Arama

İslami Bilgiler - Soru ve Cevap - Sayfa 3

Güncelleme: 23 Ocak 2015 Gösterim: 154.680 Cevap: 117
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
15 Mart 2008       Mesaj #21
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
MİRAS-VASİYET-MİRAS TAKSİMİ

Sponsorlu Bağlantılar
1 - Soru: Miras malında erkek ile kadının (İslam hukukuna göre) müsavi olduğu hak var mıdır?

Cevap: İslam hukukunun hükümleri dikkate alındığında, erkek ile kadının mirasta müsavi olduğu yer, ancak miri arazinin taksiminde olmaktadır. Şu ciheti belirtmek isteriz ki; Türkiye'nin arazisi bugünkü şekliyle miri arazi değildir. Memluk arazi durumundadır. Bu itibarla mülk gibi taksimi gerekmektedir.

2 - Soru: Bir adam fakir olarak öldü. Geride kalan bir oğlu, babasının mirası ile zengin oldu. Babası için hacca gitmesi mi, yoksa çeşme ve benzeri bir hayır yapması mı evladır?

Cevap: Babasına hac farz olmadığına göre, insanlığa faydalı olan Kur'an kursu yapmak, talebelerini yedirip giydirmek, nafile olarak hacca gitmekten evladır.

3 - Soru: Kayıp olmuş ve hayatta olup olmadığına dair kesin bir bilgi olmayan bir kimsenin malını bir yakınının satması caiz olur mu? Şayet satılır ise, parasını bir hayır müessesesine verebilir mi?

Cevap: Kaybolmuş bir kimsenin malının varislerine taksim edilebilmesi için, o şahsın ölmüş olduğuna hükmedilmelidir. Bunun için de kaybolan şahsın doğup büyüdüğü yerdeki emsal ve akranına bakılır. Bunlar tamamen vefat edince, o şahsın da ölmüş olacağına hükmolunur. Bundan sonra malını varislerine şer'i usüle uygun olarak teslim etmek gerekir.

4 - Soru: Gayrimüslim bir kimsenin Müslüman oğlu, babasının ölümü üzerine varis olabilir mi?

Cevap: Olamaz. Zira din ayrılığı mirasçı olmaya mani hallerdendir.

5 - Soru: Annem, dedemden önce vefat etti. Bize bir ev, iki tarla, bir de arsa miras kalıyor. Yalnız babam, "Evden miras alamazsınız" diyor. Biz de onlardan alıp hayır müessesesine bağışlamak istiyoruz. Bu durum karşısında bize yardımcı olur musunuz?

Cevap: Sualinizde bir kapalılık var. Siz annenizden kalan malı bölüşmek hususunu soruyor iseniz, annenizden kalan

malı alabilirsiniz. Fakat dedenizden kalan malın size düşüp düşmediğini soruyorsanız babanız haklıdır.

6 - Soru: Dinimize göre kız ve erkeğin miras yüzdesi (hissenin mikyası) nedir?

Cevap: Oğlan 2/3, kız ise 1/3 hisse alır.

7 - Soru: Babam ölünce annem başka bir kocaya gitti. O adamdan anne bir kardeşlerim oldu ve nihayet annem de öldü. O kardeşlerim bana, annemin şahsına ait mallardan "Hakkın yok" deyip miras vermiyorlar. Bu hususu açıklamanızı rica ederim.?

Cevap: Sizin babalarınızın ayrı olması, babalarınıza ait malın taksirainde dikkate alınır. Sizin babanıza ait mal seninle annen arasında taksim edilir. Annenizin ikinci kocasının ölümü halinde, onun malı o adamdan olan çocuklar ile annen arasında taksim olunur. Annen ölünce, onun şahsına ait ne kadar malı varsa sen de, diğer adamdan olan evladı da hisse alırsınız.

8 - Soru: Biz altı kardeşiz. Babamın yanında kalan iki kız, bir de oğlan kardeşim var. Bunlar bakıma muhtaç durumda. Üçümüz ise, çalışıyor ve kendi geçimimizi sağlamaya uğraşıyor ve aynı zamanda babamıza yardım ediyoruz. Kardeşimin birinin maddi imkanı daha fazla olduğu için, babama daha fazla para yardımı yapıyor. İkimizin yardımı ise, ona nisbetle daha az. Onun yardımı daha çok diye, babam kalkıp da malından ona daha fazla verebilir mi?

Cevap: Ölen kimsenin arkaya bırakacağı mal, dinimizin miras hükümlerine göre taksim olunur. Ölen kimsenin bu istikamette yapacağı vasiyet geçersizdir. Çünkü varis için vasiyet yoktur. Babanız hayatta iken evladına bir hibe verecek ise, oğlan ve kız ayırmadan, herhangi bir ayırım yapmadan müsavi hibede bulunabilir. Sünnete uygun olan budur.

9 - Soru: Bir kadın, memluk arazide, kocasından kalan mirastan dinen kaçta bir hisse alır?

Cevap: Ölen adamın çocuğu varsa, sekizde bir (1/8) hisseye sahiptir. Çocuk yoksa (1/4) hisse alır.

10 - Soru: Ölen bir şahsın kızının kızı ile kızı bulunsa mirasçı olabilir mi?

Cevap: Dini hükümlere göre mirasın taksim edilmesinde, ölenin kızı varken, kızının kızı (zevil-erham'dan olduğu için) mirasçı olamaz.

11 - Soru: Miras almaya engel olan haller var mıdır, varsa nelerdir?

Cevap: Bir kimse vefat ettiği zaman, onun varisi olan kimselerin miras alabilmeleri için, mirasçı olmaya engel olan bir halin bulunmaması lazımdır. O haller: Din ihtilafı, dar ihtilafı, kölelik ve katil olmak üzere dörttür. Din ihtilafı; bir Müslüman ile gayrimüslim arasında miras hükümleri cari olmaz. Bunlardan biri diğerine varis olamaz. Dar ihtilafı; iki ayrı devletin tabiyetinde olmaktır. Bu hüküm, iki Müslüman arasında cari olmayıp, iki gayrimüslim hakkında caridir. Mürisini öldüren bir katil, onun malına mirasçı olamaz. (Köle ve kölelik ahkamı cari olmadığı için ondan söz açılmamıştır.)

12 - Soru: Bir kimse evlenmiş, bu evlilikten bir çocuğu olmuş. Çocuğun anası ölünce babası o yavruyu bir camiye bırakmış. O zavallıyı bir kimse alıp büyütmüş, evlendirip ev bark sahibi yapmış. Daha sonra kendisini cami kapısına bırakan babası ile tanışmış. Buna eski (asıl) babasından miras düşer mi?

Cevap: İkinci şahıs onun nesep itibariyle bir şeyi olmadığı için elbette ilk babasının mirasını alır.

13 - Soru: Ben küçükken babam ölmüş. Amcamın oğlu, annemle evlenmiş ve babamın malını teslim almış. Bununla beraber beni de büyütmüş. Kendisinin annemden çocuğu olmuş. Ben 20 yaşına gelmiş bulunuyorum. Babam ölünce, malından geri kalan miras, bir liste ile tesbit edilmiş. Üvey babamın listedeki bu malda hakkı var mı?

Cevap: Babanın bıraktığı mal, sana ve annene kalır. Üvey babana bir şey kalmaz.

14 - Soru: Mirasta kadın ve erkeğe eşit verilen paylar dolayısıyla erkeğin kadına hakkı geçiyorsa, bunun izalesi ve dinen paylaştırılmasının nasıl olacağını açıklayınız?

Cevap: Fazla miras alan kimsenin, haksız olarak aldığı kısmı, hak sahibine vermesi gerekir. Mirasın dini usüle göre taksimi, feraiz ilminin esaslarına uygun biçimde dağıtılması ile olur.

15 - Soru: Miras olarak intikal eden maldan varislerin bir kısmının alıp bir kısmının alamadığı hak var mıdır?

Cevap: Asab-ı feraizden bir kimse var iken, zevil-erham; yakın asabe varken de uzak asabeler hak alamazlar.

VASİYET


16 - Soru: Çocukları olmayan bir ailenin erkeği, karısına hitaben, "Ben senden evvel ölürsem, bütün mallarım ve evim senin; sen de ölürsen malların hem senin hem de benim vereselerim arasında taksim olunsun" diye vasiyet etse şer'an caiz midir?

Cevap: "Varise vesayet yoktur" mealindeki Hadis-i Şerif gereğince karı ve kocanın birbiri lehine vasiyette bulunmaları sünnete aykırıdır.

17 - Soru: Mirasçı olarak şahıslar lehine vasiyette bulunulmayacağını biliyoruz. Acaba bundaki hikmet nedir?

Cevap: Böyle bir tercih, mirasçılar arasında kırgınlığa yol açar. Bu zarara "Varisler için vasiyet yoktur" Hadis-i Şerifi ile set çekilmiş olmaktadır.

18 - Soru: Vakıf bir malda, o vakfı yapan kimsenin ileri sürdüğü şartlara riayet etmek lazım mıdır?

Cevap: Şartın dinimize aykırı bir tarafı yoksa, ona riayet göstermek lazımdır. Zira, "Vakıfın şartı, şariin nassı gibidir."

19 - Soru: Damadıma malımı mülkümü ve servetimi tümüyle versem ve devretsem, bu caiz olur mu?

Cevap: Malınızı ona tapulayıp diğer mirasçıları malınızdan mahrum bırakmamak şartı ile, malınızın başına nezaretçi (bakıp gözetici) olarak koyabilirsiniz.

20 - Soru: İki kızı, bir oğlu olan şahıs, ileride kendisine bakması için oğluna bir miktar mal bağışlasa ve kızlar bu hibeye razı olmasa, o kimsenin hibesi geçerli olur mu?

Cevap: Hukuki bakımdan geçerli olursa da, dini yönden kerahet vardır. Kerahet olan işte de hayır yoktur.

MİRAS TAKSİMİ

21 - Netice Fetvalarından: "Zeyd, vefat edip, baba bir kardeşinin oğlu Amr'ı ve ana-baba bir oğlan kardeşinin oğlunun oğlu Bekir'i bıraksa, Bekir mirasçı olamaz." (H.Ec. 2/2177)

Açıklama: Bu fetvada, sınıf itibariyle önde bulunan bir varisin, kendisinden sınıf itibariyle geride bulunan diğer bir mirasçıyı verasetten men etmesi halini görmekteyiz. Asabe, baba tarafından akraba olup, mirasta belirli hissesi bulunan kimseler paylarını aldıktan sonra geri kalan terekeye müstehak olana ve tek başına bulundukları zaman mirasın tamamını alan kimselere denilmektedir. Bu manadaki asabe üç nevidir:

1- Başlı başına asabe

2- Başka birisi ile bulunduğu için asabe

3- Diğer bir varisle beraber olduğu cihetle asabe. Başlı başına (binefsihi) asabe olana gelince, ölüye nisbetinde araya kadın girmeyen erkeklerdir. Ölene nisbeti gerek vasıtasız olsun, gerekse başka bir erkek vasıtası ile olsun. Bunlar dört sınıftır:

1- Ölenin cüz'ü: (Ölenin oğlu ve oğlunun oğlu gibi)

2- Ölenin aslı: (Ölenin babası ve babasının babası gibi)

3- Ölenin babasının cüz'ü: (Babasının oğlu ve oğlunun oğlu gibi. Bunlar, diğer bir ifade ile, ölenin kardeşi ve kardeşinin oğlu demektir)

4- Ölenin dedesinin cüz'ü: (Dedesinin oğlu, dedesinin oğlunun oğlu gibi. Bu sınıftaki asabeîer, diğer bir ifade ile, amca ve amcanın oğlu demektir.)

