Arama

Bid'at Nedir? Dinimizdeki Bid'atlar Hakkında - Sayfa 2

Güncelleme: 9 Ekim 2011 Gösterim: 12.115 Cevap: 12
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
15 Mart 2010       Mesaj #11
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Bilindiği gibi dinimiz temiz olmayı ve temizliğe uymayı emreder. Peygamber Efendimiz 15 asır evvel; “Ölüm gelmeden evvel, hayatın, hastalık gelmeden sağlığın kıymetini bilinsözüyle konunun önemine çok güzel bir şekilde dikkatleri çekmektedir. Çünkü mal, mülk, mevki, makam, servet, kısaca herşey, sağlık ve afiyet içinde olursak anlam kazanır.
Osmanlı padişahı Kanunî Sultan Süleyman'ın şu deyişi ne kadar ibretlidir!..
Sponsorlu Bağlantılar
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi.”
Gerçekten de insan için en büyük devlet, en büyük saadet sağlık ve afiyettir. Sağlıksız bir insan hiçbir işe yaramaz. Sağlıksız insan ibadetini bile yapamaz. Hiç kuşkusuz sağlığın sürekliliği, temizliğe ziyadesiyle riayet etmeğe bağlıdır. Bu hususta Rasulullah (s.a.v); “temizlik imanın yarısıdır” buyurmuştur. Bunun içindir ki, atalarımız uğradıkları ve eğemen oldukları hemen her yerde, öncelikle bilim merkezleri olarak “medreseleri”, sağlık kurumları olarak “daru’ş-şifâları”, inşa etmişlerdir. Anadolu şehirlerinde tarihi belgeler olarak bunlara sık sık rastlanır. Bu arada halkımızdan bazıları (daha çok cahil kimseler) sanki temizliğe riayet suçmuş gibi birtakım hurafelere kanarak şunları uydurmuşlardır:
- Gece ev süpürülürse fakirlik gelir,
- Cuma akşamı ev süpürmek kıtlık getirir,
- Cuma akşamı ev süpürülürse meleklerin kanadı kırılır,
- Cuma günü ev süpürmek günahtır,
- Cumartesi günü çamaşır yıkamak uğursuzluk getirir.
- Misafirin ardından ev süpürmek iyi değildir,
- Güneş battıktan sonra ev süpürülmez, uğursuzluk gelir.
- Gece tırnak kesilirse ömür kısalır.
- Gece değirmen çevrilmez, yoksulluk gelir,
- Zifaf gecesi gelin ve damat sabunla yıkanırsa, sabun acı olduğundan aralarına acı ve ayrılık girer.
- Ev süpürülürken süpürge birine dokunursa uyuz olur. Süpürgeye tükürülürse hastalık bulaşmaz,
- Başı ağrıyan bir kadın camiye gider; yazması ile camiyi süpürür ve yazmayı tekrar başına örterse ağrısı geçer.
- Cenaze yıkanırken teneşirin altına dökülen su, bir şişeye konup habersiz sarhoşa içirilirse içkiyi bırakır.
- Yeni doğan çocuğun ilk dışkısı yattığı odanın eşiğine veya beşiğinin altına konursa cadı zarar vermez, nazar da değmez.
Örneklerini verdiğimiz bu inançların hepsi hurafedir, İslamla ilgisi yoktur. Üstelik her biri zamana, sağlığa ve imana zararlıdır.

[1] Suyûtî, Celalü'ddin b.Ebî Bekr, el-Câmiu's-Sağir, Beyrut, trs, I,48.

[2] Muhibbî, Divan-ı Muhibbî, Osmaniye Matbası, İstanbul, 1925, s.212.

