Arama

Evlilik ve Aile Hayatı

Güncelleme: 2 Temmuz 2016 Gösterim: 50.889 Cevap: 22
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Nisan 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Evlilik ve Aile Hayatı

Ad:  aile.jpg
Gösterim: 958
Boyut:  65.8 KB

ALLAH TEÂLÂ kullarının dünyada mutlu olmasını ve huzurlu yaşaması istedi.
Sponsorlu Bağlantılar
Bu sebeple onlara kendi cinslerinden eşler yarattı.
Aralarında sevgi ve merhamet var etti,
ve onlara oğullar ve torunlar verdi.


Çocuğun kulağına ezan okumalı


Bir Müslüman, Allah kendisine çocuk nasip edince, İslâm geleneğine uyarak onun sağ kulağına ezan okumalıdır. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti böyledir; torunu Hz. Hasan doğunca onun kulağına ezan okumuştur.
Böylece çocuk ilk defa, Allah’tan başka tanrı olmadığı, Muhammed aleyhisselâm’ın da Allah’ın Resûlü olduğu gerçeğini duymuş olacaktır.
Dünyaya geleni ezanla karşılamak, âhiret yolcusunu kelime-i tevhîd’i telkin ederek uğurlamak bir İslâm geleneğidir.


Akîka kurbanı kesmeli


Çocuk, Cenâb-ı Hakk’ın bir lütfudur. Maddî durumu elverişli olanlar, bu lütfa sevindiğini göstermek üzere bir kurban kesmelidir. Allah’a şükrün bir ifadesi olan bu kurbana akîka kurbanı denir.
Akîka kurbanı, Sevgili Peygamberimizden öğrendiğimize göre; doğumdan bir hafta sonra kesilir.
Çocuğa ad konur.
Saçı tıraş edilir ve saçların ağırlığınca fakirlere para dağıtılır.
Kurban kesemeyecek olanlar, çocuk doğunca adını koyabilirler.
Peygamber Efendimizin, oğlu İbrâhim’e daha doğduğu gün ad koyduğu ve bunu “Bu gece bir oğlum doğdu; ona dedem İbrâhim’in adını verdim” diye ifade buyuduğu da sahih bir rivayetle bilinmektedir.
Hz. Fâtıma; çocukları Hasan, Hüseyin, Zeynep ve Ümmü Gülsüm dünyaya gelince, Peygamber Efendimizden öğrendiği gibi, çocukların saçlarını kestirip tarttı ve saçların ağırlığı kadar gümüşü sadaka olarak dağıttı.


İyi bir ad koymalı


Ana babanın önemli görevlerinden biri çocuklarına iyi bir ad koymaktır.
Çünkü Peygamber Efendimiz,
  • kıyamet gününde, herkesin hem kendi, hem de babasının adıyla çağırılacağını,
  • bu sebeple çocuklara güzel isimler koymak gerektiğini söyledi.
Çocuğa mânâsı, söylenişi güzel adlar; Allah dostlarının, peygamberlerin isimleri konmalıdır.8
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Allah’tan başkasına kulluk anlamı taşıyan, putperestliği hatırlatan, kısacası İslâm âdâbına uymayan isimleri değiştirmiştir.
Çocukları eğitmeli
Anne babanın çocuklarına karşı görevleri vardır.
Peygamber Efendimizin benzetmesiyle, herkes bir tür çobandır ve herkes sürüsünden sorumludur. “Erkek ailesinin, kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır.”
Anne babanın ailesine karşı sorumluluğunun başında çocuklarını eğitmek gelir. Allah Teâlâ çocukları dindar yetiştirmeyi, böylece onları Cehennem ateşinden korumayı emreder.
Peygamber Efendimiz; iki kız çocuğu olup da, onları yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye eden kimse ile, kıyamet gününde yan yana bulunacaklarını müjdeler.
Üç kız çocuğunu himâye edip büyüten, güzelce terbiye eden, evlendiren, ve daha sonra onlara iyiliklerini devam ettiren kimsenin Cennetlik olduğunu bildirir.
İki veya üç kız kardeşini himâye eden, eğitip yetiştiren kimseyi de aynı güzel sonuçla müjdeler.
Korunması ve eğitilmesi gereken çocuk, kendisinin veya başkasının yetimi olabilir. Peygamber Efendimiz, yetimleri himâye eden kimselerle de Cennette yan yana bulunacaklarını haber verir.
Anne baba çocuklarının namaz kılmasıyla ilgilenmeli ve bunu ısrarla takip etmelidir.
Peygamber Efendimiz, namaz öğretiminin yedi yaşında başlamasını, daha sonra da titizlikle izlenmesini ister.
Çocuklara İslâm geleneği, özellikle de selâm verip alma edebi öğretilmelidir. Onları buna alıştırmak için, Peygamber Efendimizin yaptığı gibi çocuklara selâm vermeli ve Müslümanların birbiriyle selâmlaşmasının önemi anlatılmalıdır.


Eşiyle iyi geçinmeli


Allah Teâlâ erkeğe eşiyle iyi geçinmesini emreder.
Peygamber Efendimiz de;
  • kadınlara iyi davranmayı, onlarla iyi geçinmeyi ister;
  • onların değişmeyecek bazı huylarını değiştirmeye kalkmanın onları kırabileceğini söyler;
  • hattâ bunun ayrılmaya yol açabileceğini haber verir.
Peygamber Efendimiz kadınları dövmeyi şiddetle yasaklar.
Kadınları dövenlerin hayırlı kimseler olmadığını ifade eder.
Hz. Âişe, Peygamber aleyhisselâm’ın, hiçbir eşine el kaldırmadığını belirtir.
Dövmek şöyle dursun, Resûl-i Ekrem, insanın kendi eşine kin beslemesini bile doğru bulmaz ve şöyle buyurur:
“İnsan, eşinin bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.”
Resûl-i Ekrem erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları olduğunu dile getirir.
Buna göre erkek:
  • eşine kendi yediği ölçüde yedirecek;
  • giydiği seviyede giydirecek;
  • yüzüne vurmayacak;
  • yaptığı işin ve kendisinin çirkin olduğunu söylemeyecek;
  • onunla bir süre yatağını ayırmak zorunda kalsa bile, bunu kendi evinde yapacak, böylece eşini başkalarının yanında incitmeyecektir.
Kadın da eşiyle iyi geçinecek; şöyle ki:
Eşi kendisiyle beraber olmak istediğinde ona sebepsiz yere itiraz etmeyecek; ederse, bunun, Allah’ın gücenmesine ve meleklerin kendisine beddua etmesine yol açacak kötü bir davranış olduğunu bilecek; kocasının uygun görmediği kimseleri evine almayacak; eğer kocasını memnun ederek ölürse, Allah Teâlâ ona Cennetini ikrâm edecektir.


Ailesinin geçimini sağlamalı


Yine Peygamber Efendimizeden öğrendiğimize göre:
  • Allah’ın rızâsını kazanmak için para harcanması gereken yerler vardır. Bunların içinde insana en çok sevap kazandıran, Allah rızâsını gözeterek ailesinin geçimi için para harcamaktır.
  • En hayırlı ve imanı mükemmel insan aile fertlerine hayırlı olandır.
  • Yardım etmeye, geçimini üstlendiği kimselerden başlamalıdır.
  • Geçimini sağlaması gerekenleri ihmâl etmek büyük bir günahtır
  • Güzel geçinmek için eşinin ağzına bir lokma koymak bile sevaptır.

Eşinizi Doğru Tanıyın


Ailevî sorunların meydana gelmesinde ve sürmesinde en önemli faktörlerden birisi, eşlerin birbirlerini yanlış tanıması ve yanlış anlamasıdır. Sorun olan ailelerde iki taraf da, kendisini hatasız ve kusursuz görüyor. Her zaman en doğruyu kendisinin yaptığını, gereken fedakârlığı gösterdiğini, ancak hep haksızlığa uğradığını düşünüyor.
İşte burada Nasreddin Hoca'nın ünlü bir fıkrası akla geliyor. Bir gün aralarında anlaşmazlık bulunan iki kişi Hocanın yanına gelir. Birinci adam, olayı kendi açısından güzelce anlatır. Bunu dinleyen Hoca:
"Haklısın" der.
Sözü alan diğer adam da, kendine göre nasıl haklı olduğunu bir güzel açıklar. Hoca aynı şekilde:
"Haklısın" der.
Olaya şahit olan Hocanın eşi dayanamaz ve itiraz eder:
"Hocam nasıl olur, ikisine de haklısın, dedin."
Hoca, biraz sıkılır ve eşini tasdik etmekten başka çare bulamaz:
"Hanım, sen de haklısın."
Aslında eşler arasındaki olaylar, tıpkı bu fıkrayı andırır. Neredeyse tüm ikili ilişkilerde "yüzde yüz haklı" olan taraf yoktur. Herkes aralarında geçen olayları kendi açısından değerlendirir ve bir bakıma herkes haklıdır. İşin asıl önemli yanı şudur: Eşlerden birisinin olumlu veya olumsuz davranışı, diğerini etkiler. Bu yüzden eşinizi doğru tanımak, onun davranışlarını doğru yorumlamak zorundasınız. Eğer davranışın ardında yatan niyeti keşfedemezseniz, boşu boşuna kendinizi üzer, yanlış değerlendirmelere gidersiniz.
Bu konuda ilginç ipuçları vereceğine inandığım iki mektubu özetlemek istiyorum. İkisi de aynı kişiye ait. İlki, ikincisinden iki ay önce yazılmış. Karamsar, ümitsiz, suçlayıcı bir mektup. šöyle diyor okuyucumuz ilk mektubunda:
“Ben, bir sene dinî nikâhla evli kaldım. Sizin aileyi etkileyen psikolojik sorunlar hakkındaki görüşlerinizi öğrenince, öyle bir ferahladım ki, anlatamam. Beyimin, bahsettiğiniz gibi, hırçın, aşırı kıskanç, şüpheci bir sürü huyları oldu. Başlangıçta böyle değildi. Bir senedir beni aşağılayıp, hakir gördükçe, ben sadece ağlayabiliyordum. Zamanla uzaklaştım. Onu tanıyamıyordum. Kocam olduğu için hakkını biliyor, ne derse kabul edip, hizmet etmeye çalışıyordum. Eşim aslında çok dindar ve iyi kalplidir. O hep şeytanın vesvesesinden bahsederdi. Bunun için bir hocaya gidip muska bile yaptırdık. Ama fayda vermedi hiçbiri. Bu, bizden de kaynaklanabilir. Bana, ‘Seni ezmeme izin verme’ diyordu. Ama nasıl izin vermeyeyim; bağırarak, hak aramak olmaz ki? O zaman pek bilinçli de değildim. Ona yardım edemedim. Eminim o da böyle istemezdi.
“Sorunlar böyle devam edince boşandık. Ailesi önceden doktora götürmüş. Ama, psikiyatristlere antipatisi olduğu için devam ettiğini sanmıyorum. Bugüne kadar onu suçlayıp, nefret etmeyi, böylece aklımdan çıkarmayı çok denedim. Ama, başaramadım. Çünkü, hâlâ çok seviyorum. Sizin psikolojik sorunlar üzerine yazdıklarınızı öğrenince onu daha çok sevmeye başladım. Demek ki, sıkıntılarımız hastalıktan dolayı imiş. İnşaallah böyle hastalara tez zamanda şifa verir Rabbim. Bundan sonraki hanımına iyi davranması için dua ediyorum. Tabiî, gönül ister ki, düzelsin, iyileşsin de bana dönsün. Pek umudum da yok ya, Allah bilir artık.”

Görüldüğü gibi, psikolojik sorunların aileyi sarstığı bir örnek var. Eşler, ne birbirlerinden vazgeçebiliyorlar, ne de mutlu olmanın yolunu bulabilmişler. Birbirlerini tanımıyorlar ve anlamıyorlar. Sonuçta, yanlış davranış içindeler. Ama bunun farkında değiller. Çünkü, doğru yaptıklarına inanıyorlar.