Bu dört sınıftan her bir sınıf için öncelik hakkı vardır. Şöyle ki: Birinci sınıftan bir asabe varken ikinci sınıftan olan; ikinci sınıftaki varken, üçüncü sınıftan bulunan; üçüncü sınıftaki asabe mevcut iken dördüncü sınıftan olanlar varis olamazlar.

Aynı sınıftan birkaç kimse toplanacak olursa, yakın olanlar mirasta tercih olunur. Mesela; ölenin oğlu ile oğlunun oğlu veya ikinci sınıftan baba ile büyükbaba toplanacak olursa, birinci meselede oğul, ikincide baba tercih olunur. Aynı sınıftan grup da ölene yakınlıkta eşit bulunan iki kimse toplanacak olursa, yakınlık derecesi daha kuvvetli olan tercih edilir. Şöyle ki; ana-baba bir erkek kardeş, sadece baba bir erkek kardeşle birlikte bulunacak olursa, ana-baba bir kardeş tercih olunacaktır.

22 - Netice Fetvalarından: "Zeyd, babası Amr'ı haksız olarak öldürse, Amr'a mirasçı olamaz." (H.Ec. 2/217)

Açıklama: Miras almaya mani olan haller dörttür: 1- Din ihtilafı, 2- Dar ihtilafı, 3- Kölelik, 4- Katil (ölümü intaç eden müessir bir iş)dir.

İzahı sadedinde bulunduğumuz fetva, mirasa engel olan katli dile getirmektedir. Öldürme beş nevidir:

1- Katl-i amd

2- Şibih amd

3- Hata yoluyla öldürme

4- Hata mecrasına cari öldürme

5- Tesebbüben katil

Katl-i amd: Öldürülmesi meşru olmayan bir adamı, yaralayan aletlerden biri ile kasten ve haksız olarak öldürmektir.

Şibih amd: Katli meşru olmayan bir şahsı, yaralayan aletlerden olmayan ve çok kere ölümü intaç etmeyen bir şey ile kasten öldürmektir. (Bir çomak veya tokat ile vurarak veya aniden bağırarak üzerine gitmekle bir adamı öldürmek gibi)

Hata yoluyla katil: Öldürmek veya yaralamak kastı olmayarak bir insanı öldürmektir. (Hata iki nevidir: Biri fiilde hatadır. Ava atılan bir kurşunun bir şahsa isabet edip öldürmesi gibi. Diğeri, failin zannında vuku bulan hatadır. Av zanni ile bir adama kurşun atılıp da o şahsın ölmesi gibi)

Hata mecrasına cari katil: İrade dışı bir işle vukua gelen katildir. (Uyurken bir kimse üzerine yuvarlanıp o kimsenin ölmesi gibi)

Tesebbüben katil: Bir kimsenin ölümüne sebep olmak. Mesela; umuma ait bulunan bir yolda, idare amirinin izni olmaksızın, biriktirdiği taşların veya kerestelerin üzerine yakınlarından bir kimsenin düşerek ölmesi gibi.

Bu öldürme nevilerinden, tesebbüben katilden başka, katilin her çeşidi mirastan mahrumiyeti gerektirir. Çünkü, amd ve şibih amd yolu ile öldürmede miras almaya erişmek için acele etme ve diğerlerinde ise istical şüphesi vardır.

Öldürme hadisesinin mirastan mahrumiyeti gerektirmesi için, katilin akıllı ve buluğ çağına ulaşmış bulunması; katilin meşru bir sebeple olmaması şarttır.

23 - Behce Fetvalarından: "Müslüman bulunan Zeyd, vefat edince oğlu mürted Amr'ı bıraksa; Amr, Zeyd'e varis olmaz." (H.Ec. 2/217)

Açıklama: Mürted, İslam dinini reddederek iman kandilini söndürmüş bulunan kimseye denilmektedir. Böyle bir kimseye karşı uygulanacak İslamı hükümler, İslami eserlerde geniş olarak açıklanmıştır. Bizim açıklama sadedinde olduğumuz husus, fetvanın dile getirdiği miras hukuku olduğu için, o noktaya dönmek istiyoruz: Ölen kimse ile onun varisi mevkiinde bulunan şahıs (veya şahıslar) arasında din ayrılığı bulunursa, biri diğerine varis olamaz. Diğer bir ifade ile; ölen Müslüman, mirasçı mevkiindeki şahıs Hıristiyan veya Yahudi olursa, yahut vefat eden gayrimüslim, mirasçısı Müslüman bulunursa, biri diğerinin mirasçısı olamaz.

Mukaddes dinimiz, insanlar arasında maddi ve manevi bağlar tesis etmiştir. Bu rabıtaların korunması, halkın birbirine olan dayanışmasını ve yardımlaşmasını devamlı kılar. Bu bağların gevşemesi halinde, insanlar arasındaki tesanüd de sarsılır ve insanlık bundan pek büyük zarar görür.

İslam dinini beğenmeyip terk eden veya kabul etmiş bulunmayan bir gayrimüslim, yüce dinimizin tesis ettiği veraset müessesesinden faydalanamaz.

24 - Abdürrahim Fetvalarından: "Vefat eden Hind'in annesi var iken, babasının anası mirasçı olamaz." (H.Ec. 2/217)

Açıklama: Mirastan pay almak ve faydalanmak hususunda anneler, "nene"den önce gelmektedir. Neneler, annenin bulunmaması halinde miras almaya namzettirler; mirastan engelleyen başkaca şahıs veya sebep yok ise miras alabilirler. Bu fetvada nene, ölüye nisbette anneden daha uzak bulunması sebebiyle, anne ile mirastan düşmüş olmaktadır.

25 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Zeyd vefat edip, arkaya (mirasçı olarak) karısını, ******* ve bir de babasını bıraksa, mirasta dört hisseden bir pay karısına, bir pay anaya, geri kalanı babaya kalır." (H.Ec. 2/217)

26 - Abdürrahim Fetvalarından: "Hind vefat edip kocası ile babasını bırakacak olsa, terekeyi beraber taksim ederler." (H.Ec. 2/217)

Açıklama: Kadın, çocuksuz olarak vefat ederse, kocası malın yarısını; kadının evladı bulunur ise, koca malın dörtte birini miras olarak alır. Bu fetvada belirtilen tablo, çocuksuz olarak ölen bir kadın olduğu için koca malın yarısını, geri kalanı da asabe olarak baba almıştır.

27 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Zeyd vefat edip arkaya karısını, kızını ve bir de erkek kardeşini bıraksa, malın sekizde birini karısı, yarısını kızı, geri kalanı ise oğlan kardeşi alır." (H.Ec. 2/218)

Açıklama: Fetvada belirtilen miras tablosunda, meselenin mahreci 8'den olup bir hisse ölenin karısına, dört hisse kızına, geri kalan üç hisse de oğlan kardeşe verilir. Ölenin karışı ile kızı ashab-ı feraizden olmakta ve belirli payları bulunmaktadır. Oğlan kardeşi ise asabe olup, belirli bir sehmi yoktur. Zevce ile kızı hisselerini aldıktan sonra kalan 3 hisseyi almıştır.

28 - İbni Nuceym Fetvalarından: "Hind vefat etse ve arkaya kocasını, oğlunu, babasını ve ******* bırakmış olsa, malın 12 hissesinden 3'ü kocaya, 2'şer hisse de baba ile anaya, beş hisse ise oğluna verilir." (H. Ec. 2/218)

Açıklama: Fetvada belirtilen meselede kocanın hissesi dörtte bir, baba ile ananın hisseleri altıda bir, oğlan asabe olması sebebiyle artanı alacaktır. Bir meselede dörtte bir ile altıda bir hisse birleşecek olursa, mahrec-i mesele 12'den kurulur. On ikide dört, üç tane olması hasebiyle kocaya üç hisse verilmiştir. Bu mahreçte altı, iki tane bulunduğu için, ana ile babaya ikişer sehim ita olunmuştur. Geriye kalan 5 hisse de asabe olan oğluna verilmiş bulunmaktadır.

29 - Ali Efendi Fetvalarından: "Hıristiyan Hind'in kocası Zeyd, İslam dinine girse, Hind de kafir olarak vefat etse, Zeyd, Hind'e varis olamaz." (H.Ec. 2/217)

Açıklama: Din ayrılığı hakkında yukarıda biraz açıklama yapılmış idi. "İhtilaf-ı din" başka başka dinlerin mensubu bulunmak demektir. Yoksa dini meselelerde farklı görüşlerin sahibi ve mezheplerin mensubu olmak değildir. Bu sebeple, mezhep ayrılığı mirasa engel teşkil etmez. Hanefi mezhebine mensup bir Müslüman, Şafii mezhebindeki bir Müslümana varis olabileceği gibi, bir Sünni de Şii'ye varis olabilir.

30 - Abdürrahim Fetvalarından: "Vefat eden Zeyd'in babası varken, babasının anası ve anasının anası miras alamaz." (H.Ec. 2/217)

Açıklama: Miras alanlardan bazı kimseler, diğer mirasçılardan bir kimsenin bulunması ile mirastan mahrum kalırlar. Bu fetvada, nenelerin, ölenin babası ile mirastan mahrum bulundukları ifade edilmektedir.

31 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd vefat edip (mirasçı olarak) oğlunun oğlu ile oğlunun kızını bıraksa, Zeyd'in mirası (bunlar arasında) ikili birli taksim olunur." (H.Ec. 2/218)

Açıklama: Bu miras meselesinde oğlunun oğlu binefsihi asabe, oğlunun kızı da onun sebebiyle asabe olmuş bulunmakta ve oğluna iki, kıza bir hisse verilmek suretiyle miras taksim edilmiş olmaktadır.

32 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd vefat edip anası Hind'i, babasının babası Amr'ı ve ana-baba bir erkek kardeşini bıraksa, (malının) altıda biri Hind'e, geri kalanı Amr'a kalır." (H.Ec. 2/219)

Açıklama: Bu miras meselesinde, ölenin annesine hissesi olan altıda bir verildikten sonra geri kalan 5 hisse babasının babasına verilmiş ve fakat ana-baba bir erkek kardeşine bir şey düşmemiştir. Bunun sebebine gelince; babanın babası, ölüye nisbette kardeşten önce gelmektedir. Zira babanın cüz'ünün derecesi, babadan sonradır. Bu itibarla, sınıf itibariyle daha yakın varken daha uzak olan asabe varis olamamıştır.

33 - Ali Efendi Fetvalarından: "Hind vefat edip babası Zeyd ile ana-baba bir oğlan kardeşi Amr'ı terketse, mirasın tamamını Zeyd alır." (H.Ec. 2/219)

34 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Zeyd vefat edip kızı Hind'i, oğlunun kızı Zeynep'i, ana-baba bir oğlan kardeşi Amr'ı terk etse, malının yarısı kızı Hind'e, altıda biri Zeynep'e ve ikisi de Amr'a verilir." (H.Ec. 21220)

Açıklama: Ölenin kızı bir tane olursa malın yarısını alır. Ölenin oğlunun kızı, ölenin kızı ile toplanırsa malın altıda birine nail olur. Ana-baba bir oğlan kardeş ise asabedir. Bu meselenin mahreci altıdan tesbit edilmiş ve altı hisseden 3'ü kızına, 1 hisse oğlunun kızına, 2 hissesi de oğlan kardeşine verilmiştir.

