Arama

Dua Etmenin Usul ve Adabı

Güncelleme: 16 Ağustos 2012 Gösterim: 32.446 Cevap: 7
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
10 Ocak 2008       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
DUA ETMENİN USUL VE ADABI
Başlıklar
Sponsorlu Bağlantılar
  • Duanın Faydası ve Önemi
  • İnsanın Salih Amelleri İle Allah Tealâ´ya Tevessül Ederek Duâ Etmesi
  • Duada Elleri Kaldırmak Sonra Onları Yüze Sürmek
  • Duayı Tekrarlamak Mustahabdır
  • Huzurlu Kalb İle Duâ Etmeye Teşvik Etmek
  • Müminlerin Arkasından Duâ Etmenin Fazileti
  • Kendine İyilik Edene Duâ Yapılmasının Müstahab Olduğu Ve Yapacağı Duanın Şekli
  • Duâ İsteyen Duâ İstenenden Daha Faziletli Olsa Bile Fazilet Ehlinden Duâ İstemek Ve Şerefli Yerlerde Duâ Etmek Müstahabdır
  • Mükellef Olan Bir Kimsenin, Kendine,Çocuğuna, Hizmetçisine, Malına Ve Benzeri Şeylere Beddua Etmesi Yasaktır
  • Duâ Eden Müslümanın Yahut Başkasının Dileği Kabul Edildiğine Dair Deliller
  • Duanın Kabulünü İstemede Acele Edilmemelidir
Fıkıh âlimlerinin, hadis âlimlerinin, önceki âlimlerle sonraki âlimlerin çoğunluğunun görüşüne göre duâ etmek müstâhabdır. Allah Telalâ şöyle buyurmuştur: (Rabbınız buyurdu ki, bana duâ edip isteyin, kabul edip size vereyim.)
Yine Allah Tealâ

(Yalvararak ve gizlice Rabbinize duâ edin) buyurmuştur.
Bu konuda ayetler çoktur ve meşhurdur.
Sahih olan hadislere gelince bunlar ziyadesiyle bilinen şeylerdir, anla­tılmalarına da ihtiyaç yoktur.

İmam Ebu´l-Kasim El-Kuşeyrî (Radıyallahu Anh) Risale´sinde şöyle de­miştir:

Duâ mı, yoksa sükût ve rızâ mı daha faziletlidir? konusu üzerinde in­sanlar farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

Bir kısmı demiştir: "Duâ ibâdettir." diye geçen hadise dayanarak duâ daha faziletlidir. Çünkü duâ, Allah´a ihtiyacı göstermektir.

Bir kısmı da: Kaderin hükmü altında sükût etmek ve sönük olmak da­ha sağlamdır ve kaderin geçmiş hükmüne rızâ göstermek daha iyidir, de­mişlerdir.

Bir kısmı da şöyle demiştir: Duâ ve rızânın her ikisini bir araya getir­mek için, dil ile duaya ve kalb ile rızâya sahib bulunmalıdır.

Kuşeyrî şöyle demiştir: Vakıtlar değişiktir. Bazı hallerde duâ, sükûttan daha faziletlidir. Duâ etmek edeb olur. Bazı hallerde de sükut etmek, duâ etmekten daha faziletli olur. O zaman sükût etmek edebdir. Bu ancak içinde bulunan hal ile anlaşılır. Eğer kalbinde duaya bir işaret buluyorsa onun duâ etmesi daha iyidir. Eğer sükût etmeye bir işaret buluyorsa, o zaman sükût etmek daha iyidir. Şöyle demek de doğrudur: Bir iş ki, müslüman-ların onda payı olacaktır yahut Allah Tealâ´nm onda bir hakkı vardır (müslümanların selâmetini istemek yahut Allah´ın dinini ikame etmek gibi) o zaman duâ etmek daha iyidir; çünkü duâ ibâdettir. Eğer işde şahsi bir pay varsa, sükut etmek daha iyidir. Duanın şartlarından biri de yemeğin helâl olmasıdır. Yahya İbni Muaz EI-Razî şöyle derdi: ben günah işler halde sana nasıl duâ ederim? Kerim olduğun halde de sana nasıl duâ et­mem?

Kalbin huzur içinde olması da duanın edeblerindendir. İnşaallah delili gelecektir. Bazıları da demişlerdir ki, duadan maksad ihtiyacı göstermektir. Yoksa Allah Tealâ dilediğini yapar.

İmam Ebu Hamid El-Gaza!î İhya´sında şöyle demiştir:
Duanın edebleri ondur:
Birincisi: Arefe gününü, ramazan ayını ve cuma gününü, gece­nin son üçte birini ve seher vakitlerini, şerefli zamanlar oldukları için göz­etleyip seçmektir.

İkincisi: Bazı halleri fırsat bilip o hallerde duâ etmektir. Secde halinde, orduların karşılaşması zamanında, yağmur yağarken, namaz ikametinde ve ondan sonra duâ etmek gibi... Ben derim ki, kalbin yumuşaklığı halinde.

Üçüncüsü: Kıbleye yönelmek, iki eli kaldırmak ve duâ sonunda elleri yüze sürmek.

Dördüncüsü: Gizli ve aşikâr arasında sesi alçak tutmak.

Beşincisi: Taşkınlık haline dönüşen zorlama davranışlar yapmamaktır. En iyisi, Peygamber ve ashabından nakledilen duaları yapmaktır. Her­kes güzel duâ yapamayacağı için, taşkınlığa düşmesinden korkulur.

Âlimlerden biri şöyle demiştir: Zillet ve ihtiyaç dili ile duâ et, fesahat ve gösteriş dili ile değil. Denilir ki: Âlimler ve zâhidler yedi kelimeden fazla duâ yapmazlar. Bakara sûresinin sonunda Allah Tealânm buyurduğu şu âyet buna şahidlik etmektedir:

"Rabbimiz, bizi muahaze etme..."
Allah Tealâ hiç bir yerde bundan daha fazla kullarının duasından haber vermemiştir.
Bunun benzeri, İbrahim Sûresinde olan Allah Tealâ´nın şu sözüdür:
"Hani İbrahim demişti: Rabbim! Bu beldeyi emniyet ve güven yeri yap.."
Derim ki, âlimlerin çoğunluğunun görüşü, duâ konusunda kısıt­lama yapmamaktır. Yedi kelimeden ziyade duâ etmek de mekruh değil­dir. Doğrusu kayıdsız olarak duayı uzatmak müstahabdır.
Altıncısı: Yalvarmak, iç huzuru duymak ve korkmaktır. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:

"Bütün peygamberler hayırlara koşarlar, umarak ve korkarak bize duâ ederlerdi. Bize karşı da teslimiyet içinde itaatkârdırlar."
Yine Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Yalvararak ve gizlice Rabbinize duâ edin".
Yedincisi: Kesinlikle istemek ve duanın kabul edildiğine inanmak, iste­ğinin kabulünü doğrulamak. Bunun delilleri çoktur ve meşhurdur. Süf-yan İbni Uyeyne (Allah ona rahmet etsin) şöyle demiştir: Sizden hiç biri­nizi, kendi için bildiği günahı, duâ etmekten asla alıkonıasın; çünkü Al­lah Tealâ mahlûkatın en kötüsü olan İblis´in:

"Rabbim, insanlar dirilecekleri güne (kıyamete) kadar bana mühlet ver. Allah buyurdu: Sen mühlet verilenlerdensin." duasını kabul etmiştir.

Sekizinci: Duada ısrar etmek ve üç defa tekrarlamaktır. Duanın kabu­lünü acele istememektir.

Dokuzuncu: Allah Tealâ´mn ismini anarak duaya başlamaktır. Ben de­rim ki, Allah Tealâ´ya hamd ve senada bulunduktan sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem´e salât getirmek ve yine böyle başlangıçta ol­duğu gibi aynen duayı tamamlamak.

Onuncusu: Bu en önemlisidir ve duanın kabul edilmesinde esas ve asıl olandır. O da tevbe etmek, zulmü terk etmek ve Allah Tealâ´ya yönel­mektir.


Duanın Faydası ve Önemi

Gazali şöyle demiştir; eğer sorulursa; Allah´ın takdir ettiği hüküm geri çevrilmeyeceğine göre, duanın faydası nedir? Bil ki, Belâyı duâ ile geri çevirmek de kader cümiesindendir. Duâ, belânın geri çevrilmesi için ve rahmetin bulunması için bir sebebdir. Kalkanın, silâhı geri çevirmeye, su­yun, yeryüzünde nebatîn çıkmasına sebeb olması gibi. Duâ ile belâ da böy­ledir. Silâhı taşımamak, kaza ve kaderi itiraf etmenin şartından değildir. Allah Tealâ, şöyle buyurmuştur:

"(Mü´minler) tedbirlerini alsınlar, silahlarını takınsınlar."
Böylece Allah Tealâ işi takdir etti ve sebebini de takdir etmiştir. Duada söylediği­miz faydalar vardır. Anlattığımız fayda da kalb huzuru ve ihtiyaçtır. Bu iki haslet ibâdetin ve marifetin başıdır. Allah en iyisini bilendir.

İnsanın Salih Amelleri İle Allah Tealâ´ya Tevessül Ederek Duâ Etmesi

îbni Ömer´den (Radıyallahu Anhüma) rivayet edilen "Mağara arkadaşları" hadisinde şöyle anlatmıştır:

"Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem´in şöyle buyurduğunu dinle­dim:
"Sizden önceki ümmetlerden üç kişi, yola çıkıp yürüdüler. Nihayet bir mağarada barınıp gecelemek zorunda kaldılar ve oraya girdiler. Son­ra dağdan bir kaya parçası yuvarlanıp mağarayı üzerlerine kapadı. Ara­larında dediler ki, bu kayadan kurtulup çıkmanız için tek çare, yaptığınız amellerin en iyisi ile (tevessülde bulunarak) Allah Tealâ´ya duâ etmeniz-dir. Aralarından bir adam şöyle dedi: Allah´ım! Benim çok yaşlı ihtiyar ana-babam vardı. Onlardan önce ne aileme ve ne de mallarıma su ver­mezdim." Böylece İbni Ömer, onlar hakkındaki uzunca hadisi anlattı. Onlardan her biri salih ameli hakkında: Ya Rabbi, eğer senin rızam iste­yerek ben bu işi yapmışsam, içinde bulunduğumuz tehlikeden bizi kurtar, diye duâ etmişti. Onlardan her birinin duası sonunda o mağaradan bir kısım açıldı. Nihayet üçüncünün duası sonunda mağaranın tamamı açıldı ve çıkıp gittiler."
İmamlarımızdan El-Kadi Hüseyin ve başkası yağmur duası konusunda bu manayı taşıyan şu sözü söylemişlerdir: Darlık içine düşen bir adamın kendi salih ameli ile duâ etmesi müstahabdır. Bu geçen hadisi de delil gös­termişlerdir. Böyle amellere dayanarak duâ etmek üzerinde söz söyle­nebilir; çünkü bir nevi amele dayanarak istemek oluyor ki, bu da mutlak surette Allah Tealâ´ya ihtiyacı terk etmek demektir. Duadan asıl maksad ise ihtiyaçtır. Peygamber bu hadisi şerifi, o mağara arkadaşlarını övmek için buyurmuştur. Ancak Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem´in bu­nu anlatışı da, salih amele tevassül ile duanın doğru olacağına bir delil­dir. Başarı Allah´dandır.
Duâ konusunda selefden nakledilen sözlerin en güzeli, Evza´i´den ri­vayet edilendir. Allah Tealâ ona rahmet etsin, o şöyle demiştir:

İnsanlar yağmur duasına çıktılar. İçlerinden Bilâl İbni Sa´d kalktı son­ra Allah´a hamd edip senada bulundu. Sonra şöyle dedi: Ey hazır olan topluluk! Siz günahları ikrar etmiyormusunuz? Onlar evet ediyoruz, de­diler. Bunun üzerine Bilâl şu duayı yaptı: Allah´ım, senin şöyle buyurdu­ğunu dinledik:

"İyilik edenleri kınamaya bir yol yoktur." Biz günahları ikrar et­tik. Senin mağfiretin ancak bizim gibilere olur, (bizim gibilerden başka­sına olur mu?) Allah´ım bize mağfiret et, bize buyur ve bize yağmur ver. Böylece ellerini kaldırdı, insanlar da merhamet ellerini kaldırdılar. Sonra yağmura kavuştular.
Şairler bu mana üzerinde şiir söylemişlerdir: Günahkârım, çok yanılmışım; fakat afv geniştir.
Eğer günah olmasaydı, afv vaki olmazdı...