Aradan iki ay geçince aldığım mektupta, bakış açıları değişiyor, okuyucum eşini değil, kendisini suçluyor. İşte bir dizi olumlu gelişmenin müjdecisi olan satırlar:
“Bu, size yazdığım ikinci mektup. Rabbime hamdolsun, size öyle hayırlı, sevinçli haberlerim var ki... Öncelikle Ömür Boyu Aşk isimli eserinizi okudum. Gördüm ki, eşime karşı ne kadar hatalarım olmuş. Üzüldüm ve pişmanlık duydum. Sonra düşündüm, acaba başarabilir miyim, diye. Hani diyorsunuz ya, ‘İnanırsanız, başarırsınız’ diye. Ben inanamıyordum ki... Korkuyordum, ya eşim beni sevmiyorsa artık, diye. Ancak geçenlerde doğum günü vardı eşimin. Öncelikle Cenab-ı Hakkın rızası için bir tebrik edeyim, dedim. 6 kez mesajlaştık. Sonra telefonla görüştük. Ne kadar mutluyum anlatamam. Onu kötü zannettiğimi, kızıp nefret ettiğimi sanıyormuş. Ben de, şefkatle, dünyada en çok kendisine güvendiğimi, kötü duygular beslemediğimi açıkça söyledim. Helâlleştik. İlerisi için hoş ve temiz bir adım attık. Sizlere de şükran borçluyum. Hakkınızı ödeyemem. Bu günahkârın bir derdini çözmeye vesile oldunuz. Yalnız ben bu evliliğin neden bir sene sürdüğünü şimdi anlıyorum ki, biz tam olarak İslâmiyeti yaşamıyoruz.”

Görüyorsunuz, sevgi, şefkat, olumlu yaklaşım, başkasından önce nefsini suçlamak, nasıl küllenen bir ateşi tekrar tutuşturabiliyor. İnşaallah, atılan bu iyi niyet çekirdeği sümbüllenir ve meyve veren bir ağaç olur.
Yalnız burada yanlış anlaşılmaması gereken bir nokta var. Eşler kendilerini doğru ve haklı görürken, bunu kötü niyetle yapmıyorlar. Ne yapıyorlarsa, doğru zannettikleri için yapıyorlar. Bu da düzelmeyi kolaylaştırıyor. Yoksa insanlar bilerek ve kötü niyetle birbirlerini üzseler, bunun düzelmesi çok zor. İşte burada hikmek, feraset ve basiretle hareket etmeniz gerekiyor. Can alıcı nokta şurası: Davranışları düz mantıkla değerlendirmeyin; davranışın arkasındaki niyeti anlamaya çalışın.
Zaten bizim iddiamız, insanların iyi niyetli olduğu ve hızla davranışlarını iyileştirecekleri şeklinde. Yılan gibi zehirlemekten lezzet alan hemen hemen yoktur. Çünkü, evlenmek başlı başına iyi ve güzel insanların eylemidir. Evlenmişse; sevgiye, şefkate, ilgiye, iffete, sadakate, vefaya değer veriyor demektir. Böyle değerli duygular taşıyan insanların mükemmel bir evlilikle mutluluğun zirvesine çıkmaları ise zor değil. Yeter ki, bunun için bir çaba içine girsinler.

Yukarıdaki mektup da gösteriyor ki, eşlerin en büyük problemlerinden birisi, birbirlerini doğru tanımamak. Bir okuyucum anlatmıştı. Almanya'daki bir akrabası, kendisini telefonla arayıp, "Biz yengenle geçinemiyoruz, boşanacağız" diye acı bir haber veriyor. 75 yaşında ve 50 yıldır evli olan bu kişiye okuyucum, "Acele etmeyin, evlilikle ilgili birkaç kitap göndereceğim. Onları okuduktan sonra kararınızı verin" diyor.

Yarım asır evli kalmışlar ve sonunda sabırları tükenmiş. Oysa biraz daha sabretseler, Azrail zaten onları boşayacak. Demek ki, geçimsizlik, katlanamayacakları bir sınıra dayanmış.
Ne var ki, olaylar bekledikleri gibi gelişmiyor. Okuyucum evlilikle ilgili üç kitap gönderiyor. Bir hafta sonra boşanmak isteyen akrabası telefon edip şu müjdeyi veriyor: "Kızım, biz boşanmaktan vazgeçtik. Meğerse 50 yıldır birbirimizi tanıyamamışız."
Bir insan nasıl olur da yarım asırlık eşini tanıyamaz, diye düşünmeyin. Çok şaşırtıcı ve acı da olsa, yaşanmış bir gerçek bu. Üstelik hemen her evli insan az ya da çok yaşıyor bunu.

Birbiriyle evlenmek için önlerindeki engellerle yıllarca savaşan çiftler, evlendikten bir müddet sonra birbirine giriyorlar. "Tanıyamamışım" diyorlar. Haklılar. İnsanları tanımak kolay değil. Ve asıl zor olan, sevdiğiniz kişiyi evlenmeden önce tanımak.

Eşinizi doğru tanımak size ne kazandıracaktır? Tanıdığınızda hoşlanmayacağınız yönlerini görünce evlenmekten vazgeçecek veya boşanacak mısınız?

Elbette ki hayır! Öğrendiğinizde hemen vazgeçeceğiniz bazı bilgiler mutlaka olabilir; ama "doğru tanımak," hoşlanmadığınız durumda hemen vazgeçmek için değil; ona uygun davranışları sergilemeniz için.
Eşinizin kişilik özelliklerini, yeteneklerini, güçlü ve zayıf yönlerini, duygusal ihtiyaçlarını, korktuğu ve hoşlandığı şeyleri, temsil sistemlerini, sevgi dilini, beğeni ve beklentilerini bilirseniz, onu doğru tanımış; bu bilgilere uygun davranışları gösterirseniz de, doğru davranmış olursunuz.
Tabiî burada birer kelime olarak andığım tanıma noktalarının her biri geniş bir şekilde açıklanmaya muhtaç.

Acaba siz ve eşiniz, hangi kişilik tipine sahipsiniz?


Bugüne kadar bilinen dört farklı kişilik tipi var: Popüler neşeli, güçlü kararlı, mükemmeliyetçi ve barışçıl sevecen.

Bunlar birbirinin zıddı veya alternatifi değildir. İyi veya kötü diye de nitelendirilemez. Sadece hayatımıza zenginlik ve renk katan birer farklılıktır. Eğer bu farklılığı, sizi mutsuz edecek bir olumsuzluk kabul ederseniz, gerçekten mutsuz olursunuz.
Eşinizin kişilik tipini keşfettiniz ve bu hoşunuza gitmedi diyelim. Hiç zorlamayın. Onun kişiliğini değiştiremezsiniz. Ama o kişiliğe göre davranırsanız mutlu olursunuz. Kişilik değişmez, ama karşılıklı hoşgörü ve anlayışla, daha esnek hâle getirilebilir. Kişiliği değiştirmeden de, davranışlar değiştirilir, kontrol altına alınır ve yönlendirilir.

Diyelim ki eşiniz mükemmeliyetçi bir kişilik tipine sahip. Evde her şeyi dağıtmanızdan elbette rahatsız olacak. Çünkü, o her şeyin tertipli ve düzenli olmasını istiyor. Yapacağı işi önceden plânlamayı seviyor. Onun dünyasında rastgele işler, pejmürdelikler olamaz.
Eğer kendinizin ve eşinizin kişilik tipini öğrenmek isterseniz, Florence Littauer'in "Kişiliğinizi Tanıyın" isimli kitabını gecikmeden okuyun. Bu vesileyle eşinizi tanırsanız, onun kişiliğine uygun davranırsınız.

Kişilik tipleri gibi, sevgi dilleri de farklıdır. Sevgi dili, birbirimize sevgimizi gösterirken kullandığımız formüldür. Bilinen sevgi dilleri beş tanedir. Bunlar, hizmet davranışları, onay sözleri, nitelikli beraberlik, fiziksel temas ve hediye almaktır. Sırasıyla örneklemek gerekirse, yemek pişirmek bir sevgi ifadesidir. Takdir etmek, beğendiğini söylemek sevgiden gelir. Birbirinize odaklanarak birlikte vakit geçirmek ancak sevgiyle mümkün. Eşinizin elini tutmak ve çiçek almak da bir sevgi ifade biçimidir.
Acaba eşiniz, bu beş farklı sevgi ifade biçiminden hangisinden daha çok hoşlanıyor? Birisi, en önemli olandır. Yerine göre hepsinden ez veya çok hoşlanan insanlar da vardır. Ama birisi, daha önceliklidir. Asıl isteği, nitelikli beraberlik olan eşinize, yıllarca çiçek taşımanız pek anlam ifade etmeyebilir. Çünkü o çiçekten çok, sizinle birlikte olmayı arzu ediyor. Eşinizin sevgi dilini fark ederseniz, boşuna kürek çekmekten kurtulursunuz.

Eğer Dr. Gary Chapman'ın "5 Sevgi Dili"ni okursanız, eşinizin bilinmeyen yönünü keşfedersiniz. Ona bu bilgi ışığında davranırsanız, sizi şok edecek mutlulukları yakalayabilirsiniz.
Peki, ya eşinizin zekâ çeşitlerinden hangisine sahip olduğunu biliyor musunuz? Zekâ deyince aklımıza hep matematiksel zekâ ve güçlü hafıza gelir. Bir çocuğun matematiği güçlüyse, onun zeki olduğuna inanırız. Çok konuşan, çok hareketli ve hep yaramazlık yapan çocuğun pek zeki olduğuna inanmayız. Sessiz duran çocuk, usludur. Çok konuşan ve hareketli çocuğa, sessiz ve sakin olması için, "šurada uslu uslu otur" deriz. "Us" akıl olduğuna göre, suskunluk ve hareketsizlik, "akıllılık"la eşanlamlıdır. Halbuki, çok konuşan çocuk, "dilsel zekâ"ya, aşırı hareketli bir insan da, "bedensel zekâ"ya sahiptir. Birincisinden iyi bir spiker, iyi bir standapçı; ikincisinden de ünlü bir sporcu olabilir.

Zekâ, matetiksel bilgiden ya da üstün ezberleme gücünden ibaret değildir. Kaldı ki, hafızayı güçlendirmenin de bir yöntemi vardır.
Eşinizin insanlar arası ilişkilerde başarısı varsa, "sosyal zekâ"ya sahip demektir. Müziksel zekâ, doğa zekâsı, bireysel zekâ, görsel zekâ, diğer zekâ çeşitleridir. Size düşen, eşinizin ve çocuklarınızın hangi zekâ çeşidine sahip olduğunu fark edip, onu geliştirmenizdir.

Özetle, bugünkü bilim, "çoklu zekâ"yı kabul etmiştir. Buna göre, zeki olmayan insan yoktur. Sadece farklı zekâlar vardır.
Maalesef, bırakın eşini detayllı bir şekilde tanımak, yıllardır evli oldukları halde eşinin belirgin on özelliğini bile sayamayan kadınlar veya erkekler var. İsterseniz bir deneyin. Siz ve eşiniz, birbirinizin on belirgin özelliğini bir kâğıda yazın ve birbirinize gösterin.

Bakalım yazdıklarınız doğru mu?
Eğer yanlış veya yetersizse, hiç gecikmeden eşinizi tanımaya bakın. Unutmayın: Bunun için ne kadar çaba harcasanız, değecektir.

Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 04:02
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Nisan 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

EVLİLİĞİN VAZGEÇİLMEZİ: PAYLAŞIM


Soğuk bir kış akşamı, bir pidecinin kapısından içeri, yaşlıbiramcaylateyze girmiş, bir masaya oturmuşlar.Amca masaya gelen garsona, büyük bir pide, bir çoban salata ve bir ayran ısmarlamış. Garson az sonra siparişleri getirmiş. Amca pideyi ikiye bölerek yarısını teyzenin önüne koymuş, sonra salatayı ikiye bölerek tabağın karşı kısmına doğru itmiş, sonra ayran bardağını ortaya koymuş, önce bir yudum kendisi içiyor, sonra da teyze bir yudum alıyormuş.
Sponsorlu Bağlantılar

Herkes "Ne tatlılar, iki tonton buraya gelmişler, birkişilikyemeğiikisiyiyor" diye onları izliyormuş.
Az sonra fark etmişler ki teyzenin önünde yarım pide ve salata olduğu gibi duruyor, kocasının afiyetle yemek yiyişini seyrediyor,aradabirdeayrandanbiryudum alıyormuş...Sonunda orada çalışanlardan biri dayanamamış, yanlarına gitmiş:
"Affedersiniz, ben sizi izlemekten kendimi alamadım, lütfen izin verin, size bir pide kendim ısmarlayayım" demiş.
Yaşlı amca:
"Teşekkür ederiz ama, biz hâlimizden memnunuz. 50yıldırevliyizveherşeyimiziişteböylepaylaşırız" cevabını vermiş.
Bunun üzerine genç adam teyzeye dönmüş:
"Peki ama teyzeciğim, siz neden pidenizi, salatanızıyemiyorsunuz, neyi bekliyorsunuz?"
Yaşlı teyze cevap vermiş:
"Dişlerimi..."
"Hiçbir şeyi paylaşamıyoruz?"