35 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd vefat edip arkaya ana-baba bir kız kardeşi Hind ile Zeyd'in kızının kızı Aişe'yi bıraksa, kızının kızı varis olamaz." (H.Ec. 2/218)

Açıklama: Vefat edenin ana-baba bir kız kardeşi, belirli hissesi bulunan mirasçılardan olup, kızının kızı ise zevil-erhamdandır. Ashab-ı feraizden kimse mevcut iken zevil-erhamdan olan kimse mirasçı olamamaktadır. Bu sebeple kızının kızı mirastan mahrum kalmıştır.

36 - Ali Efendi Fetvalarından: "Zeyd vefat edip kızı Hind'i ve oğlunun oğlu Amr'ı terketse, Zeyd'in arkaya bıraktığı mal yarı yarıya ikisine verilir." (H.Ec. 2/218)

Açıklama: Ölen kimsenin kızı bir tane olursa, malın yarısını alır, geri kalanı da asabe olan oğlunun oğlu alır.

37 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Zevce, zevil-erhamı mirastan men etmez. Malın dörtte birini ölenin karısı alır; geri kalan mal, zevil-erham arasında taksim olunur." (H.Ec. 2/222)

38 - Feyziye Fetvalarından: "Zeyd, 'Kızım Hind'i evlatlıktan reddettim. Ölümümden sonra mirasımdan bir şey verilmesin' deyip vefat etse, Hind, babası Zeyd'in terekesinden hissesini alır." (H.Ec. 2/222)

Açıklama: Anne veya babanın evladına karşı kullandığı "Seni evlatlıktan reddettim" veya "Falan çocuğumu evlatlıktan reddettim, mirasımdan mahrum kıldım" gibi ifadeleri, İslam hukukuna göre, aradaki nesebi rabıtaları koparamaz. İrse mani hallerden bulunmayan bu tarz sözler, kendisine öfke duyulan evladı mirastan mahrum kılmaz ve onu evlatlıktan düşürmez.

39 - Abdürrahim Fetvalarından: "Murisin ölümünden sonra vaki olan din ihtilafı, miras almaya mani değildir." (H.Ec. 2/224)

Açıklama: Miras almaya mani olan din ihtilafında, ölüm zamanındaki durum muteberdir. Ondan sonra vaki olacak değişikliğin miras almaya veya mirastan mahrumiyete bir tesiri olmaz. Mesela; bir Müslüman ölse, onun ölümü sırasında Müslüman olan oğlu, daha sonra "neüzü billah" irtidat etse veya bir gayrimüslim ölse, onun oğlu daha sonra İslamiyeti kabul etse, her iki halde mirastan mahrumiyet olmaz. Çünkü ölüm anındaki hukuki durum önemlidir.

40 - Feyziye Fetvalarından: "Zeyd vefat edip bilinen bir varisi olmasa, terekesini beytü'l-mal emini alır." (H.Ec. 2/224)

Açıklama: Bir kimse vefat ettiği zaman, farz sahiplerinden, asabeden veya zevil-erhamdan hiçbir kimsesi bulunmazsa, onun malı hazineye kalır. Hazinenin vazifelisi; Beytü'l-mal emini, mal müdürü, muhasebe müdürü, defterdar gibi vazifelilerin İslam hukukundaki karşılığıdır. Fetvanın ifadesinde "Beytü'l-mal emini alır" cümlesi, şahsı için değil. Hazine adına alıp Beytü'l-male koyacağını tefhim içindir.

41 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Zeyd vefat edip anası Hind'i, ana-baba bir kız kardeşi Zeynep'i ve ana-baba bir oğlan kardeşinin oğlu Amr'ı terketse, malının altı hisseden ikisi (anası) Hind'e, 3 hissesi Zeynep'e, bir hissesi de Amr'a verilir." (H.Ec. 2/221)

Açıklama: Bu meselede ananın hissesi üçte bir, kızkardeş tek olduğu için yarı hisse alacaktır. Bir meselede nısf ile sülüs birleşecek olursa, meselenin mahreci altında kurulur. Bu sebeple altı hisseden 2'si anaya, 3 hisse kız kardeşine, bir hisse de asabe olan kardeşin oğluna verilmiştir.

MİRASTA AYRIM YAPILABİLİR Mİ?

42 - Soru: Malımı sağlığımda evladıma versem, bir miktarını da kendim için ayırıp en küçük oğluma bağışlasam dine uygun bir hareket yapmış olur muyum?

Cevap: Kendiniz hayatta iken malınızı çocuklarınız arasında hibe yoluyla dağıtmak yoluna gidebilirsiniz. Ancak, vereceğiniz hibeler, birbirine denk olmalıdır. Zira Peygamber Efendimiz (sav), "Evladınız arasındaki vergide eşitlik gösteriniz" buyurmaktadır. Adaletten ayrılan dalalete düşmüş olur. Bir de kara günleriniz için, kendinizi idare edecek kadar bir malı kendi mülkiyetiniz altında bırakınız.

43 - Soru: Bir kimse kız çocuklarını evlendirdikten sonra bir tarla satın alsa ve "Bunda kız çocuğunum emeği yoktur" diyerek tarlayı oğlunun üzerine yazdırsa dinen bir mahzur var mıdır?

Cevap: Çocuklar ister bekar ister evli olsunlar. Bir malın alınmasında emekleri geçsin veya geçmemiş bulunsun, anne veya baba, onlara bir hibede bulunurken adaletten ayrılmamalıdır. Birine verip diğerini mahrum bırakmak mekruh görülmektedir. Evlat arasında hibede, sevgi ve paylaşımda adaletsizlik, evladın baba ve anneye gücenmesine sebep olduğu gibi, kardeşler arasında bulunması lazım olan sevgi ve bağlılığı temellerinden sarsmaktadır. Kardeşlerin arasına, baba eliyle ekilen bu soğukluk tohumunun sonradan temizlenmesi çok zor olmaktadır

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
yimake - avatarı
yimake
Ziyaretçi
24 Mart 2008       Mesaj #22
yimake - avatarı
Ziyaretçi
Celcelutiye Duası Nedir?

Sponsorlu Bağlantılar
Celcelûtiye, Süryanîce “bedî” demektir. Resûl-i Ekrem Efendimize (s.a.v) Hazret-i Cebrâil (as) tarafından indirilen ve içinde İsm-i Azam’ı da taşıyan yüksek mânâlar, Hazret-i Ali (ra) tarafından Celcelûtiye adıyla ve cifir ilmine göre bir çok tarih de düşürülerek Süryanî diliyle nazmedilmiş ve kaside haline getirilmiştir. Yüksek ve tesirli bir duâdır. Bir isimler hazinesidir. Allah’ın rahmetine vesile olması hasebiyle bir rahmet hazinesi veya bir Cennet hazinesi demek de mümkündür. Allah’ın en büyük ismi olan İsm-i Azam bu duânın içerisinde gizlenmiş olduğundan, bu duâyı okuxxxxx Allah’a sığınan kimsenin, dünya ve âhiret işlerinde çok kolaylıklar ve bereketler göreceği müjdelenmiştir.

İmam-ı Gazalî Hazretleri nakleder ki: Cebrâil Aleyhisselâm Peygamber Efendimize (s.a.v.) dedi ki:

“Yâ Muhammed! Rabb’in sana selâm ediyor ve selâmın en mükerremini sana tahsis buyuruyor. Sana bu hediyeyi ihsan buyurdu.”

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.):

“Ey kardeşim Cebrail! Bu hediye nedir?” dedi.

Cebrail Aleyhisselâm:

“Bu hediye, içinde İsm-i Azam ile en kapsamlı kasem bulunan büyük duâdır” diye cevap verdi.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.):

“Ey kardeşim Cebrâil! Bu duânın adı nedir? Keyfiyeti nasıldır?” diye sordu.

Cebrâil Aleyhisselâm dedi ki:

“Yâ Muhammed! Bu duânın adı Bedî’dir (Celcelûtiye). İçinde en yüksek kasem ve İsm-i Azam vardır. O İsm-i Azam ki: 1- Arş-ı Alâ’nın kenarına yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı, Allah’ın arşını taşıyan melekler bu arşı kaldıramazlardı! 2- Güneşin kalbine yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı, güneşin ışığı ve nûru olmazdı! 3- Ay’ın kalbine yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı, ay ışık veremezdi. 4- Cebrâil Aleyhisselâm’ın kanadına yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı, Hazret-i Cebrâil yeryüzüne inemez, semaya çıkamazdı! 5- Mîkâil Aleyhisselâm’ın başına yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı yağmurlar ve damlalar ona itaat etmezlerdi. 6- İsrâfîl Aleyhisselâm’ın alnına yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı sur üfleyemezdi. 7- Azrâîl Aleyhisselâm’ın elinin üzerine yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı, mahlûkâtın canlarını alamazdı. 8- Yedi kat göklere yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı gökler yükselemezdi. 9- Yedi kat yerlere yazılmıştır. Eğer yazılmış olmasaydı, yedi kat yerler, şimdi olduğu gibi sâbit olmazdı! Bu ismi Âdem Aleyhisselâm okumuştur!”

İsm-i Azam’ı içinde saklayan ve Celcelûtiye’ye kaynaklık eden yüksek mânâların, yeşil bir atlas üzerinde yazılı olarak Cebrâil Aleyhisselâm tarafından Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) semâdan indirildiği nakledilir. Hazret-i Ali radiyallahü anh demiştir ki: “Ben Cebrâil’in şahsını gökkuşağı sûretinde gördüm. Sesini işittim. Sahifeyi aldım. Bu isimleri içinde buldum!

