Arama

İslam Dininde Evlilik ve Aile Hayatı - Sayfa 2

Güncelleme: 17 Temmuz 2017 Gösterim: 48.307 Cevap: 23
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
27 Kasım 2006       Mesaj #11
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi

Cinsel Birleşme Yasağı Olan Zamanlar


Yüce Allah evli eşlerin karı-koca hayatını meşru kılmıştır. İslamî edep sınırları içinde kalan eşlerin, kendi arasındaki cinsel hayatının ayıplanma ve kınanma yönünün bulunmadığı da belirtilmiştir. (bk. el-Mü'minûn, 23/6.) Ancak özellikle kadını fizik ve ruh sağlığı bakımından korumak gayesiyle, evli eşlerin cinsel hayatına da bazı sınırlamalar getirilmiştir. Kadının aybaşı ve lohusalık günlerinde, hac'da ihramlı olduğu sürece, dolaylı boşama yöntemleri olan zıhar veya îla, durumunda bunlara ait keffaret cezası yerine getirilinceye kadar kocası ile cinsel ilişkide bulunması caiz değildir. Aşağıda bu yasakları kısaca açıklayacağız.
Sponsorlu Bağlantılar

1) Aybaşı hali:


a) Hayız terimi ve kapsamı:
Hayz arapça mastar bir sözcük olup; kadının aybaşı olması ve aybaşı kanının akması demektir. Bir fıkıh terimi olarak; belli yaşlardaki kadının cinsel organından belli günlerde gelen kanı ifade eder. Türkçede "hayız" yerine; aybaşı, adet, kirlilik, ayhali ve namazsızlık gibi sözcükler de kullanılır.
Bir kadının cinsel organından üç türlü kan gelebilir, a) Hayız kanı. Sağlıklı kadından belli yaşlar arasında gelir, b) Lohusalık (nifas) kanı. Doğumdan sonra belli bir süre gelen kandır, c) Özür (istihaza) kanı. Kadın hastalığı olanlarda görülür. Biz, eşler arasında cinsel birleşmeye engel olan, ilk ikisi üzerinde duracağız. Çünkü, özür kanı cinsel birleşme engeli değildir.
Adet görme anormal ve çirkin bir olay değil, normal ve kadının yaratılışının gereği olan tabiî bir olaydır. İslam'ın çıkışı sırasında cahiliyye devri arapları adetli kadına arkadan, Hıristiyanlar ise önden ilişkide bulunurlardı. Yahudiler ve Mecusîler ise, böyle bir kadından uzak dururlar, hatta temizlendikten sonra da bir hafta süreyle onlarla bir arada kalmazlar, birlikte yiyip içmezlerdi. (bk. Müslim, Hayz, 6; Ebu Davud, Tahare, 102, Nikah, 46; Döndüren, Delilleriyle, İslam ilmihali,s: 178 vd. Faruk Beşer, Hanımlara özel ilmihal, İstanbul 1989, S: 154vd.)

İslam, kadına ruhî ve fizyolojik sıkıntı veren ve onu küçük düşüren bu alışkanlıkları yasaklayarak koruyucu bazı hükümler getirdi. Aybaşı ve lohusalık süresince kadını cinsel yönden koruma altına aldı.
Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, eziyet veren bir haldir. Bu nedenle ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın." (el-Bakara, 2/222.)
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bu hayız, Allah'ın Adem (a.s)'in kızlarına yazdığı bir şeydir." (Buharî, Hayz, 1,7, Edahî, 3,10; Müslim, Hacc, 119,120; Ebu Davüd, Menasik, 23.) Adet gören kadınlardan tam olarak uzak mı, kalınacağını soranlara Allah'ın Rasulü şöyle cevap vermiştir: "Cinsel birleşme dışındaki şeyler, normal zamanlardaki gibi yapılabilir" (Müslim, Hayz, 16; Nesaî, Tahare, 18; İbn Mace, Tahare, 12.)
Adetli olan kadının temiz olmayan yönü sadece adet kanıdır. Onun tükrüğü ve teri pis değildir. Pişirdiği yenir ve yemek artığı temizdir. Hz. Aişe'den (ö. 57/676) şöyle dediği nakledilmiştir: "Rasülullah (s.a.s)'ın isteği üzerine ben adetli iken kucağıma yaslanır, Kur'an okurdu." (Buharî, Hayz, 2, 3; Müslim, Hayz, 15; Nesaî, Tahare, 173,174.) "Adetli iken, kemikli eti ısırır, sonra O'na verirdim. Alır ve benim ısırdığım yerden ısırırdı. Yine adetli iken su içtiğim kabı O'na verirdim, alır ve ağzını benim ağzımı koyduğum yere koyar ve içerdi." (Müslim, Hayz, 14)

Kadın adet görmeye yaklaşık dokuz yaşlarında, erkek çocuğu ise ihtilam olmaya on iki yaşlarında başlar. Bu durum her iki cinste de erginliğin başlangıcı sayılır. Ancak ay hali veya ihtilam olmada gecikme halinde, çoğunluk müctehitlere göre on beş yaş her iki cinsin erginlik başlangıcıdır. Artık adet gören kadın veya ihtilam olan erkek namaz, oruç, hac, zekat gibi İslam'ın tüm emirlerinin ve yasaklarının muhatabı olur.
Adet görmenin üst sınırı için açık bir ayet veya hadis bulunmadığı için İslam fakihleri tecrübeye dayanarak değişik yaşlar belirlemişlerdir. Ebu Hanîfe'ye (ö. 150/767) göre elli beş yaş olan bu sınır, Malikîlere göre yetmiş, Hanbelîlere göre ise elli yaştır. Şatiîler adetin devam edebileceği süreye bir üst sınır getirmemiş, bu halin ömür boyu sürebileceğini, ancak çoğunlukla altmış iki yaşında sona erdiğini belirtmekle yetinmişlerdir. (İbn Abidîn, Reddü'l-Muhtar, l, 279 vd.; eş-Şürünbülalî, Meraku'l-Felah, Mısır 1315, S:23; İbn Kudame, el-Muğnî, Kahire, t.y., l, 363.) Bununla birlikte Hanefîlere göre, nadir de olsa elli beş yaşından sonra gelen kan, koyu kırmızı veya siyah renkte ise adet kanıdır.
Hanefî ve Hanbelîlere göre gebe kadın adet görmez. Çünkü Evtas'ta esir edilen kadınlar için Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Savaş esirlerinden hiçbir gebe kadınla doğuma kadar; gebe olmayanlarla ise hayız görünceye kadar cinsel temasta bulunulmasın." (Ebu Davud, Nikah, 44; Tirmizî, Siyer, 15; Darimî, Talak, 18.) Yine Abdullah b. Ömer (ö. 73/692) adet halindeki eşini boşadığı zaman, Allah elçisi onun hakkında şöyle buyurmuştur:
"Eşini temiz olduğu günlerde veya gebe iken boşasın." (eş-Şevkanî, Neylül-Evtar, VI, 221; bk. A. b. Hanbel, II, 58.)
Malikîler ve son dönemdeki fetvasına göre İmam Şafiî ise, gebe kadının da kimi zaman adet görebileceğini kabul ederler. Onlar, hayızdan söz eden ayetin mutlak anlamı ile, adetin kadının yaratılışından olduğunu bildiren bazı haberlere dayanırlar. (İbn Rüşd, Bidayetü'l-Müctehid, l, 51.)
Hanefîlere göre hayzin en kısa süresi üç gün üç gecedir. Bundan azı özür kanı sayılır. Ortası beş gün, en uzun süresi ise on gün on gecedir. On günü geçen kanamalar da özür kanı sayılır. Dayandıkları delil şu hadistir: "Bekar veya dul kadın için en kısa hayız süresi üç gün, en uzun süresi ise on gündür." (ez-Zeylaî, Nasbu'r-Raye, l, 191; krş. Buharî, Hayz, 24; Darimi, Vudû, 88, 89, 94.)
Şafiî ve Hanbelîlere göre en kısa süre bir gün bir gece, en uzun süre ise, altı veya yedi gündür. Malîkiler en kısa süre için bir sınır belirlemezken, en uzun süreyi, kadının durumuna göre otuz güne kadar çıkarırlar. (bk. el-Kasanî a.g.e., l, 39: İbnu'l-Hümam, a.g.e., l, 11; İbn Rüşd; a.g.e., l, 48. vd.; İbn Kudame, a.g.e., 1. 308)
Adetli kadın, adet kanı kesilince boy abdesti alır ve bundan sonra eşi ile cinsel temasta bulunabilir.

b) Adetli kadına yasaklanan şeyler:

aa) Namaz kılmak:
Adetli kadının namaz kılması caiz değildir. Hz. Peygamber Fatıma binti Hubeyş (r. anha)'ye şöyle buyurmuştur: "Adetin devam ettiği sürece namazı bırak, sonra boy abdesti al ve namaz kıl." (Buharî, Hayz, 19, 24, Vudu, 63; Müslim, Hayz, 62; Ebu Davud, Tahare, 109; A. b. Hanbel, VI, 42, 141, 187, 194, 204, 222; Darimî, Vudu, 76.) "Adetli kadın kılamadığı namazı kaza etmez, tutamadığı farz oruçları ise kaza etmesi gerekir. Hz. Aişe şöyle demiştir:
"Biz Rasülullah (s.a.s) devrinde adet görüyorduk. Namazı kaza etmekle emrolunmadığımız halde, tutamadığımız orucu kaza etmekle emrolunuyorduk." (Buharî, Hayz, 20; Ebu Davud, Tahare, 104; Tirmizi, Savm, 67; Nesaî, Hayz, 17, Sıyam, 64.)
bb) Oruç tutmak: Adet gören kadın oruç tutmaz. Delil yukarıdaki Hz. Aişe hadisidir. Ancak farz oruç borcu onların üzerinden düşmez ve kaza etmeleri gerekir.
cc) Tavaf: Hz. Peygamber hac sırasında adet gören Hz. Aişe'ye şöyle buyurmuştur: "Hayız gördüğün zaman, temizleninceye kadar Beytullah'ı tavaf dışında kalan, diğer hac ibadetlerini yap." (Buharî, Hayz, 1, 7, Hacc, 81, Edahî, 3,10; Müslim, Hacc, 119,120; Ebu Davud, Menasik, 23.)
dd) Kur'an-ı Kerîm okumak: Adetli olan kadın veya cünüp olan kimse Kur'an okuyamaz, mushafa el süremez ve onu kılıf, çanta gibi bir muhafazanın içinde olmadıkça eline alıp taşıyamaz. Allah Teala şöyle buyurur: "Ona (Kur'an'a) tam olarak temizlenmiş olanlardan başkası el süremez." (el-Vakıa, 56/79.) Hz. Peygamber de bu konuda şöyle buyurmuştur: "Adetli kadın ve cünüp kimse Kur'an'dan bir şey okuyamaz." (Tirmizî, Tahare, 98; ibn Mace, Tahare, 105.)
Bu duruma göre bir kılıf veya çanta içindeki mushafa el sürmek veya onu taşımak hayızlı ve cünüp kimse için caizdir. Yine ilimle uğraşan kimse tefsir, hadis ve fıkıh kitaplarını zaruret yüzünden giyisisinin yeni île veya eliyle tutabilir. Kur'an yapraklarını abdestli olarak çevirmek müstehaptır. Yine bu yaprakları okumak için kalemle çevirmek de caizdir. Diğer yandan adetli veya cünüp kimse; tesbih, tekbir, zikir, salat okuyabileceği gibi dua ayetlerini de dua niyetiyle okuyabilir. (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslamî ve Edilletuh, l, 471; bk. Darimî, Vudü, 103.)
ee) Mescide girmek: Adetli kadının veya cünübün mescide girmesi, orada eğleşmesi veya itikafa çekilmesi caiz değildir. Hadiste şöyle buyurulur: "Hiç bir hayızlı veya cünüp için mescide girmek helal olmaz." (İbn'Mace, Tahare, 92,126; Ebu Davud, Tahare, 92; Darimî, Vüdu, 116.) Şafii ve Hanbelîlere göre; adetli kadının veya cünübün kirletmemek şartıyla mescitten karşıdan karşıya geçmesi caizdir. Çünkü Hz. Peygamberin, Hz. Aişe'ye böyle bir izin verdiği nakledilmektedir. (bk. Müslim, Hayz, 11-13; Nesaî, Tahare, 172, Hayz, 18; İbn Mace, Tahare, 120.)
ff) Cinsel ilişkide bulunmak: Ayette şöyle buyurulur: "Hayız halinde iken kadınlardan uzaklaşın ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın." (el-Bakara, 2/222.) Burada, uzaklaşmaktan gaye, cinsel ilişkinin bırakılmasıdır. Yine adetli eşi ile cinsel yönden ne kadar ilgilenebileceğini soran bir sahabiye Allah'ın Rasulü şu cevabı vermiştir: "Senin için göbekten üst yanı serbesttir." (Darimî, Vudü, 107; eş-Şevkanî, Neylü'l-Evtar, l, 277.)
Hanbelîlere göre, bir koca için adetli karısının diz kapak-göbek arası cinsel temasın dışında serbesttir. Delil şu hadistir. "Adetli kadına cinsel temasın dışındaki her şeyi yapabilirsin." (Müslim, Hayz, 16; Nesaî, Tahare, 16.) Hanefî, Şafiî ve Malikîlere göre, adetli veya lohusa olan eşiyle cinsel ilişkide bulunan erkeğe keffaret cezası gerekmez. Ancak tevbe ve istiğfar etmesi gereklidir.
Diğer yandan bir hadiste; "Kim adetli bir kadınla cinsel temasta bulunursa, yarım dinar (yaklaşık iki gram altın para) tasadduk etsin." buyurulmuştur. (Tirmizî, Tahare, 102; Ebu Davud, Nikah 46, 47; Tıbb, 50; İbn Mace, Tahare, 123.)
gg) Boşama: Adetli kadını boşamak caiz değildir. Ancak bununla birlikte çoğunluğa göre boşama tasarrufu geçerli olup, "bıd'î boşama" adını alır. Ayette; "Eşlerinizi boşayacağınız zaman, iddetlerine doğru boşayın" buyurulur. (et-Talak, 65/1) Yani içinde iddet meşru olan bir sürede boşayın, demektir. Çünkü ay halinin geride kalan kısmı iddetten sayılmaz. Hz. Peygamber, Abdullah b. Ömer'e, eşini temizlik günlerinde veya gebe iken boşayabileceğini bildirmiştir. (eş-Şevkarî,a.g.e, VI,221.)

2) Lohusalık:


Lohusalık, kadının fizyolojik bakımdan rahatsız olduğu doğum sonrasındaki belli bir dönemi ifade eder. Doğumun arkasından gelen kana "nifas" denir. Kadın gebelik süresince abdestini alır, namazını kılar ve sağlığı için zararlı olmayacaksa farz orucu da tutabilir.
Lohusalığın en kısa süresi için bir sınır yoktur. Bir gün bile olabilir. Çünkü en kısa süreyi belirleyen bir ayet veya hadis yoktur. Bu durumda, onun fiilen var olduğu süreye bakılır. Hanefîlerle Hanbelîlere göre, lohusalığın en uzun süresi kırk gündür. Bundan sonra görülecek kan, özür kanıdır. Delil, Ümmü Seleme (r. anha)'den nakledilen şu hadistir: "Lohusa kadın, Hz. Peygamber döneminde kırk gün kırk gece beklerdi." (Ebu Davud, Tahare, 119.) Şafiî ve Malikîlere göre, lohusalığın en uzun süresi altmış gündür. Ancak bu süre uygulamada genellikle kırk gün olarak gerçekleşir.
Kadın doğum yapmakla birlikte kan görmeyebilir. Nitekim Hz. Peygamber döneminde bir kadın doğum yapmış ve lohusalık kanı görmediği için kendisine "zatu'l-cüfuf (kanı kuru)" denilmiştir. (bk. el-Kasanî, a.g.e., l, 41-43; İbnü'l-Hümam, a.g.e., l, 129; İbn Abidîn, a.g.e., l, 275 vd.)

Lohusalık süresi içinde görülen temizlik de nifastan sayılır. Örneğin; doğumdan sonra on gün kan gelip, beş gün kesildikten sonra on gün daha kan gelecek olsa, bu yirmi beş günün tamamı lohusalık süresi sayılır.
El ve ayak gibi uzuvları belirmiş olan bir çocuğun düşmesiyle lohusalık hali meydana gelir ve genellikle on-onbeş gün kadar devam eder. Fakat henüz uzuvları belirmemiş bir düşüğe nifas hükümleri uygulanmaz. Bunun düşmesiyle görülen kan üç gün sürer ve daha önce de en az on beş gün temizlik hali devam etmiş bulunursa bu, hayız kanı olmuş olur. Böyle değilse özür kanı sayılır.
Lohusalık süresi içinde bir koca, aybaşı halinde olduğu gibi eşiyle cinsel ilişkide bulunamaz. Aksi halde günahkar olur ve tevbe - istiğfar etmesi gerekir. Yine lohusa kadın namaz kılamaz, oruç tutamaz. Yalnız tutamadığı oruçları kaza eder. Mescide giremez, Kur'an okuyamaz ve Beytullah'ı tavaf edemez. Bu bakımlardan adetli kadınla lohusa arasında önemli bir ayrılık bulunmaz.
Aybaşı veya lohusalık günleri dışında gelen kanın özür kanı sayıldığını yukarıda belirtmiştik. Böyle bir kimseye "özür sahibi" denir. Özürlü kimse her namaz için abdest alır ve namazım kılar, orucunu tutar. Özür kanı hacda tavaf engeli de değildir.

3) İhramlı olmak:


Hacca veya umreye niyetlenen kimsenin "mikat" denilen yerlerden itibaren, daha önce mubah olan bir takım fiilleri kendisine haram kılmasıdır. Dikişli elbise giymek, kokulanmak ve eşi ile cinsel ilişkide bulunmak bu yasakların başında gelir. Ancak kadınlar dikişli giysilerini çıkarmazlar.
Böylece hac veya umre sırasında ihramlı kalındığı sürece evli eşler arasında cinsel ilişki veya buna yol açabilecek sarılma, öpüşme, şehvetle dokunma ve kadının cinsel organına bakma gibi fiiller yasaktır. Ayette şöyle buyurulur: "Kim hac aylarında ihrama girerek haccı kendisine farz kılarsa, hac sırasında kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur" (el-Bakara,2/197.) Ayetteki "refes" sözcüğü, kadınla cinsel teması veya genel olarak erkeklerin kadınların cinsel yönüne olan ihtiyacını kinayeli olarak ifade eder. Bir hadiste şöyle buyurulur: "Kim hac yapar, hac sırasında cinsel temastan korunur ve günah işlemezse, annesinden doğduğu gündeki gibi günahlarından kurtulur." (Buharî, Hacc, 4, Muhsar, 9, 10; Müslim, Hacc, 438; Nesaî, Hacc, 4; İbn Mace, Menasik, 3; A. b. Hanbel, II, 229, 410, 484)

Hanefîlere göre, ihramlının nişanlanıp evlenmesi caizdir. Ancak bu takdirde zifaf, hac'dan sonraya geciktirilir. Delil, Hz. Peygamber'in ihramlı iken Meymûne île evlenmesidir. (Buhari, Sayd, 12, Nikah, 30, Megazî, 43; Müslim, Nikah, 46, 47, 48, Tirmizî Hac, 24.) Çoğunluk fakîhler ise ihramlının evlilik akdini geçersiz sayarlar. Dayandıkları delil şu hadistir: "İhramlı kimse evlenemez, kendisi île evlenilmez ve nişanlanılmaz." (Müslim, Nikah 41-45; Ebu Davud, Menasik, 38, Tirmizî, Hac, 23, Nesaî, Menasik, 91.) Bunlar Hz. Peygamber'in Meymûne ile evlenmesinin ihramlı değilken vuku bulduğunu söylerler. (Tirmizî, Hac, 23,24;.Darimî, Menasik, 21; A. b. Hanbel, VI, 393.)
Hac yapmakta olan kimse Arafat'da vakfeden önce cinsel ilişkide bulunsa haccı fasid olur ve gelecek yıl kaza etmesi gerekir. Ayrıca ceza olarak bir küçük baş hayvanı kurban keser. Cinsel birleşmeye yol açabilecek öpme, şehvetle dokunma gibi fiillerde, boşalma olsun veya olmasın, bir küçük baş hayvan kurban gerekir. Malikîler dışında çoğunluğa göre bu durumda hac fasid olmaz.
Arafat'da vakfeden sonra, henüz ihramdan çıkmadan eşiyle cinsel temasta bulunmanın cezası ise, büyük baş bir hayvanın kurban kesilmesidir. (Ayrıntı için bk. el-Kasanî, a.g.e., II, 183 vd; ez-Zühaylî, a.g.e., III, 203 vd., Döndüren, a.g.e. s. 593 vd.)

4) Zıhar durumunda keffaretten önce:


Zıhar, dolaylı yoldan bir boşama yöntemi olup, keffaret yerine getirilmedikçe cinsel birleşme caiz olmaz. "Zahr" sözlükte "insanın sırtı" demektir. Bir fıkıh terimi olarak zıhar; kocanın karısına; "Sen bana annemin sırtı gibisin, yani haramsın" diyerek yaptığı bir yemini ifade eder.
İslam'ın gelişi sırasında, arap toplumunda eşine kızan bir erkek yukarıdaki sözlerle onu kendisine haram kılar, fakat asıl niyetini ortaya koyuncaya kadar da evlilik askıda kalırdı. Ne evli, ne de bekar durumuna düşen kadın için zıhar, sıkıcı bir hal idi.
Asnab-ı kiramdan Evs b. Samit (r.a), eşi Havle binti Sa'lebe'ye kızarak, "Sen bana annemin sırtı gibi ol" der ve evi terkeder. Eşi, Hz. Peygamber'e başvurarak yaşlılığını, yoksulluğunu ve çocuklarına bakacak durumunun olmadığını bildirir ve bu çeşit boşamaya bir çare bulunmasını ister. Bu arada Yüce Allah'a da dua eder. Rasülullah (s.a.s) kendisine "Allah'tan kork, Evs senin amcanın oğludur. Ona iyi davran" diyerek öğüt verir.

Bu olay üzerine Mücadele Sûresi'nin ilk dört ayeti indi. Böylece zıhar konusu çözüme bağlandı. Buna göre; zıhar yapan kocalar kınandı. Bununla birlikte pişman olup da sözlerinden geri dönmek isteyen koca için de "keffaret" cezası getirildi. Erkek yeniden eşine dönmek isterse, cinsel birleşmeden önce oruç keffaretinin benzeri bir cezayı yerine getirmek zorunda idi. Bu da önce köle azat etmek; buna güç yetiremezse, peşpeşe iki ay oruç tutmak; buna da güç yetiremezse altmış yoksulu doyurmaktan ibarettir. Nitekim Hz. Peygamber, ayetlerde öngörülen cezayı Havle (r. anha)'ye bildirdi. Fakat o, kocasının yoksulluğu ve yaşlılığı nedeniyle ne köle azadına, ne 60 gün oruca ve ne de 60 yoksulu doyurmaya gücü yetmeyeceğini bildirince, Allah'ın Rasulü (Birsa, 2,917 kg.lık ağırlık ölçüsü), Havle binti Salebe 60 sa' hurma verdi. Bununla Havle 60 yoksulu doyurup keffareti yerine getirdi ve eşinin yanına döndü. (bk. Buharî, Talak, 23; Ebu Davud, Talak, 17, Nesaî, Talak.)
Bu duruma göre zıhar, keffareti yerine getirilinceye kadar bir cinsel birleşme engelidir. Bununla birlikte zıhar, eğer boşama niyeti ile yapılmışsa bir "bain talak" (bk. ileride boşama konusu), zıhar kastedilmişse, zıharın sonuçları ortaya çıkar. Bir niyet söz konusu olmaksızın, sadece eş başka birisine benzetilmiş olursa, herhangi bir hüküm doğmaz.