Dilerseniz fıkradan gerçek hayata dönelim. Telefonla arayan bir hanım okuyucum, eşiyle yaşadığı problemleri tek noktada özetliyordu:
"Hiçbir şeyi paylaşamıyoruz. İşe gidince hiç arayıp sormaz. Ben arasam, sorularımı kısa cümlelerle cevaplayıp telefonu kapatır. Eve gelince de, ya televizyonun karşısına geçer ya da gazete okur. Hafta sonlarını benimle geçiriyor sanmayın. Ya toplantı, ya iş gezisi olur ya da arkadaşlarıyla bir programı vardır. Söyleyin hocam, böyle evlilik olur mu?"
Bir erkeğin sorunu ise, çok az rastlanan cinstendi. Erkek eşiyle gezmeyi, yemeğe gitmeyi, ona çiçek almayı, kısacası paylaşmayı ve romantizmi çok seviyordu.
Kadın ise, "Ne gerek var ki gezmeye. Oturalım evde işte. Bu çiçekleri niye aldın? Parana yazık. Solup gidecekler" diye itiraz ediyor, ancak şunu eklemeyi de ihmal etmiyordu:
"Biliyorum, bütün kadınlar bunları istiyor, bulamayanlar kavuşmak için can atıyor. Ama ben sıra dışıyım. Hoşlanmıyorum işte."
İlginç değil mi? İlkinde bir kadın, ikincisinde bir erkek paylaşmak için can atıyor. Ama bir türlü evliliğin en vazgeçilmezlerinden olan "paylaşımı" başaramıyorlar.
Oysa fıkradaki amcayla teyze paylaşmayı başarmışlar ve yarım asırdır gül gibi geçinip gidiyorlar!
Hangisini tercih ederdiniz? Amca ve teyze gibi kadının hep sırasını beklediği bir paylaşmayı başarmak mı yoksa paylaşamayıp arayışlara girmek mi iyi olurdu sizin için?
"İkisinin de canı cehenneme" dediğinizi duyar gibiyim. Hani deveye iki seçenek sunmuşlar, "Yokuşu mu seversin inişi mi?" demişler. "İkisini de sevmem" demiş, "düzün suyu mu çıktı?"
Haklısınız. İki tarafın da memnun olduğu bir paylaşım varken kim ister aşırılığı veya yetersizliği?
Ne var ki, karşılıklı hak ve beklentilere uygun, iki tarafı da memnun eden dengeli bir orta yolu uygulamanın çok zor, ama çok önemli olduğu yerlerden birisidir aile ortamı. Ama her şeye rağmen paylaşımı oluşturmak ve arttırmak için elinizden geleni yapın. Fakat şunu da unutmayın: Paylaşım en verimli düzeye çıksa bile ikinizin de kendi özgürlük alanı içinde özel zamanları ve özel programları olmalı. Bu gerçeği kabullenmemek de ayrı bir huzursuzluk sebebi çünkü.

İşe nereden başlamalı?
Hiç kuşkusuz evlilik dinsel, düşünsel, sosyal, ekonomik, ruhsal, duygusal ve cinsel bir paylaşımdır. Paylaşımın temelini, karşılıklı beklentiler oluşturur. Sorun, beklentilere cevap verilmediği zaman ortaya çıkar. Ya paylaşacaksınız ya da geçerli bir mazeretiniz olacak. İkisi de yoksa, kendinizi boşuna savunursunuz.

Neyi paylaşacaksınız?
Zamanı, bilgiyi, görgüyü, yemeği, duyguları ve daha birçok varlığınızı.
Peygamberimizin (a.s.m.) evliliğe dair tavsiyelerinden çıkardığımız sonuca göre, adaylar "karşılıklı denklik ve uyuma, dindarlık ve güzel ahlâka, sevgiye ve özgür seçime" dikkat etmek zorundadır.
Bütün bu özellikler verimli ve yeterli bir paylaşım için son derece önemlidir. Söz gelişi, kadınların en çok şikâyet ettikleri sorunlardan birisi, eşlerinin kendileriyle az konuşmasıdır. Gerçekten eşlerin yaşadıkları günü değerlendirmeleri, ileriye dönük programlarını birbirlerine aktarmaları, bir haberi, bir bilgiyi paylaşmaları çok önemlidir.
Ancak eşinizle aranızda eğitim ve kültür bakımından bir uçurum var ve siz onu azaltmak için kendinizi geliştirme yönünde hiçbir çaba harcamıyorsanız, nasıl diyalog kuracaksınız? Eğer böyle bir problem varsa, yapacağınız tek çözüm var: Kendinizi geliştirmek ve birbirinize yakınlaşmak.

Eşinizin ilgi alanlarına dikkat ediyor musunuz?
Neleri izliyor, neleri okuyor, nelerin plânını yapıyor? Onu neler üzüyor, neler mutlu ediyor? Sakın hanımlar, "O da benim pembe dizilerime ilgi duymuyor?" ya da erkekler, "O da benim izlediğim maçlara ilgisiz" demesin. Çünkü her ikisi de sizin evliliğinize bir mutluluk katmaz. Aksine sizi birbirinizden uzaklaştıracak ve yalnızlığa itip yakınmalara yol açacak iki sebeptir.
Özellikle dindar insanların eşlerinde görmek istedikleri ilk ve en önemli özellik, "dinini bilen ve yaşayan bir insan" olmalarıdır. Bu da başta kitap okuyarak, eğitim ve kültürel ağırlıklı sosyal faaliyetlere katılarak kendinizi geliştirmekle mümkün.
Eşinin kitap okumadığından yakınan bir erkek, bulduğu formülü şöyle anlatmıştı: "Kitap okuması için para bile veriyorum. Ama yine yeterli seviyede okumuyor." Kadınlar ise, eşlerine kitap okutmak konusunda büyük ölçüde çaresiz. Eşinin tüm ısrarlarına rağmen bir erkeğin cevabı şu oluyor: "Ben okumayı sevmem, bilmiyor musun?"

Okumayan ve kendilerini geliştirmeyen eşler, hangi düşünceyi paylaşacaklar? Ne konuşacaklar, birbirlerine neyi anlatacaklar?
Elbette eğitim ve kültür seviyesi eşit değil diye paylaşım çabanızı bir kenara atmayın. Çünkü, tam istediğiniz gibi olmasa da duygu ve düşünce paylaşımını sürdürün. Birbirinize fıkra anlatmak bile kilitli bir ağızdan daha iyidir.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 03:29
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Nisan 2006       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

EVLİLİKTE SADAKAT


Evlilikte kaçamak yapanlar çok şeylerini kaybedebilirler: En başta eşini çocuklarını kendine saygısını saygınlığını belki işini ve kariyerini hatta hayatlarını...
Evlilikte mutlu olmak için en önde gelen unsur, güven ve sadakattir. Eşi aldatma öyle çıkmaz bir yoldur ki boşanmanın başta gelen sebebi ve gerekçesidir. Buna rağmen Batı ülkelerinde sık rastlanır. Maalesef ülkemizde de gerek medyanın ve özellikle televizyondaki pembe dizilerin etkisiyle, gerekse ailelerdeki çözülme yüzünden daha sık rastlanmaktadır.
Sadakatsizlik, yapanı ve eşini olduğu kadar belki başka bir eşi veya çifti de olumsuz etkiler. Çocuklar perişan olabilir. Menfi tesiri anne baba ile akrabalara bile yayılabilir.

Esas zararı ise yapan görür. İş verimi düşer, huzuru kalmaz. Hovardalık eden taraf dürüstlüğünü kaybeder ve içten içe kendisinin yalancı, sözüne güvenilmez ve vicdansız olduğunu düşünmeye başlar. İlişkisi sürekli olursa insafsız ve vicdansızın biri olup çıkar.
Kaçamak yapanlar çok şeyi kaybedebilirler. En başta eşini, çocuklarını, yuvasını, huzurunu, kendine saygısını, saygınlığını, belki işini ve kariyerini, hatta hayatlarını... Birkaç dakikalık bir zevk için her şeyi riske atmışlardır.

Niçin aldatma?

Çıkmaz yol olmasına rağmen insanlar niçin eşlerini aldatırlar? Cevabı kısa hazlar yaşamak içindir. Haz, mutluluktan farklıdır. Haz geçicidir, mutluluk ise uzun sürelidir. Hazzın içinde nefsilik vardır. Psikiyatrik tabirle altego ile hissedilir. Mutlulukta ise devamlı bir memnuniyet hali, hoşnutluk duygusu bütün benliğe hakimdir. Mutluluk, daha derinden yaşanır ve kalıcı bir duygudur. Mutlu kişi huzurludur, kendisiyle barışıktır.

Kimle aldatır?
Yapılan istatistikler aldatan kişinin çoğunlukla yakın çalışma çevresinden biriyle eşini aldattığını göstermektedir.

Suçlu kim?
Evliliğin sorumluluğu iki tarafça paylaşılır. Bu yüzden suçu tek tarafa yıkmak doğru olmaz. Karşılıklı sevgisizlik, ihmal ve vakit ayırmamak gibi birçok faktör işe karışır.
Kocasını aldatan birçok kadının derdini, ızdırabını dinledim. Gördüm ki genellikle ruhen ve hissen doyumsuz kadınlardır. Fiziksel, duygusal ve ruhsal açıdan tatmin olan bir hanım eşini aldatmaz. Hatta böyle bir ihaneti içinden bile geçirmez. Eşini de mutlu eder, ona doyum sağlar.

Ne yapılmalı?
  • Evlilik, kadın ve erkek iki ferdin bütünlüğünden oluşur. Bu bütünlük her yönü kapsar. Bu yüzden sevgi iletişimini iyi kurmak gerekir. Karşı tarafla ilgilenmeli, problemlerine ortak olmalı, onu mutlu etmeye çalışmalıdır.
  • İşyerinde makyajlı, parfümlü, güler yüzlü kadınlarla çalışan erkeklerin hanımları güler yüz ve yakınlığı eşlerine göstermeli ve onlara kapılmasının önüne geçmelidirler. Akşam eve geldiklerinde güler yüzle, özenle giyinmiş olarak onu karşılayan karısını görünce erkeğin içi mutlulukla dolacak, her gün bir an önce eve gelmek için can atacaktır.
  • Erkeğin hanımına vakit ayırması şarttır. Eve elden geldiğince erken gelmeli, hafta sonlarını mutlaka eşiyle geçirmeye gayret etmelidir.
  • Eşler bilmelidirler ki başkasında cazip gibi görünen özellikler, kendi eşlerinde de vardır. Hatta eşinin birçok üstünlükleri de mevcuttur. Yeter ki arada iyi iletişim kurulsun, karşılıklı sevgi ve saygı muhafaza edilsin.
  • Yine karı ve koca, eşlerini başkalarıyla kıyas etmemelidirler. Çünkü her şeyin özelliği farklıdır. Kendi eşlerinin üstün ve güzel yanlarını görüp, bununla mutlu olmaya ve ailelerini mutlu etmeye çalışmalıdırlar.

AİLEDE ŞİDDET


Eşler arası geçimsizliklerde "şiddet" önemli bir rol oynar. Erkeğin otoritesini kuramadığı zaman en sık başvurduğu silâh dayaktır. Toplumumuzda dayakla ilgili çok yanlış tutum ve kabullenmeler var.
Kimi erkekler, dayağın hakimiyet kurmada etkili bir araç olduğuna inanır. Dayağa iki durumda başvurulur:
Birisinde, kadının gerçekten kusuru vardır. Yerine getirmesi şart olan bir görevi ihmal etmiş veya kabul edilemez bir hata işlemiştir.
İkincisinde, erkek haklı olduğu bir nokta olmadığı halde sırf bir tartışmadan, öfkesinden ve duygusal davranışından dolayı eşini dövmüştür.
Biz her iki durumda da dayağın çözüm olmadığını, hem ondan çok daha etkili usullerin olduğunu, hem de dayağın çok olumsuz sonuçlar doğurduğunu söylüyoruz.