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
KENCISii - avatarı
KENCISii
Ziyaretçi
26 Mart 2008       Mesaj #23
KENCISii - avatarı
Ziyaretçi
İstirahatlarla birlikte orta bir yürüyüşle 3 günlük mesafedir. Orta yürüyüş karada kafilenin ardındaki deve yürüyüşü ile yaya yürüyüşü; denizde ise mutedil havada yelkenli gemi sür`atidir. Bir günlük yürüyüş 6 saat kabul edilmektedir. Yaya yürüyüşü ile ortalama saatte 5 km. yol alındığı göz önüne alınırsa, bu durumda 3 günlük mesafe zaman olarak 6x3 = 18 saat; uzunluk olarak da günde 5x6 = 30, üç günde 30x3 = 90 km. olur. Bu durum kara yolculuğunda böyledir. Deniz yolculuğunda ise mutedil esen bir rüzgârla 3 günde kat`edilen yol 90 mil olarak hesaplanmıştır. Bu müddetten daha az olan yolculuklar sefer hükmüne girmez. Her ne kadar bugün yolculuk vasıtaları değişmiş ise de, asıl olan bu ölçülere riayet etmek lâzımdır. Çünkü nakil vasıtalarının şekil ve sür`atleri devamlı değişiklik arzetmektedir. Her değişiklik için bir usûl konamaz. Bunlar ârızî olan hallerdir. Onun için, asıl olan tabiî yolculuk vasıtalarına itibar edilmelidir. Bu mesafeler serî vasıtalarla çok kısa zamanda alınsa bile, hüküm değişmez. Uçak seferleri, ya kara üzerinden, ya da deniz üzerinden, ya da hem kara, hem de deniz üzerinden olur. Hangisinden olursa olsun, kara ve deniz üzerinden alınacak mesafeler, kara veya deniz için kabûl edilen 3 günlük seferîlik miktarına ulaşınca, seferîlik hâli tahakkuk eder. Meselâ uçakla yapılan bir yolculukla, deniz üzerinden bir günlük, kara üzerinden de iki günlük mesafe yarım saatte alınmış olsa, seferîlik hâli meydana gelir. Yolculuk meşakkat hâlidir. Saatinde ve dakikasında vasıtaya yetişmek, teknik ârızalarla, hava muhalefetleri ile karşılaşmak hep yolculuğun zor olan taraflarıdır. Vasıtaların tekâmül etmesiyle bu gibi zorluklar azalmaz, hattâ artabilir. Bunun için gidilen mesafeyi değil de, vasıtanın sür`atini seferîlikte esas almak doğru olmaz

Seferinin (Yolcunun) Namazı
Sefer ve İkâmet Ne Demektir?
Sefer kelimesi, lügatte, yol yürümek, herhangi bir mesafeye gitmek demektir. Fıkıhta ise, 3 günlük bir mesafeyi yürümek niyetiyle yola çıkmaktır. Böyle bir niyetle yola çıkan kimseye misafir denir. Seferî adı da verilir. Sefer kelimesinin mukabili ikâmettir. Doğduğu yerde veya sonradan vatan edindiği bir beldede oturmak mânasına gelir. Böyle bir kimseye de mukîm denilir.
Namazı Kasretmenin Hükmü Nedir?



Hanefî mezhebinde namazı kasretmek vâcibtir. Bu durumda namazı kasır, mecazî bir ruhsat olmaktadır. Çünkü sair ruhsatlarda yapıp yapmamakta kişi serbesttir. Halbuki namazın kasrında icbar vardır. Binaenaleyh seferî bir kimse namazı kasretmeden tam kılarsa mekruh işlemiş olur. Kılınan ilk iki rek`atla farz tamamlanmış olur. Son iki rek`at ise, nafile yerine geçer. Ne var ki ikinci rek`atın sonunda selâmı terkettiğinden vâcibi terketmiş, dolayısıyla mekruh işlemiş, namaz kerahetle sahih olmuş olur. Bu şekilde mekruh işliyerek kılınan namazdan bir sevab beklenmemelidir. Seferî olan kimse, ikinci rek`at sonunda oturmadan 3. rek`ata kalksa, namazı fâsid de olur. Çünkü seferî kimse namazı iki rek`at olarak kıldığı için ikinci rek`at sonunda oturması farzdır. Bu durumda farz terkedilmiş olmakta, dolayısıyla namaz da bozulmuş bulunmaktadır. Şâfiîlere göre seferî kimse namazı kasredip kasretmemekte muhayyerdir. Yani, isterse iki kılar, isterse dört... Namazı kasretmek, hicrî 4. senede meşrû kılınmıştır. Meşrûiyeti Kitab, Sünnet ve İcma`-ı Ümmet ile sâbittir. Kasrın meşrûiyetine Kitabdan delil, Nisâ sûresinin 101. âyetidir. Sünnetten delil ise, şu rivâyetlerdir: İbn-i Abbas şöyle demiştir: "Sizin Peygamberinizin lisanı üzere Allah namazı hazarda 4 rek`at, seferde ise iki rek`at farz kıldı." Hz. Âişe validemiz ise şöyle buyurmuştur: "Namaz seferde ve hazarda ikişer rek`at ikişer rek`at olarak farz kılındı. Sonra yolculukta iki rek`at olarak kaldı. Hazardaki namazlara ise ziyade yapıldı."
Seferîlik Hükümleri Nelerdir?


Sefere (yolculuğa) çıkanlar hakkında İslâmiyet bâzı kolaylıklar ve ruhsatlar tanımıştır. Şöyle ki:
* Ramazan-ı şerîf`te yolculuğa çıkan kimse, orucunu te`hir edebilir.
* Misafir için ayaklardaki mestlere mesih müddeti, 3 gün 3 gecedir.
* En mühim kolaylık ve ruhsat da, namazı kasır`dır. Misafir, 4 rek`atlı farz namazlarını ikişer rek`at olarak kılar. Buna kasr-ı salât denir.

Namazda Kasr Niçin Yapılır?

Namazı kasretmenin illeti seferdir. Hikmeti ise meşakkattir. Binaenaleyh hikmet olmasa da illet olsa, namaz kasredilir. Yani sefere çıkmış bir kimse yolculuğu ve misafirliği boyunca hiçbir meşakkat ve zahmete mâruz kalmasa bile, namazı kasreder. Çünkü kasrın sebebi ve illeti olan seferîlik hâli mevcuttur. Sefer dışında ise, bir kimse pek çok zahmet ve meşakkat çekse de namazı kasr edemez. Çünkü kasrın sebeb ve illeti olan seferîlik durumu yoktur.

Namazı Kasretmenin Şartı Nedir?



Namazı kasr için en başta yolculuğa (sefer) niyet şarttır. Yolculuğa niyet edilmeksizin namaz kasredilmez. Niyetin sahih olması için ise, seferin, yani, yolculuğun başından itibaren 3 günlük mesafeye gidişi niyet etmek lâzımdır. Geri dönüş müddeti hesaba katılmaz, sadece gidiş süresi üç günü bulmalıdır. Başıboş olarak gezintiye çıkıp nereye gideceğini bilemeyen, bir yol hedefi olmayan kimse, 3 günlük mesafeden fazla yol alsa bile, sefer niyeti olmadığı için namazlarını kasr ile kılamaz. Seferîlik niyeti için bülûğ da şarttır.


Nereden İtibaren Namazlar Kasredilmeye Başlanır?



Sefere niyet eden ve yola çıkan kimse, oturduğu beldenin binalarını geçtikten itibaren namazlarını kasra başlar. Bulunduğu şehir veya kasabadan çıkarken gittiği istikametteki meskûn yerleri geçmiş olması lâzımdır. Şehre bağlı olup da birbirinden ayrı olan mahallelerin hepsini de geçmiş olmak gerekir. Ancak şehrin dışında olup da eskiden şehre bağlı olan ve hâlen harâbe hâlinde bulunan yerler şehre bağlı sayılmazlar. Kasr için bunları da geçmek şart değildir. Şehre bitişik köy varsa, kasr yapılabilmek için bunların da geçilmesi şarttır.
Sefer Hâlinde Kaç Güne Kadar Namaz Kasredilir?



Bulunduğu şehir ve köyden sefere niyet ile yola çıkan kimse oturduğu şehre ve köye geri dönmedikçe veya gittiği memlekette en az 15 gün kalmaya (ikâmete) niyet etmedikçe seferî sayılır, namazlarını kasreder. Misafir olarak gidilen yerde 15 gün ikâmet niyeti yolda iken yapılsa sahih değildir. Yolculuk bittikten sonra yapılırsa sahih olur. Bir iş tâkibi gibi bir sebeble 15 gün ikâmeti niyet etmeksizin meydana gelen misafirliklerde iş olmayıp bir ay bile kalınsa namaz kasredilir. Zira 15 günlüğüne ikâmet niyeti yoktur.15 gün oturmaya niyet edilen yer, aynı yer olmalıdır. Ayrı ayrı şehir ve kasabalarda toplam 15 gün oturmaya niyetli yolcu, mukim sayılmaz. Seferîlik hükmünden çıkmaz. İkâmete niyet, tam 15 gün olmalıdır. Bir yerde bir hafta kalmaya niyet edip, hafta dolunca bir 10 gün daha kalmaya niyet edilirse ikâmet süresi 17 gün olmakla beraber, seferîlik hâli son bulmaz, namazı kasra devam edilir. Çünkü müddetler ayrı ayrı tayin edilmiş, ikâmete niyet bir anda 15 gün olarak yapılmamıştır. Bir insan 3 günlük yolculuğa niyet ederek yola çıktıktan sonra sefer müddetini doldurmadan geri dönmeyi istese, misafir hükmünden çıkar ve artık namazlarını tam kılar. Yine sefer müddeti bitmeden bir yerde kalmaya niyet edilmekle seferîlik hükmü son bulur.

Kasrın Hükmünün Kalkması:



Misafir 3 günlük mesafeyi tamamlamadan yarı yoldan evine dönmekle seferîlik hükmü kalkacağı gibi, sadece dönmeye niyet etmesiyle de seferîlik bozulur. Meselâ: Bir kimse iki günlük mesafeyi kat`ettikten sonra geri dönmeye niyet etse, fakat hemen de dönmeyip bulunduğu yerde bir müddet eylense evine dönmemiş olduğu halde seferîlik hükmünden çıkmış sayılır. Artık namazlarını kasr edemez, tam kılmak zorundadır. Eğer yolcu sefer mesafesi olan üç günlük yolu aldıktan sonra geri evine dönmeye niyet etse, evine bizzat geri dönmedikçe seferîlik hâlinden çıkmaz. Burada geri dönüş niyeti kâfi değildir.

Vatanın Kısımları:



Oturma ve yerleşme bakımlarından vatan 3`e ayrılır: 1 * Vatan-ı aslî: İnsanın doğup büyüdüğü ve yaşadığı yahut da başka bir memlekete göçmüşse orada ev ve vatan edindiği, yerleştiği yere denir.
2 * Vatan-ı ikâmet: Yolculuk hâlindeki kimsenin 15 gün veya daha fazla kalmaya niyet ettiği yere denir.
3 * Vatan-ı süknâ: Misafirin yolculuk esnasında 15 günden az kalmak niyetiyle uğradığı ve oturduğu her yere denir. Aslî vatan, ancak kendi misli ile bozulur. Bir kimse doğup büyüdüğü yerden başka bir memlekete gider orada iyice yerleşirse aslî vatanı bu ikinci ikâmet yeri olur. Doğup büyüdüğü yer aslî vatan olmaktan çıkar. Sonradan oraya misafir gittiğinde aynen sefer hükümlerine tâbi olur.

