İslam Dünyasında Tarih
MsXLabs.org & Temel Britannica
İslam öncesi dönemde Araplar arasında tarihle ilgili tek bilgi ilmü'l-ensab (soybilgisi) idi. İslamiyet'in ortaya çıkmasından sonra soyla övünme yasaklandıysa da, bu yolla gelen birikimden özellikle hadislerin doğruluğunun saptanmasında yararlanıldı. Hadis rivayet etmeye yetkili kişilerin yaşamöyküleri ve birbirleriyle ilişkileri ayrıntılı biçimde yazıldı. Bu bakımdan ilk İslam tarihçileri hadis bilginlerinin (muhaddisler) arasından yetişti. İlk İslam tarihçileri ayrıca Hz. Muhammed'in yaşamı ve savaşları konusunda da ayrıntılı çalışmalar yaptılar. Bu alanda yapıt veren tarihçilerin en ünlüleri Urve bin Zübeyr (644-711), Müneb-bih (ölümü 732), Asım bin Ömer (ölümü 739), İbn İshak (yaklaşık 704-767) ve İbn Hi-şam'dır (ölümü 834).
Emeviler döneminde (661-750) yaygınlaşan çalışmalar Abbasiler döneminde (750-1258) çeşitlenerek sürdü. İslam dünyasının genişlemesine paralel olarak fetihlerin tarihi yazılmaya başlandı. Bu alandaki en önemli yapıtlar; Vakidi'nin (747-823) Fütuhu'ş-Şam'ı, İbn Abdülhakem'in (ölümü 870) Fütuhu'l-Mısr ve'l-Magrib' ve Belazuri'nin (ölümü 892) Fü-tuhü'l-Büldariıâu. Abbasiler döneminde ilk kez Yakubi (ölümü 897) başka kavimlerin tarihiyle de ilgilendi. Taberi (839-923) genel bir dünya tarihi yazdı. Ayrıca Şam, Bağdat, Halep, Kahire gibi önemli kentlerin ayrıntılı tarihleri yazıldı. Abbasiler döneminde İslam dünyasında yer alan öbür devletlerden Gazneliler'de Utbi, Fatımiler'de Mesudi (doğumu 9. yüzyıl-957), Zengiler'de Ebu Şame (1203-68) gibi ünlü tarihçiler yetişti.
İran'da İslam dininin yerleşmesine paralel olarak Farsça'nın değişikliğe uğraması ve edebiyat geleneğinin güçlü etkisiyle tarihçilik oldukça geç gelişti. Önemli ilk İranlı tarihçi Beyhaki'dir (996-1077). İran'da tarihçilik Büyük Selçuklular (1038-1157), İlhanlılar (1256-1353) ve Timurlular (1370-1506) zamanında olgunluk dönemini yaşadı. Ravendi, Cüveyni, Reşideddin, Fazlullah. Şerefeddin Ali Yezdi, Mirhand gibi ünlü tarihçiler yetişti.
Abbasiler'den sonra Arap tarih yazımı büyük ölçüde Memlûklar elinde gelişti. Memlûk tarihçileri gelenekselleşen türler yanında, "havadis" denen, olayları günü gününe yazma biçimini geliştirdiler. Tarihsel olayları edebi bir üslupla, fıkra ve öykülerle süsleyerek anlatma tarzı olan "muhadarat"a da katkıda bulundular.
Anadolu Selçukluları'nda tarihçilik fazla gelişmemişti. 13. yüzyılda yetişen İbn Bibi Kerimeddin Aksarayi gibi tarihçiler de İran etkisindeydiler, yapıtlarını da Farsça kaleme almışlardı. Halk arasında bütün canlılığıyla anlatılagelen Oğuz Kağan Destanı gibi tarihsel nitelikli öyküler ise ancak 14. yüzyılda yazıya geçirilmiştir.