Duada Elleri Kaldırmak Sonra Onları Yüze Sürmek

Ömer İbnü´I-Hattab´dan (Radiyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki: "Resûlüliah Sallallahu Aleyhi ve Sellem duada ellerini kaldırdığı za­man, onları yüzüne sürmeden indirmezdi."


Duayı Tekrarlamak Mustahabdır

İbni Mes´ud´dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre: "Resûlül­iah Sallallahu Aleyhi ve Seîlem, üç defa duâ etmekten ve üç defa mağfi­ret dilemekten hoşlanırdı. "


Huzurlu Kalb İle Duâ Etmeye Teşvik Etmek

Açıklanmış olduğu üzere duadan maksad kalbin huzurudur. Bunun de­lilleri anlatılamayacak kadar çoktur. Bunu bildirmeye de gerek yoktur. Ancak bereketlenmemiz için bir hadis anlatacağım:

Ebû Hüreyre´den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki, Resûlüliah Sellallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

"Kabul edileceğine inanarak Allah´a duâ edin. Biliniz ki Allah Tealâ gafil olan dalgın bir kalbden duayı kabul etmez.
Müminlerin Arkasından Duâ Etmenin Fazileti
Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:

"Onlardan (muhacir ve ensardan) sonra gelenler, derler ki: Ey Rabbi-miz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla."
Yine Allah Tealâ
"Hem kendi günahın için, hem de mü´min erkek ve mü´min kadınlar için (Allah´dan) mağfiret dile."
buyurmuşlardır.
"Rabbimiz, beni ve ana-babamı ve mü´minleri hesaba durulacağı gün­de (kıyamette) bağışla)."
Yine Allah Tealâ Nuh peygamberden haber vererek şöyle buyurmuştur:
"Rabbim! Beni, ana-babamı, mü´min olarak evime gireni ve bütün mü´­min erkeklerle mü´min kadınları bağışla."
Ebu´d-Derdâ´dan (Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre, o Resû­lüliah Sallallahu Aleyhi ve Sellem´in şöyle dediğini dinledi: "Hangi bir müslüman kul, gıyabında kardeşine duâ ederse, muhakkak (görevli) me­lek: Ettiğin duâ kadar sana da var, der."
Yine Ebu´d-Derda´dan diğer bir rivayet şöyledir. Peygamber Sallalla­hu Aleyhi ve Sellem şöyle söylerdi: "Müslüman kişinin gıyabında karde­şine duası makbuldür. Başucunda görevli bir melek bulunur. Kardeşine her ne zaman bir hayırla duâ ederse ona görevli melek :
Âmin (Allah´ım kabul etsin), sana da o kadar olsun, der."
İbni-Ömer´den (Radıyallahu Anhüma) yapılan rivayetde Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "En çabuk kabul edilen duâ, gaibin gaibe duâsıdır."

Kendine İyilik Edene Duâ Yapılmasının Müstahab Olduğu Ve Yapacağı Duanın Şekli

Bu bölümle ilgili çok şeyler vardır ki, bunlar daha sonra kendilerine mahsus yerlerde gösterilmişlerdir. Bunların en güzeli Tirmizî´den yaptı­ğımız rivayettir:

Üsame İbni Zeyd´den (Radıyallahu Anhüma) rivayet edildiğine göre demiştir ki, Resûlüliah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Kime bir iyilik yapılır da, o iyiliği yapana: Allah sana mükâfat olarak hayır versin, derse teşekkürü tam yapmış olur."
Dili koruma bölümünde sahih olan Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sel-lem´in hadisinde şöyle buyurduğunu sonra anlatacağız.
"Size kim bir iyilik ederse ona karşılıkta bulunun. Ona karşılık olacak bir şey bulamazsanız, ona karşılıkta bulunduğunuza inanmcaya kadar ken­disine duâ edin."
Duâ İsteyen Duâ İstenenden Daha Faziletli Olsa Bile Fazilet Ehlinden Duâ İstemek Ve Şerefli Yerlerde Duâ Etmek Müstahabdır
Bil ki, bu bölümle ilgili hadisler bir araya getirilemeyecek kadar çok­tur. Bunda ittifak vardır. Buna en kuvvetli bir delil olarak da Ebû Dâvud ve Tirmizî´nin kitablarmda rivayet ettiğimiz hadisdir:

Ömer İbnü´I-Hattab´dan (Radıyallahu Tealâ Anh) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
"Ömre (haccı yapmak) için Peygamber Sallallahu Aley­hi ve Sellem´den izin istedim. İzin verip şöyle dedi: Ey kardeşciğim, du­andan bizi unutma. Peygamber (bana) bir söz söyledi ki, onun karşılığın­da dünya bana verilse, beni bu kadar sevindirmezdi."
Bir rivayette de şöyle demiştir:
"Ey kardeşciğim, bizi duana ortak yap.?"
Mükellef Olan Bir Kimsenin, Kendine,Çocuğuna, Hizmetçisine, Malına Ve Benzeri Şeylere Beddua Etmesi Yasaktır
Sahih bir isnadla Câbir´den (Radıyallahu Tealâ Anh) yapılan riva-yetde demiştir ki, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuş­tur:
"Nefisleriniz aleyhine duâ etmeyin. Çocuklarınız aleyhine duâ etme­yin. Hizmetçilerinizin aleyhine duâ etmeyin. Mallarınızın aleyhine duâ et­meyin. Yoksa Allah tarafından duanın kabul edilip ihsanda bulunulan bir vakte düşürmüş olursunuz da, sizden (o beddua) kabul edilir."
Bu hadisi Müslim, Sahih´inin sonunda rivayet etmiş ve orada şöyle demiştir: "Nefislerinizin aleyhine duâ etmeyin, çocuklarınızın aleyhine duâ etmeyin, mallarınızın aleyhine duâ etmeyin, yoksa Allah tarafından dua­nın kabul edildiği bir vakte uygun düşürmüş olursunuz ve (o bedduayı Allah) sizden kabul eder."

Duâ Eden Müslümanın Yahut Başkasının Dileği Kabul Edildiğine Dair Deliller

Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:

"Kullarım sana benden sorunca, ben rahmetimle yakınım duâ edenin duasını bana duâ yapınca kabul ederim."
Yine Allah Tealâ
"Bana duâ edin; duanızı kabul edeyim."
buyurmuştur.

Duanın Kabulünü İstemede Acele Edilmemelidir

Ubâde İbni´s-Sâmit´den (Radıyallahu Tealâ Anh) yapılan rivayetde Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
Allah Tealâ´ya yeryüzünde duâ eden hiç bir müslüman yoktur ki, onun istediğini Al­lah ona vermesin. Yahut ondan istediğinin karşılığı kadar kötülüğü kaldırır; günah şey istemedikçe yahut silâ-i rahmi kesmeyi dilemedikçe, Ce­maat içinden bir adam şöyle dedi: O zaman biz çok duâ ederiz. Peygam­ber (s.a.v): Allah´ın ihsanı çok daha fazladır.
El-Hâkim Ebu Abdullah bu hadisi Sahihayne dayanarak Müstedrek´-inde Ebu Said El-Hudri´den rivayet etmiş ve ona şunu ilâve etmiştir: "Ya­hut ona istediğinin karşılığını ahirette verir."
Ebû Hüreyre´den (Radıyallahu Tealâ Anh) yapılan rivayetde peygam­ber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz acele edip: Duâ ettim de, duam kabul edilmedi, demedikçe, onun duası kabul edilir."

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 4 Ocak 2010 17:41
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
KENCISii - avatarı
KENCISii
Ziyaretçi
30 Nisan 2008       Mesaj #2
KENCISii - avatarı
Ziyaretçi
Ayet ve Hadislere Göre Dua Etmenin Usul ve Adabı
Duâ, mutlaka kabul olunacak bir ibâdettir. Ancak duayı Peygamberi*mizin yaptığı ve bildirdiği şu şartlara uygun olarak yapmak lâzımdır:
Sponsorlu Bağlantılar
1- Vücud, helal kazançla alınmış, helal gıdalarla beslenmelidir.[3]
2- Abdestli olmalı, Kıbleye yönelinmeli ve eller semâya açılmalıdır .[4]
3- Duaya eûzü-besmele, ALLAH'a hamd ve Peygamberimize salât ve se*lâm İle başlanmalıdır.'[5]
4- Zulümler terkedilmeli ve tövbe edilmelidir.
5- Günahı gerektirecek isteklerde bulunulmamah ve acele edilmemeli*dir. Zîra, Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle müjdelemektedir: "Yeryüzünde ALLAH'a duâ eden her bir mü'minin ALLAH (c.c) (ya duasını kabul ederek) ona istediğini verir. Ya da isteğine eş değerde olacak bir kötülüğü ondan giderir. Veyahut âhirette karşılığını bulur..."[6] Duâ eden, duasının ya*rarını ya hayatında, ya da âhirette muhakkak görür.
6- Duâ ihlasla ve İsrarla yapılmalıdır. Zira; Resûlüllah (s.a.v.) üçer de*fa duasını tekrar ederdi. [7]
7- Diğer müslümanların aleyhine ve zararına isteklerde bulunulmama-lıdır. Ailesine, çoluk-cocuğuna ve malına beddua etmemelidir.[8]
8- İslama aykırı isteklerde bulunulmamahdır.
9- Duâ esnasında bağınp-çağırmamalı ve zoraki edebî sanat gösterile*rinde bulunulmamahdır. Baş göğe dikilmemeli, ALLAH'a yalvarman, O'-ndan korkarak ve umarak duâ edilmelidir. Ölüden, tekkeden, türbeden velîden değil bizzat ALLAH'tan istenmelidir.'[9]
10- Beş vakit farz namazın ardından yapılacak duâ ile gece yarısından sonra (seher vakti) yapılacak duâ müstecap olacak duaların başındadır.[10]
11- Ezanla farz namaz için getirilen ikâmetler arasında yapılan dualar, makbul dualardır.[11]
12- Namazda secdede iken yapılan dualar, makbul dualardır.[12]
13- Cuma günü yapılan dualar, makbul dualardır.'[13]
14- Ramazan geceleri, Ramazan ve Kurban bayramları geceleri, Mîraç, Berât ve Kadîr geceleri de duaların daha çok makbul olduğu vakitlerdir.
15- Mazlumun bedduası, misafirin duası ve ana-babanın çocuğuna du*ası makbul dualardır."[14]
16- Hastanın, oruçlunun iftar vaktindeki duası, ihramhmn duası ve bir müslümanın diğer müslüman, kardeşine gıyabında yaptığı dualar makul dualardır.
17- Kim, musibet, ve şiddet zamanında duasının kabul edilmesini se*verse, genişlik zamanında çok duâ etmelidir.'[15]
18- Peygamberlerden ve ashaptan nakledilen dualarla duâ edilmelidir.
19- Yukardaki şartlardan sonra yapacağı duanın mutlaka kabul oluna*cağı inancıyla canı gönülden, ihlasla duâ edilmelidir. Dalgın ve ne istedi*ğini bilmeyen bir kalble duâ edilmemelidir."[16]
20- Duaya başlarken olduğu gibi, bitirirken de ALLAH'a hamd ve resu*lüne salât ve selâm ile bitirilmelidir.
21- Duâ sonunda âmin diyerek eller yüze sürülmelidir.
Yukarıdaki izah ettiğimiz şekilde duâ edildiğinde Cenabı Hak, isteye*nin, duâ edenin ve kendisine yalvaranın duasını kabul edeceğini Kur'am Kerim'in Bakara Suresinin 186. ayetinde açıkça beyan etmektedir.
Kul, kendisine en yakın olarak ALLAH'ı bulmalı ve hiç unutmamalıdır...
Duanın kabulü ve ALLAH'ın rızasını almak için, hayatımızı İslam'a göre düzenlemeli ve yaşamalıyız ki, ALLAH'tan istemeye yüzümüz olsun...


