Arama

Akrabayı Gözetmek (Sıla-i Rahim)

Güncelleme: 7 Temmuz 2009 Gösterim: 5.003 Cevap: 1
Dark-Line - avatarı
Dark-Line
Ziyaretçi
16 Eylül 2007       Mesaj #1
Dark-Line - avatarı
Ziyaretçi
Yüce Rabbimizin ve sevgili Peygamberimizin bize emrettiği her şey önemlidir ve iyi bir insan olabilmek için vazgeçilmezdir. Bir Müslüman, İslâmiyet’in öne çıkardığı bir değeri geri plana ittikçe hayat damarlarından birini tıkamış olur. Allah’a giden yolda önüne yeni engeller çıkarmış olur. İyi bir Müslüman olabilmek ve öyle kalabilmek için güzel dinimizin emrettiği değerleri korumak şarttır.
Akrabayı gözetmek, onlarla ilgiyi devam ettirmek en önemli değerlerimizden biridir.
Sponsorlu Bağlantılar
Kur’an’ın emri
Cenâb-ı Mevlâ Kitâb-ı Kerîm’inde;
iyi Müslüman olmak için öncelikle:
“Allah’tan başkasına kulluk etmemeyi”,
ve hemen ardından da:
“anne, babaya ve akrabaya iyilik etmeyi” emreder (Bakara 2/83; Nisâ 4/36).
Bunu başka bir ifadeyle, ama yine Rabbimizin diliyle söyleyecek olursak,
Müslüman;
Allah’a karşı gelmeyecek,Ve akrabalık bağlarını kesmeyecektir. (Nisâ 4/1).
Görüldüğü üzere Allah Teâlâ,
iman esaslarından hemen sonra,
akrabaya seve seve yardım etmeyi buyurur (Bakara 2/177).
Seve seve yardım etmek ne demektir?
Bunu Sevgili Efendimizin ifadesiyle söyleyecek olursak:
“sağlığı yerindeyken,
mala sahip olma hırsı varken,
fakirlik korkusu taşırken
ve zengin olmayı düşlerken” yardım etmektir. (Buhârî, Zekât 11; Müslim, Zekât 92).
Şunu asla unutmayalım ki, Kâinâtın Rabbi, iyilik ve yardımın öncelik sırasını belirlerken
ilk olarak anne ve babadan söz etti,
ardından akrabayı zikretti (Bakara 2/215).
Akraba ile ilgiyi kesmemenin kazancı
En büyük emelimiz, kim ne derse desin, burada bir daha tekrarlayalım:
Cennet-i âlâ’ya girmek,
orada Kâinâtın Rabbi’nin eşsiz cemâlini görmek,
Kâinâtın Efendisi’nin ay yüzünü seyretmektir.
Bunlar bir mü’min için en büyük bahtiyarlıktır.
Bu saadete ermenin de elbette bir bedeli vardır.
Şu olay bizi bu sonuca götürmektedir:
Bir sahâbî, Fahr-i kâinât Efendimizin huzuruna geldi ve cennete girmek için ne yapması gerektiğini sordu. Allah’ın sevgili elçisi ona:
Bunun için öncelikle:
Allah’a ibadet edip ona şirk koşmamak (Allah’tan başka bir tanrı kabul etmemek),
namaz kılıp zekât vermek,
ve akrabayı koruyup gözetmek gerektiğini söyledi (Buhârî, Edeb 10; Müslim, Îmân 14).
Bu hadiste belirtildiği üzere akrabayı koruyup gözetmek, onlarla ilgiyi kesmemek cennete girmeye vesile olduğu gibi,
Yine Efendimizin ifade buyurduğu gibi, akraba ile ilgiyi kesmek de cennete girmemek için yeterli bir sebeptir (Buhârî, Edeb 11; Müslim, Birr 18, 19).
Akrabasını gözetmenin, onlara iyilik etmenin başka faydaları da vardır:
Ömrün uzaması,ve rızkın bollaşması bu faydalardan ikisidir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 229).
Akrabayı memnun etmenin kazancı
Ticaretin kârlısı olduğu gibi, hayrın da kârlısı vardır. Müslüman sevap avcısı olduğu için daha hayırlıyı arayıp bulmak durumundadır. İki Cihan Güneşi Efendimizin daha kârlı ibadeti Meymûne annemize nasıl öğrettiğine bir bakalım. Birgün Hz. Meymûne Resûl-i Ekrem Efendimize, câriyesini âzâd ettiğini haber verdi.
Allah’ın elçisi sevgili eşine, köle azat etmekle büyük sevap kazandığını, fakat bundan daha çok sevap kazanma şansını kaçırdığını söyledi ve sözünü şöyle tamamladı: Eğer onu akrabana verseydin, daha çok sevap kazanırdın” buyurdu (Buhârî, Hibe 15; Müslim, Zekât 44).
Bize göre bir insanı hürriyetine kavuşturmak, onu bir başkasına hediye etmekten daha sevaptır. Bize aklımız böyle söyler. Evet, vahiyden habersiz akıl böyle düşünür. Akla dinin önünde yer veren, diğer bir ifadeyle aklı vahiyden üstün tutan kimse, aklını işte böyle çamura düşürür. Bu olay da bize gösteriyor ki, akıl doğruyu bulmak için vahye muhtaçtır.
Akrabayı koruyup gözetmenin çok değerli bir ibadet olduğuna dair bir misâl daha görelim:
Bir gün Peygamber Efendimiz hanımlara bir konuşma yapmış, onları sadaka vermeye teşvik etmişti. Efendimizi dinleyen hanımlardan bir kısmı elinden iş gelen, becerikli kadınlardı. Kocaları yeterli gelire sahip olmadığı için kazançlarıyla hem evlerinin ihtiyacını sağlıyor hem de yetim akraba çocuklarını gözetiyorlardı. Acaba yakınlarına yaptıkları bu harcamalar, Hz. Peygamber’in verilmesini istediği sadaka yerine geçiyor muydu? Yoksa “sadaka vermek” için akraba olmayan fakirleri mi bulmak gerekliydi?
Bazı hanımlar bunu öğrenmek için Resûlullah Efendimizin evine gittiler.
Peygamber Efendimiz onlara, yakınlarının ihtiyaçlarını karşıladıkları için bir değil iki sevap kazandıklarını müjdeledi:“Biri yakınlarını kollayıp gözetme sevabı,diğeri de sadaka verme sevabıdır”buyurdu (Buhârî, Zekât 48; Müslim, Zekât 45).
Burada, yeri gelmişken, yıllar önce bir sohbetimizde anlattığımız Ebû Talha el-Ensârî’nin Beyruhâ adlı bahçesinin hikâyesini bir daha hatırlayalım (Adı Güzel Kendi Güzel Muhammed, s. 107). Allah yolunda malını harcamaya teşvik eden âyet-i kerîme inince Ebû Talha hazretleri Peygamber Efendimizin huzuruna gelmiş, Mescid-i Nebevî’nin karşısındaki çok değerli hurmalığını Resûl-i Ekrem’in emrine verdiğini, onu Allah yolunda istediği gibi harcayabileceğini söylemişti.
Fahr-i kâinât Efendimiz bu fedakâr sahâbîsinin daha çok sevap kazanması için ona bu bahçeyi akrabalarına vermesini tavsiye etti; o da emredileni yaptı (Buhârî, Zekât 44; Müslim, Zekât 42, 43)

