Arama

Derin İmanın Kazandırdığı Akıl ve Feraset

Güncelleme: 27 Aralık 2011 Gösterim: 3.385 Cevap: 3
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
27 Eylül 2010       Mesaj #1
Avatarı yok
Yasaklı
Derin İmanın Kazandırdığı Akıl ve Feraset

Sponsorlu Bağlantılar
Akıl, iman edenlerle inkarcıları birbirlerinden ayıran en önemli özelliklerdendir. Allah’ın iman eden kullarına ait bir özellik olarak yarattığı akıl, kişinin imanı, Allah korkusu ve teslimiyeti ölçüsünde gelişir. Allah korkusu ve samimi iman, kişiye hayatının her anında Allah’ın rızasına uygun hareket etmesini sağlayan bir anlayış kazandırır. Böyle bir kişi vicdanını kullanarak Kuran ahlakına en uygun olan tavrı seçer ve bunun sonucunda tüm hayatına hakim olan bir tavır mükemmelliği elde etmiş olur. Yüce Allah’ın sadece mümin kullarına verdiği bu üstün özelliğe Kuran’ın pek çok kıssasında dikkat çekilmiştir.

Akıl, zekanın çok üstünde ve çok daha derin bir kavrayış şeklidir. Zeka, en bilinen anlamıyla insanın düşünme, gerçekleri algılama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin tamamıdır. İnsana zekanın çok üstünde bir anlayış kazandıran akıl ise, derin düşünebilme, doğruyu bulabilme ve her konuda çözüm getirebilme yeteneğidir. İnsana bu yeteneği kazandıran yegane özellik ise imandır. Allah, “Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.” (Enfal Suresi, 29) ayetiyle iman edip Kendisi’nden korkup sakınmalarına karşılık kullarına Katından özel bir anlayış verdiğini bildirmiştir. Kuran’da bildirilen peygamber kıssalarında yer alan akılcı davranışlar, bu gerçeğin en açık delilleri ve müminler için hikmetli birer örnektir. Yüce Allah akıl sahibi kullarına, Kuran’da anlatılan kıssalar üzerinde düşünüp ibret almalarını bildirmiştir. Yusuf Suresi’nde şöyle buyrulmaktadır:

“Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kuran) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, herşeyin ‘çeşitli biçimlerde açıklaması’ ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir.” (Yusuf Suresi, 111)

Kuran’da bildirilen bu hatırlatma doğrultusunda ilerleyen satırlarda değerli Peygamberlerimizin kıssalarında anlatılan akılcı davranışlardan ve samimi imanları doğrultusunda Allah’ın kullarına verdiği ‘üstün kavrayış’tan bazı örnekler vereceğiz.

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kıssası: Erken Hareket Etmenin Önemi

Allah Kuran’da, “Hani sen, mü’minleri savaşmak için elverişli yerlere yerleştirmek için evinden erkenden ayrılmıştın. Allah işitendir, bilendir.” (Al-i İmran Suresi, 121) ayetiyle Hz. Muhammed (s.a.v.) üzerinde tecelli eden akılcı tavrı bildirmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.) o dönemin mücadele ortamı içinde, müminlerin güvenliğini ve başarısını sağlayabilmek amacıyla evinden erkenden ayrılmıştır. Kuşkusuz Peygamberimiz (s.a.v.)’in yaptığı bu uygulama, tüm inananlar için aklın ön plana çıktığı önemli bir örnektir.

Erken Hareket Etmek Neden Önemlidir?

Bu kıssadan da anlaşıldığı üzere önemli bir olay söz konusu olduğunda çabuk ve akıllıca harekette bulunmak gerekmektedir. Zira erken davranan bir insan yapılması gereken tüm faaliyetleri zamanından önce organize ederek, önceden fark edilmemiş olan ihtiyaçları ve detayları tespit edebilme imkanını kazanmış olur.

Geniş bir süre olduğunu bilmek, kişilerin sakin ve akılcı düşünebilmeleri için elverişli bir zemin hazırlar. Ayrıca toplu hareket edilmesi gereken bir olayda, kişiler arasında istişare edilmesi ve fikir birliğine varılması için de zaman kazanılmış olur.

Bunun yanında erken davranmak, son anda ortaya çıkabilecek bir pürüze veya beklenmedik olaya karşı önemli bir avantaj sağlar. Erken hareket edildiğinde, ortaya çıkan bir sorunu telafi etme imkanı olur.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de Allah’ın ona tecelli eden üstün aklı kullanıp, öngörülü davranmış ve erken harekette bulunmuştur. Mücadelenin gerçekleşeceği ortama erkenden giderek, burada müminler arasında bir görev dağılımı yapmış ve onları Allah’ın izniyle en elverişli yerlere yerleştirmiştir.