[3] Müslim, Tahare, 1; Tirmizî, Deavât, 86.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
25 Mart 2010       Mesaj #12
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Tarih incelendiği zaman görülüyor ki kadın, asırlar boyu ihmal edilmiş, horlanmış, en ağır zulüm, baskı ve işkencelere maruz tutulmuştur. 19. yüzyılın ortalarına kadar, gerek Avrupa, gerek Asya'da kadın, hukukundan yoksun bırakılmıştır.
Mesela; Yahudi kızları babalarının evlerinde hizmetçi kabul edilmiş, İran'da Mezdek, ana ve kız kardeşle evlenmeyi meşru gören yeni bir din kurmuştu. Çin ve Hind gibi çok eski milletlerde de kadının sosyal mevkisi çok düşüktü. Hind'de kadın, zavallı bir yaratık olarak kabul ediliyor, her türlü aşağılık arzulara alet ediliyordu. Kadın okumaktan uzak tutuluyor, ayin ve merasimlere kabul edilmiyordu. Kadının dini efendisine hizmet etmekti. Görevi ve değeri, eğer kocası ölmüş ise onun cesedi üzerinde kendisini yakmasıydı.
Sponsorlu Bağlantılar
Eski Yunanlarda da kadın, medeni haklar adına hiçbir şeye mâlik değildi. Kadın kocasının, kocası yoksa babasının, o da olmazsa akrabasından diğer erkeklerin vasiliği altında yaşardı. Kocası onu istediği zaman boşar ya da başkasına devredebilirdi.
Eski Roma'da da kadının durumu çok feciydi. Hatta Roma'da bazı toplantılarda, kadının ruhsuz ve hayattan nasibi olmayan bir hayvandan ve şeytanın iğrenç işinden ibaret bulunduğuna dair kararlar alındığı bile vakidir.
Ortaçağda Bizansın en şaşalı zamanlarında bile kadının sosyal mevkisi çok düşüktü. Bizans'ta kadının durumu kısaca şöyleydi: Kadın erkeğin malı idi. Erkeğin onda istediği gibi tasarruf hakkı vardı. Hayat ve ölümü eşinin elindeydi. Köle olarak kabul edilirdi. Kadının önce babasının, evlendikten sonra kocasının, kocası ölünce de oğlunun esiri idi. Kadın bir şehvet malı olarak kabul edilirdi. En medeni olan Atinalılar arasında bile kadın çarşılarda satılır, başkalarına ihale olunurdu. O sadece evin düzeni ve çocuklara bakmak için lazımdı.
1788 yılına kadar kadın İngiltere'de de kocasına mutlak itaata mecbur olup hemen hemen hiçbir hakka sahip değildi. 1888 yılında İngiliz piskoposlarından “Dour”, Vestminister kilisesinde yaptığı bir konuşmasında şöyle diyordu: “Bundan 100 sene öncesine kadar kadın, erkeğin sofrasına oturmak hakkına sahip olmadığı gibi sorulmadan söze karışması da câiz değildi. Kocası da başının ucuna kocaman bir sopa asardı ki karısı ne zaman bir emrini tutmazsa, onu kullanırdı. Kadının sözü kızlarına geçmezdi. Erkek çocukları ise analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla değer vermezlerdi.”
İslamiyetten önce Arap yarımadasında da kadının durumu yürekler acısı idi. Araplar kızlara karşı nefrette o kadar ileri gidiyorlardı ki, yaşama hakkını dahi onlara çok görüyorlardı. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyi kendilerine fazilet kabul ediyorlardı. Herhangi birisinin bir kız çocuğu dünyaya geldiği zaman öfkesinden o suçsuz günahsız çocuğu diri diri toprağa gömerdi.
İslam’a kadar bütün dünyada kadın değersiz bir yaratık olarak kabul edilmiş, yüzyıllar boyu ona hiçbir sosyal hak verilmemiştir. İslam, o zamana kadar kadınlara verilmeyen haklar getirmiş, kadını özgürlüğüne kavuşturmuştur. İslam'a göre kadın erkeğin eşi, yardımcısı ve danışmanı olarak kabul edilmiştir. Ona, aile içerisinde söz hakkı tanınmış ve birtakım görevlerle yükümlü kılınmıştır. Hz.Muhammed (s.a.v); “kadın da kocasının evinde bir çobandır ve yönetimi altında olanlardan sorumludur” buyurmuş, onun aile içinde söz sahibi olduğunu cihana ilan etmiştir.
İslam’da kadına işkence etmek, onu horlamak, küçük görmek, mal varlığına tecavüz etmek yoktur. Kadına aile içinde ve toplumda saygı esastır. Nitekim Peygamberimiz; “sizin en hayırlınız kadınlarına karşı en iyi davrananızdır” buyurmaktadır.
İslam göre kadın da erkek gibi inanç, amel ve ahlak hükümleriyle yükümlüdür. İyilik ve doğruluk üzere davranmada, kötülüklerden sakınmada aynen erkek gibidir. Kadın hukuk açısından ve haklarını kullanması bakımından o zamana kadar dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayan ve hiçbir dinde görülmeyen geniş yetkilere kavuşmuştur.
Dünyanın her yerinde insan haklarının çiğnendiği, insan ve kadın ticaretinin yapıldığı, kadına hiçbir hakkın tanınmadığı, her türlü zulüm ve hareketin reva görüldüğü, bir mal gibi elden ele satıldığı, hatta uzun süre “kadının ruhu var mıdır, yok mudur?” diye tartışmasının yapıldığı bir çağda, İslam'ın ve sevgili peygamberimizin kadın haklarına karşı gösterdiği titizlik, hiç şüphesiz yüce dinimiz İslam'ın getirdiği yeniliklerdir. Tarih budur, gerçek budur.
İslam kadını bu şekilde değerlendirmesine rağmen, maalesef bazı cahil kişilerin gözünde o, hala “saçı uzun, aklı kısa” kabul edilerek ezilmeye, horlanmaya mahkum bir varlık gibi muamele görmektedir. Toplumumuzda kadın hakkında söylenen bir sürü hurafeler vardır. İşte kız, kadın ve gelinler hakkında söylenen hurafelerden bazı örnekler;
- Evden çıkan erkek işine giderken önünü kadın keserse işi ters gider.
- Kısa boylu kadın uğursuzdur.
- Hayızlı kadın sebze bahçesinden geçerse sebzeleri kurutur.
- Hayızlı kadın akşam ezanından sonra küpten turşu çıkarırsa turşu bozulur.
- Gelin eve ilk geldiğinde kaynanasının iki bacağı arasından içeri girerse saygılı olur.
- Bir kız akşam ezanı okunurken merdiven altından geçerse kısır kalır.
- Çocuğu ölen kadın cuma günü iş yapmaz.
- Gelin olanın duvağı evde kalmış kızın başında çözülürse bahtı açılır.
- Aş veren bir kadın çirkin bir yere bakarsa çocuğu çirkin olur.
- Bekar kız, evli birinin gelinliğini giyerse kısmeti kesilir.
- Hamileyken yumurta yiyen kadının çocuğu haylaz olur.
- Evli birinin yüzüğünü bekar kız takarsa kısmeti kesilir.
- Doğum yapan kadın yedi gün çocuğunun yanından dışarı çıkmaz. Çıkarsa cinniler gelir çocuğu götürür, başka bir çocukla değiştirir.
- Lohusa kadının ve çocuğun yastığı altına iğne, çuvaldız, kama, bıçak konursa al basmaz.