Akrabasıyla küs durmak
Siz de görmüş, duymuşsunuzdur: Adı Ahmet, Mehmet veya Ayşe, Fatma olduğu halde akrabasıyla görüşüp konuşmayan, hatta birbirinin izine kurşun atan kardeşler vardır. Ya annesiyle, babasıyla ilgiyi kesenlere ne demeli? İnsan, “Böyle bir şey nasıl olabilir?” diye sormadan edemiyor. Ama maalesef bu bir gerçek. Yakın akrabasına küs olanlara sorsanız onlar haklı, ötekiler haksızdır. Zaten “Ayranım ekşi” diyen görülmemiştir. Halbuki bu hali İslâm Ahlâkı ile bağdaştırmak kesinlikle mümkün değildir.
Bizim güzel dinimiz, bir Müslümanın, Müslüman olmayan akrabasıyla bile ilgiyi kesmesine izin vermemiştir.
İslâmiyet’in ilk yıllarında Resûl-i Ekrem’in bazı akrabaları onun Peygamber olduğuna inanmamıştı. Bu durum daha sonraları da devam etmişti. İşte o zaman Allah’ın sevgili elçisi:
Müslüman olmayan akrabasıyla aralarında bir dostluk bulunmadığını ifade etmiş,
kendisinin asıl dostlarının Allah Teâlâ ile mü’minler olduğunu belirtmiş,
hemen ardından da, aralarında akrabalık bağı bulunan kimselerle ilgisini kesmeyeceğini söylemiştir (Buhârî, Edeb 14; Müslim, Îmân 366).
Akrabalık bağı işte böylesine önemlidir.
Tekrar edelim: Bir Müslüman başka dinden olan akrabasıyla dost olmayacaktır, ama gayr-i müslimdir diye onlarla ilişkisini de kesmeyecektir.
Hz. Ömer’in bu konudaki davranışı ne kadar ibretlidir. Bir defasında İki Cihan Güneşi Efendimize ipek elbiseler gelmiş, o da bunlardan birini Hz. Ömer’e vermişti. Bir Müslümanın ipekli kumaştan yapılmış elbiseyi giyemeyeceğini bilen Hz. Ömer, onu Mekke’de bulunan ve henüz İslâmiyet’i kabul etmemiş olan kardeşine göndermişti (Buhârî, Edeb 9).
Demekki o sert mizaçlı Hz. Ömer, Müslüman değildir diye kardeşiyle irtibatını kesmemiş, onu memnun edeceğini bildiği bir hediyeyi kendisine verilmek üzere Mekke’ye göndermişti.
Hiçbir Müslüman, bazı tutum ve davranışlarını beğenmediği için akrabasıyla ilgisini kesemez; çünkü böyle bir yetkisi yoktur. Müslümanın vazifesi; güler yüzü, tatlı sözü ve yumuşak davranışıyla kendi değerlerinden kopmuş olan akrabasını yanına çekmeye çalışmaktır. ¸üce Rabbimizin ve sevgili Peygamberimizin bize emrettiği her şey önemlidir ve iyi bir insan olabilmek için vazgeçilmezdir. Bir Müslüman, İslâmiyet’in öne çıkardığı bir değeri geri plana ittikçe hayat damarlarından birini tıkamış olur. Allah’a giden yolda önüne yeni engeller çıkarmış olur. İyi bir Müslüman olabilmek ve öyle kalabilmek için güzel dinimizin emrettiği değerleri korumak şarttır.
Akrabayı gözetmek, onlarla ilgiyi devam ettirmek en önemli değerlerimizden biridir.
Kur’an’ın emri
Cenâb-ı Mevlâ Kitâb-ı Kerîm’inde;
iyi Müslüman olmak için öncelikle:
“Allah’tan başkasına kulluk etmemeyi”,ve hemen ardından da:“anne, babaya ve akrabaya iyilik etmeyi” emreder (Bakara 2/83; Nisâ 4/36).
Bunu başka bir ifadeyle, ama yine Rabbimizin diliyle söyleyecek olursak,
Müslüman;
Allah’a karşı gelmeyecek,Ve akrabalık bağlarını kesmeyecektir (Nisâ 4/1).
Görüldüğü üzere Allah Teâlâ,
iman esaslarından hemen sonra,akrabaya seve seve yardım etmeyi buyurur (Bakara 2/177).