Kaynakça

[3] İhn Kesir, Bakara: 168 tefsiri.
[4] Tirmizî, İbn Mâee. Ebû Dâvud.
[5] Süneni Tirmizî; Hno: 3473.
[6] R- Safihîn
[7] Ebû Dâvud. İbn Sünnî.
[8] Kur'am Kerim, A'raf Suresi: 55-56. R. Salihtn.
[9] Kur'am Kerim, Enbiya Suresi: 90. A'raf S üresi :55.
[10] Süneni Tirmizî: Hno: 3492. Müslim: Hno: 1880
[11] C. Sağîr: 2/17. Buhârî.
[12] C. Sağîr: f/52.
[13] İbni Mâce: Hno: 1137.
[14] Tirmizî: Hno; 7442.
[15] Tirmizi. Hâkim.cl-Müstedrek.
[16] Tirmizî. Tac 5/110.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
31 Aralık 2009       Mesaj #3
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
Duâ Âdâbı
Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-dan rivâyete göre Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurmuşlardır ki:
"Sakın sizden biriniz duâ ederken "Yâ Rabb, dilersen beni mağfiret eyle, dilersen bana merhamet eyle" demesin. İstediğini sağlamca ve kat'ıyyetle istesin. Çünkü Allah'ı şu veya bu işe zorlayabilecek hiçbir kudret yoktur." (1)
Yine Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-'dan rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurmuşlardır ki:
"Sizden herhangi biriniz" duâ ettim de kabul olunmadı" diyerek acele etmedikçe duâsı kabul olunur." (2)
Duâ eden duâsında ısrar etmeli, devam etmelidir. Her halde er veya geç müstecâb olur.
Bir de dünyâda müstecâb olmasa bile kul bunu yine kendi lehine bilip Allah'dan ümidini kesmemelidir. Duâ büyük bir ibâdet olduğu için âhırette de bir ecir ve sevâbı olur.
Duânın âdabı pek çokdur. Bu cümleden olarak:

1- Evvelâ abdestli bulunmak,
2- Bir namazdan sonra yapılmak,
3- Tevbe ve istiğfârını ve kemâl-i ihlâsını arzeylemek,
4- Kıbleye yönelmek,
5- Duâdan evvel Allah'a çokça hamd ü senâ etmek,
6- Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri'ne çokça salât ve selâm eylemek,
7- Duânın nihâyetini âmin ile bitirmek,
8- Duâda yalnız kendisini düşünmeyip bütün sâlihleri ve bütün mü'minleri duâya müşterek kılmak,
9- Bir hâcetini isterken ellerini semâya kaldırıp avuçlarını açarak duâ etmek,
10- Kıtlık; umumî sıkıntı ve felâketlerin def'i için ise ellerinin dışını semâya çevirerek duâ etmek ve Allah'a sığınmak,
11- Celb-i menfaat için yapılan duâların nihâyetinde ellerinin avuçlarını yüzüne mesh eylemek, def'-i mazarrat için yapılan duâlarda mesh edilmez.
12- Duânın asıl anahtarı ise helâl lokma yemektir.
Ebû Musa el-Eş'arî -radıyallahu anh-dan rivâyete göre Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri Hayber gazâsı'na giderken maiyyetinde bulunan ashab-ı kiram bir vâdiye vardıkta yüksek sesle tekbîr ve tehlîl ederek bağıra bağıra zikrullah etmeğe başladılar. Resûlullah -sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem- Hazretleri:
"-Kendinize rıfk u merhamet ediniz. Zîra siz ne sağıra, ne de gâibe duâ ediyorsunuz. Ancak her şeyi hakkıyle işiten ve size sizden yakîn olan Allah'a duâ ediyorsunuz. Ve Allahü Teâlâ Hazretleri siz nerede olursanız berâberinizdedir."
buyurdu. Yani; öyle kendinize bu derece bağırmakla zahmet vermenize hâcet yoktur. Cenâb-ı Hakk'a nisbetle hafî ve cehrî yapılan zikir müsâvidir.
Ebû Mûsâ diyor ki:
"O esnâda ben, Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hazretlerinin hayvanının arkasında Zât-ı risâletpenâhîleriyle birlikte beraberdim.

Ve lisânımla
Dua Etmenin Usul ve Adabı
diyordum.
Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Hazretleri bana hitâben:
- Ey Abdullah bin Kays' buyurdu. Ben de icâbetle:
- Lebbeyk yâ Resûllallah, dedim. Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hazretleri bana hitâben:
- Ben sana cennet-i a'lânın hazînelerinden bir hazîneye delâlet edeyim mi? buyurunca ben hemen:
- Babam ve anam sana fedâ olsun yâ resûlallah! Evet irşâd ediniz, dedim.
Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hazretleri:
Dua Etmenin Usul ve Adabı
"Ma'sıyetten sakınmak ve tâat ve ibâdetlerde kuvvet ve kudret ancak Allah Teâlâ Hazretlerinin tevfık-i Rab-bâniyyesi ve irâde-i Sübhâniyyesiyledir." (3)
buyurdu.
Yâni cümle âlemin müdebbir-i hakîkisi ve mutasarrıfı, hepsinin hâlikı olan Allah sübhanehu ve teâlâ-Hazretleridir, demektir.
Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz'e ve ehl-i Beyt'ine salât ve selâm da duânın en mühim âdabındandır.
Hadîs-i şerifte:
Dua Etmenin Usul ve Adabı
"Yapılan bir duâda, Muhammed -aleyhi's-salâtü ve's-selâm- ve ehl-i Beytine salât ve selâm edilmedikçe o duâ, makam-ı icâbete vâsıl olamaz."(4)
buyurulmuştur.
Duâ eden kimse, duânın başında, ortasında ve sonunda Peygamber Efendimize salât ve selâmı tekrar etmeli. Hulûs-i kalb, nezâfet, tahâret, istikbâl-i kıble, izhâr-ı tezellül, tazarru, enbiyâ ve evliyâ ile tevessül, günahkâr ve mücrim olduğunu ikrar ile tevbe ve istiğfar edip haram lokmadan ictinâb etmelidir. Bu sûretle yapılacak hayır duâların kabûlü hakkında şübhe etmemelidir.
Şunu da ilâve edelim ki:
Nâsın bâzısı her ne kadar Cenâbı-Hakk'ın kazâ ve kaderine rızâ gösterip sükût eylemeyi duâya tercîh etmişlerse de, muhakkik âlimlerin ekserisi, dünyâ ve âhiret işlerinin esbâbından müretteb olduğunu, müstecâb duâlar ise sebeblerden berî bulunduğunu beyân ile, duâyı terketmek, kazâya rızâ göstermek fikriyle bir şey yememek, şiddetli kışda elbise giymemek, hasta olunduğunda ilâç, muharebede silâh kullanmamak gibi bir takım meşru' olmayan hareketleri irtikâb etmek gibidir, demişlerdir.
Husûsiyle duâ izhâr-ı ihtiyâç, Cenâb-ı Hakk'a ilticâ olduğundan müstakıllen bir ibâdet makamına kaaim olacağından şu halde lisânen duâ eylemek ve kalben tazarruda bulunmak gerekmektedir.


Kaynakça
(1) Buhârî, Deavât, 21.
(2) Tirmizî, Deavât, 12.
(3) Buhârî, Megazî, 38.
(4) Buhârî, Megazî, 38.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
31 Mart 2011       Mesaj #4
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
DUANIN DİNİMİZDEKİ YERİ ve ÖNEMİ


Dua Nedir?

dua hands

Dua; Arapça bir kelime olup, seslenmek, çağırmak, yardıma çağırmak, yardım talep etmek, Allah’a yalvarmak, O’ndan dilekte bulunmak, O’na yakarmak, demektir.

‘Dua’ , küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya, âciz olandan güçlü olana doğru meydana gelen bir istek ve niyazda bulunmadır. Yani dua; Allah ile kul arasında küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya doğru işleyen bir istek ve yalvarmadır.

Kavram olarak ‘dua’, kulun Allah’a sığınma ve yakarışını, Allah’ın yüceliği karşısında kulun güçsüzlüğünü itiraf etmesini, sevgi ve saygı duyguları içerisinde lütfunu, yardımını ve affını dilemesini ifade eder. İnsan; ihtiyacı olan herhangi bir şeyi elde etmeye istekli olmasına rağmen ona ulaşmada âciz, güçsüz ve yetersiz olduğunu, Rabbinin ise duasını işiteceğini ve isterse ihtiyacını gidereceğini bilir. Çünkü insan; fâni, sınırlı, zayıf, arzu ve ihtiyaçlarla kuşatılmış bir varlık olarak yaratılmıştır. Allah ise; yaratıcıdır, gücü sonsuz, rahmeti geniş ve iyilikleri boldur. “Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye lâyık olan ise yalnızca O’dur.” (Fâtır, 35/15) meâlindeki âyetin de işaret ettiği gibi dua; insanın Allah karşısında kendi küçüklüğünün ve çaresizliğinin bilincinde olarak O’ndan bir şeyler istemesidir.

‘Dua’da asıl hedef kulun kendi durumunu Allah’a arz etmesi (sunması) olduğuna göre; bu, kul ile Allah arasındaki bir ilişkidir. Bu ilişkide kul, kendini yaratan ve rızık veren Rabbine halini arz eder, acizliğini, güçsüzlüğünü dile getirir, hatalarını ve eksikliklerini iletir; bunun karşısında o Yüce Makam’dan yardım, af ve merhamet, güç ve destek ister. Bu durum, kulun Allah’a bağlılığı ve teslimiyetidir.1

Dua, ibadetin en büyüğüdür. Nitekim hadiste de Peygamber Efendimiz (s.a.s.): اَلدُّعَاءُ هُوَ الْعِبَادَةُ “Dua ibadetin tâ kendisidir.” veya اَلْدُّعَاءُ مُخُّ الْعِبَادَةِ “Dua ibadetin özüdür, iliğidir.”2 buyurmaktadır. Bu açıdan dua ederken, sanki namaz kılıyor gibi tam bir bağlılık ile kendimizi vererek dua etmeliyiz. Zaten şu ayet de bu duruma işaret etmektedir: “Rabbinize için için yalvararak, başka nazarlardan uzak, gizlice dua edin.” (A’raf, 7/55)

Evet dua, ibadetin özü, kulluğun bir parçasıdır. Duası olmayan kimsenin Allah nazarında değeri yok tur. Çünkü ayet-i kerimede, dua etmeye tenezzül etmeyen kâfirlere hitaben, mü’minlerin onlar gibi olmaması istenerek açıkça şöyle buyurulmaktadır: “De ki: “Duanız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin ki?” (Furkan, 25/77)

Burada dikkat çekilen husus, dua etmeyenlerin değersizlikleri ve Allah katında onların önemsenecek bir taraflarının olmadığıdır. İster insan olsun ister hayvan, bütün varlıklar, kendilerine has bir dille dua ederler. Ancak hal dili ile dua etmek ve fıtrat diliyle Allah’ı anmak, daha çok hayvanlara ve dilinden anlamadığımız diğer varlıklara aittir. Bildiğimiz ve anladığımız bir dille dua etmek ise sadece insanlara ve cinlere mahsustur.

Bu yüzden özellikle, insan hayatında duanın önemli bir yeri vardır. İnsan bilerek veya bilmeyerek, günün her saatinde, hatta her anında, azaları ve organlarının diliyle dua etmektedir. Bilinçli olarak, kasten yapılan dua ise, bir ibadet olmasının yanı sıra birtakım rahatsızlıklardan da kurtulmaya vesile olmaktadır.3

Duada esas olan, kulun Allah’a muhtaç olduğunu, O’ndan başka çaresi olmadığını bilmesidir. Zaten en çok kabul edilmeye yakın olan da, bu tür dualardır. Yani çok zor bir durumda, adeta denizin ortasında kalmış da her şeyin bittiği anda Allah’a yalvarıyor gibi yalvarmak duaların en makbulüdür.


Duanın Mahiyeti Nedir?

dua3ki2

Dua’ mü’minler için bir ibadettir. Allah’ı Rab bilip O’nun önünde secdeye kapananlar, ihtiyaçlarını Allah’a bildirirler ve O’ndan yardım dilerler. Nitekim Fatiha sûresinde sürekli “Yalnız Sana ibadet eder, yalnız Senden medet umarız.” derler.

Dua etmeyi önemsemeyenler, ibadeti önemsemeyenlerdir. Bu gibi kimseler, kibirli kişilerdir. Ancak kibirliler, yani kendilerini üstün makamda görenler, Allah’tan bir şey istemeye tenezzül etmezler. Böyle bir anlayış şüphesiz ki sapıklığın ve azgınlığın ta kendisidir.

Esasen insan güçsüz olduğu için başkasının yardımına muhtaçtır. Sıkıştığı zaman birilerinden yardım ister. Ancak insanın öyle ihtiyaçları olur ki, başkalarının onu karşılaması mümkün değildir. İşte böyle bir noktada Allah’a inanmayan inkârcılar ve O’na ortak koşan müşrikler bile ortak koştukları tanrılarını bir tarafa atar ve Âlemlerin Rabbi Allah’tan yardım isterler:

“İnsan bir sıkıntıya mâruz kalınca gerek yan yatarken, gerek otururken veya ayakta iken, Bize yalvarıp yakarır. Fakat Biz sıkıntısını giderdik mi, sanki uğradığı dertten dolayı Bize yalvaran kendisi değilmiş gibi eski haline geçip gider. İşte (hayat sermayelerini boşuna harcayıp) haddini aşanlara, yaptıkları işler, kendilerine böyle süslenmiş, hoşlarına gitmiştir.” (Yunus, 10/12)

İlk insandan günümüze kadar bütün insanların hayatında ibadet ve dua sürekli gündemdedir. Her insan hak veya batıl mutlaka bir dine inanır. Allah’a inananlar Allah’ın, Allah’ı unutanlar ise ilâh diye inandığı bir şeyin önünde ibadet eder, ona sığınır, ondan yardım ister, ya da ondan korkar. Dua etmek de bu tapınmanın bir parçasıdır. İster Müslüman olsun, ister gayrimüslim olsun; kimileri rahata kavuşunca, kendini güçlü hissedince dua etmekten kaçınır. Bu gibilerin hayatında duanın yer almaması işin aslını değiştirmez. Onlar da dara düşünce sığınılacak ve yardım istenecek bir kucak ararlar.