Hz. İbrahim Kıssası: Tebliğ Yaparken Birkaç Aşama Sonrasını Düşünmek

Kuran’da Hz. İbrahim’in gösterdiği birçok akıl örneğine yer verilmiştir. Bunlardan biri, puta tapan kavmi uyarmak ve onlara doğru yolu göstermek için uyguladığı bir plana ilişkindir.

Hz. İbrahim’in Kavmine Hasta Olduğunu Söylemesi

Hz. İbrahim, kavminin ilah edindiği putların (Allah’ı tenzih ederiz.) hiçbir şeye güç yetiremeyecek taş yığınları olduğunu ortaya çıkarmak için hazırladığı plan doğrultusunda ilk olarak bu kişileri putlardan uzaklaştırmak istemiştir. Bunun için kavmine hasta olduğunu söylemiştir. Hz. İbrahim’in bu yöntemi, Kuran ayetlerinde şu şekilde haber verilmiştir:

“Ben, doğrusu hastayım” dedi. Böylelikle arkalarını çevirip ondan kaçmaya başladılar. Bunun üzerine onların ilahlarına sokulup: “Yemek yemiyor musunuz?” dedi. “Size ne oluyor ki konuşmuyorsunuz?” Derken onların üstüne yürüyüp sağ eliyle bir darbe indirdi.” (Saffat Suresi, 89-93)

Sadece Büyük Putu Sağlam Bırakması

Kavminin putların çevresinden uzaklaşmasının ardından, Hz. İbrahim büyük put dışında tüm putları kırmıştır. Bu davranışı, Kuran’da şöyle haber verilmiştir:

“Böylece o, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça etti; belki ona başvururlar diye.” (Enbiya Suresi, 58)

Şüphesiz Hz. İbrahim’in tüm putları kırıp geriye sadece büyük olan putu bırakmasının bir hikmeti vardı. Bu gerçek, kavmi putların başına geriye döndüğünde ortaya çıkmıştır. Tapındıkları putların yerle bir olduğunu gören kavmin bunu yapanın kim olduğunu sorgulamaya başladıkları ayetlerde şöyle bildirilmiştir:

“Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o, zalimlerden biridir” dediler. “Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik” dediler. Dediler ki: “Öyleyse, onu insanların gözü önüne getirin ki ona (nasıl bir ceza vereceğimize) şahid olsunlar.” (Enbiya Suresi, 59-61)

Hz. İbrahim’in Kavmine Putları Büyük Putun Kırdığını Söylemesi

Kavmi Hz. İbrahim’e putların durumunu sorduğunda, O, büyük putu işaret ederek bu durumu büyük puta sormalarını söylemiştir. Taşın konuşamayacağını ve olup biten olayları açıklayamayacağını düşünüp anlayan kavmin, bu taşların hiçbir güce sahip olamayacağını da kendilerine itiraf etmek durumunda kaldığı Kuran’da şöyle haber verilmiştir:

“Dediler ki: “Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?”“Hayır” dedi. “Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin.”Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; “Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)” dediler.Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler: “Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin.”“ (Enbiya Suresi, 62-65)

Kuran’da Hz. İbrahim’in, bu konuşma üzerine şunları söylediği bildirilmiştir:

Dedi ki: “O halde, Allah’ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz?” (Enbiya Suresi, 66)

Hz. İbrahim’in kavmine ilah edindikleri putların (Allah’ı tenzih ederiz.) hiçbir gücü olmadığını göstermesi üzerine, kavmin müşrikleri bir anlık vicdanlı düşünme sonrasında içinde bulundukları durumun ne denli aşağılayıcı olduğunu görmüşlerdir. Yüce Allah, samimi imanı ve gönülden O’na dönüp yönelen bir kul olması sebebiyle Hz. İbrahim’e üstün bir akıl ve anlayış vermiştir. Bu sayede Allah’ın kendisine nasip ettiği akıl ile onlara gerçekleri göstermiş, yanlış yolda olduklarını kendi kendilerine itiraf ettirmiştir.

