Arama

Kutsal Emanetler - Sayfa 2

Güncelleme: 6 Temmuz 2016 Gösterim: 50.850 Cevap: 15
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
22 Kasım 2010       Mesaj #11
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Hazreti Peygamber'in (sas) kabir toprağı


Birinci Dünya Savaşı'nda Medine'nin teslimi söz konusu olunca şanlı Medine Müdafii Fahreddin Paşa, Mescid-i Nebevi'de bulunan bir kısım emanetler ile, yüzyıllar boyunca hükümdarlar tarafından buraya vakfedilen ve Resûlullah'ın (sas) komşuluğunu yapan kıymetli eşyaları zayi olmaması için trene yükledi ve İstanbul'a gönderdi. İhtiyat mülazımlarından İdris Sabih Bey'in Medine Müdafaası sırasında Hazreti Peygamberimiz'e (sas) hitaben yazıp, Fahreddin Paşa'ya ithaf ettiği şiir, o günlerde yaşanan duygular kadar Emanât-ı Mübâreke'yi muhafaza edenlerin gönül dünyasını yansıtması bakımından da kayda değer özellikler taşımaktadır:
Ad:  hz.jpg
Gösterim: 1458
Boyut:  43.3 KB

Sponsorlu Bağlantılar
Dünya ve âhiret EFENDİMİZ'sin

Bir ulü'l emr idin emrine girdik;
Ezelden bey'atli hakanımızsın.
Az idik, sâyende murada erdik,
Dünya ve âhiret sultanımızsın.

Unuttuk İlhan'ı, Kara Oğuz'u;
İşledik seni gözbebeğimize,
Bağışla ey şefî' kusurumuzu
Bin küsûr senelik emeğimize.

Suçumuz çoksa da sun'umuz yoktur,
Şımardık müjde-i sahabetinle.
Gönlümüz ganîdir, gözümüz toktur,
Doyarız bir lokma şefaatinle.

Nedense kimseler dinlemez, eyvâh!
O kadar sâf olan dileğimizi
Bir ümmî isen de Yâ Resûlallah,
Ancak sen okursun yüreğimizi.

Suları tükendi gülâbdanların,
Dinmedi gözümüz yaşı, merhamet.
Külleri soğudu buhurdanların,
Aşkınla bağrını yakmada millet.

Gelmemiş Türkçe'de
Lebid, Hassân'ın,
Yok bizde ne Bürde, ne Muallaka.
Yolunda baş veren Âl-i Osman'ın,
Lâl ile yazdığı tarihten başka.

Ne kanlar akıttık hep senin için,
O ulu Kitâb'ın hakkıçün aziz...
Gücümüz erişsin ve erişmesin,
Uğrunda her zaman döğüşeceğiz.

Yapamaz Ertuğrul evlâdı sensiz,
Can verir, cânânı veremez Türkler.
Ebedi hadim'ül haremeyniniz,
Ölsek de Ravza'nı rûhumuz bekler.

Hazreti Davud'un (as) kılıcı


Mukaddes Emanetler Dairesi'nde Hazreti Yusuf'un (as) sarığı, Hazreti Musa'nın (as) asası, Hazreti İbrahim'in (as) tenceresi gibi geçmiş peygamberle ait hatıralar da bulunmaktadır. Bunlardan biri de Davud Aleyhisselâm'ın kılıcıdır. Son derece kaliteli bir çelikten yapılan kılıcın üzerinde Davud Aleyhisselâm'ın Calut'un kafasını kesmesi ve Yusuf Aleyhisselâm'ın taht üzerine oturması resmedilmiştir. Yanında bulunan ve Yavuz Sultan Selim'in Mısır'a girmesinden önce hazırlanan kitabede ise kılıcın hikayesi anlatılmakta, şifreli olarak bu kılıcın Mısır'ı fethedecek Yavuz'a ulaşacağı, saltanatları müddetince onların elinde kalacağı, daha sonra bir karmaşalığın zuhur edeceği ve nihayet kılıcın Hazreti İsa'ya (as) ve Mehdi Aleyhisselâm'a ulaşacağı anlatılmaktadır. (Altta: Hazreti Davud'un (as) kılıcına ait bakır kitabe)
Son düzenleyen Safi; 6 Temmuz 2016 00:09
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
6 Temmuz 2016       Mesaj #12
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Muaz bin Cebel'in (ra) kılıcı