Duanın Hakikati Nedir?

Duanın hakikati, kulun Rabbinden yardım dilemesidir. İstenilen varlık, her zaman isteyenden üstündür. Kul, isteyen makamında olduğu için, âcizliğini, fakirliğini ve perişanlığını Allah’a arz etmeli ve dua ederken bu makamda olduğunu unutmamalıdır. Muhtaç olduğunu sevgi ve saygıyla Allah’a sunmalıdır.

İnsan, yeryüzünde sürdürdüğü hayatında hangi konumda olursa olsun, -zengin, fakir; yüksek makamların sahibi, makamsız; çevresi geniş veya kimsesiz- her an duaya muhtaç bir varlıktır. Bu, her yönümüzle sınırlı ve zayıf bir yaratık olmamızın sonucudur. Bütün insanlar, duaya aynı oranda muhtaçtır. Ama herkes için duaların ve isteklerin mâhiyeti farklı olabilir. Biz, fakir kimselerin zenginlerden daha çok duaya muhtaç olduklarını zannedebiliriz. Aynı şekilde çevresi kalabalık, adamları çok olan kimselerin, yalnız insanlardan daha az duaya ihtiyaç duyabileceklerini de sanabiliriz. Eğer biz böyle düşünüyorsak, duayı anlamamış sayılırız.

Mesela; fakir bir insan düşünün. Ellerini açmış, Allah’ın “Rezzâk-Bol bol rızık veren” ismini anarak rızkının genişletilmesini istiyor. Bu noktada zengin insanın dua etmesine gerek yok diyebiliriz. Halbuki bu noktada, zengin insan da ellerini açıp “Ya Rabbi, beni, zenginliğinden dolayı Sana isyân eden ve sonra da helâk olan Kârûn gibi şımartma. Bana vermiş olduğun nimetlerin şükrünü edâ etmeyi nasip eyle.” diye dua etmelidir. Görüldüğü gibi, her ikisi de duaya muhtaçtır. Hatta bize duaya daha az ihtiyacı var gibi gözüken zenginlerin, belki de fakirlerden daha çok ihtiyacı vardır. Çünkü varlıkla imtihan edilmek, yoklukla sınanmaktan daha zor ve tehlikelidir. Çünkü;

“Hayır! Rabbinin bunca nimetlerine rağmen kâfir insan kendisini ihtiyaçsız zannetti diye azar.” (Alak, 96/6-7)


“Ey insanlar! Siz hepiniz Allah’a muhtaçsınız. Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, her türlü övgülere ve hamdlere lâyık olan ise ancak Allah’tır.” (Fâtır, 35/15) âyetleri, herkesin Allah’a muhtaç olduğunu ve zengin insanların da azmaması için duaya ihtiyaçlarının olduğunu gösteriyor.

Resûlullah Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah buyurdu ki: ‘Ey kullarım! Hepiniz açsınız; ancak Benim yedirdiklerim hâriç, onlar toktur. O halde sizi yedirmemi isteyin ki, yedireyim. Ey kullarım! Benim giydirdiklerim dışında hepiniz çıplaksınız; o halde sizi giydirmemi isteyin ki, giydireyim. Ey kullarım! Sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz, cinleriniz ve insanlarınız, yüksek bir yerde toplansalar da hepsi Benden (ayrı ayrı şeyler) isteseler, Ben onlardan her birine isteğini versem; bu, Benim yanımdaki (hazine)lerden ancak denize daldırılan bir iğnenin (sudan) eksilttiği kadar eksiltebilir.”4

Demek ki insan ne kadar güçlü ve zengin olursa olsun, Allah karşısında kendini yoksul görmeli. Zaten insan, kendini yoksul görmezse Allah’tan istemenin bir anlamı olmaz.


Dua’nın Hedefi Nedir?

adsz 2

İslâm’a göre duanın ibadet olarak apayrı bir yeri vardır. İslâm’a göre dua, bir psikolojik rahatlama aracı değildir. Hele hele bazılarının zannettiği gibi işleri, görünmeyen bir İlâh’a havale etmek hiç değildir. Dua, bir korkunun, bir endişenin, bir ürpertinin sonucunda bir sığınma, o ürpertiden kurtuluş arzusu da sayılamaz. Eski dinlerde olduğu gibi kızgınlığından ve kötülüğünden kurtulmak üzere ilâhlara el açmak da değildir.

Dua bir iman, bir aksiyon, bir çaba ve uyanıştır. Allah’ı ve O’na ait hâkimiyeti, ilâhlığı tanıma, itiraf etmedir. Hayatın gayesini idrak etme, yaşayışı programa koyma, ilerisi için hazırlık yapma, din için çalışmaya azmetme, toparlanma ve eksikliklerini gidermedir.

Dua, Allah’tan sürekli bir istemedir. Bu isteme mü’min için inanç, Müslüman olmanın bir işareti, bir hayat hedefidir. O, Allah’ın bitmez-tükenmez hazinelerini, iyi bir mü’min olma uğruna ister, onların yeryüzüne inmesini niyaz eder.

Duanın ana hedefi insanın Allah’a halini arz etmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre dua kul ile Allah arasında bir diyalog anlamı taşır. Bunun gerçekleşmesi için önce Allah insanı kendi varlığından haberdar etmiş, insan da varlığını benimsediği bu yüce kudret karşısında duyduğu saygı ve ümit hisleri sebebiyle kendisinden daha üstün olanla irtibat ihtiyacını duymuştur. Dua böyle bir irtibat neticesinde insanın bir taraftan kendi ihtiyaç ve eksiklerinin telâfisini, diğer taraftan daha mükemmele ulaşmasını hedefleyen bir diyalog vasıtasıdır. Bir başka söyleyişle dua sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir köprüdür. Bu sebeple insan, tarihin hiçbir döneminde duadan uzak kalmamıştır.


Dua, Allah’ın Emri midir?

İnsan, karanlık gecelerde, aydınlık gündüzlerde, yazda-kışta, dağda-ovada, köyde-şehirde, her nerede ve ne zaman olursa olsun daima kendisiyle beraber olan âlemlerin Rabbi’ne muhtaçtır. Bundan dolayı mü’min, yalvarılacak ve kendisine sığınılacak olarak yalnız Allah’ı bilir, O’nu tanır ve O’ndan başkasına boyun eğmeyi O’na vefasızlık sayar. O bilir ki,

-“Rabbinize için için yalvararak, başka nazarlardan uzak, gizlice dua edin. Gerçekten O, haddi aşanları hiç sevmez. Düzeltilmiş olan ülkeyi ifsat etmeyin, karıştırıp bozmayın. Hem endişe, hem de ümit ile O’na yalvarın. Muhakkak ki Allah’ın rahmeti iyi kimselere yakındır.” (A’raf, 7/55-56),

-“En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na onlarla (o güzel isimlerle) dua edin” (A’raf, 7/180),

-“Kâfirlerin hoşuna gitmese de siz, dini yalnız Allah’a halis kılarak O’na yalvarın.” (Mü’min, 40/14),

-“.. Bana dua edin, size icabet edeyim (duanıza cevap vereyim).” (Mü’min, 40/60)
buyurarak kendisine dua edilmesini emreden Allah (c.c), kapısına gelip kulluğunu ilan eden ve kendisine el açıp yalvaranları huzurundan boş çevirmeyecektir.


Duanın Önemi Nedir?

cami dua

Her konuda Rabbine muhtaç, âciz ve güçsüz olan kula düşen görev, güçsüzlüğünü bilerek Rabbine dua etmesidir. Mü’minlerin Allah’a dua etmelerini emreden bizzat Rabbimizdir. Kur’ân şöyle diyor: “Rabbiniz buyurdu ki: “Bana dua edin ki size karşılık vereyim. Zira Bana ibadet, yani dua etmeyi kibirlerine yediremeyenler, aşağılanmış ve rezil olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min, 40/60)

Kur’ân dua ile başlayıp, dua ile son bulur. Fâtiha sûresi kısa ve özet bir duadır. İnsan-Allah ilişkisinin bütün boyutları bu kısa sûrede özetlenmiştir. Bu yüzden Fâtiha sûresi, namaz ibadetinin temel gereklerinden biri olarak her rekatta okunduğu gibi, namaz dışında da en çok okunan dua olmuştur. Fâtiha sûresinin fazîletiyle ilgili Peygamber Efendimiz’in pek çok hadisi vardır. Aynı şekilde Kur’ân’ın son iki sûresi de birer dua olup, namazlarda ve namaz dışında okunması Sevgili Peygamberimiz tarafından tavsiye edilmiştir.

Bazı insanlar kendilerinin Allah’a muhtaç olmadıklarını düşünürler. Onlar, kendilerini güçlü sanan kibirli kimselerdir. Böyle kimseler Allah’a dua etmeyi lüzumsuz sayarlar, buna ihtiyaçları olmadığını sanırlar. Âyette, dua ile ibadet kavramlarının beraber anılması da önemlidir. Buna göre dua, ibadetin bir parçasıdır ve birbirlerini bütünler.

Rabbimiz, kullarına yakın olduğunu, dua edenlerin dualarına karşılık vereceğini, insanların O’nun çağrısına uymaları gerektiğini haber veriyor.5

Allah, kendisine ibadet ve dua eden kullarına yakındır. Bu yakınlık elbette mecazi olup, Allah’ın kulun ibadet ve duasına önem verdiğini, bunları boşa çıkarmayacağını, dua ve ibadette bulunan kulun derecesinin yüksekliğini ifade eder. Allah (c.c.), dua eden, kendisinden isteyen, kendisine başvuran, âcizliğini, yetmezliğini idrak eden, bağışlanma dileyen kulunu sevmektedir. Çünkü dua etmek, bir anlamda Rabbe itaat ve boyun eğmektir, O’nun yüceliğine iman etmektir, O’nun her şeye gücünün yettiğini itiraf etmektir. Kulun bu şekilde davranması iman ve teslimiyettir. Dua etmeyen kulların Allah katında bir değeri yoktur: “De ki: Duanız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin ki?” (Furkan, 25/77)

Bir insanın Allah’a iman ettiğini gösteren önemli alâmetlerden bir tanesi de duadır. Dua eden insan, kendisinin âciz ve zayıf bir kul olduğunu, istediklerini kendi başına yerine getiremeyeceğini ve bunları ancak kendisine Allah’ın verebileceğini kabul etmiş olur. Dua, Allah’a kul olmanın en saf, en temiz, en samimi ifadelerindendir. Kuran’da da mü’minlerin temel vasıflarından birinin “sabah akşam sabrederek Allah’a dua etmek” olduğu şöyle haber verilir: “Rablerine, sırf O’nun rızasını ve cemaline kavuşmayı umdukları için, sabah akşam yalvaranlarla beraber, sıkıntılara karşı candan sabret.” (Kehf, 18/28)

İslâm’da dua’nın önemine ve ibadet olarak faziletine dair birçok âyet ve hadis vardır. Bu âyet ve hadislerde dua etmenin önemi, ne zaman, nasıl ve hangi yöntemlerle dua edileceği, kimlerin duasının kabul olunacağı, hangi kelimelerle dua etmenin daha iyi olacağı, duanın kulun hayatına getireceği şuuru, rahatlığı, dua ile Allah’ın yapacağı bağışları görebiliriz.


Her Zaman mı Dua Etmeli?

İnsan kendini müstağnî görmeye, yani kendini kendine yeterli görmeye başladığı zaman, Allah’tan uzaklaşmaya başlamış demektir. Çünkü dua insanın kendi kendine yetmediğinin göstergesidir.

Sosyal hayatımızda emir, tavsiye ve ricalarını pek yerine getirmediğimiz, bu konuda önem vermediğimiz bir kimseye günün birinde işimiz düşse, kendisine gidip işimizi halletmesini rica etsek, o bize şöyle demez mi? “Hangi yüzle geldin? Sen benim dediklerimi yerine getirdin mi ki, ben de seninkileri yerine getireyim?”