Kimi erkekler dayakla otorite kurar ve sürdürürler. Bazen de dayak ters teper, otoriteyi kırar. Kimi durumlarda ise, dayak etkili olur; ancak erkek sevgiyle değil, hep korkuyla ve nefretle hatırlanır. Kadın, erkeğini kızdırmamak, ağır hakarete uğramamak veya dayak yememek için istemeyerek saygı gösterir. "Ne yapayım, bu benim kaderim. Hem boşanıp da ne yapacağım? Beni kim alır? Bu kadar çocuktan sonra zaten bir yere gidemem. Onların hatırı için katlanmaya mecburum" diye düşünür.
Dayak konusunda her iki tarafın da büyük sorumlulukları var. Ama genelde ve öncelikle erkekler sorumlu. Allah'ın en değerli nimetlerinden birisi, kendilerine emanet edilen erkekler! Her şeyden önce şefkati sonsuz olan Rabbimiz, "şefkat kahramanı" olan kadınları sizlere emanet etmiş. Emanete hıyanet etmeyiniz. Emin ve güvenilir olunuz. Siz eşinizi her türlü kötülükten korumakla görevlisiniz. Başkasının zararlarına karşı göğsünüzü siper etmeniz gerekirken, nasıl olur da asıl zararı veren siz olursunuz? Birisi eşinize kötü söz söylese veya vursa, canınızı ortaya koyarcasına savaşmaz mısınız? Başkasına yasak olan bir şey nasıl olur da size serbest olabilir?

Amerikalıların üçte birinden fazlası, bir erkeği, hanımına veya bir kadın arkadaşına vururken gördüğünü söylemektedir. Bu sonuç ailede şiddet araştırması neticesinde anlaşılmıştır. 1000 kişi üzerinde yapılan anketten, aile içi şiddetle ilgili aşağıdaki neticeler çıkmıştır:
  • Yüzde 19'u hırsızlığa veya aile fertlerinin hırsızlıktan dolayı birbirlerine hücum ettiklerine şahit olmuşlardır. Yüzde 34'ü de bir erkeğin bir kadını dövdüğünü görmüştür.
  • Kadınların yüzde 14'ü kocası veya bir erkek arkadaşı tarafından dövüldüğünü itiraf etmiştir.
  • Yüzde 88'i inanıyor ki: Bazı kişilerin dayak ve zorbalığı, çocukken evde yedikleri dayaktan veya evdeki dayak, saldırı gibi şiddet hareketlerine şahid olmaktan kaynaklanmaktadır.
  • New Hampshire Üniversitesi'nden Sosyolog M. Straus başkanlığında 1975 ve 1985 yıllarında da bir araştırma yapılmıştı. Son araştırma neticeleri, eski neticelerle aynı mahiyeti taşımaktadır. Straus şöyle diyor: "Aile içindeki dayak, zorbalık gibi şiddet hareketleri, araştırmaların gösterdiğinden daha yaygındır ve anket neticelerinin iki mislidir." Yani çiftlerin yaklaşık yüzde 68'i, senede en az bir kere şiddetli kavga ediyor, erkek kadına dayak atıyor.

Evlilik aşkın şiddetlenmesidir, bitişi değil!


Hem dayakla sevgi bağdaşmaz. Evlilik öncesini veya evlilikteki ilk günlerinizi hatırlayın. Nasıl toz pembe ve mutlu bir evlilik düşlüyordunuz? Eşinizi nasıl sevdiğinizi söylüyordunuz? Onsuz dünya boş ve anlamsız gelmiyor muydu size? Peki değişen ne ki, onu üzüyor, acı veriyor, ağlatıyorsunuz? Yoksa siz de mi, "Evlilik, sevgi ve aşkın bitişidir" safsatasına inanıyorsunuz? Hayır! Yanılıyorsunuz. Evlilik, sevginin ileri bir aşaması, aşkın şiddetlenmesidir. Düşünün! Eşinizde ne kadar güzel huylar, meziyetler, hünerler var. Olumlu hareket onun başarısını, size karşı olan güvenini ve sevgisini arttırır; dayak ve hakaret meziyetlerini öldürür, şevkini kırar. "Beni sopalayan bir erkek için mi bunca sıkıntıya katlanıyorum" diye düşünür.

Dayak, şefkatle de bağdaşmaz. Kadın bazı bakımlardan zayıf ve erkeğin desteğine muhtaç bir şekilde yaratılmıştır. Ona şefkat etmelisiniz. Zaten yüreğiniz ona karşı şefkat ve merhamet hisleriyle doludur. Birkaç gün hasta olsa ne kadar üzülürsünüz. Acele doktora veya hastaneye yetiştirmek zorunda olduğunuz bir hadise yaşamış olabilirsiniz. O andaki duygularınızı düşünün. Belki kaç kez hiç üzmemeye ve hiç kırmamaya yemin etmiştiniz. Peki, bunca şefkat ettiğiniz bir varlığı, kendi elinizle incitmek, hele Rabbimizin birliğinin en güzel delili olan yüzüne vurmak, içinizdeki sımsıcak duygularla bağdaşır mı? Onun içli ağlayışı, titrek ve ürkek bakışları, üzerini ıslatan gözyaşları, çaresizliği, kimsesizliği yüreğinizi paralamıyor mu?
Hem dayak sizi yanlış tanıtır. Sizi, sevilen, aranan, varlığıyla mutlu olunan bir erkek değil, korkulan, ürkülen ve eve gelmesi bile istenmeyen bir erkek durumuna düşürür. Belki çok güzel huylarınız, çok üstün meziyetlerimiz vardır. Ama dayak atmanız sizin bu güzelliklerinizi perdeler, sizi yanlış tanıtır.

Dayak yerine, onu anlamaya çalışın. Bazı hatalarına sebep olan eksiklik ve aksaklıklar varsa onları tespit edip düzeltin. Konuşarak, teşvik ederek, ödüllendirerek onu ikna edin.
Temel haklarından mahrum etmeyin. Ama bazen fazladan vermeyi düşündüğünüz bir imkânı koz olarak kullanabilirsiniz. Nasıl ödül vermek bir yolsa, ondan mahrum etmek de bir usuldür. Söz gelişi, "Böyle olursa ben de gezi programını iptal ederim veya almayı düşündüğüm şu eşyayı almam" diyebilirsiniz.

Çünkü bazı olumlu davranışlar kadınlar tarafından istismar edilebiliyor. Kimi kadınlar, "Nasıl olsa bir şey yapmaz" diye sorumsuz davranabiliyorlar. Bu durumlarda zaman zaman surat asmak, memnuniyetsizliği belirtmek gerekebilir. Fakat şiddetin hiçbir zaman çözüm olmayacağı akıldan çıkarılmamalıdır.

Hanımlar! Eğer sonuç almak istiyorsanız, acı söz, hakaret, tartışma ve eşinizi incitmekle bir yere varamazsınız. Tatlı dilli olun. Tatlı dil yılanı bile deliğinden çıkardığına göre, eşiniz yılandan da mı kötü? Önce siz eşinize göstereceğiniz sevgi, saygı ile gönlünü fethedin. Onun isteklerini yerine getirerek kozlarını elinden alın. Siz gereken tavrı sergilerseniz, o hangi bahaneyle size zarar verecektir? Zaten siz onun istediği gibi davranırsanız, o da sizin isteklerinizi yerine getirecektir.
Erkekler! Siz de dayaktan medet ummayın. İsteklerinizi, zor ve baskıyla değil, tatlılıkla ve güzellikle yaptırın. Sevin, sevilin. Övün, takdir edin.
İşte o zaman aileniz gerçek bir cennete dönecektir.

KADININ KOCA ÜZERİNDEKİ HAKKI


3276 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kadınlara hayırhah olun, zira kadın bir eyeği kemiğinden yaratılmıştır. Eyeği kemiğinin en eğri yeri yukarı kısmıdır. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi haline bırakırsan eğri halde kalır. Öyleyse kadınlara hayarhah olun."

Buhari, Nikah 79, Enbiya 1, Edeb 31, 85, Rikak 23; Müslim, Rada 65, (1468); Tirmizi, Talak 12, (1188).
3277 - Amr İbnu'I-Ahvas (radıyalİahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kadınlara karşı hayırhah olun. Çünkü onlar sizin yanınızda esirler gibidirler. Onlara iyi davranmaktan başka bir hakkınız yok, yeter ki onlar açık bir çirkinlik işlemesinler. Eğer işlerlerse yatakta yalnız bırakın ve şiddetli olmayacak şekilde dövün. Size itaat ederlerse haklarında aşırı gitmeye bahane aramayın. Bilesiniz, kadınlarınız üzerinde hakkınız var, kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakkı var. Onlar üzerindeki hakkınız, yatağınızı istemediklerinize çiğnetmemeleridir. İstemediklerinizi evlerinize almamalarıdır. Bilesiniz onların sizin üzerinizdeki hakları, onlara giyecek ve yiyeceklerinde iyi davranmanızdır.''
Tirmizi, Tefsir Tevbe, (3087).

3278 - Hakim İbnu Mu'âviye babası Mu'âviye (radıyallahu anh)'den anlatıyor: "Ey Allah'ın Resülü! dedim, bizden her biri üzerinde, zevcesinin hakkı nedir?''
"Kendin yiyince ona da yedirmen, giydiğin zaman ona da giydirmen, yüzüne vurmaman, takbîh etmemen, evin içi hariç onu terk etmemen."
(Ebu Dâvud, Nikâh 42, (2142, 2143, 2144)