5) İla durumunda keffaretten önce:


İla; evlilik akdini sona erdirebilen bir yemin çeşididir. Bir fıkıh terimi olarak; kocanın eşiyle cinsel birleşmeyi yemin, adak veya birşarta bağlayıp, belirli veya belirsiz bir süre kendisini bundan menetmesini ifade eder. Mesela; "Allah'a yemin olsun ki, şu kadar süre veya süresiz olarak sana yaklaşmayacağım", veya "Seninle cinsel temasta bulunursam, üzerime hac farz olsun" yahut "Seninle bir araya gelirsem, evliliğimiz sona ermiş olsun" gibi ifadelerle "ila" gerçekleşir.
İslam'dan önceki arap toplumunda ila yemini kadını baskı altında tutmak, ona zarar ve sıkıntı vermek için başvurulan bir yöntemdi. Kimi zaman eşlerin birbiriyle ilişiğini kesmesi bir, iki yıl veya daha uzun süre devam ederdi.
İslam ila süresini dört ayla sınırladı ve bu konuda eşlerin birbirine dönüşünü kolaylaştırdı. Ayette şöyle buyurulur: "Kadınlarına yaklaşmamağa yemin edenler dört ay beklerler. Eğer bu süre içinde yeminlerinden dönerlerse şüphesiz ki Allah her şeyi çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. Eğer boşamayı kastederlerse, şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir." (el-Bakara, 2/290 vd.)

Hz. Aişe (r. anha)'dan şöyle dediği nakledilmiştir: "Allah'ın Rasulü bir ara eşlerine ila yaptı, yani helali haram kıldı, arkasından da haramı helal yaptı ve yemininden ötürü keffaret verdi." (Buharî, Savm, 11, Salat, 18, Nikah, 9, 92, Talak, 21, Eyman, 20, Mezalim, 25; Tirmizî, Talak, 21; Nesai, Talak, 32)
İla'da eşler, yemin keffaretini vererek, ya da adak veya şartı üstlenerek, süreyi beklemeksizin bir araya gelebilirler. Ancak eşler barışmaksızın dört ay geçmiş olursa, hanefîlere göre evlilik, kendiliğinden "bain talak'la sona ermiş bulunur.
Çoğunluk müctehitlere göre ise bu son durumda evlilik kendiliğinden sona ermez ve şu alternatifler doğar: a) Eşler barışıp evliliği sürdürebilir, b) Koca, eşini boşayabilir. c) Bu iki şıktan birisi gerçekleşmezse kadın hakime başvurarak evliliğe son verdirebilir. İla yöntemiyle ortaya çıkan boşama türü "rıc'î (cayılabilir) talak" tan ibarettir.
İla'nın keffareti, yemin keffareti ile aynıdır. Bu da on fakiri doyurmak veya giydirmek yahut bir köle azat etmek; eğer bunlara güç yetmezse peşpeşe üç gün oruç tutmaktır. (bk. el-Kasanî, a.g.e., III, 162, İbnü'l-Humam, a.g.e., III, 182 vd.; İbn Rüşd, Bidayetü'l-Müctehid, Mısır, t.y., II, 99 vd.)
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 04:48
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
27 Kasım 2006       Mesaj #12
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi

Nikahsız Birleşme ve Sonuçları (Zina)


1) İslam'ın evliliğe verdiği önem:


Sponsorlu Bağlantılar
İlk insan Adem ve Havva'nın meşru evlilikle başlattığı aile yuvası, sonraki bütün semavî dinlerde devam edegelmiştir. Son din İslam da, aile yuvasının devamı ve doğacak nesillerin sağlığı için birtakım önlemler almıştır. Ayet ve hadislerde meşru evlilik özendirilmiş, evlilikten yüz çevirip, ömür boyu bekar kalmak isteyenler kınanmıştır.
Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Size helal olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder tane nihaklayın." (en-Nisa.4/12.) "Sizden bekarları ve kölelerinizle cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer onlar fakir iseler, Allah onları fazl ve keremiyle zengin kılar. Allah geniş lütuf sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir." (en-Nur, 24/32) Allah Teala, Hz. Havva'yı, Adem'in onunla huzur ve mutluluk duyması, ona bir hayat arkadaşı olması için yaratmıştır. "Sizi bir tek insandan yaratan ve onunla gönlü huzura kavuşsun diye eşini de kendisinden vareden Allah'tır." (el-A'raf, 7/189; bk. en-Nahl, 16/72; er-Rum, 30/21.)
Enes b. Malik (r.a)'ın naklettiğine göre, Rasülullah (s.a.s)'in eşleriden, Allah Rasulünün günlük ibadetlerini soran üç kişilik heyet onun ibadetini az bulmuş olacaklar ki kendi aralarında şöyle dediler. "Hz. Peygamberle biz bir olabilir miyiz? Onun geçmişteki ve gelecekteki günahları bağışlanmıştır. İçlerinden biri tüm geceyi namaz kılmakla geçireceğini, diğeri devamlı oruç tutacağını ve üçüncüsü de kadınlara yaklaşmayacağını ifade ettiler." Daha sonra durumu öğrenen Allah elçisi şöyle buyurdu: "Allah'a yemin olsun ki, ben sizin Allah'tan en çok korkanınız ve O'ndan en fazla sakınanınızım; fakat zaman zaman oruç tutar ve iftar ederim; namaz kılar ve uzanıp yatar, dinlenirim; kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden (benim ümmetimden) değildir." (Buharî, Nikah, 1; Müslim, Sıyam, 74, 79.)
Allah'ın Rasulü evlenme imkanı bulamayan gençlere şöyle buyurmuştur. "Ey gençler!, sizden evlenmeye gücü yeten kimse hemen evlensin, zira evlilik gözü haramdan en iyi korur ve cinsel oraganın en sağlam kalesidir. Evlenmeye imkanı olmayan ise oruç tutsun. Çünkü oruç cinsel isteği kırar." (Buharî, Savm, 1, Nikah, 2,3; Müslim, Nikah, 1,3; Ebü Davud, Nikah, 1; İbn Mace, Nikah,1.)
Kur'an-ı Kerîm'de mü'min bir erkeğin ancak iki çeşit kadınla ilişki kurabileceği belirtilir. Bunlar da nikahlı eşi veya sahip olduğu cariyeden ibarettir. "Onlar ki, ırzlarını korurlar. Ancak eşleri ve sahip oldukları cariyeler bunun dışındadır. Bunlarla olan meşru ilişkilerinden dolayı onlar kınanmazlar. Kim bunun ötesine geçerse, işte onlar sınırı aşan kimselerdir." (el-Mü'minun, 22/5-7; krş. el-Mearîc, 70/29-31.)
Buna göre İslam'da bu meşru cinsel tatmin dışında kalan ilişkiler yasaklanmıştır. Zina, eşcinsellik, elle tatmin vb. bunlar arasında sayılabilir. Bütün bu yasakların gayesi ferdin fizik ve ruh sağlığını, aile yuvasını ve özellikle bu yuvanın özünü oluşturan kadını korumaktır. Bu yasakları ve müeyyidelerini kısaca açıklayacağız.

2) Zina yasağı ve kapsamı:


Zina; bir kadınla nikahsız veya haksız olarak cinsel ilişkide bulunmaktır. Bir fıkıh terimi olarak zina şöyle tarif edilmiştir: "İslamî hükümlerle yükümlü bulunan bir erkeğin, kendisine cinsel istek duyulacak yaştaki bir kadına, İslam ülkesinde, nikah akdine veya cariyelik statüsü gibi haklı bir nedene dayanmaksızın önden cinsel ilişkide bulunmasıdır."
Zina, İslam'da ve önceki bütün semavî dinlerde yasaklanmış ve çok çirkin bir fiil olarak nitelendirilmiştir. O, büyük günahlardan olup, ırz ve neseplere yönelik bir suç olduğu için cezası da hadlerin en şiddetlisidir.
Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, çok çirkin bir iş ve kötü bir yoldur." (el-İsra, 17/32) "Onlar Allah ile birlikte başka ilaha dua etmezler. Haksız yere, Allah'ın haram kıldığı kimseyi öldürmezler ve zina da etmezler. Kim bunları yaparsa cezaya çarpar. Ona kıyamet gününde kat kat azap verilir ve o azabın içinde alçaltılmış olarak sonsuza kadar bırakılırlar." (el-Furkan, 25/68-69; Bundan sonra gelen iki ayette tevbe edip imanını yenileyen ve güzel amel yapanlar bu azaptan istisna edilmiştir.) "Ey Muhammed! Mü'min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını korusunlar. Böyle davranmak onlar için daha temiz ve daha hayırlıdır." (en-Nur, 24/30.) "Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını korusunlar, görünmesi zaruri olanlar dışında zinetlerini gösîermesinler. Baş örtülerini de yanlarına sarkıtsınlar." (en-Nur, 24/31.)

Hz. Peygamber'in zinayı kötüleyen ve onun ahirette meydana getireceği sıkıntıları dile getiren çeşitli hadisleri vardır. Zinayı büyük günahlar arasında sayan, (bk. Buharî, Vesaya, 23, Edeb, 6; Müslim, İman, 38; Ebü Davud, Vesaya, 10; Tirmizî, Tefsir, 5.) zina eden kimsenin mü'min olarak zina etmiş olamayacağını bildiren (Ebu Davud, Sünne, 15; Krş. Tirmizî, iman, 11.) ve zinanın açıkta işlenişinin bir kıyamet belirtisi olduğunu belirten (Buharî, Hudüd, 22, Talak, 11; Ebu Davud, Hudud, 17.) hadisleri örnek olarak verilebilir.
İslam'ın yasakladığı bir fiili işleyen için, ayet veya hadisle belirlenmiş olan cezaya "had cezası" denir. Çoğulu "hudûd"tur. Nass'la belirlenmiş ceza çeşitleri çok azdır. Bunlar beş tane olup şunlardır: a) Zina; bekar için 100 celde, evli için recm cezası, b) Hırsızlık; el kesme cezası, c) İçki içme; 40-80 değnek, d) Yol kesme; suçun ağırlığına göre; öldürülme, asılma veya kol ile bacağın çapraz şekilde kesilmesi, e) Zina iftirası; seksen değnek cezası. Kul hakkına yönelik kısas da, nass'ların belirlediği cezalardandır.
Yukarıda belirtilenlerin dışında kalan ve İslam Devleti tarafından belirlenen cezalara ise "ta'zîr cezası" denir.

3) Zina için nass'larda öngörülen ceza:


İslam'da cezanın caydırıcı olmasına önem verilmiştir. Bu yüzden suç işleyen teşhir edilir ve ceza toplum içinde açıkta uygulanır.
Kur'an-ı Kerîm'de, şöyle buyurulur: "Zina eden kadın ve zina eden erkekten herbirine yüz değnek vurun. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, bunlara Allah'ın dinini uygulama konusunda acıyacağınız tutmasın. Mü'minlerden bir topluluk da, onların cezası na şahit olsun." (en-Nur, 24/2.)
Bu ayette bekar olan erkek veya kadının zina fiiline verilecek ceza belirlenmiştir. Değnek vurma (celde), ete geçmemek üzere, yalnız deriyi etkileyecek şekilde vurmak demektir. Vururken yalnız kürk, manto ve palto gibi kalın giysiler çıkartılır, diğerleri çıkarılmaz.
Evli, iffetli erkek veya kadına uygulanacak recm cezası ise sünnetle sabittir.
Hadiste şöyle buyurulur: "(Evlenmiş) yaşlı erkek ve yaşlı kadın zina ederlerse, onları recmediniz." (İbn, Mace, Hudud, 9; Malik, Muvatta', Hudud, 10; Darîmî, Hudüd, 16; A. b. Hanbel,V,132,183.) Hz. Peygamber (s.a.s), erkek ve kadın iki yahudiye ve ashab-ı kiram'dan Maiz ile Beni Gamid'ten bir kadına recm cezası uygulamıştır. Recm'in meşru oluşu üzerinde sahabenin görüş birliği vardır.
Zina cezası Allah'a ait haklardandır. Bu, aileye, nesle ve toplum düzenine karşı işlenen bir suç olduğu için toplum haklarından sayılır.

4) Zina cezasının uygulanma şartları:


Zina eden erkek veya kadına ceza uygulanabilmesi için aşağıdaki şartların bulunması gerekir.
a) Zina eden erkeğin erginlik çağına ulaşmış olması gerekir. Ergin olmayan çocuğa had uygulanmaz.
b) Zina edilen kadının da ergin veya kendisine cinsel istek duyulan bir yaşta olması gerekir. Küçük kız çocuğu ile zina edilmesi halinde zina eden erkeğe de kıza da had cezası gerekmez. Ergin olmayan çocukla cinsel temasta bulunan kadına da had uygulanmaz. Burada fiilin haram olması yanında İslam Devletinin koyacağı ta'zîr cezası ile kızlığın kaybedilmesi gibi durumlarda ayrıca diyet (maddî tazminat) cezası devreye girer.
c) Zina edenlerin akıllı olması gerekir. Akıl hastasına had uygulanmaz.
Mezhep imamları çocuk ve akıl hastasına zina haddinin gerekmediği konusunda görüş birliği içindedir. Delil şu hadistir. "Üç kişiden kalem kaldırılmıştır. Çocuktan ergin oluncaya, uyuyandan uyanıncaya ve akıl hastasından iyileşinceye kadar." (Ebu Davud, Hudud, 17) Diğer yandan akıllı bir erkek akıl hastası bir kadınla veya akıl hastası bir erkek akıllı bir kadınla zorlama olmaksızın zina etse, bu ikisinden akıllı olana had cezası uygulanır.
d) Çoğunluk fakihlere göre, müslümanla gayri müslimin zinasında had cezası uygulanır. Fakat Hanefîlere göre, evlenmiş bulunan (muhsan) gayri müslime recm uygulanmaz değnek vurulur.
Malikîlere göre, iki gayri müslim birbiriyle zina etse, bunlara had uygulanmaz. Fakat bunlar zinalarını açığa vururlarsa te'dib edilirler. Kafir bir erkek, müslüman kadını zinaya zorlarsa öldürülür.
Şafiî ve Hanbelîlere göre pasaportlu gayri müslim yabancılara ne zina ve ne de içki içme cezası verilmez. Çünkü bunlar Allah haklarından olup, müste'menler bu hakları üstlenmemiştir.
e) Zinanın istekle yapılmış olması gerekir. Çoğunluk fakihlere göre zinaya zorlanan kimseye had uygulanmaz. Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Ümmetimden yanılma, unutma veya zorlanma sonucunda işledikleri fiilin hükmü kaldırılmıştır." (Buharî, Hudud, 22, Talak, 11; Ebu Davud, Hudud, 17; Tirmizî, Hudud, 1; İbn Mace, Talak, 15.)
Çoğunluk İslam fakîhlerine göre, zinaya zorlanan erkeğe de had cezası uygulanmaz. Delil, yukarıda verdiğimiz hadisin genel anlamı ve suçluda zorlanma özrünün bulunmasıdır.
Ebu Hanîfe ise, erkek için önceleri yalnız devlet yöneticilerinin zinaya zorlamasını haddi düşüren bir neden olarak görürken, sonraki görüşünde, her çeşit zorlamanın haddi düşürebileceğini söylemiştir. Çünkü zorlanan kimsenin, kimi zaman istemediği halde cinsel birleşmeye gücü yetebilir. (bk. el-Kasanî, a.g.e., VII, 34,18; İbn Rüşd, a.g.e., II, 267,431; İbn Kudame, el-Muğnî, 3, bask, Kahire, 1970, VIII, 187, 205; ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 27 vd.; Bilmen, a.g.e., III, 197.)
f) Zinanın insanla yapılmış olması gerekir. Üç mezhebe ve Şafiîlerde sağlam görüşe göre hayvanla cinsel temas edene had cezası gerekmez, ta'zîr uygulanır. Hayvan öldürülmez ve çoğunluk müctehitlere göre onun etinin yenilmesinde de bir sakınca yoktur. Hanbelîlere göre, fiil iki erkeğin şahitliği ile sabit olursa hayvan öldürülür, eti yenmez ve hayvanın tazmin edilmesi gerekir. (bk. Tirmizî, Hudud, 24; A. b. Hanbel, l, 217, Hamdi Döndüren, «Zina» Mad. Şamil İslam Ansik. VI, 477-482)
g) Cinsel birleşmenin önden olması ve sünnet yerinin girmiş bulunması gerekir. Arkadan ilişki, yani livata Ebu Hanîfe'ye göre yalnız ta'zir cezasını gerektirir. Ebu Yusuf, İmam Muhammed ve diğer üç mezhebe göre ise livata, haddi gerektirir.
Yabancı bir kadına öpme, sarılma veya cinsel organın dışında uyluk, karın vb. başka yere temas ise yalnız ta'ziri gerektirir. Çünkü bu, şer'an kendisine bir şey takdir edilmeyen münker bir fiildir.
h) Zinanın bir nikah şüphesine dayalı olarak işlenmemesi gerekir. Çoğunluk müctehitlere göre, bir kimse yabancı bir kadınla kendi eşi veya cariyesi sanarak cinsel temasta bulunsa had gerekmez. Ancak kadın bilerek susmuş ve zinaya razı olmuşsa yalnız ona had cezası uygulanır.
Ebu Hanîfe ve Ebu Yusuf'a göre ise, zina konusunda "şahısta yanılma" iddiası dikkate alınmaz. Çünkü bu durumda, fiili işleyenden şüphe kalkmaz.
Evliliğin batıl oluşu konusunda, mezhepler arasında görüş birliği varsa, bundan sonraki cinsel birleşme had cezasını gerektirir. İki kız kardeşi bir nikah altında toplamak, beşinci eşle evlenmek, nesep veya süt yönünden haram olan bir kadınla evlenmek, iddet beklemekte olan kadınla veya üç talakla boşadığı kadınla hülleden, (başka bir erkekle evlenip, bu evliliğin herhangi bir nedenle sona ermesinden) önce evlenmek bu niteliktedir. Ancak taraflar bütün bunların haramlığını bilmediklerini öne sürerlerse, burada önceye ait bilmemek bir özür sayılır ve cinsel birleşme durumunda had cezası uygulanmaz.
Zinanın bir para karşılığında olması halinde, Ebu Hanîfe'ye göre, her ikisine de had cezası uygulanmaz. Çünkü bu durum bir mehir karşılığında nikah akdine benzemektedir. Burada şüpheden dolayı had düşer. Ancak fiil haram olduğu için, İslam Devleti'nin bu konuda koyduğu bir ceza varsa (ta'zir) bu uygulanır. Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e göre, zinada paranın bulunması, sonucu etkilemez. (Bilmen, İstilahat-ı Fıkhıyye Kamusu, İst, 1968, III, 197 vd.) Mut'a nikahı da, temelde bir bedele dayandığı için yukarıdaki hükümlere bağlı olsa gerektir. İleride, mut'a evliliğini ayrıca inceleyeceğiz.
i) Zinanın daru'l-İslam'da olması gerekir. Aksi halde had cezası uygulanmaz. Çünkü İslam Devleti, darulharp veya darulbağy (asiler ülkesi) üzerinde velayet yetkisi kullanamaz. Yani onun, orada hadleri uygulamaya gücü yetmez. Ancak darulharp'te İslam toplumuna azınlık olarak kendi dini inanç ve hükümlerini yaşama ve uygulama hakkı tanınmışsa, bu takdirde müslümanların fedaratif bir yapı veya çok hukuklu bir sistem içinde, İslam'ın "muamelat ve ukübata ilişkin esaslarını uygulamaları da mümkündür. Artık bu statüyü benimseyip İslam toplumuna bağlanan mü'minler için, uygulanması İslam Devletinin varlığına bağlı olan hükümler de bağlayıcı olur.

5) Zina cezasının çeşitleri:


Zina cezası, bu fiili işleyenin bekar veya evli oluşuna göre ikiye ayrılır. Bekar kimseler için değnek (celde) ve evlilerin zinasında recm cezası. İslam Devleti'nin koyacağı ta'zir cezası ile sürgün de bunlar arasında sayılabilir.
a) Yüz değnek (celde) cezası:
Bekar erkek veya kadın için zina cezası yüz değnek olup, Kur'an-ı Kerim'de belirlenen bir ceza türüdür. "Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun" ayeti bunun delilidir. (en-Nur, 24/2.)
İslam'ın ilk dönemlerinde bekarın zinasına yüz değnek yanında bir yıl süreyle sürgün cezası da uygulanıyordu. Hadiste şöyle buyurulur: "Bekar'ın bekar'la zinası için yüz değnek ve bir yıl sürgün. Dulun dulla zinası için ise yüz değnek ve taşla recm vardır." (İbn Mace, Hudud, 7.)Ancak Nur süresi inince bekarlar için yalnız değnek (celde), evli olanlar (muhsan) için ise sünnetle recm cezası belirlenmiştir. (es-Serahsî, el-Mebsût, IX, 36 vd.)
Hanefîlere göre sürgün, bir had cezası değil, İslam Devlet başkanının takdirine bırakılan bir ta'zir cezası niteliğindedir. O, sürgünde bir yarar görürse uygulayabilir. Nitekim zina edenin gerektiğinde tevbe edinceye kadar hapsedilebilmesi de bu niteliktedir.
Şafiî ve Hanbelîlere göre celde ve bir yıl sürgün birlikte uygulanır. Sürgün yeri, seferilik mesafesinden uzakta olmalıdır. Diğer yandan kadın, sürgüne kocası veya mahrem bir hısımı ile birlikte gönderilmelidir. Çünkü Allah'ın Rasulü; "Kadın yanında kocası veya mahremi bulunmadıkça yolculuğa çıkamaz" (Buharî, Taksîr, 4, Mescidü Mekke, 6, Sayd, 26, Savm, 67; Ebu Davud, Menasik, 3; Müslim, Hacc,413-414.) buyurmuştur.
Malikîlere göre ise yalnız erkek sürgün edilir, yani bulunduğu beldeden uzakta hapsedilir. Kadın gittiği yerde de zina etmemesi için sürgün edilmez.
Yukandaki hadisin sonunda, evli için öngörülen celde ve taşla recm, dört mezhepçe amel edilmeyen bir esastır. Çünkü evli için yalnız recmi öngören hadisler daha sağlamdır. Nitekim Ebu Hüreyre ve Zeyd b. Halid'ten bir topluluğun naklettiği işçinin kıssasında, Hz. Peygamber bekar olan işçi için yüz değnek ve bir yıl sürgün cezasına, kadın için ise yalnız recm cezasına hükmetmiştir. (bk. es-Serahsî, a.g.e., IX, 37; ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 39.)

b) Recm cezası:

Recm; evli veya dul (muhsan) olarak zina eden erkek veya kadına sünnetle belirlenen bir ceza türüdür. Hz. Ömer, Rasulullah (s.a.s)'den işittiği; "Yaşlı erkekle yaşlı kadın zina ederlerse, onları recmedin" ifadesinin
Kur'an'dan bir ayet olduğunu söylemişse de başka şahit bulunmadığı için bu ibare Kur'an-ı Kerîme alınmamıştır. Diğer yandan Ömer (r.a) halifeliği sırasında Medine minberinden recmi ilan etmiş ve sahabe topluluğundan hiç kimse buna karşı çıkmamıştır. (bk. es-Serahsî, a.g.e., IX, 37; Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim, Terceme ve Şerhi, İstanbul 1978, VIII, 350.)

Hz. Peygamberin recm cezasını uygulama örnekleri:


1. İşverenin eşiyle zina eden bekar işçiye yüz değnek ve bir yıl sürgün cezası, kadına ise evli olduğu için recm cezası uygulanmıştır.
Zina eden kadının kocası ile işçinin babası Hz. Peygamber'e başvurarak "Allah'ın kitabı" ile hüküm verilmesini istemişlerdi. İşçinin babası, İslamî hükmü bilmediği için daha önce, oğlu adına yüz koyun ve bir cariyeyi kurtuluş fidyesi olarak vermişti. Hz. Peygamber kendilerine şöyle buyurdu: "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, aranızda Allah'ın kitabı ile hükmedeceğim. Cariye ve koyunlar geri verilecek. Oğluna yüz değnekle bir yıl sürgün gerek. Ey Uneys! Sen de bu adamın karısına git. Eğer zinasını itiraf ederse, onu recmet". Uneys (r.a.) kadına gitmiş ve kadın suçunu itiraf ettiği için Hz. Peygamber'in emri ile recm edilmiştir.(Müslim, Hudüd, 25; Buharî, Hudüd, 3, 38, 46, Vekalet, 13. Hadisi; Ebü Hureyre ile Zeyd b. Halid el-Kühenî nakletmiştir.) ( Ebü Hanîfe'ye göre bu hadisteki bir yıl sürgün, celde ayetine ilave niteliğinde olup, ayet inince bu ilave kısım neshedilmiştir. Ancak İslam Devlet başkanı bunu bir ta'zir cezası olarak verebilir.)