Hz. Zülkarneyn Kıssası: Sağlam Tedbirler Almanın Önemi

Kuran’da Allah’ın kendisine sapasağlam bir iktidar verdiği ve “özü kapsayan bir bilgi”ye sahip olduğu bildirilen (Kehf Suresi, 83-84) Hz. Zülkarneyn’in kıssası şöyle haber verilir:

“İşte böyle, onun yanında “özü kapsayan bilgi olduğunu” (veya yanında olup-biten herşeyi) Biz (ilmimizle) büsbütün kuşatmıştık. Sonra bir yol (daha) tuttu. İki seddin arasına kadar ulaştı, onların (sedlerin) önünde hemen hemen hiçbir sözü kavramayan bir kavim buldu. Dediler ki: “Ey Zülkarneyn, gerçekten Ye’cuc ve Me’cuc, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlar, bizimle onlar arasında bir sed inşa etmen için sana vergi verelim mi?” Dedi ki: “Rabbimin beni kendisinde sağlam bir iktidarla yerleşik kıldığı (güç, nimet ve imkan), daha hayırlıdır. Madem öyle, bana (insani) güçle yardım edin de, sizinle onlar arasında sapasağlam bir engel kılayım.”“ (Kehf Suresi, 91-95)

Ayetlerde haber verildiği üzere halkın -yeryüzünde bozgunculuk çıkaran bir kavim olan- Yecüc ve Mecüc’den korunmak için talep ettiği “seddi” inşa etmeyi kabul eden Hz. Zülkarneyn bunu alışılmışın dışında bir yöntemle gerçekleştirmiştir. Halkı korumak için gerekli olan bu seddi Allah’ın izniyle öylesine akılcı bir yöntemle inşa etmiştir ki, set bir daha ne aşılabilmiş ne de delinebilmiştir. Bu gerçek, Kuran’da şöyle bildirilmiştir:

“Bana demir kütleleri getirin”, iki dağın arası eşit düzeye gelince, “Körükleyin” dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra: ) dedi ki: “Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim.” Böylelikle, ne onu aşabildiler, ne onu delmeye güç yetirebildiler. (Kehf Suresi, 96-97)

Hz. Zülkarneyn’in İnşa Ettirdiği Setin Sağlamlığının Sırrı Nedir?

Hz. Zülkarneyn’in bu başarısı kuşku yok ki Allah’ın lütfuyla üstün bir akla sahip olması sayesinde gerçekleşmiştir. Hz. Zülkarneyn aşılamayacak bir set oluşturabilmek için;

En sağlam malzemelerden demiri seçmiş, bu malzemeyi de olabilecek en etkili şekilde kullanmıştır.

Önce demir kütlelerini yerleştirtmiş, ardından bunları ateş haline gelinceye kadar körüklettirmiştir.

Son derece sağlam bir hale gelen seti bu haliyle de bırakmamış, ciddi bir tedbir daha alarak üzerine eritilmiş bakır döktürtmüştür. Böylece seddi, Allah’ın dilemesi dışında delinemeyecek, aşılamayacak kadar dayanıklı hale getirmiştir.

Samimi bir imana sahip olan kişiler, Allah’ın onlara lütfettiği akıl vesilesiyle her zaman Allah rızasının en çoğunu kazanmaya yönelik kararlar verirler. Akıl sahibi bir insanın en dikkat çeken özelliklerinden biri, bir tehlike karşısında geçici, zayıf çözümlere başvurmaması, aksine eldeki imkanlar dahilinde olabilecek en sağlam tedbirleri almasıdır. Bu vesileyle kişi bir tehlikeyi bir daha asla insanları tehdit edemeyecek, tek bir kişinin dahi zarar görmesine sebep vermeyecek şekilde ortadan kaldırmış olur. Hz. Zülkarneyn’in inşa ettiği sette de bu akıl alameti açıkça görülmektedir.

Hz. Yakup Kıssası: Önemli Bir Bilgiyi Kötü Niyetli Kişilerden Saklamak

Kuran’da bu konudaki akılcı tavrına dikkat çekilen peygamberlerden biri de Hz. Yakup’tur.

Hz. Yakup’un, Hz. Yusuf’un Kıskanıldığını Fark Etmesi

Hz. Yakup, oğullarından bazılarının, kendisinin Hz. Yusuf’a duyduğu sevgiyi kıskanmakta olduklarını Allah’ın izniyle fark etmiş ve bu nedenle de onların Hz. Yusuf’a bir kötülük yapabileceklerinden endişe etmiştir. Nitekim Allah, Hz. Yakup’un bu endişesinde haklı olduğunu, Kuran ayetlerinde haber vermiştir. Yusuf Suresi’nde Hz. Yakup’un oğullarının kardeşleri Hz. Yusuf için şöyle dedikleri bildirilir:

“Onlar şöyle demişti: “Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir; oysaki biz, birbirini pekiştiren bir topluluğuz. Gerçekte babamız, açıkça bir şaşkınlık içindedir.”” (Yusuf Suresi, 8)