ERKEĞİN HANIMI ÜZERİNDEKİ HAKLARI


3267 - Hz. Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şayet ben bir insanın başka bir insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim."
Tirmizi, Rada' 10, (1159).
3268 - Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hangi kadın, kocası kendisinden razı olarak vefat ederse, cennete girer.''
Tirmizi, Radâ 10, (1161).
3269 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Nefsim kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim, bir erkek hanımını yatağa davet ettiğinde kadın imtina edip gelmezse, kocası ondan râzı oluncaya kadar semada olan (melekler) ona gadab ederler.''
3270 - Bir başka rivâyette şöyle denmiştir: "Erkek, kadınını yatağına çağırır, kadın da gelmeye yanaşmaz, erkek öfkelenmiş olarak sabahlarsa, melekler sabaha kadar -bir rivayette yatağa gelinceye kadar- kadına lânet okurlar.''
3271 - Bir başka rivâyette: "Kadın küskünlükle kocasının yatağından ayrı olarak sabahlarsa, melekler onu lânetler" denmiştir.
Buhari, Nikâh 85, Bed'ü'l-Halk 6; Müslim, Nikâh 120 - 122 (1436); Ebu Dâvud, Nikâh 41, (2141).
3272 - Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü. dendi, hangi kadın daha hayırlıdır?''
"Kocası bakınca onu sürura garkeden, emredince itaat eden nefis ve malında, kocasının hoşuna gitmeyen şeyle ona muhalefet etmeyen kadın!" diye cevap verdi."
Nesâi, Nikâh 14 (6,68).
3273 - Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Erkeğe, hanımını ne sebeple dövdüğü sorulmaz."
Ebu Davud, Nikah 43, (2147).
3274 - Ebu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor: "Safvân İbnu Muattâl (radıyallahu anh)'ın hanımı, yanında Safvân da bulunduğu bir anda Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek:
"Ey Allah'ın Resülü, namaz kıldığım zaman kocam beni dövüyor, oruç tuttuğum zaman da orucumu bozduruyor, güneş doğuncaya kadar da sabah namazı kılmıyor!'' dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), hanımının bu söyledikleri hakkında Safvân'a sordu. Safvân:
"Ey Allah'ın Resülü! "Namaz kıldığım zaman dövüyor '' sözüne gelince,
o zaman (bir rekatte uzun) iki sûre okuyor. Halbuki ben bunu yasakladım'' dedi. Resulullah kadına:
"İnsanlara tek surenin okunması yeterlidir '' buyurdu. Safvân devam etti:
"Oruç tuttuğum zaman bozduruyor '' sözüne gelince, "Hanımım oruç tutup duruyor. Ben gencim, hep sabredemiyorum." dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bir kadın kocasının izni olmadan (nafile) oruç tutamaz!'' buyurdular.
Safvân devamla:
"Güneş doğuncaya kadar sabah namazı kılmadığım sözüne gelince, biz (gece çalışan) bir âileyiz, bunu herkes biliyor. (Sabaha yakın yatınca) güneş doğuncaya kadar uyanamıyoruz'' diye açıklama yaptı. Aleyhissalatu vesselam:
"Ey Safvân, uyanınca namazını kıl!" buyurdular."
Ebu Dâvud, Savm 74, (2459).
3275 - Ebu'I - Verd İbnu Sümâme anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh) İbnu Ağyed'e dedi ki: "Sana kendimden ve Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın kızı Fâtıma (radıyallahu anhâ)'dan -ki o, babasına, ailesinin en sevgili olanı idi- bahsedeyim mi?''
"Evet, bahsedin!'' dedim. Bunun üzerine:
"Fâtıma radıyallahu anhâ değirmen çevirirdi; elinde yaralar meydana gelirdi. Kırba ile su taşırdı. Bu da boynunda yaralar açtı. Evi süpürüyordu. Üstü başı toz-toprak oldu. (Bu sıralarda) Rasûlüllah'a bir kısım köleler getirilmişti.. Fâtıma 'ya:
"Babana kadar gidip bir köle istesen!" dedim. Gitti. Aleyhisselâtu vesselâm'ın yanında bazılarının konuşmakta olduklarını gördü ve geri döndü. Ertesi gün Resulullah Fâtıma'ya gelerek:
"Kızım ihtiyacın ne idi?" diye sordu. Fâtıma süküt edip cevap vermedi. Ben araya girip:
"Ben anlatayım Ey Allah'ın Resülü!'' dedim ve açıkladım: "Fatıma'nın değirmen kullanmaktan elleri yara oldu, kırba ile su taşımaktan da omuzları incindi. Köleler gelince ben kendisine, size uğramasını, sizden bir hizmetçi istemesini ve böylece biraz rahata kavuşmasını söyledim. Bu açıklamam üzerine Resulullah:
"Ey Fatıma, Allah'tan kork, Allah'a olan farzlarını eda et, aileyin işlerini yap. Yatağına girince otuzüç kere sübhanallah, otuzüç kere elhamdülillah, otuzüç kere Allahuekber de. Böylece hepsi yüz yapar. Bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır.." buyurdular. Fatıma (radıyallahu anha):
"Allah'dan ve Allah'ın Resulünden razıyım" dedi. Resulullah ona hizmetçi vermedi."
Buhari, Fedailul Ashab 9, Humus 6, Nafakat 6, 7, Da'avat 11; Müslim, 80, (2727); Tirmizi, Da'avat 24, (3405); Ebu Davud, Harac 20, (2988, 2989), Edeb 109, (5062, 5063).
6529 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Eğer bir kimsenin bir başkasına secde etmesini emretseydim, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim ve eğer bir erkek karısına kırmızı bir dağdan siyah bir dağa ve siyah bir dağdan kırmızı bir dağa taş taşımayı emretseydi, uygun olan, kadının bu emri yerine getirmesidir."
6530 - Abdullah İbnu Ebi Evfa radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Muaz Şam'dan dönünce Resulullah aleyhissalatu vesselam'a secde etmişti. Aleyhissalatu vesselam hayretle : "Ey Muaz! Bu da ne?" dedi. O açıkladı: "Şam'a gitmiştim, onların reislerine ve patriklerine secde ettiklerine rastladım. İçimden, aynı şeyi size yapmak arzusu geçti." Aleyhissalatu vesselam, bunun üzerine: "Bunu yapmayın! Zira, şayet ben, bir kimseye, Allah'tan başkasına secde etmeyi emretseydim, kadına kocasına secde etmesini emrederdim. Muhammed'in nefsi elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim ki, bir kadın, kocasının hakkını eda etmedikçe Rabbinin hakkını da eda edemez. Kadın (deve sırtındaki) semere binmiş iken kocası nefsini talep edecek olsa, kadın bu isteğe mani olamaz."
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 03:36
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Nisan 2006       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

EVLİLİK


Dinen evlenmeleri mümkün olan kadın ve erkeğin hukuki ve örfi prosedüre göre birbirini karı koca kabul etmeleri olayına evlilik denir. Nikah; kadın ile erkeğin evlenmek üzere şahitler huzurunda yaptığı hukuki neticeleri olan bir akittir. Nikahın geçerli olmasının şartı, icap, kabul ve en az iki şahidin hazır bulunmasıdır. Nikah, Kur’an’ın ifadesiyle sağlam bir teminat olmalıdır. İslam alimleri arasında nikahın bir ibadet mi yaksa hukuki bir sözleşme mi olduğu hususu tartışılmış fakat çoğunluk hukuki sözleşme olduğuna kail olmuşlardır. İnsan neslinin sürdürülebilirliği için kadın ve erkeğin birleşmesi, ailenin sağlam temeller üzerine kurulabilmesi için de hukuki dayanağı olan nikah zaruridir.

Başka kültürlerin da evlilik kurumuna bakışı bilinmesi için biraz bu kelimenin etimolojisine girmek istiyorum: Evlilikle ilgili kelimeler Türkçe’de ev kelimesinden türetilmiş, bu kelimeyle ev kurmak anlamında bekar birinin reisi olduğu kendi evine kavuşması anlatılmak istenmiştir. Arapça’da izdivaç (eşleşmek) anlamına gelir. Roman dillerinde evlilikle ilgili kelimeler koca kelimesinden türer.Germen dillerinde bu kelime ev tedariki,ev bakımı anlamına gelen bir kökten türer. Sansrihtte, götürmek sürmek, Yunanca’da karı almak biçimindeki öğelerle anlatım bulmaktadır. Türkçe’deki evlilik kelimesi işin sosyal boyutuna Arapça’da ise insani boyutuna işaret ediyor.

Bireyler,mesleklerine,alışkanlıklarına ve dünya görüşlerine göre evlilikte tercih yaparlar ve tercih sebeplerine göre evlilikler şu amaçlar üzerine inşa edilirler:
1- Tabii ihtiyaca istinaden gerçekleşen geleneksel evlilikler. Şartlar elverince ailenin uygun gördüğü biri yada adayın beğendiği biri seçilir ve görüşmelerin neticesinde iş evlilikte sonuçlanır.

2- Sevgi yada aşk evliliği: Fiziksel beğeniyle oluşan aşklar evliliği müteakip bir kaç ay sonra söner, yakından tanımayla oluşan aşklar ise ciddi pürüzler çıkmazsa sevgi ilişkisi içinde uzun süre devam edebilir.

3- Meslek yada branş evliliği: Aynı işi yapanların, aynı iş yerinde çalışanların gerçekleştirdiği evlilikler.

4- Çıkar amaçlı evlilik: İki zengin ailenin evlilik yoluyla güçlerini birleştirmek amacıyla ya da fakir birinin zenginle evlenerek maddi güce ulaşmayı amaçlayarak yaptığı evlilikler. Arazinin ele gitmemesi,mirasın parçalanmaması amacıyla daha çok kırsal kesimlerde görülen akraba evlilikleri de bu kısma girer.

5- Kültür temelli evlilikler: Genellikle kapalı toplumlarda, aynı soy,inanç, ve kültür kotlarından gelen kişiler arasında “bizim kötümüz elin iyisinden iyidir” düşüncesiyle yapılan evlilikler. Belli bir entelektüel düzeyde olanların, aynı dünya görüşünü ve yaşam tarzını benimseyenlerin ilke bazında anlaşarak yaptığı evlilikler de bu kısma girer.

Bizce adaylar her şeyden önce en iyi eşi değil, en uygun adayı araştırmalıdır. Seçim esnasında ise en önemli kriter, İslam hukuk literatüründe kefaet kelimesi ile anlatılmak istenen denk lik olmalıdır. Maddi imkan, din,kültür,eğitim seviyesi,meslek ve dünya görüşü bakımından birbirine en yakın olan insanların en iyi şekilde anlaşmaları mümkün olur. Bir de en iyi eşi arayanlar, kendilerinin aradıklarına ne kadar uygun olup olmadığını da düşünmek durumundadırlar. Foster Wood, Evlilikte başarı aranan kişiyi bulmakla değil aranan kişi olmakla elde edilir demektedir.” Evlilikte gerçekçi olanlar, hayatın gerçekleriyle yüzleşirler ve çoğu zaman mutlu olurlar, hayalci olanları ise büyük bir hayal kırıklığı beklemektedir.

Tercih ve karar aşamasında, aday ile adayın anne-babası,büyükleri hatta akrabalarının katıldığı istişari bir toplantının yapılmasında büyük yarar vardır. Evlilik teklifi bütün yönleri ile değerlendirmeli ve adayın düşüncelerine göre sonuçlandırıl-malıdır. Şayet uygun görülmüyorsa kız yada erkek her kim ise, ikna yolu ile vazgeçirilmeye çalışılmalı son karar yine de adaya bırakılmalıdır. “Kız benim değil mi istersem yakarım” şeklindeki cahilce ve zorbaca yaklaşımlara artık çağımızda yer yoktur ve dinen de uygun değildir. Evlatlarımız bize birer Allah emanetidir köle veya esir değil. Onların mutluluğu bizim mutluluğumuzdur. Zoraki evliliklerin, ilerde telafisi mümkün olmayan üzücü gelişmelere yol açtığını, gençlerin hatta çocuklarının hayatını kararttığını görmekte ve duymaktayız. Buna hiçbir anne babanın hakkı yoktur.

Nişanlılık, adayların birbirini tanıma ve evliliğe psikolojik yönden hazırlanma dönemidir. Sonradan pişman olanlardan olmamak için bu dönemin akl-ı selimle iyi değerlendirilmesi gerekir. Bu dönemde nişanlılar, birbirlerini ölçüp tartacaklar, hayattan beklentilerini,hayata bakışlarını öğreneceklerdir. Bu dönemde, ya iki yabancı arasında doğal olarak var olan psikolojik duvarlar yıkılacak, sevgi ve muhabbetin temelleri atılacak yada birbirlerine uygun olmadıklarını düşünerek ayrılacaklardır. Sağlıklı bir tanıma için, görüşmelerin umuma açık alalarda ve yakınlardan üçüncü bir kişinin de bulunduğu yerlerde yapılması gerekir, dinin emri de böyledir. Birlikte alışverişe çıkmalarında bir sakınca yoktur.

Nişanlılar ve nişanlı yakınları şunu da bilmelidirler:
  • Her nişanlılığın evlilikle noktalanması zorunlu değildir.
  • Nişanlılar, evlilikle doğacak hakları kullanamazlar. Yakınlaşma konusunda birbirlerine iki yabancı gibidirler.
Evlilik öncesi erkek tarafını ağır külfet altına sokan isteklerin ve buna istinaden borçlanmaların, evliliği takip eden ilk aylarda çiftleri maddi ve manevi yönden bir çok sıkıntıya soktuğu görülmektedir. Evlilikten maksat mutluluksa eğer, mutluluğu tahrip eden hatta arada güvensizliğin oluşmasına yol açan istek ve tutumlardan sakınmak gerekir. Her insan, ihtiyaç duyduğu araç ve gereçleri imkanları ölçüsünde tedarik etmek isteyecektir. Eşya alan sonuçta aldığını kendisine almaktadır. Hal öyleyken, “filanlar şunu aldı,şunları yaptı biz onlardan aşağı kalmamalıyız.” gibi kapris ve kompleks izleri taşıyan düşünceler, israf olmasının yanında balayını zehir ayına dönüştürme riskini de taşımaktadır.