2. Zinasını dört defa ikrar eden Maiz b. Malik (r.a)'in recm edilmesi.
Maiz Hz. Peygambere gelerek zina suçunu itiraf etmiş ve bu ikrarını ayrı zamanlarda gelerek dört defa yenilemiştir. Nebî (s.a.s.) onun akıl hastası veya sarhoş olup olmadığını soruşturduktan sonra recm edilmesini emir buyurmuştur. Sahabiler recimden sonra ikiye ayrıldı. Bir kısmı Maiz helak oldu, derken bir kısım sahabiler de onun en büyük tevbeyi yapmış olduğunu söylediler. Bunun üzerine Allah'ın Rasülü şöyle buyurdu: "Maiz öyle bir tevbe etti ki, bu tevbe bir ümmet arasında paylaştırılsa onlara yeterdi." (Müslim, Hudüd, 22; eş-Şevkanî, Neylü'l-Evtar, VII, 95, 109; Zeylaî, Nasbu'r-Raye, III 314 vd.)

3. Gamid'li evli kadının zinadan dolayı recmedilmesi.
Maiz'in recmedilmesinden kısa bir süre sonra Ezd kabilesinin Gamid kolundan bir kadın geldi ve "Ey Allah'ın Rasülü! Beni temizle" dedi. Hz. Peygamber "Yazıklar olsun sana. Çık git, Allah'a tevbe ve istiğfar et" buyurdu. Kadın; "Beni, Maiz'i çevirdiğin gibi geri çevirmek istiyorsun" deyince, Hz. Peygamber durumunu sordu. Zinadan gebe olduğu anlaşılınca, doğumdan sonra gelmesini söyledi. Doğumdan sonra da, çocuğun bir süre anne sütü emmesine izin verildi. Daha sonra bir sahabi, çocuğun bakımını üstlendi ve Allah elçisinin emri ile Gamid'li kadın recm edildi.
Halid b. Velid'in (ö. 21/641) bu kadın hakkında bazı kötü sözler söylemesi üzerine Allah'ın Rasulü şöyle buyurdu: "Ey Halid! Allah'a yemin olsun, bu kadın öyle bir tevbe etti ki, onu bir baççı (vergi memuru) yapsaydı, şüphesiz mağfiret olunurdu. Onu kevser suyunun başında görüyorum" (bk. Müslim, Hudud, 22, 23, 24; İbn Mace, Diyat, 36; Malik, Muvatta', Hudud, 11.) Sonra cenaze namazını kıldırmış ve kadın defnedilmiştir.

4. Evli bulunan yahudi erkeği ile yahudi kadının zina nedeniyle recm edilmesi.
Abdullah b. Ömer (r. anhuma)'nın naklettiğine göre, Allah'ın Rasülüne zina eden bir yahudi erkeği ile yahudi kadını getirilmişti. Hz. Peygamber Tevrat'ta evlilerin zinası için konulan cezayı sorunca, Tevrat'a bakan bir yahudi genci "recm" ifadesini atlayarak okumak istedi. Durumu fark eden ve temelde bir yahudi olan Abdullah b. Selam (r.a.), okuyan yahudinin elini Tevrat'ın üzerinden kaldırtınca, recm ayeti görüldü ve her iki yahudi hakkında evli olarak zina ettikleri için recm uygulandı. (bk. Müslim, Hudud, 26, 28.)
Hanefîlere ve İmam Şafiî'den bir görüşe göre ehl-i küfür, İslam mahkemesine başvurursa, hakimin Allah'ın hükmü ile karar vermesi gerekir. Bu konuda hakime verilen seçmeli hak neshedilmiştir. Diğer yandan Ebu Hanîfe şöyle demiştir: "Gayri müslim eşler, İslam mahkemesine birlikte başvurursa, aralarında adaletle hükmetmek gerekir. Yalnız kadın gelir, kocası razı olmazsa hakim hüküm veremez". Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise hüküm verebilir. (Davudoğlu, a.g.e., VIII, 376.)
Recm için erkek veya kadının "muhsan" olması gerekir. Bir kimsenin muhsan sayılması için yedi niteliğin bulunması şarttır. Bunlar: Akıllı olmak, ergin bulunmak, hür ve müslüman olmak ve sahih nikahlı eşiyle cinsel temasta bulunmuş olmaktır. Muhsanlık şifalının devamı için, evliliğin devam etmekte olması şart değildir. Bu yüzden ömründe bir defa evlenen ve eşi ile cinsel temasta bulunan kimse de muhsan olabilir. (Bilmen, a.g.e., III, 201)

6) Zinanın hakim önünde tesbiti:


Zinanın ikrar veya şahitle sabit olabileceği konusunda görüş birliği vardır.
a) Zinanın ikrar yoluyla sabit olması:
İslam'da had cezalarının tesbit yöntemleri birbirinden farklıdır. Bunu suçun niteliği belirler. Nitekim çalınan malın hırsızın elinde bulunması hırsızlık fiilinin delili olurken, ağzı şarap kokan kimseyi de bu durumu ele vermiş olur. İslam zinanın tesbitini ise çok ağır şartlara bağlamış ve kişiyi temize çıkarmak için çeşitli fırsatlar vermiştir. Bu yüzden zina ikrarı özel şartlara bağlanmıştır. İkrarın hakim önünde ayrı ayrı meclislerde ve dört kere yapılması, ikrarda bulunanın akıl hastası veya sarhoş olmaması ve dış görünüş bakımından da zina edecek durumda bulunması bu şartlar arasında sayılabilir.
Zina ikrarında zaman aşımına itibar edilmez. Diğer yandan, kendisiyle zina edildiği ileri sürülen erkek veya kadının mahkemede hazır bulunması şart olmadığı gibi, karşı taraf zinayı inkar etse bile, itiraf edene had cezası uygulanabilir. Nitekim işçinin zinası olayında Allah'ın Rasülü erkeğe dayak ve bir yıl sürgün cezası öngörürken; kadın için, "Ey Ümeys! O kadına git, itirafta bulunursa, onu recm et" buyurmuştur. Şafiî ve Malikiler, burada dört kere ikrardan söz edilmediği için, bir kere ikrarı zinanın sabit olması için yeterli bulur.

b) Dört şahitle isbat:

İkrar bulunmadığı zaman, zinanın müslüman, erkek, adaletli ve hür dört şahitle isbat edilmesi de mümkündür. Allah Teala şöyle buyurur: "Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin." (en-Nisa,4/15.) Diğer yandan Hz. Aişe'ye zina iftirası atan veya bunun dedikodusunu yapanlar için Yüce Allah şöyle buyurur: "Buna karşı dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Mademki onlar bu şahitleri getiremediler, o halde onlar Allah indinde yalancıların ta kendileridir." (en-Nur, 24/13)
Dört şahidin de zina fiilini bizzat görmesi, zinanın yeri ve zamanı konusunda aynı şeyleri söylemesi gerekir. Şahit beyanları arasında çelişki bulunur ve bu çelişki yeni sorularla giderilemezse şahitlerin şahitlikleri reddedilir. Çünkü şahit ifadelerinin kesin ve çelişkisiz olması gerekir. Aksi halde suç üzerinde şüphe doğar. Şüphe ise haddi düşürür. Nitekim hadiste; "Gücünüzün yettiği kadar, şüphe bulununca hadleri düşürünüz" (Tirmizi, Hudud, 2; İbn Mace, Hudud, 5; Ebu Davud, Salat, 14) buyurulur.
Diğer yandan bekar veya dul kadının gebe olması veya evlilikten sonra altı ay geçmeden doğum yapması gibi durumlarda, doğan çocuk zinanın bir şahidi sayılır. Nitekim Hz. Ali'nin evlilikten sonra altı ay geçmeden doğum yapan kadına zina cezası uyguladığı nakledilmiştir.

7) Zina cezasının infaz şartları:


a) İslam devletinin varlığı:
Had cezası, zina fiili darul İslam sayılan bir yerde işlendiği takdirde uygulanır. Bu konuda İslam müctehitlerinin görüş birliği vardır. Çünkü Hz. Peygamber döneminde onun izni olmadan hiç bir had uygulanmamıştır. Raşid halifeler döneminde de onlardan izinsiz bir haddin uygulandığı nakledilmemiştir. Ancak Yemen, Mısır, Suriye, Irak gibi taşra yönetimlerinde de valî ve kadılar hadleri merkezden aldıkları velayet yetkisiyle uyguluyordu. Yargı tarafsız bir makamın araya girip hakem rolü oynaması ve verilecek cezayı uygulaması ilkesine dayanır. Diğer yandan hadlerin tesbiti araştırma ve içtihadı gerektirir. Davacı, davalıyı suçlar, mahkum eder ve cezayı da bizzat infaza kalkışırsa zulüm ve haksızlıklardan güvende olunamaz.
Diğer yandan yukarıda da belirttiğimiz gibi müslümanların azınlıkta olduğu ülkelerde federatif yapı veya çok hukuklu sistem içinde İslamî hükümlerin, federal bir anayasa çerçevesinde de uygulanması mümkündür.

b) Recm uygulamasına önce şahitlerin başlaması:
Bekarların zina cezası olan celde'de şahitlerin infaza önce başlaması şartı aranmaz. Çünkü onlar infaz şeklini bilmeyebilir.
Recm'de ise infaza önce şahitlerin başlaması ve uygulama sonuna kadar hazır bulunması da şarttır. Bu durum, son ana kadar haddi düşürmeye fırsat vermek içindir. Çünkü şahitler herhangi bir tereddütleri varsa, her an dönebilirler. Bu takdirde ceza düşer.

c) Değnek cezasında suçlunun helaki tehlikesinin bulunmaması gerekir.

Bu yüzden dayağın çok sıcak veya çok soğuk havada yahut hastalık, gebelik veya lohusalık gibi durumlarda infaz edilmeyip geciktirilmesi gerekir. Ancak Şafiî ve Hanbeliler, iyileşme umudu olmayan hastalığı bunun dışında tutarlar.
Değnek cezası yalnız deriye acı verecek şekilde ne ince ve ne de kalın olmayan budaksız orta bir değnekle bir veya iki gün içinde yüz defa vurma şeklin de infaz edilir. Erkekte dış giysiler çıkartılır ve avret yeri kapalı bulundurulur. Yüz, baş, karın, sırt ve cinsel organ gibi ölüme yol açabilecek yerlere vurulmaz.
Vuruşlar omuz, kol, baldırlar ve ayak gibi uzuvlara yayılır.
Suçlu kadın ise, celde (vurma), oturduğu yerde infaz edilir. Yalnız manto, kürk gibi kalın giysisi çıkarılır. (bk. el-Kasanî, a.g.e., VII, 57 vd.; İbnü'l-Hümam, a.g.e., IV, 121 vd,; İbn Rüşd, a.g.e., lll, 428; Zeylaî, a.g.e. III, 319 vd.)
Sonuç ve değerlendirme:
İslam'da cehennem karşısında cennet, günah karşısında af ve mağfiret birlikte bulunur. Allah Teala kimi hakları korumak için şiddetli cezalar koymuş, fakat buna karşılık da kişinin İslamî hükümlere samimi olarak teslim ve razı olma durumuna göre, kuluna rahmet ve mağfireti ile de muamele etmiştir.

Nitekim Kur'an-ı Kerim'de haksız yere cana kıyan veya zina edenlerin kıyamet günü, alçaltılmış olarak, sürekli bir şekilde azapta kalacakları bildirildikten sonra şöyle buyurulur: "Ancak tevbe edip, imanını yenileyen ve salih amel işleyenler bunun dışındadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. Yine kim tevbe edip, salih amel işlerse, şüphesiz o tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner." (el-Furkan, 25/70, 71.)
İslam'da zina fiilinin ortaya çıkması değil, setredilmesi, gizli tutulması, hatta şahitlik etmeyerek cezanın düşmesine yardımcı olunması daha faziletli sayılmıştır. Nitekim Allah elçisi, zinasını ikrar eden Maiz'e "Belki ona sadece dokunmuş veya yalnız onu öpmüş olmayasın." (Buharî, Hudud, 28; Ebu Davud, Hudud, 23; A.b. Hanbel, l, 238, 255, 270.466. eş-Şevkanî, Neylü'l-Evtar, VII, 102.) sözleriyle ikrarından dönebileceğini telkin buyurmuştur. Hatta ceza uygulanırken Maiz'in kaçmaya yöneldiğini, infazdan sonra öğrenen Allah'ın elçisi şöyle buyurmuştur: "Keşke onu bıraksaydınız. Belki o tevbe edecek ve yüce Allah da tevbesini kabul buyuracaktı." (eş-Şevkani, Neylü'l-Evtar, VII, 102)

Diğer yandan infazdan sonra Maiz'in helak olduğunu söyleyenlere karşı Allah elçisinin söylediği şu sözler de Allah Teala'nın rahmetinin ne kadar geniş olduğunu gösterir. "Maiz Allah'ın hükmüne razı olmakla, öyle bir tevbe etti ki, bu tevbe bir ümmet arasında paylaştırılsa onlara yeterdi." Yine zinasını ikrar ederek Allah'ın hükmüne kendi rızası ile teslim olan Gamid'li kadının cenaze namazını bizzat Rasulullah (s.a.s) kıldırmış ve Hz. Ömer'in; "Zina ettiği halde onun cenaze namazını kılıyorsunuz" demesi üzerine de şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz, bu kadın öyle bir tevbe etti ki, Medine halkından yetmiş kişiye paylaştırılsa, onlara yeterdi. Ey Ömer! Sen, Allah için canını feda etmekten daha üstün bir tevbe şekli bulabilir misin." (Müslim, Hudud, 24, bk. İbn Mace, Diyat, 36; Malik, Muvatta', Hudüd, ıı.)

Zina cezasının, ayrı meclislerde dört kere ikrar veya dört erkek şahitle ispat şartına bağlanması bu cezayı adeta sembolik bir duruma getirmektedir. Çünkü zina fiilinin aynı anda dört şahit tarafından görülmesi imkansız gibidir. Ya fuhşu açıkça yapan veya bunu alışkanlık haline getirenler bu duruma düşebilir. Nitekim, Hz. Peygamber ve dört halife döneminde bu cezanın yok denilecek kadar az sayıda uygulanması bunu göstermektedir. Bir cezanın caydırıcı niteliğinin güçlü olması ve Demokles'in kılıcı gibi başın üstünde sürekli olarak varlığının hissedilmesi, geniş ölçüde uygulanmasından daha önemlidir. İslam, kadının iffetine ayrı bir önem vermiştir. İffet üzerinde dedikodu yapılmasına bile ağır müeyyide getirmiştir. Bir kimseye zina isnadında bulunan kimse bunu dört erkek şahitle ispat edemediği takdirde, "zina iftiracısı" durumuna düşer ve kendisine "kazif cezası" gerekir. Ayette şöyle buyurulur: "Namuslu ve hür kadınlara zina iftirası atan, sonra da bunu dört şahitle ispat edemeyen kimselere seksen değnek vurun. Onların ebedî olarak şahitliklerini kabul etmeyin. Onlar fasıkların ta kendileridir." (en-Nur, 24/4.)

Eğer kadına bu isnadı yapan kocası olur ve dört şahitle ispat edemezse, onun için "lian" veya "mulaâne (lanetleşme)" denilen bir yöntemle, hakim önünde evliliği sona erdirme hakkı tanınmıştır. Ashab-ı Kiramdan Hilal b. Ümeyye (r.a.) karısını zina ile itham edince, Allah'ın Rasülü, bunu dört şahitle ispat etmesini, aksi halde "kazf cezası (seksen değnek)" vurulacağını bildirdi. Bunun üzerine, aşağıdaki "lian" ayeti indi: "Hanımlarına zina isnat edip de, kendilerinden başka şahitleri olmayanların şahitliği, doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah'ı şahit tutup yemin etmesiyle olur. Beşinci defasında; eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını diler. Kadının da kocasının yalancılardan olduğuna dair, Allah'ı dört defa şahit tutup yemin etmesi, cezayı kendisinden kaldırır. Beşinci defasında; kocası doğru söyleyenlerden ise, Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını diler." (en-Nur, 24/6-9.) Ayet ilk olarak Hilal ailesine uygulanmış ve Allah'ın Rasülü yeminleşmeleri sonunda eşlerin arasını ayırmıştır. (eş-Şevkanî, a.g.e., VI, 268; Sünnetten uygulama örnekleri için bk. Müslim, Lian, 4, 10,; Ebu Davud, Talak, 27; Tirmizî, Talak, 22, Tefsîru Sure 24/2; Nesaî, Talak, 42;Darimî, Nikah, 39.) Lian sonunda hakimin evliliğe son vermesi Ebu Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre "bain talak", çoğunluk fakihlere göre ise "evliliği fesih" niteliğindedir. (bk. el-Kasanî, a.g.e., III, 244 vd.; İbnü'l-Humam, a.g.e., III, 253 vd.; İbn Rüşd, a.g.e, II, 120. vd.; İbn Kudame, el-Muğnî, VII, 410 vd.473.)

Sonuç olarak İslam cinsel hayatı düzene sokmuş, böylece nesep ve nesilleri koruma altına alırken, insan varlığının, anne-babanın şefkatli kollarında ve aile yuvası sıcaklığı içinde yetişmesini hedeflemiştir. Bu arada nesilleri zinadan koruma yanında, zina benzeri temaslardan uzak kalmaları için de bir takım tedbirler almıştır.
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 04:52
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
27 Kasım 2006       Mesaj #13
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi

Eş Cinsellik (Livata) ve Cezası


Erkeğin erkekle veya kadınla arkadan temasına "livata" veya "lutîtik" denir. Lût (a.s)'ın kavmi bu çeşit sapık ilişkiler yüzünden helak edildiği için bu adla anılmıştır. Livata İslam'da ve önceki semavî dinlerde yasaklanmıştır.
Hz. Lût, amcası İbrahim (a.s)'ın bulunduğu Filistin yöresinden ayrılıp Sedom şehrine yerleşti ve peygamber olarak bu şehir halkıNI irşada başladı. Ancak Sedom halkı dünyada eşine az rastlanan bir ahlaksızlığın içine düşmüştü. Bu, eşcinsellik sapıklığı idi. Lût (a.s) kavmini bu çirkin fiilden vazgeçirmeye çalışmışsa da başarıya ulaşamadı ve sonunda Hz. Lût'a inanan az bir grup dışında Sedom halkı helak oldu. (bk. Ahmet Özgen, «Lüt (a.s.)» mad. Ş.İ.A-, IV, 31, 32.)
Kur'an-ı Kerîm'de bu olay özet olarak şöyle haber verilir. Hz. Lut, kavmini şöyle uyarmıştı: "Alemlerden sizden önce hiç kimsenin yapmadığı hayasızlığı mı yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu çok aşırı giden bir toplumsunuz".(el-A'raf, 7/80, 81; bk. eş-Şuara, 26/165,166.) Bunun üzerine kavmi ona cevap olarak şöyle dediler: "Ey Lut, bu sözlerinden vazgeçmezsen, iyi bil ki sürgün edilenlerden olacaksın." (eş-Şuara, 26/167.) "Doğru söylüyorsan, bize Allah'ın azabını getir" (el-Ankebut, 29/29)

Sedom halkına, helak haberini getiren melekler topluluğu, önce İbrahim (a.s)'a geldiler, daha sonra Lût peygamber'in yanına genç delikanlı görünümünde girdiler. Hz. Lût, kavminin bu genç misafirlerine kötü niyetle sarkıntılık edeceklerini düşünerek çok sıkıldı. Gerçekten korktuğu başına geldi. Çünkü şehir halkı sevinerek Hz. Lût'un kapısına dayanmış ve genç misafirlerini istemişti. Lut onlara; "Bunlar benim misafirlerimdir. Onlara karşı beni rezil etmeyin, Allah'tan korkun ve beni utandırmayın" dedi. (el-Hicr, 15/68,69.) Hatta bu arada kızlarını meşru nikahla kendilerine verebileceğini de söyleyen Lût (a.s) bundan da bir sonuç alamamıştı. (Hûd, 11/78.)

Sonuçta melekler Lût (a.s)'ın eşi dışında, inananlarla birlikte, gün doğmazdan önce kasabayı terketmelerini istemiş ve Sedom şehri, toprağı ile birlikte yerden koparılıp kaldırılmış ve ters çevrilerek bırakılmıştır. Ürdün'de bulunan ve deniz seviyesinin çok altında olan Lût Gölü'nün (el-Bahru'l-Meyyit-Ölü Deniz) bu kasabanın yerinde oluştuğunu öne süren bilginler vardır.
Ebû Hanîfe'ye göre livata haram olmakla birlikte, zina niteliğinde değildir. Bu yüzden ona İslam Devletinin koyacağı tazir cezası uygulanır. Çünkü livatada, neseplerin karışması söz konusu olmadığı gibi, genellikle livata yapanın ölümüne yol açarak anlaşmazlıkların doğmasına da neden olmaz. (İbnü'l-Hümam, el-İnaye maa Fethı'l-kadîr, IV, 150.)
Malikîler ve Ahmed b. Hanbel'in sağlam görülen bir görüşüne göre eş cinsele her durumda recm cezası gerekir. Evli veya bekar olması da sonucu etkilemez. Delil şu hadistir: "Lût kavminin işini yapan kimseyi bulursanız, bu fiili işleyeni de işleneni de öldürünüz", başka bir rivayette; "Üstte olanı da altta olanı da recmediniz" şeklindedir. (Ebu Davud, Hudud, 12; A. b. Hanbel, l, 269; İbn Kudame, el-Muğnî, VIII, 187; el-Baci, el-Münteka ale'l-Muvatta', VII, 142.)
Şafiîlere göre eşcinselin cezası; evli ise recm, bekarsa yüz değnek ve sürgündür. Delil, Ebü Musa el-Eş'arî'nin naklettiği şu hadistir: "Erkek erkeğe giderse, ikisi de zina edendir, kadın kadına giderse ikisi de zinadır." (eş-Şirazî, el-Mühezzeb, II, 268.)
Kadının kadınla eşcinselliği de yasaklanmıştır. Ancak bunu yapana da ta'zir cezası gerekir. Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kadınların birbiriyle eşcinselliği bir zinadır." (el-Heysemî. Mecmau'z-Zevaid VI. 256.)

Aile Hayatı ile İlgili Soru ve Cevaplar


1 - Nikâh akdinde aracılık eden imam ve benzeri kimse nikâh akdi için gerekli olan iki şahitten birisi yerine geçer mi?
Nikâhın rükünleri icap ve kabul, sıhhat şartları ise; eşler arasında bir evlenme engelinin bulunmaması, icap ve kabulün süreklilik bildiren bir üslupla ifade edilmesi ve akitte iki şahidin hazır bulunmasıdır. Şafiî mezhebinde kadın yerine velisinin bulunması gereklidir. Buna göre nikâhın yapılış şeklini bilen ve nikâh merasimini yöneten başka bir kimsenin bulunması rükün veya şartlardan değildir. Eğer eşlerden biri veya veli akdin ifasına yardımcı olacak bilgilere sahipse başka bir aracının bulunması gerekli değildir. Bu yüzden nikâhı akteden din görevlisi şahitlerden birisi olabilir.