Hz. Yusuf’a Gördüğü Rüyayı Kardeşlerinden Gizlemesini Öğütlemesi

Allah Katından kendisine özel bir ilim verilmiş olan Hz. Yakup (Yusuf Suresi, 68), oğlu Hz. Yusuf’un rüyasını kendisine anlatması üzerine ona bu rüyayı kardeşleriyle paylaşmamasını öğütlemiştir. Hz. Yakup, rüyasında yıldızların, Güneş’in ve Ay’ın kendisine secde ettiklerini gördüğünü anlattığında, bu rüyanın Hz. Yusuf’un Allah’ın seçtiği özel bir kimse olabileceğine işaret ettiğini anlamıştır. Zira Hz. Yakup bu bilginin oğullarının kıskançlıklarını daha da artırabileceğini ve bundan dolayı da onların Hz. Yusuf’a zarar vermeye kalkışabileceklerini düşünmüştür.

Kuran’da Hz. Yakup ile oğlu Hz. Yusuf arasında geçen bu konuşma şöyle haber verilmiştir:

“Hani Yusuf babasına: “Babacığım, gerçekten ben (rüyamda) onbir yıldız, Güneş’i ve Ay’ı gördüm; bana secde etmektelerken gördüm” demişti.(Babası) Demişti ki: “Oğlum, rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.”“Böylece Rabbin seni seçkin kılacak, sözlerin yorumundan (kaynaklanan bir bilgiyi) sana öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak’a (nimetini) tamamladığı gibi senin ve Yakub ailesinin üzerindeki nimetini tamamlayacaktır. Elbette Rabbin, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Yusuf Suresi, 4-6)

Görüldüğü gibi Hz. Yakup kıskançlığın doğurabileceği muhtemel sonuçları önceden tespit etmiş, bu yönde önlem almış ve kötü niyetli olabilecek kişilerden önemli bir bilgiyi saklamıştır. Müminler, bu kıssada anlatılan akıl alametlerinden de ders almalıdırlar. Ayrıca kendileri de bu akla sahip olmak ve Allah’a yakınlıklarını artırmak için dua etmeli ve samimi bir çaba harcamalıdırlar.

Yazıda bahsettiğimiz ve tüm müminlerin örnek alması gereken bu akıl örneklerini, kullarına ilham eden Yüce Allah’tır. İnsan, Allah tarafından yaratılmış bir varlıktır. Müstakil bir güce veya akla sahip değildir. Ona sahip olduğu zekayı veren üstün aklını tecelli ettiren Allah, sonsuz ve sınırsız bir aklın sahibidir ve dilediği an dilediği kimseye, imanı ölçüsünde bu nimeti vermektedir.

Allah’ın üstün aklını üzerinde tecelli ettiği müminler bu sayede içinde bulundukları dünyayı çok daha ince yönleriyle değerlendirebilirler. Evrenin hangi köşesine dönüp baksalar karşılaştıkları her detayın Allah’ın sonsuz aklının örnekleriyle dolu olduğunu görürler. Kuran’da Allah’ın bu üstün aklı ve sanatı karşısında insanın nasıl aciz kaldığı şöyle bir örnekle haber verilmiştir:

“O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.” (Mülk Suresi, 3-4)

Bu ayetlerde bildirildiği üzere Allah’ın kusursuz yaratmasında hiçbir eksiklik yoktur. Allah’ın sonsuz aklı, insanın sınırlı aklı ile kıyaslanmayacak kadar üstün ve eşsizdir. Evrendeki her sistemde karşılaşılan kusursuz yaratılış, bu üstün aklın bir göstergesidir. Allah’ın, insanlara böylesine kusursuz sistemler göstermesinin bir sebebi de, insanın aklın gerçek sahibinin Allah olduğunu bilmesi, Rabbimiz’in büyüklüğünü kavraması ve O’na teslim olup iman etmesidir.

Allah, Kuran ile insanlara doğruyu, yanlışı, iyiyi, kötüyü açıklamıştır. Insanın aklını nasıl kullanabileceğini, bu kavramlar arasındaki farkı nasıl görebileceğini ve nasıl düşünmesi gerektiğini ayetlerle bildirmiştir. Kuran’ı kendisine rehber edinen insan, bu bilgiler doğrultusunda yaşadığı için, gerçek akla ve dürüst bir vicdana sahip olur.

Allah’ın kendilerine “akıl” gibi böylesine üstün bir nimet verdiği kişiler, içinde bulundukları dünyayı çok daha ince yönleriyle değerlendirebilirler.