Osmanlılar'da da tarihçilik geç başlamıştır. Oysa öbür Anadolu Beylikleri'nde oldukça gelişkin bir tarih yazımı vardı. İlk Osmanlı tarihçisi sayılan Ahmedi (1334-1412) de Aydınoğulları ve Germiyanoğulları saraylarında bulunduktan sonra Osmanlıların hizmetine girmiştir. 1390'da bitirdiği İskendername adlı yapıtının sonuna eklediği manzum Dâsitân-ı Tevarih-i Mülûk-ı Âl-i Osman ilk Osmanlı tarihidir. 14.-15. yüzyıllarda yazılmış kısa açıklamalı takvimler (kronolojiler), ünlü kişilerin yaşamöykülerini söylencelerle karışık biçimde anlatan menakıbnameler ve savaşları destansı tarzda betimleyen gazavatnameler Osmanlı tarihlerinin ilk kaynaklarını oluşturur. 15. yüzyılda kaleme alınan ve yazarı bilinen ya da anonim Osmanlı tarihlerinin tümü bu kaynaklara dayanır. Bu gelenek 15. yüzyıl sonunda Aşıkpaşazade'nin yazdığı Tevarih-i Âl-i Osman'la olgun bir düzeye ulaşmıştır. 16. yüzyıl tarihçiliğinde bu geleneğin izleri sürmekle birlikte, edebiyatta Farsça'nın ve Arapça'nın etkisi artmış, tarih yazımında da sanatlı düzyazı görülmeye başlanmıştır. Gelibolulu Mustafa Âli'nin Künhü'l-Ahbarh ile Hoca Saded-din'in Tacut-Tevarih'i bu tür tarihlerin ilk örnekleridir. Gene 16. yüzyılda İran etkisiyle, şehnameci adı altında saray tarihçileri görevlendirildi. Ayrıca bir tek padişahın dönemini ele alan Selimname, Süleymanname gibi türler ortaya çıktı. 1663'te IV. Mehmed'in buyruğuyla dönemin tarihini yazma görevi verilen Abdurrahman Abdi Paşa vakanüvis tarzı tarihçiliği başlatmışsa da, vakanüvis sıfatını resmen kullanan ilk tarihçi Naima'dır . Vakanüvislik Raşid'le (1714-23 arasında görev yaptı) süreklilik kazanmış ve Osmanlı Devleti'nin sonuna kadar devam etmiştir. Son vakanüvis Abdurrahman Şeref Efendi'dlr (1853-1925). Vakanüvislerin dışında kalan tarihçiler de ilgi alanlarına göre özel ve genel birçok yapıt kaleme almışlardır. Bu tarihçilerin en ünlüsü Kâtip Çelebi'dir.
Tanzimat'tan sonra geleneksel tarihçilik sürerken eğitimdeki yenileşmeye paralel olarak batı tarihçiliğindeki gelişmeler de, özellikle okul kitapları yoluyla etki göstermeye başlamıştır. Hatta bu etkiyle, o zamana kadar yıl yıl olayları sıralamanın ötesine geçmeyen vakanüvislik bile değişmeye başlamıştır. Bunun en belirgin örneği Cevdet Paşa'dır. Ayrıca milliyetçilik gibi akımlar tarihçiliği de etkilemiş, geçmişteki olaylar yeni bir gözle değerlendirilmiş, ulusallığa temel olabileceği düşünülenler öne çıkarılmaya çalışılmıştır. İslam öncesi Türk tarihinin varlığının keşfedilmesi de milliyetçiliğin tarih alanına yansımasının önemli sonuçlarından biri olmuştur. Batı tarihçiliğinin önemli yapıtları gene bu dönemde Türkçe'ye kazandırılmaya başlanmıştır. Böyle bir tarihçilik mirası devralan Cumhuriyet döneminde ulusal bir devlet ve toplum yaratma çabalan yeni tarih anlayışını da biçimlendirmiştir. 1931'de kurulan Türk Tarih Kurumu, Türk tarihini uygarlığın yaratıcısı sayılan Sümerler'le başlatan bir tarih tezini ortaya atmış, bu tez doğrultusunda Anadolu'nun eski uygarlıklarını tanımaya yönelik birçok çalışma yapılmıştır. Özellikle kazılar sonucunda elde edilen bulgularla Anadolu tarihinin bilinmeyen yönleri aydınlatılmıştır. Üniversitelerde yapılan tarih çalışmaları ise daha çok Türk tarihinin çeşitli dönemleri (İslam öncesi, Selçuklu, Osmanlı) üzerinde yoğunlaşmıştır. Siyasal tarih yanında toplumsal ve ekonomik yapıyı ele alan, devlet örgütlenmesini, kurumlan inceleyen yapıtlar ortaya konmuştur. Cumhuriyet dönemi tarihçiliğini görüşleriyle en çok etkileyen kişi Fuad Köprülü olmuştur.