97 cm uzunluğundadır. Kabza namlu kuyruğunun iki tarafından perçinlenmiş, siyah boynuzdan iki levha halindedir. Dilimli bir tepeliği vardır. Balçağı çeliktendir. Taban yassılaştırılmış oval kesitlidir. Kını ağaç üzerine siyah deri kaplıdır.
Sponsorlu Bağlantılar

Ad:  Hz.jpg
Gösterim: 1393
Boyut:  46.1 KB

Sancak-ı Şerif


(Hz. Peygamber'in yâdigârı Ukab isimli siyah sancak zamanla yıpranıp adeta toz haline geldiği için, yeşil atlastan torba içinde muhafaza ediliyor.)
Peygamber Efendimiz'in (sas) zamanında yapılan harplerde ashaptan her birlik ayrı bir sancak taşırdı. Bizzat Peygamber Efendimiz'e (a.s) mahsus olan Sancak-ı Şerif ise Ukab ismini taşır. Hazreti Aişe'ye ait siyah yünlü bir kumaştan yapılmıştır. Sancak-ı Şerif, Cenab-ı Peygamber'in (sas) âlem-i cemâli teşriflerinden sonra sıra ile dört halifenin emanetinde olarak harplerde ordunun önünde taşındı. Daha sonra da Emevi ve Abbasi halifelerine intikal etti. Bağdat'ın Moğollar tarafından işgali üzerine Mısır'a kaçan Abbasi halifesi, Sancak-ı Şerif'i de diğer emanetler ile birlikte Mısır'a götürdü. Mısır'ın Yavuz Sultan Selim Han Cennetmekân tarafından alınması üzerine Osmanlılara geçti. Ukab, zamanla yıpranıp adeta toz haline geldiği için Osmanlılar yeşil atlastan yenisini diktirip üzerine aslından parçalar eklediler. Harpler sırasında Sancak-ı Şerif, Sancak Alayı denilen bir törenle saraydan çıkarılır, orduyla birlikte sefere giderdi. Bu sırada seyyidlerden oluşan bir cemaat tarafından yanı başında gece gündüz Fetih Sûresi okunurdu.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
6 Temmuz 2016       Mesaj #13
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Ad:  Hz.jpg
Gösterim: 936
Boyut:  18.3 KB

Mühr-i Saadet


Hz. Muhammed (sas) yabancı devlet reislerine İslam'a davet mektupları yazdırırken taşı akikten, halkası gümüşten yüzük şeklinde bir mühür yaptırmıştı. Bu mühür sıra ile Hz. Ebubekir'e, Hz. Ömer'e ve Hz. Osman'a geçmiş, ancak Hz. Osman tarafından Eris isimli kuyuya düşürülmüş ve günlerce aranmasına rağmen bulunamamıştır. Tarihçiler bu mührün kaybolmasından sonra Müslümanlar arasındaki birliğin bozulduğuna, devam edip gelen fitnelerin o zaman ortaya çıktığına dikkat çekerler. Hz. Osman bunun üzerine aynı yazıyı taşıyan başka bir mühür yaptırarak kullanmıştır. Mukaddes Emânetler arasında bulunan ve Bağdat'ta ele geçirilerek İstanbul'a getirilen mührün bu mühür olduğu tahmin edilmektedir. 1 cm. uzunluğunda olup, kırmızı akik taşından yapılmıştır. Üzerinde kûfî hatla "Muhammed Resulullah" yazan bu mühür hakkedilmiştir.

Nalın-ı Saadet


Rasûlullah'ın (sas) arş üzre basan mübarek ayaklarına değmekle şereflenmiş sandalet tarzı ayakkabılardır. Taban kısımları, birkaç kat tabaklanmış deri ya da köselenin dikilmesiyle oluşur. Ayağı bilekten ve üstünden kuşatan kayışların yanı sıra biri baş parmakla yanındaki parmak, diğeri de orta parmakla onun yanındaki parmak arasından geçen iki tane bandın bulunması en bariz özellikleridir. Nalın-ı Saadetlerin resminin bile berekete sebep olacağına inanılır, evlere, işyerlerine asılırdı. Hırka-i Saadet Dairesi'nde Nalın-ı Saadetlerle birlikte bunların metal ve ahşaptan modelleri de bulunmaktadır. (Altta: Na'l-i Saadet Mahfazası)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
6 Temmuz 2016       Mesaj #14
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Nakş-ı Kadem-i Peygamberi