“Ey İman edenler! Eğer siz Allah’a (yani O’nun dinine) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder. Ayaklarınızı sâbit tutar, kaydırmaz.” (Muhammed, 47/7)
Allah’a yardım etmek, O’nun dinine hizmet etmek ve isteklerini yerine getirmektir. Biz Allah’ın dinini yaşar ve hayatımızı O’na göre tanzim edersek, İslâm yolunda çalışırsak Allah da bizi gözetir. Allah’ın helâllerini helâl, haramlarını da haram kabul etmez ve hayatımızı rastgele sürdürürsek, dualarımızı hangi yüzle yapacağız? Bu, hiç samimiyetle bağdaşır mı?

Dünya hayatında, günü geldiği halde borcumuzu ödemediğimiz bir şahsın kapısının önünden geçmeyiz. Hatta onun evine, dükkânına yakın yerlerde dahi dolaşmayız, kaçınırız, belki karşımıza çıkar diye. Kulluk borcumuzu ödemediğimiz ve isteklerini yerine getirmediğimiz bir zâtın mülkünde dolaşırken de benzer duygular içinde mahcûbiyet duymalı ve dua edip bazı isteklerde bulunmak için O’nunla aramızı devamlı sıcak tutmalıyız.

Yine çoğu zaman yaptığımız gibi, sadece sıkışık anlarımızda ve çaresiz kaldığımızda el açıp ‘Ya Rabbi!’ diyoruz. Diğer zamanlarda Allah’a ihtiyacımız yok zannediyoruz. Hâlbuki insanın Allah’a muhtaç olmadığı bir saniyesi bile yoktur. Nedense insan sanki sadece darda kaldığı anlarda Allah’a muhtaç olduğunu zannederek dua eder. Oysa o her an muhtaç olduğunun şuurunda olmalıdır. İşte bu noktada şuuru yakalamış olmak, hayatın rahat zamanlarında da dua etmeyi gerekli kılar. Zaten duanın aynı zamanda bir ibadet ve kulluk olduğunu söylemiştik. Kulluk ise süreklidir. O halde dua da sadece dar zamanlarda yapılmamalıdır. “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et.” (Hicr, 15/99) Rahat olduğumuz zamanlarda yapacağımız dualar darda kaldığımız zaman yapacağımız duaların kabul edilmesini kolaylaştırır. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulur: “Kim zor ve sıkıntılı zamanlarında dualarının kabul edilmesini istiyorsa, rahat zamanlarında çok dua yapsın.”6


Allah’ın Dinine Hizmet Edenler de Dua Etmeli midir?



dua25de

Allah’ın dinini tebliğ eden, yani başkalarına anlatan bir kimsenin dua yanı önemlidir. O kimse, sözlerinin tesirli olmasını ancak Cenâb-ı Hak’tan bekler. Mülk sahibi O’dur. Kalbler O’nun kudret elindedir.

Evet, en güzel ve büyüleyici ifadelerin dahi tesir etmediği nice insanlar vardır ki; onlar, yürekten ve candan yapılan dualarla hidayete ermişler, Müslüman olmuşlardır. Dua mü’minin silahı olduğu gibi, tebliğ adamının da ilk ve son sığınağıdır. O, evvela kendilerine İslâm’ı anlatacağı kişilere dua eder, sonra da söyleyeceklerini söyler. Böyle yapması, hiçbir zaman onun akıl ve mantık zemininden ayrılması anlamına gelmez. Aksine her ikisinin de yerini çok daha iyi anlama ve kavrama mânâsına gelir. İslâm’ı anlatma ve tesirde duanın ne müthiş bir tesiri olduğunu gösteren bir-iki misal:

Allah Resûlü (s.a.s.), insanların hidayeti için dine uygun olan her yolu denemiştir. Ama, duayı da hiçbir zaman elden bırakmamıştır. Mesela O, Hz. Ömer’in (r.a.) hidayeti için daima dua edip durmuş ve nihayet bir gün, hem de hiç ümit edilmeyen bir zamanda Allah (c.c.), Hz. Ömer’e (r.a.) hidayet nasip etmiştir. Buna, Allah Resûlü’nün (s.a.s.) duasının bereketi denebilir.

Yine bir gün Ebu Hureyre (r.a.), Allah Resûlü’ne (s.a.s.) gelerek annesi için dua talep etmiştir. Çünkü o güne kadar kadının gönlüne bir türlü İslâm yol bulup girememiştir. Ebu Hureyre’nin isteği üzerine Allah Resulü (s.a.s.) ellerini açar ve: “Allah’ım Ebu Hureyre’nin annesine hidayet et.” diye dua eder. Ebu Hureyre sevinerek mescitten çıkar ve koşarak eve gelir.. tam kapıyı açacağı sırada içeriden annesi Ebu Hureyre’ye, “Olduğun yerde kal, içeriye girme.” der. Ebu Hureyre (r.a.) kapının önünde beklerken kulağına bir su sesi gelir. O, ihtimâl annem yıkanıyor diye düşünür. Biraz sonra da bu yaşlı kadın kapıyı açar ve dışarıya çıkar, kelime-i şehadet getirir ve Müslüman olur. Evet, Ebu Hureyre (r.a.) yanlış duymuyordu. Annesi kelime-i şehadet getiriyor ve Müslüman olduğunu müjdeliyordu. O güne kadar hidayete ermesi için onca uğraşılan bu kadına da Allah Resûlü’nün (s.a.s.) duası yetivermişti.


Sadece Belâ ve Musibet Anlarında mı Dua Etmelidir?


Dua Etmenin Usul ve Adabı

Bir Müslüman’ın, sadece belâ ve musibet anlarında dua edip, daha sonra duayı terk etmesi doğru değildir. Çünkü böyle bir durum, Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan kâfirlerin durumuna benzemektedir. Kâfirler, sıkıntıya düşünce yana yakıla Allah’a kendilerini kurtarması için dua ettikleri halde, sıkıntı geçince Allah’a duayı terk ettikleri gibi, O’na şirk koşmaya başlarlar. Bir Müslüman olarak biz de aynı duruma düşmemeliyiz.

Allah’ın izniyle biz günlük duamızı okur ve devam edersek Kur’ân’da anlatılan kâfirlere benzememiş oluruz. Onun için boş kaldığımız anlarda dudaklarımız devamlı dua ile kıpırdamalıdır.

Bu hususta Hz. Yunus’un hali bize örnek olmalı. Yunus (a.s.), kavminin kendisine inanmaması sonucu, geçmiş kavimleri helak eden bir kısım bela emareleri zuhur edince, bulunduğu beldeden, Allah’tan açık bir emir almadan ayrılmış ve yüklü bir gemiye binmişti. Geminin yükü fazla olduğundan gemi taşıyamamış, yolculardan birini denize atmak gerekmişti. Atılacak kişinin tespiti için gemidekilerle kur’a çekti. Kur’ân’ın ifâdesiyle “Kur’a çekti, (kur’a kendisine isabet ettiği için) yenilenlerden oldu. Yunus (a.s.) yaptığından ötürü pişman bir vaziyette iken balık onu yutuverdi.” (Sâffât, 37/141-142).

Hz. Yunus (a.s.), iç içe üç karanlık içinde Rabbine dua etti; deniz, gecenin karanlığı ve balığın karnı. Yunus(a.s.) duasında; لَا إِلَهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنْ الظَّالِمِينَ “Senden başka ilah yoktur. Sen bütün eksiklerden uzaksın, yücesin, ben zâlimlerden oldum” (Enbiyâ, 21/87) diyerek yalvardı. Yüce Allah da; “Biz de onun duasını kabul ettik ve onu tasadan kurtardık. İşte biz, inananları böyle kurtarırız” (Enbiyâ, 21/88) diyerek cevap verdi.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, Yunus(a.s.)’ı kurtarmasının sebebini onun rahatlık ve bolluk anında da Allah’ı çok zikretmesi olduğunu bildirdi: “Eğer (rahatlık ve bolluk anında da) tesbih edenlerden olmasaydı, (insanların) diriltilecekleri güne kadar onun (balığın) karnında kalırdı” (Sâffât, 37/143-144).

Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), bir hadislerinde; “Kederli, hüzünlü bir kimse, kardeşim Yunus gibi dua ederse, Allah onun duasına cevap verir. O dua da لَا إِلَهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنْ الظَّالِمِينَ duasıdır.”7 Öyleyse, “Sıkıntılı anında Allah’ın, duasını kabul etmesi kimin hoşuna gidiyorsa, rahatlık ve bolluk anında Allah’a çok dua etsin.”8

Kişi bolluk ve mutluluk zamanında Allah’a dua etmeye devam ederse, daha sonra başına şiddetli belâ ve musîbetler geldiğinde yine Rabbine dua ettiği zaman melekler; “Ya Rabbi! Bu ses, tanıdık bir kuldan ve tanıdık bir ses. Allah’ım, onun duasını kabul et” derler. Bundan dolayı bazı büyük kimseler şöyle dua etmişlerdir:


اللهُمَّ اِنِّي اُمِرْتُ بِالدُّعَاءِ وَ وُعِدْتُ بِالاِجَابَةِ وَ قَدْ سَاَلْتُكَ كَمَا اَمَرْتَنِي فَاسْتَجِبْ لِي كَمَا وَعَدْتَنِي
“Ya Rabbi! Bana dua etmem emredildi ve duama cevap verileceği de vaat edildi. Senin emrettiğin gibi sana dua ediyor ve senden istiyorum. Vaat ettiğin gibi duama icâbet et.”

Prof. Dr. Davut AYDÜZ
* Sakarya Üniv. İlahiyat Fak. Öğrt.Üyesi

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
1 Ağustos 2011       Mesaj #5
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Duanın kabulü için 33 vesile:

1-Taharet:
• Beden temizliği yapılmalı.
• Elbise temiz olmalı.
• Oturulan yer temiz olmalı.

2-Helale Riayet:
• Helalinden yemeli.
• Helalinden giymeli.
• Helal yerde oturmalı.

3-Günahları terk:
• Günahı terk etmeli.
• Günaha bir daha dönmemek üzere azmetmeli.
• Günahlara pişman olup nedamet duymalı.
• Günahımızı hatırlayınca onu kerih görmeli.
• Günahımızı hatırlayınca ağlamalı.

4-İstiğfar:
• Yaptığımız günahlara istiğfar etmeli.
• Yapmamız gerekirken yapmadıklarımıza da istiğfar etmeli.

5-İhlâs:
Samimi bir kalple, ALLAH için dua etmeli, niyetimiz halis ve iyi olmalı. Niyetin düzgün olması duanın kabulü için şarttır.

6-İhsan:
ALLAH (c.c.) bizi görüp gözettiğini düşünerek dua etmeli.

7-Huşu:
Allah’tan korkarak, ürpererek, onun büyüklüğünü ve azametini tefekkür etmeli.

8-Tevazu ve Tezellül:
Acizliğimizi bildirerek, aciz olduğumuzu düşünerek tam bir tevazu ile dua etmeli.

9-Takva:
Allah’tan hakkıyla korkarak ve günahlardan ve şüphelilerden uzak durarak dua etmeli.

11-Sünnete Riayet:
En küçük bir sünneti dahi terk etmeden dua etmeli ve sünnete titizlikle riâyet etmeli.

12-Sabır:
Allah’ tan gelen her şeye sabretmeli ve Sabırla dua etmeli.

13-Kul Hakkına Riayet:
• Üzerimizde hiçbir hak olmamalı.
• Üzerimizde hiçbir borç bulunmamalı.
• Teslim edilmesi gereken emanet kalmamalı.
• Hiçbir kalbini kırdığımız kimse olmamalı.
• Komşu hakkına riayet etmeli.
• Arkadaş hakkına riayet etmeli.

14-Anne ve Babanın Rızasını Kazanmak:
Onları memnun etmeli, sevgilerini kazanmalı, Dualarını almalı, haklarına riayet etmeli.

15-Sılayı Rahim:
• Akraba haklarına riayet etmeli.
• Onları ziyareti ihmal etmemeli.
• Onların da dualarını almalı.

16-Sadaka Vermek:
Yetimlere, fakirler Ve ihtiyaç sahiplerine yardım etmeli.

17-Oruç Tutmak:
Oruçlu olanın duası süratle kabul olur. Özellikle fazileti büyük olan günleri seçmeli.

18-Duanın Vaktine Riayet:
Duaların kabul olduğu vakitlerde dua etmeli.

19-Edebe Riayet:
• Güzel ahlak sahibi olmalı.
• Duada edebe riayet, usule riayet etmeli.

20- Duada Sebat:
Dua etmekten usanmadan ısrarlı ve sebatlı olmalı. Ümitsizliğe kapılmamalı. Allah’a tam tevekkül etmeli.

21- Müstecap olan duaları okumalı.