Seve seve yardım etmek ne demektir?

Bunu Sevgili Efendimizin ifadesiyle söyleyecek olursak:
“sağlığı yerindeyken,
mala sahip olma hırsı varken,
fakirlik korkusu taşırken
ve zengin olmayı düşlerken” yardım etmektir. (Buhârî, Zekât 11; Müslim, Zekât 92).
Şunu asla unutmayalım ki, Kâinâtın Rabbi, iyilik ve yardımın öncelik sırasını belirlerken
ilk olarak anne ve babadan söz etti,ardından akrabayı zikretti (Bakara 2/215).
Akraba ile ilgiyi kesmemenin kazancı
En büyük emelimiz, kim ne derse desin, burada bir daha tekrarlayalım:
Cennet-i âlâ’ya girmek,
orada Kâinâtın Rabbi’nin eşsiz cemâlini görmek,
Kâinâtın Efendisi’nin ay yüzünü seyretmektir.
Bunlar bir mü’min için en büyük bahtiyarlıktır.
Bu saadete ermenin de elbette bir bedeli vardır.
Şu olay bizi bu sonuca götürmektedir:
Bir sahâbî, Fahr-i kâinât Efendimizin huzuruna geldi ve cennete girmek için ne yapması gerektiğini sordu. Allah’ın sevgili elçisi ona:
Bunun için öncelikle:
Allah’a ibadet edip ona şirk koşmamak (Allah’tan başka bir tanrı kabul etmemek),
namaz kılıp zekât vermek,ve akrabayı koruyup gözetmek gerektiğini söyledi (Buhârî, Edeb 10; Müslim, Îmân 14).
Bu hadiste belirtildiği üzere akrabayı koruyup gözetmek, onlarla ilgiyi kesmemek cennete girmeye vesile olduğu gibi,
Yine Efendimizin ifade buyurduğu gibi, akraba ile ilgiyi kesmek de cennete girmemek için yeterli bir sebeptir (Buhârî, Edeb 11; Müslim, Birr 18, 19).
Akrabasını gözetmenin, onlara iyilik etmenin başka faydaları da vardır:
Ömrün uzaması,ve rızkın bollaşması bu faydalardan ikisidir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 229).

Akrabayı memnun etmenin kazancı

Ticaretin kârlısı olduğu gibi, hayrın da kârlısı vardır. Müslüman sevap avcısı olduğu için daha hayırlıyı arayıp bulmak durumundadır. İki Cihan Güneşi Efendimizin daha kârlı ibadeti Meymûne annemize nasıl öğrettiğine bir bakalım. Birgün Hz. Meymûne Resûl-i Ekrem Efendimize, câriyesini âzâd ettiğini haber verdi.
Allah’ın elçisi sevgili eşine, köle azat etmekle büyük sevap kazandığını, fakat bundan daha çok sevap kazanma şansını kaçırdığını söyledi ve sözünü şöyle tamamladı: “Eğer onu akrabana verseydin, daha çok sevap kazanırdın” buyurdu (Buhârî, Hibe 15; Müslim, Zekât 44).
Bize göre bir insanı hürriyetine kavuşturmak, onu bir başkasına hediye etmekten daha sevaptır. Bize aklımız böyle söyler. Evet, vahiyden habersiz akıl böyle düşünür. Akla dinin önünde yer veren, diğer bir ifadeyle aklı vahiyden üstün tutan kimse, aklını işte böyle çamura düşürür. Bu olay da bize gösteriyor ki, akıl doğruyu bulmak için vahye muhtaçtır.
Akrabayı koruyup gözetmenin çok değerli bir ibadet olduğuna dair bir misâl daha görelim:
Bir gün Peygamber Efendimiz hanımlara bir konuşma yapmış, onları sadaka vermeye teşvik etmişti. Efendimizi dinleyen hanımlardan bir kısmı elinden iş gelen, becerikli kadınlardı. Kocaları yeterli gelire sahip olmadığı için kazançlarıyla hem evlerinin ihtiyacını sağlıyor hem de yetim akraba çocuklarını gözetiyorlardı. Acaba yakınlarına yaptıkları bu harcamalar, Hz. Peygamber’in verilmesini istediği sadaka yerine geçiyor muydu? Yoksa “sadaka vermek” için akraba olmayan fakirleri mi bulmak gerekliydi?
Bazı hanımlar bunu öğrenmek için Resûlullah Efendimizin evine gittiler.
Peygamber Efendimiz onlara, yakınlarının ihtiyaçlarını karşıladıkları için bir değil iki sevap kazandıklarını müjdeledi:
“Biri yakınlarını kollayıp gözetme sevabı,
diğeri de sadaka verme sevabıdır” buyurdu (Buhârî, Zekât 48; Müslim, Zekât 45).
Burada, yeri gelmişken, yıllar önce bir sohbetimizde anlattığımız Ebû Talha el-Ensârî’nin Beyruhâ adlı bahçesinin hikâyesini bir daha hatırlayalım (Adı Güzel Kendi Güzel Muhammed, s. 107). Allah yolunda malını harcamaya teşvik eden âyet-i kerîme inince Ebû Talha hazretleri Peygamber Efendimizin huzuruna gelmiş, Mescid-i Nebevî’nin karşısındaki çok değerli hurmalığını Resûl-i Ekrem’in emrine verdiğini, onu Allah yolunda istediği gibi harcayabileceğini söylemişti.
Fahr-i kâinât Efendimiz bu fedakâr sahâbîsinin daha çok sevap kazanması için ona bu bahçeyi akrabalarına vermesini tavsiye etti; o da emredileni yaptı (Buhârî, Zekât 44; Müslim, Zekât 42, 43).