Ad:  hz.jpg
Gösterim: 1873
Boyut:  43.5 KB

İlk dönem İslâm kaynaklarında bu konuda yazılı bir bilgi olmamasına rağmen Allah Rasûlü'nün (sas) bir mucize olarak bazı defalar sert zemine bastığında ayak izinin çıktığına inanılmakta, birçok yerde bulunan Kadem-i Şerif izleri buna delil gösterilmektedir. Topkapı Sarayı Mukaddes Emânetler Dairesi'nde taşlar üzerine çıkmış altı adet Kadem-i Şerif nakşı muhafaza edilmektedir. Bunların yanı sıra gümüş, tahta ve mukavva üzerine çizili birçok Kadem-i Şerif resmi de mevcuttur. Sultan I. Ahmed, Hazreti Peygamber'in (sas) ayak izi şeklinde altından bir sorguç yaptırmış, bunu mübarek günlerde ve törenlerde başında taşımıştır.

Kadeh-i Şerif


Hazreti Peygamber (sas) bir gün Medine'de bir yerden dönerken Benî Sâide Sofası denilen mevkide ashabı ile istirahat etmek için oturmuştu. Bu sırada Sehl ibn Sa'd'a dönerek "Ya Sehl, bizleri bir sulasan" buyurdular. Resulullah'ın (sas) vefatında 15 yaşlarında bir delikanlı olan, Hicri 91 yılında 96 yaşında vefat ettiğinde "Medine'de en son vefat eden sahabi" unvanını alan Sehl, o gün su ikram ettiği ağaçtan mamul kadehi hatıra olarak saklamıştı. Yıllar sonra, bir topluluğun içinde bu kadehi göstererek su ikram ettiğinde kadeh, orada bulunan Ömer bin Abdülaziz tarafından istendi. Sehl de kadehi ona hediye etti. Kadeh-i Şerif'in dışı muhafaza gayesiyle gümüşle kaplanmıştır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
6 Temmuz 2016       Mesaj #15
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Kâbe'nin anahtarı


Sultan 4. Murad tarafından manevi işaret üzerine Bağdat seferine götürülen Kâbe anahtarı ve kesesi.
Mekke'nin fethinden sonra Kâbe'nin anahtarı, Resulullah (sas) tarafından "Şüphe yok ki Allah emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder." âyetinin nüzûlü üzerine ailece eskiden beri bu hizmeti görmekte olan Osman bin Talha'ya verildi. Halen aynı ailede bulunan anahtarlar yenilendikçe eskileri İstanbul'a gelir, Miftah Alayı denilen bir alayla karşılanırdı. İlk defa Mekke Şerifi Ebü'l-Berekât, Mısır'ın fethinden sonra Harem-i Şerif'in anahtar ve kilidini oğlu vasıtasıyla Yavuz Sultan Selim'e göndermişti.
Ad:  hz.jpg
Gösterim: 789
Boyut:  47.0 KB

Dördüncü Murad tarafından Bağdat seferine götürülen Kâbe anahtarının yanındaki mektupta ise ilginç bilgiler bulunmaktadır. Mektup, zamanın Mekke Emiri Zeyd bin Muhsin tarafından Dördüncü Murad'a hitaben yazılmıştır. Peygamber Efendimiz (sas), rüyasında Emir'e Kâbe'nin mevcut anahtarını Harem-i Şerif'in imamıyla padişaha göndermesini, padişahın bu anahtarı Acem seferinde yanında taşımasını emredip fetih ve zaferi müjdelemektedir. Ayrıca padişahın diğer seferlerde hatta her oturup kalktığı yerde anahtarı yanından ayırmamasını istemekte, kendisinin ve kendisine tabi olanların bu surette musibetlerden emin olacağını söylemektedir. Padişah kendisi harbe gitmediği zamanlarda da güvendiği bir adamıyla anahtarı ordunun önünde taşıtmalıdır. Allah'ın inayetiyle karşılarındaki düşmanları güç yetiremeyip mağlup olacaklardır.