22- Tevessül:
• Peygamberimiz S.A.V (S.A.V.) ve Ehlibeyt’le tevessül etmeli.
• Sahabe ile tevessül etmeli.
• Velilerle tevessül etmeli.
• Amel ile tevessül etmeli.
• Tevessül edilmesi caiz olan şeylerle tevessül etmeli.
• Kuran ile tevessül etmeli.

23- Kuran Okumak:
Kuran, da fazileti büyük olan Sûre ve Âyetler’le dua etmeli.

24- Peygamberlerin duaları’yla dua etmeli.

25- Peygamberimizin (s.a.v)’in duaları’yla ve büyük velilerin duaları’yla dua etmeli.

26- Salâvat:
• Duadan önce salâvat okumalı.
• Duadan sonra salâvat okumalı.
• Fazileti büyük salâvatlarla dua etmeli.

27- Âlimlerin seçtiği dualarla dua etmeli.

28- Namaz kıldıktan sonra dua etmeli.

29- Farzların ardından dua etmeli.

30- Kurban Kesmek:
Gücü yeten kurban kesip fakir fukaraya dağıtmalı veya yedirmeli. bunlarda duanın kabulüne vesiledir.

31- Hayır Dua Almak:
• Büyüklerin duasını almalı.
• Anne ve Babanın duasını almalı.
• Velilerin duasını almalı.
• Yetimlerin duasını almalı.
• Fakirlerin duasını almalı.

32- Hacet namazı kılıp secde de gözyaşları’yla dua etmeli.

33- Zikir:
Cenabı hakkın isimlerini zikrederek dua etmeli. Onu tesbih ve takdis etmeli.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
9 Eylül 2011       Mesaj #6
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Duanin Faydalari


476061252bd08226401jp8


1- Duâ, allah'tan hidayet ve başarı talebidir. Duâ insanı başarıya ulaştırır.

2- Rızkın genişlemesine, sağlığın artmasına, ömrün bereketlenmesine vesile olur.
3- Duâ, hazinesi sonsuz, kerem ve ihsanı bol olan allah'tan istemektir. O, bir şeye ol deyince olur. Bir isteği yerine getirmekle hazinesi eksilmez.
4- Duâ edeni allah'ın rahmeti kuşatır. allah'ın ihsanı ve yardımı ona yönelir.
5- Duâ eden, allah'a itaat etmiş olur. Duâyı terk etmek günahtır, allah'a karşı kibirlenmektir.

6- Genişlik ve sağlık zamanlarında duâ etmek, darlık ve hastalık zamanlarında fayda verir.
7- allah, kulunun çok ve ısrar ile duâ etmesini sever.

8- Duâ hayrı çeker, zararı savar.

9- Duâ eden, duâsının yararını ya hayatında, ya da öldükten sonra muhakkak görür.
10- Her duâ, allah'ın indinde muhafaza edilir, karşılığı ya dünyada ya da âhirette verilir.

11- Duâ, öyle kerim bir zattan istemektir ki, O kendisine açılan elleri boş döndürmekten utanır.

12- Duâ insanı belâdan korur, inmiş ve inecek musibetlere karşı bir kalkandır. Belâların etkisini azaltır, allah'ın kaderini hafifletir.

13- Kazâ ile duâ arasında bir çarpışma olur, duâ kazânın acı etkilerini önler, gücünü azaltır.

14- Duâ, Kadir-i Mutlak'a karşı son derece küçülme, hudu' ve huşu'dur. Bu küçülme ve huşu', Kerem ve rahmeti sonsuz olan allah'ın rahmetini celbeder. Bunun için duâ, ibadetin özü kabul edilmiştir.

15- Duâ, düşmanların düzenlerini bozar, üzüntü ve sıkıntıları defeder. İnsanı ruhunu tasalardan arıtıp temizler

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
webo - avatarı
webo
Ziyaretçi
15 Eylül 2011       Mesaj #7
webo - avatarı
Ziyaretçi
KURAN'DA DUA

Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım.

Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da

Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad olurlar.

(Bakara Suresi, 186)

KURAN'DA DUA NASIL ANLATILIYOR?