Seferle İlgili Mes`eleler:


* Sefer hâlinde müsait durum varsa sünnetler terkedilmez kılınır. Yoksa kılınmaz, terkedilir. * Misafir kimse vaktin evvelinde namazı kasr ile kıldıktan sonra vaktin sonuna doğru ikâmete niyet etse, kıldığı namazı 4 rek`at olarak iadesi gerekmez. Ancak vakti içinde seferî iken namazı kılmayıp da kazâya bırakan kimse, sonradan ikâmete niyet etse, bu kazâya kalan namazı iki rek`at olarak kılar.
* Misafir, mukîm olan bir imama uyarsa namazını imamla birlikte 4 rek`at olarak kılar.
* Mukîm kimse, seferî olan bir imama uyarsa, imam iki rek`atta selâm verince o kalkar, iki rek`at daha kılarak namazı 4`e tamamlar. Ancak bu iki rek`atta kırâet yapmaz. Bir müddet ayakta bekledikten sonra rükû` ve secdeleri yapar. Ancak kırâet yapılmasında da bir beis yoktur. Seferî imamın kendinin misafir olduğunu, mukîm cemaatin namazlarını tamamlaması gerektiğini hatırlatması gerekir. Nitekim Peygamber Efendimiz Mekke fethinde, Mekke ehline namaz kıldırıp, 2 rek`atta selâm vermiş ve cemaata "Namazınızı siz tamamlayın, biz misafiriz" buyurmuşlardır.
* Cuma günü vakit girmeden yolculuğa çıkılabilir. Vakit girince ise Cuma kılmadan yolculuğa çıkmak mekruhtur.
* Seferîlik ve ikâmet hallerinde, tâbi olanın değil metbûun niyeti muteberdir. Binaenaleyh asker kumandanına, işçi işverene, talebe hocasına, evli kadın kocasına tâbidir. Onların niyetine göre mukîm veya seferî olunur. * * *
Son düzenleyen KENCISii; 26 Mart 2008 01:00 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
KENCISii - avatarı
KENCISii
Ziyaretçi
26 Mart 2008       Mesaj #24
KENCISii - avatarı
Ziyaretçi
Tadil-i erkana riayet etmeyen imamın arkasında namaz kılınır mı?

Soru

Namazı tadili erkana uymadan hızlı bir şekilde kıldıran hocanın varlığını biliyorsak ve çevremizdeki camilerde hep bu şekildeyse ve uzak camilere gitmeye de vaktimiz yoksa namazımınızın sahihliğinden süphe ederek, nasıl olsa günahı hocaya diyerek namazı tadili erkana göre kıldırmayan hocanın arkasında bunu bile bile, kılmaya devam mı etmeliyiz, yoksa kendi başımıza mı kılmak daha efdaldir? eğer ikincisi daha efdalse cemaat sevabı alır mıyız?



cevap

Ta'dl-i erkân'a riayet'in ölçüsü rüknler arasında Sübhânallah diyecek kadar durmaktan ibarettir (Ali el-Kârî, Risâle fi'l-hâs alâ ta'dîli'l-erkân fi's-sâlât, vr. 128a; Tahtâvî, Hâşiye alâ Merâkı'l felâh, İstanbul, 1985, s. 201). Buna göre, meselâ rükûdan doğrulduktan sonra dimdik ayakta durup, en az sübhânallah diyecek kadar beklemek ve daha sonra secdeye gitmek, secdeler arasında da en az sübhânallah diyecek kadar oturmak gerekmektedir.

Hanefilerden bazıları rükû ve secdelerde i'tidâle riayet etmeyenin namazını iade etmesi gerektiği görüşündedir. Diğer bazısı da ta'dîl-i erkânın sehven terki halinde sehiv secdesi, kasden terki halinde ise namazın iadesi gerektiği görüşündedir (Ali el-Kârî, a.g.e., vr. 128a, 130a-b).

Ta'dîl-i erkâna riayet etmeksizin kılınan namaz, sıfatındaki noksanlık sebebiyle kâsır (eksik) edâdır. Kasır eda ile ödenmiş yükümlülükteki eksiklik, misli varsa misliyle telâfi edilir. Eğer yoksa noksan olanın hükmü sâkıt olur ve noksanlıktan dolayı günah terettüp eder. Ta'dil-i erkânın misli olmadığından misli ile telâfisi mümkün değildir (Şâşı, el-Usûl, Beyrut 1402/1982, s. 150).

Namazda, özellikle rükûdan sonra ayakta durma ve secdeden sonra oturma konusunda dikkatli olmak gerekmektedir. Çünkü bunlar hafif olarak hemen geçiştiriverilen yerlerdir. Buralarda hiçbir şey okunmasa dahi, bir tesbîha miktarı susarak durulmalıdır. Bu kadar durulmaz ise, namazı bozulmamakla beraber kişi günahkâr olur (Tahtâvî, a.g.e., s. 201). (Saffet KÖSE)

İmam tadil-i erkana riayet etmiyorsa uyarmak gerekir. Şayet yine de tadil-i erkana riayet etmiyorsa başka camiye gitmek daha uygundur. İmam tadil-i erkana riayet etmiyor diyerek namazı tek kılan cemaat sevabı alamaz. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus imamın gerçekten tadil-i erkana riayet edip etmediğine dini konularda ehil bir kimsenin karar vermesidir.
Son düzenleyen Hi-LaL; 26 Mart 2008 14:51
KENCISii - avatarı
KENCISii
Ziyaretçi
26 Mart 2008       Mesaj #25
KENCISii - avatarı
Ziyaretçi
Namaz kıldırırken eğer secde ayeti okursak onun için ayrı bir secde yapmalı mıyız?



Soru

Namaz kıldırırken eğer secde ayeti okursak onun için ayrı bir secde yapmalı mıyız?



cevap

Namaz sırasında okunacak secde âyeti için tilâvet secdesi derhal vacib olur. Çünkü bu namazdan bir parça olmuştur, namaz dışında kaza olunamaz.

Secde âyeti namazda kıyam halinde okunsa, eğer bundan sonra üç âyetten fazla okunmayacaksa namaz için yapılacak rukû veya secdelerle, bu tilâvet secdesi de yerine getirilmiş olur. Tilâvet secdesine niyet edilip edilmemesi, sonucu değiştirmez. Ancak üç âyetten fazla okunacak ise bu secde âyetinden dolayı hemen bağımsız olarak rukû veya secde edilmesi gerekir. Secde edilmesi daha faziletlidir. Bu durumda namazın rukû ve secdeleriyle bu tilâvet secdesi düşmez.

Secde âyetini namazın içinde okuyan kimse, dilerse okuyacağı âyetlerin miktarına bakmaksızın derhal "Allahu ekber" diyerek tilâvet secdesine varır. Tilâvet secdesi niyetiyle yalnız rükûya varması da yeterlidir. Bundan sonra yeniden ayağa kalkar, bir kaç âyet daha okur, ondan sonra namazın rükuuna ve secdelerine gider. Namazına devam eder. Eğer bir süreyi bitirmiş ise, başka bir süreden bir kaç âyet okur. Çünkü tilâvet secdesinden kalkar kalkmaz bu şekilde bir kaç âyet okumadan rukû ve secdeye varmak mekruhtur.

Namazın dışında ise yalnız rukû etmek suretiyle tilâvet secdesi eda edilmiş olmaz. Çünkü Allah'a ta'zîm namaz dışında rukû ile yapılmış olamaz.

Cemaatle namazda imam da rukû ile tilâvet secdesine niyet etmemelidir. Çünkü cemaat, farkında olmayarak, bu niyeti terkeder ve tilâvet secdesi onlardan düşmez. Bu durumda, imamın selâmından sonra cemaatin tilâvet secdesi yapıp, bundan sonra tekrar teşehhütte bulunmaları gerekir ki, bunu herkes yapamaz. (Hamdi DÖNDÜREN)
KENCISii - avatarı
KENCISii
Ziyaretçi
26 Mart 2008       Mesaj #26
KENCISii - avatarı
Ziyaretçi
Namazda kade-i ahire son oturuş nasıl yapılır?



Soru

Namazda kade-i ahire son oturuş nasıl yapılır?



cevap

Ka`de-i Âhire Nedir?
Namazın son rek`atında, secdelerden sonra oturmak demektir. Namaz kılarken ikinci ve dördüncü rek`attan sonra oturmaya ka`de denir. Üç rek`atlı olan akşam ve vitir namazlarında ise, ikinci ve üçüncü rek`atlardan sonra oturulur. İkinci rek`attan sonraki oturuşa ka`de-i ûlâ (ilk oturuş), üçüncü veya dördüncü rek`attan sonraki oturuşa da ka`de-i âhire (son oturuş) denir. İlk oturuş vâcib, son oturuş ise farzdır. İki rek`atlı namazlarda ise, ikinci rek`atın sonundaki oturma, son oturuştur. Bunlarda ilk oturuş yoktur.
Oturuş Şekli Nasıldır?
İlk veya son oturuşlarda, sol ayak yan yatırılıp üstüne oturulur. Sağ ayak ise, parmakları üzerine dikilerek, parmaklar kıbleye doğru yöneltilir. Ellerin parmakları tabiî şekilde uyluklar üzerine konur. Dizler tutulmaz. Vücud dik tutularak kucağa doğru bakılır. Kadınlar ise, her iki ayağını da sağa doğru yatırarak otururlar.
Ne Miktar Oturulur?
Oturuşun farz olan miktarı, teşehhüd miktarı oturmaktır. Teşehhüd miktarından kasıd ise, namazın sonunda Tehıyyâtı okuyacak kadarki müddettir.
yimake - avatarı
yimake
Ziyaretçi
26 Mart 2008       Mesaj #27
yimake - avatarı
Ziyaretçi
KADER NEDİR : Kaderin esas anlamı Allah’ın, olmuş olacak her şeyi bilmesi demektir. Dikkat edersek insan iradesini yok saymıyor. Bilmek ayrı yapmak ayrıdır. Bilen Allah’tır, yapan kuldur. Bu konuya bir misal verelim;

Peygamberimiz İstanbulun fethini ve komutanını yüz yıllar önce müjdelemiş ve haber vermiştir. Zamanı gelince de dediği gibi çıkmış. Şimdi, İstanbul Peygamberimiz dediği için mi fethedildi, yoksa fethedileceğini bildiği için mi söyledi. O zaman Fatih Sultan yatsaydı, çalışmasaydı, ordular hazırlatıp savaşmasaydı yine olacak mıydı. Demek ki Allah Fatihin çalışıp İstanbul’u fethedeceğini biliyordu ve bunu elçisi Hz. Peygambere bildirdi.

Buradaki ince nokta: Allah bildiği için yapmıyoruz. Biz yapacağımız için Allah biliyor. Zaten Allah’ın geleceği bilmemesi düşünülemez. Bilmese veya bilemese yaratıcı olamaz.

Buna bir örnek verelim; Allah dostu evliyadan bir öğretmen düşünelim. Öğrencilerinden birisine “yarın seni şu kitaptan imtihan edeceğim.” diyor. Fakat öğretmen Allah’ın izniyle onun filim, maç, oyun, eğlence, derken sabah okula çalışmadan geleceğini bilerek, akşamdan karnesine “0” yazıyor. Ertesi sabah öğrenci sorulan sorulara cevap veremiyor ve sıfırı hak ettiğini bildiği anda, öğretmen cebinden not defterini çıkarıp “senin çalışmayıp sıfır alacağını bildiğim için önceden deftere sıfır yazmıştım” diyor. Buna karşı öğrenci “Hocam sen sıfır yazdığın için ben sıfır aldım. Yoksa geçer puan yazsaydın geçerdim.” diyebilir mi?

Demek ki Allah yazdığı için biz yapmıyoruz, bizim yapacağımız şeyleri bilerek Allah yazıyor. İşte buna kader diyoruz.

Dünyaya gelen her insan bir kader programına tabidir. İnsanın ne yapacağını, başına ne geleceğini Yüce Allah ezeli ilminde biliyor. Ancak Allah’ın bilmiş olması, insanın o işi yapmasını zorlamaz. Çünkü Allah, insanın önüne sonsuz seçenekler koymuştur.

İnsan kendi iradesini kullanarak, hangi yolu tercih ederse, Allah onu yaratır. Dolayısıyla sorumlu olan insanın kendisidir.