Başlangıcı iyi ve sağlam olmayan bir işin devamından da iyi bir sonuç beklenemez. Bunun için olmalı evliliğin ilk gününde düğün yapar,oyun ve eğlencelerle mazimize tatlı kalıcı hatıralar kaydetmek isteriz. Ne var ki karar aşamasında ve düğün hazırlıkları sırasında yapılan hatalar bazen düğünün neşesini gölgeleyecek boyutlara ulaşıyor. Öte yandan Allah’ın emri,peygamberin kavli ile diye başlanılan evlilik teşebbüsünün, ilk gününde içkili, kadın erkek karışık alemli eğlencelerle yapılan düğünler hayırlı işi daha baştan hayırsız yapmaya yetmektedir. Müslümanın her işi müslümanca olmalıdır. Müslümanın eğlencesi de meşru ve ahlaki ölçülere göre olmalıdır. Nitekim Hz Aişe, terbiyesi altında bulunan Fariga’yı Ensar’dan biri ile evlendirirken Nebi (s.a.s.) “Ya Aişe! Hani sizin def çalan ve şiir okuyan şarkıcınız yok mu? Böyle şeyler Ensar’ın hoşuna gider” diyerek düğünde eğlenmeyi teşvik etmiştir. Nikah töreninde yemeği müteakip def çalınması ve şarkılar söylenmesinin cevazında İslam alimleri ittifak etmişlerdir.

Evlilik,Allah’ın sosyal sisteme ilişkin koyduğu bir kanundur (sünnetullah). Kur’an-ı Kerim de “Muhakkak ki sizi bir erkekle bir dişiden yarattık.” buyruluyor. İnsanlardan, hoşlarına gidecek bir tercih yapmaları isteniyor ve evliliğin birincil amacının huzur ve sükun olduğu ilan ediliyor:
“Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi O’nun(varlığının) delillerindendir.” Nur suresi 32. ayette de fakirlik korkusuyla insanların evlilikten imtina etmemesi,Allah’ın kendi lütfu ile onlara yardım edeceği beyan ediliyor ve bekar yakınlarının evlenenlere yardımcı olmaları gerektiği hatırlatılıyor. “Evlenmenle ev alana Allah yardım eder.” “Nikahta keramet vardır.” Atasözleri de bu ilahi lütfun tecrübe ile sabit olduğunu ortaya koyuyor.
Peygamberimiz (s.a.s); “Kadın dört şeyi için nikah edilir: Malı,soyu,güzelliği ve dini için.Sen dini güzel olanı seç ki elin bereketlensin.” buyuruyor. Bu hadis-i şerifin diğer nitelikleri göz ardı ettiği düşünülmemelidir, Peygamberimiz, öncelikle tercih sebebinin dindarlık ve buna bağlı olarak güzel ahlak olması gerektiğini hatırlatmıştır. Kabul etmek gerekir ki evliler iffetini daha iyi korur. Bunun için Peygamberimiz (s.a.s), “Sizden evlenenler dininin yarısını korumuş olur.Diğer yarısı için de Allah’tan korksun.” buyurmuşlardır. Şu hadis-i şerifte de evliliğin gereği ve önemi çok açık bir şekilde anlatılmakta ve imkanı olduğu halde evlenmeyenler uyarılmaktadır: “Nikah benim sünnetimdir.Kim benim sünnetimi terk ederse benden değildir.”
İslam fıkhında normal şartlarda evlenmenin hükmü sünnettir. Fakat, kişi evlenmemesi halinde kesin zina günahı işleyecekse onun evlenmesi farz,böyle bir ihtimal varsa vaciptir. Bir kişi evlenmesi halinde evine bakamayacağı ve ev halkına zulmedeceği kesin olarak biliniyorsa o kişinin evlendirilmesi haram, böyle bir ihtimal varsa mekruhtur. Görüldüğü gibi hüküm, evlenecek kişinin iradesi,ahlakı ve şahsiyetine göre değişmektedir.

Görüldüğü gibi evlilik öncelikle kadın ve erkeğin daha sonra çocuklarının dünyalarını, hatta bir ölçüde ahiretlerini derinden etkileyecek bir önemi haizdir. O halde aklı başında her insan hiçbir etki altında kalmadan, hatır,gönül ihtimallerini dikkate almadan kendisi hakkında en uygun olan kararı vermelidir. Bilinmelidir ki dünyada hatır için yapılamayacak önemli işlerden biri de evliliktir.
Bekarlık arızi,evlilik tabii bir durumdur. Sevgiyle kurulan yuvayı, karşılıklı güvenle korunması halinde ancak ölüm bozabilir.
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 03:38
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
7 Nisan 2006       Mesaj #5
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi

Evlilikte Denklik (KEFAET)


Aile huzurunu teminde çok büyük hikmetler içeren denklik, Islâm'da sadece kadından yana ve onun ve ailesinin onurunu korumayı hedefleyen bir müessesedir. Nikâhın sahih olmasının değil geçerli olmasının şartıdır. Yani denklik bulunmasa da nikah sahihtir. Ancak kadının velisinin onayına bağlıdır. Buna göre; nesep, dindarlık ve takva, meslek, hürriyet ve servet konularında kendisinden daha aşağı itibar edilen bir erkeğe nikahlanan kadının velileri, denksizliği bahane ederek evliliğe mani olabilirler. Kabul ederlerse sahih olan bu nikah yürür ve artık vazgeçme hakları olmaz. Denksizlige bir Islâm ülkesinde kız velisinin başvurusu ile mahkeme karar verir. Diğer yerlerde bunu "Eminül-kavm" yani inananların güvendigi ehl-i ilim belirler. Ancak bunun bir bağlayıcılığı olmaz. Bu yüzden günümüzde, Imam Serahsî'nin tercihiyle, dengini bulmadan nikah yaptıran kadının nikahını velileri-istemiyorlarsa-hepten geçersiz saymaları ve kabul etmemeleri uygun olur. Buna göre dini bütün ve kapalı bir bayan, namazsız-niyazsız birisine, toplumda cazip itibar edilen bir meslek erbabının kızı, bayağı, sayılan bir meslek erbabına, zengin bir aile kızı, kendisinin nafakasını dahi teminden aciz bir erkeğe sırf kendi isteğiyle varması ve meselâ dinî nikah yaptırmaları halinde velilerin bu nikahı hiç hesaba katmamaları mümkündür ve doğru olandır. Nesep ve hürriyet şartı ülkemiz için artık geçerli değildir. Yalnız bu müessesenin iyi anlaşılmaması halinde başkalarınca istismar edilmesi mümkündür. Onun için şu noktaların tekrar hatırlatılmasında yarar vardır:
1. Denkliğin bulunmaması nikahın sıhhatine mani değildir. Binaenaleyh, kız da velileri de istiyorlarsa kadın istediği ile evlenebilir.
2. Denklik müessesesi kadın lehine bir sonucu hedefler. Çünkü genellikle kadın ve onun velileri daha aşağı itibar edilen birisine eş ya da hısım olmayı kendilerine yediremezler ve böyle bir şeyin olması halinde kadın erkeği küçümseyici ve hukukunu tanımaz bir tavır alır, huzur ortamı olması gereken aile, Cehennem'e dönüşür, boşanmalar ve yıkımlar olur.
3. Meşru olan her türlü işin adisi ve şereflisi olmaz. Şeref, insanlara ve Hakk'a hizmetle ölçülür. Ibadet duygusu ile sokağı süpüren bir çöpçü şerefli, istediği parayı veremeyen hastasını ameliyat etmeyip ölüme terkeden doktor ise şeref sizdir. Ancak halkın genel kabullenişinin bu müessese için etkisi vardır. Bu yüzden sırf öyle itibar edildiği için hesaba katılması aklın gereğidir.
4. Günümüzde velilerinin kabulu olmadan kendi kendisini evlendiren kadının velileri, güvenilir bir ehl-i ilimden onun dengine gitmediğini tesbit ettirmeleri halinde kendi başına yaptırdığı dini nikahı geçersiz sayar ve kızlarını geri alabilirler. Ancak denksizlik sözkonusu olmaması halinde kendi rızası ile evlenen bir kadının nikahını geçersiz saymak kimsenin elinde değildir. Böyle bir durumda velilerin kızlarını almaları, erkeğin de boşamıyorum demesi halinde kadının bir başkası ile evlenmesi -Hanefi mezhebine göre- gayri meşru olur ve zinayı sonuç verir.

Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 03:38
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
4 Mayıs 2006       Mesaj #6
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime

Sağlıklı bir evliliğin anahtarı, olumluluk ve olumsuzluklar arasında sağlanan dengedir.


Ailede çatışmaların yaşanmaması değil, nasıl çözüme kavuşturulduğu önemlidir.

AİLE kurumunun yapısı gereği, insanlar evlilikte çatışmalardan sakınabilir de, çıldıracak kadar dengesizleşebilir de. İkincisinin olmaması için, evliliğe pozitif yaklaşım şarttır.

Günümüzde evlilikten endişe etmek gayet normal sayılabilir. Çünkü evliliklerin bir kısmı boşanmayla sonuçlanıyor. Ama asıl rahatsız edici olan nokta, kimsenin evliliklerin neden bu kadar kırılgan olduğunu tam olarak anlayamamasıdır.

Bazı uzmanlar, hatta aile terapistleri bile, kavga ve atışmanın ailede bir problem işareti olduğunu belirtiyorlar. Ancak bu her zaman böyle olmayabilir. Bazı durumlarda çatışma ve çatışmayı bitirme becerisi, aileyi bir arada tutan bir özellik de arz edebilir.

Araştırma verilerine göre, evliliği bitiren en önemli neden, çiftlerin çatışmaları çözme yeteneğine sahip olmamalarıdır. Çatışma yaşanmayan bir ilişki yoktur; fakat birçok aile, mutluluğun ancak çatışma olmazsa yakalanabilecek bir duygu olduğunu düşünmektedir.

Bazı çiftlere sorulduğunda olumlu olduğunu düşünerek, “Biz hiç kavga etmeyiz” cevabı alınır. Bu, gerçekleri pek yansıtmamaktadır. İnsanlar bir ilişkiye girdiklerinde farklılıklarını uyumlaştırarak olgunlaşırlar. Bu uyumlaşma, ister istemez çatışmalar ve hatta bazen kavgalarla beraber gider. Önemli olan, bunların olmaması değil, çatışmaları çözme yeteneğine kavuşulmasıdır. Zaten, insanları daha sevgi dolu ve olgun yapan unsur, evlilikteki bu inişli çıkışlı süreçlerden edindikleri tecrübedir.

Ancak, her aile çatışmalarını aynı şekilde çözmez. Sağlıklı ailelerin problem çözme tarzlarını üç başlıkta toplayabiliriz:
1. Uzlaşma:
Bir problem çıktığında çiftler, çok kere birbirleriyle uzlaşırlar ve müşterek memnuniyeti sağlamak için problem üzerinde çalışırlar.
2. Tartışma: Sıklıkla çatışmalar yaşanır ve bu çatışmalar üzerinde ateşli tartışmalar yapılır.
3. Çatışmadan sakınma: Çiftler farklılıklarıyla yüzleşmekten kaçınırlar ve farklı olduklarına karar verirler.

Eskiden sadece birinci tarz sağlıklı, diğerleri sağlıksız görülürdü. Ama yeni yaklaşımlar, her üç tarzın da eşit oranda sağlıklı olabileceğini öngörmektedir. Çünkü her bir tarz da, kendi dışımızdaki bir insanla samimi bir ilişki kurmak için uygulanabilecek sağlıklı bir yoldur ve olumludur. Bununla birlikte, çokça tartışan çiftlerin bazı çatışmaları görmezden gelmeyi öğrenmeleri, çatışmadan sakınan çiftlerin de aralarında uyum aramayı öğrenmeleri gerekir.

Her evliliğin duygusal ekolojisinde anahtar dinamik, olumluluk ve olumsuzluk arasındaki dengedir. Sağlıklı evliliklerde bu dengeyi bulan bir tür ayarlayıcı olduğundan söz edilebilir. Meselâ, eşler birbirlerine karşı saygısızlaştıkları zaman, birçok olumlu jest, mimik ve davranışı devreye sokarak ortaya çıkan olumsuzluğu gidermeyi başarırlar.

Mutlu aileleri, sorunlu ailelerden ayıran özellik; işte bu dengedir. Bu ailelerde eşler birbirlerine karşı olumsuz duygu ve davranışlar kadar, olumlu duygu ve davranışlarda da bulunurlar. Sözgelimi, tartışan aileler, tartışmalarını daha fazla sevgi duygusuyla dengelerler.