En son ne zaman dua ettiğinizi düşündünüz mü?... Bu soruya farklı cevaplar verilebilir ama ortak nokta herkesin bir şekilde dua ettiği olacaktır. İnsanlar elbette her yerde, her ortamda, istedikleri herşey için Rabbimiz olan Allah'a dua edebilirler. Allah iman edenlerin her ortamda dua edebileceklerine, Kendini zikredebileceklerine aşağıdaki ayetlerle dikkat çekmiştir:
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler kiMsn Happy "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." "Rabbimiz, şüphesiz Sen kimi ateşe sokarsan, artık onu 'hor ve aşağılık' kılmışsındır; zulmedenlerin yardımcıları yoktur." "Rabbimiz, biz: "Rabbinize iman edin" diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik yapanlarla birlikte öldür." "Rabbimiz, elçilerine va'dettiklerini bize ver, kıyamet gününde de bizi 'hor ve aşağılık' kılma. Şüphesiz Sen, va'dine muhalefet etmeyensin." Nitekim Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevab verdi: "Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam…" (Al-i İmran Suresi, 191-195)
Bunların yanısıra bir de duanın, en güzel, en makbul şekli vardır ki Kuran'da bunlar ayrıntılarıyla anlatılmıştır.
Yüksek Olmayan Bir Sesle, Yalnız Başına, İçin İçin Dua
Çok çaresiz ve sıkıntı içerisinde kaldığınız, Allah'a dua etme ihtiyacı hissettiğiniz bir anda dua etmek için nasıl bir ortamı tercih ettiğinizi hatırlıyor musunuz? Hiç şüphesiz gece yastığa başınızı koyduğunuzda ya da çok sessiz ve gürültüsüz, Allah'la başbaşa olabileceğinizi hissettiğiniz bir ortamda dua etmeyi tercih etmişsinizdir.
İbadetler sırasında manevi yoğunluk en fazla yalnız başına, kimsenin bilmediği zamanlarda, tam bir konsantrasyonun sağlanabildiği sırada yaşanır. İhtiyaçları, hataları veya eksikleri konusunda Allah'a dua etme gereksinimi duyan insan, yalnız başına ve için için dua etmeyi tercih eder. Buna güzel bir örnek Hz. Zekeriya'nın duasıdır. Kuran'da, onun Allah'tan soyunu devam ettirecek bir varis isterken gizlice dua ettiğine işaret edilir:
Hani o Rabbine gizlice seslendiği zaman demişti ki: "Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu; ben sana dua etmekle mutsuz olmadım." (Meryem Suresi, 3-4)
Duanın tanımı için "gücü sınırlı ve sonlu bir varlığın gücü sınırsız bir kudret karşısında acizliğini ortaya koyarak istekte bulunmasıdır" demiştik. Bu yüzden dua, gerçekten Allah'a karşı acizlik ve fakirlik bilinerek yapılmalıdır. Fakat elbette ki bu birtakım yapmacık hareketlerle, kalıpçı ve taklitçi düşünce yapısıyla sağlanamaz. Zaten gerçek anlamda samimi olan, acizliğini hisseden insan doğal olarak bunu yaşayacaktır. Kuran'da, müminlere şu şekilde dua etmeleri tavsiye edilir:
Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. (A'raf Suresi, 55)
Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. Şüphesiz Rabbinin Katında olanlar, O'na ibadet etmekten büyüklenmezler..." (A'raf Suresi, 205-206)
Kuran'da, duanın yalnızken, yalvararak ve için için yapılabileceğine dikkat çekilir. Dolayısıyla duanın nerede yapıldığı, dua sırasında düzenlenen "tören"in büyüklüğü, katılımın fazla olması ve dua eden şahsın sesinin çok fazla çıkması ölçü değildir.
Öncelikle bilinmelidir ki, duadaki yüksek ses tonları duanın Allah'a ulaşmasını ya da Allah'ın duaya icabetini kolaylaştırmaz. Dua ettiğimiz Rabbimiz, içimizden geçirdiğimiz düşünceleri bilen, herşeyden haberdar olan ve bize şah damarımızdan daha yakın olandır. (Kaf Suresi, 16) Bize bu kadar yakın olan Allah'a dua ederken sesimizi gereksiz yere yükseltmemizin bir anlamı yoktur. Kişi içinden dua edebileceği gibi, ancak kendisinin duyabileceği bir tonla da dua edebilir.
Kuran'da gerek ibadet sırasında, gerekse yaşamın her anında ses tonunun uygun tutulması gerektiği insanlara aşağıdaki ayetlerde şöyle bildirilir:
Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir. (Lokman Suresi, 19)
De ki: "Allah, diye çağırın, 'Rahman' diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O'nundur." Namazında sesini çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol benimse. (İsra Suresi, 110)
Görüldüğü gibi Kuran'da tarif edilen ibadet modeli gösterişten uzaktır. Başkaları görsün veya duysun diye yapılmaz, sadece Allah'a karşı olan vazifenin hakkıyla yerine getirilmesi amacını taşır. Kuran'da bunun üzerinde önemle durulur. Dua ile ilgili ayetlerde defalarca "dini Allah'a halis kılarak dua etmek"ten söz edilir. Bunun anlamı, dinin, yani ibadetin sadece ve sadece Allah için yapılması, O'ndan başkalarının rızasının kesinlikle aranmamasıdır:
O, Hayy (diri) olandır. O'ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca Kendisi'ne halis kılanlar olarak O'na dua edin. Alemlerin Rabbine hamdolsun. (Mü'min Suresi, 65)
Öyleyse, dini yalnızca O'na halis kılanlar olarak Allah'a dua (kulluk) edin; kafirler hoş görmese de. (Mü'min Suresi, 14)
De ki: "Rabbim adaletle davranmayı emretti. Her mescid yanında (secde yerinde) yüzlerinizi (O'na) doğrultun ve dini yalnız Kendisi'ne has kılarak O'na dua edin. "Başlangıçta sizi yarattığı" gibi döneceksiniz." (A'raf Suresi, 29)
Din sadece Allah'ındır. İbadetlerin hepsi sadece O'nun hoşnutluğunu kazanmak amacıyla yapılır. Bunun yegane yolu da O'nun istediği ve tarif ettiği gibi yapmaktır.
Duasını, ya da başka herhangi bir ibadetini Allah'a halis kılmadan yapanlar, yani etraflarındaki insanlara "takva" görünmek endişesinde olanlar büyük bir dalalet içindedirler. Allah Kuran'da onlardan şöyle söz eder:
İşte (şu) namaz kılanların vay haline, Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, Onlar gösteriş yapmaktadırlar, (Maun Suresi, 4-6)
Allah'ın Varlığını Hissederek Dua
Duanın en önemli unsurlarından biri Allah'a olan kesin imandır. İnsan çaresiz kaldığı durumlarda Allah'ın varlığını ve kendisine sadece O'nun yardım edeceğini hiç şüphesiz bilir. Ancak insanın rahat zamanlarında da Allah'ın varlığını ve gücünün büyüklüğünü hissederek dua etmesi gerekmektedir. Aslında insan sadece dua sırasında değil, günlük yaşantısının her anında bu bilinçte olmalıdır.
Her an, Allah'ın varlığını ve yakınlığını hissederek dua etmelidir. Çünkü ancak Allah'ın varlığının farkında olan insan duanın anlamını ve önemini kavrar. Duanın özelliği, Allah ile kulu arasında özel ve sıcak bir bağlantı kurmasıdır. İnsan tüm sıkıntılarını ve isteklerini Allah'a açar, O'na yakarır ve Allah kulunun isteğine icabet eder, duasını karşılıksız bırakmaz.
Daha önce de belirttiğimiz gibi Kuran'da dua hiçbir şekli kalıba sokulmaz. "Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin" (Nisa Suresi, 103) ayeti, insanın her durumda ve her şartta Allah'ı anıp O'na dua edebileceğini gösterir. Önemli olan şekil değil, dua eden kişinin samimiyet ve teslimiyetidir.
Bunun aksi bir anlayış ise, duayı gerçek anlamından çıkarır ve bir tür büyü ya da tılsım gibi görülmesine yol açar. Birtakım cahil insanların kendi kendilerine ürettikleri ağaçlara bez bağlama, suya üfleme gibi batıl inançlar bunun bir göstergesidir. Dikkat edilirse bu tür uygulamaların temel özelliği, bunları uygulayan kişilerin Kuran'ın mantığından uzak oluşlarıdır. Doğrudan Allah'a yönelip isteklerini O'ndan istemektense, birtakım batıl tören ya da semboller icad etmekte, duayı da bunlar aracılığıyla yapmaktadırlar. Kime dua ettiklerinin, kime yakardıklarının ise pek farkında değildirler. Dua için kullandıkları cisimlerde bir tür "keramet" olduğu zannındadırlar, ama sorulsa bunun ne demek olduğunu tarif edemezler. Türbe ziyaretlerini amacından saptırarak bu türbelerde yatan insanlara dua edenler, onlardan medet umanlar da aynı batıl ve sapık inanca sahiptirler.
Mümin ise "Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kendini çekerek yalnızca O'na yönel" (Müzemmil Suresi, 8) emrine uyar, tüm bu batıl inanışlardan uzak olarak sadece ve sadece Allah'a döner, O'nun huzurunda boyun eğer ve Rabbimize yalvarır.
Korku ile Ümit Arasında Dua
Kuran'da Allah'ın "... merhametlilerin en merhametlisi..." (Enbiya Suresi, 83) olduğu belirtilmektedir. Yine Kuran'da hata yapanın Allah'tan bağışlanma dilemesi durumunda hiçbir günah ayrımı gözetilmeden affedileceği söylenmektedir. (Nisa Suresi, 110) Bu nedenle insanların dualarında Allah'ın "esirgeyen ve bağışlayan" sıfatlarını düşünmeleri, ümit içinde dua etmeleri gerekir. Kişinin yapmış olduğu hata ve bu yüzden duyduğu vicdan azabı ne kadar büyük olsa da, Allah'ın affediciliğinden ümit kesmesine neden değildir. Bununla paralel olarak insanın hata yapmaktan ve günah işlemekten dolayı içine girmiş olduğu ruh hali, onun umut içinde dua etmesine engel olmamalıdır. Çünkü Kuran'da sadece kafirlerin Allah'ın rahmetinden umut keseceği söylenir:
"... Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umudunu kesmez." (Yusuf Suresi, 87)
Öte yandan kimsenin mutlaka cennete layık olma gibi bir garantisi yoktur. Nitekim Allah Kuran'da; "Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz" (Mearic Suresi, 28) ayetiyle bu gerçeğe karşı insanları uyarmıştır. Bu nedenle de herkes Allah'tan gücünün yettiği kadar korkmak durumundadır. Öyle ise imtihan için dünyada bulunan insanın her zaman için sapması, dalalete düşmesi, şeytanın oyununa gelip Allah'ın yolundan dönmesi ihtimal dahilindedir. Bu konuda kimsenin bir garantisi yoktur. Bu nedenle insan duasında bir yandan Allah'ın rahmetini ümid ederken, bir yandan da O'nun rızasını yitirmekten korkmalıdır.
Nitekim gerçek bir mümini diğer insanlardan ayıran en önemli özelliklerden biri Allah korkusudur. Çünkü inanmayan bir insana göre cehennemin varlığı meçhuldür. Mümin ise cehennem tehlikesinin farkındadır. Ahiret gününe kesin bir bilgi ile inandığı için en büyük korkuyu yaşar. Sadece inanan ve Allah'a karşı büyüklenmekten kaçınan kişi bu korku ile hareket eder. Azabın gerçekliğinden ve şiddetinden emindir. Bu azapla karşılaşmamak için dünya hayatında risk sayılan hiçbir şeye yaklaşmaz. Ahiretteki o zorlu azaptan uzaklaşmayı ve sonsuz güzellikle karşılanacağı cenneti hak etmeyi ister. Müminin ahiret azabından korkusu duasına da yansımaktadır.
İşte bu yüzden Kuran'da korku ve ümit kavramları birlikte kullanılmıştır. Eğer insan duasında cehennem korkusunu hissetmiyorsa -ki bunun temelinde Allah korkusunun eksikliği yatmaktadır- ortada mutlaka bir tefekkür yani düşünüp anlama eksikliği vardır. İnsan cenneti kazanmak için ne kadar istekli bir şekilde dua ediyorsa, cehennemden kurtulmak için de o kadar istekli bir şekilde dua etmelidir. Yani cehennemden korkup, cennete kavuşmayı ümit etmelidir. Bu ruh halini ifade eden ayetlerden ikisi şöyledir:
"Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır." (Araf Suresi, 56)
"Onların yanları (gece namazına kalkmak için) yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler." (Secde Suresi, 16)
Görüldüğü gibi korku ve umut, Kuran'da kastedilen duayı oluşturan iki temel histir. Kuran dikkatlice incelendiğinde zaten tüm ibadetlerde, ve yaşamın her anında bu iki hissin hayati önem taşıdığı rahatlıkla fark edilebilir.
Unutulmamalıdır ki dua Allah'a karşı hem büyük bir görev hem de bizim ebedi hayatımızı kurtaracak bir vesiledir. Çünkü Kuran'da Allah'a dua etmeyenlerin sonunun ebedi cehennem azabı olduğu haber verilir.
"Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir." (Mümin Suresi, 60)
Allah'ın Sıfatlarını Anarak Dua Etmek
Allah'ın isimleri, bize O'nun vasıflarını tanıtırlar. Örneğin Allah Rahman'dır, yani esirgeyicidir; Rab'dır, yani eğiten ve yol gösterendir; Hakim'dir, yani hüküm veren, herşeye hakim olandır; Rezzak'tır, yani rızık verendir... Bu isimler Allah'ı tanıttığı için, insan bunlarla Rabbimize seslenerek O'nun büyüklüğünü, yakınlığını, gücünü ve rahmetini daha iyi kavrar. Allah'tan rızık isteyen bir kişinin O'nun Rezzak ismini anarak dua etmesi, elbette ki duasının anlamına uygun olacaktır. Nitekim Kuran'da da, Allah'a O'nun farklı isimleri ile dua edilebileceği haber verilmektedir:
"De ki: "Allah, diye çağırın, 'Rahman' diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O'nundur." Namazında sesini çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol benimse." (İsra Suresi, 110)
"İsimlerin en güzeli Allah'ındır. Öyleyse O'na bunlarla dua edin. O'nun isimlerinde 'aykırılığa (ve inkâra) sapanları' bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır." (A'raf Suresi, 180)
Allah'ın sıfatlarını bilen insan hatalarını Allah'tan gizlemeye çalışmaz. Çünkü gizlese de, açığa vursa da Allah'ın herşeyi bildiğinin farkında olur. Hatalarını gizlemenin kendisine zarardan başka bir şey kazandırmayacağını bilen mümin, her türlü eksiklik ve hatalarından dolayı Allah'tan bağışlanma diler. Nitekim Hz. İbrahim'in bir duası şu şekilde başlamaktadır:
"Rabbimiz, şüphesiz Sen, bizim saklı tuttuklarımızı da, açığa vurduklarımızı da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz." (İbrahim Suresi, 38)
Mümin, istekleri ne kadar büyük olsa da herşeyin Allah'ın kontrolünde olduğunun, Allah dilerse en imkansız gibi görünen bir şeyin O'nun "Ol" demesi ile gerçekleşeceğinin farkındadır. Bu yüzden de Allah'ın nimetlerine ulaşmak için hiçbir şeyi aşılmaz bir engel olarak görmez. Aksine, her türlü zorluğu ve engeli duası ile aşar.
Duanın, istek ve ihtiyaçlarımızı Allah'a duyurmaktan başka, Allah'ı anmanın ve yüceltmenin bir yolu olduğunu söylemiştik. Kuran'da özellikle peygamber dualarında, Rabbimiz sıfatları ile birlikte yüceltilmektedir. Aşağıdaki birkaç örnek, bunu görmek için yeterlidir:
"(Süleyman) Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin. (Sad Suresi, 35)
"Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve Katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen." (Al-i İmran Suresi, 8)
(Musa yalvarıp) Dedi ki: "Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kat. Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın." (Araf Suresi, 151)
"Orada Zekeriya Rabbine dua etti: 'Rabbim bana Katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen duaları işitensin' dedi." (Al-i İmran Suresi, 38)
Duada Kalıplaşmış Tekdüze İfadelerden Kaçınmak
Dua denilince akla, insanın Allah'ı zikretmesi, Allah'a kusurlarını itiraf etmesi, kendisinin ve müminlerin ihtiyaçlarını duyurması gelir. Bunun içinse duada Allah'a karşı samimi bir üslubun yaşanması gerekmektedir.
Duada tekdüze ve kalıplaşmış ifadelerin sık sık tekrarlanmasının tek nedeni, duanın samimi bir ibadetten çıkıp, bir tür alışkanlık ya da gelenek haline gelmiş olmasıdır. Allah'ın azametini hisseden, O'nun azabından korkan ve rızasını kazanmayı isteyen insan, kalbinden gelen samimi ve dürüst ifadelerle O'na yönelir. Aynı şekilde kendisini Allah'a teslim etmiş, dost ve yardımcı olarak O'nu benimsemiş olan insan, her türlü sıkıntısını ve derdini O'na açar. "...Ben, dayanılmaz kahrımı ve üzüntümü yalnızca Allah'a şikayet ediyorum..." (Yusuf Suresi, 86) diyen Hz. Yakub gibi, ruhundaki tüm sıkıntılarını ve taleplerini O'na söyler, her türlü yardım ve hayrı O'ndan ister.
Dua eden kişi bu tür bir samimiyet içerisinde değilse ve duayı sadece yerine getirilmesi gereken bir formalite ya da icabet edilip edilmeyeceği belli olmayan bir tılsım olarak görüyorsa, doğal olarak kalıplaşmış ifadeler kullanır. Ne demek olduğunu hiç anlamadığı ya da üzerinde hiç düşünmediği birtakım süslü cümleleri sıralayarak kendince bir dua edecektir. Bunun Kuran'da tarif edilen dua olmadığı ise çok açıktır.
Oysa dua, insanın Allah ile samimi bir bağlantısıdır. Her insanın içinde bulunduğu sorunlar, istekleri, arzuları, ruh hali birbirinden çok farklıdır. Dua sırasında önemli olan sözcükler değil kulun o anki ruh halidir.
Kuran'da örnek olarak gösterilen dualar, peygamberler ve müminlerin ruh halllerini yansıtan çok samimi ve içten Allah'a yönelmelerdir.
Duada Aceleci Davranmaktan Kaçınmak
İnsan fıtratı gereği aceleci bir varlıktır. Yaratılışındaki bu acelecilik ön plana çıktığı zamanlarda da hareketlerinin sonucunu düşünmeden davranabilmektedir. Nitekim bu yüzden Kuran'da, "İnsan aceleden (aceleci olarak) yaratıldı. Size ayetlerimi yakında göstereceğim. Şimdi hemen acele etmeyin" (Enbiya Suresi, 37) şeklinde bildirilmektedir. Bu acelecilik genellikle dünya nimetlerinin elde edilmesi konusunda ön plana çıkar.
İnsan cennete ve Allah'ın nimetlerine karşı büyük bir istek duyar. Bu nimetlerin benzerlerinin dünyada da yaratılmış olmasının sebeplerinden biri, cennetin özelliklerini biraz daha iyi kavranmasını, cennete duyulan isteğin artmasını sağlamaktır. Oysa insan hem bu nimetlere duyduğu istekten, hem de aceleci olduğundan ötürü nefsinin arzu ettiklerinin hemen gerçekleşmesini ister. İnsanın bu aceleciliği zaman zaman dualarına da yansıyabilir. Dua ettiği zaman hemen duasına karşılık verilmesini ister. Duasına karşılık alması biraz gecikirse "dua da ediyorum, ancak kabul edilmiyor" şeklinde çok yanlış bir serzenişte bulunabilir. Sabırsızlık, zamanla ümitsizliğe hatta duanın terkedilmesine kadar gider.
Oysa mümin bilir ki, kendisi için neyin hayırlı olduğunu en iyi bilen Allah'tır. "... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz" (Bakara Suresi, 216) ayeti, insana bunu haber verir. Bu nedenle insan Allah'tan bir şeyi istediğinde, takdiri O'na bırakmalı, O'ndan her şartta razı olmuş bir biçimde sabırla beklemelidir. Belki dua ederek talep ettiği şey kendisine bir fayda sağlamayacaktır, o nedenle Allah bunu kendisine vermemektedir. Belki de o hayra ulaşması için belirli bir olgunluğa kavuşması, bunun için de bir süre eğitilmesi gerekmektedir. Belki Allah kendisine daha da hayırlı bir başka nimet verecektir, ama sabrını ve sadakatini denemektedir.
Tüm bunlar dua eden insanın, duasında sabırlı ve kararlı olması, Allah'ın rahmetinden asla ümit kesmemesi gerektiğini göstermektedir. Nitekim Kuran'da, duada sabırlı olmaya özellikle dikkat çekilir:
"Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu şüphesiz, huşu duyanların dışındakiler için ağır bir yüktür." (Bakara Suresi, 45)
Kuran'da dua ederken kararlı olmak öğütlenmiştir. Dua bir ibadettir ve duada sabır, dua eden açısından önemlidir. Sabırla dua etmek duanın konusu olan isteklere olan ihtiyacın, bu konudaki sıkıntının, daha önemlisi Allah'a olan yakınlığın arttığının göstergesidir. Duada sabır göstermek mümini olgunlaştırır, güçlü bir irade ve karakter kazandırır. Duada sabır gösteren mümin, duasının karşılığını, istediği şeylerin birçoğundan daha değerli olan, derin bir manevi hal kazanarak alır.
Peygamberlerin çoğu Allah'a olan taleplerini kimi zaman yıllar boyu hiç durmadan duayla ifade etmişler, Allah ise onlara istediklerini kimi zaman yıllar sonra vermiştir. Hz. Yakub'un, oğlu Hz. Yusuf'a kavuşması, Hz. Yusuf'un yıllar boyu kaldığı zindandan kurtularak güç ve iktidar sahibi olması, Hz. Eyüp'ün şeytanın kendisine dokundurduğu azaptan kurtulması, bunların hepsi büyük sabır örnekleridir.
Allah bu salih kullarının dualarının karşılığını belirli bir süre ertelemekle onlara hayır dilemiş, onları bu sayede olgunlaştırmış, eğitmiş, sadakat ve ihlaslarını pekiştirmiş, onları cennette yüksek makamlara layık kullar haline getirmiştir.
Bu nedenle yaptığı bir duanın karşılığını görmek için aceleci davranmak asla ve asla bir mümine yaraşmaz. Müminin yegane görevi Rabbimize kul olması ve O'nun kendisi için belirlediği kadere rıza göstermesidir. İşte salih bir mümin duasını, bu kulluk vazifesinin bir parçası olarak yapmalıdır.
Duanın Konusu Sadece Dünyevi Nimetler Değildir
Dua ederken dünya hayatımız için de isteklerde bulunmalı mıyız, yoksa "dünyadan geçip" de sadece ahiret hayatına mı yönelmeliyiz?
Allah samimi müminler için her ikisini de hayırlı görmüştür. Elbette ki dünya hayatı son bulacak olan çok kısa bir hayattır. Her nimetin, kişiyi Allah'a yakınlaştırma ve şükretmesine vesile olma ihtimali vardır. Bir nimete bakılarak cennet tefekkür edilebilir, Allah'ın sıfatları hatırlanabilir, Allah'ın şanı yüceltilebilir. İşte bu sebepten ötürü Allah müminlere hem dünya hayatları için, hem de ahiret hayatları için dua etmelerini öğütler. Sadece dünya hayatının geçici süsüne yönelip ahireti unutmamaları için de onları uyarır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
"... İnsanlardan öylesi vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada ver" der; onun ahirette nasibi yoktur. Onlardan öylesi de vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru" der. İşte bunların kazandıklarına karşılık nasibleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir." (Bakara Suresi, 200-202)
İnsan, kendi dünyasına ait şeyler için istekte bulunur. Ne için yaşıyorsa, onu en çok ne ilgilendiriyorsa, neye daha fazla vakit harcıyorsa duasını da onlar için eder. Allah için yaşayan bir insanın amacı Allah'ın kendisinden istediklerini yerine getirmeye çalışmaktır. Bu nedenle duası da o yönde olur.
İnsanın dünyaya ait istekleri gerçekleşebilir. Ama bunlar, az önce belirttiğimiz gibi, kendisi için sandığı gibi hayırlı olmayabilir. Para için istekte bulunur. Ama sonrasında para onun inkarını arttırıcı bir meta olabilir. Çünkü tam anlamıyla maddiyatın put edinildiği bu çevrede muhatap olduğu ve olacağı herşey ve neredeyse herkes tam anlamıyla dinin gerekleriyle tezat teşkil edecektir.
İstek, dünyevi bir istektir ve karşılığını dünyada görecektir. Ahiretteki karşılığı ise hiç de umduğu gibi çıkmayabilir. İşte dünya hayatının çekici özelliklerinden bazıları bir ayette şöyle sıralanır:
"Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır." (Al-i İmran Suresi, 14)
Dünyada bu dünyevi istek ve tutkuların gerçekleşmesinin insana getirdiği belli birtakım kazançlar elbette vardır. Ama dünyadaki bu kazançlar ahiret için birer kayıp olabilirler. Dünyevi isteklerin ahiret için de bir kazanç sağlayan yönleri vardır. Buna en güzel örnek peygamberlerdedir.
Bu kutlu insanlar, dünya hayatının geçici metaı olan kazançları sadece Allah'ın rızasını kazanmak için istemişlerdir. Bunların en başlıcaları maddiyat, soyun devamı, toplumda belirli bir statü edinmek gibi konulardır.
Peygamberlerin istekleri tamamen Allah'ı hoşnut etmeye yöneliktir. Hiçbir peygamber çocuk edinmeyi, kendisinden sonra adını devam ettirme ayrıcalığını edinebilmek için istememiştir. Çocuğu, sadece kendilerinden sonra iman edenlere önder olması için istemişlerdir.
Buna karşılık kendi soyunun devamını dünyada böbürlenme uğruna isteyen bir kişinin bu isteği, ahirette kendisi için bir şer olur. Çünkü ancak kendi hırs ve üstünlük isteğini tatmin için böyle bir istekte bulunmuş ve bu isteği Allah'ı anmasını engellemiştir. Allah bu isteğin karşılığını dünyada verir, ama ahirette nasibi olmayabilir.
Sadece dünya nimetlerini isteyerek yapılan dua bir mümin davranışı olmadığı gibi, Allah'a karşı büyük bir samimiyetsizliktir. Müminlerin asıl hedefleri cennettir. Dua eden insan eğer gerçekten müminse, asıl yurdu olan cenneti unutarak tüm duasını geçici olarak bulunduğu dünya hayatının nimetlerine yoğunlaştırmamalıdır. Allah'tan hem dünyada, hem ahirette güzellik istemelidir.
Dualar Kişisel Değil, Tüm Müminler İçin Olmalıdır
Cahiliye toplumunda insanlar mal, servet, evlat, eş ve huzurun en iyisinin kendilerinde olmasını isterler. Zaman zaman yakın arkadaşlar olarak tanınan kişilerin, hatta akrabaların arasında bile kıskançlıktan, hasetten kaynaklanan çekişmelerin yaşandığına ve insanların kendilerine rakip olarak görebilecekleri herkese zarar vermeye çalıştığına şahit olmuşuzdur.
Oysa Kuran'da tarif edilen mümin modelini yaşayan insan hem dünya hayatındaki güzellikleri, hem de ahiretteki nimetleri diğer müminlerle birlikte yaşar. Dünyada nimetler kısıtlı olduğundan bunları onlarla paylaşması, bazen de kendi nefsinden fedakarlık yaparak kardeşine ikram etmesi gerekebilir. Nitekim Kuran'da mümin vasıfları tanıtılırken bu özelliğe de ayrıca dikkat çekilir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
"... Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır." (Haşr Suresi, 9)
Müminlerin birbirlerine olan bu düşkünlükleri, birbirlerinin iyiliği için çaba sarf etmelerinin önemi Kuran'ın başka ayetlerinde de tekrarlanmaktadır:
"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe Suresi, 71)
Müminler arasındaki tesanüd, elbette ki dualarına da yansımaktadır.
Öncelikle dikkat çeken, Kuran'daki müminlerin, dualarında Allah'a hitap ederken çoğunlukla "ben" değil, "biz" demeleridir. Yani dua eden bir mümin, Allah'tan istediği herşeyi sadece kendisi için değil, tüm müminler için istemektedir. Elbette ki insan kişisel olarak da Allah'a dua eder. Her türlü nimete ulaşabilmek için, hatalarının düzelmesi için, kıyamet günü hor ve aşağılık kılınmamak için, cehennem azabından kurtulmak için Allah'tan yardım isteyebilir. Ama bunun yanında birçok konuda da kendisi için istediklerini diğer müminler için de istemesi, Kuran'da örnek olarak gösterilen bir vasıftır. Aşağıdaki birkaç ayet, bu konuda yol göstericidir:
"... Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara Suresi, 286)
"Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve Katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen. Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah, va'dinden cayıp-dönmez." (Al-i İmran Suresi, 8-9)
"Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk. Böylece bizi şahidlerle beraber yaz." (Al-i İmran Suresi, 53)