2 - Dinen evlenilmesi caiz olmayan hısımlar hangileridir?
Dinen mahrem olup kendileriyle evlenmek haram olanlar üç çeşittir:
a) Nesep hısımları: Bunlar şu hısımlardır: Anneler, nineler, kızlar, kız-kardeşler, erkek ve kız kardeşlerin kızları, halalar ve teyzeler.
b) Süt hısımları: Nesep sebebiyle haram olanlar, süt sebebiyle de haramdırlar. Başka bir deyimle; "Süt emenin kendisi, süt emzirenin nesline haram olur." Süt anne, süt nine, süt hala, ve süt kardeşle evlenme yasağı gibi.
c) Sıhriyyet yoluyla haram olanlar: Kur'an-ı Kerim'de bunlar dört sınıf olarak belirlenir. Üvey anne, gelin, kayınvalide, üvey kız.
Yukarıda belirtilen kimselerle ebedi olarak evlenmek yasaklanmıştır. (bk. en-Nisa, 4/22, 23; Buhari, Şehadat, 7; Müslim, Rada, 1)
Ayrıca, geçici evlenme engeli teşkil eden haller de vardır. Bunlar beş sınıfta toplanabilir:
  • İki kız kardeş ile aynı anda evlenmek.
  • Bir kadını hala veya teyzesi ile bir nikâh altında toplamak.
  • Eşler arasında din ayrılığının bulunması. Yalnız rnüslüman erkek ehl-i kitap kadınla evlenebilir.
  • Evli olan kadın.
  • Üç talakla boşanmış olan kadının hulle'den önce aynı erkekle evlenmesi. (bk.Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam Hukuku, s.211-243)
Bunların dışında kalanlarla hısım olsun veya olmasın evlenmek caizdir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) halasının kızı olan Hz. Zeynep ile evlenmiş, kendi kızı olan Hz. Fatıma'yı ise amcasının oğlu Hz. Ali ile evlendirmiştir. Ancak yabancı ile evlenmek için tavsiyede bulunmakta bir sakınca yoktur. Hatta Şâfiîlerde yakın akraba ile evlenmek tenzihen mekruh sayılmıştır.

3 - Nikâh sırasında mehrin unutulması akde zarar verir mi?
Mehir evliliğin rükün ve şartlarından değil, nafaka gibi kocaya vacip olan mâlî bir haktır. Ayette; "Aldığınız kadınların mehirlerini cömertçe veriniz" (en Nisa, 4/4) buyurulur. Diğer yandan Hz. Peygamber, Ali (r.a)'e kızı Fatıma'ya mehir olarak fazla bir zırhını vermesini bildirmiştir. (Ebu Davud, Nikah, 35; Nesai, Nikah, 76; Ahmed b. Hanbel, I, 80)
Kadın; nikâh sırasında bir mehir belirlenmişse buna, belirlenmemişse aileden emsal kızların mehri kadarına hak kazanır. Mehir kadının hakkı ve onun için iktisadî bir destektir. Onu veli alıp, kendisi için sarfedemez. Hristiyanlıkta bunun aksine kadın erkeğe drahoma adıyla bir meblağ verir.

4 - Başlık parası caiz midir?
Ebu Hanife'ye göre kadın için verilen mehir dışında bir meblağın babaya verilmesi caiz görülmemiştir. 1917 tarihli Osmanlı Hukuku Aile Kararnamesi 89 ve 90. maddelerde bu esas şöyle kanunlaşmıştır: "Mehir menkuhenin hakkı olup, onunla çeyiz yapmaya zorlanamaz. Bir kızı tezvic veya teslim için ana baba veya hısımlarının kocadan akçe veya başka bir eşya almaları memnudur."
Yalnız Ahmed b. Hanbel, baba için mehir yanında bir meblağ alma hakkını tanımış ve Hz. Şuayb'ın kızıyla evlenmek için, Hz. Musa'nın 8 yıl çobanlık yapmasını delil olarak göstermiştir. (bk. el.-Kasas, 28/27.)
Diğer yandan bir kızla evlenebilmek için böyle bir başlık parası vermek zorunda kalan için bir sakınca bulunmaz. Başlık parası veren için bu, "cebrî hibe" niteliğinde bir tasarruf olur. Osmanlı imparatorluğu uygulamasında başlık ve benzeri fuzuli masraflara engel olmak için Tanzimattan sonra; "İzdivaç ve Tenakuh maddesi Hakkında Tenbihatı Havi İlânnâme" çıkarılmıştır. (bk. Hüseyin Hatemi, Hukuk ve Ahlâka Aykırılık Kavramı ve Sonuçları, İstanbul 1976, s. 270 vd; Düstur, l, Tertip, s. 736-741.) Hatta Şafiî mezhebine göre, kızı evlendirecek velinin adaletli olması gerektiği için, başlık parası isteyen veli bu vasfını kaybeder ve evlendirme hakkı daha sonraki veliye geçer.

5 - Düğün sırasında dostların ve hısımların verdiği hediyeler, boşanma halinde hangi eşe ait olur?
Evlilik sırasında dost ve hısımların verdiği hediyeler kadına yarayışlı bir eşya ise kadına, erkeğe yarayışlı veya evde kullanılan cinsten ise erkeğe ait olur. Kadının babası tarafından damadın şahsı için verilen hediye ona ait olur ve boşanma halinde de buna göre hareket edilir. (bk. Hamdi Döndüren, a.g.e, s. 330 vd.)

6 - Nişanlılık sırasında verilen hediyeler, nişan bozulduğu takdirde kime ait olur?
Erkek, nişan sırasında mehirin tamamını veya bir bölümünü vermişse, nişan bozulduğu takdirde bunlar mevcutsa aynen, değilse kıymet olarak geri verilmelidir. Hediye olarak verilen şeyler mevcut ise aynen geri verilir. Tüketilmiş ise geriye bir şey vermek gerekmez. Bu konuda "hibe" hükümleri uygulanır. Şâfiîlere göre ise teberru niyetiyle verilmeyen her şey geri verilir. Helak olmuşsa da değeri verilir. (el-Mevsili, el-İhtiyar, III, 48; Bilmen Hukuki İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, IV, 262 vd.)

7 - Nikâhlı çift, herhangi bir sebeple zifaftan önce boşansa durumları ne olur?
Zifaftan önce boşanmada, bir bâin talak meydana gelir. Kadına iddet gerekmez. Taraflar yeni bir nikâh akd ile isterlerse biraraya gelebilirler.

8 - Bir kimse evlenmek istediği kadına bakabilir mi?
Bir erkeğin evlenmek istediği kadına bakması caiz, hatta sünnettir. Çünkü Muğire b. Şube (r.a) bir kadına talip olduğunda Hz. Peygamber (s.a.s) kendisine şöyle buyurmuştur: "Ona bak. Çünkü bu, aranızda sevginin devamına vesile olur." (Tirmizi, Nikah, 5; Nesai, Nikah, 17; İbn Mace, Nikah, 9) Kadının da evleneceği erkeği görmesi sünnettir. Erkekle kadının birbirini görmeden evlenmesi doğru değildir. Çünkü insanların zevkleri ve hoşlanıp hoşlanmadığı şeyler çok farklıdır. Birisinin hoşuna gitmeyen bir erkek veya kadın diğerinin hoşuna gidebilir. Evlilik gerçekleştikten sonra dönüş çok daha zordur. Bu nedenle önceden İslâmî ölçüler içinde görüşmek evliliğin selameti bakımından faydalıdır.

9 - Kadının boşanma yetkisi var mıdır?
İslâm'da boşama yetkisi prensip olarak erkeğe verilmiştir. Ancak iyi tanımadığı bir erkekle evlenmek durumunda kalan veya evleneceği erkeğin zulmünden korkan kadın nikâh sırasında erkekten boşama yetkisi ister ve bu şartla evlilik gerçekleşirse kadın da dilediği zaman kocasını boşama hakkına sahip olmuş bulunur. Buna "Tefviz-i talak" denir. Bu hak alındıktan sonra artık erkek bundan rucû' edemez. (Tefviz-i talak için bk. Hamdi Döndüren, a.g.e., s.387-389)

10 - Alevi biri ile evlenmek caiz midir?

Müslüman bir kadın ancak müslüman bir erkekle evlenebilir. Müslüman da; İslâm'ın bütün hükümlerini kabul edip hiçbirisini reddetmeyen kimsedir. Yani; namaz, oruç, hacc, zekât, abdest, gusül ve benzeri emirleri, içki, kumar, zina, hırsızlık, faiz ve benzeri yasakları kabul edip bunlara inanan kimsedir. Fakat bunların tümünü veya bir bölümünü inkâr eden kimse müslüman sayılmadığı gibi, onunla evlenmek de caiz değildir. Evlenme olduğu takdirde bu meşru olmaz. Bu kişinin adı ister sünni, ister alevi olsun sonuç değişmez. Bu yüzden ölçü İslâm'dır. Diğer yandan Osmanlı imparatorluğu döneminde, Hz. Ali'yi diğer halifelerden üstün tutan, ancak onlara sövmeyen "şia-i mufaddıla" ile evlenmenin caiz olduğu ve mirasının cereyan edeceği esası uygulanmıştır.

11 - Mut'a nikâhı nedir? İslâm'daki hükmü nedir?
Mut'a nikâhı, bir kadınla ücret karşılığı belli bir süre için evlenmektir. Cahiliyye devrinde mubah olduğu gibi, İslâm'ın ilk devirlerinde de mubah idi. Daha sonra neshedilip yürürlükten kaldırıldı. Abdullah b. Mesud (r.a) şöyle demiştir: "Biz Rasûlullah (s.a.s) ile gazalara katılıyorduk. Yanımızda kadınlarımız yoktu. Allah elçisine dedik ki: Kendimizi iğdiş yapabilir miyiz? Hz. Peygamber bizi bundan menetti ve sonra bize, bir elbise karşılığında belli bir süre için kadınlarla nikâhlanmamıza ruhsat verdi. İbn Mesud, bundan sonra şu ayeti okudu: "Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı temiz ve güzel şeyleri kendinize haram kılmayın." (el-Maide, 5/87; Hadis için bk. Buhârî, Tefsiru Sure, 5/6; Nikâh, 8; Tirmîzî, Nikâh, 2; Nesâî, Nikâh, 4.)
Bazı gazvelerde Allah Rasulünün Mut'a nikâhına izin vermesi zaruret nedeniyle olmuştur. Daha sonra Hz. Peygamber bunu yasaklamıştır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur: "Ey İnsanlar! Ben size kadınlarla mut'a nikâhı yapmanız konusunda izin vermiştim. Şüphesiz Allah bunu kıyamete kadar haram kılmıştır. Kimin yanında mut'a nikâhlı kadın varsa, onu serbest bıraksın. Onlara verdiğiniz hiç bir şeyi geri almayın." (Müslim, Nikâh, 22; İbn Mâce, Nikâh, 44; Darimi, Nikâh, 16; Ahmed b. Hanbel, III, 406.)
Diğer yandan Abdullah b. Abbas (r.a)'ın mut'a nikâhını uzun süre caiz gördüğü ancak daha sonra bu görüşünden vazgeçtiği rivayet edilir: Said b. Cübeyr (r.a) İbn Abbas (r. anhüma)'dan şunu nakleder: "Sübhanellah. Ben neye fetva vermişim. Mut'a nikâhı murdar ölmüş hayvan eti gibi yalnız darda kalan için helâl olur. Şiilere gelince, onlar bunu genişlettiler, hükmü zaruret olana, olmayana, mukim veya yolcu herkese teşmil ettiler." (Müslim, Nikâh, 27; ez-Zühayli, el-Fıkhu'l-İslami ve Edilletüh, VII, 67-68.)
Tirmîzi, İbn Abbas (r. anhüma)'nın önceki görüşünden dönmesini şöyle nakleder: "İbn Abbas şöyle demiştir: Mut'a ancak İslâm'ın ilk dönemlerinde vardı. Bir erkek bilmediği bir beldeye gidince orada ikamet edeceği süreye göre bir kadınla evlenir, kadın onun eşyasını korur ve onun durumu ile ilgilenirdi. Sonra şu ayet indi:"O müminler ırzlarını koruyanlardır. Ancak karıları ve sağ ellerinin sahip olduğu cariyeleri bundan müstesnadır." (el-Müminun, 23/5,6.) İbn Abbas bundan sonra şunu ilave etmiştir: Bu ikisi dışında kalan her cinsel birleşme haramdır." (Tirmizi, Nikah, 28; eş-Şevkani, a.g.e., VI, 135)

12 - Resmi nikâh dini nikâh yerine geçer mi?
Hanefilere göre, âkil ve baliğ müslüman bir erkekle müslüman veya ehl-i kitap bir kadının evlenmesinde iki şahidin hazır bulunması, icap ile kabulün o anda akdi meydana getirecek siyga ile ifade edilmesi akdin sıhhati için yeterlidir. Belediye memurunun veya bir din görevlisinin hazır bulunması nikâhın rükün veya şartlarından değildir. Sadece nikâhın belli kurallara uygun olarak akdedilmesini sağlayan aracılardır. Ancak belediye memurunun, evlenecek taraflarda müslüman olma, süt hısımı bulunmama gibi dini şartları araştırma yetkisi bulunmadığı için nikâhın bir din görevlisinin denetiminde kıyılması, bu konuda düşülebilecek hataları önler. Bu yüzden resmî nikâhtan sonra İslâmî nikâhın akdedilmesi dini kurallara uygunluğu sağlar.
Şafiî mezhebine göre, nikâhta kadının velisinin bulunması sıhhat şartı olduğu için günümüzdeki resmi nikâhlar İslami açıdan geçerli olmaz. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Veli ve iki adaletli şahit bulunmadıkça nikâh olmaz." (Ebu Davud, Nikah, 19; Darimi, Nikah, 11; es-Serahsi, el-Mebsut, V, 31) Belediye nikâhında veliye yer verilmediği açıktır. Bu yüzden Şafiî mezhebine mensup olan kimsenin, belediye nikâhından sonra mutlaka İslâm'a uygun yeni bir nikâh kıydırması gerekir.

13 - Küfrü gerektiren bir söz söylemek veya harekette bulunmak nikâha etki yapar mı?
Bir kimse küfrü gerektiren bir söz söyler veya bir fiilde bulunursa nikâh akdi bozulur. Allah'a, Kitaba, Peygambere sövmek, Kur'an-ı Kerimi hakaret için yere atmak gibi. Tevbe edip yeniden İslâm'a dönerse yeni bir nikâh akdi yapmaları da gerekir. Aksi halde eşiyle birlikte yaşamaları caiz olmaz.
Şâfiîlere göre ise, küfrü gerektiren söz veya fiil cinsel temastan önce olmuşsa nikâhı ortadan kaldırır. Cinsel temas olmuşsa iddetin sonuna kadar beklenir. Bu süre içinde yeniden İslâm'a dönerse nikâh devam eder, aksi halde nikâh irtidat tarihinden itibaren ortadan kalkmış olur.

14-Cuma akşamı mescidde nikâh yenilemenin İslâm'da yeri var mıdır?

Anadolunun çeşitli yerlerinde, cuma gecelerinde yatsı namazının arkasından, imam efendi tevbe ve istiğfar duası yanında nikâh tazelemeyi kapsayan ifadeleri de cemaatle birlikte tekrarlamaktadır. Bu nikâh tazelemenin amacı, bir haftalık süre içinde eşlerin küfrü gerektiren bir durumu olmuşsa, bozulan nikâhlarını yenilemektir. Boşama sayısı söz konusu olmaksızın, akide bozukluğu nikâhı ortadan kaldırır. İman yenilenince evlilerin nikâhlarını da yenilemeleri gerekir.
Ancak, cami cemaatinin daha önceden eşlerinden böyle bir nikâh yenilemesi için vekalet almış olması ve cemaatın da birbirine bu konuda nikâh şahidi olması gereklidir. Günümüzde bu konuda asıldan uzaklaşılmış, cemaat tevbe ve istiğfar yanında nikâh duasını da tekrarlamakta olduğunu düşünür olmuştur. İnsanı inkâra sevkeden gazete ve dergi yazılarının etkisinde kalarak inkarcılığa düşmek, günlük konuşmalarda İslâm'ın kesin emir ve yasaklarını umursamaz tavırlar, bunun sonucunda ortaya çıkan inanç bozuklukları böyle bir nikâh yenilemeyi gerekli kılan sebeplerdendir. Nikâhın bu şekilde bozulması talak niteliğinde olmayıp, boşama sayısında bir eksilme sözkonusu olmaz.

15 - Hülle nedir? İslâm'a uygun olarak nasıl gerçekleşir?

Bir erkeğin, karısı üzerinde üç defa boşama yetkisi vardır. Üçüncü boşamadan sonra yeniden aynı kadınla evlenmek isterse, kadının ikinci bir erkekle evlenip ayrılmış olması şarttır. İşte kadına, eski kocasına yeniden dönme imkânı sağlayan bu ara evliliğine "tahlil" veya kısaca "hülle" denir. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Yine erkek, karısını üçüncü defa olarak boşarsa, bundan sonra kadın kendinden başka bir erkeğe nikahlanıp varıncaya kadar ona helâl olmaz. Bununla birlikte, eğer, bu yeni koca da onu boşarsa onlar Allah'ın sınırlarını ayakta tutacaklarını sanırlarsa, birbirlerine dönmelerinde hiçbiri hakkında bir sakınca yoktur." (el-Bakara, 2/230.)
İslâm'a uygun bir hüllenin şartları şunlardır:
  • Üç defa boşanan kadın iddetini tamamlayacak,
  • Kadın başka bir erkekle sahih nikâhla evlenecek,
  • Bu ikinci evlilikte cinsel birleşme olacak,
  • Ölüm, boşanma veya fesih yoluyla bu evlilik sona ermiş bulunacak,
  • Kadın, ikinci kocadan olan iddetini tamamlamış olacak.
Boşama şartıyla yapılacak hülle evliliği Hanefi ve bazı Şâfiîlere göre tahrimen mekruh olmakla birlikte geçerlidir. Anlaşmalı evlilikte konuşulan şart yok sayılır. Hz. Peygamber; anlaşmalı hülle evliliği yapana ve kendisi için böyle bir nikâh yapılana lanet etmiştir. (Ebû Dâvûd, Nikâh, 15; Tirmîzî, Nikâh, 27; İbn Mâce, Nikâh, 33.)
İmam Malik, Ahmed b. Hanbel, ve Şâfiîlerin çoğunluğuna göre, anlaşmalı hülle evliliği batıldır. Dayandıkları delil: Hz. Peygamber'in hülle yapana ve yaptırana lanet etmesi, geçici evliliği üstlenen erkeğe "kiralık teke" ifadesini kullanmasıdır. (bk. el-Kasani, el-Bedayi, III, 187 vd; el-Meydani, el-Lübab, III, 58; İbn Rüşd, Bidayetü'l-Müctehid, II, 86 vd; İbn Kudame, el-Muğni, VI, 645 vd.)

16 - Bir defada üç talakla boşamanın hükmü nedir?
Ashab-ı kiram ve tabiilerin büyük çoğunluğu ile, dört fıkıh mezhebine göre, bir sözle kadın üç talak ile boşansa üç boşama hakkı birden kullanılmış olur. Eşine karşı: "Seni üç talakla boşadım", "Seni üçten dokuza kadar boşadım" veya "Seni yüz talakla boşadım" demek gibi.
Dayandıkları delil Kitap ve Sünnettir. Kur'an-ı Kerim'de boşama sayısı mutlak olarak gelmiş, bir ile üç arasında ayırım yapılmamıştır. "Eşlerinizi boşadığınız zaman iddetlerinde boşayın" (et-Talak, 65/1.) "Boşama iki defadır. Sonra ya iyilikle geçinmek veya güzellikle ayrılmak gerekir." (el-Bakara, 2/229.)
Bir sözle üç boşamanın gerçekleşeceğini ifade eden çeşitli hadis-i şerifler vardır. Ezcümle:
Ubade b. es-Samit (r.a) diyor ki: Benim dedem bir karısını bin talakla boşamıştı. Hz. Peygamber (s.a.s)'e giderek hükmünü sordum. Allah elçisi şöyle buyurdu: "Kadın Allah Teala'ya isyan içinde üç talakla boş olmuş, 997 de haddi aşma ve zulüm olarak kalmıştır. Yüce Allah dilerse onu cezalandırır, dilerse affeder." (eş-Şevkani, Neylü'l-Evtar, VI, 232; İbnü'l-Hümam, Fethu'l-Kadir, III, 25, 26)
Ebu Hafs el-Mahzumi karısı Fatıma binti Kays'ı üç talakla boşamıştı. Fatıma (r. anha) mesken ve nafaka ihtiyacı îçin Rasûlullah (sa.s)'a başvurmuş, ancak kendisine mesken verilmemiş ve nafaka da bağlanmamıştır. (Müslim, Talak, 38) İslâm fakihlerinin çoğunluğu şöyle diyor: "Eğer üç boşama geçerli sayılmasaydı mesken ve nafakadan mahrum edilmezdi."
Çok az sayıda bazı sahabilerle, bazı Şii ve Zahirilere göre bir sözle üç boşama bir boşama sayılır. İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye ile tabileri de bu görüşe katıldılar. Dayandıkları delil, Müslim'in İbn Abbas (r. anhüma)'dan rivayet ettiği şu hadistir:
"Hz. Peygamber ile Ebu Bekir (r.a) zamanında ve Hz. Ömer'in hilâfetinin ilk iki yılında üç talak bir idi. Sonra Hz. Ömer dedi ki: Halk kendilerine mühlet verilmiş bulunan bir iş konusunda acele gösterdiler. Biz de onu kabul etsek dedi ve bunu geçerli saydı." (Müslim, Talak, 2, II, 1099; Ebû Dâvûd maa Avni'l-Ma'bud, II, 226, 227.)
Bu hadis, Hz. Ömer'den önceki dönemde bir sözle üç talakın bir boşama sayıldığını açıkça ifade etmiyor. Ancak halkın boşama işinde acele etmeyip, eşini ric'i talakla boşamayı tercih ettiğini ve evliliğin devam etmesi için bir açık kapı bıraktığını belirtmiş oluyor. Ancak Hz. Ömer devrinde halk eşini artık bir talakla değil üç talakla boşamaya başladı. Hz. Ömer de onu üç olarak kabul etti.
Diğer yandan yukarıdaki İbn Abbas hadisini ondan yalnız Tavus rivayet etmiştir. Tavus ise salah hali bulunan bir ravi olmakla birlikte hadis rivayetinde çok hata yapmakla itham edilmiştir. Said b. Cübeyr, Mücahid, Ata, Amr b. Dinar ve diğer bir grup müctehid yine İbn Abbas'tan bunun aksini nakletmişlerdir. Hatta bizzat İbn Abbas'ın bir defada üç talakla beynunet-i kübra'nın meydana geleceğine fetva verdiği rivayet edilmiştir. (bk. İbnü'l-Hümam, a.g.e, III, 25; el-Cassas, Ahkamü'l-Kur'an, l, 378 vd; İbn Rüşd, a.g.e, II, 52, 53; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam Hukuku, s. 365-374.)