Bu meselede şöyle bir örnek verilir: Bir apartmanın üst katının nimetlerle, bodrum katının ise işkence aletleriyle dolu olduğunu ve bir kişinin bu apartmanın asansörü içerisinde bulunduğunu farz edin. Kendisine, apartmanın bu durumu daha önce anlatılmış bulunan bu kişi, üst katın düğmesine bastığında nimetlere kavuşacak, alt katın düğmesine bastığında ise azaba uğrayacaktır.

Burada iradenin yaptığı tek şey, sadece hangi düğmeye basılacağına karar vermesi ve teşebbüse geçmesidir. Asansör ise, o kişinin gücü ve iradesiyle değil, belirli fizik ve mekanik kanunlarla hareket etmektedir. Yani, insan üst kata kendi gücüyle çıkmadığı gibi, alt kata da kendi gücüyle inmemektedir. Bununla beraber asansörün nereye gideceğinin belirlenmesi, içindeki kişinin iradesine bırakılmıştır.

İnsanın kendi iradesiyle yaptığı bütün işler, bu ölçüyle değerlendirilebilir. Mesela; Cenab-ı Hak, meyhaneye gitmenin günah, camiye gitmenin ise faziletli olduğunu bildirmiştir. İnsan ise kendi iradesiyle, örnekteki asansör gibi her iki yere de gitmeye müsaittir.

Hangi düğmeye basarsa, yani nereye gitmek isterse, beden oraya doğru hareket etmekte, dolayısıyla da gideceği yerin mükafatı veya cezası o insana ait olmaktadır.

Evlilik de böyledir. Evlenecek insanın önünde çok sayıda seçenekler vardır. Nasıl birisini istemek sizin elinizde. Tercihinize göre Cenabı Hak da yaratır. Allah’ın bilmesi böyle bir tercihte bulunmanızı zorlamaz.

Gayr-i müslim birisiyle evlenmede islam’ın getirdiği ölçü şöyle: Müslüman bir erkek ehl-i kitab olan Musevi ve Hristiyan bir kadınla evlenebilirken, ehl-i kitab olmayan gayr-i müslim bir kadınla evlenemez.

Bunun yanında, Müslüman bir kadının ehl-i kitab da olsa gayr-i müslim bir erkekle evlenmesine izin vermiyor.

Kaderi ikiye ayırabiliriz: ızdırari kader, ihtiyari kader.

"ızdırari kader"de bizim hiçbir tesirimiz yok. O, tamamen irademiz dışında yazılmış. Dünyaya geleceğimiz yer, annemiz, babamız, şeklimiz, kabiliyetlerimiz ızdırari kaderimizin konusu. Bunlara kendimiz karar veremeyiz. Bu nevi kaderimizden dolayı mesuliyetimiz de yok.

İkinci kısım kader ise, irademize bağlıdır. Biz neye karar vereceksek ve ne yapacaksak, Allah ezeli ilmiyle bilmiş, öyle takdir etmiştir. Sizin sorduğunuz soruda bu alanda müzakere edilmektedir. Yani siz bir aday tipi belirliyorsunuz ve arıyorsunuz. Allah’ta sizin istediğiniz vasıflara sahip birkaç kişiyi önünüze çıkarıyor. Sizde bunlardan birini iradenizle beğenip kabul ediyorsunuz. Alah’ın alacağınız eşin kim olduğunu ezelde bilmesi kader, fakat sizin iradenizle seçmeniz cüz’i irade dediğimiz insanın mesuliyet sınırlarıdır.

Kalbimiz çarpıyor, kanımız temizleniyor, hücrelerimiz büyüyor, çoğalıyor, ölüyor. Vücudumuzda, bizim bilmediğimiz birçok işler yapılıyor. Bunların hiçbirini yapan biz değiliz. Uyuduğumuz zaman bile bu tür faaliyetler devam ediyor.

Ama şunu da çok iyi biliyoruz ki, kendi isteğimizle yaptığımız işler de var. Yemek, içmek, konuşmak, yürümek gibi fiillerde karar veren biziz. Zayıf da olsa bir irademiz, az da olsa bir ilmimiz, cılız da olsa bir gücümüz var.

Yol kavşağında hangi yoldan gideceğimize kendimiz karar veriyoruz. Hayat ise, yol kavşaklarıyla dolu.

Şu halde, bilerek tercih ettiğimiz, hiçbir zorlamaya maruz kalmaksızın karar verip işlediğimiz bir suçu kendimizden başka kime yükleyebiliriz?

İnsanın cüz-i ihtiyari adı verilen iradesi, önemsiz gibi görülmekle beraber, kainatta geçerli olan kanunlardan istifade ederek büyük işlerin meydana gelmesine sebep olmaktadır.

Bir apartmanın üst katının lütuflarla, bodrum katının ise işkence aletleriyle dolu olduğunu ve bir şahsın bu apartmanın asansörü içerisinde bulunduğunu farz ediniz. Kendisine, apartmanın bu keyfiyeti daha önce anlatılmış bulunan bu zat, üst katın düğmesine bastığında lütfa mazhar olacak, alt katın düğmesine bastığında ise azaba duçar olacaktır.

Burada iradenin yaptığı tek şey, sadece hangi düğmeye basılacağına karar vermesi ve teşebbüse geçmesidir. Asansör ise, o zatın kudret ve iradesiyle değil, belirli fizik ve mekanik kanunlarla hareket etmektedir. Yani, insan üst kata kendi iktidarıyla çıkmadığı gibi, alt kata da kendi iktidarıyla inmemektedir. Bununla beraber asansörün nereye gideceğinin tayini, içindeki şahsın iradesine bırakılmıştır.

İnsanın kendi iradesiyle yaptığı bütün işler, bu ölçüyle değerlendirilebilir. Mesela; cenab-ı hak, meyhaneye gitmenin haram, camiye gitmenin ise faziletli olduğunu insanlara bildirmiş bulunmaktadır. İnsan bedeni ise kendi iradesiyle, misaldeki asansör gibi her iki yere de gitmeye müsait bir yapıdadır.

Kainattaki faaliyetlerde olduğu gibi, beden içindeki faaliyetlerde de insanın iradesi söz konusu olmamakta ve insan bedeni, kanun-u külli adı verilen ilahi kanunlarla hareket etmektedir. Fakat onun nereye gideceğinin tayini, insanın irade ve ihtiyarına bırakılmıştır. O hangi düğmeye basarsa, yani nereye gitmek isterse, beden oraya doğru hareket etmekte, dolayısıyla da gideceği yerin mükafatı veya cezası o insana ait olmaktadır.
Dikkat edilirse, kaderi bahane ederek, “benim ne suçum var” diyen kişinin, iradeyi yok saydığı görülür.

Eğer insan, “rüzgarın önünde sürüklenen bir yaprak” ise, seçme kabiliyeti yoksa, yaptığından mesul değilse, o zaman suçun ne manası kalır? Böyle diyen kişi, bir haksızlığa uğradığı zaman mahkemeye müracaat etmiyor mu?

Halbuki, anlayışına göre şöyle düşünmesi gerekirdi: “bu adam benim evimi yaktı, namusuma dil uzattı, çocuğumu öldürdü, ama mazurdur. Kaderinde bu fiilleri işlemek varmış, ne yapsın, başka türlü davranmak elinden gelmezdi ki.”

Hakkı çiğnenenler gerçekten böyle mi düşünüyorlar?

İnsan yaptığından sorumlu olmasaydı, “iyi” ve “kötü” kelimeleri manasız olurdu. Kahramanları takdire, hainleri aşağılamaya gerek kalmazdı. Çünkü, her ikisi de yaptığını isteyerek yapmamış olurlardı. Halbuki hiç kimse böyle iddialarda bulunmaz. Vicdanen her insan, yaptıklarından sorumlu olduğunu ve rüzgarın önünde bir yaprak gibi olmadığını kabul eder.

Duanın çeşitleri var. Mesela sizin yarın bir imtihanınız var. Bu imtihanın duası çalışmaktır. Buna fiili dua denir. Çalışmayı yaptıktan sonra ellerinizi kaldırır “ ya rabbi bana hayırlısını nasip et” demeniz sözlü bir duadır. Safi ve halis bir şekilde ve neticeye kanaat ederek dua etmek gerekir. Çünkü, bazen istediğimiz bir şeyin hakkımızda hayırlı olmayacağını Allah bilir fakat biz bilemeyiz. Sonsuz rahmet sahibi Allah’ımızda bunun hayırlı olmayacağını bildiğinden dolayı, farklı bir şekilde kabul eder. Hazreti Meryem validemizin doğma vaktinde annesi O’nu mescide adar. Ve O’nun erkek değil kız olduğunu görünce epey şaşırır ve üzülür. Alimlerimiz bu durumu misal getirerek derler ki, Allah muhakkak yaptığımız duaları kabul eder. Bazen daha farklı ve daha güzel bir surette kabul eder. İşte Hz. Meryem 100 erkek değerinde bir kız. Allah annesinin duasını kabul etmedi denilmemeli. Aksine daha güzel bir surette kabul etti denilmelidir. Bazen de dünyada hiç kabul edilmedi zannedilir. Fakat cennette daha ulvi ve güzel şekilde kabul edilir.

Bu açıklamalara göre hayırlı eş için hem dini ölçülere göre araştırmak hem de dua etmek bizim görevimizdir.
yimake - avatarı
yimake
Ziyaretçi
27 Mart 2008       Mesaj #28
yimake - avatarı
Ziyaretçi
5669509mdvw9
Müsluman Çocuklara Bazı Dini Sualıer

SUAL - Sen müslüman mısın?

CEVAP - Müslümanım Elhamdülillâh.

SUAL - Müslümanım demenin mânası nedir?

CEVAP - Allâh'ı bir bilmek, Kur'ân-ı Kerîm'i ve Muhammed Aleyhisselâm'ı tasdik etmektir.

SUAL - Ne zamandan beri müslümansın?

CEVAP - „Belâ“ dediğimiz zamandan beri müslümanım.

SUAL - „Belâ“ zamanı neye derler?

CEVAP - Misâk'a derler. Yâni Cenâb-ı Hakk ruhlarımızı yarattığı vakit bunlara hitaben „Elestü birabbiküm“ yâni (Ben sizin rabbiniz değil miyim?) diye sordu. Onlar da „Belâ“ (Evet Rabbimizsin) dediler. O zamandan beri müslümanım demektir.

SUAL - Rabbin kimdir?

CEVAP - Allâh.

SUAL - Seni kim yarattı?

CEVAP - Allâh.

SUAL - Sen kimin kulusun?

CEVAP - Allâh'ın kuluyum.

SUAL - Allâh kaçtır diyenlere ne dersin?

CEVAP - Allâh birdir derim.

SUAL - Allâh'ın bir olduğuna delilin nedir?

CEVAP - Sure-i ihlasın ilk âyeti kerimesidir.

SUAL - Bunun manası nedir?

CEVAP - Sen söyleki ey Habibim Allâh birdir, demektir.

SUAL - Allâh'ın varlığına aklî delilin nedir?

CEVAP - Bu âlemin varlığı ve âlemdeki nizâm ve intizâmın devamıdır.

SUAL - Allâh'ın zâtı hakkında düşünce câiz midir?

CEVAP– Câiz değildir. Çünkü akıl Allâh'ın zâtını anlamaktan âcizdir. Allâh'ın, ancak sıfatı hakkında düşünülür.