ALLAH'TAN BAŞKASINA DUA EDİLMEZ


Ortak koşmak, yani şirk, Allah'tan başka ilahlar edinmek, Allah'a karşı işlenecek en büyük suçtur. Şirk koşmanın ne derece büyük bir suç olduğu Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
"Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur." (Nisa Suresi, 48)
Şirkin bilinmesi gereken önemli bir yönü ise, tarihin her döneminde, içinde yaşadığımız çağ da dahil olmak üzere, çok yaygın oluşudur. Çoğu kimse, şirk koşmayı yani "Allah'tan başka ilah edinme"yi kendisine yakıştırmaz belki, ama şirk içinde yaşıyor olabilir. Çünkü şirk Allah'ın sıfatlarını başka varlıklara atfetmek demektir. Bu nedenle bir insan Allah'tan başka varlıkların rızasını kazanmak, onları hoşnut etmek için yaşıyorsa, başkalarından korkup başkalarından medet umuyorsa şirk içinde yaşamaktadır.
İnsanlar için en büyük tehlike olan şirke karşı korunma yollarından biri Allah'a dua etmektir. Çünkü dua eden insan Allah'ın varlığını ve birliğini, O'na karşı olan acizliğini, kendisine tek yardım edecek olanın Allah olduğunu ve O'ndan başka ibadet edilecek kimse olmadığını kabul etmiş demektir. Bu nedenle dua, mümini şirke karşı korur.
Kuran'da, "Ey Peygamber, sana ve seni izleyen müminlere Allah yeter" (Enfal Suresi, 64) ayeti gereği, Müslümanlar bilirler ki kendisinden yardım istenilecek tek varlık Allah'tır. O, her konuda en üstün olan, sonsuz kudret sahibi, herşeyi gören ve işitendir. Tüm eksik sıfatlardan münezzeh olan ve sonsuz kudret sahibi olan Allah'tır. Evrende tüm kudret O'nun elindedir. Öyleyse yardım ve bağışlanma, sadece ve sadece, herkesin Kendisi'ne muhtaç olduğu, Kendisi'nin ise kimseye muhtaç olmadığı Allah'tan istenmelidir. Kuran'da Allah'tan başkasına dua etmenin yanlışlığı ve tek dua makamının Allah olduğu birçok ayette belirtilir:
Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarıp-yakarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun. (Şuara Suresi, 213)
Başka ayetlerde ise Allah'tan başkasına dua edenlerin durumu şöyle anlatılır:
Allah'tan başka yakardıkları hiçbir şeyi yaratamazlar, üstelik onlar yaratılıp durmaktadırlar. Ölüdürler, diri değildirler; ne zaman dirileceklerinin şuuruna varamazlar. (Nahl Suresi, 20-21)
Dolayısıyla samimi bir mümin asla ve asla Allah'tan başkasına dua etmez. Yalnızca O'na yalvarıp, yalnızca O'ndan yardım diler. Kuran'ın ilk suresi olan Fatiha Suresi'nde, bu nedenle iman edenlere aşağıdaki dua öğretilir:
Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Senden yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet; Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğrayanların ve sapmışlarınkine değil. (Fatiha Suresi, 4-7)
Müminlere düşen de, Allah'ın sonsuz kudretini düşünüp kavramak, bu kudrete gönülden boyun eğmek ve yalnızca O'ndan yardım dilemektir. Aksi bir davranışın ise dünyada da, ahirette de karşılığı hüsran olacaktır. Bu, Allah'ın bir vaadidir.


harun yahya

adsız - avatarı
adsız
VIP VIP Üye
16 Ağustos 2012       Mesaj #8
adsız - avatarı
VIP VIP Üye
Duada korku ile ümit birlikte bulunacaktır: Kuran-ı Kerim '' Allaha korku ve ümitle dua edin.''

Duada bağırıp çağırarak haddi aşmamalıyız:Kuran-ı Kerimde şöyle buyruluyor: ''Rabbinize, boynu bükük halde ve gizlilik içinde dua edin.''

Dua alabildiğine uzun, müstahdeme malumat vermek kabilinden teferruatlı olmamalı

Duada acelicilikten kaçınmalıyız

Dua, kendimiz ve başkaları için hayır dilemek şeklinde olmalı

Yanlız kendi nefsimiz için dua etmemeliyiz
ömr-ü bahar

Benzer Konular

18 Kasım 2013 / ceyda Soru-Cevap
1 Ekim 2010 / NeutralizeR Sosyal Ağlar
11 Temmuz 2015 / ThinkerBeLL X-Sözlük
23 Eylül 2009 / spykoman Soru-Cevap
13 Nisan 2010 / _KleopatrA_ X-Sözlük