17 - Bir erkek ayrı ayrı cümlelerle eşini üç defa boşasa ne yapmak gerekir?
Bir kimse eşine karşı üç defa ayrı cümle halinde; "Seni boşadım" dese, eğer her cümle ile ayrı bir boşama kasdetmişse üç boşama, ikinci veya üçüncü cümlelerle birinciyi te'kid veya haber verme kasdetmişse bir boşama meydana gelir. (Sahih-i Müslim, terc. (A. Davudoğlu.), VII, 443; el-Askalani, Buluğu'l-Meram, (terc. A.Davudoğlu), III, 367)

18 - Evlat edinmek caiz midir?
İslâm'dan önce evlat edinmek yaygın bir adetti. Hatta Hz. Peygamber de, nübüvvetinden önce bu örfe göre Zeyd b. Harise'yi evlat edinmişti. Çünkü daha önce köle statüsünde olan Zeyd'i babası ve amcası satın alıp serbest bırakmak istemiş, Hz. Peygamber ise onu; dilerse kendi yanında kalma, isterse ailesinin yanına dönme konusunda muhayyer bırakmıştı. Bunun üzerine Zeyd; Hz. Peygamber'e hitaben: "Senden başka bir kimse istemem, sen hem babam hem de amcam yerindesin" dedi ve Rasûlullah'ı tercih etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber onu evlat edindi. Evlatlık evlat edinenin oğlu, kızı olarak anılır, mirasçı olur, eşi de gelin kabul edilirdi.
İslâm evlatlık müessesesini kaldırdı ve her çocuğun nesep hısımlarına nispet edilmesi prensibini getirdi. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Muhammed sizin erkeklerinizden kimsenin babası değildir." (el-Ahzab, 33/40.) "Çocukları babalarına nispet ederek çağırınız. Bu, Allah'ın nezdinde daha doğru ve adalete daha uygundur." (el-Ahzab, 33/5.) Hatta Allahu Teala, Rasulüne evlatlığı Zeyd'in boşadığı Zeynep binti Cahş ile evlenme izni vererek evlatlığın evliliğe yansıyan yönünü de kaldırdı. Bu evlilik ayette şöyle ifade buyuruldu.: "Madem ki Zeyd o kadından ilişiğini kesti, biz onu sana zevce yaptık. Ta ki evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri eşlerini almakta müminler üzerine günah olmasın." (el-Ahzab, 33/37.)
Ancak şunu belirtelim ki, bir yetim veya öksüzün ya da yoksulun himayesi, okutulup evlendirilmesi, bir iş sahibi yapılması İslâm'da büyük ecir kazandırır. Kendi nüfusuna tescil yaptırmaksızın bu gibi himaye ve yardımları İslâm teşvik eder. Bunlar bir çeşit manevi evlat olur. Fakat bu durum mirasçı olmayı, nesep hısımı sayılmayı ve erginlik çağından sonraki mahremiyeti ortadan kaldırmaz. Allah elçisinin şu hadisi ile bu konuyu noktalayalım: "Kim İslâm'ı devirde, babası olmadığını bildiği halde, babasından başkasına mensup olduğunu iddia ederse ona cennet haram olur." (Müslim, İman, 114)

19 - Tüp bebek uygulaması caiz midir?
Nikâhlı eşler arasında sun'i tohumlama yoluyla çocuk sahibi olmak mümkün ve caizdir. Nitekim, eş-Şirbînî de, bu konuda şöyle der: "Bir kadın ihtilam olmuş kocasının menisini cinsel organına yerleştirmek suretiyle gebe kalsa, doğan çocuk meşrudur ve kadın bu işlemden dolayı günahkâr olmaz" (eş-Şirbini, Muğni'l-Muhtac, III, 384) Aşılama ve ceninin gelişmesi aşamalarında tıbbi usullerden yararlanarak çocuk sahibi olmak da bu niteliktedir. Ancak spermin evli olmayan kimselerden alınıp aşılama yapılması veya doğumu gerçekleştirmede aracı bir kadın kullanılması bir çeşit zina olur. Çocuğun annesi doğuran kadın, nesebini reddetmediği sürece bu kadının nikâhlı kocası da babası olur.
Kısaca suni aşılama veya tüp bebek uygulaması tıbbi bir tedavi yöntemi olup, yalnız karı koca arasında olmak şartıyle caizdir.

20 - Müslümana mahsus özel bir elbise şekli var mıdır?
Müslüman erkek veya kadının örtülmesi gereken yerler ayet ve hadislerle belirlenmiştir. Bu dışarıda erkeğin göbekle diz kapağı arası, kadının ise el, ayak ve yüz dışındaki bütün vücudunun örtülmesi şeklinde olur. Allah elçisi belli bir elbise modeli üzerinde durmamıştır. Gerek Hz. Peygamber ve gerek dört halife döneminde çeşitli giyim kuşamı olan topluluklar İslâm'a girmiş fakat bunlara modeli belirli Standard elbise tipi öngörülmemiştir. Yalnız şu dört çeşit elbise bundan müstesnadır:
a) Küfür alameti taşıyan elbise. Hz. Peygamber, bir gün İbn Amr'ın üzerinde usfur ile boyalı elbise görmüş ve bunun ehl-i küfre ait olduğunu bildirerek giyilmemesini, hatta yakılmasını emretmiştir. Bazı bilginler bu yasağı haramlığa bazısı ise kerahete hamletmiştir. (Ali Nasif, Gayetü'l-Me'mül, Mısır, 1381, s. 156.)
b) Erkek için ipek elbise. Çeşitli hadislerde ipek elbisenin erkeklere haram olduğu ifade edilmiştir. (bk. Buhârî, Libas, 38, Cenaiz, 2, Hibe, 28; Nesâî, Zinet, 40, Tatbik, 7; İbn Mâce, Libas, 19.)
c) Erkeklerin kadın elbisesi, kadınların da erkek elbisesi giymesi caiz değildir. Çünkü Rasûlullah karşı cinse benzemeye çalışan erkek veya kadına lanet etmiştir. (Buhârî, Libas, 61; Ebû Dâvûd, Libas, 28; Tirmîzî, Edeb, 34; İbn Mâce, Nikâh, 22.)
d) Başkalarına karşı büyüklük taslamak için giyilecek elbise. Hz. Peygamber kibirlenmek için giyilecek elbiseyi yasaklamıştır. (Ebû Dâvûd, Libas, 5, IV, 44, H. No: 4029.)

21 - Kıyafette gayri müslimlere benzemenin anlamı nedir?
İslâm, ehl-i küfre ve fasıklara benzemeyi yasaklamıştır. Küfür alameti sayılan bir elbiseyi giymek küfür, fısk ehline mahsus bir elbiseyi veya bir müslümanın karşı cinse mahsus bir elbiseyi giymesi fısktır. Burada yasaklanan kötüyü taklittir. Çünkü giyimdeki sembol özelliği zamanla insanın düşünce yapısına, kalbindeki inancına yansır ve orada izler bırakır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bir topluluğa benzeyen onlardan olur." (Ebû Dâvûd, Libas, 4; Ahmed b. Hanbel, II, 50.) "Bizden başkasına benzeyen kimse bizden değildir." (Tirmizi, İsti'zan, 7.) eş-Şirbinî; bir beldede bir ilim adamının mutat olmayan bir kaftan ve başlık giymesi onun kişiliğini zedeler ve şahitliğinin reddine sebep olur, der.

kaynak = cağrıweb
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 04:56
KENCISii - avatarı
KENCISii
Ziyaretçi
31 Ekim 2007       Mesaj #14
KENCISii - avatarı
Ziyaretçi

İSLAM da EVLİLİK


İslam Dini, her sahada olduğu gibi evlilik konusunda da ince eleyip sık dokumaktadır. Çünkü aile, İslam toplumunun can damarı, sarsılmaz temeli ve köşe taşı konumundadır. Aile yapısı ne kadar sağlam olursa, toplum o denli sağlam ve sağlıklı olur. Ailenin temel taşları, dikili direkleri ise anne ve babadır.
Sağlam ve sağlıklı, huzurlu ve mutlu, kalıcı ve sürekli, tutarlı ve dengeli bir toplum hedefleyen İslam, bu toplumu oluşturan ailelerin kuruluşunda izlenecek yolu, çok açık bir biçimde ortaya koymuştur.
Ailenin oluşumunda en önemli öğe, eş seçimidir. Kadın olsun erkek olsun eş seçimi, mü'minlerin en çok dikkat etmeleri gereken hususların başında gelmektedir. Eş konusunun çok titiz bir şekilde çözümlenmesinden sonra Müslüman için hayat daha anlamlı, daha kolay ve daha rahat olacaktır. Herşeyden önce yüce Allah'ı razı etme konusunda, bu durum çok açık bir şekilde kendisini gösterecektir.

Alemlerin Rabb'i olan yüce Allah'ı razı etme konusunda Müslüman eşler, birbirlerine yardımcı olacak, birbirlerinin eksikliklerini giderecek, birbirlerini teşvik edecek ve ideal Müslüman bir aile örneğini ortaya koyacaklardır. Böyle bir aile ortamında filizlenip yeşerecek çocuklar da toplumda örnek insanlar olacaklardır. Böyle insanlardan teşekkül edecek bir toplum ise, diğer toplumlar içinde örnek bir toplum olarak varlığını idame ettirecektir.
Kur'an'ı Kerim, sağlam prensipler ve temeller üzerine bina edilecek bir evliliğin, hayırlara vesile olacağını bildirmiş, bunun için aynı davaya inanan insanların bir araya gelmelerini istemiştir.
"Müşrik kadınlarla, onlara inanıncaya kadar, evlenmeyin. (Müşrik kadın) hoşunuza gitse dahi, mü'min bir câriye, müşrik (hür) bir kadından iyidir. Müşrik erkekler de inanıncaya kadar, onları(mü'min kadınlarla) evlendirmeyin. (Müşrik erkek) hoşunuıa gitse dahi, mü'min bir köle, müşrik bir adamdan iyidir. (Zira) onlar ateşe çağırıyorlar. Allah ise izniyle cennete ve mağfrete çağrıyor. İnsanlara ayetlerini (böyle) açıklıyor ki öğüt alsınlar" (2 BAKARA, 221)

İslam, evliliğin uzun ömürlü olması için iyi bir eş seçiminin yapılmasını esas alır. Yuvanın huzur, uyum, mutluluk ve karşılıklı güvene dayanan prensipler üzerine bina edilmesi için, bu yuvada din unsurunun ön planda olması gerekir. Çünkü din unsuru, insan yaşlandıkça artar, güzelleşir, gelişir ve bağları kuvvetlendirir. Oysa zenginlik, güzellik, soy-sop gibi unsurlar, hem geçici hem de insanın kibrini artırdığı için, huzursuzluğun temel nedeni sayılmaktadır.
İşte bu nedenle; Hz. Peygamber(a.s): "Kadın, dört şeyi için nikah edilir; malı, soyu, güzelliği ve dini; sen dindar olanını seç ki, evin bereket bulsun" buyurmuştur. (Kütüb-i Sitte ve İmamı Ahmed'in Müsned'i ile İslam Fıkıh Ansiklopedisi)
Diğer bir hadisi şerifte de Rasulullah(a.s), malın ve güzelliğin getirdiği problemlere dikkat çekerek evlilikte dindarlık dışındaki bir tercihi açıkça yasaklamıştır.

"Kadınları güzellikleri için nikahlamayınız, olur ki güzellikleri ahlakça düşmelerine sebep olur. Onları malları içinde nikahlamayın, zira malları azgınlıklarına yol açabilir. Kadınları dindarlıktan dolayı nikahlayın. Şüphesiz dindar olan yırtık elbiseli bir cariye (böyle olmayanlardan) daha üstündür." (İslam Fıkıhı Ansiklopedisi 9.C SH. 14)
Kur'an ve Sünnet'in ortaya koyduğu esaslardan anlaşılacağı gibi, sağlıklı bir İslam toplumurıun oluşabilmesi için, mü'min erkek ve kadınların birbiriyle evlenmeleri esastır. Ancak böyle bir evlilik sonunda, İslami esaslar insanlara daha iyi bir şekilde ulaştırılabilir.

Erkek veya kadından birinin, mücadeleci ve davetçi bir Müslüman, diğerinin ise bunun zıddı olması, o mücadeleci Müslüman için en büyük zulüm, İslami esaslara vurulmuş çok büyük bir darbe ve İslami hareketi daha başında iken akamete uğratmaktır. Müslümanlar, evlilik konusunda çok hassas olmalıdırlar. Her ne olursa olsun, yeter ki evlilik olayı vukubulsun amacıyla evliliğin yapılmasını, İslam hoş görmemektedir. Her konuda olduğu gibi evlilik de, Müslümanların Allah'a yaklaşmasını temin eden bir vasıta olmalıdır. Aksi halde Müslüman, kendi tekerinin önüne kendisi taş koyacak ve kendi kendisini Allah yolundan alıkoyacaktır. Güzellik veya yakışıklılık, mal, servet için yapılan bir evlilik, İslami hareketin önüne konulmuş en büyük engeldir. Çünkü, evlilik olayı başka bir şeye benzemiyor ki, beğenmediğin zaman bozup yeniden iyisini yapasın. Mesela eş alımı, bir ayakkabı, bir elbise, bir araba alımı gibi değildir ki bozuk arızalı çıktı diye gidip yenisiyle değiştirilsin. Hiç kimse eşi geçimsiz, kendisini beğenmişin biridir diye, ailesine gidip 'kusura bakmayın bu iyi çıkmadı, bana varsa daha iyi birini verin diye talepte bulunamayacağı için, işi baştan sağlam tutmak en iyisidir.İşte bunun için İslam, işi baştan sağlam tutarak, mü'minlerin birbirleriyle evlenmeleri emretmiştir.

Müminler, içinde yaşadıkları toplumun değer yargılarını değil, İslami değer yargılarını esas almalıdırlar. Allah ve Rasulü'nün ortaya koyduğu değer yargıları, toplumun değer yargılarındarı daha üstündür. Bir evlilik olayında, toplumun değer ölçülerine göre değil, Allah ve Rasulünün ortaya koyduğu değer ölçülerine göre hareket esas olmalıdır. Çünkü Allah ve Rasulû’nün ortaya koyduğu ölçüleri, nefsani istekler için terketmek, apaçık bir sapıklıktır. Sapıkların ise Müslüman olmaları şöyle dursun, Allah ve Râsulü'ne savaş açan kafirler olduğu gerçeğini, Kur'an bize bildirmektedir.
"Allah ve Rasülü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık mü'min bir erkek ve kadına, o işi -kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Rasulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur." (33 AHZAB, 36)
Bu yüce uyarının nuzül sebebi, siyak ve sibakı incelendiği zaman, Allah ve Rasulü'ne iman edip teslim olan mü'minlerin, evlenme ve boşanma konusunda da Allah ve Rasulü'ne tabi olmaları gerektiği anlaşılmaktadır. Bu uyarıdan hemen sonra gelen ayette, Hz. Zeyd bin Harise ile Hz. Zeyneb binti Cahş'ın evliliğindeki olumsuz durumlar ortaya konulmakta, uymaları gereken kurallar bildirilmektedir.

Allah ve Rasulü'nün hükümleri, her konuda olduğu gibi, evlilik konusunda da bugünkü Müslümanları bağlamaktadır. Heva ve heveslerine uymuyor diye, Allah ve Rasulû nün hükümlerini gözardı edenlerin, Müslüman olmaları mümkün değildir.
Şimdi Kur'an ve Sünnet, evlenecek eşlerde dindarlık hususunu ararken, Müslüman olduklarını söyleyenler yakışıklılık, güzellik, zenginlik, soy-sop gibi özelliklere aldanarak eş seçmeye kalkışmaktadırlar. Hele bu özelliklere sahip olanların tevhidi görüşte olup olmadıklarını araştırmayanlar, kendi ateşlerini ellerine alarak cehennemin yolunu tutmuşlardır.

İslam, bir yaşam biçimidir; evlenmekten boşanmaya, yemeden içmeye, yürümekten oturmaya, ibadetten çalışmaya, ticaretten siyasete, barıştan savaşa kadar tüm hareketlerini, İslami esaslar doğrultusunda düzenleyenler, gerçekten Müslüman olanlardır. İslami esasların bir bölümünü alıp bir bölümünü bırakanların ise, müşrik olduklarını Kuran'ı Kerim bildirmektedir.
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 04:57
Demir YumruK - avatarı
Demir YumruK
Ziyaretçi
4 Kasım 2007       Mesaj #15
Demir YumruK - avatarı
Ziyaretçi

Cenab-ı Hak buyuruyor:


"Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır." (Nisa Suresi / 3)

Ayette açıkça görülmektedir ki, birden fazla 2,3 nihayet 4 kadınla evlenme; mutlaka yapılması gerekli farz ve vacib kabilinden bir emir değil, bir müsaadedir. Ancak bu izin, kadınlar arasında tam bir adalet yapmaya bağlanmış, Bir tek zevce ile yetinmenin, adalete en yakın ve en doğru yol olduğu belirtilmiş; adaleti yerine getiremeyeceğinden korkanın, tek kadınla yetinmesi emredilmiştir.

ÇOK EVLILILIK KONUSUNDA ISLAM PRENSIPLERI


1) Adetin sınırlandırılması : Cahiliye devrindeki erkeğin hudutsuz evliliğine sınır getirilmiş. Bu ayetin nuzulünden sonra Resulullah'ın emriyle 4'den fazla hanımı olanlar, fazlalarını boşadılar.
2) Eşler arasında adaletin gözetilmesi : Zevceler arasında adalet, yedirme, içirme, giydirme, barındırma, kocalık muamelesi, sevgide gösterilecektir. Yalnız şu varki, insanın sevgi hususunda tam bir eşitlik gösterebilmesi, imkansız denecek kadar zordur. Kadının çeşitli fiziksel ve ruhsal özellikleri sevginin derecesindeki farklılıkları meydana getirecektir. Erkek ne kadar eşitlik konusunda çaba harcasa da bunu başarması imkansız derecesindedir.

Cenab-ı Hak buyuruyor:


"Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bâri birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, günahtan sakınırsanız Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Nisa Suresi / 129)
Bu ayet-i kerimeyle Cenab-ı Hak erkekleri kadınlarına sevgi ve muhabbet hususunda mutlak bir eşitlik göstermekten afvetmiş. Sadece erkeğin bir tarafa bütün bütün meyledip ötekinden yüz çevirmesini yasaklamış, elinden geldiği kadar eşit davranmaya çalışmasını emretmiştir. Bir hadis-i şerifte bu hususla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"İki zevcesi olup da birine tamamen meyledip diğerini ihmal eden kimse, kıyamet gününde, bir yanı felçli olarak gelir."
(Hadis-i Şerif)

Kadın yaratılışı itibariyle erkeğini normal şartlar altında ikinci bir kadınla paylaşmaya razı olmadığı gibi, hiçbir kadın da mecbur kalmadan evli bir erkekle hayatını birleştirmek istenmez.
Çok evliliğin hak olduğuna inanmak imanın gereğidir. Ancak, buna inanmak kadının, kocasının kendi üzerine evlenmesini onaylayarak rıza göstermesi, tasvip etmesi zorunluluğunu getirmez.
Hiçbir mümin babadan da kızı üzerine damadının ikincisi, üçüncüsü veya dördüncü kadını almasını olgunlukla beklenemez. Kadının kıskançlık fıtratı ve babalık şefkati buna engeldir. Nitekim:

Peygamberimizin kızı Hz.Fatıma, kocası Hz.Ali'nin ikinci bir kadınla evlenmek istemesine karşı çıkmıştır. Peygamberimizin terbiyesinde büyüyen Hz.Fatıma'nın, kocasının ikinci evliliğine karşı çıkması caiz olmasaydı. Allah Resulü onu ikaz eder, kocasının arzusuna boyun eğmesini emrederdi. Halbuki durum öyle olmamış, bilakis kızının üzüldüğünü gören Allah Resulü, damadı Hz.Ali'nin bu arzusundan vazgeçmesini istemiş, eğer vazgeçmezse ancak Fatıma'yı boşadıktan sonra evlenebileceğini bildirmiştir. Hz.Ali'nin Fatıma'nın üzerine evlenip onu üzmesine razı olmamıştır.
Allah resulünün bu davranışında, müslüman kız ve babalarının damadın ikinci evliliğine karşı çıkabilecekleri hususunda ruhsat vardır.

Sözün özü: İslam çok evliliği ne emir ne de tavsiye etmiştir. Sadece bazı zaruri hallerde müsaade etmiştir. Zaten yukarıdaki olayı naklettikten sonra diyecek bir şey olmasa gerek.

Kaynaklar:
1) Bu yazının hazırlanmasında büyük ölçüde, Sayın Mehmet Dikmen tarafından kaleme alınan "İslamda Kadın Hakları" eserden yararlanılmıştır.
2) Elmalı Tefsiri
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 04:57
KENCISii - avatarı
KENCISii
Ziyaretçi
4 Kasım 2007       Mesaj #16
KENCISii - avatarı
Ziyaretçi

Evlenmeden önce, evlenilecek adayla görüşmede ölçüler nelerdir ?


Evliliğe niyet etmek, sonsuz bir beraberlik için atılan ilk adımdır. Kişi henüz bu niyet safhasında iken meseleyi ciddîye alır, ölçülü ve mâkul davranırsa, ilerisi için sıhhatli ve huzurlu bir yaşayışın temelini atmış sayılır.Çünkü yaratılış, mizaç ve huy bakımından farklı olan değişik çevre ve muhitte yetişen iki ayrı insanın beraberliği söz konusudur. Aile hayatının istenilen şekilde olması ve arzu edilen saadet ve huzurun temini açısından ilk teşebbüslerdeki davranışlar mühim bir yer tutmaktadır. Mesut bir yuvanın fertleri hem dünyaları, hem de dinî hayatları bakımından kazançlı kimselerdir. Geçimsiz bir evde ise, maddî ve manevî sarsıntıların her an ortaya çıkması mümkündür. İşte, yuvanın temeli atılırken, dikkatli, ihtiyatlı ve akıllıca hareket etmek lâzımdır.

Evlenmeye teşebbüs eden insan, ilk olarak araştırma ve soruşturmaya başlar. Müsait bir aday bulunca, nasıl bir insan olduğunu öğrenmek için görmek ve bazı hususiyetlerini bilmek ister. Bu hal, şahsın bizzat kendisi tarafından yapılabildiği gibi, yakınları veya itimat ettiği kimseler tarafından da gerçekleştirilebilir. Bu meselede dinimizin gösterdiği yol ve tavsiye ettiği usûl en mâkulü ve en isabetlisidir.

İstenmeyen birtakım durumların ortaya çıkmasını baştan önlemek için tarafların birbirlerini görmeleri istenmiş ve bu görme sünnet olarak vaz edilmiştir. Ashabdan Muğire bin Şube, bir gün Peygamberimize gelerek bir kadınla evlenmek istediğini söyler. Resul-i Ekrem Efendimiz, "Onu gördün mü?" diye sorunca, "Hayır" der. Bunun üzerine Peygamberimiz, "Git, o kadına bak. Çünkü bakman, evlendiğinizde aranızda ülfet [uyuşma, geçim> ve sevginin devam etmesi için daha uygundur" buyururlar. Hz. Muğîre, Peygamberimizin dediğini yapar, daha sonra kadınla evlenir. Hz. Muğîre, Peygamberimizi tavsiyesi üzerine yaptığı bu evlilikten mesut olduğunu ve çok iyi anlaştıklarını söylemektedir.(1)

Yine bir başka Sahabi Peygamberimize gelerek, Ensâr kadınlarından birisiyle evlenmek istediğini söyler. Peygamberimiz, ona da "O kadına baktın mı?" diye sorar.Görmediğini söyleyince Resulullah, "Öyleyse git, o kadına bak. Çünkü Ensarın gözlerinde bir şey vardır" buyurur.(2)
Rivayetlerde Ensar kadınlarının bazılarının gözlerinin küçük veya gece körlüğüne müptelâ olduğu bildirilmektedir. Muhammed bin Mesleme'ye de Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: "Allah, bir erkeğin kalbine bir kadınla evlenme isteğini attığı zaman, artık onun o kadına bakmasında hiçbir beis yoktur."(3)

Ulemâdan Âmeş ise bu hususta şöyle demektedir:"Hangi evlenme ki bakmaksızın ve tetkik etmeksizin olmuştur, sonu üzüntü ve sıkıntıdır."(4)

Bütün mezhep imamları evlenmek niyetinde olan kimsenin talip olduğu kadına, kadının da erkeğe bakmasının caiz olduğu hükmüne varmışlardır. Ancak, bu görüşme esnasında, kadının yanında mahremlerinin birisinin bulunması şartı aranmaktadır. Çünkü taraflar her ne kadar evlenmek niyetiyle bir araya gelmişlerse de, nikâh olmadığı müddetçe birbirlerine yabancı ve nâmahremdirler. Yalnız olarak bir arada bulunmaları doğru olmaz.