SONUÇ:

Günümüzde, Yüce Dinimiz İslam'ın yasakladığı birçok inanış ve davranış halkımız arasında oldukça yayılmaya başlamıştır. Adeta haramlar helal, helaller haram olmuştur. Bunun hem dinimize hem de halkımıza pek çok zararı vardır.
Hurafelerin yayılmasında çeşitli sebepler bulunmakla beraber, kanaatimizce en başta gelen ana neden, manevî eğitimin yetersizliği, İslam esaslarının iyi bilinmemesidir.
Hiç kuşkusuz gerçeğin bilinmediği ve yeterli önlemlerin alınmadığı bir ortamda sahtenin, yalanın, yanlışın ve safsatanın hakim olduğu sosyal bir gerçektir. Nitekim bu durumu iyi bilen bazı iç ve dış mihraklar, onların güdümündeki çıkarcılar, değişik yöntemlerle üretip geliştirdikleri bir sürü hurafeyi, birçok yanlış adeti halka benimsetmeyi başarmışlardır. İslam'ın mantık ve gönül doyurucu emirlerini, yasaklarını, görmemezlikten gelmişlerdir. Zira bunda pek çok maddi ve manevi menfaatleri bulunmaktadır.
Bu münafık çıkarcılar, İslam dinini iyi bilen, okuyan, araştıran kimselere tesir edememekle birlikte, cahil halkı ve İslam'ı öğrenmekten korkan bazı aydınları ağlarına düşürmektedirler. Kendini münevver kabul edip te şu bu bahaneyle yada herhangi bir dileğinden ötürü falcıya, muskacıya, üfürükçüye veya falan yatıra “yardım” umuduyla koşan okumuşlar, tahmin edilenden çok daha fazladır. Maalesef bazıları da İslam'ı, sadece bu hurafe adetlerden ibaret zannetmektedirler.
Oysa İslam, tüm batıl ve hurafe düşüncelerin karşısındadır. Bu hurafelerin temelinde derin bir cehâlet bulunmaktadır. Hurafelerin devam etmesi; halkın çoğunluğunun İslam Dininin emir ve yasaklarını iyi bilmeyişinden, sağlıklı dini bilgiye sahip olmayışından, inanç boşluğu içinde bulunmasından ve halkımıza dinin iyi öğretilemeyişinden kaynaklanmaktadır. Dinimizin inanç esasları, ibadet ve ahlak ilkeleri konusunda yeterli bilgiye sahip olanların, İslam'ı aslına uygun bir şekilde bilenlerin; bid'atçıların tuzağına düşmesi, hurafe ve safsatalara kanması düşünülemez.
Bid'atler ve batıl inançlardan kurtulabilmenin en emin yolu; ihlas ile Kur'an ve Sünnete sarılmaktır. Müslümanlar; dinin emirlerini doğru öğrenip, hayatlarında tatbik ettikçe hem yücelmişler hem de huzur içerisinde yaşamışlardır. İlâhî gerçeklerden kaçtıkça, hurafelere ve bid'atlara saptıkça hem gerilemişler, hem de binbir felakete uğramışlardır. Tarih bütün gerçekleriyle birlikte buna şahittir.
Artık aklımızı başımıza alalım, hurafelerden arınalım. Ve neden böyle, niçin böyle oldu kavgasını bırakıp, daha ileri ve daha gelişmiş bir ülke olmanın yolunda yürüyelim.