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar
İslam öncesi dönemde Araplar arasında tarihle ilgili tek bilgi ilmü'l-ensab (soybilgisi) idi. İslamiyet'in ortaya çıkmasından sonra soyla övünme yasaklandıysa da, bu yolla gelen birikimden özellikle hadislerin doğruluğunun saptanmasında yararlanıldı. Hadis rivayet etmeye yetkili kişilerin yaşamöyküleri ve birbirleriyle ilişkileri ayrıntılı biçimde yazıldı. Bu bakımdan ilk İslam tarihçileri hadis bilginlerinin (muhaddisler) arasından yetişti. İlk İslam tarihçileri ayrıca Hz. Muhammed'in yaşamı ve savaşları konusunda da ayrıntılı çalışmalar yaptılar. Bu alanda yapıt veren tarihçilerin en ünlüleri Urve bin Zübeyr (644-711), Müneb-bih (ölümü 732), Asım bin Ömer (ölümü 739), İbn İshak (yaklaşık 704-767) ve İbn Hi-şam'dır (ölümü 834).
Emeviler döneminde (661-750) yaygınlaşan çalışmalar Abbasiler döneminde (750-1258) çeşitlenerek sürdü. İslam dünyasının genişlemesine paralel olarak fetihlerin tarihi yazılmaya başlandı. Bu alandaki en önemli yapıtlar; Vakidi'nin (747-823) Fütuhu'ş-Şam'ı, İbn Abdülhakem'in (ölümü 870) Fütuhu'l-Mısr ve'l-Magrib' ve Belazuri'nin (ölümü 892) Fü-tuhü'l-Büldariıâu. Abbasiler döneminde ilk kez Yakubi (ölümü 897) başka kavimlerin tarihiyle de ilgilendi. Taberi (839-923) genel bir dünya tarihi yazdı. Ayrıca Şam, Bağdat, Halep, Kahire gibi önemli kentlerin ayrıntılı tarihleri yazıldı. Abbasiler döneminde İslam dünyasında yer alan öbür devletlerden Gazneliler'de Utbi, Fatımiler'de Mesudi (doğumu 9. yüzyıl-957), Zengiler'de Ebu Şame (1203-68) gibi ünlü tarihçiler yetişti.
İran'da İslam dininin yerleşmesine paralel olarak Farsça'nın değişikliğe uğraması ve edebiyat geleneğinin güçlü etkisiyle tarihçilik oldukça geç gelişti. Önemli ilk İranlı tarihçi Beyhaki'dir (996-1077). İran'da tarihçilik Büyük Selçuklular (1038-1157), İlhanlılar (1256-1353) ve Timurlular (1370-1506) zamanında olgunluk dönemini yaşadı. Ravendi, Cüveyni, Reşideddin, Fazlullah. Şerefeddin Ali Yezdi, Mirhand gibi ünlü tarihçiler yetişti.
Abbasiler'den sonra Arap tarih yazımı büyük ölçüde Memlûklar elinde gelişti. Memlûk tarihçileri gelenekselleşen türler yanında, "havadis" denen, olayları günü gününe yazma biçimini geliştirdiler. Tarihsel olayları edebi bir üslupla, fıkra ve öykülerle süsleyerek anlatma tarzı olan "muhadarat"a da katkıda bulundular.
Anadolu Selçukluları'nda tarihçilik fazla gelişmemişti. 13. yüzyılda yetişen İbn Bibi Kerimeddin Aksarayi gibi tarihçiler de İran etkisindeydiler, yapıtlarını da Farsça kaleme almışlardı. Halk arasında bütün canlılığıyla anlatılagelen Oğuz Kağan Destanı gibi tarihsel nitelikli öyküler ise ancak 14. yüzyılda yazıya geçirilmiştir.