Tarafların birbirlerini görmeleriyle sadece güzellik veya çirkinlikleri belli olur. Fakat, diyanet ciheti, ahlâkı ve ev hanımında bulunması gereken özellikleri ise, ya bizzat kendisi sorar veya sözlerine güvendiği bir kimse vasıtasıyla öğrenebilir. Bu meselede dikkat edilmesi gereken en mühim husus, tarafların açık fikirli ve iyi niyetli olmalarıdır. Daha işin başındayken alışkanlık ve huylarını anlatmalıdırlar. Hattâ sevip sevmediği yemeklere varıncaya kadar konuşmalarında fayda vardır. Sadece beğenilen huyların bahsedilmesi, hususî mizaç ve alışkanlıklardan söz edilmemesi, ileride bazı rahatsızlıklara meydan verebilir.

Çok kere tarafların yüz yüze konuşmaları mümkün olmaz. Bu durumda her iki adayın durumu bir başkası kanalıyla öğrenilir. Bu hususta îmam-ı Gazalî Hazretleri şu tavsiyede bulunmaktadır: "Kadının gerek ahlâkını ve gerekse güzelliğini, ancak, doğru, basiret sahibi, iyiye kötüyü birbirinden ayırd edebilen birisinden öğrenmelidir. Kendisiyle istişare edilen kişi, istenilen kıza fazla taraftar olmamalı ki, kızın vasıflarını olduğu gibi anlatsın. Aynı zamanda bu kişi kızı sevmeyen birisi de olmamalı ki, onun iyi vasıflarını gizleyip, meziyetlerinden gereği gibi bahsetmemesi durumu ortaya çıkmasın.Çünkü insan tabiatı, evliliğin başlangıcında ve kendisiyle evlenilmek istenen kadınların vasfında ya ifrata veya tefrite meyledicidir. Bu hususta normal hareket edip, gerçeği söyleyen pek azdır. Bu sebeple, ihtiyatlı hareket etmek, hanımından başkasına gönül vermekten korkan bir mü'min için çok mühimdir."(5)

Gerçekten de, çevremizde mübalağacı bazı kadınların erkeği veya kızı aşırı derece övmesi, onlarda bulunmayan vasıfları bir bir sayması büyük mahzurlara yol açmaktadır. Evlilik gerçekleşip, eşler bir araya geldiklerinde, birbirlerinde söylenenleri bulamayınca huzursuzluklar başlamaktadır. Bunun için, herşeyi olduğu gibi anlatmalı, ifrata ve tefrite kaçmamalıdır.
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 04:58
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
25 Kasım 2009       Mesaj #17
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın

EVLENME


Evlenmenin önemi.


Yüce Allah; kadın ile erkeği birbiriyle mutlu olmaları için yaratmış, aralarında sevgi ve merhamet duygusunu vermiştir. Kur'ân da şöyle buyrulmaktadır: Rum 30/21: «Birbirinizle huzur ve sükûnet bulasanız diye, size kendi cinsinizden eşler yaratıp, aranıza sevgi ve merhamet koyması, Allah'ın ayetlerindendir.» Karşıt cinslerin ayrı yaşamamaları, birlikte olmaları yaratılışa en uygun olanıdır. Bunun da en ideal şekli evlenmektir. Eşler İlâhî Yasalar'a uygun tarzda hayat arkadaşlığı yapacak,yuva kurup çoluk çocuk sahibi olacaklar ve hem de cinsel ihtiyaçlarını karşılayacaklardır. Böylece canlılarda bulunan neslin devamı iç güdüsü de tabii olarak karşılanmış olacaktır. Kur'ân, insanları zengin veya fakir de olsalar evliliğe teşvik etmektedir:Nur 24/32: «Sizden bekar olan kimseleri evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah lûtfu ile onları zengin eder. »

Nikahın yapılışı.


Ülkemizde evlilik işlemi, Devletin kontrolünde Belediyelere verilmiştir. Adayların evlenme ehliyeti ve engelleri kontrol edildikten sonra uygun şartlarda olanlar, iki şahit huzurunda görevli memur tarafından nikâh sözleşmesi yapılarak evlenirler. Nikâh, bilhassa kadının güvencesi açısından çok önemlidir. Kur'ân' da şöyle buyrulmaktadır : Nisa 4/21: «...Kadınlar siz erkeklerden sağlam bir teminat almışlardı.» Nikâh sözleşmesi ile ilgili olmamakla beraber, evlenme gibi önemli ve ailenin temellerinin atıldığı bir olayda; dua etmek, Kur'ân'dan ayetler okumak gibi ruhsal yönden mutluluk verici davranışlar da yapılabilir. Hıristiyanlar da ve Museviler de evlenmeler; Belediyede yapılan resmi nikâhtan sonra, dini bir sözleşme olarak Kilise ve Sinagog'da da yapılmaktadır. Osmanlı döneminde nikâh yetkisi ile kadılara (hakim) verilmiş, onlar da özel olarak bazı şahısları vazifelendirmişti. Ayrıca mahalle imamları da kadı (hakim)in kontrolü olmaksızın evlendirme yapabiliyor, bu sözleşmeye de halk dilinde imam nikâhı deniyordu.

Evliliğin devamlılığı için Kur'ân, öncelikli olarak erkeklerin hanımları ile iyi geçinmesini öğütler. Aile kurumunun korunması ve devamlılığında, kocaya daha kapsamlı bir sorumluluk verir. Evliliğin en önemli şartı olan, ırz ve namuslarını korumaları için eşleri uyarır. Geçimsizliklerde taraflara sabır ve hoşgörü tavsiye eder. Eşlerin arasını bulma görevini, tarafların uygun göreceği hakemler vasıtasıyla olmasını öğütler. Karı-koca boşanmak için kesin karar verirlerse, ayrılmanın karşılıklı haklara saygılı olarak güzellikle olmasını ister.

EVLENME ÖNCESİ HAZIRLIK DÖNEMİ


4/24 : ...Evlenmesi yasaklanmamamış hanımları; namuslu yaşamak, zina etmemek şartıyla mallarınızla istemeniz (evlenmeniz) size helâl kılındı...

Kadın ile erkeğin ömür böyu devam edecek hayat arkadaşını bulması, bir yuva kurması ve çoluk çocuk sahibi olmasını sağlayacak evlilik, insan hayatında çok önemli bir olaydır. Bunun için eşler arasında tanışma, görüşme ve nişanlılık dönemleri yaşanır. Taraflar bu süre içinde birbirlerini daha iyi tanır, evlilik için daha sağlıklı karar verebilirler. Ülkemizin bazı bölgelerinde eşlerin görücü usulü ile tanışmadan, görüşmeden yapmış olduğu evlilikler, maalesef çoğunluklu olarak mutsuzlukla sonuçlanmaktadır. Kurulacak aile kurumu, cinsler arasında karşılıklı sorumluluk ve yükümlülük getirir. İşte bunun için evliliklerde adaylar karşılıklı görüşerek ön anlaşma yapmalıdır.

Evlilik teklifi, damat adayları tarafından yapılır. Kadınları mallarınız ile istemeniz ifadesinin anlamı; evlenmeyi kararlaştırdığınız hanımlara karşı duyduğunuz saygı ve değerin göstergesi olarak, ikram ve hediyelerinizle onları isteyin. Bu evlilik boyu devam edecek sevgi, saygı ve değerin başlangıcını teşkil edecektir.

Kur'ân, evlilik öncesi erkekleri şöyle uyarıyor : «İffetli (namuslu) yaşamak ve zina etmemek şartıyla» evlenmeniz size helâl kılındı. Bir sonraki ayet olan Nisa 4/25 de de aynı şekilde kadın da uyarılmaktadır : «İffetli yaşamak ve zina etmemek şartıyla »evlenmeniz size helâl kılındı. Böylece evlilik, hazırlık dönemlerinde de sağlam temellere oturmuş olur. Kutsal bir yuva olan ailenin korunması ve devamının sağlanması için, açık hükümlerle evlilik yasaları kurallaştırılmıştır. Kur'ân, evlilik dışı cinsel ilişkileri kesin olarak yasaklamıştır. İnançlı, sağlıklı bir nesil ve toplumun temeli olan aile ancak namuslu, ahlaklı, sevgiye saygıya dayalı evliliklerin eseridir.

KIZLAR KENDİ İSTEKLERİYLE EVLENMELİDİR


24/33 :...Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için, iffetli (namuslu) kalmak isteyen genç kızları fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa, bilmelidir ki zorlanmalarından dolayı Allah onlar için çok bağışlayıcı ve merhametlidir.

Kızlar, özgür iradeleriyle hayat arkadaşını seçmelidir. Ömür boyu birlikte arkadaşlık edeceği, aile kurarak çoluk çocuğa karışacağı eşini kendi isteği ile seçmek, onun en doğal hakkıdır. Aksi takdirde o yuvada birlik ve beraberlik olmayacağı gibi, çocuklarında yetişmesinde önemli sakıncalar olabilecektir. Anne-baba kızlarını; onun isteği dışında geçici dünya menfaatleri için zengin veya yaşlı kimseler ile zor ve baskı kullanarak evlendirmeleri, ancak mutsuzluğu getirir. Allah katında bunun günahı da pek tabii ki ebeveynin olur. Evliliklerde gerek kız ve gerekse erkek tarafı olan ailelerin evlenmelerde yalnızca zenginlik aramaları, çok hatalı bir düşünce tarzıdır. Bir kadının veya erkeğin malına göz dikerek yapılan evlilikler, pek çok olumsuzlukları getirir. Nûr 24/32 : «Sizden bekâr olan kimseleri ...evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah lütfu ile onları zengin eder...» Evlenecek adaylarda; temiz soy, iyi terbiye ve güzel ahlâk aile saadeti için yeterli özelliklerdir.

Maalesef Ülkemizde bilhassa Doğu Bölgeler'imizde, kızların rızaları alınmadan görücü usulü ile evlilikler yaptırılmakta; bunun neticesi olarak sağlıksız bir yuva, mutsuz bir aile ve iyi yetişmemiş çocukların meydana gelmeleri de kaçınılmaz olmaktadır.

EVLİLİK KARŞILIKLI SEVGİ VE MERHAMETTİR


30/21 : Birbirinizle huzur ve sükûnet bulasanız diye, size kendi cinsinizden eşler yaratıp, aranıza sevgi ve merhamet koyması, Allah'ın ayetlerindendir.
24/32 : Sizden bekar olan kimseleri...evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah lütfu ile onları zengin eder...

Kadın ve erkek, dünya yaşamında huzur ve sükûnet bulsunlar diye birlikte yaratılmıştır. Yüce Allah eşlere sevgi ve merhamet sırrını ihsan ederek onları birbirine sımsıkı bağlamıştır. İşte aralarında yanan bu sevgi ve merhamet ışığı, birbirlerine karşı şiddetli bir kavuşma arzusu doğurur. Diğer bir deyişle eşlerde oluşan cinsel istek ve şehvet arzusu, neslin devamı için kendilerine doğal olarak lütfedilmiştir. Bu yalnız insanlarda değil, bütün canlılarda oluş sırrı gereği var olan kuvvetli bir istektir. Kadın ve erkeğin karşılıklı duydukları kavuşma arzusu ile evlenerek birleşen çiftlerin beraberliği, Yüce Allah tarafından lütfedilen ve en büyük manevi güç olan sevgi ve muhabbeti de doğurur. Evlilik ile eşler; cinsel arzu ve isteklerini İlâhî Yasalar'a uygun bir şekilde giderdikleri gibi huzur, sükûn, dayanışma ve paylaşım ihtiyaçlarını da karşılamış olarak mutlu bir yaşama kavuşurlar. Böylece neslin devam etmesine de seve seve aracılık edilmiş olur.

Nikâh;


kadın ve erkeğin hayatın hem sıkıntılarında ve hem de sevinçlerinde bir ömür boyu için yaptıkları arkadaşlık ve ortaklık anlaşmasıdır. Devlet nikâh sözleşmesinin kayıt ve tesçilini hangi makama vermişse o yerine getirir. Belediyeye vermişse Belediye nin Nikâh Memurları, (Bizim Ülkemizde olduğu gibi) yok eğer Müftülüğe vermişse (imamlar) yerine getirir. Nikâh, kadınların haklarını güvence altına alan temel bir anlaşmadır. Nisa 4/21 : «...Kadınlar, siz erkeklerden sağlam bir teminat almışlardı.»

Kur'ân; yalnız zenginleri değil, parasal imkânı az olanları da evliliğe teşvik etmektedir. Ayette belirtildiği gibi, yoksul olanlar da evlendikten sonra Yüce Allah'ın lütfu ile zengin olabilirler. Nikâhın neticesinde kurulan aile; gerek toplumun çekirdeğini teşkil etmesi ve gerekse neslin oluşması bakımından çok önemli bir kurumdur.

EŞLERİNİZE MEHİRLERİNİ VERİN


4/4 : Kadınlara mehirlerini nazik ve cömert bir şekilde örf ve çevrenin kabullerine uygun olarak verin...
4/24 : ...Kendilerinden nimetlendiğiniz kadınların mehirlerini onlara verin. Bir borçtur bu...

Mehir,
Arap-İslâm toplumlarının örf ve adetlerine göre evlenirken erkeğin eşine verdiği veya borçlandığı para veya maldır. Mehrin miktarı, her ailenin ekonomik durumlarına ve çevrenin kabullerine göre tayin edilir. Bu uygulama, kadına verilen değerin ve saygının ifadesidir.

Musevilerde,
İslâmiyet'teki bu geleneğin aksine kızlarına iyi damat adayı bulabilmeleri için, erkeğe drahoma adı verilen para veya mal verme adeti bulunmaktadır. Oysa Kur'ân; servetleri için değil, bizzat kadınların değer ve hakları için onlara mehir verilmesi yükümlülüğünü getirmiştir.

Nimet;
iyilik, lûtuf, rızık, ihsân, yiyecek-içecek gibi manalara gelir. Ayette Kendilerinden nimetlendiğimiz kadınlar ın anlamı ise; kadınların erkeklere verdiği maddî ve manevî destek, hayat arkadaşlığı, cinsel ihtiyaçların giderilmesi ve en önemlisi de çoluk çocuk yapma gibi nimetlendirmeleridir. İşte bu özelliklerinden dolayı erkek karısına borçlanır ki, bu da nazik ve cömert bir biçimde ödenmesi gerekli olan mehir verme yükümlülüğüdür.

Bugün Ülkemizin bir çok bölgelerindeki evlenmelerde kadınlara mehir verme adeti uygulanmamakla beraber, Doğu ve Orta Anadolu Bölgelerimizde mehir verme geleneği halen devam etmektedir.

Kur'ân'da geçici (müt'a) nikâhı var mıdır? Geçici (müt' a) nikâhı, bir erkeğin bir ücret karşılığında belli bir süre için evlenmesidir. Kararlaştırılmış zaman (örneğin bir gün, beş gün, bir ay v.s.) bitince evlilik de sona erer. Halk dilinde Acem Nikâhı da denilen bu tip evlilikler, eski Arap ve İran toplumlarında yaygındı.

Kur'ân; İslâmiyetten evvel ikinci sınıf insan durumuna getirilen kadının bütün haklarını vermiştir. O bir ücret karşılığında geçici olarak faydalanılacak bir varlık değil; ailenin hanımefendisi, gelecek neslin emanet edildiği, çocuğuna karşılık beklemeden sonsuz sevgisiyle bağlı olan fedakâr bir annedir. Evlilik, İlâhî Yasalar ile sağlam temeller üzerine kurulmuş, iffet ve namus kavramı yuva kurmanın ilk şartı olarak belirlenmiştir.

Eski ilkel örf ve adetlerin, İslâmiyet'ten sonra da devam etmesini isteyenler, Nisa 4/24 ayetinin manasını kaydırıp değiştirmek suretiyle müt'a nikâhını, Kur'ân'a fatura etmeye çalışmışlardır. Hz. Peygamber de geçici evliliği uygulamıştı, Hz. Ömer'in halifelik zamanında da kaldırılmıştı. gibi rivayetler, hiçbir zaman müt'a nikâhını yasallaştıramaz. Eğer Yüce Allah geçici nikâhı uygun görse idi, Kur'ân'a açık bir hüküm kordu. Kur'ân'da müt'a nikâhı yoktur ve İslâmiyet'in ruhuna ve hükümlerine de tamamiyle aykırıdır.

EŞLERİNİZE YAKLAŞIN


2/187 : ...Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdıklarını (takdir ettiklerini) isteyin...
2/222-223 : Sana adet halini sorarlar. De ki : O insana rahatsızlık veren bir haldir. Adet hallerinde kadınlardan çekilin, temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman Allah'ın emrettiği yerden onlara varın... Kadınlarınız sizin (evlat yetiştireceğiniz) tarlanızdır. O halde tarlanıza dilediğiniz şekilde varın...

Eşlere yaklaşarak birleşmenin iki eseri vardır: Biri büyük bir lezzet ve zevk, diğeri de nesildir. Her ikisi de Yüce Allah'ın insanlara bir lütfu ve ihsanıdır. Sizin için yazdıklarını (takdir ettiklerini) isteyin. ayetinin anlamı, eşlerle ilişkinin neticesinde, Yüce Allah'tan hayırlı çocuklar vermesini dilemektir. Furkan 25/74 : «Allah'ın iyi kulları (Rabbimiz, bize gözümüzü aydınlatacak...çocuklar bağışla...) diye yakarırlar.»

Kadınların adet hali, onlara rahatsızlık ve sıkıntı veren bir durumdur. Kur'ân hanımlar ile; onların temizlenme süresi olan 3-10 gün zarfında cinsel ilişkiye girilmemesini, ancak bu hal sonrasında normal ilişkinin devam etmesi gereğini vurguluyor. Ayette kadın bir tarlaya benzetilmektedir. Nasıl tarlaya tohum ekilerek bitki yetiştiriliyorsa, kadına da erkeklik hücresi ekilerek çocuk sahibi olunmalıdır.

YUVANIN DEVAMI İÇİN GAYRET GÖSTERME


4/19: Hanımlarınızla iyi ve güzel geçinin. Onlardan hoşlanmadınızsa, bilin ki sizin hoşlanmadığınız bir şeye, Allah çok hayır koymuş olabilir.
4/35 : Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından endişe ederseniz, erkek tarafından bir hakem ve kadın tarafından da bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah, kadın ile erkeğin aralarını düzeltmede başarılı olacaktır.

Kur'ân; toplumun çekirdeğini teşkil eden ailenin iyi işlemesini, bozulup dağılmamasını istemektedir. Bunun için öncelikli olarak erkeğe görev vermiştir : Hanımlarınızla iyi ve güzel geçinin! Her ne kadar eşinizde hoşunuza gitmeyen haller bulunsa ve ondan hoşlanmadıysanız bile, hanımınıza iyi davranmakta sebat edin. Sabır ve katlanma gücü göstermek, daha fazla hayırlara sebep olabilir. Yüce Allah bu evliliğe hayır koymuşsa, gelecek çocukların da aileye neşe ve mutluluk getirebileceği olasılığı vardır. Her bir olay bizlerin bilemediği gizli bir sebebin neticesidir. Bakara 2/216 : «...Sizin için daha hayırlı olduğu halde birşeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir siz bilmezsiniz.» Şu halde kötü gibi gelen bir oluşum, sonunda hayırlara da sebep olabilecektir.

Eğer herşeye rağmen geçimsizlik devam ediyorsa, Kur'ân topluma, hakemler vasıtasıyla eşlerin arasını bulma görevi vermiştir. İslâmiyette ailenin dağılmaması için her çareye başvurulur. Hakemler, normal olarak eşlerin ailelerinden seçilir. Geçimsizlik nedenini araştıran hakemler, bunların giderilmesi için eşleri uyarırlar. Ancak arabuluculuğun samimi ve yapıcı olarak yapıldığı durumlarda, Yüce Allah'ın lütfu ile hakemler başarılı olur ve evlilik kurumu devam ederek yuvanın bozulmaması sağlanır. Evliliklerde zorlukları yenerek iyi geçinmek hedef, boşanmak ise son çaredir.

ANNELER İKİ YIL EMZİRİRLER


2/233 : Anneler, çocuklarını emzirmeyi tamamlamak isteyen kimse için tam iki yıl emzirirler.Onların uygun bir biçimde yiyeceğini ve giyeceğini sağlamak, çocuğun babasına aittir... Eğer ana-baba karşılıklı anlaşma ve danışma sonucu sütten kestirme isterlerse, kendilerine günah yoktur.Çocuklarınızı süt anneye emzirtmek isterseniz, verdiğiniz ücreti güzelce teslim ettikten sonra,bunu yapmanızda bir günah yoktur...

Kur'ân, anne sütüne dikkati çekerek çocuğun beslenmesinde ve gelişmesinde en önemli unsur olduğunu buyurmaktadır. Her zaman taze ve mikropsuz olan anne sütünün tabii protein, vitamin, mineraller ve kazandırdığı bağışıklık sistemi, hiçbir zaman yapma süt ve mamalarda bulunmamaktadır. «Anneler çocuklarını iki yıl emzirirler.» Eğer her hangi bir sebeple anne çocuğunu emziremez ise, tabii olmayan mamaların yerine, çocuk sevgisi taşıyan süt anneler bulup, onların sütleri ile çocuklarını beslemelerinin lüzumu belirtilmektedir. Çocuklara tabii sütün verilmesinin ne kadar önemli olduğu; önce annesinin, eğer mazeretli ise süt annesi tarafından emzirilmesinin lüzumlu olacağı vurgulanmıştır.

Emzirme müddeti iki yıl olduğu belirtilmekle beraber, anne-babanın kararı ve danışması ile bu zaman bir miktar azaltılıp çoğaltılabilir. Süt annelerden doğan akrabalıkların getirdiği evlenme yasağı yaklaşık iki yıl emzirilen çocuklara mahsustur. Hz. Peygamber süt akrabalığı ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur : «Nesep (soy) yüzünden haram olanlar, süt yüzünden de haramdır.»

Çocukların anne sütü ile beslenmesi, anne sevgisine kavuşma yönünden çok önemlidir. Annenin göğsüne yaslanarak süt emen çocuk, ayni zamanda sevgi ve güven ihtiyacına da kavuşmaktadır. İşte böyle bir ortamda yetişen çocuklar, geleceğin sağlıklı nesillerini oluşturarak milletlerin ayakta kalmasını sağlarlar. Ancak günümüzde sihirli besleyici gıda olan anne sütünün yerini, maalesef gıda değeri düşük ve kolay elde edilen yapma mamalar almıştır. Çocuklarımızın beslenme tarzı bu şekilde devam ettiği müddetçe, sağlıksız ve güçsüz bir neslin oluşması da kaçınılmaz olacaktır.
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 04:59
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
CenneT-ul Meva - avatarı
CenneT-ul Meva
Ziyaretçi
14 Ekim 2010       Mesaj #18
CenneT-ul Meva - avatarı
Ziyaretçi

Evlilik,evcilik oyunu degildir


Aile, bir çocuk yapma fabrikası değildir; o, toplumun en hayâtî bir parçası ve milletin de ilk nüvesidir.

Dolayısıyla da o, ne bir kuluçka makinesi, ne de cismânî arzuların tatmin vasıtasıdır. O, kutsal bir müessesedir. Kutsiyetin en belirgin çizgisi de nikâhtır.

Belli prensipler çerçevesinde, meşrû bir akitle çiftlerin bir araya gelmesine nikâh denir ki; bu hedefi, gayesi belli bir anlaşmadır. Allah, nikâh prensipleri içinde olmayan bir araya gelmelere "sifah" ve "zina" nazarıyla bakar.

Din, "nikâh" adı altında böyle bir meşrû birleşmeyi iyi bir milletin temeli, rüknü, esası kabul eder. Ancak, meşrû birleşmeler bile bir gayeye bağlıdırlar. Maksatsız, gayesiz, gelişigüzel evlilikler meşrû sınırları zorlayacağından, bir Müslüman bu konuda oldukça hassastır. Evet, izdivaçtaki hedef, Allah'ı hoşnut ve Resûlullah'ı memnun edecek bir neslin yetiştirilmesi olmalıdır.