SUAL - İman-ı yeis nedir?

CEVAP - Firavun gibi ölürken iman etmektir.

SUAL - Bu iman mûteber midir?

CEVAP - Değildir.

SUAL - Tevbe-i yeis nedir?

CEVAP - İmanı ve ameli olan kimsenin ölürken günahlarından tevbe etmesidir.

SUAL - Bu tevbe mûteber midir?

CEVAP - Mûteberdir.

SUAL - Dinin hangi dindir?

CEVAP - İslâm dinidir.

SUAL - Kitabın hangi kitaptır?

CEVAP - Kur'an'dır.

SUAL - Kıblen neresidir?

CEVAP - Kâbe-i Muazzama'dır.

SUAL - Kimin zürriyetindensin?

CEVAP - Âdem Aleyhisselâm'ın zürriyetindenim.

SUAL - Kimin milletindensin?

CEVAP - İbrahim Aleyhisselâm'ın milletindenim.

SUAL - Kimin ümmetindensin?

CEVAP - Muhammed Aleyhisselâm'ın ümmetindenim.

SUAL - Peygamberimiz nerede doğdu ve şimdi nerede bulunuyor?

CEVAP - Mekke'de doğdu. Elli yaşından sonra Medine'ye hicret etti. Şimdi Medine'de “Ravza-i Mütahhara” sındadır.

SUAL - Peygamberimizin kaç adı vardır?

CEVAP - Güzel isimleri çoktur. Fakat dördünü bilmek lâzımdır. Bunlar: Muhammed, Mustafa, Ahmed, Mahmud.

SUAL - Peygamberimizin en çok kullanılan ismi nedir?

CEVAP - Hazret-i Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellem'dir.

SUAL - Peygamberimizin babasının adı nedir?

CEVAP - Abdullah'tır.

SUAL - Annesinin adı nedir?

CEVAP - Âmine'dir.

SUAL - Süt annesinin adı nedir?

CEVAP - Halîme Hâtun'dur.

SUAL - Ebesinin adı nedir?

CEVAP - Şifâ Hatun'dur.

SUAL - Dedesinin adı nedir?

CEVAP - Abdülmuttalip'dir.

SUAL - Peygamberimiz kaç yaşında iken kendisine fiilen peygamberlik geldi?

CEVAP - 40 yaşında iken fiilen peygamberlik geldi.

SUAL - Fiilen kaç sene peygamberlik yaptı?

CEVAP - 23 sene peygamberlik yaptı.

SUAL - Fâni hayatı kaç yaşında sona erdi?

CEVAP - 63 yaşında sona erdi.

SUAL - Peygamberimizin kaç kızı vardı?

CEVAP - Dört kızı vardı:

Zeynep,
Rukiyye,
Ümmü Gülsûm,
Fâtıma (radıyallâhü anhünne)'dir.
SUAL - Peygamberimizin kaç oğlu doğdu?

CEVAP - Üç oğlu doğdu:

Kâsım,
Abdullah (Diğer adı Tayyip),
İbrahim (Radıyallâhü anhüm) hazretleridir.
SUAL - Ezvâc-ı Tâhirâtı yani Peygamberimizin mübarek hanımlarını sayar mısın?

CEVAP - Sayarım:

Hazret-i Hadîce,
Hazret-i Sevde,
Hazret-i Aişe,
Hz. Hafsa,
Hz. Zeynep b.Huzeyme,
Hz. Ümmi Seleme,
Hz. Zeynep binti Cahş,
Hz. Cüveyriye,
Hazret-i Ümmü Habîbe,
Hz. Safiyye,
Hz. Meymûne,
Hazreti Mâriye, (radıyallahü anhüm) vâlidelerimiz.
Bunlardan Hz. Hadîce (radıyallâhü anhâ) vâlidemiz peygamberimizin ilk zevcesidir. Efendimizden 15 yaş büyük olup 25 sene beraber hayat sürmüştür.

SUAL - Peygamberimizin 53 yaşından sonra evlenmesinin sebep ve hikmetlerinin bazılarını sayar mısın?

CEVAP - Peygamberimiz, kabîlelerin İslâmiyete bağlanmalarını temin, ayrıca kadınlara ait hükümleri kadınlar vasıtasıyla yaymak, bazılarını sefâletten kurtarmak, bazılarının ise iffet ve nâmuslarını korumak için onlarla evlenmiştir. Asıl hikmet ve gâye kadınlar vasıtasiyle İslâm'ı yaymaktır.

SUAL - Peygamberimizin en son vefat eden eşi kimdir?

CEVAP - Hz. Âişe (radıyallâhü anhâ)'dir.

SUAL - Gelmiş ve gelecek insanların en yücesi kimdir?

CEVAP - Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallallâhü aleyhi ve sellem'dir.

SUAL - Peygamber Efendimizin kaç torunu vardır?

CEVAP - İki torunu vardır:

Hasan,
Hüseyin (radıyallâhü anhümâ) hazretleridir.
SUAL - Bunlar kimin çocuklarıdır?

CEVAP - Hz. Ali ve Hz. Fâtıma (radıyallâhü anhümâ)' nındır.

SUAL - Peygamber kime denir?

CEVAP - Ahkâm-ı ilâhiye'yi insanlara tebliğ için Allâh'ın vazifelendirdiği zâta denir.

SUAL - Allâh tarafından mahlûkata gönderilen peygamberlerin sayısı kaçtır?

CEVAP - Peygamberimizden yapılan bir rivâyete göre yüz yirmi dört bin, diğer bir rivâyete göre, iki yüz yirmi dört bindir.

SUAL - Kur'ân-ı Kerîm'de ismi geçen peygamberlerin sayısı kaçtır?

CEVAP - Yirmisekizdir.

SUAL - İsimlerini sayar mısınız?

CEVAP - Sayarım: Âdem, İdris, Nuh, Hûd, Sâlih, İbrâhim, Lût, İsmâil, İshak, Yâkup, Yûsuf, Eyyûp, Şuayp, Musâ, Hârun, Dâvûd, Süleyman, Yûnus, İlyas, Elyesa, Zülkifl, Zekeriyya, Yahyâ, İsâ, Üzeyr, Lokman, Zülkarneyn ve Hazret-i Muhammed Mustafa Salevâtullâhi alâ nebiyyinâ ve aleyhim ecmâiyn hazerâtıdır. Üzeyr, Lokman ve Zülkarneyn (aleyhimüsselâm) hazretlerine bazıları velîdir, demişlerdir.

SUAL - Hazret-i Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz kaç tarihinde doğdu ve kaç tarihinde vefat etti?

CEVAP - Rebîülevvel ayının onikinci pazartesi günü milâdi 571 tarihinde doğdu ve yine Rebîülevvel ayının onikisinde milâdi 632 tarihinde vefat etti.

SUAL - Peygamberimiz Mekke-i Mükerreme'den Medîne-i Münevvere'ye kaç tarihinde hicret etti?

CEVAP - Milâdi 622 tarihinde hicret etti. Hicret biz müslümanlarca tarih başlangıcıdır.

SUAL - Melek nedir?

CEVAP - Allâh'ın nurdan yarattığı ve istedikleri şekle girebilen, daima ibâdet eden günahsız varlıklardır.

SUAL - Dört büyük melek hangileridir?

CEVAP - Cebrâil, Mikâil, İsrâfil ve Azrâil Aleyhimüsselâmdır.

SUAL - Dört büyük kitap hangileridir ve hangi peygamberlere inmiştir?

CEVAP - Tevrat Musâ Aleyhisselâma, Zebur Dâvûd Aleyhisselâma, İncil İsa Aleyhisselâma, Kur'ân-ı Kerîm Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerine inmiştir.

SUAL - Suhuf ne demektir, kaç tanedir ve kimlere verilmiştir?

CEVAP - Cenâb-ı Hakk'ın, dört kitaptan başka Cebrâil Aleyhisselâm vasıtasıyla bazı peygamberlere gönderdiği sahifelere suhuf denir ki, yüz tanedir. Âdem Aleyhisselâma 10, Şit Aleyhisselâma 50, İdris Aleyhisselâma 30, İbrâhim Aleyhisselâma ise 10 suhuf verilmiştir.

SUAL - Mezhep kaçtır?

CEVAP - İkidir.

SUAL - Nelerdir?

CEVAP - Îtikatta mezhep, amelde mezhep.

SUAL - Îtikatta mezhep imamları kaçtır?

CEVAP - İkidir.

SUAL - Kimlerdir?

CEVAP - İmam Ebû Muhammed Mâtüridî ve İmam Ebü'l-Haseni'l-Eş'ârî Hazretleri'dir.

SUAL - Amelde mezhep kaçtır?

CEVAP - Dörttür.

SUAL - Nelerdir?

CEVAP - Hanefî, Şâfiî, Mâlikî, Hanbelî mezhepleridir.

SUAL - Îtikatta mezhebin nedir?

CEVAP - Ehl-i sünnet ve cemaat mezhebidir.

SUAL - Amelde mezhebin nedir?

CEVAP - Hanefî mezhebidir.

SUAL - Bizim itikatta mezhebimizin imamı kimdir?

CEVAP - İmam Ebû Mansur Muhammed Mâtüridî rahimehüllah Hazretleri'dir.

SUAL - Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhebine mensup olanların îtikatta imamları kimdir?

CEVAP - Ebü'l-Haseni'l-Eş'ârî (rahimehullah) Hazretleri'dir.

SUAL - İmam Ebû Mansûr Muhammed Mâtüridî nerelidir?

CEVAP - Semerkand'ın Mâtûrid köyündendir. Türk'tür.

SUAL - Mâtüridî ne zaman vefat etmiştir?

CEVAP - Hicrî (333) tarihinde vefat etmiştir.

SUAL - Ebü'l-Haseni'l-Eş'ârî Hazretleri nerelidir? Ne zaman vefat etmiştir?

CEVAP - Basra'lı olup Hicrî (324) tarihinde vefat etmiştir.

SUAL - Namazın kazâya kalmasına meşrû sebep kaçtır?

CEVAP - Üçtür.

SUAL - Sayar mısınız?

CEVAP - Sayarım:

a) Uyku
b) Muharebe esnasında düşmandan hiç fırsat bulamamak,
c) Unutmak.

SUAL - Otuz iki farzı sayar mısınız?

CEVAP - Sayarım: 6 İmanın şartı, 5 İslâm'ın şartı, 12 Namazın farzı, 4 Abdestin farzı, 3 Guslün farzı, 2 Teyemmümün farzı, cem'an 32 eder.

SUAL - İmanın şartları nelerdir?

CEVAP - Allâh'ın varlığına, birliğine, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin yaratıcısının Allâh olduğuna inanmaktır.

SUAL - İslâm'ın şartı kaçtır?

CEVAP - Beştir:

Kelime-i Şehâdet getirmek,
Namaz kılmak,
Zekât vermek,
Oruç tutmak,
Hacca gitmek,
SUAL - Abdestin farzı kaçtır?

CEVAP - Dörttür.

Yüzünü tüy bitiminden kulak yumuşağından, çene altına kadar yıkamak.
Kolları dirseklerle beraber yıkamak,
Başın dörtte birini meshetmek,
Ayakları topuklarla beraber yıkamak.
SUAL - Guslün farzı kaçtır?