Zeka ve akıl çoğu zaman aynı anlamda kullanılsa da tamamen farklı iki kavramdır. Zeka, sebep ile sonuç arasındaki bağlılıkları bulmak, benzerlik ve farklılıkları anlamaktır. Akıllı bir insan, zekanın sağladığı tüm avantajları kullanmasının yanında, zeki bir insanın sahip olmadığı bir kavrayış ve yeteneğe de sahiptir.






Kaynak:İlmi Araştırma Dergisi(Aralık 2009/66.Sayı-38.Sayfa)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
CenneT-ul Meva - avatarı
CenneT-ul Meva
Ziyaretçi
15 Ekim 2010       Mesaj #2
CenneT-ul Meva - avatarı
Ziyaretçi
FERÂSET, “SEZGİ”NİN ÖTESİNDEDİ

Sponsorlu Bağlantılar
Ancak, akıl belli bir kemâle gelmişse, beş duyuya dayalı örnekleri alıp kendi bünyesinde değerlendirir ve buna dayalı bazı çalışmalar yapabilir... Bu arada altıncı, yedinci, sekizinci duyular durumunda olan sezgi veya sezginin ötesinde olan ferâset, veya ilham yolları ile gelen çeşitli bilgileri de bir potada eritip değerlendirir ve bunun çok üst neticelerini yaşar!..işte o zaman "akl-ı kül"e yaklaşmağa başlar.

HZ. RASÛL ALEYHİSSELÂM’IN FERÂSETİNİN ÇOK BÜYÜK
ÖLÇÜDE AÇILMASINA VESİLE OLAN
“İSİMLERİN MÂNÂLARI İSTİKAMETİNDE FETİHLER

Hazreti Rasûl aleyhisselâm, Cebrail'in "SIKMA"sına mâruz kaldığı zaman, daha önce de izah ettiğimiz yönüyle, "ALLAH"ın bazı "isimlerinin mânâları" istikametinde son derece önemli "FETİH"lere kavuştu.!.
Bu "isimlerin mânâlarının" kendisinde daha büyük kapasiteyle ortaya çıkması, O'nun basiretinin, ferâsetinin, nüfûziyetinin (yani yöneldiği varlığın bâtınına nüfuz ederek onun yapısını, özelliklerini, varoluş gaye ve hikmetini sezme hassası) çok büyük ölçüde gelişmesine vesile oldu...
Bu bir anda, şıp diye ortaya çıkan, veya çıkacak olan bir olay değildi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
3 Eylül 2011       Mesaj #3
Avatarı yok
Yasaklı
İmanlı Olmanın İki Şartı

Hikmet Ehli Zatlar Buyuruyor ki:

Amentü’deki altı şeye inanmak, imandır. Ama bu imanın, bir müminde var olması iki şarta bağlıdır. Birincisi, gayba iman, yani görmeden, kendi aklına, bilgisine danışmadan inanmaktır. İkincisi, hubb-i fillah ve buğd-i fillahtır. Bu iki şart yoksa, Amentü’deki altı şarta inansa da mümin olamaz.

Büyükler, (Kelime-i şehadet getiren Müslüman, Rabbimizin evliya kuludur) buyuruyor. Allahü teâlânın evliya kulunu kırmak gadab-ı ilahiye sebep olabilir. Cenab-ı Hakk’ın en çok sevdiği ibadet, Müslümanların birbirini sevmesidir. Nasıl ki, namazın şartı vaktin girmesidir, imanın şartı da hubb-i fillah buğd-i fillahtır. Yani, Müslümanları Allah için sevmek, Allah düşmanlarını da, Allah için sevmemektir. (Hocasını inciteni seven köpekten aşağıdır) buyuruluyor. Allah’a karşı olanı seven de, elbette daha aşağı, daha kötüdür. Tabiî bu düşmanlık, saldırmak değil, kalble olan buğuzdur. Allahü teâlâ insanın dışına değil, kalbine, niyetine bakıyor.

Zahirin çok büyük nimetlere kavuşması, bâtının da çok büyük nimetlere kavuştuğunu göstermez. Zahirde çok büyük ibadetler, çok iyi hizmetler yapmak, gadab-ı ilahiye uğramaktan korumaz. Gadab-ı ilahiden Allah korkusu korur. En kıymetli mümin, yalnız camide, ibadette değil, büyüğünün, küçüğünün veya hanımın yanında, her yerde her zaman Allah’tan korkandır. Böyle mümin, Allah’ın en değerli kuludur, kalbi çok kıymetlidir. Bu kalbi kırmaktan çok sakınmalıdır.