Akrabasıyla küs durmak

Siz de görmüş, duymuşsunuzdur: Adı Ahmet, Mehmet veya Ayşe, Fatma olduğu halde akrabasıyla görüşüp konuşmayan, hatta birbirinin izine kurşun atan kardeşler vardır. Ya annesiyle, babasıyla ilgiyi kesenlere ne demeli? İnsan, “Böyle bir şey nasıl olabilir?” diye sormadan edemiyor. Ama maalesef bu bir gerçek. Yakın akrabasına küs olanlara sorsanız onlar haklı, ötekiler haksızdır. Zaten “Ayranım ekşi” diyen görülmemiştir. Halbuki bu hali İslâm Ahlâkı ile bağdaştırmak kesinlikle mümkün değildir.
Bizim güzel dinimiz, bir Müslümanın, Müslüman olmayan akrabasıyla bile ilgiyi kesmesine izin vermemiştir.
İslâmiyet’in ilk yıllarında Resûl-i Ekrem’in bazı akrabaları onun Peygamber olduğuna inanmamıştı. Bu durum daha sonraları da devam etmişti. İşte o zaman Allah’ın sevgili elçisi:
Müslüman olmayan akrabasıyla aralarında bir dostluk bulunmadığını ifade etmiş,
kendisinin asıl dostlarının Allah Teâlâ ile mü’minler olduğunu belirtmiş,
hemen ardından da, aralarında akrabalık bağı bulunan kimselerle ilgisini kesmeyeceğini söylemiştir (Buhârî, Edeb 14; Müslim, Îmân 366).
Akrabalık bağı işte böylesine önemlidir.
Tekrar edelim: Bir Müslüman başka dinden olan akrabasıyla dost olmayacaktır, ama gayr-i müslimdir diye onlarla ilişkisini de kesmeyecektir.
Hz. Ömer’in bu konudaki davranışı ne kadar ibretlidir. Bir defasında İki Cihan Güneşi Efendimize ipek elbiseler gelmiş, o da bunlardan birini Hz. Ömer’e vermişti. Bir Müslümanın ipekli kumaştan yapılmış elbiseyi giyemeyeceğini bilen Hz. Ömer, onu Mekke’de bulunan ve henüz İslâmiyet’i kabul etmemiş olan kardeşine göndermişti (Buhârî, Edeb 9).
Demekki o sert mizaçlı Hz. Ömer, Müslüman değildir diye kardeşiyle irtibatını kesmemiş, onu memnun edeceğini bildiği bir hediyeyi kendisine verilmek üzere Mekke’ye göndermişti.
Hiçbir Müslüman, bazı tutum ve davranışlarını beğenmediği için akrabasıyla ilgisini kesemez; çünkü böyle bir yetkisi yoktur. Müslümanın vazifesi; güler yüzü, tatlı sözü ve yumuşak davranışıyla kendi değerlerinden kopmuş olan akrabasını yanına çekmeye çalışmaktır.

M.YAŞAR KANDEMİR

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Temmuz 2009       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sıla-i Rahim

Sponsorlu Bağlantılar

Akraba ve yakınları ziyaret etme, hallerini ve hatırlarını sorma, gönüllerini alma anlamında bir İslam ahlâkı terimi.

İslam'da insanlar arası ilişkilere önem verildiği gibi özellikle yakınlardan başlayarak anne ve babanın ve sırayla diğer akrabaların ziyaret edilip gözetilmesi prensibi son derece önemlidir.

Halit b. Zeyd (Ebu Eyyüb el-Ensarî) hazretlerinden rivayet edildiğine göre bir adâm Hz. Peygamber'e gelerek: "-Yâ Rasûlallah; beni Cennete sokacak bir ibadet söyler misiniz?" dedi... Rasûlüllah şu cevabı verdi:

"Allah'a ibadet eder ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılar, zekât verir ve sıla-i rahim edersin" (Buharî, Zekât, 1).