Kuşkusuz bu denge hâli, %50-50 şeklinde anlaşılmamalıdır. İdeal bir ailede, olumlu duygu ve davranışlar ile olumsuzlar arasındaki oran, 1/5’tir. İdeal çiftlerde dokunma, gülümseme, iltifat etme gibi olumlu davranışlar, çatışmalara göre 5 kat fazladır. Bu tarz evliliklerin uzun süreli olma ihtimali çok yüksektir. Buna karşılık, bu oranın altında kalan dengeler, evlilikte olması gerekenden fazla olumsuzluk yaşandığını gösterir. Eğer gerekli düzeltmeler yapılamazsa, zaman bu tür aileler için evliliği daha iyi bir noktaya taşımaz. Boşanmayla biten evliliklerde, olumlu davranışlar ile olumsuz davranışlar arasında ortaya çıkan dengesizlik, zaman içinde artmış ve olumsuz davranışlar katlanılamaz hâle gelmiştir.

TEHLİKE SİNYALLERİ


Eğer sorunlu bir evliliğin ortasındaysanız, sorunları çözmek için bir çıkış yolu bulmanız oldukça zordur. Ama aslında mutsuz evlilikler aşağı yukarı birbirlerine benzerler. Mutsuz evliliklerin, bir girdabın daireleri gibi üzücü sona doğru ilerleyen bir biçimi vardır.

Bir evliliğin şansını artıran etken, çiftlerin hangi duyguların ve reaksiyonların tartışmaya yol açtığının farkında olmalarıdır. Evliliği sarsan noktaların farkında olan çiftler, mutluluğa giden yolu çok daha kolay bulabilirler.

Evliliklerin dengesini bozan etkenleri, genel olarak dört madde altında toplayabiliriz. Bu etkenler eşler arasındaki iletişimi sabote eder, ev içindeki gerilim ve olumsuz havayı artırır. Sonuçta, eşler birbirlerinin ilişkiyi düzeltme çabalarına sağır olurlar.
1. Eleştiri: Genelde kötüye giden evliliklerde, eşler önce birbirlerinin davranışlarından şikâyet eder, sonra da eleştirmeye başlarlar. Ancak şikâyet ile eleştiri birbirinden farklıdır. Eleştiri, belirli bir davranıştan ziyade, belli bir suçlamayla karşımızdaki insanın kişiliğine yapılan bir saldırıdır. Meselâ “Sürekli kendini düşünüyorsun” cümlesi, belli bir davranışı değil, bütün bir kişiliği yargılamak ve suçlamak anlamına gelir.
2. Hakaret: Hakareti eleştiriden ayıran nokta, eşlerin birbirlerini aşağılama niyeti ve psikolojik olarak karşısındakinin kötü hissetmesini sağlama arzusudur. Sözler ve vücut dili aracılığıyla, eşler birbirlerinin kalplerini kıracak hakaretler yağdırırlar. Sonuçta, her iki taraf da birbirine yönelik çok olumsuz düşünceler içine girer.
Böylesi şeyler yaşandığında, eşler en başta birbirlerini nasıl sevdiklerini hatırlamaz hâle gelirler. Sonuç olarak, birbirlerine iltifat etmez, memnuniyet ifadelerinde bulunmazlar.
3. Sürekli savunma yapma: Saygısızlık bir kere eve girdiği zaman, ilişki kötüden daha kötü olur. Suçlamalar arttıkça, savunmalar da artar. Bu, sorunları daha da ağırlaştırır.
Eşlerin her ikisi de, kendisini “masum kurban” gibi görür. Tam da bu yüzden, sorunları çözmek üzere ikisi de sorumluluk almazlar. Sürekli kendilerinin masum olduğunu anlatmaya çalışıp dururlar. Savunmacı yaklaşımı kırmanın birinci yolu eşin her sözünü bir saldırı olarak görmekten vazgeçmek, bu sözlerin güçlü bir şekilde ifade edilmiş bir bilgi olduğunu görmektir.
4. Duvar örme: Eşlerden biri, diğeri tarafından suçlama ve eleştirilerle bitirildiği ve ezildiği zaman, savunma için bile olsa cevap vermemeyi tercih edebilir. Bu evlilikler, iletişimin son derece azalması sonucu çökme sürecine girer.
Duvar örme, çiftin birbirini anlamaya çalışmak yerine, suçladıkları iletişim türlerinde oluşur. Duvar ören eş, kendisini bir taş gibi hareketsiz hâle getirerek sanki orada değilmiş gibi davranır. Normal şartlarda dinleyen biri konuşmacıya bakar ve konuşmalara cevap verir. Ama duvar ören eş, bunları yapmaz ve bir taş sessizliğine bürünür. Duvar ören eş, yaptığı eylemin ne kadar güçlü bir eylem olduğunun farkında değilmiş gibi görünür. Ama aslında, bu eylem çok güçlüdür. Bu durumda, evliliğin boşanmayla sonuçlanmaması için eşlerin evliliklerini yeniden tanımlamaları şarttır.

Evliliği iyi bir noktaya taşımak için:


  • Eğer boğulduğunuzu hissediyorsanız, sakinleşmek için ciddi bir çaba gösterin. Bu çaba, sizi savunmacı ya da duvar ören bir eş olmaktan uzaklaştırır ve stres oluşturan düşünceleri yok eder.
  • Araştırmalar kalp atış hızının artmasıyla tartışmaların şiddetlenmesi arasında bir ilişki olduğunu göstermektedir. Tartışmalarınızın şiddetlenmemesi için sakinleşmenin yollarını öğrenin. Nefes egzersizlerinden faydalanın. Böylece verimsiz ve önemsiz tartışmaları daha başından önlemiş olur, önemli tartışmalara da fırsat tanımış olursunuz.
  • Ayrıca savunma yapmadan dinleme ve konuşma, birtakım yıkıcı alışkanlıkların önünü alır. Eğer savunmacı bir dinleyici olmamayı başarırsanız, olumsuz düşüncelerin eşinizin ve kendinizin zihninde birikmesine engel olursunuz. Dolayısıyla, eşinize karşı duvar örmenize de gerek kalmaz. Unutmayın ki, siz savunmacı olmadığınızda, eşiniz de savunmacı bir dille konuşma ihtiyacı hissetmeyecektir.
  • Eşinizin sizi anlamasına izin verin. Bunun bir ilişkiyi olumlu tutmanın en iyi yolu olduğunu unutmayın. Ayrıca eleştirinin, hakaretin ve savunmacı dilin panzehiri de budur. Eşinizin bakış açısına saldırmak veya onu görmezden gelmek yerine, problemi onun bakış açısından görmeyi deneyin ve onun bakış açısının da haklı tarafları olduğunu söyleyin.
  • Bu teknikleri başarılı bir şekilde kullandığınızda, kendinizi bunları öğrenmiş sayabilirsiniz. Ama unutmayın; bu teknikler sürekli tekrar edilmeli ve otomatik hâle getirilmelidir. Savunmacı bir dil kullanmadığınız ve eşinizi onayladığınız her diyalogda yeni bir şey tecrübe etmiş olursunuz. O yüzden yorgun olsanız da, canınız istemese de bunları uygulamaya devam edin. Beceriniz ne kadar artarsa, ihtiyaç duyduğunuzda o beceri o kadar yanınızda olur.
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 03:40
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Ağustos 2006       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

ÇOK EVLILIK


Taaddüd-i Zevcat
"İki zevcesi olup da birine tamamen meyledip diğerini ihmal eden kimse, kıyamet gününde, bir yanı felçli olarak gelir."
(Hadis-i Şerif)
Eski Mısır Hukuku: Koca bazı şartlar altında birden fazla kadınla evlenebilirdi
Babil Hukuku: Hamurabi kanunlarına göre, zevce çocuk doğurmazsa veya ağır bir hastalığa tutulursa, koca odalık alabilirdi.
Çin Hukuku: Kocanın serveti müsait olursa, ikinci derecede zevceler alabilirdi. Şu kadarki, bu kadından doğacak çocuklar, birinci ve asıl zevcenin çocukları sayılırdı.
Eski Brehmenler: Vichnou kitabına göre, erkekler bulundukları sınıflara göre bir, iki, üç veya daha fazla kadınla evlenebilirdi. Apastamba kitabında ise, bu konuda tahdit vardı, kadın vazifelerini hakkıyla yerine getirebiliyor ve erkek çocuğuda oluyorsa, koca ikinci bir kadınla evlenemezdi. Manu düsturlarında, bir adam, ilk zevcesini kendi toplumsal seviyesinde seçmesi lazımdı, ikinci zevcesini, daha alt tabakalardan alabilirdi.
Eski İran : Çok evlilikj kabul edilmişti.
Roma Hukuku : Odalık almak, kanuni nikah olmaksızın yaşamak vardı.
Kitab-ı Mukaddes : Eski Ahid'de Davud a.s. bir çok kadınla evlendiği zikredilir. Eski Ahid'de çok evlilikten bahseden başka yerler de vardır. Müsevilite de çok evlilik vardı.
Yeni Ahid'de (İncil), birden fazla kadınla evlenmeyi yasak eden bir madde yoktur. Ancak tek zevce ile yetinbmenin iyi olacağına dair tavsiyeler vardır.
Birden fazla evlenme, Hristiyanlık aleminde XVI. asra kadar normaldi.
İslam'dan Önceki Arabistan: Çok evlilik konusunda hiç bir tahdit ve sınır yoktu. Erkek istediği kadart kadınla evlenebildiği gibi, aralarında zevce değişimi bile olurdu.

İSLAM'DA ÇOK EVLİLİK


Cenab-ı Hak buyuruyor:
"Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır." (Nisa Suresi / 3)
Ayette açıkça görülmektedir ki, birden fazla 2,3 nihayet 4 kadınla evlenme; mutlaka yapılması gerekli farz ve vacib kabilinden bir emir değil, bir müsaadedir. Ancak bu izin, kadınlar arasında tam bir adalet yapmaya bağlanmış, Bir tek zevce ile yetinmenin, adalete en yakın ve en doğru yol olduğu belirtilmiş; adaleti yerine getiremeyeceğinden korkanın, tek kadınla yetinmesi emredilmiştir.

ÇOK EVLILILIK KONUSUNDA ISLAM PRENSIPLERI


1) Adetin sınırlandırılması : Cahiliye devrindeki erkeğin hudutsuz evliliğine sınır getirilmiş. Bu ayetin nuzulünden sonra Resulullah'ın emriyle 4'den fazla hanımı olanlar, fazlalarını boşadılar.
2) Eşler arasında adaletin gözetilmesi : Zevceler arasında adalet, yedirme, içirme, giydirme, barındırma, kocalık muamelesi, sevgide gösterilecektir. Yalnız şu varki, insanın sevgi hususunda tam bir eşitlik gösterebilmesi, imkansız denecek kadar zordur. Kadının çeşitli fiziksel ve ruhsal özellikleri sevginin derecesindeki farklılıkları meydana getirecektir. Erkek ne kadar eşitlik konusunda çaba harcasa da bunu başarması imkansız derecesindedir.
Cenab-ı Hak buyuruyor:
"Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bâri birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, günahtan sakınırsanız Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Nisa Suresi / 129)
Bu ayet-i kerimeyle Cenab-ı Hak erkekleri kadınlarına sevgi ve muhabbet hususunda mutlak bir eşitlik göstermekten afvetmiş. Sadece erkeğin bir tarafa bütün bütün meyledip ötekinden yüz çevirmesini yasaklamış, elinden geldiği kadar eşit davranmaya çalışmasını emretmiştir. Bir hadis-i şerifte bu hususla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"İki zevcesi olup da birine tamamen meyledip diğerini ihmal eden kimse, kıyamet gününde, bir yanı felçli olarak gelir."
(Hadis-i Şerif)

Kadın yaratılışı itibariyle erkeğini normal şartlar altında ikinci bir kadınla paylaşmaya razı olmadığı gibi, hiçbir kadın da mecbur kalmadan evli bir erkekle hayatını birleştirmek istenmez.
Çok evliliğin hak olduğuna inanmak imanın gereğidir. Ancak, buna inanmak kadının, kocasının kendi üzerine evlenmesini onaylayarak rıza göstermesi, tasvip etmesi zorunluluğunu getirmez.