Çok sevabım var diye sevinen kimse, bazı müminleri üzmüş veya verdiği sözde durmamış olabilir. Bazılarına yan gözle bakmış yahut onları ayakta bekletmiş, kalblerini kırmış olabilir. Bunların hepsi kul hakkına sebep olur. Medresede büyükler, talebelerini imtihana kaldırır, ama kendileri, kürsüde oturmazlardı. Onlar da, ayakta dururlardı.

Peygamber Efendimiz(S.A.V), müminin kalbi kırılmasın diye, yan gözle bakmaz, boynunu çevirip konuşmaz, bütün vücuduyla ona dönerdi.

Allahü Teâlâ(C.C), maddî veya manevî, ne kadar nimet verirse, kul o kadar alçak gönüllü olmaya mecbur, hattâ mahkûmdur. Aksi hâlde bu devlet kuşu uçar gider. Yani Allah'ın rızasından ve Cennetten mahrum kalınır.


Kaynak : Dinimizislam(03 Eylül 2011)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
27 Aralık 2011       Mesaj #4
Avatarı yok
Yasaklı
İnancın İnsana Kazandırdığı Gerçek Akıl

resimhz

İmanın insana kazandırdığı çok önemli bir özellik olan akıl, kişinin sağlıklı düşünebilmesine, doğruyu yanlıştan ayırabilmesine ve en isabetli kararları alabilmesine vesile olur.

Akıl sahibi insanlar olayları sağlıklı bir şekilde değerlendirebildikleri için tavırları daha makul, konuştukları sözler dengeli ve hikmetli, yaptıkları işler ise faydalı ve bereketli olur.

Akıl; Allah’ın izni ile, derin düşünebilmek, olaylardaki hikmetleri görebilmek, evrendeki olağanüstü tasarımı kavrayabilmek ve doğruyu yanlıştan ayırt edebilmek gibi çok önemli yeteneklerin kaynağıdır. Ancak akıl, genelde sanıldığından farklı olarak algılanabilmektedir. Şöyle ki; insan doğuştan belirli bir zekaya sahiptir, fakat gerçek akıl Allah korkusu ve Allah sevgisi sonucunda oluşan büyük bir nimettir. Bu iki kavram arasında büyük bir fark olmasına rağmen toplumda genellikle aynı anlamda algılanır.

Peki öyleyse "akıl" nedir? Kimler gerçekten akıl sahibidir?

Bu soruların doğru cevaplarının bulunabileceği tek kaynak Yüce Kuran’dır. Kuran ayetlerinde aklın ancak iman ile oluşabileceği bildirilmektedir. Allah akıl sahibi kullarının özelliklerini Kuran'da şu şekilde bildirir:

"Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir." (Zümer Suresi, 18)

Bu kimseler Allah'ın kendilerine gösterdiği yola tam olarak uydukları, Kuran'da yer alan tavsiyeleri titizlikle yerine getirdikleri ve vicdanlarına tam olarak uydukları için, Allah onları akıl gibi büyük bir nimetle ödüllendirmiştir. Yüce Allah’ın iman etmiş seçkin kullarına nasip ettiği aklın insana kazandırdığı üstün özelliklerden bazıları ise şunlardır:

Feraset ve Basiret

Feraset, çabuk sezme ve anlama yeteneğidir.Basiret ise; kişinin bir konunun özünü kavrama gücü, gerçeği tüm detaylarıyla görebilme kabiliyeti ve ileri görüşlülüğüdür. Her iki özellik de ancak "akıl" ile kazanılabilir.

Feraset ve basiret sahibi bir insan, karşılaştığı herhangi bir olayı, bir tavrı ya da bir sözü en doğru şekilde analiz edebilme yeteneğine sahiptir. Geçmişte edindiği tecrübelerden de faydalanarak en akılcı sonuçları çıkarır ve bu bilgileri ilerisi için en isabetli şekilde kullanabilir. İçinde bulunduğu ortamı, şartları ve imkanları akılcı bir bakış açısıyla değerlendirir ve bu şartları olabilecek en iyi seviyeye getirmeyi ve elindeki imkanları en iyi şekilde kullanmayı başarır. Bir işe atılacağı zaman mutlaka bu konuda gerekli olabilecek her türlü tedbiri alır, olası aksaklıkları tesbit eder ve bu doğrultuda hareket eder. Allah’ın verdiği akıl sayesinde her konuşması isabetli, her tavrı itidalli ve her düşüncesi keskin bir aklın ve kavrayışın ürünüdür.