Hedefi ve gayesi olmayan izdivaçlar, niyetsiz ameller gibi bereketsizdirler. Gaye olmayınca bazen dinine-diyanetine bakılmadan hiç tanınmayan birisiyle sırf boyuna posuna bakılarak evliliğe benzeyen bir araya gelmeler uhrevî derinliğinin olmaması yanında çok defa imtizaçsızlıklar ve geçimsizliklerle sonuçlanır.

"Gayeli izdivaç", enine-boyuna düşünülerek, hissin yanında aklî-mantıkî olan izdivaçtır. Ve evlenmede "maksat" düşünülerek hareket edildiğinden ailede huzur vardır. Neticesi düşünülmeden ve bir gaye gözetilmeden yapılan evliliklerin neticesinde ise değişik sıkıntılar söz konusudur. Böyle bir yuvada, aile fertleri sürekli huzursuzluk yaşarlar.

Din, bir taraftan evlenmeyi meşrû kılıp onu teşvik ederken diğer taraftan da meseleyi gaye ile sınırlandırmaktadır. Zaten insanın her işinde ve davranışında bir gaye olmalıdır ki, teşebbüs ve atılımlarında da kararlı olabilsin ve o hedefe ulaşmaya çalışsın. Şayet o bir gaye gözetmiyorsa, mesaisini de tanzim edemez ve hiçbir zaman hedefe ulaşamaz.

Herkes mutlaka evlenmeli midir?


Din, izdivaç konusuna, tahminlerin üstünde önem verir. Buna paralel olarak İslâm fıkıhçıları da nikâhı mühim bir mesele olarak ele almış, konuyla alâkalı ciltlerle kitap yazmış ve hassasiyetle üzerinde durmuşlardır. İzdivaç veya nikâh meselesini farz, vacip, sünnet, haram, mekruh kategorilerinde mütalâa etmiş ve biraz da şahısların özel durumuna bağlamışlardır. Bu, şu demektir: Herkes gelişigüzel evlenemez; bir seviyeye gelen insan evlenme mecburiyetinde; hatta bazı kimselerin evlenmesi vacip iken; bir başka vaziyetten ötürü bir diğerinin evlenmesi mekruhtur.

Binaenaleyh, bunları hiç hesaba katmadan, sadece cismânî durumu nazar-ı itibara alarak izdivaç yapan bir insanın, ileride cemiyete yararlı bir aile veya bir çocuk kazandıracağı da şüphelidir.

İslâm hukukçularından Hanefiler ve Malikiler, bu konuda birbirlerine yakın sayılırlar; aradaki farklı düşünceler teferruata aittir. Bu büyük İslâm hukukçularının tespitleri ile arz edecek olursak, nikâhla alâkalı, ana hatlarıyla aşağıdaki gibi bir tasnif ortaya çıkar.

1) Farz olan evlilik


Zinaya düşme ve haram irtikâp etme tehlikesi karşısında bulunan bir kimse, mihir ödeme gücüne ve ailesini geçindirecek kadar nafaka temin etme imkânına sahipse; hatta bazılarına göre oruç da tutamıyorsa onun evlenmesi farzdır.
Yani harama düşmemek için evlenmek esastır ve haramla yüz yüze gelen birinin başvuracağı tek çare evlenme olmalıdır. Gayr-i tabiî yollarla izdivaçtan kaçmak, tabiatla savaştır ve böyle bir savaşa kalkışanın yenik düşmesi de kaçınılmazdır.

2) Vacip olan evlilik


Şayet evlendiği takdirde mihir ödeme ve aileyi geçindirme gücüne sahip, haram irtikabı söz konusu değil ama sırf bir "endişe" olarak bahis mevzuu ise onun evlenmesi de vaciptir. Bu tevcih de yine bazı fakihlere aittir, umumun görüşü ve içtihadı değildir.

3) Sünnet olan evlilik


Herhangi bir tehlike söz konusu değil, evlenmeye de arzu ve rağbet varsa, kısaca böyle birinin evlenmesi de sünnettir.

4) Haram olan evlilik


Evlenmekle haram irtikap edecek; evini geçindirebilmek için gayr-i meşrû kazanç yollarına girecek, irtikap, ihtilas, rüşvet.. gibi muharremâtı irtikap edecekse, bu insanın evlenmesi de haram ya da en azından mekruhtur. Eşine zulmedecek kadar dengesiz biri için de aynı mütalâayı serdedenler vardır.

5) Mekruh olan evlilik


Bazılarına göre harama girme, cevir ve zulümde bulunma kat'î değil de ihtimal dâhilinde ise bu durumdaki birinin evlenmesi de mekruhtur.

6) Mubah olan evlilik


Helâlinden kazanan, zinaya düşme ihtimali bulunmayan, mihir verecek güce ve nafakaya da gücü yeten temkinli ve tedbirli birinin izdivacı da memduh veya mubahtır. Böyle birisi ister evlenir isterse evlenmez.

Bu hususlarla, izdivaçta dinin nasıl bir kısım gayeler takip ettiğini, evlenmenin basit, hissî bir mesele olmadığını göstermeye çalıştık. Şayet bu önemli iş, mantıkî, hissî boşluklara sebebiyet vermeyecek şekilde sağlam esaslara bağlanmazsa, mahkeme kapıları, dul ve sahipsiz kadınlar, ortada kalmış çocuklar bu işin kaçınılmaz sonucu olacaktır. Din, bütün bunların önüne ta baştan bir set koyarak, neticesi bu türlü olumsuzluklara müncer olan bir izdivacı haram, mekruh gibi kategorilerle zabt u rabt altına alır; his ağırlıklı bir meselede akıl, mantık ve muhakeme yolunu öne çıkarır.

Bizim burada, vurgulamak istediğimiz husus, evlenmenin çok ciddî bir müessese olduğu, onunla toplumun en önemli unsuru olan ailenin teşekkül ettirildiğinin vurgulanmasıdır. Bu itibarla evlilik düşünülürken ferdin cismâniyetiyle alâkalı alelâde bir durum olarak değil; bütün bir toplumun, hatta topyekün bir milletin saadetini alâkadar eden dinî, millî ve âlemşümûl bir mesele olarak düşünülmelidir. Bu konuda ferdin bedenî ve nefsânî durumunu alâkadar eden hususa gelince, bu sadece gâye-i uzmâ'nın husule gelebilmesi için Allah (cc) tarafından insana lütfedilmiş bir prim ve bir bahşiştir. Tabir caizse, bu bir avans olarak değerlendirilmeli ve insanlık neslinin bekası, millî istikbâlimizi bayraklaştıracak yüksek karakterli fertlerin yetiştirilmesi gibi mühim hizmetin peşin mükafâtı olarak görülmelidir.

ÖZETLE


1-) Aile, bir çocuk yapma fabrikası değildir; o, toplumun en hayâtî bir parçası ve milletin de ilk nüvesidir. Dolayısıyla da o, ne bir kuluçka makinesi ne de cismânî arzuların tatmin vasıtasıdır.
2-) Evlilikte cismaniyetle alakalı hususa gelince; bu, o büyük gayenin husule gelebilmesi için Allah tarafından insana lütfedilmiş bir prim ve bahşiştir.
3-) Gayesiz evlilikler meşrû sınırları zorlayacağından bir Müslüman bu konuda oldukça hassastır. İzdivaçtaki hedef, Allah'ı hoşnut ve Resûlullah'ı memnun edecek bir neslin yetiştirilmesi olmalıdır.
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 05:01
The Unique - avatarı
The Unique
Kayıtlı Üye
25 Kasım 2010       Mesaj #19
The Unique - avatarı
Kayıtlı Üye

AİLE


Günümüzde, ana-baba ve evlen­memiş çocuklardan meydana gelen en küçük toplum birimidir, diye tanım­lanıyor. Bu tanım bugünkü aileyi ifa­deye yeterli. Günümüz ailesinde eski­den olduğu gibi büyük anne, büyük baba ve diğer yakın akraba yer almıyor.
Tanımı ne olursa olsun, aile top­lumun en önemli kurumlarından biridir.
Müslümanlık aileye çok farklı bir gözle bakar ve onu ayrıcalıklı bir ku­rum olarak değerlendirir. Onu teca­vüzden, iftiradan korumak, mutluluk ve devamlılığını sağlamak için çeşitli tedbirlerle destekler. Çünkü ailenin eşler ve çocuklar için sakladığı muci­zevi sırların farkındadır. Bugün bilim­sel araştırmalar ve incelemeler bile göstermektedir ki aile karı-kocanın mutluluğunda, iş ve görevindeki ba­şarısında önemli pay sahibidir. Ço­cukların yetişmesi, bedensel ve ruh­sal gelişmesi, tahsil ve iş hayatındaki başarısı bakımından sağladığı ortam ise her türlü takdirin üstündedir ve başka ortamlarla mukayesesi müm­kün değildir. Kur'an ve hadiste evli­lik ve aile yuvasını alâkadar eden yüz­lerce buyruk yer almaktadır. Peygam­berimiz aile bireylerinin ihtiyaçlarının giderilmesi yönündeki çabayı övmüş ve "Kişinin harcadığı paralar içinde Allah'a en sevgili olanı, ailesinin na­fakası için (yemesi, içmesi giymesi vb. için) harcadığı paradır" buyurmuştur. Yine, "Bir kimseye günah olarak, bakmakla yükümlü olduğu aile fert­lerini ihmal etmesi yeter" sözü O'nun bu konudaki sözler indendir.
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 05:01
Bir bildiğim varsa hiç bir şey bilmediğimdir. (:
TwiLighT - avatarı
TwiLighT
Ziyaretçi
20 Ekim 2011       Mesaj #20
TwiLighT - avatarı
Ziyaretçi
Hepimizin de bildiği gibi , insan hayatında İslamiyet 'in temellerinin atıldığı ilk yer AİLE yuvasıdır.
İslamiyetin öngördüğü şekilde bir Aile kurmak ; bu yuvanın huzuru ve mutluluğunu yine İslamiyet çerçevesinde sağlamak çok önemli bir vazifedir.
Zira oluşturacağımız bu aile sadece bizim mutluluğumuzu sağlamakla kalmayacak ; aynı zamanda toplumun huzuru ve mutluluğuna da etkisi olacaktır.

Ali Ferşadoğlu 'nun bu konudaki birbirinden değerli ve önemli yazılarını Bizlere Rehberlik edebilmesi amacıyla elimden geldiğince sizlerle paylaşacağım inşaAllah.
Rabbim , cümlemize rızasını kazanacağımız Aile kurmayı ya da mevcut ailemizi İslamiyetin yaşandığı yuvalar haline çevirmemizi nasip etsin.
Faydalanma ve hayatlarımıza uygulama duasıyla...
Allah Celle Celalühe emanet olunuz.

1 . EVLİLİK NEDİR ?


Evlilik; iki karşı cinsin, yani, bir bayanla bir erkeğin, yekdiğerine sevgi, saygı, güven duyup, paylaşım, fedakârlık, yardım, destek gibi ortak noktalar bulmalarına ve bunu nikâhla resmîleştirip, ilân etmelerine denir.
Böylece toplumun en küçük müessesesi “aile” meydana gelir.
Aslında her insan bir dünyadır, bir kâinattır. Evlenmeye karar veren iki insan, iki ayrı dünya, iki ayrı kâinattır. İkisi de, iki farklı dünyadan, aile ortamından geliyor. Ve bir ömrü bir arada geçirme sözleşmesi imzalarlar nikâhla…
Evlilik; kalbe karşı bir kalp bulma, sevme-sevilme, duygularını geliştirme, ihtiyaçlarını karşılama, meşrû zevk ile lezzetleri paylaşma, elem ve kederde ortak olma, gerçekten kaynaşacağı bir ortamı bulmadır.
Diğer taraftan, aile hayatı; insanların dünyadaki en güzel toplanma merkezi, en esaslı zembereği, dünyevî mutluluğun bir cenneti, bir iltica ve bir sığınak yeridir.
Sosyal hayatta üstlenilecek roller aile ortamında öğrenilir, özümsenir, benimsenir. Aile, dünyanın bunaltıcı, yorucu işleri ve problemlerinden kurtulmanın adresidir. Evlilik ve aile müessesesi, huzur ile mutluluğu üretim ve dağıtım merkezidir. Aile; neş’enin, paylaşım ve hüzünleri ortaklaşa atlatmanın, yardımlaşmanın mekânıdır.

Evlilikle ilgili hadislerden bir demet:


  • “Ey gençler topluluğu! Gücü yeteniniz, evlensin. Çünkü bu, gözü haramdan daha iyi korur, edep yerini de. Gücü yetmeyen ise, oruç tutmalıdır. Çünkü orucun, şehveti kırma özelliği vardır.” (Buhârî)
  • “Dünya bir metadır. Onun en iyi metaı ise, saliha bir kadındır.” (Müslim)
  • “Evlenen, îmanın yarısını tamamlamış olur, kalan yarısı hakkında ise Allah’tan korksun!” (Taberânî)
  • “Hanımı olmayan adam yoksuldur, yoksul.”
  • “Çok malı olsa da mı?”
  • “Çok malı olsa da.”
  • “Kocası olmayan kadın yoksuldur, yoksul!”
  • “Çok malı olsa da mı?”
  • “Çok malı olsa da.” (Buhârî)
  • “Evlenme işi için, iki kişi arasında aracılık yapmak, en üstün aracılıklardandır.” (İbni Mâce)
  • “Dininden ve ahlâkından hoşnut olduğunuz biri sizden kız istemeye gelirse, verin! Vermezseniz, yeryüzünde kargaşa ve büyük bozgunculuk olur.” (Tirmizî)
  • “Kadınlarınızın hayırlısı ile evlenmeye bakın. Denginiz olanlarla evlenin! Birbirlerine denk olanları evlendirin.” (İbni Mâce)
  • “Benden sonra, erkeklere, kadınlardan daha zararlı bir sınanma sebebi bırakmadım.” (Buhârî)
  • “Birbirini sevenler için nikâh kadar güzel bir şey görülmemiştir!” (İbn Mâce)

2 .EVLİLİĞE MERHABA DİYEBİLİRSİNİZ !


Çoğunluğu gençlerin oluşturduğu bir sohbette, “Evlilik ve aile ile ilgili yazılarınızı merakla takip ediyoruz. Tabiî olarak da evlilik konusunu düşünüyoruz. Ancak, nereden başlayacağımızı tam olarak kestiremiyoruz. Ne tavsiye edersiniz?” şeklinde bir sual yöneltildi…

Önce şu soruların cevaplarından başlamayı tavsiye ettik:
“Ailenin insanlık, toplum ve Müslümanlıktaki değeri nedir? Niçin evlenmeliyim? Evlilik, evcilik oyunu mu, yoksa imtihan mı? Bu dünyaya niye gönderildim? Yemeye-içmeye mi, evlenmeye mi, eğlenmeye mi; yoksa sınanmaya mı? Aile yuvası kurmadan huzur ve mutluluğu yakalayabilir miyim?..”

Sonra ilâve ettik:

Acaip bir san'at ve kudret mu'cizesi olarak yaratılan insanın istidat (potansiyel halindeki yetenekleri), duygu ve cihazlarına baktığımızda şunu anlarız:
“Bunlar şu kısacık ömür ve hele hele yeme-içme ve kuvve-i şeheviyenin tatmini için verilmiş olamaz. Çünkü bu işleri, özellikle hayvanlar çok daha iyi yapmaktadır. Öyle ise, bu kadar ihtimam ve bu muhteşem cihazlar, başka ulvî gayeler için olmalı. Aklımız, mantığımız, vicdanımız, dünyaya gönderilişimizin başka bir gayesi olduğunu söylüyor. Öyle ise, yaratılışın ana gayesi, iman ve ibadetle sonsuz mutluluğu kazanmak için imtihan olmalı…”

Evlilik ve aile de iman ve ibadetin bir parçası olduğunu, Taberani’nin naklettiği hadis-i şeriften de çıkarabiliriz:
“Evlenen, îmanın yarısını tamamlamış olur, kalan yarısı hakkında ise Allah’tan korksun!”

İmtihanı kazanmanın yolu ise, ruh/duygularımızı Kur’ân’ın edep çerçevesinde eğitip, nefsimizi terbiye ile tekâmül ettirmekten geçer. Bu eğitim ve terbiyenin ilk, en tesirli mekânı, aile yuvasıdır.

Fani dünyanın, fani makamları için açılan “yeterlilik, üniversite, işe girme” vs. imtihanlarına var gücümüzle çalışırız. Öylesine ki, bu imtihanlardan birisine hazırlananlara, “Gel dostlarımızı ziyaret edelim, hem de gezmiş oluruz veya şu işi yapalım, sen de dinlenmiş olursun!” denildiğinde, “Bu imkânsız, gelemem, şunun şurasında kaç ay kaldı, istikbalim sözkonusu!” diyerek reddederler. Ve dur durak bilmeksizin imtihan için çalışırlar!

Halbuki, sonsuz bir mutluluk, gerçek istikbal için hayatımızın her safhasında, her halimizle imtihan olmaktayız. Sağlıkla, hastalıkla, zenginlikle, fakirlikle, varlıkla, yoklukla…
Ve evlilikle, aile yuvası kurmakla ve çocuklarla, çocuksuzlukla imtihan ediliriz:
“Sizi birbiriniz için imtihan aracı kıldık. Bakalım sabredecek misiniz?”
Anne-babalar; “Nasıl bir eşsiniz ve nasıl bir eş adayı yetiştiriyorsunuz?” diye imtihan olurken, gençler de:
“Nasıl bir eş olacaksınız ve nasıl bir eş arıyorsunuz?” imtihanıyla karşı karşıyasınız…
“Öyle ise gençler! Hem gençliğinizden, hem de aile yuvası kurmadan imtihan olacağınızı düşünerek hareket etmelisiniz…”

Sakın, aile yuvasının sorumlulukları, kimi zaman kaidelerine uyulmadığı için yaşanan problemleri veya şartları ağırlaştırmamızdan doğan aksaklıklar sizi evlenmekten alıkoymasın. Bir zaman, taksitle ev, araba alan gence sormuştum:
“Korkmuyor musun; nasıl ödeyeceksin?” Tereddütsüz şu cevabı verdi:
“Arkamda hali vakti yerinde anne-babam, akrabalarım var, çalıştığım koca şirket var, neden korkacağım!”
Şu halde masraflarından ve geçim şartlarının ağırlığından çekinip evliliği asla geciktirmemeli. Zira, Ganiyy-i Mutlak, Kadir-i Mutlak ve merhametliler merhametlisi Erhamürrâhimîn olan Rabbimiz her an yanımızda. Ki, şöyle vaad ediyor:

“Aranızdaki bekârlardan elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah, lütfu geniş olan ve her şeyi bilendir.”
Ve eğer, “Eh, artık okulu bitirdim, askerliğimi yaptım, mesleğimi elde ettim, aile geçindirecek bir iş kurdum veya buldum. Evliliğin de bir imtihan olduğunun şuuruna vardım!” diyebiliyorsanız, ne bekliyorsunuz?
Kârsız bekârlığa “Elveda!”, kârlı evliliğe “Merhaba!” deyip hazırlıklara başlayabilirsiniz!

Dipnotlar:

1- Kur’ân , Furkan, 20.
2- Kur'an , Nûr, 32.

3. EVLENMEK Mİ , EĞLENMEK Mİ İSTİYORSUNUZ ?


Bir aile yuvası kurmaya karar veren kendisine sormalı:
“Evlenmek mi istiyorum, eğlenmek mi?”

Evlilik konusuna bu açıdan bakıldığında, insanların iffetlerini, nâmuslarını, vakar ve ciddiyetlerini, nizam ve intizamı, belli prensipler dahilinde hareket etmeyi sağladığı görülür. Yâni, böylece insanlık, başıboşluktan, serserilikten, fuhuştan ve zinadan korunmuş olur. Çünkü sosyal hayatta, tarihten bu yana, aslolan iffettir, nâmustur. Fuhuş ve zina gibi gayri meşrû hayat, her toplumda bir sapma olarak kabul edilmiştir.

Evlilik, hayatın ağır şartlarını birlikte göğüslemektir. Gerçekten hayatın çok iniş ve çıkışları vardır. Zor ve sıkıntılı safhalarda eşler biri birine yardımcı olur; tesellî, destek ve güç verirler. Demek evlilik bir fedâkârlık, yardımlaşma, destek verme, canla başla çalışma ve bir şeyleri başarma okuludur.

Evlilik, edepli, faziletli, beden ve ruh bakımından sağlıklı nesiller, çocuklar yetiştirmeyi sağlar. Bunun en emin mekânı ise aile yuvasıdır. İnsanî duygular ilk önce aile yuvasında öğrenilir, eğitimi orada yapılır. Çocuğun en büyük ve ilk hocası annesidir. Bizim kültür ve inanç yapımızda yuvayı hem fizîkî, hem de manevî tehlikelerden koruyan da erkektir.

İnsan âciz ve zayıf, ihtiyaçları ise o ölçüde çok bir varlıktır. Gençliğin taşkınlıkları, hayatın problemleri, hastalıklar, belâ ve musîbetler, hattâ ihtiyarlığın âcizliğine karşı akrabalık imdada yetişir. Aksi halde, yalnız başına ihtiyaçlarını karşılayamaz, hayat standardını dengeleyemez, tabiî âfet ve insânî düşmanlarına karşı koyamaz.

Meşrû nikâh ile hayatın ağır problemlerini birlikte çözmeye karar verenler, aynı zamanda yardımcı halkalarını da genişletmiş olurlar. Akrabalar çoğalır, akrabalık bağları kuvvetleşir. Böylece insan, daha çok yardımcı bulur. İşleri kolaylaştırır. Otomatikman bir yardımlaşma, kollama, destekleme zemini teşekkül eder. Aile ve akrabalık bağları ile elde edilen çevre, nice zenginlik, hazine ve servetten daha değerli değil midir?

“Evlilik hayatı kolaylaştırır, rızkı bollaştırır”sözünün hikmeti de burada yatmaktadır. Geniş bir çevreye, geniş akraba ve dost halkasına sahip olanlar, daha rahat ve kolay iş imkânı, çalışma, yardımlaşma zemini de bulmaktadırlar.

Evlilik, çolukçocuğa bakarak, onların nafakasını kazanarak, cemiyete faydalı insan yetiştirerek haramlardan da sakındırarak sevap kazandırır. Bu da mesut ve bahtiyar olmak demektir. Peygamber Muhteşem bir aile reisi olan ve mutlu devrin zervesindeki Efendimiz (a.s.m kulak verelim şimdi:

“Kim gözünü yabancıdan çekmek, kendini nâmahremden korumak ve akrabalık hakkını gözetmek üzere evlenirse, Cenâbı Hak onu evlendiği kadınla, kadını da onunla mesut eder.”

Dipnot:
1. EtTerğîb ve’t Terhîb, 3:46.
Temiz bir âile yuvası için ne yapmalıyız?
Hepimiz sevmek, sevilmek, şefkat etmek, korumak, korunmak, yardım etmek, yardım almak, saygı görmek, saygı göstermek, fedâkârlık, diğergamlık gibi pekçok olumlu, ulvî, güzel duygulara sahibiz.
Sevmek ve sevilmek, en mükemmel şeklini, “Bir kalbe karşı, başka bir kalbin karşılık vermesiyle” tezahür ve inkişâf etmesiyle bulur. Yani, küfüv, denk bir eş ile…
Henüz yolun başındasınız. Temiz ve mutlu bir hayata sahip olmak istiyorsunuz. Bunun en uygun ve en münbit zeminlerinden birisi “âile,” yâni evlilik müessesesidir.
O halde kulak vermelisiniz: Eş arama ve bulmada, aile yapısını oluşturmada Batı felsefesinin normlarına göre mi, yoksa İslâmiyetin denenmiş, olumlu sonuçları alınmış ter ü taze esaslarıyla mı teşekkül ettireceğim?