KAYNAKLAR:
- Aktaş, Recep, Batıl İnanışlar, İst, 1973.
- Altan, Bayram, Nazar ve Büyü, İst, 1987.
- Bilmen, Ömer Nasûhi, Büyük İslam İlmihali, Bilmen Yay., İst.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
9 Ekim 2011       Mesaj #13
Avatarı yok
Yasaklı
Bid’at Ehli Ne Demek ?

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Peygamber Efendimiz (s.a.v), bir gün kumun üzerine kalın bir çizgi çizer. İki tarafından da balık kılçığı gibi yollar ayırıp, Eshab-ı kirama buyurur ki:

(Ey Eshabım, benden sonra ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Bu orta yolda olan, kalın çizgide bulunanlar, doğrudan Cennete girecektir. Bu yan yoldakiler dalalette olacak, Cehenneme gidecektir.)

Bu yan yollardan çıkanlar bid’at ehli olurlar, ancak Peygamber efendimiz, (Ümmetim) buyurduğu için, Cehennemde ne kadar kalırlarsa kalsınlar, imanla ölürlerse, sonra yine Cennete giderler.

Bid’at ehli ne demek? Kur’an-ı kerimin bir zâhir [açık] manası var, bir de bâtın [gizli] manası vardır. İşte bu bâtın manalarında yanlış anlamak, itikatta bid’at olur. Mesela, kabir azabı Kur’an-ı kerimde sarih [açık] olarak bildirilmemiştir. Bunun için, kabir hayatını, Kur’an-ı kerimden öyle anladığı için kabul etmeyen âlimler, bid’at ehli olur. Bunların çoğu, sahih ve sağlam hadis-i şerifleri, zayıf veya uydurma sanıyorlar. Mesela Peygamber efendimiz, Buhari gibi en sağlam hadis kitabında, (Kabirde azap vardır, kabir azabı haktır) buyuruyor.

Bid’at ehli, (Bunu Hazret-i Peygamber(S.A.V) söylemişse biz buna inanırız, fakat söylediğine inanmıyoruz, bu hadis uydurmadır. Ravilerden güvenmediğimiz kimseler var. Biz hadise değil, ravisine itiraz ediyoruz) derler. Sünnete uymadıkları için bid’at ehli olurlar. Yoksa, (Hadis olsa da olmasa da, ben kabir azabına inanmıyorum) diyen kâfir olur. Çünkü sahih hadis-i şerifler de dinde senettir.

Şimdi ictihad edecek müctehid yoktur. Kur’an-ı kerimin kapalı manalarından bir manayı ictihad ederek yanlış anlayan kalmadığı için, bid’at ehli de kalmadı. Şimdikilerden, doğrudan doğruya İslam’ın açık hükümlerine karşı çıkıp, küfre düşenler oluyor.

Cennetlik Olanlar

Ehl-i sünnet olan Müslüman, doğruca Cennete gider. Ama günahları sevabından çok olanlar, affa, şefaate uğramazlarsa, günahlarının cezası kadar Cehennemde azap görürler. Bid’at ehli olanlara af ve şefaat yoktur. O halde, âhirette üç kısım insan olur:

1- Sonsuz cennetlik olanlar.

2- Sonsuz cehennemlik olanlar.

3- Cehennemde geçici kalanlar.


Kaynak: Dinimizislam/Mehmet Ali Demirbaş(09 Ekim 2011)


Benzer Konular

21 Ekim 2009 / Misafir Soru-Cevap
24 Kasım 2012 / nötrino Müslümanlık/İslamiyet
10 Aralık 2012 / Misafir Soru-Cevap
18 Nisan 2009 / KisukE UraharA X-Sözlük