Allah bir ayette, basiretin önemine dikkat çekmiş ve bu özellikten yoksun olan kimseleri de "kör" olarak nitelendirmiştir:

"Kör olanla (basiretle) gören bir olmaz; iman edip salih amellerde bulunanlarla kötülük yapan da. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz." (Mümin Suresi, 58)

Hikmet; Anlatım Çarpıcılığı ve Hitabet Kabiliyeti

Aklın bir başka yönü de insanın tüm tavırlarına ve konuşmalarına "hikmet" kazandırmasıdır. Ancak insanların büyük çoğunluğu hikmetli tavır ve konuşmaların kaynağının akıl olduğunu bilmez. Aksine hikmetli konuşmanın eğitim ve tecrübe ile elde edilebilecek bir özellik olduğunu düşünürler. Öyle ki çoğu insan güzel ve etkili konuşabilmek için çözümü yalnızca özel bir eğitim almakta ya da etkili konuşma sanatı gibi kitaplar okuyarak insanları etkileyecek konuşma kurallarını ezberlemekte arar. Bu kitaplarda etkili bir konuşma yapabilmek için insanların ne zaman konuşmaya başlayacağı, ne zaman susacağı, ne zaman güleceği gibi her türlü detay çeşitli kurallara bağlanmıştır. Bu kurallara ne kadar titizlikle uyulursa konuşmanın o derece başarılı olacağına inanılır.

Oysa güzel ve etkili konuşmayı herhangi bir kurala bağlayabilmek kesinlikle mümkün değildir. Aksine asıl etkili olan konuşma; hiçbir kurala bağlanmamış, ezberlenmemiş, kişinin içinden geldiği gibi, hiç zorlanmadan, suni bir tavra gerek duymadan yaptığı "samimi konuşma"dır ki, bunu da eksiksiz olarak yalnızca hikmet sahibi kimselerde görebilmek mümkündür.

Hikmetli konuşan kişi, samimi sözleriyle insanların kalplerinde derin bir etki uyandırır. Nitekim bir konuşmanın hikmetli olabilmesi için bu konuşmanın samimi ve amaçlanan konuda karşı tarafın kalbinde etki bırakacak nitelikte olması gerekir. Hikmet sahibi bir insan anlatmak istediği bir şeyi olabilecek en özlü şekilde, en çarpıcı örneklerle ve olabilecek en samimi şekilde ifade edebilen kimsedir. Allah Kuran’da hikmetin önemine dikkat çekmiş ve Hz. Davud'a bu özelliği verdiğini şöyle bildirmiştir:

“Onun mülkünü güçlendirmiştik. Ona hikmet ve anlatım çarpıcılığını vermiştik.” (Sad Suresi, 20)

Ayrıca hikmet, kendisini sadece konuşmada belli eden bir özellik değildir. Hikmet sahibi bir insanın tüm tavırlarında, aldığı tüm kararlarda, yaptığı tüm teşhislerde aynı isabetli yapıyı görebilmek mümkündür. Akıl ile hikmet arasındaki ilişki Kuran’da şöyle bildirilmiştir:

“Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez.” (Bakara Suresi, 269)

Akıllı bir insana verilen bu büyük nimet, beraberinde etkili bir "hitabet gücü" de kazandırır. Mümin, aklın kendisine kazandırdığı bu hikmet, anlatım çarpıcılığı ve hitap kabiliyeti gibi özellikler sayesinde Allah’ın izniyle Kuran ahlakını en güzel şekilde tebliğ etme imkanına da sahip olur.

Üstün Teşhis Kabiliyeti

Aklın insana kazandırdığı bir başka önemli özellik de "teşhis kabiliyeti"dir. İnsanlar genellikle hemen her konu hakkında teşhis yapar, fikir beyan ederler. Ancak akıl sahiplerinin farklılığı, Allah’ın izniyle çoğu insanın fark edemediği detayları rahatlıkla görebiliyor olmaları ve teşhislerinin daima hızlı ve isabetli olmasıdır. Bu isabetli teşhis kabiliyetinin sırrı ise, müminin Kuran ahlakını yaşaması sonucunda aklını kullanmasıdır. Kuran, Allah'ın hak kitabıdır. Dolayısıyla Kuran’da bildirilen tavsiye ve emirlere uyan kimseler Allah’ın izniyle en doğru olana iletilir.

Akıl sahiplerinin bu özelliği onlara hayatın her alanında büyük bir üstünlük ve kolaylık sağlar. Herşeyden önce, karşılaştıkları her insanın karakterini çok iyi ve ayrıntılı bir biçimde analiz edebildikleri için, dostlarını ve düşmanlarını rahatlıkla ayırt edebilirler. Lehlerinde ya da aleyhlerinde gelişen bir olayı henüz başlangıcında iken fark edebilir, buna göre tedbir alabilirler. Allah'ın Kuran'da tanıttığı insan karakterlerinden yola çıkarak, karşılaştıkları insanların karakterlerini çok kısa bir sürede kavrayabilirler. Ayrıca çevrelerinde bulunan insanlardaki güzel vasıfları, çoğu kimsenin fark edemediği incelikleri, akıl alametlerini görebilenler de yine ancak akıl sahipleridir.