Eğer medyanın kahredici Batılı hayat tarzına, kültürüne, dayatmalarına, programlarına ve beyinleri yıkayan yayınlarına kanarsanız; yanarsınız. Zira, Batı felsefesi insanın düşünce yapısını ve dolayısıyla aileyi, “Hevâ ve hevesi tatmin, nefsin istek ve arzularına cevap verme” üzerine binâ ediyor. Ki, bu aile hayatı çöktü, târ ü mâr oldu.
Batıda fert, şaşkınlığın çıkmazı içinde. Aile müessesesi, feminizmin tahribatıyla dağılmış ve parçalanmış.
Toplum, hayatı mânâsız ve sıkıntılı buluyor. İnsânî münâsebetler bitmiş.
Cinsî sapıklıklar kasıp kavuruyor.
Yalnızlık, korkunç bir felâket gibi insanları titretiyor.
Teknoloji, yeni keşif, îcad ve maddî imkânlar, onları devamlı peşinden sürükleyip “yalnızlığa” itiyor.
Moral gücüne daha fazla ihtiyaç hissederlerken, duygular “nefsî” hevesâtlarla tatmin edilmeye çalışılıyor. Bu ise onları birbirlerinden daha da uzaklaştırarak egoizm ve sefahet çirkefinin koyu karanlığına atıyor.

Yeteneğinizi yitirmemişseniz, Batı aile tipi ile Müslüman aile tipini kıyas ediniz.
Âilenin çekirdeği fert, toplumun hücresi de âiledir.
Âileye yönelik prensip ve kâideleri koyan İslâmiyet, huzurlu bir ortamın nasıl hazırlanacağını en ince ayrıntısına varıncaya kadar ortaya koymuştur.
Fertleri güzel duygu, düşünce, haslet ve ahlâk ile bezeyip süslüyor.İnsânî ve ulvî duygularını inkişâf ettiriyor.
Nefsimizi/duygularımızı beşikten mezara terbiye edip; kadınla erkeğin, âdî ve maddî çıkarlar için değil, ebedî bir hayat arkadaşlığı için, ayrılmamak üzere kaynaşmalarını emrediyor.
İslâm, ferdlerin, yalnızlık, başıboşluk, dağınıklık ve bunlardan doğan birçok kirliliklerden korunabilmeleri, sosyal hayatın düzeni, emniyet ve âsâyişin devamı için, bülûğ çağına ayak basmış olan gençlerin evlenmelerini, ev-bark, yuva kurup çoluk-çocuk sahibi olmalarını ister, tavsiye eder:
“Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve dişiden yarattık...”

Gerek bu âyetin devamı ve gerekse başka âyetlerde, diğer varlıkların da bir erkek ve dişiden yaratıldığını, dolayısıyla evlenmenin, yuva kurmanın fıtrî bir ihtiyaç olduğunu gösterir.
Kur’ânî bir göz ile evlilik müessesesine bakmaya çalıştığımızda, şu hikmetlerle karşılaşırız:
“Kadınlar sizin elbisenizdir, siz de onların.”
Erkek ve kadının birbirinin “elbisesi” şeklinde tavsif edilmesi enteresandır. Birbirini korumak, kollamak, nâmus ve hayâ timsâli olmak, beden ve ruh sağlığını muhafaza etmek gibi...

Nikâh/resmî sözleşme ise, karşılıklı bir anlaşma, hukûkî bir akit, iki cinsin bir araya gelmesi, birbirine bağlanmasıdır.
Âile, Müslümanın bir nevî cennetidir. Âile hayatı, karşılıklı anlayış, sevgi, sadakat, emniyet/güven ve hürmetle devam eder.
Mutluluk ve huzur ise, eşler arasındaki “güven”e bağlıdır. Bu güven ve hürmet, âile hayatının dünya hayatı ile sınırlı olmayacağı inancının pekişmesi ve insanın ulvî duygularının eğitim, terbiye ile geliştirilmesiyle mümkün.

Eş arayan, bu kültüre sahip olmalı ve bu kültüre sahip olanı tercih etmeli…
Ayrıca, anne-babalar, çocuklarının nasıl bir eşle evlenmesini istiyorlarsa, onlar da çocuklarını öyle yetiştirmeye çalışmalı ve öyle evlâtlar aramaya çalışmalı.

Dipnotlar:
1- Kur’ân, Tahrim, 6.
2- Age., Hucûrat, 13.

5- Evlenmeden Önce Kendimizi Keşfetmeliyiz!
Anne-babamızın yardımı; birikimlerimiz veya harç-borç yaparak evlenebilir, aile yuvası kurabiliriz. Bu işin en kolay tarafı.
Zorluk ve sıkıntılar bundan sonra başlar. En önemlisi, evlendikten sonra, aile yuvasını sağlıklı sürdürebilmek; huzur ile mutlu bir şekilde devam ettirmektir.

Evet, ev “emniyet içinde barınmak için” yapılır. Bir şekilde eve sahip olabiliriz. Ama, bu evin, temizliği, bakımı, elektrik-su, ısınma ve sâir masraflarla birlikte yüzlerce kalem gideri var. Eğer, gideri karşılayacak gelir yoksa, o ev, zindana döner!
Evlilik de böyledir. Eğer ruhumuzu/duygularımızı, kalbimizi keşfedip, gereklerini yerine getiremezsek; huzurlu ve mutlu olamayız. O zaman da o evliliği sürdüremeyiz…

Birey olarak, aile olarak huzur ve mutluluğumuzun yolu; ruhumuzu/duygularımızı, mânâ âlemimizle birlikte bedenimizi, nefsî cephemizi ve aralarındaki ilişkileri tanımaktan geçer. Öyle ise kendimizi keşfetmeliyiz.

Zira, evlilikle de peşinde olduğumuz şey, huzur ve mutluluktur. Ruhumuz/duygularımız ve geleceğimizle ilgili bir sürü hayatî soru dimağımızda cirit atar.
Evlenmek ayrı, bu soruların cevaplarını vermek ayrıdır.
Üstelik “evlenmekle” bu sorulara ve problemlere daha başkalarını da ilâve ediyoruz.
Dolayısıyla şunu düşünmeliyiz: “Evlenmekle” bu soruların cevaplarını bulabilir ve hedefimize ulaşabilir miyiz? Şu sorular direkt kendimizi, evliliğimizi, aile hayatımızı etkiler:

Nasıl bir ruh/duygu yumağıyız? Psiko-biyo-fizyolojik yapımızın bedenimizle irtibatı nedir? Bunların hayatımızın şekillenmesinde; duygularımızın oluşmasında ne gibi müsbet-menfî tesirleri vardır?

Eğer hayal, hafıza, akıl, zekâ, niyet, kalb vs. gibi zihnî ve ruhî unsurlarımızı, olumlu-olumsuz duygularımızı tanıyamazsak kapasitelerini nasıl arttırabilir; dizayn ediliş biçimlerine göre nasıl kullanabiliriz?

Kalp, sevgi üretim merkezidir aynı zamanda. Onun dimağımızla olan ilişki düzeyini biliyor, daha da önemlisi bu ilişkiyi sağlayabiliyor muyuz? Zihnimizin faaliyetlerinden olan niyetimizin düşünce, davranış, fiil ve sonuçlar üzerindeki tesirleri nelerdir? Ruhumuzu/nefsimizi, duygularımızı terbiye edip tekâmül ettirmenin etkili metodu ve kısa yolu var mı?

Ruhumuzu nasıl programlayabiliriz? Nefis/ruh terbiyesinde riyâzetin, yani, az yemenin, az uyumanın, kuvve-i şeheviyeyi muvâzeneli tatmin etmenin yeri nedir? Olumlu duygularımızı yüceltirken olumsuzlarını tamamen dumura mı uğratmalıyız, yoksa kanalize mi etmeliyiz? Bunu nasıl gerçekleştirebiliriz?

Kâinattaki varlıkların en istidatlısı (sonsuz potansiyel yeteneklisi) olan insanın kendisini eğitip terbiye edebilmesi, kişisel gelişimini sağlaması, maharet ve beceri ve pedagojik formasyon kazanabilmesi için öncelikle kendini keşfetmesi gerekir.
Kendini tanımayan, yaratılış gayesini bilmeyen, kendisini yaratılışı istikametinde geliştiremeyen eşini, çoluk-çocuğunu nasıl tanıyacak, onlarla iletişimi nasıl kuracak, onlara nasıl yardımcı olacaktır?

Ruh/duygu ve psiko-biyo-fizyolojik yapıyı ve aralarındaki ilişkiyi keşfetmek bir san'attır.
Dolayısıyla ruh ve bedenimizi keşfettiğimiz oranda aile fertleri ve diğer insanlarla sağlıklı iletişim kurabiliriz. O zaman da huzur, başarı ve mutluluğu yakalarız.

Evlenmeden Önce Kendimizi Keşfetmeliyiz!

Kendimizle barışık olmak ve iç huzuru yakalamak için kendimizi keşfetmeliyiz. Zaten buna mecburuz. Hakkında kâfî derecede bilgi sahibi olmadığımız bir cihazı kullanabilir, istifade edebilir miyiz?

Doğumumuzdan ölümümüze dek ruhumuz/duygularımızla beraber dünya hayatını sürdüreceğimize göre, onu tanımak, keşfetmek zorunda değil miyiz? Mahiyetini bilmediğimiz bir şeyle bir arada yaşamak endişe verici, ürkütücü, korkutucu değil mi?
Ayrıca, eşimizle, çoluk-çocuğumuzla bir ömür süreceğiz. Kendimizi tanıyamazsak, onları, yakınlarımızı, akrabaları ve sair insanları nasıl tanır; nasıl kendimizi tanıtabilir ve nasıl diyalog ve iletişim kurabiliriz?
Ruh/duygularımızı keşfetmek kendimizi tanımak demektir. Kendimizi tanırsak geliştirir, olgunlaştırır ve terbiye ederiz. O takdirde kendimizle barışık oluruz. Kendisiyle barışık olan, aile fertleri ve diğer insanlarla da barış içinde yaşar.

Diğer taraftan ruhumuzu ve özellikle kalbimizi keşfedebilirsek, istidatlarımızı ve kabiliyetlerimizi geliştirir, duygularımıza hâkim olma mahareti kazanırız.

Doğru düşünme; doğru algı ve isabetli bilgiyle mümkün. Pozitif bakış, olumlu davranış ve istikamet keşifle kazanılır. Maddî-manevî gücümüzü keşfedersek, duygularımızı değiştirir, geliştirir ve kontrol edebiliriz. Mecralarını bulunca onları dengeli, ölçülü kullanmayı öğreniriz. O takdirde de hareket kabiliyetimiz artar. Dimağımızı keşfedersek, beynimizi değiştirir, hayal, vehim, hafıza, zekâ gibi aklî melekelerimizi geliştiririz.

Ruhî keşif; sıkıntı, karamsarlık, problem, hastalık ve felâketlere karşı olumlu yaklaşabilme, onlardan ders alabilmeyi sağlar. Derdi dermana, ümitsizliği ümide, günahı sevaba çevirebilme melekesi/becerisi kazandırır.

İnsanlığımızın ortaya çıkması ruhumuzun tekâmülüne bağlıdır. Olgunlaşıp mükemmelleşmek için de kendimizi keşfetmeliyiz. Mutasavvıfların “insan-ı kâmil” diye tabir ettiği seviyeyi, dolayısıyla mutluluğu, kâinatta cereyan eden hadiselerin gerçek yönünü, eşyanın mânevî sırlarını ve lâtifeleri keşfederiz.

Ruhî keşif ve tekâmül yolculuğu bize sayısız ihtiyaçlarımızı ve aczimizi fark ettirip, sonsuz kudret, zenginlik sahibine dayanmayı, O’na hakikî “kul/abd” olmayı öğretir. Bu da bize melekleri de aşan insanî bir kimlik kazandıracaktır.
Kendimizi keşfedersek, onu terbiye eder, tekâmül ettirerek manevî, ruhî, manyetik enerjimizi ve gücümüzü yükseltiriz. O takdirde de her musîbete, her olumsuz hadiseye karşı dayanır, direnç gösterebiliriz.
Kendimizi keşfedersek, içe bakış metoduyla çoluk-çocuğumuza yaklaşım tarzını öğrenir; onların eğitim ve terbiyelerinde zorlanmayız.
Kısaca, ruh/duygu ve biyo-psiko-fizyolojik yapımızı keşfetmek, hayatın gizemini çözmek ve anlamlandırmak demektir. Bu da huzur, bu da lezzet, bu da mutluluk demektir.

6- “Güzel, akıllı,kültürlü, zengin, dindar bir eş arıyorum"
Mutlu ve huzurlu aile yuvası nasıl kurulur?
Hemen her genç, mutlu bir aile yuvası kurmanın hayallerini kurar. Zamanla bu hayalleri tasavvura, karara ve nihayet plan ve eyleme dönüşür.
Genç adam, evlenmek için aradığı adayın özelliklerini şöyle sıralar:
“Güzel, akıllı, zeki, kültürlü, zengin, dindar…”
Bu şartları arayan adama şu soruyu yöneltin:
“Sen bu özelliklerden kaçını taşıyorsun?”
“Şey!..”
“Eğer bütün adaylar aradıkları özelliklerde senin gibi ısrarlı olurlarsa yandın!”
Dengeli ve sağlıklı bir evlilik için; başta adaylar, hatta adayların ailesi ve çevresi hakkında detaylı bilgiye, derin bir tetkike ve araştırmaya ihtiyaç vardır.

Eş bulmak bir san’attır. Tıpkı resim, ticaret, pazarda alışveriş, öğretmenlik bir san’at olduğu gibi…
Mutluluk, görücü usûlü ile evlilikte değildir. Görücüsüzlük ve flörtte de değildir. İkisinin dengelenmesindedir!
Ortak bir iş yeri kuracağınız veya yapacağınız zaman ortağınızda aradığınız vasıflar nelerdir?
Güzelliği, yakışıklılığı mı, boyu-posu mu, rengi mi?

Bir esnaf, zaman zaman kendisine ortak alırmış. Araştırmasını yapar, en sonunda da mutlaka zeytin ekmek yemeyi teklif edermiş.
Yemeğin sonunda da “Tamam ortak olalım veya hayır, seninle ortaklık yapamam!” dermiş…
Bir arkadaşı, tanıdığı birisi için, “Daha önce tanıdığım birisiyle de ortaklık ettin, zeytin ekmek yedikten sonra kabul etmiştin, neden benim dostumu kabul etmedin? Hem bu zeytin ekmek yedikten sonra buna karar vermenin hikmeti nedir?” diye ısrarla sormuş. Şu cevabı almış:

“Ben 100 gram iri, 100 gram ince zeytin alır, iyice karıştırırım. Yemeğe başlayınca ortak teklif ettiğime bakarım. Ortaklığını kabul etmediklerim, her seferinde iri zeytinleri götürüyor. Kabul ettiklerim ise, bazen iri, bazen incelerini seçiyor!”

Hayat ortağınızı seçerken, çeşitli testlere tabi tutun. Çünkü evlilik ömür boyu sürecek bir ortaklıktır.
Evleneceğiniz eş için arayacağınız şartlar ne ise, siz de onları taşımalısınız. Diyelim ki, yalnız güzelliğine veya zenginliğine bakarak evlendiniz. Sonuç ne olacak? Tahmini zor değil…

Bir ürün satın aldığınızı düşününüz… Yalnız dışı güzel, kabı parlak olduğu için mi alırsınız; yoksa kalitesine mi bakarsınız? Farz edelim ki ürünü beğenmediniz; değiştirmeniz veya yenilemeniz mümkün. Ne var ki, insan bir ürün değildir. Kâinat çapında, hatta onun da ötesinde bir değeri vardır. Evlilik ömür boyu sürdürülecek bir müessesedir. Öyle ise, ona bir eşya ve üründen daha fazla değer vermeli ve ona göre araştırmalısınız.

Boşanmaların hızla artmasının sebeplerinden birisi, belki de birincisi; saman alevi gibi parlayan aşk-meşk evlilikleridir. “Gördüm, sevdim, beğendim, evlendim!” şeklinde gerçekleşen bir evlilik, “Gördüm, sevemedim, sevgim bitti, beğenmedim, boşanıyorum!” diye neticelenebilir.

7. Evlenilecek kişilerde aranılacak temel kriterler

Evlilik ve aile müessesesi yalnızca kuvve-i şeheviyenin tatmini için tesis edilmemiş. Veya, sırf sevdiği için evlenilmez. Bunlar önemli sebeplerinden birisidir, ama, yalnızca bunlar değildir.

Cennete, Hz. Adem (as)-Hz. Havva (ra) ile tesis edilen aile yuvasının daha pek çok sebepleri, hikmetleri vardır. Evlenilecek adaylarda genellikle dört ana kriter aranır:
1-Güzelliği, yakışıklılığı,
2-Zenginliği, malı, mülkü,
3-Soyu-sopu,
4-Dindarlığı, ahlâkı.

Aile müessesesi hakkıda da tüm insanlığa rehber olarak gönderilen yüce Nebi (asm), bu maddelerden “dindarlığın” tercih edilmesi tavsiyesinde bulunur:
“Dindarlığını, ahlâkını beğendiğiniz bir adam sizin âilenizden bir kıza tâlip olursa, onunla evlendirin. Şâyet bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve bozgunluk olacaktır” 1 şeklinde de ikaz eder.
Burada “dindarlık”tan maksat, yalnızca “başörtüsü örtmek” gibi şekilden, görüntüden veya sadece “dine meyyal bir çevreden” gelmekten ibaret değildir.
Dindarlık, iman esaslarını kabul ile tahkikiye çevirmek; İslâm şartlarını yerine getirmek olduğu gibi ; hayatının tüm safhalarını Kur’an ve Sünnet-i Seniyye’ye göre yaşamaktır.
  • Karı-koca olarak eşlerin birine karşı olan vazifelerini yerine getirmek,
  • Anne-baba, çocuk, eş, kardeş, insan, hatta hayvan ve eşya haklarına riayet etmek,
  • Sosyal münasebetlerin nezaket ve nezahet içinde yürütülmesi,
  • Alış-verişini dosdoğru yapmak, herkese imanın özelliği olan hürriyet çerçevesinde yaklaşmak,
  • İnsanlığa faydalı olmak da dindarlığın gereğidir.
Kimi zaman, “Deliler gibi seviyorum, öyle ise evlenmeliyim!” diye tutturulur. Halbuki, deliler gibi değil, “akıllılar gibi sevmeli.”
Yani, kimi, ne kadar, niçin ve kimin hesabına sevmemiz gerektiği de bu dindarlığın içindedir.

Sırf sevdiği için veya güzelliği için evlilik tercih edilmez, edilmemeli.
Bu durumda duygu sapması yaşanır. Özellikle gençlik ve evlilik aşamasında. Zaten bir kişi veya nesne yalnızca güzelliği için sevilmez:
Ya lezzetinden, ya menfaatinden, ya güzelliğinden veya mükemmelliğinden dolayı sevilir.
Meselâ bir eserden istifade etme imkânı yoksa güzel de değilse, fakat mükemmel, kusursuz ise, yine de o eser bu sıfatından dolayı sevilir.

Diğer taraftan iman, İslâmiyet, cinsiyet ve insaniyet gibi nuranî, kuvvetli zincirler ve manevî kaleler de sevgi sebebidir.
Öyle ise, evlenmek için adaylarda sırf güzellik veya zenginlik kriter olamaz, olmamalı.
Ahlâkı, bilgisi, dürüstlüğü, anlayışı, feraseti, becerisi, akıllılığı zekâsı, vs. gibi özellikler nazara alınmalı. Ki, bunlar da dindarlığın unsurlarındandır.
Evlilik, imtihanı kazanmak, neslin devamını sağlamak, dinini yaşamak, huzurlu ve mutlu olmaktır.
Kimi zaman yaşayarak, kimi zaman gözlemleyerek öğrendik ki, “güzellik ve yakışıklılık” bunları temin edemez. Zaten bunlar geçici şeylerdir. Meselenin bu boyutlarını çevrenize bakarak, akrabalarınızın aile hayatına inceleyerek anlayabiliriz:

Sırf güzelliği, malı ve soyu-sopu için evlenenlerin aile hayatı kısa zamanda alabora olmuştur.
Ama, dindarlık ve ahlak üzerine ( sadece görüntü değil ) bina edilen bir aile müessesesi, diğerlerine nazaran gayet huzurlu ve mutlu bir şekilde devam ediyor.

Bir erkek, kendine denk ( küfüv ) ve Kur’an ile Sünnetin ortaya koyduğu kriterlere uygun bir eş bulana kadar, kendisini işine, hizmetine vermeli.
Zaten, bir mevzua yoğunlaşmak, diğer meseleleri geri plana iter. Bu arada, kuvve-i şeheviyenin taşkınlıklarından korunmak için de Peygamberimizi (asm) dinlemeliyiz:

“Kimin maddî imkânı varsa hemen evlensin. Kim maddî imkân bulamazsa oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için şehvet kırıcıdır.”
Bir bayanın, yakışıklı, fakat, ahlâkî zaaflarla malül biriyle evlenip, hem dünya hayatını zehire çevirip, hem de sonsuz hayatını mahvetmektense ; nafakasını kendisi temin edip mücerret kalmayı tercih edebilir.
Aile müessesesinin zedelendiğini gözlemleyen Bediüzzaman Said Nursi :
“Dindar kadın, İslâmî terbiyeden nasibini almayanla evlenmek yerine nafakasını kendisi temin etmelidir” 4 tavsiyesinde bulunur.

Dipnotlar:

1-Tirmizî, Nikâh 3.
2-Hutbe-i Şâmiye, s. 58.
3-Kütüb-i Sitte, c.17, s. 187.
4-Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyatı, Alman Baskı, s. 293.

8. Eş seçiminde ebeveynin rolü ne olmalı?

Hemen her meselede aile bireyleriyle, özellikle anne-baba ile istişare etmek çok önemli. Meselâ, meseleleri birlikte müzakere, istişare etmek hayatî ehemmiyet arz eder.
Unutmayalım ki, anne-babalar çocuklarını kıskanmaz; kendilerinden üstün olmasını, huzurlu ve mutlu olmalarını isterler. Bunun için güçleri ölçüsünde her çabayı harcarlar.

Eğer düşüncelerinizi, aile değerlerini onlarla paylaşırsanız, size her türlü desteği verirler.
Hayata atılma (iş yapma, çalışma, evlenme ve aile hayatı kurma) konularında onlarla konuşup müzakere edin. Herkes düşüncelerini, beklentilerini ortaya koysun.
Bunlara uyup-uymama, yani karar, size aittir.

Eğer bir aile iseniz ve eğer “aile”, dayanışma, yardımlaşma, birbirine destek verme, birbirine saygı ve sevgi paylaşımı ise; birlikte karar vermelisiniz.
Evlilik ve eş seçimi meselesinde hep birlikte adaylar üzerinde dikkatli, uzun, tatmin edici araştırmalar, tahliller, değerlendirmeler yapıp, ailenin ortak kararını almalısınız.
Çünkü, bu karar tamamen çocuğa bırakılamaz veya anne-babalar kendi isteklerini dayatamaz.

Zira, evlilik yalnız evlenenleri ilgilendirmiyor ve bu süreç yalnız başına devam etmeyecek.
Aile ile birlikte, diğer aile de işin içine girecek. Ve her türlü ilişki ve iletişim hayat boyu devam edecek.
Öyle ise, eş seçimi, ailenin ortak kararı olmalı.
Bu süreçte aile zaten çocuğun yanındadır ve yanında olmak zorundadır. Ancak, sonuçta son karar çocuğun kendisine bırakılmalı. Çünkü, bu hayatı yaşayacak olan da odur.

Araştırma ve tahliller iki koldan yürütülmeli.
Mesele ailece masaya yatırılmalı; sentezler yapılmalı.
Adayların kişilikleri, yetiştiği çevre, ailenin yapısı bütün detaylarıyla konuşulmalı ve ortaya konmalı.

Sonuca birlikte varılmalıdır.
Ama, en son karar, evlenecek kişiye bırakılmalıdır. Çünkü, hayat onun hayatıdır.
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 05:08

Benzer Konular

24 Ekim 2017 / yezulu Cevaplanmış
29 Kasım 2012 / Misafir Sağlıklı Yaşam
10 Nisan 2012 / asla_asla_deme Müslümanlık/İslamiyet
28 Temmuz 2013 / _VICTORY_ Müslümanlık/İslamiyet