CEVAP - Üçtür:

Bol su ile ağzı yıkamak,
Bol su ile burnu yıkamak,
Hiç kuru yer kalmamak şartı ile bütün vücûdu yıkamak.
SUAL - Gusül abdestini târif eder misin?

CEVAP - Ederim: Şöyle ki, önce gizlice besmele çeker niyet ederim. Avret mahallini yıkarım. Namaz abdesti gibi abdest alırım. Bu arada 3 defa ağzıma dolu dolu su alırım. 3 defa burnuma iyice su veririm. Abdestten sonra 3 defa başımdan aşağı su dökerim, 3 defa sağ, 3 defa sol omuzuma su döker, her defasında bütün vücûdumu ovalarım. Vücutta hiç kuru yer kalmayıncaya kadar yıkanırım. Yüzük altı ve göbek kıvrığını ıslatırım. Suyun deriye geçmesine mâni olacak şey varsa giderir ve orayı da ıslatırım. Kadınlar küpe deliklerini de ıslatırlar.

SUAL - Teyemmümün farzı kaçtır?

CEVAP - İkidir:

Niyet, (Teyemmüme niyet etmek.)
Ellerini iki defa toprağa vurup birincide yüzünü, ikincide kollarını mesh etmek; silmek.
SUAL - Teyemmüm nasıl yapılır?

CEVAP - Teyemmüm etmeye niyet ederim. Ellerimi temiz toprağa vurur parmak aralarını hilâller, yüzümü mesh ederim. Ellerimi temiz toprağa tekrar vurur, sağ kolumu sol elle, sol kolumu sağ elle mesh ederim.

SUAL - Namazın farzı kaçtır?

CEVAP - Altısı içinde, altısı dışında olmak üzere 12'dir.

SUAL - Dışındakiler nelerdir?

CEVAP - Hadesten tahâret, necâsetten tahâret, setr-i avret, istikbâl-i kıble, vakit, niyet.

SUAL - İçindekiler nelerdir?

CEVAP - İftitah tekbiri, kıyam, kırâat, rükû, sücûd, kâde-i ahîrede teşehhüd miktarı oturmak.

SUAL - Bir günde kaç vakit namaz kılınır?

CEVAP - Sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı olmak üzere beş vakit namaz kılınır.

SUAL - Bu vakitler kaç rek'attir?

CEVAP - Sabah namazı 4 rek'attir; ikisi sünnet, ikisi farz. Önce sünnet kılınır, sonra farz kılınır. Öğle namazı on rek'attir. Dördü ilk sünnet, dördü farz, ikisi son sünnet. Önce sünnet kılınır, sonra farz, daha sonra son sünnet kılınır. İkindi namazı 8 rek'attir. 4'ü sünnet 4'ü farz, Önce sünnet kılınır, sonra farz. Akşam namazı 5 rek'attır; üçü farz, ikisi sünnet. Önce farz, sonra sünnet kılınır. Yatsı namazı 13 rek'attir; 4'ü sünnet, 4'ü farz, ikisi son sünnet, 3'ü vitir vâciptir. Önce sünnet, sonra farz, sonra son sünnet, en sonra da vitir vâcip kılınır. Cem'an günde 40 rek'at namaz kılınır.

SUAL - Namazda zammı sûreyi unuttuğun zaman ne lâzım gelir?

CEVAP - Sehiv secdesi yapmak lâzım gelir.

SUAL - Sehiv secdesi kaç yerde yapılır?

CEVAP - Vâcibin terk ve tehirinde, farzın yalnız tehirinde yapılır.

SUAL - Sehiv secdesi yapılmasa ne olur?

CEVAP - Namaz noksan olmuş olur.

SUAL - Sehiv secdesi nasıl yapılır?

CEVAP - Namazda son olarak oturduğumuz zaman tahiyyât okuyup bir veya iki tarafa selâm verdikten sonra iki defa secdeye gidilir, ikinci secdeden sonra oturulur. Tehiyyât, salli, bârik, sonuna kadar okunur, selâm verilir.

SUAL - Sehiv secdesi icab eden birkaç yer sayar mısınız?

CEVAP - Sayarım:

Zammı sûreyi unuttuğum zaman,
Vitir namazında kunut tekbirini, kunut duâlarını veya her ikisini unuttuğum zaman,
Dört rek'atli namazlarda ilk oturmada tahiyyât okunduktan sonra hemen kalkmayı unutup salli-barikten en az "ümme salli alâ muhammedin” kısmını okuyup üçüncü rek'ata geç kaldığım zaman sehiv secdesi yaparım.
SUAL - İbâdetle tâatla ihyâ etmeye bilhassa kıymet verdiğimiz gecelere ne denir?

CEVAP - Kandil geceleri denir.

SUAL - Kaç tane kandil vardır?

CEVAP - Beş tane kandil vardır.

Mevlid kandili,
Regaaip kandili,
Mi'rac kandili,
Berât kandili,
Kadir gecesi.
SUAL - Mevlid kandili nedir?

CEVAP - Peygamberimizin dünyaya geldiği gecedir.

SUAL - Regaaib kandili neye denir?

CEVAP - Hazret-i Âmine'nin yüce Peygamberimize hâmile olduğunu anladığı gecedir.

SUAL - Mi'rac kandili nedir?

CEVAP - Peygamberimiz'in, ilâhî saltanatı seyretmek üzere Allâh'ın dâveti ve gücü ile eşsiz bir mûcize olarak göklere ve daha nice âlemlere seyahat ettiği gecedir.

SUAL - Berât kandili nedir?

CEVAP - Kur'ân-ı Kerîm'in levh-i mahfuzdan sema-i dünyâya indirildiği, insanların bir senelik hayat ve rızıklarının gözden geçirildiği, müslümanların af ve lütuflara nâil olduğu gecedir.

SUAL - Kadir gecesi nedir?

CEVAP - Kur'ân-ı Kerîm'in dünya semâsından Peygamberimize indirilmeye başlandığı gecedir.selam_la_baslamıtı


yimake - avatarı
yimake
Ziyaretçi
7 Nisan 2008       Mesaj #29
yimake - avatarı
Ziyaretçi
FAHŞA,MÜNKER,BAGY NEDİR?
FAHŞA: Şehevı kuwetlerin aşırı derecesine fahşa
denir. Temiz yaratılışların nefret edeceği, selim akılların
noksanlık sayacağı herhangi bir çirkin harekettir. Islam
dıninin ruhsatı dışındaki şehevı lezzetler böyledir. Bunlara fuhşiyat
da denir. Zina, livata, namahreme şehvetle
bakmak gibi. Fuhşiyattan olan şeylerictimai hayatı
zehirler, felce uğratır, ruhları söndürür, cemiyet hayatında
güzellikten, hakikı temizlikten eser bırakmaz.
MÜNKER : dinin veya aklın çirkin gördüğü veya dınde
yeri olmayan herhangi bir şeydir. Gadap kuwetinin izlerini
ortaya koyma hususundaki ifrat(aşırılık}tan ibarettir.
Herhangi bir kimseye karşı lüzumsuz yere kalben bir
düşmanlık, husumet beslemek,haset (kıskanma) ve
gıybet v.b. münkerdir.
BAĞY: Bu da insanlara karşı kibirlenmek, azamet ve
büyüklük göstermeğe çalışmak, insanlara üstün gelmeye
cür'et göstermektir.
Bağy, hayal gücünün birkötü neticesidir. Sahibini gurura,
kendini beğenmeye :sevk eder. Bağy, bir azgınIıktır,
dikbaşlılıktır.
işte bu üç şey son derece zararlı, cemiyet hayatını
helak edici birer feıaket seıbebidir. Bunların işlendiği yerlerde
iffetten, ahlak temizliğinden eser kalmaz, ümmetin
fertleri için şeref vesılesi, dayanışma sebebi olacak bir
vasıta bulunamaz, insanların hukuku mahv ve perişan
bir hale getirilmiş olur. '
islam pıni, cemiyet hayatında ferdı, ictimaı felaketle-
re, düşmanlıklara meydan verilmemesi için fuhşu, fenalığl ve
azgınlıgı katiyyen yasaklamıştır. Bu emir ve ya-
sak bütün insanlık hakkında ne büyük bir ilahı ihsandır
ve bizim uyanmamız . güzelce düşünüp hayatımızı tan-
zim edebilmemiz için de ne kadar edebı, ulvı bir ilahı
nasihattır
yimake - avatarı
yimake
Ziyaretçi
8 Nisan 2008       Mesaj #30
yimake - avatarı
Ziyaretçi
TEVEKKÜL NEDİR?
Tevekkül, Allahü Teala'ya güvenmektir. Sanatına, malına,
kuvvetine, yani Allahü Teala'dan başka hiçbir şeye
güvenmemektir. Çünkü bunlar mahluktur, acizdir. sebeptir
ve fanidirler. Elden çıkması, kaybolması, ölmesi müm
kündür. Sebeplere güvenmek olmaz. Çünkü eşyaya tesır
eden yalnız Allahü Teala'dır. Qlabilir ki o güvenilen sebepleri
yok eder ve yerine düşünmediğin sebepleri yaratır.
Sebeplere yapışmak lazımdır. Fakat Allahü Teala'ya
güvenmek farzdır. Sebepler, var etmeye ve vermeye kadir
değildir. Sebeplerin de sebep olması Allahü Teala'nın
dilemesiyle ve yaratmasıyladır. Yaratmak ancak Allahü
Teala'ya mahsustur. Allahü Teala sebepsiz de verebilir.
Fakat sebeplerle vermek Allahü Teala'nın sünnetidir,
adetidir. Mesela evlenmeyene çocuk vermez Fakat vermeye
kadirdir. Hz. Adem'i ve Havva'yı yaratması böyledir.
Çok kimseler vardır ki birçok defa evlenirler, çocukları olmaz.
Ve yine çok kimseler vardır ki birçok sanatı ve kuvveti
vardır, fakat işleri kesat gider ve kuvveti yok olur, istediğine
kavuşamaz. Bundan anlaşılıyor ki tevekkül ve
itimadın yalnız Allahü Teala'ya olması farzdır.
Şu insanların haline ne kadar şaşılır ki, dünya işlerinde
Allah'a tevekkül etmezler. Ahiret işlerinde çalışmayı ve
taati terkedip 'tevekkül ediyoruz' derler. Halbuki Allahü
Teala kullara, dünya işlerinde tevekkül etmeyi, ahiret
işlerinde ise çalışmayı emretmiştir. Insanlar bunun tersini
yapıyorlar. Dünya ıazımdır deyip mal toplamaya, ambar··
ları doldurmaya çalışıyorlar. Ahiret hususunda Allah kerimdir,
deyip tembellik ve gevşeklik gösteriyorlar.
Bir kimse dünya işlerinde tevekkül edip de ibadete
kıymet verip devam etse, Allahü Teala ona muhtaç
olduğu şeyleri verir, Kalbinde zenginlik yaratıp kendini
zengin gösterir. Bir kimse dünyaya kıymet verip
hırs ve tama' ile mal toplamaya çalışsa, gece gündüz-
aklı ve fikri mal kazanmakta, yahud bir makama ka·
vuşmakta olup, ahiretini düşünmese, işleri perişan
ve halleri nizamsız olur.

Benzer Konular

2 Aralık 2013 / Misafir Bilgisayar
24 Mayıs 2015 / XZixYaxRetxÇiX Cevaplanmış
13 Mayıs 2011 / Drawradar Cevaplanmış