Güçlü Bir Kişilik

Akıllı bir insan, canlı cansız tüm varlıkların Allah'a boyun eğdiğini ve O'nun izni olmadan yeryüzünde hiçbir olayın gerçekleşemeyeceğini bilir. Allah'a karşı duyduğu teslimiyet ve güven, onun Allah'tan başka hiçbir şeyden ve hiç kimseden korkmamasını ve böylece güçlü bir kişiliğe sahip olmasını sağlar. Herşeyi Allah'ın kontrol ettiğini bildiği için, kişilere, olaylara ya da şartlara göre tavrı değişmez. İnsanların beğenisine göre değil, Allah'ın sevgisini kazanmaya yönelik hareket ettiği için hiçbir çıkar uğruna kişiliğinden, tavrından ve ahlakından ödün vermez.

Ancak şunu da bilmek gerekir ki, akıl sahibi bir insanın "güçlü kişilik" kavramı, din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda bilinen anlamından çok farklıdır. Bu tür toplumlarda insanlar, şahsiyetli olmanın, ancak kibir, resmiyet ve ciddiyet ile elde edilebileceğine inanırlar. Kişi, çevresindeki insanlara, kendi farklılığını ve üstünlüğünü ne kadar hissettirebilirse, onun o kadar şahsiyetli bir tavır gösterdiği düşünülür. Oysa bu şahsiyet çoğu zaman, içte yaşanan güçlü bir kişilik değil, daha ziyade göz boyamaya ve etrafta şahsiyetli bir insan "imajı" oluşturmaya yönelik yapay bir tavırdır.

Gerçek şahsiyetin ne kibirle, ne ciddiyet ve resmiyetle, ne de dış görünüşle hiçbir ilgisi yoktur. Kuran ahlakına göre güçlü bir kişilik, insanın Allah'tan çok korkması ve bu nedenle de Kuran ahlakını yaşamakta kararlılık göstermesi ile ortaya çıkar. Böyle bir kişi hiçbir koşulda, hiçbir dünyevi çıkar için Allah'ın kendisine bildirdiği doğrulardan taviz vermez, basit ve çirkin tavırlara tenezzül etmez. İnsana kişilik kazandıran asıl özellikler bunlardır ve bu konuda kararlılık gösterebilen kimseler de ancak akıl sahipleridir. Kuran'da doğru yoldan asla sapmayan akıl sahibi kişiler bu tavırlarından dolayı şöyle müjdelenmişlerdir:

“Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner ( ve der ki: ) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin." (Fussilet Suresi, 30)

Yazı boyunca incelediğimiz tüm bu özellikleri kazandıran keskin bir akla sahip olmayı, ulaşılması zor bir hedef olarak görmek doğru değildir. Yapılması gereken, güçlü bir Allah sevgisine sahip olmak, O'ndan gereği gibi korkmak ve Rabbimiz’in istediği gibi bir yaşam sürmektir. Samimi iman, Yüce Rabbimiz’in izniyle insana, hayatının her anını etkisi altına alan bu berrak aklı kazandıracaktır. Bu müjde, bir ayette şöyle bildirilmiştir:

"Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakınırsanız size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir." (Enfal Suresi, 29)

“Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar.İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.” (Zümer Suresi, 18)

Aklın bir yönü de insanın tüm tavırlarına ve konuşmalarına “hikmet” kazandırmasıdır. Mümin, aklın kendisine kazandırdığı bu hikmet, anlatım çarpıcılığı ve hitap kabiliyeti gibi özellikler sayesinde hak dini ve Kuran ahlakını en güzel şekilde anlatabilme imkanına da sahip olur.

Gerçek şahsiyetin ne kibirle, ne ciddiyet ve resmiyetle, ne de dış görünüşle hiçbir ilgisi yoktur. Kuran ahlakına göre güçlü bir kişilik, insanın Allah’tan çok korkması ve bu nedenle de Kuran ahlakını yaşamakta kararlılık göstermesi ile ortaya çıkar.


Kaynak:Kuran ve Bilim

Benzer Konular

17 Aralık 2008 / HERŞEY Cevaplanmış
21 Kasım 2012 / ThinkerBeLL Müslümanlık/İslamiyet
24 Kasım 2016 / Misafir Cevaplanmış
31 Ocak 2016 / Baturalp X-Sözlük