Hücre-i Saadet'e takdim edilen buğday


Medine'nin eski âdetlerinden biri de borcu olanların Hazreti Muhammed'in (sas) kabrinin bulunduğu Hücre-i Saadet'e buğday takdim ederek O'nun (sas) ruhaniyetinden yardım istemeleri idi. Borçlular, her yıl zilkade ayının 17. gecesi, borçları miktarınca buğdayı beyaz bir kese içerisine koyarak Ravza-i Mutahhara'ya getirir, Hücre-i Saadet'e takdim edilmesi için görevlilere verirdi. Biriken buğdayları Harem-i Şerif ağaları alıp ekmek yapar ve bazı kimselere hediye ederlerdi. O gün şehirde bayram havası eserdi.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
6 Temmuz 2016       Mesaj #16
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Yavuz Sultan Selim'in Sancağı

Ad:  Yavuz Sultan Selim'in Sancağı.jpg
Gösterim: 613
Boyut:  21.6 KB

Zaten Yavuz Sultan Selim de sabahtan beri Hasan Can'ı gördüğü rüyayı anlatması için sıkıştırmaktadır. Hasan Can, padişahın yanına döner; "Sultanım" der, "Sabahtan beri sorduğunuz rüyayı bu Hasan değil, bir başka Hasan, Kapı Ağası Hasan kulunuz görmüş!" der.
Rüyayı dinledikçe Yavuz'un gözleri yaşarır, yüzü kızarır. "Biz dememiş miydik ecdadımız memur olmadıkça bir yere sefer etmezlerdi diye. Onların her biri evliyalıktan nasipdar idi. Biz onlara benzemedik!" der.

Bu hadiseden sonra hazırlıklar tamamlanır, Mısır seferine çıkılır. Artık Mısır ve Hicaz Osmanlı padişahlarının idaresindedir. Bunun ilk tescili de 20 Şubat 1517 Cuma günü gerçekleşir. Kahire'deki Melik Müeyyed Camii'nde hutbe Yavuz Sultan Selim adına okunur. Hatib, hutbede yeni halifenin adını söylerken o zamana kadar âdet olduğu üzere "Hâkimü'l-Haremeyni'ş-Şerifeyn" sıfatını kullandığında Yavuz seslenerek "Hadimü'l-Haremeyni'ş-Şerifeyn" demesini ister. Yani Mekke ve Medine'nin hakimi değil hadimi, hizmetçisi olarak görmektedir kendini.

Sefer dönüşü halkın tezahüratından kaçındığı için Üsküdar'dan bindiği bir kayıkla gece yarısı gizlice sarayına giren Yavuz Sultan Selim, beraberinde Peygamber Efendimiz'e ve mukaddes mekanlara ait bir kısım emanetleri de getirir. Topkapı Sarayı'nda kendi yaşadığı ve Has Oda denilen taht odasına, başucuna yerleştirir. Kendisiyle birlikte yaşayan en yakın kırk adamını muhafazasına tayin eder. Has Odalılar devlet ve padişah hizmetlerinin yanı sıra Hırka-i Saadet'i muhafaza edecekler, gereken hürmeti gösterecekler, yirmi dört saat yanında Kur'an-ı Kerim okuyup nöbet tutacaklardır. Beş asırlık bu nöbet halen devam ediyor.

Günümüzde Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesi'nde bulunan emanetlerin hepsi Yavuz Sultan Selim'le birlikte gelmiş değil. Sahabilerin Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz'den hatıra olarak saklayıp rahmet-i ilahîye vesile bildikleri emanetler kendilerinden sonra nesilden nesile taşınmıştı. Ailelerin ve resmi kurumların elindeki bu emanetlerin önemli kısmı zaman içinde padişahlar nezdinde toplandı. Kâbe ve Peygamber Efendimiz'in (sas) kabrinin tamirinden çıkan parçalar ile geçmiş peygamberlere, Sahabilere ve İslâm büyüklerine ait hatıraların da ilavesiyle 20'inci asra gelindiğinde Topkapı Sarayı'nda maddi ve manevi açıdan değer biçilemeyecek bir hazine meydana gelmişti.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

29 Nisan 2016 / Misafir X-Sözlük
21 Mart 2009 / Keten Prenses Matematik
17 Ekim 2011 / Misafir Soru-Cevap
 Kutsal
30 Eylül 2008 / Misafir Taslak Konular