Hiçbir mümin babadan da kızı üzerine damadının ikincisi, üçüncüsü veya dördüncü kadını almasını olgunlukla beklenemez. Kadının kıskançlık fıtratı ve babalık şefkati buna engeldir. Nitekim:
Peygamberimizin kızı Hz.Fatıma, kocası Hz.Ali'nin ikinci bir kadınla evlenmek istemesine karşı çıkmıştır. Peygamberimizin terbiyesinde büyüyen Hz.Fatıma'nın, kocasının ikinci evliliğine karşı çıkması caiz olmasaydı. Allah Resulü onu ikaz eder, kocasının arzusuna boyun eğmesini emrederdi. Halbuki durum öyle olmamış, bilakis kızının üzüldüğünü gören Allah Resulü, damadı Hz.Ali'nin bu arzusundan vazgeçmesini istemiş, eğer vazgeçmezse ancak Fatıma'yı boşadıktan sonra evlenebileceğini bildirmiştir. Hz.Ali'nin Fatıma'nın üzerine evlenip onu üzmesine razı olmamıştır.
Allah resulünün bu davranışında, müslüman kız ve babalarının damadın ikinci evliliğine karşı çıkabilecekleri hususunda ruhsat vardır.

Sözün özü: İslam çok evliliği ne emir ne de tavsiye etmiştir. Sadece bazı zaruri hallerde müsaade etmiştir. Zaten yukarıdaki olayı naklettikten sonra diyecek bir şey olmasa gerek.
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 03:42
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Ağustos 2006       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Evlilik Gerekli mi?

Evliliğin amacı, eşleri kısıtlamak değil, adeta bir bütün yapmaktır. Evlilikte iki cins birbirini tamamlar. İki vücut, iki kalp, iki ruh birleşir. ERKEK, düzenli bir hayat., sıcak bir yuva ve bakım ihtiyacı için, kadınsa, kendini güvende hissetmek ve korunma ihtiyacından dolayı evlenmek ister.
  • Evlilik, cinsel davranışlara çeşitli kısıtlamalar getirilir; evliliğin kuralları da bu kısıtlamalardandır. Ancak cinsel ihtiyaçlar evliliğin tek amacı değildir.
  • Dünyanın her yerinde, cinsiyete göre bir iş bölümü ve işbirliği vardır. Erkeklere fiziki güçleri nedeniyle daha ağır ve zorlayıcı görevler yüklenirken, kadınlar için çocuk doğurma ve çoğunlukla daha hafif işler düşer.
  • Evlilik birçok avantajları beraberinde getirir.
  • Kişinin hayatı belli bir düzene oturur.
  • Yalnızlık ve sıkıntı hissi, sağlıklı bir beraberlik ortamında kaybolur. Evlilik tek başına yaşamaktan daha güven vericidir.
  • Annelik ve babalık hissinin ne demek olduğu anlaşılır.
  • Bunalım gibi sorunlar, evlilerde, bekarlara oranla daha az görülür. Çünkü evlilik, kişiye bir taraftan sosyal bağımlılıklar ve sorumluluklar getirirken, diğer taraftan sosyal itibar ve korunma imkanı verir.
  • İsraf, kumar, alkol ve benzeri kötü alışkanlıklara düşkünlük, sıkıntı, boşluk hissi, amaçsızlık, zaman kaybı gibi problemler bekarlarda evlilere oranla daha sıktır.
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 03:43
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ağustos 2006       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Evlilik bir sanattır


Bir çift ayrılmadan, bağlılıklarını bozmadan, bunca sene beraber kalabilmişse, biz bunu takdir ediyor ve "mutlu" kabul ediyoruz. Acaba bu her zaman böyle mi? İsterseniz bu orta yaş evliliklerini biraz irdeleyelim. İlk yıllarda problemler görmezlikten gelinir. Zira çocuklarımız ya yeni doğuyordur ya küçüktürler ve biz çok doluyuzdur. Birbirimize toleransımız boldur. Sorunlarımız varsa da gerektiği kadar üstünde durmaz, arka plana atarız. Hayat ilerlerken problemler de ilerler, katılaşır; ancak şimdi de, ergenlik çağına gelmiş çocuklarımız yine ön plandadır. Problemlerimizi realize ederiz, ancak gerektiği kadar üzerinde durmayız. Bu arada parasal sıkıntılarımız da istesek bile, gerekli önlemleri almamızı engeller. İşteki problemlerimiz, uğraşı alanlarımızın tümünü alır. Para, çocuklar, işteki yükselme uğraşılarımız ve belki de anne ve babalarımız bu yılların başrol oyuncularıdır.

Boş yuva sendromu


Derken orta yaş problemleri daha ön plana çıkmaya başlar; vücudumuz sarkmaya, yüzümüz kırışmaya, saçlarımız beyazlaşmaya yüz tutar. Görüş bozuklukları, yakın gözlük, oramızın buramızın ağrıları, derken bir de bakarız ki çocuklar büyümüş ve bir zamanlar çok dolu olan ev boşalmış. Amerikalılar'ın "emty nest" dedikleri, yani, boş yuva sendromu bizi de sarmaya başlar. Eskisi kadar bize muhtaç olmayan ev halkı; kendimizi bulmamıza; veya daha kötüsü kendimizi dinlememize bol zaman bırakır. Eğer sağ duyumuzu kullanırsak veya daha az problemli bir 20 yıl geçirmişsek, bu zaman dilimini, senelerdir yapamadığımız hobilerimize ayırır; kendimizi keşfetmeye ve geliştirmeye çalışırız. Eşimize daha çok yönelir, romantizmimizi yaşar; belki de tekrar ufak flörtlere başlar; seyahatler ederiz. Peki ama ya zaten mutsuz idiysek ve şimdi yalnız kalınca kendimizi dinlemeye başlamışsak? Psikosomatik rahatsızlıklar (yani hastalık hastası olmak) başlamışsa; gittikçe şişmanlıyor; her şeyi kendimize dert ediyor; kendimizi mutsuz hissediyorsak? Ya hele panik ataklar başlamış, depresyon belirtileri, korkular da varsa. Bu arada, tabii kadın olarak, eşimize karşı davranışlarımızda değişmeye; onca zamandır yaptığı şeylerden sinir almaya, terslemeye, takmaya başlarız. Bu arada kocamız da bu durumdan etkilenmeye, sıkılmaya ve giderek yalnızlaşmaya başlar. Eşler sudan sebeplerle kavga etmeye ve birbirlerini suçlamaya, incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerle, sinir harbine girerler. Sonuçta, "fark etmeden haşlanan kurbağa" misali, kendilerini ruhsal boşlukta bulurlar. Sevgi boşluğu, fikirsel ayrılıklar, müşterek tarafların eksikliği giderek araya uçurumlar sokar.

Uzman yardımı şart!


Neticede ya aralarında sevgi ve saygı varsa "Evlilik terapistine" gelir yardım alırlar, ya da birinden biri diğerine ihanet eder! Maalesef en çok ikinci şık sonucu bana geliyorlar. Zira ihanet eden kişi, içindeki sevgi, alaka boşluğu mu, o anın şartlarında, önüne kim çıkarsa bunu onunla dolduruyor. Daha doğru bir tanımla "Denize düşen yılana sarılıyor." Bununla kimseyi aşağılamak istemiyorum ama, o anın şartlarında, içinde bulunulan duygusal boşluk, fazla araştırılmaksızın dolduruluyor. İhanet edilen ise, bir şekilde haberdar oluyor ve kıyametleri koparıyor. Sonradan pişman olunacak şiddet, hakaret tabii ki çifti içinden çıkılmaz bir yaşantıya itiyor. Eğer hiç olmazsa bu safhada, aklı-selimlerini kullanıp "evlilik terapisi" almayanlarsa, maalesef bir hiç yüzünden boşanıyorlar. Ama "evlilik terapisi" alırlarsa, aralarındaki kopukluk ne zaman başladı; nereden bu duruma geldiler; başından beri aralarındaki uyuşmazlıklar neydi, çocukları ne kadar bundan etkilendi, bütün bunlar tek tek irdelenip şahıslarla paylaşılır. Dolayısı ile gerek kendilerini, gerek karşı tarafı, gerek evliliklerini ne kadar iyi tanırlarsa, o kadar doğru çözümü bulmuş olurlar. Psikolojik üzüntülerin sebep olabileceği rahatsızlıklardan kurtularak, birbirlerini kıracaklarına yapıcı olabilmenin pozitif etkisini, evlilik sanatı dediğimiz, konuşmak, dokunmak, hatta münakaşa etmenin dahi yollarını öğrenmek; ancak ve ancak "evlilik terapisi" almakla mümkündür.
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 03:45
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ağustos 2006       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Kadınlar neden evlenir?


Erkeklerin sıcak bir aile, düzenli bir hayat, toplum baskısı, belki de ütülü bir gömlek için evlendiği düşünülür, peki kadınlar neden evlenir?

Bu sorunun yanıtını, “Erkekler Neden Evlenir?” adlı ilk kitabı kısa sürede 5. baskıya ulaşan ve sonrasında telefonları susmak bilmeyen bir psikolog verecek.

Kendisine gelen “danışanlarından” yola çıkarak erkeklerin evlilik sorunlarını yazan psikolog-yazar İlkim Öz, şimdi de kadınların neden evlendiğini anlatmak için daktilosunun başına geçti. Öz, yaz aylarında yeni kitabını da okurla buluşturmayı hedefliyor. İlkim Öz, ilk kitabın büyük ilgi gördüğünü, çiftlerin aynı sorunların kendi evliliklerinde de varolduğunu söyleyerek tebrik ettiklerini söyledi.

Kitapta erkeklerin “cinsel organlarına ilişkin takıntısını ve bu yüzden duydukları üzüntüyü” işlediğini hatırlatan Öz, “Kitaptan sonra telefonlarım susmadı. Erkeklerin cinsel organından kompleks duyduğu ortaya çıktı. Sorunun kendilerinde de varolduğunu söyleyerek yardım istediler. Bu kadar olduğunu bilmiyordum” dedi.

Yeni kitabında yine danışanlarından yola çıkarak evli kadınların sorunlarını anlatacağını, bir de evlilikten, erkeklerden korkan bekar bir kadına yer vereceğini belirten Öz, “Yaşanan sorunlar kadın ile erkek arasındaki farklılıklardan kaynaklanıyor. Çünkü ayrı gezegenlerden geliyorlar, erkekler Mars’tan, kadınlar Venüs’ten...” diye konuştu.

“KADINLAR CİDDİ DEPRESYON YAŞIYOR”


Erkeklerin sorunlarını aşabilmeleri için eşlerini, yaşamı ve en başta da kendilerini sorgulamaları gerektiğini ifade eden İlkim Öz, evlilikte her iki tarafın da yaptığı yanlışları şu şekilde sıraladı: “Erkeklere sorduğumuzda ‘benim hiçbir korkum yok’ diyor. Erkeklerin kendisiyle bile yüzleşemediği duyguları var. Erkeklerin en büyük sorunu, sorunu olduğunu kabul etmemek. Kadınların sorunu ise eşlerinin kendini anlamaması, sevgi sözcüğü söylememesi, kavgadan sonra bile seks istemesi. Bir de kayınvalide sorunu var, hala bu devam ediyor. Erkeklere önerim sorunlarını kabul etmeleri, yüzleşmeleri. Kadınların ise evlilikte daha gerçekçi olması lazım. Kadınlar çok ciddi depresyonlar yaşıyor. Kadın, ‘eşim beni sevmiyor’ diyor. Aslında eşleri onları seviyor, ama gösteremiyor. Kadınların sorunu da bu, evliliğe mantıklı bakamıyor.”

Erkeklerin 20-25 yaşları arasında, şehirli kadınların ise 30 yaşından sonra evliliği düşündüğünü belirten Öz, boşanan erkeğin yeniden evlenme arzusunu da yalnızlık korkusuna bağladı. Öz, sözlerine noktayı şöyle koydu: “Kadınlarımız artık evde kalma, yalnızlık korkusunu aştı. Yalnızlık korkusu erkeklerde daha yoğun. Peki kadınlar neden evlenmek ister? Kadınlık içgüdüsüyle diyelim. Kitaba kadar da bu kadar ipucu verelim...”
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 03:45

Benzer Konular

2 Temmuz 2016 / CathLaC Tıp Bilimleri
9 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
17 Temmuz 2017 / virtuecat Müslümanlık/İslamiyet
28 Ocak 2009 / Ziyaretçi Soru-Cevap
22 Aralık 2011 / şebnem_ece Soru-Cevap