Osmanlılar'da da tarihçilik geç başlamıştır. Oysa öbür Anadolu Beylikleri'nde oldukça gelişkin bir tarih yazımı vardı. İlk Osmanlı tarihçisi sayılan Ahmedi (1334-1412) de Aydınoğulları ve Germiyanoğulları saraylarında bulunduktan sonra Osmanlıların hizmetine girmiştir. 1390'da bitirdiği İskendername adlı yapıtının sonuna eklediği manzum Dâsitân-ı Tevarih-i Mülûk-ı Âl-i Osman ilk Osmanlı tarihidir. 14.-15. yüzyıllarda yazılmış kısa açıklamalı takvimler (kronolojiler), ünlü kişilerin yaşamöykülerini söylencelerle karışık biçimde anlatan menakıbnameler ve savaşları destansı tarzda betimleyen gazavatnameler Osmanlı tarihlerinin ilk kaynaklarını oluşturur. 15. yüzyılda kaleme alınan ve yazarı bilinen ya da anonim Osmanlı tarihlerinin tümü bu kaynaklara dayanır. Bu gelenek 15. yüzyıl sonunda Aşıkpaşazade'nin yazdığı Tevarih-i Âl-i Osman'la olgun bir düzeye ulaşmıştır. 16. yüzyıl tarihçiliğinde bu geleneğin izleri sürmekle birlikte, edebiyatta Farsça'nın ve Arapça'nın etkisi artmış, tarih yazımında da sanatlı düzyazı görülmeye başlanmıştır. Gelibolulu Mustafa Âli'nin Künhü'l-Ahbarh ile Hoca Saded-din'in Tacut-Tevarih'i bu tür tarihlerin ilk örnekleridir. Gene 16. yüzyılda İran etkisiyle, şehnameci adı altında saray tarihçileri görevlendirildi. Ayrıca bir tek padişahın dönemini ele alan Selimname, Süleymanname gibi türler ortaya çıktı. 1663'te IV. Mehmed'in buyruğuyla dönemin tarihini yazma görevi verilen Abdurrahman Abdi Paşa vakanüvis tarzı tarihçiliği başlatmışsa da, vakanüvis sıfatını resmen kullanan ilk tarihçi Naima'dır . Vakanüvislik Raşid'le (1714-23 arasında görev yaptı) süreklilik kazanmış ve Osmanlı Devleti'nin sonuna kadar devam etmiştir. Son vakanüvis Abdurrahman Şeref Efendi'dlr (1853-1925). Vakanüvislerin dışında kalan tarihçiler de ilgi alanlarına göre özel ve genel birçok yapıt kaleme almışlardır. Bu tarihçilerin en ünlüsü Kâtip Çelebi'dir.
Tanzimat'tan sonra geleneksel tarihçilik sürerken eğitimdeki yenileşmeye paralel olarak batı tarihçiliğindeki gelişmeler de, özellikle okul kitapları yoluyla etki göstermeye başlamıştır. Hatta bu etkiyle, o zamana kadar yıl yıl olayları sıralamanın ötesine geçmeyen vakanüvislik bile değişmeye başlamıştır. Bunun en belirgin örneği Cevdet Paşa'dır. Ayrıca milliyetçilik gibi akımlar tarihçiliği de etkilemiş, geçmişteki olaylar yeni bir gözle değerlendirilmiş, ulusallığa temel olabileceği düşünülenler öne çıkarılmaya çalışılmıştır. İslam öncesi Türk tarihinin varlığının keşfedilmesi de milliyetçiliğin tarih alanına yansımasının önemli sonuçlarından biri olmuştur. Batı tarihçiliğinin önemli yapıtları gene bu dönemde Türkçe'ye kazandırılmaya başlanmıştır. Böyle bir tarihçilik mirası devralan Cumhuriyet döneminde ulusal bir devlet ve toplum yaratma çabalan yeni tarih anlayışını da biçimlendirmiştir. 1931'de kurulan Türk Tarih Kurumu, Türk tarihini uygarlığın yaratıcısı sayılan Sümerler'le başlatan bir tarih tezini ortaya atmış, bu tez doğrultusunda Anadolu'nun eski uygarlıklarını tanımaya yönelik birçok çalışma yapılmıştır. Özellikle kazılar sonucunda elde edilen bulgularla Anadolu tarihinin bilinmeyen yönleri aydınlatılmıştır. Üniversitelerde yapılan tarih çalışmaları ise daha çok Türk tarihinin çeşitli dönemleri (İslam öncesi, Selçuklu, Osmanlı) üzerinde yoğunlaşmıştır. Siyasal tarih yanında toplumsal ve ekonomik yapıyı ele alan, devlet örgütlenmesini, kurumlan inceleyen yapıtlar ortaya konmuştur. Cumhuriyet dönemi tarihçiliğini görüşleriyle en çok etkileyen kişi Fuad Köprülü olmuştur.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!