Peygamber Efendimizin bu kadar önemle üzerinde durduğu ve yapıldığı zaman müslümanların Cennete girmelerine sebep olacağını haber verdiği sıla-i rahim; her türlü hayır işlerinde akraba ve yakınların görülüp gözetilmesidir. Gerek âyetlerde, gerek hadislerde, bunun, namaz, zekât gibi farz ibadetlerden hemen sonra zikredilmesi, İslâmdaki önemini göstermektedir. Alimler sıla-i rahimde bulunmanın vacib olduğu görüşündedirler. Bunun, terkedilmesi, yani akraba ve yakınlarla olan ilgisinin kesilmesi, büyük günâh sayılmıştır. Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:

"Allah'tan korkun ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının" (en-Nisâ, 4/I);

"Onlar ki Allah'ın gözetilmesini emrettiği hakları gözetirler (akrabalık bağlarını devam ettirirler ve iyilikte bulunurlar); Rablerine saygı beslerler ve kötü hesaptan korkarlar...";

Fakat Allah'ın tevhit akidesini kabullendikten sonra onu bozanlar ve Allah'ın bağlanmasını emrettiği bağları koparanlar (akrabalık bağlarını kesenler) ve yeryüzünü fesada verenler var ya; işte bunlar, lânet onlara ve yurdun kötüsü Cehennem de onlara" (er-Ra'd, 13/21, 25).

Ayet ve hadislerde geçen "rahim" (akraba) sözünün hangi derecede akrabaları içine aldığı hususunda farklı görüşler vardır. Bazılarına göre kendileriyle evlenilmesi haram olanlar; bazılarına göre vârisler akraba sayılır. Bazı âlimler de, mahrem olsun olmasın, kişinin bütün yakınları akraba (rahim) dir demişlerdir. Bu son görüş, toplumsal yardımlaşma bakımından daha kapsamlıdır.

Allah (c.c) ve Peygamberi (s.a.s), akrabanın görülüp gözetilmesini emrettiklerine göre, bunun nâsıl yapılacağını iyi bilmek gerekir.

Sıla-i rahmin birkaç derecesi vardır. En aşağı derecesi akrabalarımıza karşı tatlı sözlü, güler yüzlü olmak; karşılaştığımızda selâmlaşmayı, hal hâtır sormayı ihmâl etmemek; dâima kendileri hakkında iyi şeyler düşünmek ve hayır dilemektir. İkinci derece de ziyâretlerine gitmek ve çeşitli konularda yardımlarına koşmaktır. Bunlar daha çok bedenî hizmetlerdir. Özellikle yaşlıları zaman zaman yoklayarak, yapılacak işleri varsa onları takib etmek kendilerini sevindirecektir. Sıla-i rahmin üçüncü ve en önemli derecesi akrabalara malî yardım ve destek sağlamaktır.

Bu yardımlar herkesten beklenemez. Hasta ve yatalak bir kişiden akrabasını ziyâret etmesini istemek anlamsızdır. Fakir birisinden de başkalarına mâlî yardımda bulunmasını beklemek de yanlıştır. Yalnız zengin, hali vakti yerinde bir müslümanın, sadece ziyâret ve hal, hatır sormakla bu görevi yerine getirebileceği de söylenemez. Böyle zengin birisi için sıla-i rahim, yoksul akrabalarına elinden geldiğince malî destekte bulunmaktır. Bu destek ödünç para vermekle olabileceği gibi; karşılıksız mâlî yardımlar şeklinde de olabilir. Şu halde, yakınları görüp gözetmek deyince, yukarıda belirtilen üç derecedeki yardımdan hangisine güç yetiniyorsa, onun yapılması anlaşılmalıdır. Yapabileceği görevi yapmamak müslümanı bu konuda sorumlu kılar. Yukarıdaki âyet-i kerimede, Allah Teâlâ'nın bu görevi yerine getirmeyenlere yönelttiği lânet unutulmamalıdır. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: Her Cuma gecesi insanoğlunun amelleri Allah'a arz olunur: Yalnız sıla-i rahimde bulunmayanların amelleri kabul olunmaz" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 484).

Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

" Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse akrabasını görüp gözetsin" (Buharî, İlim, 37; Müslim, İmam, 74-77).

"Akrabalık, Arş'ta asılıdır. Der ki: "-Beni gözeteni Allah gözetsin; beni terk edeni Allah terk etsin" (Müslim, Birr ve Sıla, 17);

"Akrabalık bağlarını kesip koparan kimse Cennete giremez" (Buhari, Edeb, 11);

"Her kim rızkının bol olmasını ve ecelinin gecikmesini istiyorsa akrabasını görüp gözetsin" (Buhari, Edeb, 12);

"Ey insanlar, birbirinize selâm verin, akrabanızı gözetin, yemeği yedirin! Geceleyin insanlar uyurken namaz kılın ki selâmetle Cennete giresiniz" (Tirmizî, Et'ime, 45).

"Yoksula yapılan sadaka bir sadakadır. Bu sadaka akrabaya yapılmışsa iki sadaka demektir. Biri sadaka, diğeri sıla-i rahimdir ki bu da sadaka sayılır" (Tirmizi, Zekât, 26).

Akrabalarımız, özellikle hala, teyze, amca, dayı, gibi yakınlarımız aileden sayılır. Onları kendi yakınlarımız bilerek davranışlarımızı ayarlamakta büyük faydalar vardır. Rasûlüllah (s.a.s): "Teyze, anne yerindedir" (Tirmizi, Birr, 5) buyuruyor. Amca da baba yerindedir. Bu kadar yakın olan kişilere karşı yerine getirilmesi gereken bazı ahlâkî görevlerin bulunması tabiidir. Bu görevler arasında olan ziyaretlere özel bir yer ayrılmalıdır. Aşağıda anlatılacak genel ziyaret kurallarına uyarak yakınları, başta bayramlar olmak üzere, zaman zaman ziyâret etmek, mümkünse hediyeler ***ürmek güzel bir davranıştır. Yapılan ziyareti iâde etmek de gerekir. Müslümanı ziyarete gelene gitmemek aradaki bağların daha çabuk kopmasına sebep olmaktır.

Ziyaretler akrabalar arasındaki sevgi bağlarını güçlendirir. Dargınlıkları sona erdirir. Sevinç ve üzüntülerin karşılıklı paylaşılmasına, sıkıntılara birlikte çareler aranmasına vesîle olur. Özellikle yaşlılar toplumda yalnız kalmadıkları, çevrelerinde kendilerini seven, arayıp soran insanların bulunduğu inancı ile son yıllarını huzur ve mutluluk içinde geçirirler.

Sıla-i rahim konusunda dikkat edilecek hususlârdan biri de şudur: İyilik, karşılık bekleyerek yapılmamalı, sadece görüp gözeten yakınlara karşı sıla-i rahimde bulunulmamalı; aksine, unutan, akrabalık bağlarını koparanlara karşı da bu görev yerine getirilmelidir. Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:

"İyiliğe benzeri ile karşılık veren kişi, tam anlamıyla akrabasını görüp gözetmiş olmaz. Hakiki sıla, kişinin kendisi ile ilgiyi kesenleri görüp gözetmesidir" (Buharî, Edeb, 15).

İyilik her durumda düşünülmeli ve yapılmalıdır. Yoksul ve güçsüz iken iyilik ve yardımdan söz edip, zengin ve güçlü duruma yükselince başka türlü davranmak, fesâd ve ahlâksızlıktan başka bir şey değildir.

Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:

Demek idâreyi ve hâkimiyeti ele alırsanız hemen yer yüzünde fesad çıkaracak, akrabalık bağlarını bile parçalayıp keseceksiniz öyle mi? Onlar öyle kimselerdir ki Allah kendilerini rahmetinden kovmuş da duygularını almış ve gözlerini kör eylemiştir. (Muhammed, 47/22-23).
Alıntı


Benzer Konular

 Sıla
5 Eylül 2014 / kutsal54 Müzik tr
7 Haziran 2009 / careless_WhispeR X-Sözlük
9 Ağustos 2015 / kutsal54 Ünlülerin Fotoğrafları
21 Ekim 2015 / ThinkerBeLL X-Sözlük
6 Mart 2010 / _KleopatrA_ X-Sözlük