapılması gerekti?i anla??l?yor. ?stilerin koğullarını iyile?tirme talısmaları yapıyor.
Fransa da elveri?siz konutlarda ya?amaları yasaklanıyor. ?nsanların toplu oturduğu siteler kurulması gerekti?i ortaya tık?yor.
19.yy ortasında III. Napeleon ve Baron Haussmann kenti bitimliyor.
-Eski Ça?dan kalan Parid sa?lık?i değildir.
-(Kent soylulari itin) tehlikeli olduğunu söylnyor.
-Mimarlara gnvenmiyor. Estetik değil düzen arıyor.
III. Napeleon un ve Hausmann in ?ehircilik anlayı??na "polisiye ?ehircilik" deniyor. Yollar bulvarlar düz yapılmasını istiyor.
Alt yapıya hit uygun olmayan düz yollar yapıl?yor.
Merkezi olursa saldır? karı?sında görnlebilir gizlenilemez Bu nedenlede bu ?ehircili?e polisiye ?ehircilik denir.
Klasik Paris te garlar ?ehrin dı??nda oluyor. Garlar arasında bulvarlar olu?turuyor. Militer ve merkezi yönetim var.
?nsan do?aya hakim olmak itin vardır diyor ve yapt??? bulvarları savunuyor. Dnz yollar do?anın değil insanın i?idir diyor.
Frans?z bahtelerine de insan elinin de?di?i belli oluyor. A?atlar tra? ediliyor. III. Napeleon faydalı sanata inaniyor. Mimarlarla değil mnhendislerle talı??yor. Bulvarların düz olması nedeniyle anıtlar her yerden görünnyor. Haussman mezarlıkları da tasıy?p tek bir mezar yapmak istiyor ama buna kars? tıkıldı?? itin vazgetiyor.
Camskko SiteAvusturalyalidir. "?ehirleri inıa etmek" adında bir kitap yazmıştır. Dnz çizginin estetik olmadı??nı ve monoton oldu?unu söylnyor. Buna ba?l? olarak ?ehirler yaratıyor. Ortata?? inceleyerek sokak knltürnnde e?ri sokakları yeniden cankandırmak istiyor. Haussman in yeğil konusunda ?ngiliz bahtesi tasarımi var. Sitte ise a?atlar bulvarın kenarına dikilmi? toz toprak içinde kalıyor. O ynzden daha dı?arıda olmalı. Haussman ?ehircilik yönetim i?i Sitte esteik konusudur der.

Benzer Konular

19 Ocak 2016 / kompetankedi Meslekler
7 Nisan 2014 / Daisy-BT Mimarlık
1 Mart 2009 / ThinkerBeLL Mimarlık
1 Nisan 2009 / ThinkerBeLL Mimarlık